1. Giriş
Venedik, büyük bir uluslararası ticaret merkezi olarak ticari bağlantılarını bir ahtapotun kolları gibi birçok yöne doğru geliştirmişler. Venedikli tüccarlar ve denizciler uzak memleketlere ulaştılar. Fakat genellikle devlet tarafından yalnız bırakılmadılar. Güçlü ve iyi örgütlenmiş Venedik yönetimi diğer ülkelerin liderleriyle barış antlaşmaları yaparlardı. Tacirlerini kötü muameleye muhatap olmaktan korudular. Mallar üzerinden vergi ve harç tahsil etmekteydiler. Ve hatta, diğer ülkelerle yaptıkları ticareti kontrol etmek için o ülkelere resmi memurlar gönderdiler. Müslüman ülkelerle ve özellikle Mısır’la uzun süre devam eden ticari ilişkiler oluşturulmuştu. Milâttan sonra 1000’den önce bile, Venedik gemilerinin Mısır’a kereste ve esir götürdüğünü, ilk imtiyazların Venediklilere verildiğini bildiren 13. yüzyılın başından kalma metnin Latince tercümesi halen korunmaktadır.[1] Mısır’a o devirde Eyyûbi hanedanı (1171-1250) hükmetmekteydi, müteakip dönemde Bahri Memlük’ler (1250-1382) hükümdarlığı sırasında da aynı uygulama yapıldı. Eliyahu Ashtor’un[2] belirttiğine göre, Mısır onların hükümdarlığı sırasında ekonomik gelişmeye gösterdi. Bir yüzyıl kadar süren barış, nüfusun artmasına neden oldu; başta Irak olmak üzere diğer Müslüman ülkelerden göçler; sayısı çoğalan doktorlar, tacirler, alimler, esnaf ve zanaatçılar, Suriye ve Mısır’a giden askerler; sıhhi şartların gelişmesi, salgın hastalık tehlikesini engelledi; tarım da verimli hale geldi ve hububat üretimi arttı; para sistemi daha istikrarlı hale geldi; Memlük Sultanlığı’nın gerçek kurucusu olan Sultan I. Baybars içerisinde yüksek oranda gümüş olan dirham’ı yeniden sikke olarak basmakta başarılı oldu; onun saltanatı sırasında Kahire çok daha müreffeh bir hale geldi; 14. yüzyılın ilk yarısında bu şehrin nüfusu 600,000’e ulaşmışken, aynı dönemde batının en büyük şehirlerinden bir olan Venediğin nüfusu yaklaşık olarak 110,000/120,000 kişiydi.[3] Avrupa’yla ticaret yapmak yalnızca bu lehte durumun avantajından yararlanılmaya neden olmayıp, aynı zamanda ekonomik gelişmeye de katkıda bulundu.
Hıristiyan tüccarlar Memlük piyasalarında baharat, bitkisel ilaçlar, boyalar, doğuya özgü mallar, Memlük kraliyet üreticilerinin ürettiği tekstil ürünleri ve Yakın Doğu’da üretilen tarımsal ürünleri edindiler. Buna karşılık, Batıda üretilen malları oraya sattılar ve her şeyden önemlisi orada büyük miktarlarda gümüş ve altın sikkeler bıraktılar. Bu tüccarlar yalnızca Katalonya veya Marsilyalı değillerdi, aralarında İtalya’nın Cenova, Pisa, Messina, Ancona ve bilhassa Venedikliler de vardı.
13. yüzyılın ortasında Eyyûbilerden Memlük hakimiyetine geçiş dönemi, sorunlar dönemi olarak nitelendirilmiştir. Aynı yıllarda Venedik yönetiminde de önemli değişiklikler oldu.[4] Venedik dükası Jacopo Tiepolo 1249 yılında dukalıktan çekildi ve onun taraftarları dağıldı. Yeni yönetim zanaatçılığı destekleyen politikadan vazgeçip, ticareti desteklemek için mümkün olan bütün tedbirleri aldılar. Venedikliler papayla aralarına bir mesafe koymaya başladılar; IX Louis’in Haçlı seferlerine doğrudan doğruya katılmaktan sakındılar ve Müslüman ülkelerle çok eskiden var olan ilişkileri yeniden canlandırdılar. 1251 yılında Tunus’la yeni bir ticaret antlaşması imzalandı.[5] Suriye’deki baharat ticaretini kontrol edebilmek için 1253 yılında Cenovalılarla yapılmaya başlanılan savaş 1258 yılında sona erdi. Bu uluslararası kapsamda, Mısır’la ticaret yapmak kıyı şehirleri -Lagoon- için çok önemli bir hale geldi. 1255 yılında deniz ticaretinin bütün yönlerini belirli düzene koyabilmek için yeni bir hukuk külliyatı, deniz yasası -Statuta navium-, yayımlandı: Braudel’in Akdeniz’in birliği konusundaki meşhur hipotezini göz önüne alırsak, İslamiyet’in denizle ilgili gelenekleriyle Venedik kanunları arasındaki belirli benzerlikleri, her ikisinin de muhtemelen eski Rodos Deniz Hukukunun (Rhodian Sea Law) devamı olması gerçeğiyle açıklayabiliriz.[6]
Aynı yıllarda Memlük sultanı Aybek (d. 1257) daha evvel Venediklilere verilmiş olan imtiyazları yeniledi. yaww#l 652 (14 Kasım-13 Aralık 1254) tarihinde yayımlanan belge öncelikle Sultanın hükümdarlığında Venediklilerin güven ve emniyetini teminat altına aldı ve birtakım ticari kolaylıkları listeledi. Bu belge, Aybek’in daha önceki belgeyi teyit eden ve Suriye’de yaşayan Hıristiyanların kendi güvencesinde olduğunu beyan eden bir mektupla birlikte[7] Venedik’e gönderildi. Böylece, Venedik büyükelçisinin talebi yerine getirilebilirdi. Bu son açıklama, o döneme ilişkin belgeler açıkça göstermese de, iki devlet arasında gizli bir antlaşmanın var olabileceği ihtimalini ima eder. Bununla beraber, anılan döneme ait Venedik politikaları üzerinde çalışmalarda bulunan Ashtor, Acre şehrinin düşmesinden önce (1291) bile Venediklilerin ‘Memlüklerle ve onların dostları, Kipçak Tatar hükümdarları ile Güney Rusya için de facto işbirliğini amaçlayan bir politika izlemeye başladıkları’ sonucuna varmıştır. Bu çerçevede, Bahri Memlük’lerini ortak bir orijine sahip ve gelenekleri birbirlerine yabancı olmayan insanların yaşadığı doğuyla birleştiren güçlü bağlantıların var olduğunu hatırlamalıyız.[8]
