Bağımsızlık İçin Önce Ekonomi… Önce Maliye
Atatürkçülüğün on ilkesi Bilimcilik, Sosyal Ahlâk, Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik’tir. Bir Atatürkçü bu ilkelerin her birini, amaçlarını ve işlevlerini, ilkelerin aralarındaki ilişkileri en iyi şekilde bilmelidir. Böyle bir çaba da ilkelerin incelenmesini, analizini ve bir senteze varılmasını gerektirir. Örneğin Tam Bağımsızlık ilkesi ve onun analizi deyince karşımıza bazı alt kavramlar çıkar, bazı sorular akla gelir. Öte yandan, Tam Bağımsızlık İlkesi’nin kimi yönleri vardır ki bunlardan biri de “ekonomi ve maliye” yönüdür. Yazımda bu yönün içerdiği kurucu kavramlarla akla gelebilecek soruların bazıları üzerinde duracağım.
***
Önce Tam Bağımsızlık İlkesi’nin “ekonomi ve maliye” yönünü, eğer Atatürk’e sorabilseydik bize ne yanıt verirdi diyerek, aşağıda onun dilinden sunuyorum:
1.– Bir milletin ekonomisi kadar önemli, maliyesi kadar önemli başka bir şeyi yoktur. Çünkü Millî Hedef ancak ekonomik ve mali güçle gerçekleştirilebilir. Eğer bir ulus ekonomik ve mâlî bağımsızlığını sağlamışsa, o takdirde öyle güçlü bir temel üzerine oturmuş olur ki, artık onu yerinden hiçbir güç kımıldatamaz. Ülke ticaretinin, tarımının, sanayisinin, her türden ekonomik faaliyetin gelişip yükselmesi de ancak tam bağımsızlıkla mümkündür. Bu yüzdendir ki her uygar devlet her şeyden önce ekonomisini düşünür, maliyesini düşünür.
2.– Bir devletin ekonomisi ve maliyesi bağımsızlıktan yoksunsa, o devletin bütün yaşamsal organlarında bağımsızlık felç olmuş demektir. Çünkü her devlet organı ancak ekonomik ve malî kuvvetle yaşar. Bağımsızlığın korunması için gerekli koşul ve araçlar bu alanlardaki gelişmelerle sağlanır.
3.– Peki sizler…, siz aydınlar, politikacılar, yöneticiler, iş adamları, sizler ne yaptınız? Hani güçlü ekonominiz, hani güçlü maliyeniz? Önce çok hevesliydiniz, sonra bıraktınız, gevşediniz; yanlış yollara saptınız. Ve sonuç: Hemen her bakımdan yine dışa bağımlısınız, yine el açıyorsunuz, borç dileniyorsunuz. Milli Hedef’ten de uzaklaştınız doğal olarak. Zaten başka ne yapabilirdiniz ki? Ne güçlü tarımınız var, ne güçlü sanayiniz. Ne ekonominiz bağımsız, ne maliyeniz, ne yaşamsal kurumlarınız. Sonuç?… Bir oyuncak gibi oynuyorlar sizinle. Devletin ekonomik ve malî kuvvetiyle bağımsızlığı birbirine bağlıdır dedim, aldırmadınız, unuttunuz. Her şeydi sanayileşme, her şeydi ekonomik kalkınma… Bakıyorum, ağzınızda Amerikan dayatması bir sözde demokrasi, başka hiçbir şey düşünmüyorsunuz. Sizi kandırıyorlar onunla, o gerçek demokrasi değil, o Truva atı demokrasi…, o bir tuzak!…
4.– Tam bağımsızlık millî egemenlik gibidir, kâğıt üzerindeki prensiplerle, yasa maddeleriyle, sadece hırs ve arzuyla elde edilemez. Tam bağımsızlık için tek kuvvet, hakikî ve en kuvvetli temel; ekonomidir, ekonomik kalkınmadır. Bunu, kesin bir gerçek olarak benimse. Ekonomik kalkınma Türkiye’nin, özgür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha gönençli Türkiye idealinin bel kemiğidir.
5.– Ekonomik gelişmemizi gerçekleştirebilmek için, daha çağdaş, daha düzgün bir yönetimle işleri yürütmeyi başarabilmek için, tam bir bağımsızlık içinde, tam bir serbestlik içinde olmamız şarttır. Bu koşul gelişmemizin, hayatımızın ve bekamızın esasıdır. Siyasî, adlî, ekonomik, malî ve benzeri alanlardaki gelişmelerimize engel bütün kayıtlara bundan dolayı karşı olmak zorundasınız. Milletin tam bağımsızlığını temin eden ve bunu sağlamak için, ekonomisinin de gelişmesine engel olan bütün sebepleri bir daha ve kesinlikle geri dönmemek üzere yeniden ortadan kaldırmak zorundasınız.
