Giriş
Rusların, Kazan Hanlığı yıkıp doğuya doğru yönelmeleri ile birlikte, bölgede asırlar boyu sürecek büyük bir mücadele de başlamış oldu. Rus hakimiyetinin yerleşmeye başlamasının ardından bölgede Tura, Kalmuk ve Nogay Sultanları, ortaklaşa hareket etmeye başladılar.
Tura hanlarından Küçüm Han’ın oğulları ve Nogay Beyi Urus Mirza, Kalmukların yardımıyla Rusları bölgeden atacaklarını düşünerek uzun sürecek mücadelelere giriştiler. Küçüm Han’ın oğullarından Ali Han 1601-06 yıllarında, Kalmuklarla işbirliği halinde, 1608 yılında ise Urus Mirza ile birlikte Ruslara karşı savaş açtılar ve Ufa’ya hücum ettiler. Bu hücuma Başkurt kabilelerinden özellikle Barın ve Tabınlar büyük destek verdiler. Ufa Tatarları da bu hücuma katılmışlardı.[1] Ancak Urus Mirza ile iç meseleleri olan İşterek Mirza, Ali Hanın aklını çeldi.
Tinahmet Mirza’nın oğlu olan İşterek Mirza Moskova’nın hakimiyetini kabul etmiş ve Ruslar tarafından “Büyük Nogay Ordasanın Ulu Mirzası” ilan edilmişti. Ali Hana, Urus Mirza yerine kendisiyle işbirliği yapmasını teklif eden İşterek Mirza bunda başarılı oldu. Ali Han, İşterek yardımıyla Ufa Kalesi’ni almayı ümit ediyordu. Ancak İşterek Mirza Ali Han’ı öldürttü ve kendisi de oradan dönerken Yayık nehrinde boğularak öldü.[2] Ruslar İşterek’i Ufa yakınındaki Han mezarlığına gömdüler ve kendileri de bu durumdan faydalanarak hücuma geçtiler.
Ali Han’ın yerini İşem Sultan aldı. Karluklarla çok yakın ilişkiler içinde olan İşem Sultan, 1616 yılında Ufa’yı ele geçirdi. Karargahını ise Tobol şehrinde kurdu. Askerleri daha çok Başkurtların Tabın boyundandı ve Tomsk ve Ufa Tatarları da ordusuna asker veriyorlardı.
Kısa süren Ufa hakimiyetinden sonra 1622 yılında İşem Sultan tekrar Başkurdistan’a geldi. Şeybani soyundan gelen İşem Sultan Başkurdistan’ın Ruslar elinden kurtarılması için Türkistan’daki aynı soydan hanlarla mektuplaşarak yardım istiyordu. Bu mektuplar bugüne kadar korunmuşlardır. Maveraünnehir’den gelen yardımlar, Kalmuk, Başkurtlar ile Tomsk ve Ufa Tatarlarının da katıldığı bir hücumla İşem Han’ın oğlu Abılay Sultan Ufa Kalesi’ni tekrar kuşattı. 1636 yılındaki bu hücumda Abılay Han yenildi ve Ruslara esir düştü. Abılay Han’ın esir düşmesi Tabın, Men ve Yurmatı Başkurtlarında büyük bir manevi tesir oluşturdu. Abılay Han için söylenen ağıtlar günümüze kadar ulaştı.[3]
Abılay Sultan’dan sonra yerine varisi ve kardeşi Devlet Giray Sultan geçti. Devlet Giray Sultan Tura ve Başkurdistan’da Ruslara karşı savaşan en son Tura sultanı oldu. Devlet Giray Ufa’yı İset Yolu’nu ve Tur’ayı kurtarmak için çok çalıştı. Ne var ki Büyük Nogay Ordası savaşlarda verdikleri kayıplar ve göçler nedeniyle çok güç kaybetmişti ve savaşlara çok az yardımcı olabiliyordu. Büyük Nogay Ordasının bazı Mirzaları ise Rus hakimiyetini kabullenmişlerdi. Devlet Giray’dan sonra yerine geçen kardeşi Abuğa ve Abılayın oğlu Kese Sultanlar da Ruslara karşı mücadele verdiler ise de bunlar küçük çaplı oldu. Kalmuklar ise yardım bahanesiyle Başkurdistan’a girip talanlar yapmaya başladılar. Daha sonraki yıllarda, Kalmuklar Ruslarla anlaşmaya başlamışlardı. Başkurtların Kalmuklara bağladığı ümitler de boşa çıkıyordu. Batı Başkurdistan’da en çok mücadele veren Tabın ve Yurmatı kabileleri çok sayıda kayıp ve esir vererek güçsüz hale düştüler. Nihayet Yurmatı Başkurtları da 1649 yılında Rus hakimiyetini kabul ettiler. Yurmatıların 300 çadırlık kabilesine yılda 100 kürk vergi kondu. Ruslar Yurmatı Reisi Tatıges’e Mirza, önde gelen liderlerden Anzay’a ise bey (Rusça starşina) unvanı verdiler.
Bu durum eski kabile yapısının korunması demekti. Böylece Batı ve Orta Başkurdistan tamamen Rus hakimiyetine geçti. Kalmuk Hanı Ayuka Han da (1672-1739) Rus hakimiyetini 1673 yılında kabul etti. Bu durum ise doğu ve Güney Başkurdistan’da da Rus hakimiyetini kaçınılmaz hale getirdi. Rus hakimiyetinin girmediği tek Başkurt bölgesi Kazak Hanlarının idaresindeki Güney Doğu Başkurdistan kalmıştı.[4]
Kazak Küçük Ordu Hanları da 1732 yılında Rus hakimiyetini kabul edince Başkurdistan’ın son parçası Güneydoğu Başkurdistan da Rus hakimiyetine geçmiş oldu.
