Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Balkanlar’da Savaş

0 15.725

Doç. Dr. Caner ARABACI

Hazırlıklardan sonra savaşı çıkartmak zor değildir. 10 Ağustos 1912’de Selânik’e yakın Fransızların işlettiği istasyona, Avusturya postahanesine bombalı saldırılar yapılır. Koçana’da, 20 Türk, 25 Bulgar, iki Musevi öldürülür. Bulgar köylerindeki kilise kapılarında bombalar patlatılır. Olayların Bulgar ve Sırp komiteciler tarafından çıkarıldığını Fransızlar tespit etmişlerdir. Maksat, “Osmanlı Devleti, güvenliği sağlayamıyor, Hıristiyan halk tehlikede” düşüncesini yayıp, Avrupalıları galeyana getirmek, “Türklerin vahşi olduklarına ve düzelemeyeceklerine inandırmak”tır (Lauzan, 105-106; Bardakçı, 2002, 340-341).

Osmanlı Ordusu, savaşta toplam 1.400.000 kişilik güce sahiptir. Bu miktarın yüzde 25’ini gayrimüslimler oluşturmaktadır. Dört ülkenin toplam gücü 931.200’dür. İlk savaş ilan eden Karadağ’ın asker miktarı 37.200, Yunanistan 192 bin, Sırbistan 324 bin, Bulgaristan 378 bin kişilik potansiyele sahiptir (Andonyan, 1999, 214). Savaş başladığında Birinci Ordu, Trakya’da Dimetoka-Kırkilise (Kırklareli) hattında, Bulgarlara karşı Abdullah Paşa kumandasında konuşlanmış vaziyettedir. İkinci Ordu, Makedonya’da üç ülkeye karşı yer almış vaziyette fakat gerçekten teşkilatlı değildir. 400 bin tahmin edilen iki ordunun, insan, silah, cephane, yiyecek ikmali iyi organize edilmemiştir. Gerçekte Doğu Ordusu, 478.848 personel yerine 115 bin er ile; Batı ordusu 334.815 kişi yerine 175 bin er ile savaşa başlamıştır. Başlangıç itibariyle Balkanlar’ın 480 bin kişilik ordularına karşı, Osmanlı ordusu 290 bindir (Esenyel, 1995, 53). Fransız gazeteciye göre, “seferberliğin daha başlangıcında iki yüz elli bin asker” donatılmıştır. Mahmut Şevket Paşa, yüklü para harcayarak, gösterişli askeri levazımatla ayıp gizleme yoluna gitmiş “pırıl pırıl silahlar” gösterilmiştir. Yalnız Paşa, “askerin vücudunu ve canını korumak için gösterdiği gayreti askerin ruhunu ıslahta” kullanmayı düşünmemektedir. “Bir adamı fiyakalı göstermenin onu iyi asker yapmayacağını” anlamamıştır (Lauzan, 34-35).

“Karadağ Prensliği, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açar” cümlesindeki garabet çarpıcıdır. Prenslik, cihan devleti.. “Fatihlerin, Selimlerin, Muhteşem Süleymanların” devleti, bu hale gelmiştir. Büyük Avrupa devletleri, “savaşa engel olma görüntüsü altında savaşı” kışkırtmaktadırlar. Apak’ın belirttiği gibi, “Haç’ın bir kez girdiği yere Hilâl’in dönmemesi” politikasında birleşmişlerdir (Yalçın, 1976, 177).

Balkan Harbi’nin patlayacağı günler Şark Ekspresi, Avrupa’dan İstanbul’a bir hayli savaş muhabiri taşır. Bunlar, savaşı bizzat takip edip dergi ve gazetelerine yazacaklardır. Barış yapılırsa, korkuları vardır. Karadağ’ın harp ilan haberini alınca (8 Ekim), rahat bir nefes alırlar. Onlardan birisi Stephan Lauzan’dır. Türkiye’de kırk gün kalarak, “Osmanlı’nın Bozgun Yılları”nı kaleme alıp 1913’te yayınlar. Trende gelirken tartışılan konu, Balkan Harbi’nin nasıl sonuçlanacağıdır. Lauzan’ın anlattığına göre,  Illistrasyon’un tecrübeli muhabiri G. Raimond: “Trablusgarb’da hiçbir zaman 1700’den fazla Osmanlı askeri bulunmadı” tespitini anlatır. Savaş muhabirleri, bu bilgiye göre kıyaslar yapar. “1700 Osmanlı, 100 bin İtalyan’ı yenerse 200 bin Bulgar’ı yenmek için ne kadar Osmanlı lazım gelir?” (Lauzan, 14-15, 16).