2. Barış Antlaşmaları ve Ticari İmtiyazlar
Diplomasi açısından açısından 1254 imtiyazı Sultanın himayesindeki memurlarına vermiş olduğu bir emirdi. Fakat İslamiyet açısından, 1254 imtiyazıyla Müslüman olmayanlarla barışçıl ilişki kurabilmek için iki yasal tedbir oluşturuldu. Birincisi ateşkes (hudna), diğeri geçiş tezkeresiydi (am#n). Memlük sultanlarının bu alanda neden böyle davrandıklarını anlayabilmek açısından yazar al- Qalqa{andO’nin çalışması çok önemlidir. Al-Qalqa{andO Kahire’deki Memlük yüksek mahkemesinde (dOw#n al-in{a’) katipti (k#tib al-dast) ve katiplikler için 814 (1412) yılında tamamlanan ansiklopedik bir derleme olan the }ubI al-a‘{# fO win#‘at al-in{# adlı eseri yazdı. Bu çalışma, bu konuda bilinenleri kapsayan bir özet, olarak nitelendirilebilir ve yönetim konusunda daha önce yazılan kitaplardan bir çok alıntıyı içerir. Dokuzuncu bilimsel bölüm gayrimüslimler için hem hudna hem de am#n konularıyla ilgilidir.[9]
Öncelikle al-Qalqa{andO’a göre hudna güçlü bir hükümdar güçsüz bir hükümdarın zorlamasıyla barışı kabul etmesi durumunda oluştuğunun belirtilmesi gerekir; muh#dana eşit iki tarafın rızasıyla karşılıklı olarak imzaladıkları iki taraflı barış antlaşmasına (muw#laIa) verilen isimdi, wulI ise genelde bir Müslüman’la bir gayrimüslimin imzaladığı antlaşmaya denirdi. Barış antlaşmaları genellikle hükümdar tarafından bizzat veya onun vekili (n#’ib) tarafından imzalanırdı. Şayet barış antlaşması küçük bir bölge için yapılacaksa, antlaşma mahalli yönetici tarafından da imzalanabilirdi. Mısır’da Bahri Memlük döneminin başlarında sultanın vekili (n#’ib) sultandan sonra gelen en önemli kişiydi ve vezirlerle birlikte yönetim ve vergilendirmeyi kontrol ettiğinin belirtilmesi önemlidir.[10] Birçok neden Müslüman hükümdarları bu nevi bir antlaşma yapmaya zorlayabilirdi: Müslüman hükümdar düşmanından daha güçsüzdü, veya onun savaşacak parası yoktu, veya o gayrimüslimlerin Müslümanlığa dönebileceğini düşünmüştü, veya son olarak gayrimüslimler bu nevi bir antlaşma yapmak için büyük miktarlarda para ödemeye razı olmuştu. Yukarıda belirtilen belgede İslam hukukuyla çelişen hiç bir hükme yer verilmemişti. Memlük Sultanlığında yaygın olan şafi mezhebine göre, bu nevi antlaşmaların süresi on yıldan fazla olamazdı (diğer mezhepler herhangi bir süre kısıtlaması belirtmedi). Barış antlaşmaları iptal edilebilirdi: eğer taraflardan biri barış antlaşmasını hükümsüz ve geçersiz ilan ederse, antlaşma fasH edilmiş antlaşma olarak adlandırılırdı; şayet her iki taraf antlaşmanın sona ermesi konusunda anlaşırsa antlaşma muf#saHa edilmiş antlaşma olarak adlandırılırdı.[11]
Al-Qalqa{andO, am#nlar konusundaki bölümde Müslümanlara verilen geçiş tezkereleri ile Müslüman olmayanlara (larbO) verilen geçiş tezkerelerini birbirinden ayırt etmektedir. Al-Qalqa{andO hususi geçiş tezkereleri (H#ww) ile umumi geçiş tezkerelerini de f#mm) birbirinden ayırt etmektedir. Birincisi yasal olarak salahiyetli herhangi bir Müslüman tarafından bir veya belirli sayıda gayrimüslime verilebilirken, ikincisi toplumun başkanı veya onun vekili tarafından aynı kategorideki sınırsız sayıda kişi için geçerli olacak şekilde verilebilirdi. Geçiş tezkeresinin süresi bir yılı geçemezdi. Son olarak, herhangi bir delege ex-officio geçiş tezkeresinden doğrudan istifade ederken, yabancı tüccarlar bu haktan yararlanabilmek için Müslüman hükümdardan belirgin bir şekilde izin almak zorundaydılar. Umumi geçiş tezkeresi, 12. yüzyılın sonunda Müslüman ve Hıristiyan devletler arasındaki ticari ve politik ilişkilerin geliştiği dönemde ortaya çıkmış gibi görünmektedir kişilerin ve malların güvenliği konusundaki teminatlarının yanında, ticari imtiyazlar konusunda da bir çok hükümleri içerirdi. Umumi geçiş tezkereleri ferman (marsNm) şeklinde de çıkarılabilirdi. Bu fermanlar, daha çok Sultanın alt seviyeli memurlarına yöneltilirdi. Venedik-Memlük antlaşmaları bu nevi fermanlardandır.[12]