Başkurdistan’da Rus Hakimiyeti
Ruslar kendi hakimiyetlerini bir yandan kurdukları kalelerle diğer yandan getirdikleri Rus göçmenlerle sağlamlaştırmaya çalışıyorlardı. Tatar ve Başkurt Mirzalara da Rus unvanları vererek onları kendilerine bağlamaya özen gösteriyorlardı. Rus rütbeleri alan Başkurt Mirzaları, Rus hakimiyetini tanırken Başkurtların kendi milli ve toprak yapılarının bozulmaması şartını ileri sürerek kabul etmişlerdi. Halbuki Rusların hiç ara vermeden buraya göçmenler getirmeleri, yeni kaleler inşa etmeleri, Rus nüfusun çoğunluğu elde ederek, buraları Rus topraklarına çevirme niyetlerinin çok açık göstergesiydi. Başkurtlar ise bunun kendilerinin yok olmaları anlamına geldiğini görüyorlardı.
Bu gelişmeler Başkurdistan’da Rus hakimiyetinden kurtulma ve bağımsızlık arayışlarını kuvvetlendirdi. Bağımsızlık tutkusu Başkurtların asırlar sürecek mücadelelerinin mihenk noktası oldu. Rus hakimiyetindeki hiç bir halk, işgale karşı tepkisini bu kadar açık ve kararlı koyamadı. Başkurtlar, adeta hemen her nesilde Rus işgaline isyan ettiler. Bir isyan bastırıldı, kılıçtan geçirildiler; yeni bir nesil geldi, tekrar isyan ettiler. Başkurt tarihinde adeta her neslin bir isyanı vardır. Bu isyanların çokluğu Rus tarihçisi Dubrovin’e Başkurtlar için “doğuda Rusların en dehşetli düşmanları” ifadesini kullandırttı.
Başkurtlar isyan hareketlerinde güneylerindeki Kazak Hanlığı’ndan büyük destek gördüler. XVIII. asrın ikinci yarısında Kazak Hanlığı da Rus hakimiyetini kabul edince Başkurtların destek yolları kapandı ve isyan hareketleri de yavaşladı. Hatta bu dönemde Kazak hanını Osmanlı Devleti’ne “kuzeyimizde ehli sünnetten, Başkurt halkı yaşamaktadır. Rusların eline düşmüşlerdir. Bu halkın, Rusların elinden kurtarılması için işbirliği ve destek” teklif eden mektubu Osmanlı arşivlerinden çıkmıştır.[5] Osmanlı ise buradaki olaylarla Kırım Hanlığı aracılığıyla ilgilenmekteydi. Hatta 1678 yılında başlayan Çihin (Çigirin) seferinde Osmanlı ordusu, Kırım hanının birlikleriyle birlikte Rusları yenmelerinden sonra Osmanlı İmparatorluğu kuzeyle ilgili meseleleri Kırım hanına bırakmıştı.
Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Başkurtları ve isyanları şöyle değerlendirmektedir: “Ural sahasında Başkurt Türkleri, benliklerini daha iyi muhafaza edebilmişlerdir. Bunlar Türkistan’a yakınlıkları sebebiyle Türk dünyası ile münasebetlerini devam ettiriyorlardı. Yarı göçebe Başkurtlar mükemmel süvari ve okçu idiler. 1574 yılında Başkurt ilinin tam ortasına düşen Kara İdil’in Akidil nehrine döküldüğü yerde kurulan Ufa şehri Rus hakimiyetinin dayanak yeri olmuştu. Buraya gelen Rus memurları, askerleri ve köylüleri Başkurtların arazilerini gasp etmekte ve her geçen yıl Başkurt toprakları Rusların eline düşmekte idi. Aynı zamanda yine bir yük olan “yasak” (vergi) kondu. Rusların kötü idareleri, voyvodaları ve Rus memurlarının aç gözlülükleri nihayet Başkurtların silaha sarılmasına mucip oldu.”… “Rusların yolsuz hareketleri Başkurtların, yalnızca maddi menfaatlerini değil, dini duygularını da rencide ediyordu. Önceleri ayrı Rus karakollarına baskın şeklinde yapılan çete hareketleri gitgide, büyük bir ayaklanma mahiyeti aldı.
Ufa çevresindeki Başkurt arazilerinin mevcut ahkama aykırı olarak Ruslar tarafından zapt edilmesi üzerine 1645’te Başkurtlar kitle halinde ayaklandılar. Bu arada Menzele Kalesi’nin inşasının başlaması da olayların tuzu biberi oldu. Başkurt kuvvetleri Menzele’ye kadar ilerlediler fakat ateşli silahlarla teçhiz edilen Rus askerleri tarafından püskürtüldüler. Bu ayaklanma çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Fakat Başkurtlar arasında sükunet hasıl olmadı”.[6] Bu isyanlara ilk dönemde Mansi ve Udmurt halkları da iştirak ettiler, son dönemde ise Çuvaşlar etkin olarak katıldılar. Tatarlar ise isyanların başından sonuna kadar içindeydiler.
Sayet Batır İsyanı
Başkurtların Rus hakimiyetine karşı ilk büyük ve ciddi hareketleri, 1661 yılında Sadır Oğlu Sayet (Seyit) Batır veya Sayet Yegefer Batır liderliğinde Batı Başkurdistan’da başladı. Sayet Batırın gayesi Rus hakimiyetine son vererek Tura Hanlarının hakimiyetini yeniden kurmaktı.
Sayet Batır isyanı çok iyi planlanmıştı. Bir yandan Kazak Hanlığı’nın desteği alınmış diğer yandan Küçüm Han’ın oğullarıyla güç birliği yapılmıştı. Rus kaynaklarında isyanın başında ve sonunda hareketin lideri olarak Sayet Batırı ortalarında ise Küçüm Han’ın oğullarını göstermektedirler.