6.– Millet olarak sahip olduğumuz arazinin servet kaynaklarından faydalanmalı, ancak bu yoldan bütün insanlığa da fayda sağlamalıyız. Bu sorumluluğumuzu yerine getiremezsek, yaşama hakkımız ve bağımsızlığımız yine tehlikededir. Bu kuralı da iyi öğren, gereğini yap ve yaptır.
7.– Ulusal Ülkümüz, yani milletçe hayat ve bağımsızlığımızın sağlanması, malî gücümüzün yeterli olup olmadığına da bağlıdır. Ey milleti için canını ortaya koyan! Her an Millî Ülkü’yü düşün, bir soluk gibi al onu, bir soluk gibi ver. Her gün tekrarla şu sözleri: Milletim yaşayacak, benim milletim bağımsız yaşayacak. Bunu ancak bilgiyle, ahlakla, birlikle sağlayabilirim. Ülkemin, her şeyi gibi maliyesini de takip edeceğim. Malî gücümüzün artması için çalışacağım. El ele vereceğim arkadaşlarımla, ekipler kurup örgütleneceğim, işbölümü yapıp çalışacağım, mücadele edeceğim.
8.– Nasıl korunacak mâlî bağımsızlığımız? İki koşul yerine getirilerek. Bu koşullarla ilgili gelişmeleri yakından izlemek de başlıca görevlerindendir senin. İlk koşul, devlet bütçesinin denk olmasıdır, ekonomik yapı ile orantılı olmasıdır. İkinci koşul dış borçlanmayla ilgilidir. Her uygar devlet gibi Türkiye de dış borçlanma yapabilir. Ancak borçlanılan yabancı paralarını geri ödemeye mecbur değilmişiz gibi, gereksiz israf ve tüketimle borç yükümüzü artırarak malî bağımsızlığımız tehlikeye düşürülemez. Buna şiddetle karşı ol; böyle yapanları uyar, engelle, mücadele et onlarla. Dış borçlanmaya ancak bir koşulla olumlu bakılabilir: Kesinlikle, ülkenin bayındırlığını, halkın gönencini sağlayacak, üretimi ve gelir kaynaklarımızı geliştirecek verimli borçlanma olması koşuluyla!…
***
Tam Bağımsızlığın “ekonomi ve maliye” yönü kapsamında karşımıza çıkan temel kavramlardan beşi şunlardır: Ulusal Ülkü, ekonomik bağımsızlık, mâlî bağımsızlık, bağımsızlığı koruyucu koşullar, bağımsızlığın felç olması. Bu kavramları ne kadar iyi öğrenirsek, anlamlarını ne kadar iyi sindirir ve unutmazsak, Atatürkçülüğü o kadar kolay anlar, anlatır, açıklar, o kadar verimli işleriz, geliştiririz. Ve ancak bu takdirde “Ben Atatürkçüyüm” dediğimiz zaman doğru konuşmuş oluruz.
1) Milli Hedef (Ulusal Ülkü)
Millî Ülkü Türk milletini yaşatmaktır, ancak “tam bağımsız olarak” yaşatmaktır. Başka bir deyişle Millî Ülkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yaşatmak ve bağımsızlığını korumaktır. Atatürk Gençliğe Hitabesi’ne Millî Hedef’i vurgulayarak başlar: Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Tam bağımsızlık Ulusal Ülkü’nün ruhudur; Türk ulusunun, varlığını sürdürmesinin temel koşuludur. Bir ölüm kalım sorunudur.
2) Ekonomik Bağımsızlık
Tam bağımsızlık, bir milletin, bir devletin her şeyi ile ilgilidir: Maliye, adliye, savunma, kültür, ordu gibi. Biri de, hem de en başta geleni ekonomidir. Ekonomik bağımsızlık, bir ülkenin ekonomisinde, ekonomik karar ve uygulamalarında Millî İrade’nin hâkim ve belirleyici olmasıdır, yabancı güçlerin kesin etkisinin olmamasıdır. Örneğin bir ülkenin hükümetleri; ekonomik kararlarını AB’nin talimatları ile, IMF’nin talepleri yönünde, ABD’nin baskısı üzerine alıyorsa, o ülke ekonomik bağımsızlıktan yoksun demektir.
Ekonomik bağımsızlık diğer ülkeler veya uluslararası kuruluşlarla ilişki kurulmasına hiçbir şekilde engel teşkil etmez. Yeter ki onlarla karşı karşıya gelindiğinde, ulusal çıkarlar sonuna kadar korunsun, kararlar yalnızca Türk milletinin çıkarları yönünde hiçbir yabancı baskısı olmaksızın alınsın.