Müslüman Hıristiyan antlaşmalarının bir başka unsuru yemindi. Al-Qalqa{andO her bir tarafa birer nüsha verilecek şekilde iki ayrı nüsha olarak hazırlanan (istrumentum reciprocum-alındı belgesi olarak nitelenen-), bu nevi antlaşmaların dar-ül-harp’te görüşüldüğü sırada yemin unsurunun kullanılabileceğini ima etmektedir.[13]
Sonuç olarak, İtalyanlara Memlük sultanları tarafından verilen ticari imtiyazlar genellikle am#n ‘#mms ve / veya marsNm, denizaşırı ülkeleri yöneten (ve ortak sınırların olduğu ülkelerle) Hıristiyan güçlerle yapılan antlaşmalar ise barış antlaşmalarıydı.[14]
Bahri Memlük döneminde Venedikliler adına hazırlanan dokümanlar marsNms’dır ve ticari hükümler içerir. Bu dokümanlardan en azından 1302 tarihi olanının aynı tarihte yayınlanan ayrı bir am#n ‘#mm’’’ı vardı. Bunların hiçbiri sultanın yeminini içermemektedir ve hiç biri dar-ül-harp’te müzakere edilmemiştir. O dokümanlar 1254 yılında Kahire’de Aybek ve yine Kahire’de 1288 yılında Kalavun tarafından Suriye konusunda, 1302 yılında Muhammed, 1344 yılında Salih İsmail, 1355 ve 1361 yıllarında Hasan, 1366 yılında Şaban ve son olarak 1375 yılında yine Şaban tarafından Şam bölgesiyle ilgili olarak çıkarıldı.[15]
1288 yılında hazırlanan belge çok kısayken diğerleri daha uzundur. 1254, 1302 ve 1344 tarihli belgeler aynı konulara değinen hükümler ihtiva ederken, 1355 ve 1361 tarihli belgeler ise 1344 tarihli antlaşmanın hemen hemen kopyasıdır. 1375 tarihli olan, sultan tarafından yalnızca Şam’a gönderildiğinden çok az farklıdır.
3. Gemiler ve Tüccarlar
Ticari antlaşmalardaki maddeler genel olarak; gemiler ve kişiler, eşya, vergi ve yabancı uyrukluların sahip oldukları binalar kriter alınarak kategorilere ayrılabilirler.
Birinci grup, bir fırtına sonucu olarak bir İslam ülkesine sürüklenen Venedik gemilerine,-geminin içerisindeki-kişilere ve bir deniz kazası sonucunda batan gemi enkazının Müslümanlarca bulunması durumuna göndermede bulunur. Her durumda Venediklilere yardım edilmeliydi ve onların eşyaları korunmalıydı: onlara ait olduğu konusunda kuşku olmayan ve sahile vurmuş her şey İskenderiye’deki veya Şam’daki Venedik konsolosluğuna verilmeliydi (1302, 1375). Fakat, şayet bu iki konsoloslukla irtibata geçmek mümkün değil idiyse, eşyalar Venedikli bir tüccara verilmeliydi (1344, 1355, 1361).
İkinci grup ticari hükümler genel olarak Venedikli tüccarlara yöneltilmişti. Venedikli tüccarlar istedikleri yere gidip ticaret yapmakta serbestti. Eğer onlardan biri dar-ül-İslâm’da ölseydi, iki ihtimal vardı: eğer ölen tüccar bir miras bıraktıysa, mirasın gereği yapılmalıydı; eğer ortada bir miras yok idiyse onun eşyaları ya bir Venedik temsilciliğine (örneğin İskenderiye’deki konsolosluğa veya Acre’deki bailoluğa, 1254) veya diğer Venedikli tüccarlara verilmeliydi (1254, 1344, 1355, 1361). Ceset her durumda kişinin öldüğü ülkede toprağa verilmeliydi.
Venedikli tüccarlar arasında sultanın hükmettiği topraklardayken bir kavga -ihtilaf- çıkmış olsaydı, ihtilafın tek çözüm yeri konsolosluk olurdu. Fakat, konsolosluk kan dökülen vakalardaki katilleri ve yaralamaya sebebiyet verenleri yargılayamazdı.
Bu durumlarda yargılama yetkisi, sultanın amOr’inde veya Şam bölgesi için sultanın vekilinde olurdu (1375). Şayet kavga bir Müslüman ile bir Venedikli arasında ticari bir mesele yüzünden çıkmış olsaydı (1254), yargıç muhtemelen -aralarındaki konuşmayı tercüme eden- mütercim olurdu. Diğer durumlarda yargılama yetkisi q#6O’a aitti (1302); 1254 yılında, davayı açan bir Venedikli ise yargıcın bir Müslüman olmasına, davayı açan bir Müslüman ise yargıcın konsolos olması konusunda antlaşmaya varıldı. Konsolos sultanın kararını bir üst mahkemeye götürebilirdi (1254, 1302, 1344, 1355, 1361).
1375 yılında Şam’daki bir Müslüman ile bir Venedikli arasındaki ihtilafın yargılamasındaki yargıcın amOr veya (hazine vekili-mabeyinci) ve istinaf mahkemesi yargıcının sultanın (kâtip) olması gerektiği belirlendi. Son olarak, hiçbir Venediklinin bir korsanın veya Memlüklü bir deniz adamının vermiş olduğu zarar ziyandan sorumlu olmayacağı varsayıldı; daha da önemlisi, -bu durumda- Venedikli biri hapse konulamayacağı gibi, bir başka Venediklinin borcunu ödemeye de zorlanamazdı, fakat gerektiğinde bir Venedikli başka bir Venedikliye kefil olabilirdi (1254, 1302, 1344, 1355, 1361). Sultanla diğer Hıristiyan hükümdarlar arasındaki bir savaş, Venediklileri Mısır’da ticaret yapmaktan alıkoymazdı (1254). Fakat 1375 yılında, Sultan Venediklilerin Hıristiyan ordusu hakkında bildiklerini vekiline bildirmesini emretti: Venedik büyükelçisi bu duruma rıza göstermedi.