Sayet Batır, 1661 yılında Rusların, Akidil ve Kama nehirlerinin doğusundaki bütün kalelerini tamamen yok etti ve kendi hakimiyetine aldı. 1662 yılında Moskova, ona karşı Yazikov komutasında kuvvetli bir ordu gönderdi. Yapılan savaşlarda Sayet Batır, Rus ordusunu yendi. 1663 yılında Moskova General Zelenskiy komutasında, çok sayıda Don, Ural ve Ukrayna Kazaklarıyla desteklenmiş büyük bir ordu gönderdi. Girilen mücadelede Başkurt birlikleri yenildi iseler de hareket durmadı.
Rus ordusunun Kazan komutanı Kurakin, 1663 yılında Doğu Başkurtlarını, “isyancılar ve Kalmuklarla birleştiler” diyerek Kazan yakınlarına zorla iskan etmek istedi. Bu sırada Orta ve Kuzeydoğu Başkurtları Katay ve Barın kabileleri, Ufa Tatarları ve Tura şehzadelerinin birlikleri Kalmukların da desteğini alarak bütün Başkurdistan’ı ayağa kaldırdılar. Bağımsızlık hareketi bütün ülkeye yayılmıştı. Kalmuklar ve Edisan ile Altı Ul Nogayları da askeri birlikleriyle harekete katılmışlardı. Batı Başkurtlarının Reisi Devletbirze oğlu İmemet de güçleriyle beraber gelince bütün birlikler, Ufa şehrine hücum ettiler ve etraftaki Rus köylerini bastılar. Ufa kalesi alınamadı ancak kalede rehin tutulan (amanatlar) ve birkaç Yurmatı Başkurt kabilesinden başka Rus hakimiyetini tanıyan Başkurt kalmadı.
Başkurtlar ise “amanat” olayını kabul edilemez sayıyorlardı. Bazı Başkurt Mirzaları Ufa Komutanı Prens Volkonskiy’e amanat’larla ilgili 16 Kasım 1663 tarihli bir mektup gönderdiler. Türkçe yazılan mektupta şöyle deniyordu:
”Ulu Padişah Han Aleksey Mihayloviç; bizden hangi iyiliği bekler? Eskiden böyle amanat almıyordu. Şimdi padişah bize köleleri gibi davranmak istemediğini göstermek istiyorsa bizim amanatları geri göndersin. Bize elçiniz geldiğinde biz onları tutuklamadık, geri gönderdik. Siz ise bizim elçilerimizi amanat ediyorsunuz” Bu gibi mektuplara cevap alınamayınca savaşlar yeniden başladı.[7]
Sayet Batı’rın başlattığı bu hareketin liderliği bu dönemde Küçüm Han’ın oğulları tarafından sürdürülmektedir. Küçüm Han’ın oğlu Sıuak’ın oğlu olan Devlet Giray Sultan bu liderlerdendi. 1661 yılında Kırım Hanları ile ilişki kurarak yardımlarını istemişti bu aynı zaman da Osmanlı’nın da yardımını istemek anlamına geliyordu. Devlet Giray Sultan Tabın ve Katay Başkurtlarını da komutasına alarak Batı Urallarda Köngür nehrine kadar ilerleyip oradaki Rus yerleşim yerlerini yok etti. Devlet Giray Sultan buralarda savaşırken Kese Sultan da 1662-1664 yıllarında sürecek olan hareketini Kuzey Başkurdistan’ın Sibirya ve Usa Yolu civarından başlattı. Kalmuk Prensi Dayçi ve damadı Ayuka, Kese Sultana katılmışlardı. Kese Sultan’ın birlikleri arasında Sibirya’da yaşayan Kırgız-Kazaklar da vardı. Bu savaşlarla Kırım vasıtasıyla Türkiye de ilgileniyordu.
Moskova, 1662 yılı yazında Kazan Valisi Prens Volkonskiy ile Prens Çerkaskiy komutasında çok sayıda asker gönderdi ve Batı Sibirya’daki Rus askeri birlikleri de Başkurdistan’a yöneltildi. Batı Sibirya birlikleri İrtiş gölü civarında Başkurt askerlerini yendiler ancak Nogay yolunda Kese Sultan ve Kazan Yolu mevkiinde Sarı Mergen ve Usa yolunda Kiley Tenekey oğlu Eteges ve Bikey Toktamış oğlu komutasındaki birlikler Rus askerleriyle savaşarak Batı Başkurdistan’ı başarıyla savundular. Batı Sibirya ve Ufa Tatarları da Kese Sultan’ın birliklerinin içinde savaşıyorlardı. Ama bir yıl sonra 1663 yılında Ruslar birkaç yönden birden Başkurtlara saldırdılar. Faciayla karşı karşıya kalan Nogay Yolu Başkurtları 1663 sonu ve 1664 yılı ilk aylarında Moskova’ya heyet gönderip itaatlerini bildirdiler.
Kese Sultan Ufa’yı çember içine alıp kuşattı ise de başarılı olamadı. Ancak Çar bu hareketler sonunda Başkurt topraklarını zorla alamayacağını anladı ve bölgeye Rus göçünü durduracağına dair söz verdi.
Bu söze rağmen Nogay yolundaki Birsk Kalesi’nin inşaatı ve tuz fabrikasının yapımı devam ediyordu. Bu durum hareketi tekrar canlandırdı. Bu arada Kese Sultan Başkurtlar tarafından Han ilan edildi. 1664-67 yıllarındaki mücadeleye Kese Sultan’la birlikte kardeşi Abuğa liderlik ediyordu. Kese Sultan Han tekrar Kırım ve Türkiye ile ilişkiye geçti ve Kalmuklarla da birleşerek 1665 yılında, Dağıstan’da Ruslar tarafından kurulan Terek kalesini ele geçirdiler. Kafkasya’daki bu olaylar Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de pek çok isim verilerek anlatılmaktadır.