Fransız gazeteci, harp ilan günü girdiği İstanbul’da hayret içindedir. Dört devletle savaşa giren bir ülkenin başkentinde, bulunduğuna inanamaz. Halk ilgisizdir. Kaldırımlardan tam bir kayıtsızlık içinde insan seli akmaktadır. İlanlarda, hangi Paris ekibinin Beyoğlu tiyatrosunda “Sefil Aşk” piyesini oynayacağı, “Kamelyalı Kadın”ın hangi gün sahneleneceği vardır. Sinema davetleri bulunmaktadır. Fakat görevli askerler, İstanbul’da ne kadar işe yarar hayvan varsa, bir belge karşılığı sokak ortasında toplamaktadır. Hayvanlar yanında, arabalar ve kırbaçlar bile alınmaktadır (Lauzan, 20-22). Harp patladıktan sonra, savaş hazırlığına başlanılmıştır. İstanbul’da öncelikle, bir Fransız olarak, “Jön Türklerin önde gelenlerinin Avrupa’ya gitmeden evvel” uğradıkları Fransız elçiliğine gider. Ardından görüştüğü kimse, Osmanlı Dışişleri Bakanı Gabriel Noradunkyan’dır.  Paris Hukuk’tan mezun olan Noradunkyan, “Biz yenilik yaptıkça, ıslahat girişimlerinde bulundukça Balkanlardaki dostlar bir kat daha saldırgan ve küstah bir tavır içine bürünüyorlardı” tespitinde bulunur. Saydığı yeniliklerden birisi, “İngiltere’ye başvurarak, 16 il valisi nezdinde 16 müsteşar isteyecek kadar ileri” gidilen (Lauzan, 20-25, 27), bir mandavari tavırdır. Zaafın böylesini, uzlaşma, yenilik gören Jön zihniyet, devletin tepesindedir. Aynı gazeteci, “şişman, iri gövdeli, ağır, hantal, biraz fazla konuşkan” Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile de görüşür. Bir dönem Fransa’da eğitim görmüş, Paris’te görev yapmış olan Paşa, “Saldırı taktiğini tercih ettiğini” gizlemez. “Doğru bir hareket varsa o da saldırmaktır” der (Lauzan, 20-28-29).

Karadağ ardından, Bulgar, Sırp, Yunanistan birlikte hareket ederek, Osmanlı Devleti’ne kabul edilemez tekliflerde bulunurlar. Hıristiyan nüfusu da bulunan yerlere Hıristiyan vali atama, Sadrazamı denetleme gibi bir dizi ortak nota üzerine, elçilerini geri çeken Bakanlar kurulu (Andonyan, 1999, 230-239), 17 Ekim’de “orduya hücum emri vermiştir”. 18 Ekim’de de üç devlet, karşı kararı ilan eder.

Orduya saldırı emri, “İstanbul’da sevinç”le karşılanır. “Başkumandan Vekili Harbiye Bakanı Nâzım Paşa’nın, yanındaki subaylara Sofya’da giymek üzere tören giysilerini de yanlarına almaları yolunda buyruk verdiği” söylentisi, geçerlik kazanmıştır. Harp iyi ilerlememektedir. “Talât, gönüllü er olarak cepheye gitmiştir.” Buna karşı hükümet, “İttihat ve Terakki’ye karşı çatışmayı dış düşmanla uğraşmaktan daha önemli” saymaktadır (Yalçın, 1976, 178).185

1. 100. YILINDA BALKAN BOZGUNU VE GECİKEN UYANIŞ
2. BALKAN HARBİNİN HABERCİSİ 93 HARBİ
3. BALKANLAR’DA IRKÇILIK FESADI VE SEBEPLER YIĞINI
4. BALKANLAR’DA İTTİFAK
6. KARADAĞ ORDUSU VE İLK BOZGUN
7. LÜLEBURGAZ
8. ÇORLU, ÇATALCA, KUMANOVA ve ASKERİN ÇARESİZLİĞİ…
9. İNANCINI YİTİREN ORDU YENİLİR
10. İŞKODRA, ÇATALCA, YANYA…
11. BALKAN SAVAŞINI NASIL KAYBETTİK?
12. JÖN TÜRKLER VEYA KÜLTÜREL VATANIN KAYBI, COĞRAFİ VATANIN GİTMESİ DEMEKTİR
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.