3) Malî Bağımsızlık
Tam bağımsızlığın söz konusu olduğu bir diğer alan da maliyedir. Malî bağımsızlık, bir ülkenin malî işlerinde, malî karar ve uygulamalarında Millî İrade’nin hâkim ve belirleyici olmasıdır, bu kararlarda (AB, ABD, IMF, DB gibi) yabancı ülke ya da kuruluşların söz sahibi olmamasıdır. Örneğin bütçenin hazırlanması, vergi toplanması, kamu harcamalarının yapılması gibi işlerde tek söz sahibi Millî İrade, tek yönlendirici ve uygulayıcı güç Millî Egemenlik olmalıdır. Malî bağımsızlıktan, ancak bu durumda söz edilebilir.
Malî bağımsızlık diğer ülke veya uluslararası kuruluşlarla ilişki kurulmaması anlamına gelmez. Onlarla bir masa etrafında karşı karşıya gelindiğinde, Türk ulusunun iradesi söz sahibi ise malî bağımsızlık zarar görmüyor demektir.
4) Bağımsızlığı Koruyucu Koşullar
Bağımsızlığı koruyucu koşullar, Atatürkçülüğün diğer ilkelerinin ülkemizde hâkim ve belirleyici bir konumda olmasıdır. Yurttaşlar ve yöneticiler bilimsel düşünmeli, ahlaklı olmalı, bu ilkelere uygun şekilde davranmalıdır. Millî İrade sürekli yerine getirilmeli, Millî Egemenlik halkın elinde olmalı, onun lehine olarak tecelli etmelidir. Ekonomi ve maliye alanında milletin temsilcileri serbestçe ve millet iradesinin gereğince karar almalı ve alınan kararları -bir dış kayıt olmadan- serbestçe uygulamalıdır. Hiçbir karar ve uygulamada yabancı müdahalesi olmamalıdır. Diğer ilkeler de bağımsızlık üzerinde şekillendirici olmalıdır. Ancak bütün bunlar gerçekleşince, bütün ilkeler tam olarak gerçekleşince, tam bağımsızlığı koruyucu koşullar sağlanmış olur.
5) Bağımsızlığın Felç Olması
Bağımlılığın felç olması, yabancı güçlere bağımlı olma halidir. Karar ve eylemlerde Yasama, Yürütme ve Yargı serbest değildir. Millî İrade ve Millî Egemenliğin saf dışı olması durumunu anlatır. Bunun en trajik örneklerinden biri 1910’ların Osmanlı Devleti’dir. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti olarak aynı duruma düşme yönünde hızla ilerliyoruz.
***
Şimdi aklımıza gelen bazı soruları yanıtlayalım:
1) Bir milletin ekonomisi ve maliyesi neden dolayı başka her şeyden daha önemlidir?
Çünkü ekonomi ve maliye; beslenme, barınma, güvenlik gibi insanların, dolayısıyla bir milletin en zorunlu ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgilidir. Bu ihtiyaçlar karşılanmadıkça insanlar daha ileri düzeyde olan ihtiyaçlara (eğitim, özgürlük, başarı, icat) yönelemez. Kaldı ki bunların karşılanması da o ülkenin ekonomik ve malî gücü ile yakından ilgilidir.
2) Atatürk “devletin yaşamsal organları” derken hangi organları kast etmiştir?
Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını (yani TBMM, hükümet ve adliye teşkilatını)… Millet, egemenliğini bu organlar vasıtasıyla kullanır. Millî İrade bu organların kararları ve faaliyetleri sürecinde somutlaşır.
3) Atatürk’ün şu sözünü açıklayınız: “Ülke ticaretinin, tarımının, sanayisinin, her türden ekonomik faaliyetin gelişip yükselmesi ancak tam bağımsızlıkla mümkündür.”
Ben “tam bağımsız olmayan bir ülkenin sanayisinin, neden gelişemeyeceğini” kısaca açıklayayım. Diğerlerini senin sorumluluğuna bırakıyorum değerli okur.
Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkede, ekonomik ve siyasal kararlar ya yabancı güçler tarafından alınır, ya da yabancı güçler tarafından yönlendirilir. Yabancı güçler, o ülkenin kaynaklarını, pazarlarını kendi çıkarları yönünde kullanmak ister. Örneğin, günümüzde ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi ülkeler, yoksul ülkelerin sanayileşmesini istemezler. Çünkü, bu takdirde kendi sanayi ürünlerini o ülkelere satamazlar. Doğal kaynaklarına ulaşmakta zorlanırlar. Dolayısıyla, ellerinden geldiğince o ülkelerin sanayileşmesini önlemeye çalışırlar. Bunu da ancak iktisaden, dolayısıyla politik bakımdan bağımsız olmayan bir ülkede başarabilirler.
4) Atatürk’ün şu sözünü açıklayınız: “Tam bağımsızlık için tek kuvvet, hakikî ve en kuvvetli temel ekonomidir, ekonomik kalkınmadır.”
Atatürk’ün deyişi ile “ekonomi demek her şey demek”tir. Bir insanın, bir toplumun varlığını sürdürmesi; önce beslenme, giyinme, barınma, güvenlik gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılamasına bağlıdır. Zamanla bu ihtiyaçlar çeşitlenir, daha üst ihtiyaçlar ortaya çıkar. Bütün bunların yeterli derecede tatmin edilmesi gerekir. Tatmin için de bu tatmini sağlayacak mal ve hizmetler üretilmelidir. Böyle bir süreç iyi işliyorsa o toplum ekonomik bakımdan büyüyor, gelişiyor, kalkınıyor demektir. Toplum, üretim sürecini önemli ölçüde kendisi yaratırsa, başka toplumlara aşırı derecede muhtaç olmaz. Olmayınca da bir takım dış taleplere, baskılara, müdahalelere maruz kalmaz. Kısacası bağımsız bir toplum olur. Bu durumu sağlayan ise, anlaşılacağı gibi sağlam bir ekonomi, uygun ve düzenli bir ekonomik gelişmedir, kalkınmadır. Güçlü emperyalist devletler, diğer devletlere baskı yaparken, onlara bir takım dayatmalar yaparken, o ülkelerin kaynak yetersizliğini araç olarak kullanırlar.
Bu açıklama şu sorunun da yanıtına ışık tutuyor: Bir ulus ekonomik ve mali bağımsızlığını gerçekleştirince, neden güçlü bir temel üzerine oturmuş olur?
5) Bütçe nedir? “Bütçenin denk ve ekonomik yapı ile uyumlu olması” ne demektir? Bu koşul, tam bağımsızlık bakımından neden önemlidir?
Bir devletin bütçesi basit bir tanımla, “o devletin belli bir yıla ait gelir ve harcama tahminlerini içeren bir plandır.” Bütçenin denk olması, devlet harcamalarının o yıla ait devlet gelirlerine eşit olmsı, ne altında ne üstünde olmaması durumudur. Eğer üstünde ise bütçe açığı vardır. Bu da hükümetin iç ve dış para sahiplerine borçlanmış olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda bağımsızlık tehlikeye girer. Borç verenler bu durumu, yani muhtaçlığı birtakım başka maksatlar için, o ülkeden ödünler koparmak için kullanabilir. “Ekonomik yapı ile uyum”dan ben, devlet harcamalarının ülke ihtiyaçlarına uygun olmasını anlıyorum.
6) “Dış borçlanma” nedir? Dış borçlanma neden bir ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokar?
Bir ülke bir yıl içinde, yarattığı gelirden daha fazla harcama yapıyorsa, yabancı ülkelere borçlanıyor demektir. Geliri aşan harcama kısmı, dış borçlanma miktarıdır. Eğer ülke borç yoluyla elde ettiği paraları verimli yatırımlar için kullanıyor, bu yatırımlarla kurduğu yeni tesislerin sağladığı gelirle, dış borcunu ve onun faizlerini ödeyebiliyor, ayrıca elinde önemli miktarda para kalıyorsa, bu borçlanmadan zarar gelmez. Yok, ülkenin hükümeti borç yoluyla elde ettiği paraları har vurup harman savuruyorsa, tüketim ve lüks yatırımlar için kullanıyorsa, o zaman ülkenin bağımsızlığı tehlikeye maruz kalıyor demektir.
Çünkü borçlar zamanla üst üste yığılır, büyür; ülke borçsuz yaşayamaz hale gelir, gittikçe ağırlaşan borç yükü altında ezilmeye başlar. İşte bu durumda borç veren yabancı güçler, ülkenin bu muhtaçlığını, aciz durumunu ondan türlü ödünler koparmak amacıyla kullanırlar. Ülkenin karar alma süreçlerine müdahale ederler, hatta kendi kararlarını ülke yöneticilerine dayatırlar. Ülkenin kaynaklarını sömürmeye başlar, fabrikalarını, piyasalarını ele geçirirler. Ekonomik ve siyasal düzenlerini dayatırlar, kültürlerini dayatırlar. Bu durum, ülkenin bağımsızlığının yok olması demektir.
***
Bugün Türkiye’nin “bağımsızlık temeli” tahrip edilmiş, başlıca devlet organları felç olmuş durumdadır. Sanayileşme, ekonomik kalkınma durdurulmuştur. Hükümet, aldığı kararlarda özgür değildir, tutsaktır, emir altındadır.
Kaynaklarımız doğrudan yeni-sömürgeci ülkelere açılmıştır.
Felaket karşısında çoğu aydın suskundur. Konuşanlar ise susturulmaktadır.
En kötüsü, halkın kahir çoğunluğu olup bitenden habersizdir.
Atatürkçüler yeni bir bilinçle, yeni bir bakışla, yeni bir söylemle bu duruma el koymak zorundadır.