Kese Sultan Han’ın Terek Kalesi’ni ele geçirmesi ve diğer hareketleri Rus otoritesini oldukça zayıflattı ve Rus tarihinin en geniş isyanlarından “köylü isyanını” başlattı. Don Kazaklarından Stepan Razi nin liderliğinde ve 1667-70 yıllarında sürecek olan bu isyana çok sayıda Tatar, Çuvaş ve Başkurt da katıldı. Hatta Başkurtlar isyanın teşkilatlanmasında bulundular. Razin İsyanı da diğerleri gibi katılan bütün halklar için çok kanlı bir şekilde bastırıldı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan ve “Bahçesaray Barışı” ile son bulan Çigirin (Çihin) savaşı Başkurtlar arasında derin etkiler uyandırdı. Rus tarihçisi Solovyev kullandığı kaynaklarda bir Başkurtun şöyle dediğini yazar: “Çigirin’de Osmanlılar ile Kırımlılar Rusları yendiler. Biz onlarla bir milletiz. Türkler Ruslarla Çihin’de savaşıyorlarsa biz de Sibirya’da savaşırız.” Sürmekte olan isyan hareketi daha da yüreklendi ve tam bir istiklal hareketine dönüştü. İstiklal hareketi, 1677 yılında Başkurt ve Tatarlarla birlikte tüm Kama bölgesini kapsıyordu. Bu arada Kuzey Başkurdistan’daki bütün Ruslar kovuldular. 1679 yılına gelindiğinde İdil’in batısına geçilerek Simbir şehri de kuşatıldı.[8]
Olaylar bu minvalde sürerken Çar Aleksey Mihayloviç, 1680 de Başkurtlara Hıristiyan dini kabul etmeleri için çağrıda bulundu. Dini duyguları rencide olan Başkurtlar 1680 yılında Kalmuk Hanı Ayuka ile Samarayı zabtetmek için anlaştılar. 30 Temmuz 1680’de 3.000 Tatar, Nogay, Kalmuk ve Çerkez Penza şehrini kuşattılar. Çar, Başkurtlara yaptığı çağrı ile de kalmadı ve 16 Mayıs 1681’de zorla Hıristiyanlaştırılmaları için emir yayınladı. Emre göre Hıristiyanlığı kabul etmeyen Başkurtlar daha önceki mücadeleleri ile aldıkları toprak sahibi olma gibi haklarını kaybediyor ve köle durumuna düşüyorlardı. Çar bununla da kalmadı ve 27 Kasım 1681’de Ufa’da piskopos dairesi kurulması kararını yayınladı. Bunun üzerine olaylar iyice alevlendi ve Başkurtlar 1681’de Tobol civarını ateşe verdiler. Başkurtlar çarın yayınladığı kararı geri aldırmayı da başardılar. Çar Ekim 1682’de kararını geri çekerek Başkurtların, zorla Hıristiyanlaştırılmasının ve Başkurt topraklarına tecavüzü suç sayan yeni bir karar yayınladı. 1683 yılında Ruslar, çok büyük bir güçle gelerek Kalmukları itaat ettirdiler ancak Başkurtlar bir yıl daha hareketlerini sürdürdüler. Ne var ki, sonunda Ruslar, bu Başkurt istiklal hareketini çok kanlı bir şekilde bastırdılar.
İstiklal hareketinin ilk lideri ve daha sonra hanın yanında 23 yıl mücadelesini sonuna kadar veren Kahraman Sayet (Seyit) Batır’ın Kazak Türklerine sığındığı sanılmaktadır.Bu istiklal hareketine “Seyit Kıyamı” dedirten kahramanın oğullarının gelecek yıllardaki isyanlara Kazakistan’dan gelerek katılmaları bu fikri doğurmaktadır.[9]
Kusem Akay ve Aldar Tarhan Ayaklanmaları
Rusya’nın iç dış problemlerinden faydalanmasını bilen Başkurtlar, Çar Petro döneminde yapılan Rus-İsveç savaşını da değerlendirdiler. Kalmuklar ile anlaşan Başkurtlar 1705-1709 yılları arasında sürecek Kusem Akay ve Aldar Tarhan liderliğindeki bağımsız Başkurdistan idealiyle ayaklanmaları başlattılar. Başkurtlar önce Orta İdil’in doğusundaki bütün Rus köy ve şehirlerine hücum ettiler. Buradan elde ettikleri Rus esirleri Hive Hanlığı’na satıyorlardı. Kalmuklar ile Başkurtların genel karargahı Ulu Irgız nehri kıyısında idi. Hareket buradan yönlendiriliyordu. Kalmuk Hanı Ayuka, 1708 yılında Penza ve Tambov civarında 100’den fazla Rus köyünü yerle bir etmişti. Ayuka, Müslüman Başkurt ve Nogaylardan heyetler kurarak İstanbul’a gönderip, Osmanlı’dan yardım istiyordu.
Çar Petro 1708 yılında Sergeyev komutasında büyük bir orduyu Ufa’ya gönderdi. Ordunun gelmesiyle olaylar kısmen durulmuştu. Sergeyev Başkurt beylerini toplayıp korkutmaya çalıştı ise de başarılı olamadı. Sergeyev Başkurtlardan beş yüz at ve Rusya’dan kaçan 1000 kadar Rus köylüsünün iadesini istiyordu. Bu arada Rus komutanın Başkurt beylerine zorla içki içirmesi Başkurtların dini duygularını ve onurlarını son derece yaraladı ve isyanlar tekrar alevlendi.
Kusem Akay’ın Küçüm Han soyundan veya Güney Başkurtlarından ya da Tatar Beylerinden olduğu sanılmaktadır. Çarın gönderdiği güçleri Başkurtlar darmadağın ettiler. Kusem Akay önceleri Kuzey Başkurdistan’da savaşıyordu, daha sonra Kazan’a kadar yayıldı. Kazan şehrine 30 km kala Kazan valisi General Kudryavtsev, Kalmuklarla anlaşarak Kusem Akay’ı yendi. Kalmuklar ise 20.000 askerle Başkurdistan’a girip pek çok yeri talan ettiler.