4. Eşyalar ve Sikkeler
Genel olarak Venedikliler her türlü malı alıp satabilirlerdi. Fakat Sultanın fermanıyla bu durum Mısır’ın her yerinde kısıtlandı (1344). Örneğin, Venedikliler Müslümanlara şarap satamazlardı (1375), ancak şarabı kendi fondaco’larına (toptan satış yerleri) getirebilirler ve hatta diğer Hıristiyanlara satabilirdiler (1254). Toptan satış yerlerindeki, fondaco, kendi kullanımları için şarap ve peynir üzerinden ithalat vergisi alınmazdı (1302, 1344). Vergiden muaf olan diğer eşyalar, değerli taşlar, inciler, cam boncuklar ve kürklerdi (1254, 1302, 1344). Son olarak, tüccarlar mallarını satmaya zorlanamazdı, dilerlerse mallarını geri götürebilirlerdi.
Hıristiyan liderler tarafından ihracaatı yasaklanan maddeler memnuniyetle karşılanmaktaydı: bu nevi maddeler silah ve gemi[16] yapımında kullanılabilen demir ve kereste gibi maddelerdi; Bahri Memlük döneminde köleler de memnuniyetle karşılanmasına rağmen, bu sektördeki ticari hakimiyet neredeyse tamamen Cenovalıların elindeydi. Bütün bu malların Mısır’a ihracı vergiden muaftı ve Venedikliler bu malları konsolosluğun bilgisi olmadan (1302, 1344) ithal edebilirlerdi. Diğer malların paketlenip satılmasında kullanılan orman ürünleri çok önemliydi; orman ürünleri bu durumda ağırlığına göre vergi alınmayan mallardan alınan vergi oranında vergiye tabiiydi (1254, 1302). Altın ve gümüş Mısır’da memnuniyetle karşılanırdı: şayet Venedikliler bu madenleri sattıysalar, bunların bedelleri derhal ödenmeliydi (1302); Venedikliler bu madenleri sultanın darphanesine satmaya veya orada sikke haline getirmeye teşvik edildi. Fakat gümüş ve altın konusundaki mevzuat 13. yüzyıl ila 14. yüzyıl arasında az da olsa değiştirildi. Örneğin 1245 yılında Venedikliler yalnızca sultanın darphanesine altın ve gümüşleri satmaları halinde ödeme derhal yapılır hale getirildi. Bu madenler genellikle gümrüklerdeki müzayedelerde (Ialqa) satılırdı,[17] bu yolla satılan diğer eşyalarda olduğu gibi Venedikliler bunlar üzerinde özel bir haktan yaralanabilirdi: normal bir müşteri gibi onları daha sonra sikke yaptırmak şartıyla satın alabilirlerdi; bu durumda yalnızca darphane masraflarını ödemek zorundaydılar (1254). 1302 yılında tüccarların bu nevi madenleri sikke yaptırma zorunluluğu kaldırıldı, fakat daha önce satmış olduğu kendi altınını yeniden satın almak isteyen Venedikliler, değerinin 1 / 24’ünü ödemek zorundaydılar.
Venedik-Memlük ticari antlaşmaları, -ödeme aracı olan- sikkelerin isimlerinden bahsetmez. Fakat, -bir para birimi olan- bezant’tan İmparatorlukla yapılan ticari sözleşmelerde konsolosluğun bazı muafiyetlerle ihraç edebileceği eşyaların toplam tutarını belirtmek için bahsedilirdi. Memlüklüler döneminde birçok gümüş ve altın sikke Mısır’da basıldı. Para basımı iki döneme ayrılabilir: birinci dönem Baybars 658-676 (1260-1277) saltanatından, o yüzyılın sonuna kadar sürdü; ikinci dönem 14. yüzyılın başından sultanlığın sona ermesine kadar sürdü. İlk dönemin altın sikkelerinin (dinar) saflık dereceleri yüksek olmakla beraber, ağırlıkları yaygın olarak birbirlerinden farklıydı. Müteakip yıllarda değişik değerli madenden yapılmış olan sikkeler Mısır’da tedavüle çıkarıldı. Bu değerli madenler önceleri hem Memlük sultanlarının darphanelerinde hem de Suriye’deki veya yabancı darphanelerde basılmaktaydı. 1284 yılında Venedik’e mahsus ilk altın Venedik dukası basıldı ve bu altın duka kısa sürede uluslararası ticaretteki ödeme aracı olan floransa fiorino’nin yerini aldı. Sikkenin üzerinde şehri himaye ettiği farz olunan aziz koruyucu St. Mark’ın figürü önünde diz çökmüş olarak tasvir edilen duk vardı. Müslüman topraklarında[18] bunduqO diye bilinen bu sikke, bir asır içerisinde Levant bölgesinde -Doğu Akdeniz- en önemli altın sikke durumuna geldi. Bu durum, Venediklilerin o bölgedeki ticaretinin ne kadar önemli olduğuna dair bir ipucu olarak değerlendirilebilir.[19]
5. Vergiler
Memlük Mısır’da vergiler iki kategoriye ayrılabilirdi: İslam hukukunun izin verdiği dini dayalı vergiler ve devlet tarafından salınan, dine dayalı olmayan vergiler. Levant bölgesindeki bir limana varan bir Müslüman genellikle ithal ettiği malları için onda biri (‘u{er), ihraç ettiği malların beşte biri (Hums) ile birlikte diğer bahşiş ve geçiş vergilerini ödemek zorundaydı. Mallar alındığı ve satıldığında ödenen muamele vergilerinin yanında, dine dayalı olmayan örneğin güzergah boyunca ve kapılarda toplanan transit geçiş vergisi gibi vergiler de bulunmaktaydı.
Şayet 8immO’lar bir ticari antlaşma ile korunmamışlarsa daha fazla, Avrupalı larbO tüccarlar daha da fazla ödemek zorundaydılar. Şayet Hıristiyan bir tüccar bir yıldan daha fazla Müslüman topraklarında bulunmuş olsaydı genellikle 9immO olurdu ve diğer Hıristiyanların mutat olarak ödemiş oldukları sultanın hüküm altına almış olduğu vergileri ödemek zorunda olurlardı.
Venedikliler, her şeyden önce ödemek zorunda oldukları vergiler, geçiş vergileri ve bahşişlerin miktarını sabitlemesi sultanın marsNms’’’dan beklediler. Memlük kanunnamelerinde tanımlanan Arapça vergi adları Latince isimlere tercüme edildiğinde bazen kolaylıkla anlaşılabilir, fakat genellikle kolaylıkla anlaşılamazlar: dricturam veya rectum (adil olan ödeme nedir), veya datium (mükellefiyet), veya hatta aliquid veya nihil (bir şey veya hiç bir şey) gibi genel isimlerin birçok kullanımı vardır. Öncelikle Venedik konsolosu, onun memurları ve fondaco-bekçisinin Mısır’da bir yıldan fazla kalmalarına rağmen 9immOs olma riskini almadıkları açıktır (1254). Bu nedenle, bunlar Dizya (ziliam) vergisinden ve redditum veya rectum (muhtemelen Har#D) diye adlandırılan vergiden muaftılar (1254). Birinci ticaret antlaşmasına göre (1206), Venedikli tüccarlar da Dizya vergisi ve qNf ve ‘arwa[20] vergilerini ödemekten muaftı. Bu iki kelime, oranlarının toplamı ithal edilen malların değerinin %19’u olarak sabitlenen iki grup vergiye işaret etmektedir. Diğer Avrupalı tüccarlar ya yalnızca Sicilyalılarda olduğu gibi vergisinden muaftı yada Pisa’lılarda olduğu gibi her iki vergiden de muaftı.[21]
Claude Cahen’e göre qNf vergisi genellikle malın değerinin %15’i (1 / 8) kadardı ve bir geminin kaptanı tarafından yazılan ‘white bill’ diye adlandırılan belgede buna referansta bulunulmuştur.[22] Bu vergi, büyük miktarı fiilen gittiyse de kapı bekçilerine, ambar bekçilerine ve diğerlerine ödenme yapabilmek için konulmuştu.
Sultanın kanunnamelerinden, Venediklilerin Mısır’da kendilerine sunulan hizmetlerin tamamı için toplu ödeme yapmaktansa, kendilerine sunulan her bir hizmet için ayrı ayrı ödeme yapmayı tercih ettiklerini öğreniyoruz. Bu yolla, bahşiş olarak fazladan para vermeyi muhtemelen engellemiş oldular; üstelik orada sahip oldukları teşekkül, malların gemilerden karaya çıkarılması (1254, 1344), malları Venedik fondaco’sunda veya gümrükteki özel bir binada (1254) depolamak gibi hizmetleri doğrudan kendilerine verdi. Üstelik onların muameleleriyle ilgilenen gümrük k#tib’inin (katip) Hıristiyan olması zorunluluğu vardı ve gümrükteki mütercime malların miktarı veya değerine göre değil, maktu tek bir ödeme yapılması zorunluluğu vardı (1254). Keten ürünleri üzerinden alınan vergiler duchellam lini diye anılan yerde ise vergiye tabi olmayıp, (1302, 1344) gümrükteydilerse vergi alınmaktaydı. Bahri Memlük dönemindeki dini olmayan vergiler her zaman aynı değildi: Muhammed (d. 741 / 1341) zamanında bir çok vergi kaldırıldı ve 1344 yılında Venedikliler ithal ve ihraç (sadro et vadro, yani w#dir ve w#rid) ettikleri malın değeri üzerinden yalnızca %10 ödemek zorundaydılar. Değerleri üzerinden %2 gümrük vergisi alınan altın ve gümüş için ithalat vergisi (w#dir) alınmamaktaydı.
6. Koloni Binaları
13. yüzyılın başından beri Venediklilerin İskenderiye’de kendilerine ait koloni binası bulunmaktaydı: bu bina fondaco binasıydı. Şehir halkı bu binaya muhtemelen Venedik pazarı (sNq) anlamına gelen Sogvediki (Sog Ve (ne)diki) (1206) derdi.
1238 yılında fondacoların sayısı ikiye çıkmıştı ve orada bir kilise ve bir de hamam vardı. Kilise St. Michael’e ithaf edilmişti. Sonradan yapılan tasvirlerine göre, kilise mozaikleri ve mermerleriyle muhteşemdi. Venedik koloni binaları içerisindeki kiliseler genellikle St. Mark’a ithaf edilirdi. Bunlardan yalnızca Santa, eski İstanbul’daki Venedik kiliselerinden biri olan Maria de Enbulo, Acre’deki Saint Demetrius gibi birkaçının diğer azizlere ithaf olunmuş olduğunu belirtmeliyiz.[23]
İskenderiye’deki Venedik hamamı ‘kanal’ anlamına gelen Arapça HalOD kelimesinden türetilen del Chalige diye bilinirdi. Hamamı kullanmak isteyen Venedikliler giriş ücreti ödemek zorunda değildi. Bu hakikatten, bir çok araştırmacının da belirttiği gibi, hamamın fondaco ile bitişik olmadığını, fakat farklı bir yerde, muhtemelen şehrin içerisinden geçen kanalın yakınında olduğunu anlıyoruz.
1254 yılında Venediklilerin fondaco binalarından birinde, fırın ve lokanta binaları yapma ve işletme izinleri vardı. Kendi binalarında şarap satabilirlerdi ve içebilirlerdi. Bununla beraber, bu nevi yerler Cuma günleri kapatılmalıydı. Bu yıldan sonra gümrük binası içerisinde özel bir ambar / toptan satış yerine sahiptiler. 1254 fermanı fondaco civarında mal satan bazı balık satıcılarının civarı terk etmelerini emretti.
1302 ticari antlaşması Venediklilerin içerisinde bir fırını, bir temiz su sarnıcı ila bir su kuyusu olan başka bir fondaco’ya sahip olabileceklerini belirledi. Bu yeni binanın daha önceki binalardan birinin yerine yapılıp yapılmadığı konusu belirsizdir.[24]
1302 tarihli antlaşmanın son maddelerinden biri üstü kapalı olarak İskenderiye’de bir Venedik monasteria’ına (manastır) yollamada bulunurken, 1344 tarihli olanı yeniden restore edilecek kiliselerle ilgili alıntı içerir. 1323 ila 1344 yılları arasında Venediklilerin Mısır’da ticaret yapması papanın emriyle durduruldu ve eski fondacolar terk edilmek zorunda kalındı. 1346 yılında konsolosun la duchela diye bilinen eski fondaco’yu yeniden kiralama vazifesi vardı. 1361 yılında Konsolosun çevredeki hancıları oradan uzaklaştırmak ve hanlarının başka amaçlarla kullanılmasına karar verme izni vardı.[25]
7. İskenderiye’deki Venedikliler
Değişik kamu görevlileri yabancı ülkelerde Venediklilerin ticari ve politik menfaatlerini temsil etmiştir. Oralarda büyükelçiler, elçiler, vicedominos -fahri konsoloslar-, bailos, vicebailos, konsoloslar, konsolos yardımcıları vardı. Onların görevleri ve hakları farklı farklıydı.
Bu üçünden ilki, Latince sıkça oratores diye isimlendirilen büyükelçilerdi. Bunlar genellikle siyasal alanlarda çalışan üst düzeydeki kamu görevlisi olan asilzadeler arasından seçilirdi. 15. yüzyılın ortalarına kadar yerleşik büyükelçilikler yoktu. Orta Çağ boyunca büyükelçiler tek bir vazifeyi yerine getirmek için gönderilirdi ve vazifelerini tamamlamaları üzerine geri dönerlerdi. Gerçek büyükelçiler barış antlaşması veya politik antlaşma gibi müzakerelerde devleti temsil edemezlerdi; onlar Müslüman memleketlere de gönderilebilirdi; onlar bazen yeni bir kral veya imparatorun taç giyme töreni gibi resmi törenlerde hükümdarlarını temsil etmekle de vazifelendirilebilirdi. Daha sonra gelen kamu görevlileri, genellikle hükümdarlarının mesajlarını muhatabına iletmekle vazifelendirilen nunzios diye adlandırılan elçilerdir. Bunlar Venedik’te genellikle sade vatandaştılar, asilzade değildiler.
Çok eski zamanlarda Venedik fahri konsolosları vice-dominos diye adlandırılıyorlardı. Daha sonraları Venedik’e uzak olmayan Ravenna veya Ferrara veya Aquileia gibi şehirlerden gönderilen devlet memurları da bu isimle anıldılar. Bunlar Venedik Büyük Konseyince seçildiler ve başlangıçta yaşamları boyunca görevlendirildiler, daha sonraki bir önemde her yıl değiştirilebilirlerdi. Bunlar genel olarak politik faaliyetlerle değil ticari faaliyetlerle ilgilenmeliydiler; onların görevlerinden biri, başta nehirlerle Venedik kıyı gölüne veya Adriyatik denizine varmak için Venedikli tüccarların ödemek zorunda oldukları paralar gibi paraları toplamaktı. Onlar genellikle yargılama yetkisine sahiplermiş gibi davranmazlardı, fakat -zorla- ücret / bedel ödenmesine karar verebilirlerdi. Bunlardan, yalnızca Aquileia’da bulunan vice-dominolar ölüm cezasını gerektirmeyen suçlarda Venediklileri yargılayabilirdi.
Orada-vice-dominolardan daha sonra gelen kamu görevlisi olan- bailo’lar vardı. Çok eski Avrupa ülkeleri ile Mısır arasındaki barış belgelerinde (yalnızca Latince), Latince “baiulus”,[26] “bailis et amiraglis”, “baiulatum”, “bailitores mee usarie”,[27] “bailis et miraliis et scribaniis”[28] kelimeleri yalnızca Mısır’lı görevlilere gönderme yapardı. Bailo kelimesinin Hıristiyanlar için kullanılması ilk kez sultanın 1206 yılında dukaya “salvet Deus consilia sua et omnes bailias suas”[29] yazmasında görülmektedir. Eski İstanbul’daki meşhur bailo bu unvanı taşıyan Venedikli bir kamu görevlisi değildi. Oradaki bailo’luk muhtemelen Latin İmparatorluğu’nun sona ermesinden dört yıl sonra 1265 yılında şehirdeki Venedik podestâ’sının yerini almak üzere oluşturuldu.
13. yüzyılın ilk yarısında Tire’deki bailo’luğun, daha sonra bailo’luk diye adlandırılan Tripolideki konsolosluğun, Beyrut’taki konsolosluğun ve Antakya’daki konsolos muavinliğinin Acre’deki bailo’luğun kontrolü altında olduğunu biliyoruz.[30] Bu eski bailolukların fonksiyonlarının ne olduğu konusu açık değildir; muhtemelen oralarda eski İstanbul bailo’luğunda olduğu gibi, küçük konsolosluklar ve küçük yerleşik büyükelçilikler vardı. Bailoluklar konsolosluklardan daha üst bir konumdaydılar ve bailolar Ermenistan’daki Ayas, veya Ege Denizindeki Negroponte (Eğriboz) adası, veya Patras (Balyabadra), Tenedos (Bozcaada), Suriye’deki Tripoli, ve Kıbrıs’ın Famagusta (Magosa) ve daha sonra Nicosia (Lefkoşe) gibi şehirlerin coğrafik önemine veya politik konumuna göre gönderilirdi. Bailolar genellikle Büyük Konsey tarafından seçilen asilzadelerdi; bailo Korfu’daki bailo hariç, yabancı topraklardaki Venedikli resmi görevliydi: aslında Korfu adası Venediklilerin eline geçtiğinde, ada halkı yeni yöneticinin Angevin’lerin kullandığı eski unvanı kullanmasını benimsedi.[31] Bailoların görev süreleri genellikle iki yıl sürerdi. Onların görevleri gönderildikleri ülke ile yapılan antlaşmalara göre azda olsa farklılıklar gösterirdi. Bailo Venediklilerin ticaretini korumak zorundaydı ve Venedikliler için yargıç gibi davranabilirdi. Eski İstanbul’daki bailo’ya daha sonraları, Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer önemli şehirlerinde faaliyet gösteren Venedik konsoloslukları bağlandı.
Konsolos kendisinin de gelir elde ettiği Venedik ticaretini korumak zorundaydı. Konsolos yabancı topraklardaki Venedik topluluğunun başkanıydı ve aynı zamanda yargıç olarak da görev yapardı. Venedik’te seçilmesinden sonra, kendisine yapacağı görevleri emreden, üzerine yemin ettiği commissione verilirdi. İlk seçilen konsolos muhtemelen İskenderiye’de 12. yüzyılın başlarında seçilen olanıydı. İskenderiye’deki konsolos Halep’teki konsolos gibi bir asilzadeydi, fakat diğer konsoloslar herhangi bir vatandaş ve hatta yabancı biri bile olabilirdi. İskenderiye’deki konsolosa Venedik devleti ödeme yapardı: 13. yüzyılın sonunda yılda 350 duka ve 1403 yılında 200 bezant ve fondacodaki hanın kârı. Konsolos ithalat / ihracat üzerinden de genellikle %3 oranında gelir elde ederdi.
1284 yılındaki yeni İskenderiye konsolosunun yemin mazbatasına göre,[32] konsolsa Mısır’da üç tane memur ve aynı zamanda noterlik vazifesini görecek olan manastır sistemine dahil olmayan bir rahip yardım etmek zorundaydı. Daha sonraki yüzyılda konsolosa yardımcı olması için, bir konsolosluk papazı, bir fizikçi, bir berber ve bir kilise görevlisi görevlendirildi. Ortaçağda yabancı ülkede bulunan bir Venedikli temsilci değerli taşlar hariç ticaret yapamazdı. Bunun Ermenistan’daki bailo’lukta olduğu gibi bazı istisnaları vardı.
Konsolos yargıç olarak görev yaptığından mutat olan Venedik hukukunu (usum) veya kendi vicdanını (arbitrium) göz önüne almak zorundaydı; konsolos en fazla yirmi beş Venedik lirasına kadar para cezası verebilirdi, daha fazla ceza verilmesini gerektiren durumlarda konsolos koloni konseyine göre hareket etmek zorundaydı. İskenderiye’deki Venediklilerin sayısı oradaki ahaliyi oluşturan toplulukların en kalabalıklarından biriydi. Bu nedenle orada iki tane koloni konseyi vardı. Büyük Konsey her zaman toplanmayıp, gerektiğinde tüm önemli kişilerin katılımıyla toplanırdı. On İki Kişili Konsey, on iki asilzade veya önemli tüccarlardan oluşurdu. Her iki konsey de katılanların çoğunluğuyla karar alırdı. Küçük kolonilerde, veya bir gemide yalnızca on ikiden daha az sayıda kişinin katılmasıyla[33] da oluşturulabilen On İki Kişili Konsey olduğunun belirtilmesi gerekir. İskenderiye ve Halep’teki konsoloslar görev yerinden ayrılırken yerlerine vekil konsolos atayabilirlerdi. Diğer yerlerdeki konsolosların böyle bir yetkisi yoktu. Venedik’e geri dönen bir konsolos, konsolosluğa ilişkin hesapları sunmak ve elindeki devlete ait paraları iade etmek zorundaydı.
Venedik koloni hayatının tamamında erkek hakimiyeti vardı. Kadınlar genellikle kocaları Levant bölgesine ticaret yapmak için gittiklerinde, Venedik’te kalıp, çocuklarına ve mülklerine bakarlardı. Bu gerçek, İskenderiye’deki Venedik noterliğinde belirtilen bağımsız kadınların neden Yunan kökenli olduğunu ve onların çoğunun neden hancı olduğunu açıklayabilir. Venedikliler ailelerini sıkça köle kızlarla oluştururdu. Bu tüccarlar yalnızca Venedik şehrinden gelmemiş olup, aynı zamanda ülkenin diğer küçük kasabalarından veya hatta Girit adasından gelmişlerdi, fakat hepsi Venedikli olmanın ve Venediklilere sağlanan ayrıcalıklardan yararlandılar.[34]
Venedikliler Mısır’da sultanın korumasından istifade ettilerse de, Müslüman topraklarında her zaman Hıristiyan’dılar: yalnızca fondacolarında şarap içebilirlerdi, alçak gönüllü ve mütevazı olmak zorundaydılar ve pahalı elbiseleri giyinmekten kaçınmalıydılar. Venediklilerin Memlüklerle olan ticareti Memlük ekonomisi için önemliyse de, onlar tabi oldukları muamelelerden sıkça yakınırlardı. 1302 ve 1354 yıllarındaki iki antlaşmanın Hıristiyanlara karşı olan fermanlar ve eziyetlerden sonra yapılmış olması muhtemelen tesadüf değildi.
Bahri Memlük döneminde Venedik ya ticaretteki bir duraklamadan sonra (1344) yada sıkıntılı hadiselerden sonra ticari bağlantılarını yeniden kurdu. Bu bağlantıları, daha sonra Osmanlı sultanlarıyla yaptıklarının aksine, her yeni sultanlarla yapamamışlardı.[35]
Konsolos, topluluğun başkanı olarak, hem orada yerleşenleri hem de geçici ziyaretçileri korumak zorundaydı. Yurtdışındaki Venedik toplumunun yapısını tartıştığımızda, topluluğun ‘küçük Venedik’ olarak tasvir edildiğini hatırlamalıyız: Konsolos veya bailo topluluğun duk’ü, rahip-noter onun başbakanı ve -belirtilen- konseyler muhtemelen ‘Pregadi’ ve Büyük Konseye benzetilmişti.
8. Aslanlar
Venedik ile İskenderiye arasındaki ilişkiye teyit eden ilk tarih, St. Mark’ın kalıntılarının -İtalya’’nın kıyı şehirlerine- Lagoon’a götürüldüğü milattan sonra 828’dir. Bir yoruma göre Aquileia patrikhanesini yeni kurup, Roma’ya deniz yoluyla dönmekte olan bu aziz, bir fırtına sonucu Lagoon’a sürüklenip bir adaya çıktı ve uykuya daldı: daha sonra rüyasında Tanrı’nın kendisine ‘Sana selam olsun, Mark, ey müjdecim; burada senin kemiklerin huzur içerisinde yatacak’; daha sonra Roma’ya ve Mısır’a gitti ve orada yeni bir Hıristiyan topluluğu oluşturdu ve milattan sonra 68 yılında öldü.
St. Mark için Venedik’te ibadet şehrin ilk koruyucu hamisi olan St. Theodor için ibadetin yapıldığı yerde yapıldı, St. Mark’ın sembolü olan kanatlı aslan oluştu. Bu eski müjdeci sembolünün ilk kez ne zaman Venedik devletini temsil ettiğini bilmiyoruz; örneğin çok eski bayrakların üzerinde muhtemelen bir haç şekli veya St. Mark o zamanlar resmedildiği ve dukalıkta göründüğü için, azizin kişisel görüntüsü vardı. Şayet biraz daha erken değilse, 13. yüzyılın ikinci yarısında, denizden sık sık çıkan kanatlı aslan Venedik heykeltıraşçılığında yer aldı. Venedik’i temsil eden en eski aslan tasviri bronz bir nesne üzerine işlenmiş olup, 1262 yılından kalmadır. Tasvirde aslan sağa doğru yürümektedir ve ön pençesinin altında bir kitap tasviri vardır; kuyruğu geriye doğru kıvrımlıdır. Ondan sonra gelen aslanlar genellikle sola doğru yürümektedirler.[36] Sonraki yüzyılda deniz kuvvetlerinin flaması genellikle kırmızı bir zemin üzerinde altın bir aslan figüründen oluşturuldu.
Askeri maharetleri nedeniyle[37] al-Bunduqd#rO diye de anılan Mısır’daki sultan Baybars’ın (658-676 AH / 1260-1277 AD) aynı yıllardaki elbiselerinin kolları üzerinde benzer bir hayvan figürü vardı. Bars leopar veya panter anlamına gelir, fakat onun armasının üzerinden geçmekte -olan- aslan vardı, veya daha doğrusu aslanı temsil eden kedi cinsinden bir hayvan vardı ve literatürde lion passant – geçmekte olan aslan- diye geçmektedir. İslam hanedanlığı armalarında aslanın kullanılması oldukça nadir olmakla beraber, Baybars ve onun oğlu Baraka Han (676-678 hicri / 1277-1280 Milattan Sonra) tarafından armada kullanıldı. Bu iki sultan aynı zamanda Memlük’lerde armalarını altın sikkelerde kullanan yegane sultanlardır. Üstelik Baraka Han’ın dınar’ında kullanılan hayvan ismen belirtilen bir aslandı ve pantere benzememekteydi. Müslümanların kullandığı aslan genellikle sağa doğru yürür gibi, bir pençesi havaya kaldırılmış ve kuyruğu geriye doğru kıvrılmış olarak tasvir edilir; bazen başka bir hayvanla oynuyor gibi veya ön pençesinin altında bir top bulunur, veya bir figür ona eşlik eder şekilde tasvir edilir.[38]
13. yüzyılın ikinci yarısındaki yaklaşık yirmi yıl içerisinde benzer hadiseler Venedik ve Memlük devletlerinde vuku buldu. Her ikisinin bürokrasi ve yönetiminde önemli değişiklikler oldu. Baybars 1265 yılında krallığının yasal hiyerarşisini yeniden tesis etti, her mezhep için birer tane olmak üzere dört tane kadılık oluşturdu; aynı yıllarda sultan olarak salahiyet verecek yeni bir Abbasi halifesi atadı; Moğolların kurumlarını ve geleneklerini Mısır’da yürürlüğe koydu ve Mısır’ın yönetimini değiştirdi ve İspanya ve İtalya gibi bir çok Avrupa ülkesi ile teması bulunmaktaydı.[39] Aynı zaman diliminde Venedik’te ticaretle bağlantısı olan politik sınıf liderliği ele geçirdi; baş bürokratlık görevi olan cancellier grande tesis edildi; 1260 yılından hemen sonraki yıllara ait arşivlerde açıkça belirtildiği üzere, başkanlık ıslah edildi ve aynı zamanda aslan devletin hakiki sembolü oldu.
13. yüzyılın ikinci yarısında denizaşırı ülkelere giden Venedik gemilerinin direklerinde Bizanslılarınkine benzer bir şekilde, bir flama bulundurma zorunluydu. Bu flamaların üzerinde, Baybars’ın binalarını süsleyen ve sikkelerinin üzerinde yer alan aslan gibi bir aslan tasviri vardı.
Venedik Üniversitesi / İtalya
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 423-430