Aldar bu olaylardan 30 yıl sonra meydana çıktı ve Ruslar tarafından yakalanarak Menzele hapishanesine kondu. Daha sonra Çar Petroya itaate mecbur bırakıldı ve Çarın askerleri arasına katıldı. Rusların Azak Kalesi’ni almaları esnasında gösterdiği başarıdan dolayı Çar tarafından kendisine Tarhan’lık rütbesi verildi.
Kusem Akay ve Aldar ayaklanmaları da diğerleri gibi çok kanlı bastırıldılar. Mesela yalnızca bir müfreze olan Tevkelev komutasındaki Rus birliği, Aralık 1735 de Siyantus köyünde kadın ve çocuklar dahil bin kişiyi öldürdüler. Bundan başka 105 kişi ambarlar kapatılıp yakıldı. Sadece Tevkelev müfrezesi 500’e yakın Başkurt köyünü yaktı. Bu yüzden Tevkelev, Başkurtlar tarafından hep nefretle anıldı. Çarın memurlarından olan Taişevin anlattıklarına göre ise 1736 yılında Başkurtlar 15.000 kişi kaybettiler. Eksikliği kesin olan bir diğer rakama göre ise Başkurtlar 1735-1740 tarihleri arasında 40.000 den fazla kişi kaybettiler. Çarın Başkurt İşleri Komitesi Müdürü Saymanov’a göre ise sadece 1737-40 yıllarında Başkurtların 880 köyü, 2000’den fazla buğday ambarı, 30.000 ot yığını yakılmış ve 6.000 atı gasp edilmiştir.[10]
Ayaklanmalar Döneminde Başkurtların durumu
Ruslar 1586 yılında Samara ve Ufa kalelerini inşa ettikten sonra büyük bir dayanak ele geçirmişlerdi. Küçüm Han’ın direnişini de kırınca bugünkü Samara-Çelebinsk demiryolu çizgisinin kuzeyindeki Başkurtları idareleri altına almış oldular. 1649 yılında Yurmatı Başkurtları da boyun eğince Rus hakimiyeti daha genişlemiş oldu. Bu dönemlerde Rus idaresi, halkın sosyal yapısına ve işlerine çok müdahale etmiyordu vergiler de çok düşüktü. Çar Petro 1772 yılında “Başkurtlar arasında casuslar bulundurulması” için talimat verdi. Ancak bu casuslar halk tarafından tespit edilip tecrit edildiler. Aynı yıl Başkurtların Rus ordusuna askere alınması kanunu çıkarıldı fakat uygulanamadı. Başkurtlar Rus ordusuna asker vermiyorlardı. Hemen komşu Türk ili Kazan’da ise baskılar çok ağırdı. 1725 yılında askerlik, vergi ve dini baskılardan kaçan çok sayıda Tatar Başkurdistan’a sığınıyordu. 1649-1735 yıllar arası Başkurtlar adeta bir iç muhtariyete sahiptiler. 1729 yılında “zulüm yapmama, rehine (amanat) almama” hususunda kanun yayınlandı. 1729 yılında ise vergi düzenlemeleriyle ilgili kanun yayınlandı. 1733 yılında Başkurtlar için Orenburg’da idari bir komite kuruldu. Komite üç kişiden oluşuyordu ve iki üye Başkurtlar tarafından belirleniyordu. Komite öncelikle Başkurt Tarhanlarının kaydını yaptı. Bundan sonra Başkurtlar savaş dönemlerinde Han unvanı verilen bir kişinin etrafında toplanıyorlardı ancak savaş bittikten sonra Hanın hiçbir hükmü kalmıyordu. Barış dönemlerinde yılda bir kez olmak üzere Başkurt Kurultayı toplanıyordu ama günlük hayatta her Başkurt kendi beyine bağlıydı ve kurultaylara rağmen herhangi bir hükümet oluşumuna gidilmesi yasaklanmıştı.
Karasakal-Baybulat Sultan Hareketleri
Her bağımsızlık hareketi çok kanlı bastırılsa da Başkurtların, hürriyet arayışları durdurulamadı. Bunlardan bir diğeri ise “Karasakal kıyamı” idi.
Ruslar, Osmanlı’nın dikkatlerinin İran’a çevrildiği bir dönemi fırsat bilerek Azak Kalesi’ni ve Kırım Hanlığı’nın merkezi Bahçesaray’a saldırdılar. Kırım hanları bu saldırıyı püskürtmeyi başardı. Bu savaştan sonra Doğu Türkleri arasında Ruslara karşı propagandalar arttı. Rus tarihçisi Solovyev şöyle yazmaktadır: “Başkurtlar Ruslara karşı yalnız başlarına karşı koyamayacaklarını anlayınca Kazak Hanı Abulhayr’a bağlılıklarını bildirdiler. Abul Hayr Han, buna çok memnun oldu ve bir Başkurt kızıyla da evlendi. Rusya’ya karşı Başkurtları korumaya başladı ve Orenburg yakınlarında Rus hakimiyetini kabul etmiş olan Başkurt gruplarını da cezalandırdı ve Orenburg kalesinin kendi hakimiyetinde olduğunu bunu tanımayanlarla savaşacağını ilan etti.
Rusya 1739 yılı yazında Orenburg kalesini korumak için General Vasili Urusov komutasında büyük bir güç gönderdi. General Urusov, aslen Türk kökenliydi, ataları Ruslara karşı savaşmış Nogay Mirzalarındandı ancak kendisi Hıristiyanlığı kabul edip Çarın emrine girmişti. General Urusov, Uy ve Tobol nehirleri arasına bir kale inşa ederek Başkurtlarla Kazakların temasını engelleme görevi de almıştı. Ayrıca bütün Başkurdistan’ın idaresi de General Urusova bırakılmıştı. Urusova, Başkurtları idare ederken Başkurt ileri gelenlerinin Mirza sınıfına alınmaması ve ancak Rusya’nın menfaatlerine çalışan kişilerin, sosyal konumları Mirzalığa uygun olmasa da Mirza yapılması talimatı da verilmişti.[11]
General Urusova Moskova’dan verilen talimatlar ve uygulanması istenen plan son derece stratejikti ve daha evvel böyle kapsamlı bir planla ordu gönderilmemişti. Kazaklarla Başkurtların teması kesilerek Başkurtların en çok destek aldıkları yol kapatılmış olacaktı. Ayrıca Başkurt Beylerinin Mirzalıkları tanınmayıp yerlerine Rusya için çalışan ne idüğü belirsiz insanlar Mirza yapılarak, Başkurtların direnişlerinin kaynağı olan sosyal dokuları da tahrip edilmek isteniyordu.
Bu arada Vali Tatişev, Moskava’ya Başkurtların yeniden isyana hazırlandıklarını bildiren mektup gönderdi. Valinin mektubu daha Moskova’ya varmadan, Karasakal liderliğinde isyanlar başlamıştı bile.
Karasakal Kıyamı, 1740 yılında büyük bir volkan gibi patladı. Karasakal, Karakalpaklar arasında yaşayan Küçüm Han ailesinin şehzadelerindendi. Onun gerçek ismi Baybulat’tı. Baybulat, Devlet Giray Sultan’ın yeğeni İşem Çuvek’in oğluydu. Baybulatın babası İşem Çuvek, uzun süre Kalmukların elinde rehin (amanat) olarak kalmıştı. Kalmuklar arasında büyüyen Baybulat, Kalmukçayı anadili gibi konuşuyordu ve gerekli olduğunda bu imkandan faydalanarak kendisini Kalmuk Prensi olarak tanıtıyordu. Küçük yaşta iyi bir İslam terbiyesi alan Baybulat, daha sonra Kırım’a, Dağıstan’a ve İstanbul’a giderek bir süre burada yaşamıştı. Dönüşte Kuban Nogayları arasında bir müddet kalmıştı.
Başkurdistan’a ilk geldiğinde kendisi “hafız” olarak tanındı. Burada kendisi için zemin hazırlayıp, Kazak Orta Cüz hanlarıyla da ilişkiye geçti. Rus tarihçi Soloyev, Baybulat hakkında şöyle yazmaktadır: “1740 yılı Mart ayında Sibir Yolu Başkurtları arasından bir lider çıktı. Birileri onun Türkiye’den kimileri ise Kırım’dan geldiğini söylediler. Bazılar ise Kafkasya’da yaşadığını fakat asıl vatanının Başkurdistan olduğunu ileri sürüyordu. Lakabı ise Karasakal’dı. Karasakalın 82.500 askeri olduğu söyleniyordu. Karasakal, kendi yurdundan Rusları kovmaya geldiğini söylüyordu. Vatanının, Ruslar tarafından talan edildiğini duyunca 80.000 Kuban (Nogay), 2.000 Kalmuk ve 500 Kırgız-Kazak askeriyle geldiğini ilan etmiş. Askerlere Emba nehri kıyılarında beklemekte idi. Kendisinin ise Sibir Yolu Başkurtları tarafından Han ilan edildiğini açıkladı.” Soloyev bu bilgileri Karasakal’ın, Çariçeye yazdığı mektuptan aktarmaktadır.
Bölgeye gönderilen General Urusov ise Nisan ayında Moskova’ya gönderdiği raporda, “Karasakal’a karşı gönderdiğimiz asker hiç bir şey yapamıyor. Karasakal her geçen gün durumunu kuvvetlendiriyor” diye yazmaktaydı. Haziran ayındaki raporunda ise “Karasakal ve askerleri Rus ordusunun geldiğini görünce Yayık nehrinin güneyine çekildi. Onu Binbaşı Pavlekskiy Tobol nehrine kadar takip etti.” demekteydi. Temmuz ayında ise General Urusov Moskova’ya şu bilgileri gönderir “Karasakal taraftarlarının kovalıyor ve cezalandırıyoruz. Bugüne kadar 170 kişiyi idam ettik, 1862 kişiyi esir aldık ve 1.735 kişiyi de Baltık’a sürgüne gönderdik”.
Karasakal geri çekilerek Kazak Ordu Cuz hanlarına sığında. Kazak hanları Abılay ve Barak onu hürmetle karşıladılar ve emrine 2.000 asker verdiler.
Karasakal’ın Kazak tarafına çekilmesinden sonra da bağımsızlık hareketi iki yıl bastırılamadı. Ruslar olayları durdurduktan sonra Orenburg ve Menzele şehirlerinde iki askeri mahkeme kurdular. Buralara götürülen binlerce Başkurt isyana katılma suçuyla yargılanıp dehşet verici cezalara çarptırıldılar. Kaburga kemiklerinin kırılması, ateşle yakılma, şişleme, başlarına çivi çakma, burun kulak kesme gibi acımasız muamelelere maruz kaldılar. Bu mahkemelerde sonunda 18.134 kişi öldürüldü, 3.236 kişi hapse mahkum edildi, 5.983 kişi ise köle olarak satıldı. Rıçkov’un verdiği bilgilere göre genel kayıpların, idam edilenlerin ve köle olarak satılanların toplam sayısı 28.190 kişiydi.[12]
Karasakal ayaklanmasının bastırılmasından sonra Çar, Başkurtların daha önce zorla kabul ettirdikleri bazı haklarını geri aldı. Yeni kararla Başkurt toprakları yabancılar tarafından “satın” alınabilecekti. Bu Başkurdistan’ın talanının canlanması demekti. Ayrıca Başkurtlar demir atölyelerinde çalışamayacaklar ve Başkurt isyanlarını bastırmaya yardım eden halklara Başkurt toprakları bedava dağıtılacaktı.
Yulay ile Salavat İsyanı
Karasakal Hareketi bastırıldıktan sonra Çar, zorla Hıristiyanlaştırma kampanyasını 1755 yılında yeniden başlattı. Bir müddet sonra ise camilerin kilise şeklinde inşası kararı çıktı. Bu kararlar isyandan yeni çıkmış ve çok ağır kayıplar vermiş olsalar da Başkurtlar için kabul edilebilir değildi.
Ruslar, bir yandan da Başkurdistan’daki maden fabrikalarını yaygınlaştırmaya çalışıyorlardı. Her yeni fabrika biraz daha Başkurt topraklarının Ruslar eline geçmesi anlamına geliyordu. Bazen zorla bazen de kendi takdir ettikleri fiyatlarla Ruslar tarafından satın alınan Başkurt toprakları, Başkurtlar arasında gerilimi artırıyordu. Başkurdistan’ın batı ve güney kısımlarında XVIII. asrın ortalarında Voskresnsk, Arhangelsk, Pravilensk, Katay-Yuruz, Beloret, Katay, Min maden ocakları; doğu kısmında ise Alapay, Suvalinskiy, Belgovskiy, Şaytan, Eguşemenskiy, İset, Blagodatrıy, Verhotor işletmeleri açıldı. Bu işletmeler için Başkurt arazileri alınırken ya hiç para ödenmez ve güç kullanılarak alınır ve kayıtlara hazine arazisiymiş gibi gösterilir ya da çok az para verilerek satın alınmış gibi gösterilirdi. Mesela Arhangelsk İşletmesi için 39.069 hektar arazi için yalnızca 2.000 ruble ödenerek “satın” alınmıştı.
Bu yıllarda Yayık Rus Kazakları kendi aralarında ihtilafa düşerek ikiye bölündüler ve bir grup Kazak Pugaçev önderliğinde isyan etti. Başkurdistan’daki Rus orduları 1773-74 yıllarında sürecek olan, hemen yanlarındaki bu isyanla meşgul olmaya başladılar.
Rusya’nın her iç dış karışıklığını değerlendiren Başkurtlar, bu durumdan da yararlandılar. Rusların maden fabrikalarından en çok zarar gören Közey ve Tabın Başkurtlarıydı. Közey Başkurtlarının başında ise Yulay vardı. Yulayın şöhreti daha önceki yıllarda da bütün Başkurdistan’da yaygındı ve sevilen birisiydi. Yulay’ın oğlu Salauat (Salavat) ise Rus ordusunda subay olmuş ilk Başkurt’tu ve henüz yirmi yaşındaydı. Salauat cesurluğu ile tanınıyordu. Ufa valisi Salauat komutasında bir birliği Kazakların isyanını bastırmak için görevlendirdi. Fakat Salauat, Kazaklarla savaşacağı yerde Orenburg yakınlarında Kazak lider Pugaçevi desteklemeye başladı.
Salauat, buradan bütün Başkurt beylerine mektuplar göndererek ayaklanmaya çağırdı. Salauat 2000 kişilik askeri birliğiyle Ufa’nın kuzeyinde bulunan Usa şehrini ele geçirdi. Salaut’ın çağrısına ise ilk katılan Közey Başkurtlarının başındaki babası Yulay oldu. İsyan dalga dalga yayıldı.
Rus Kazaklarının isyanı bastırıldıktan ve 1775 yılında Pugaçev Moskova’da idam edildikten sonra da Yulay ve Salauat’ın hareketleri sürdü. Ruslar Kazak isyanından sonra tüm güçleriyle Başkurtlara yönelmişlerdi. Rus orduları bütün yönlerden birden saldırınca Başkurtlar yenildiler. Yulay ve Saluat esir düştü. Baba-oğul soruşturma için Moskova’ya götürdüler. Daha sonra saldırı düzenledikleri yerlerde, halkın önünde kırbaç cezasına çarptırıldılar. İhtiyar Yulay’a, Sim maden ocağında 40, Katay-İvanovsk’ta 45, Katay-Tabınsk’da 45, Orlovka Köyünde 45 olmak üzere toplam 175 kırbaç vuruldu. Salauat’a ise 125 kırbaç vuruldu. Bundan sonra ateşte kızdırılmış demirle alınlarına damga basıldı ve burunları kesildi. En son olarak da Baltık Denizi kıyılarında bulunan Rogervik Kalesinde hapse atıldılar. İkisi de orada vefat etti.
Cesurluğu ile destanlaşan Yulayoğlu (Yulayev) Salauat, Başkurtların en sevdiği kahraman oldu. Onun hakkında pek çok destan ve şarkı yazıldı. Saluata yazılan şiirler ve şarkılar kitap haline getirildi ve hayatı roman ve tiyatro halinde yazıldı. Başkurtların kahramanlarına bu sevgisi onun heykelini Başkurt Devlet Başkanlığı binasının önüne diktirdi. Heykeltraş S. Tavasiyev ve mimar İ. Gaynitdinov’un yaptıkları sanat şaheseri Salauat Abidesi, Devlet Başkanlığı’nın önünde, Ak İdil’in kenarında hakim bir tepeden bütün Ufa’yı seyretmekte ve Başkurt kahramanlığını ve yüreğini dost düşman tüm dünyaya ilan etmektedir.[13]
Salavat’tan Sonra Başkurdistan
Başkurtların sürekli olarak dayanışma içinde oldukları Kazak Hanlığı’nın da Rus hakimiyetine girmesi ve Başkurtlar ile Kazakların arasına Rus ordusu ve Rus göçmenlerin yerleştirilmesi Başkurdistan’da Rusların, rahat bir nefes almalarını sağladı. Salavat Yulayoğlu’ndan sonra bağımsızlık ve isyan hareketleri lojistik desteklerinden mahrum kaldığı için eskisi gibi büyük çapta yapılamaz oldu.
Ruslar bu sakin dönemlerinden yararlanarak Başkurtlardan asker toplamaya başladılar. Kendi arzusuyla Rus ordusuna katılan Başkurtlar çok eskilerden beri vardı ve Ruslar bunları değerlendiriyorlardı. Ancak 1756-63 yılları arasında Rus tarihine “yedi yıl savaşları” olarak geçecek olan Alman savaşında Başkurtlardan 12 alay kuruldu. Cesaretleriyle dikkat çeken Başkurtlar, orduda normal Rus askerleri gibi silah ve teçhizata sahip değillerdi. Başkurt Alayları kendi milli kıyafetlerinde ve ok ve kılıçlarla savaşıyorlardı. Bu hale dikkat eden bir Alman subayının Rus generale, neden bu askerlerin eline de ateşli silahlar vermiyorsunuz?, diye sorduğu ve Rus Generalin de “Onlar Başkurt alaylarıdır. Onların eline ateşli silah verirsek sizi mahvederler ancak o zaman bizi de mahvederler” dediği rivayet edilir.
Bu savaştan sonra Başkurt askerleri Kazak birlikleriyle birleştirildi ve Başkurtların askere alınışları 10 Nisan 1798 yılında mecburi hale getirildi. Başkurtlardan 17-45 yaşları arasındaki her erkeğe askerlik yapma şartı kondu. Bu dönemden sonra da Başkurt askerlere ateşli silahlar verilmedi ve onlar “Hanlar döneminden kalma” kıyafetleri ve silahlarıyla askerlik yaptılar. Bugün bu kıyafet ve silahlar Rus Askeri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Bu karardan sonra Başkurdistan’da askeri-polis sistemine geçildi. Kendi vatanlarında Başkurtlar hür olarak hareket etme hakkından mahrum edildiler. Tam bir faşist uygulama olan askeri-polis idaresi Başkurtların isyanlarından korkulduğu için çok ağır şartlara bağlıydı. Başkurdistan “kantonlara” bölündü. Kantonun müdürlüğünü Ruslar yapıyor ve yurt (köy) başçavuşlarını kanton müdürü atıyordu. Askeri-polis idaresi Başkurt sosyal yapısının çok önemli bir kurumu olan “Yığınları” (kurultay) yasakladı. Yasaktan önce Kurultaylara her yetişkin Başkurt katılır ve toplumun önemli meselelerini görüşürlerdi. Bu ise Başkurtlar için çok sağlam bir teşkilat görevi görüyordu.
Başkurt topraklarının yabancılar tarafından satın alınması 10 Nisan 1832’de yayınlanan kararla çok kolay hale getirildi. Bu karar Başkurdistan’a Rus göçünü ve Başkurt topraklarının talanını hızlandırdı. Mesela kararın yayınından sonraki yirmi yılda Orenburg’un nüfusu 25 kat artı.
Bu baskılara karşı 3. Başkurt kantonu 1836’da ayaklandı ve kanlı bir şekilde bastırıldı.
Başkurtlar, kanton yapısı içinde kendi boy teşkilatı yapılarını kısmen koruyabilirlerken 1838 yılında Başkurt-Mişer askeri idaresi kuruldu. İdarenin merkezi Orenburg şehriydi ve burada idarenin kullanımı için bir kervansaray inşa edildi. Ancak 1840 yılında askeri idarenin elindeki asker sayısı azaltılarak yalnızca Tamyan-Katay, Kıpçak, Usergen, Böryen Başkurtlarından asker alınmaya başlandı. 1846 yılında Başkurt topraklarının Rus Kazaklara dağıtılması sebebiyle 6. Başkurt kantonu ayaklandı. 1848’de ise Buguruslan Başkurtları ayaklandılar. Askeri-polis idaresinin ağır baskıları ayaklanmaların diğer bölgelere yayılmasını engelliyordu. 1850 yılında ise Başkurt askerlerinin kendi milli kıyafetleri yerine Rus askerlerinin üniformalarına benzer elbiseler giymeleri emredildi.
Başkurdistan’ın kantonları ve askeri idaresi 1862 yılında kaldırıldı ve yönetim merkeze bağlandı. Bu yeni sistem kanton sisteminden daha ağırdı. Bu zamana kadar kantonların içinde küçük de olsa bir muhtariyet vardı. Çünkü kantonlar Rus İçişleri Bakanlığı’na değil Dışişleri Bakanlığı’na bağlıydılar ve bunlarda muhtariyet sistemi uygulanıyordu. Bu zamana kadar Başkurtlar için ayrı kanunlar yayınlanırdı. “Rusya Kanunlar Mecmuasında” yayınlanan bu kanunların, bazı toprak ve orman kanunları dışındakiler kağıtta da kalsa siyasi olarak önemliydi.
10 Şubat 1869’da ise Başkurdistan topraklarının sınırı yeniden çizildi çünkü artık bazı bölgeler Rus göçmenlerce tam olarak istila edilmişti. Ayrıca bu kararla Başkurt topraklarının karşılıksız olarak kamulaştırılmasına da başlandı. Bu kanunla 1890’lı yılların sonunda 915.113 hektarlık Başkurt toprağı karşılıksız olarak kamulaştırıldı.
Başkurtlar, 1872 yılına ise diğer Rusya vatandaşları ile aynı hukuka tabi edildiler. Bu uygulama Başkurdistan topraklarının Ruslar tarafından talanını artırdı.
1878 yılında Başkurtlardan ayrı atlı alaylar oluşturuldu ise de 1881 yılında bunlar da dağıtıldı.
Sonuç
Başkurt topraklarının Ruslar tarafından işgali çok trajikti. Bu olaylar Rus yazarı Tolstoy’a “insana ne kadar toprak lazım” adlı hikayeyi kaleme aldırmıştır. Ekim Devrimi öncesi bir Rus tarihçisi V. N. Vitevskiy; “Bu ülkeyi Rusya çok pahalıya almıştır. Rus devletine dahil olmadan önce bu geniş topraklarda çok fazla Rus ve diğer milletlerin kanı dökülmüştür. Rus devletinin bu ülkenin halkları ile bilhassa buranın gerçek sahipleri Başkurtlar ile savaşları kısa aralarla iki asırdan fazla devam etmiştir”, demektedir.
Bütün bunlara rağmen Başkurtlar kendi milli şuurlarını koruyabilmişler ve vatan topraklarında yok olmamışlardır.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 427-434
Kaynaklar: