Yrd. Doç. Dr. Nesrin Sarıahmetoğlu KARAGÜR
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı Azerbaycan sosyal ve kültürel hayatındaki gelişmelerin ilk aşamasıdır. Özellikle 1850’den sonra ticaretin gelişmesi, demiryolu gibi nakliyeyi kolaylaştıracak birçok yolların yapılması, fabrikaların açılması, Bakû başta olmak üzere Azerbaycan’ı büyük bir pazar haline getirdi. Bakû bir petrol ve liman şehri özelliği taşımasının dışında bir kültür ve medeniyet merkezine de dönüşmüştü. Ekonomiye bağlı olarak bu gelişmeler yaşanırken kültürel hayat da değişti. Yeni düşüncelerin ve çağdaş bir edebiyatın meydana gelmesiyle aydınlar, toplumun aksayan ve acil tedbirler alınması gereken konularında ortaya çıkmaya başladılar. Halkın eğitilmesi, cehaletle mücadele, sosyal reformların yapılması yönündeki fikirlerini eğitim, cemiyetçilik, basın yayın, neşriyat ve kütüphanecilik gibi halkın sosyal ve kültürel gelişimini sağlayacak faaliyetlerle desteklediler.
Eğitim: XIX. yüzyılın ikinci yarısında eğitim daha önceki yıllarda olduğu gibi mektep ve medreseler vasıtasıyla yürütülüyordu. Bu devirde tahminen 500-700 kadar mektep ve medrese vardı. Esas olarak mescit veya küçük binalarda eğitim yapan mekteplerin her birinde, sayıları 10’dan 100’e kadar öğrenci tahsil görmekteydi. Dersleri mollalar vermekte, medreselerin masrafı ise kısmen mescitler veya ana babalar tarafından karşılanmaktaydı. Çocuklara alfabe ve Kur’an öğretmek birkaç yıl sürer, daha sonra kitap okunmasına ve Farsça öğretilmeye başlanırdı. Bazı mekteplerde tarih dersi de vardı.
17 Mayıs 1843’te Bakû’de bir Müslüman mektebi açıldı. Bu mektebin üç muallimi ve 50 öğrencisi vardı. Dersler, Azerice, Rusça, Arapça ve Farsça yapılmaktaydı. Sadece Rus dili mualliminin maaşı hükûmet tarafından karşılanırdı. Diğer muallimlerin maaşları ise halktan toplanan paralarla ödenirdi.
1887’den itibaren Bakû’de yeni Avrupa tipli mektepler açılmaya başlandı. Bunlar halk arasında usul-i cedid mektepleri olarak adlandırılıyordu. İlk teşebbüs, aynı yıl Tiflis’te Aleksandr Enstitüsü’nü bitirip Bakû’ye dönen Sultan Mecid Ganizade ve Habib Bey Mahmudbeyov tarafından ileri sürülmüştü. Okulda ana dili ve Farsça ile birlikte Rusça da veriliyordu. Bunu için de mektep, Russko-Tatarskaya Şkola (Rus-Tatar Mektebi) olarak adlandırıldı. XIX. yüzyılın sonlarında önce tek sınıflı daha sonra ise iki, üç ve dört sınıflı olan bu mektepte ticaretle ilgili bütün müesseselerde yazışmalar Farsça yapıldığı için bu dil öğretilmesi önemli görülmekteydi. Okulda ders veren muallimlerden mutlaka Gori Seminaryasını bitirmek şartı aranırdı.[1] Bu okullar sırasıyla Şuşa’da, Nuha’da, Bakû’de, Gence’de, Şamahı’da ve Nahçevan’da açıldı. Abbas Kuliağa Bakihanov,[2] Kasım Bey Zakir[3] gibi aydınlar Azerbaycan’da millî eğitimi geliştirmek, halkın cehaletten kurtulmasına yardım ederek kültür seviyelerini yükseltmek kaygısına düştüler. Abbas Kuliağa Bakihanov, çar hükümetinin halkın eğitim meseleleriyle uğraşmayacağını, çünkü cahil bir halkı itaatkâr olarak tutmanın daha kolay olacağını anlayıp bu düşüncelerini halkla paylaştılar. A. Bakihanov’dan sonra Azerbaycan’da yeni bir eğitimcilik cereyanı ortaya çıktı. Bunun ilk temsilcilerinden biri de Mirza Fetali Ahundov’du (1812-1878).[4] Kafkasya ve Azerbaycan’da usul-i cedid ile eğitim yapan ilk mektep, 1890’da Ordubad’da Mehmet Sıtkı Seferoğlu tarafından açıldı. Sıtkı Bey daha sonra 1894’te Nahçevan’da “Terbiye” adını verdiği bir mektep daha açtı ki, buranın mevcudu üç muallim ve 93 talebeden ibaretti.
Mekteplerin dışında camilere bağlı özel dinî mektep ve medreseler de mevcuttu. Buraya ana dilini ve Farsçayı bilen 16 yaşından büyükler kabul edilirlerdi. Medreselerde eğitim parasızdı. Arapçadan başka dinî bilgiler, edebiyat, felsefe, mantık, psikoloji ve bilhassa İslâm tarihi verilen dersler arasında bulunuyordu. Eğitim altı-sekiz yıldan 10-15 yıla kadar olan çeşitli kademelerdeki medreselerde verilmekteydi.
Azerbaycan için muallim kadrolarının hazırlanmasında 1876’da açılan Gori Öğretmen Okulu’nun (Gori Seminayası) büyük rolü oldu. 1879’da bu seminaryanın Azerbaycan şubesi faaliyete geçti. Bu şubenin açılmasında en büyük emeği, Müftü Hüseyin Efendi Gayıbov gösterdi. 1881’den ömrünün sonuna kadar Kafkasya-ötesi müftülüğünü yapan Gayıbov, seminaryada açılan Azerbaycan şubesinde bir müddet ders vermiş, edebiyatla ilgilenmiş, klasik ve çağdaş şairlerin eserlerinden meydana gelen bir antoloji hazırlamıştı. C. M. Kulizade, N. Nerimanov, Reşid Bey Efendiyev, H. Mahmudbeyov, F. Köçerli bu seminaryada eğitim görmüş aydınlardandı.
Hükûmet, 1850’de ilim ve kültür merkezi Bakû’de Müslüman çocuklar için bir ilk mektep açtı. Buraya üç muallim tayin ederek, Rusça öğretmenlerinin maaşını devlet hazinesinden ödedi. Geriye kalan iki Müslüman öğretmenin geçimini ise, kendisi temin etmekteydi. Halk genelde eğitim meseleleriyle pek fazla ilgilenmezdi. Herkes çocuklarına kendi mesleğini öğretmeyi daha önemli görürdü. 1872’de altı yıllık şehir mektepleri açıldı. Maarif müfettişleri anne-babaların maddî durumlarına göre çocukların eğitimini belirledi. Dördüncü sınıfı pekiyi derece ile bitirenler lise ve realni mekteplere gitme hakkını elde ettiler. Petrol sanayii geliştikçe ve şehir büyümeye başladıkça eğitime verilen önem de artmaya başladı. 1890’da Bakû mekteplerinin sayısı 40’ı, öğrencilerin sayısı 10 bini aştı. Hıristiyan kızlar için Marinski ve Kutsal Nina adında iki mektep daha açıldı.
1892’de belediye idaresi şaraphanelerin, şarap satan dükkanların mabedlerden (cami, kilise ve mektep binalarından) 130 metre uzakta olması hakkında bir kanun çıkarttı. Şehirde Cemiyet-i Hayriye’nin birkaç mektebi mevcuttu. Belediye idaresi ile karşı karşıya bulunan Kutsal Nina kız mektebini Rus Cemiyet-i Hayriyesi açtı. Binanın inşasına ve mektebin harcamalarına Hacı Zeynelabidin Tagiyev’in büyük yardımları dokundu. Bu mektepte kızlara, orta eğitimle beraber çağdaş ilimler ve kültür dersleri de verilmekteydi. Azerbaycan’da, toplam yedi Mariya kız mektebi vardı ve buradaki 1827 kız öğrencinin 37’sini Azerbaycanlı kızlar teşkil ediyordu.
Müslüman kızlar için bu tip bir mektep yine Tagiyev[5] tarafından 1901 yılında açıldı. Mektebin nizamnamesi Hasan Melikzade Zerdabi tarafından düzenlendi. Böyle bir okulun açılması için çarlık hükümeti uzun yıllar gerekli izni vermemişti. Tagiyev, II. Nikola’nın tahta çıkmasından istifade ederek tekrar hükümete müracaat etti ve bu sefer mektebin açılması iznini aldı. Mektebin inşaatını sür’atlendirmek amacıyla kız mektebine İmparatoriçe Aleksandra Fyodorovna’nın adı verildi. Hasan Melikzade Zerdabi’nin eşi Hanife Hanım’ın müdür olduğu okulun kontenjanı 50 öğrenci olarak belirlenmesine rağmen ilk yıl 58 öğrenci kabul edildi. Uzak bölgelerden gelen öğrenciler için bir pansiyon vardı. Burada yatakhane, yemekhane ve hastane için özel odalar teşkil edilmişti.
Aleksandriyevski Kız Mektebi’ni bitiren kızlar, Azerbaycan’ın ilk ve esas muallimler kadrosunu meydana getirdiler. İlk olarak bir sınıftan ibaret olan bu mektep 1913’te iki sınıflı hale geldi. 1 Ocak 1916’da mektebin 104 kız talebesi vardı ve bunların 95’ini Azeri kızlar meydana getiriyordu. Kısa bir süre sonra bu mektepler Aktaş’ta, Kazah kazasının Salahlı köyünde, Göyçay kazasının Zeyelu köyünde, Şuşa’da, Şamahı’da, Karyakin kazasında vb. yerlerde de açılmaya başlandı. Bu mekteplerde çalışan muallimlerden, Hanife Hanım Melikova’nın, Hatice Hanım Agayeva’nın, Rahile Hanım Hacıbeyova’nın, Sara Hanım Vezirova’nın, Nigar Hanım Aslanova’nın, Gevher Hanım Usubova’nın, Şerabani Şabanova’nın, Nabat ve Kumru Nerimanova kardeşlerin, Şefika Hanım Efendiyeva’nın, Ayna Sultanova’nın adlarını özellikle belirtmek gerekir.[6]
Cemiyet-i Hayriye’nin ilk olarak erkek çocuklar için açtığı mektebe, Saadet adı verildi. Tagiyev’in yardımları burada da kendini gösterdi. Toplanan paraların yetmemesi üzerine Tagiyev tarafından 5 bin rublelik ilâve bir yardım yapıldı. Saadet’in kurulmasında tüccar Meşedi Yusuf Necefov, Hacı Rızvan Babazade, Ahund Abdurrahim Hacızade de mühim rol oynadılar.[7]
Saadet’ten sonra Çembere köyünde Sefa mektebi kuruldu. Bundan sonra İranlılar (İran Azerileri) Sabuncu’da Temeddün, Çemberekend’de ise İttihad mekteplerini açtılar. 1881’de Bakû’de Denizcilik Mektebi açıldı. Bu mektep aynı zamanda günden güne denizciliğe artan ihtiyacın da bir göstergesiydi.[8]
Usul-i cedide geçiş aşamasında aydınların üzerinde en çok durdukları konu dil meselesi oldu. 1905 I. Rus İhtilali yıllarında, imla ve gramer konularında çeşitli eserler yazılmaya başlandı. 1907’de halk eğitiminin geliştirilmesi için yeni mekteplerin açılması hususunda Üzeyir Hacıbeyov,[9] Hasan Melikzade Zerdabi, Sultan Mecid Ganizade gibi aydınlar faaliyet gösterdiler. Bu yıllarda Üzeyir Hacıbeyov’un Türk Rus ve Rus Türk Lügati eseri, Abdullah Şaik’in Uşag Çeşmeyi, Mahmudbey Mahmudbeyov’un Abbas Sehhat’le birlikte kaleme aldığı Yeni Mekteb, Türk Edebiyatına İlk Gedem adlı ders kitapları kaleme alındı.
Cemiyetler: Hayriye cemiyeti kurulması fikri ilk defa 1870’li yıllarda Hasan Bey Zerdabi tarafından ortaya atılmıştı. Fakir çocukların eğitim ve öğretiminde onların okullara kabul edilerek parasız okumasında bu cemiyetin rolü olacaktı. Bu amaçla cemiyetin programını tertip ederek, hükûmete takdim etmiş ve büyük sıkıntılarla karşılaşmasına rağmen onaylatmıştı. Ancak Zerdabi’nin bu teşebbüsü yeterli gelirin sağlanamaması yüzünden başarısız oldu. İkinci teşebbüs 1905 ihtilalinin getirdiği elverişli şartlar sonucunda meydana geldi.
Zerdabi’nin yazarak Kafkasya İdaresine sunduğu nizamname 10 Ekim 1905’te onaylandı. Cemiyetin ilk toplantısında 11 kişiden ibaret bir idare heyeti seçildi. Tagiyev heyetin başkanı, İsrafil Hacıyev muavini, Hacı Mustafa muhasebe, Ahmed Bey Agayev sekreter, Asadulla Ahmedov, İsmail Bey Seferaliyev, Hasan Bey Zerdabi, Ali Merdan Bey vb. idare heyetinin üyeleri olarak seçildiler. Böylece Azerbaycan’da ilk Müslüman hayır cemiyeti faaliyetlerine başladı. Cemiyetin finans kaynakları ise esasen Tagiyev ve diğer Bakû zenginleriydi.
1906’da yine yardım amaçlı bir başka cemiyet olan “Neşr-i Maarif” kuruldu. Çoğu zaman “Müselman Cemiyet-i Hayriyesi” ile birlikte hareket eden bu cemiyet fakir ve yetim çocukların okutulmasını meseleleriyle ilgilenmekteydi. Cemiyetin gelir kaynağını Bakû zenginleri teşkil ediyordu. Amaçları kendi müesseselerinde çalıştırmak üzere vasıflı işçilerin yetiştirilmesini sağlamaktı. Cemiyet, Ramana’da ve Bakû’nün başka köylerinde ilk olarak yeni usulle eğitim yapan mektepler açtı.[10] Mektep açmanın dışında, kütüphanelerin kurulması, işçilerin meslek ve sosyal bilgilerinin artması gibi faaliyetler de bulunuluyordu.[11] Hasan Bey Zerdabi, Neriman Nerimanov,[12] Meşedi Bey Azizbeyov gibi aydınlar da cemiyetin faaliyetlerine katılmaktaydılar. Bu cemiyet çalışmalarını 1917’ye kadar devam ettirdi.
“Necat” Cemiyeti de, 1906’da kurulan bir eğitim ve kültür cemiyeti idi. Cemiyetin üyeleri arasında yine dönemin en önemli aydınları olan Üzeyir Hacıbeyov, Mehmed Emin Resulzade, Cihangir Zeynelov, Mirzaağa Aliyev, Hüseyinkulu Sarabski, Murad Muradov, Hüseyin Arablinski, Mehdi Bey Hacınski, Bedel Bey Bedelbeyov, Habib Bey Mahmudbeyov, Abbaskulu Kazımzade, Mehmedali Resulzade, Gulam Mirza Şerifov, Sultan Mecid Ganizade, Ali İskender Caferov, Mirmahmud Kasımov Sıdkı Ruhulla, İbrahim Ebilov ve İmran Kasımov bulunmaktaydı. Cemiyetin en faal üyelerinden birisi İmran Kasımov idi. O, aynı zamanda cemiyete “Necat” adını da veren kişiydi. Görüldüğü gibi “Necat” teşkil edenlerin çoğu aydınlardan meydana geliyordu. Şüphesiz içlerinde zenginler de vardı. Amaçları, Azerbaycanlıları bilgilendirmek, onları eğitmek, yoksul çocuklara yardım etmek, onları okullara celp ederek ihtiyacı olanlara maddi yardımda bulunmaktı. Cemiyet, Bakû’de ve etraf köylerinde kütüphaneler de açmıştı. Ayrıca köylerde açılan bir iki sınıflı mekteplerin sayısı 30’a ulaşmaktaydı. Hatta Mirza Elekber Sabir gibi aydınlar da bu mekteplerden biri olan Balahana’daki mektepte birkaç yıl ders vermişti. “Necat”ın tiyatro bölümü, büyük bir heves ve enerji ile çalışmaktaydı. Cemiyet, genç aktör grupları yaratıyor ve onların etrafında tiyatroya meraklı kimseleri toplamaya çalışıyordu. Devrin tanınmış aktörleri Hüseyin Arablinski, A. M. Şerifzade, Mirzaağa Aliyev, Sıdkı Ruhulla vb. hem bu grubun faaliyetlerine yakından iştirak ediyor hem de onlara öncülük ediyorlardı. Ayrıca pek çok yazar, şair ve dramaturg “Necat”ın etrafında bir araya gelmişti. N. B. Vezirov,[13] Hakverdiyev,[14] N. Nerimanov, Üzeyir Hacıbeyov gibi aydınlar da bazen kendi eserlerini bazen de Rus ve dünya edebiyatından tercüme ettikleri dram eserlerini sahneye aktarmaktaydı. 1908’de Bakû’de gösterilen Leyla ile Mecnun operası yine “Necat”ın teşebbüsleri sonucunda gerçekleşmişti.
“Necat” basın yayın faaliyetlerine de önem vermiş bu amaçla haftada bir kere yayımlanan Necat adında bir gazete çıkartmıştı. Gazete, İsa Bey Aşurbeyov’un maddi desteği ve redaktörlüğü altında neşredilmekteydi.
1906’da Bakû’de temeli atılan “Saadet” Cemiyeti ise klasik usulde eğitim yapan mekteplerin açılmasına, millî fikirlerin yayılmasına yardımcı olan bir hayır cemiyetiydi. Cemiyet, Bakû tüccarları ve din adamları tarafından kuruldu. Bakû Müslüman Ruhani Cemiyeti, “Saadet” adını aldı. Başkanı Merdekanlı Ahund Molla Elekber Abbas Gulizade idi. “Saadet”in nizamnamesi 7 Haziran 1907’de onaylandı. Bu cemiyetin “Medrese-i Saadet” ve “Medrese-i Ruhaniye” gibi mektepleri dinî bir karakter taşıyordu. Mekteplerde Türkçe, Arapça ve Farsça öğretilen diller arasındaydı. “Saadet”in “Medrese-i Saadet” adlı mektebinde 1910-1911 eğitim yılında Ahund, Molla Ağazade daha sonra ise Alibey Hüseyinzade müdürlük yaptı.
1910-1911 eğitim yılında cemiyete bağlı “Şah” ve “Samediye” mektepleri faaliyet gösterdi. Bu mekteplerin programları, Saadet mektebinin müffettişi, Gori Seminaryası’ndan mezun olmuş olan Ferhad Ağazade tarafından imzalanırdı. Bu mektepte Üzeyir Hacıbeyov, Ceyhun Hacıbeyov, Kadir İsmailzade, Mehmed Hanefi Teregulov, Ali Hüseynov, Kerimbey Melikov gibi aydınlar da ders vermişlerdir.[15] 1904’de General Gubernatör (askeri vali) Fadeyev’in izniyle “Hidayet” adı altında bir cemiyet faaliyete başladı. Kurucuları, din adamları ve aydınlardan meydana geliyordu. Amacı, çetelerle ve suç işleyen kimselerle mücadele ederek, dini fanatizmi engellemekti. Cemiyetin nizamnamesi Ahmed Bey Agayev tarafından hazırlanmıştı.
1910’da kurulan “Safa” cemiyeti de eğitim ve kültüre ağırlık vermişti. Bilhassa milli tiyatronun gelişmesi için çalışmakta ve bu amaçla kendi tiyatro gruplarını yaratmaktaydılar. Aydınlar, Safa cemiyetine de destek veriyorlardı. Oynadıkları oyunlarda, “Necat” cemiyetinin aktörlerini de davet etmekteydiler. Samed Mensur, Dadaş Bünyatzade, Mehmed Emin Resulzade, Aliabbas Müznib,[16] Hüseyin Arablinski,[17] A. M. Şerifzade, Cihangir Zeynelov vb. cemiyetin faaliyetlerine yakından iştirak etmekteydi.
Görüldüğü gibi devrin aydınları, bu cemiyetlere büyük ümitler besleyerek halkın geleceğini buralarda aradılar. Cemiyetlerin herbirinin yaptığı faaliyetler ve hizmetler, gazetelerde övgüyle bahsediliyor ve okuyucuların bilgi sahibi olması için ayrıntılı bilgi veriliyordu.
Basın: Azerbaycan’ın sosyal ve kültürel hayatında en mühim olaylardan birini basın faaliyetlerinin ortaya çıkması teşkil eder. Azerbaycan basını, bir yerde Hasan Melikzade Zerdabi’nin (1842-1907) adıyla paraleldir.[18] Hasan Bey Zerdabi, ilk hayriye cemiyetinin kapanmasından sonra toplumu bilgilendirmek ve ona yön vermek için bir gazete çıkartmanın gerekliliğini düşünmekteydi. Ona göre, bir milletin sadece kendi dilinde konuşup ilerleme kaydetmesi mümkündü. Bunun için ilmin mekteplerde hatta gimnazyumlarda ana dilinde yapılmasını isteyen Zerdabi, millete çağdaş mekteplerde çağdaş ilimleri çağdaş metotlarla yapacak ana dilde kitapların ve eserlerin yayımlanmasını teklif etti.[19] Zerdabi, ilk sayısı 22 Temmuz 1875 tarihinde çıkan Ekinci gazetesiyle Azerbaycan’da ilk Türkçe gazeteyi neşretmeye muvaffak oldu. Gazetenin bütün redaksiyon heyeti, sadece tek kişiden yani H. M. Zerdabi’den ibaretti. O, hem yazar hem redaktör hem de mürettipti.[20] 1875-1877 yıllarında gazetenin toplam 56 sayısı çıkmış bulunuyordu.[21] Bu arada, H. M. Zerdabi, etrafına S. E. Şirvani, K. Mehmandarov, A. Adıgözelov, Koranî gibi devrin aydınlarını toplamayı başardı.[22] Gazete isminden de anlaşılacağı üzere Rus hükûmet memurları karşısında özellikle savunmasız durumda bulunan Türk köylülerine sosyal, ekonomik ve millî meselelerinde yardım etme amacını taşımaktaydı. Ekinci, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Azerilerin birlik olarak isyan edecekleri endişesiyle Rus hükûmeti tarafından kapatıldı. Bu savaş gazeteye büyük zarar verdi. Bütün Rus gazeteleri savaş hakkında etraflı bilgi verirken Ekinci’ye bu konuda tek bir satır dahi yazmak için izin verilmedi. Hatta savaşın başladığı haberini bildirmek bile yasaklanmıştı. Bu yıllarda gazete üzerinde sansür daha da arttı. Gılman İlkin, Ekinci’nin kapatılması ile ilgili olarak Dağıstan’da bir ayaklanma olduğunu, isyancıların bazılarının kurşuna dizildiğini bazılarının ise sürgüne maruz kaldığını ve bunun gazetenin kapatılması için hükûmete gerekli sebebi verdiğini söylemektedir. Bütün Kafkasya’da, isyanlar çıkmasından endişeye kapılan hükûmet Ekinci’nin de bu işte büyük rol oynayacağını düşünüp gazeteyi kapattı.
Ekinci’nin üzerinde “iki haftalık gazete” yazmasına rağmen Hasan Bey Zerdabi, bir süre sonra gazeteyi haftada bir defa yayımladı. Dilinin sade olmasına önem veren gazete halkın kolayca anlayabileceği sade Türkçeyi benimsemiş daha sonra Azerbaycan’da yayımlanan diğer gazeteler de bu istikamette ilerlemişlerdir.[23] Ekinci, köy ekonomisinden ve köylü hayatından bahsetmekle birlikte devrin bazı siyasi ve sosyal olayları hakkında da bilgi vermekteydi. Gazetenin adı, bir anlamda sembolik bir mana da taşıyordu. Azerbaycan köylüsünü daha iyi, çağdaş usuller esasında daha verimli çalışmaya yöneltmeyi değil, ayrıca onun kalbine, bilincine eğitim sevgisini de serpmeyi amaçlamaktaydı. Mollalar, hükûmet memurları ve sadece kendi menfaatlerini düşünen Duma üyeleri de Hasan Bey’in makalelerinde tenkit edilen unsurlar arasındaydı.[24]
Ekinci’den sonra taş basma (litografya) usulü ile Tiflis’te Ziya, 1880’de ise Ziya-i Kafkaziye adı altında iki gazete daha yayımlandı. Ziya gazetesinin naşiri Seyid Ünsizade, müdürü ve muharriri ise Celal Ünsizade idi. 1880’de yayımlanmaya başlanan Ziya-i Kafkaziye baskı sistemiyle çıkmaya başlandı. 1883’de Tiflis’te Azerice olarak yayımlanan Keşkül dergisi 1891’e kadar devam etti. Dergi, Türkçe dışında, Arapça ve Farsça da neşrediliyordu. Bu dergiye Azerilerin dışında, diğer Türk boylarından birçok yazar da yazılarıyla iştirak etti. Milliyetçilik ve vatanseverlik fikirlerini yaymada büyük rol oynayan dergi, siyaset, ticaret, sanayi ve edebiyat konularına sayfalarında yer veriyordu.
Rusça çıkan ikinci büyük gazete olan Kaspi siyasi ve edebi bir gazete idi. XX. yüzyıl başlarında, Tagiyev gazeteyi satın alarak Topçubaşov’un idaresine verdi. Kaspi gazetesi, 1881-1919 yılları arasında gündelik olarak yayımlanan bir gazete oldu. Bu gazetenin etrafında A. Hüseyinzade, A. Agayev.[25] A. Topçubaşov Feridun Bey Köçerli, Mehmedağa Şahtahtinski gibi aydınlar toplanmıştı.
1905 ihtilaline kadar yayımlanan gazetelerden biri de 30 Mart 1903’ten itibaren Tiflis’te Mehmet Ağa Şahtahtinski[26] tarafından çıkarılmaya başlanan Şark-i Rus gazetesiydi. Gazete sayfalarında resmî hükûmet haberlerinin dışında sosyal, siyasî ve kültürel hayatın birçok yönünü gözler önüne seren makaleler, yorumlar, hikâye, piyes vs. yayımlanmaktaydı. Bu gazete Ekinci’den sonra çıkarılan ikinci siyasî gazete olma özelliğine sahipti. Şark-i Rus ilk önce haftada üç defa (Çarşamba, Cuma ve Pazar) daha sonra günlük neşredilmeye başlayarak, ilk Türkçe günlük, siyasî ve içtimaî gazete olma vasfını da kazandı. 1904’te çıkan 232. sayısına kadar gazetenin redaktörü M. A. Şahtahtinski, daha sonra ise C. M. Kulizade oldu. Şark-i Rus bilhassa kadın meselesi, alfabe ıslahı, dil ve edebiyat meselesine önem vererek, eğitimin tebliği, yoksul köylülerin zor durumları, gerilik ve cehaletin tenkidi gibi konularla da meşgul oldu. Gazete Mart 1904’te kapandı.[27] Böylece Azerbaycan basın tarihinin hazırlık dönemi olan 1905 öncesi devir sona erdi ve 1905’ten itibaren canlanan basın hayatı bu özelliğini 1920’ye kadar sürdürdü. 1905’ten başlayarak Bakû’de basın sürâtle gelişmeye başladı.
1905’ten 1920’ye kadar gazetelerin etrafında toplanan yazar ve şairlerin, gazetecilerin milli şuurun uyanmasındaki rolü büyüktür. Mehmed Emin Resulzade, Nesibbey Yusufbeyli, Üzeyir Hacıbeyov, Mirza Elekber Sabir, Celil Mehmed Kulizade, Abdurrahman Hakverdiyev, Necefbey Vezirov, Süleyman Sani Ahundov, Mehemmed Hadi, Hüseyin Cavid, Abbas Sıhhat, Abdullah Şaik.[28] Seyid Hüseyin Sadık[29] Yusuf Vezir Çemenzeminli milli edebiyatın oluşmasını sağlamışlardır.
Füyuzat ve Şelale gibi dergilere yazdığı şiirlerle iştirak eden şair Mehemmed Hadi vatan ve hürriyet temalı şiirleriyle tanındı. 1902 Şamahı zelzelesinden sonra Kürdemir’e gelen Hadi, burada muallimlik yaptı ve 1905’ten sonra ise Heşterhan’a giderek burada Burhan-i Terakki mecmuasında çalıştı. Bir süre sonra mecmuanın redaktörü oldu, Heşterhan’dan döndükten sonra Bakû’de yine Füyuzat mecmuasının redaktörlerinden biri olarak çalıştı ve Taze Hayat, İttifak, Terakki gazetelerinin sayfalarında coşkulu vatan, millet şiirleri kaleme almıştı. 1911-1914 yılları arasında İstanbul’a gelerek burada yayınlanan Tanin, Servet-i Fünun gazetelerinde çalıştı. Abdülhamid Dönemi’ni eleştiren şiirleri yüzünden tutuklanarak Selanik’e sürgüne yollandı. I. Dünya Savaşı başladığında Bakû’ye dönerek buradaki Müslüman alayı ile birlikte muharebeye gitti. Daha sonra bu alayın imamı olarak alayla birlikte Karpatlar’daki savaşa katıldı. 1918’de savaştan döndükten sonra bir süre Gence’de yaşayıp daha sonra tekrar Bakû’ye döndü. Halkın içinde bulunduğu zor koşullar, ülkedeki ağır siyasi ve ekonomik kriz onun üzerinde çok kötü izler bırakmıştı. Şairin maddi ihtiyaç içindeki sıkıntılarla geçen hayatı Gence’de sona erdi. Varlığının müspet ve aydınlık yönlerinden daha fazla menfi ve gölgeli taraflarını gören, bunlardan asabilik derecesine gelene kadar heyecanlanan bir aydındı. Azerbaycan edebiyatında “romantik şairimiz” de denilen Hadi, tıpkı Namık Kemal gibi vatan, millet şairi, hürriyet âşığı olarak bilinmektedir. Devrin siyasî akımlarından uzak duramamış, milletinin karanlıktan, cehaletten kurtulup aydınlığa, hürriyete ve medeniyete ulaşması için çalışmıştır.[30]
Azerbaycan aydınları arasında Abbas Sıhhat’in de ayrı bir yeri vardır. Asıl adı Abbaskulu Mehdizade’dir. Bir hekim olmasına rağmen yaptığı tercümelerle ön plana çıkmıştır. 1900’de Tahran’da Tıp Enstitüsü’nü bitirmiş ve Şamahı’ya döndükten sonra burada hekimlik yaparken Bakû’de yayımlanan gazete ve dergilerde de lirik şiirleri yayımlanmıştır. Tercümeleri duygusallığı ve doğruluğu ile paralellik göstermektedir. Rusça, Farsça, Arapça ve Fransızcaya hakim olduğu için tercümelerini doğrudan doğruya orijinalinden yapmış, özellikle, Lermantov’dan, Krılov’dan, Gorki’den, Goete’den yaptığı tercümeler ona büyük şöhret kazandırmıştı. Ehmedin Geyreti (1911) poeması İran Azerbaycan’ında halkın milli bağımsızlık mücadelesine, Bedbeht Aile, Garagünlü Helime hikâyeleri ise aile ve ahlak konularına hasredilmiştir. Sıhhat’in ayrıca çocuklar için birçok şiir, temsil ve piyesleri mevcuttur.[31]
Geçen yüzyılın sonlarında Azerbaycan aydınlarından bazıları 1883’te Kırım’ın Bahçesaray şehrinde yayımlanan Tercüman gazetesinden de etkilenmişlerdi. Gazete Rusya’da yaşayan Türklerin bir anlamda gayr-ı resmi organı haline geldi. Gaspıralı Türk halklarının birleşmesinden bahsederken, bunun siyasi faaliyetle birlikte, ruh, dil ve kültür yönlerinden olması gerektiğini de belirtiyordu. Bunun için “dilde, fikirde, işte birlik” şiarı onun esas hareket alanını teşkil etmekteydi. Bu amaçla çok geniş bir coğrafyaya yayılan gazete bütün Türk halklarının anlayabileceği tek bir dilin yaratılması için çalıştı. Bu dilin esasını ise Osmanlıca meydana getirmekteydi.
Gaspıralı’nın fikirleri Bakû’de Alibey Hüseyinzade tarafından savunmuştu.[32] St. Petersburg’da tıp eğitimi almasına rağmen Bakû’ye döndükten sonra Türkçülük fikrinin ancak Osmanlı Devleti ile mümkün olacağını düşünerek 1889’da İstanbul’a gelmiş, fakat II. Abdülhamid hakimiyeti devrinde faaliyetleri için gerekli ortamı bulamamıştı. Böylece 1905 I. Rus İhtilali’nden sonra nispi bir söz yazı ve konuşma ortamının doğmasıyla Bakû’ye dönmüş ve burada gerek muallimlik gerekse gazetecilik yaptığı yıllarda Türkçülüğün yayılması için çalışmıştır. Ali Bey Hüseyinzade Füyuzat’ta yayımlanan “Mecnun ve Leyla-i İslâm” adlı makalesinde milliyetçiliğini bilhassa Türkçülüğünü ön plana çıkararak, İslâm dinini güzel bir kadın şeklinde tasvir edip, onun beyninin Osmanlı Devleti’nden ibaret olduğunu gösteriyordu. Ayrıca Türkçülük ve milliyetçilik ideallerine sadık kalarak ısrarla bütün İslâm âlemi için Osmanlı Devleti’nin bir merkez olduğu düşüncesinde idi. Ali Bey Hüseyinzade’ye göre, ruhun beynin merkezinde bulunması gibi Osmanlı Devleti’nin başkentinde oturan padişah da İslâm âleminin ruhuydu. Ali Bey Hüseyinzade, “İslâm’ın beynini muayene ederken bunun. ‘Türk tahtı’ olduğunu keşfettim. Ruhun dimağın merkezinde bulunması icap ettiğinden anladım ki, müşahede etmekte olduğum zat beden-i İslâm’ın ruhudur” diyordu.[33]
Hayat gazetesi milletin hayatını ikiye, manevî ve ruhanî hayatla, maddî ve cismanî hayata bölüp, Müslüman halkların bir millet olduğunu ve onların manevî hayatlarının İslâm dininden ibaret olduğunu, bu dinin de halkların ruhunu meydana getirdiğini ifade etmekteydi.[34]
Azerbaycan’da Pan-Türkizm ve Pan-İslâmizm taraftarlarının Osmanlı Devleti’ni siyasî ve dinî bir reis olarak gördüklerini belirtmiştik. Ali Bey Hüseyinzade, milletler hakkındaki görüşlerine kan bağlarını da ilâve etmekte ve bu hususiyetin milleti meydana getiren en mühim sebeplerden biri olduğunu düşünmekteydi.[35]
Azerbaycan’da Türkçülüğün bir başka temsilcisi Ahmedbey Agayev’di. Yüksek eğitimini Fransa’da tamamlayan Agayev Fransa’da yaşadığı yıllarda Pan-İslamizm konusunda da bazı risaleler kaleme almıştı. Onun görüşlerinin şekillenmesine Cemaleddin Afgani’nin büyük etkisi vardı. Afgani, müstemlekeciliğe karşı mücadele edilmesi için milliyetçilikten bir silah gibi faydalanılmasını düşünmekteydi. Agayev’i Afgani’ye yaklaştıran da bilhassa bu husustu. 1885’te Osmanlı Devleti’nden Azerbaycan’a döndükten sonra İran hakkındaki düşünceleri tamamen değişti ve bunun yerini Osmanlı Devleti’nin büyük ve müstakil bir devlet olarak kabul edilmesi ve bütün dünyada İslam Devletlerinin en önemli desteğinin yine bu devlet olması gerektiği aldı.
Azerbaycan aydınlarının çoğu Rusya’da veya Avrupa’nın değişik ülkelerinde eğitimlerini tamamlamış olan liberal aydınlardı. Bunlar arasında hukukçular, muallimler, gazeteciler, doktorlar da vardı. Dönemin en önemli hukukçularından biri 1888’de St. Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitiren Ali Merdanbey Topçubaşov idi. 1898’de Hacı Zeynelabidin Tagiyev tarafından alınan Kaspi gazetesinde redaktör olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde aydınlar gazete etrafında toplanırken Kaspi’nin konularında da değişimler ve gelişmeler görülmekteydi. Bilhassa Azerbaycan halkının tarihi ve etnogenezi ile ilgili son derece ciddi makaleler yayımlanmaya başlandı. Topçubaşov aynı zamanda halkın yararına faaliyetlerde bulunan bir hizmet adamıydı. I. Devlet Dumasına milletvekili seçildi ve “Müslüman Grup”un başkanı olarak Rusya Müslümanlarının I. ve IV. Kurultaylarına temsilci olarak katıldı.[36] Duma toplantılarında Rus hakimiyeti altında yaşayan halklara milli muhtariyet verilmesi yönünde yaptığı konuşmalarla dikkat çekti. Topçubaşov özellikle sosyal adaletsizliğe karşıydı.
1905’te Bakû’de yapılan genel grev sırasında işçilerin şuurlanmasına çalıştı. Ayrıca sermayedarlara da milliyet ve dinine bakılmaksızın bütün işçilerin maaşlarının arttırılmasını, ayda 4 gün tatil yaptırılmasını yıllık izin verilmesini ve ödüllerle işçilerin mükafatlandırılmasını tavsiye etmekteydi. 1917-1920’de Bakû Müslüman Şûrası Geçici İcra Komitesi’nin başkanı sıfatıyla Paris Barış Konferansı’nda Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin temsil heyeti başkanlığını yaptı.[37]
1905’te sansür de kısmen zayıflamıştı. Ancak bu dönemde, matbaaların gelişmeye başlaması da gerek gazete ve dergi gerekse kitap neşrinde büyük rol oynadı. Bu matbaaların en önemlilerinden birisi Oruç, Kanber ve Abuzer Oruçov kardeşlerin sahibi olduğu Oruçov Matbaası idi. Matbaa dönemin en yeni teknolojik unsurlarını kullanmaktaydı. Bu matbaa Azerbaycan kültür hayatının gelişiminde çok önemli bir yere sahipti. Neriman Nerimanov’un bütün eserleri, A. Hakverdiyev’in, Abbas Sıhhat’in, Abdullah Şaik’in, Üzeyir Hacıbeyov’un ve Yusuf Vezir Çemenzeminli’nin eserleri düzenli olarak burada yayımlanırdı. Dünya edebiyatından tercümelerin yer aldığı eserler de basılmaktaydı.
1905’te Azerice yayımlanan ilk gazete Hayat oldu. Ahmedbey Agayev, Alibey Hüseyinzade, Necefbey Vezirov, Hakverdiyev, Hasan Sabri Ayvazov, Mehemmed Hadi, Mehdibey Hacınski ve din adamlarından Ahund Mirza Ebu Turab, Ahund Molla Elekber vb. gazeteye yazılarıyla iştirak eden aydınlardandı. Hayat ayrıca bir dönem Ekinci için yasak olan dış haberleri de düzenli olarak neşretmekteydi. Bir diğer gazete olan İrşad, Agayev tarafından yayımlanan siyasi, sosyal ve iktisadi bir gazete hüvviyetinde idi. İrşad, Haşımbey Vezirov’u, Mehmed Emin Resulzade’yi, Üzeyir Hacıbeyov’u Ali Abbas Müznib’i etrafında toplamıştı. Terakki gazetesi İrşad’ın kapanmasından sonra Agayev tarafından çıkartılmaya başlandı. İlk sayısı 1908’de yayımlanan gazetede hürriyet, eşitlik ve adalet şiarları yer aldı. Siyasi, edebi, sosyal ve iktisadi bir gazete idi. Füyuzat dergisi Hayat’tan sonra Alibey Hüseyinzade tarafından neşredildi. İlk sayısı 1906’da çıkan dergide A. Hüseyinzade, Mehemmed Hadi, Abbas Sıhhat, Ahmed Kemal, M. E. Resulzade, Sabir ve Hasan Sabri Ayvazov yazılar yazmaktaydılar. Füyuzat edebi ekolü XX. yüzyılın başında özgürlük ve bağımsızlık idealleri taşıyan Azerbaycan edebiyatının teşekkülünde ve gelişiminde büyük rol oynadı.[38] Bundan sonra sırasıyla Debistan, Tekamül, Molla Nasreddin, Taze Hayat, Behlül, İttifak, Koç-Davet, Zenbur ve Rehber gazete ve dergileri yayımlandı. Rusça da pek çok gazete ve dergi yayımlanıyor ve Azerbaycan aydınları buraya çoğu zaman yazılarıyla iştirak ediyorlardı.
Azerbaycan basın tarihinde ilk mizahi dergi olan Molla Nasreddin 7 Nisan 1906’da Tiflis’te Gayret matbaasında neşre başladı. Derginin redaktörü Celil Mehmed Kulizade idi. Molla Nasreddin XX. yüzyılın başlarında Rusya ve Azerbaycan’da mevcut olan son derece karışık sosyal ve siyasi atmosferde yaratıldı ve kısa zamanda büyük ün kazandı. Azerbaycan sosyal hayatının bir anlamda ansiklopedisi sayılan Molla Nasreddin kısa aralarla 25 yıl yayımlandı. Önce Tiflis’te (1906-1918), kısa bir süre Tebriz’de (1921), daha sonra ise Bakû’de (1922-1931) faaliyet gösterdi. Dergi ilk sayısından itibaren dilin varlığı ve temizliği için mücadele etti. Ayrıca kadın hakları ve kız çocuklarının eğitilmesi konusuna da önem verdi. Onlar, her tür geriliğin, tembelliğin, gaflet uykusunun düşmanı oldukları gibi kendine yabancılaşmanın, aslından uzaklaşmanın, milli adları ve milli gelenekleri de yabancılaştırmanın da aleyhinde idiler. Derginin etrafında devrin en güçlü kalem sahipleri yazarlar, şairler, ressamlar toplanmıştı. Bu kişiler, aynı zamanda XX. yy. Azerbaycan edebiyatının önemli isimleri idi. Bunlar Sabir, Ali Nezmi, Ömer Faik Numanzade, Mehmed Seyid Ordubadi,[39] Salman Mümtaz gibi aydınlardı. Ayrıca devrin ihtilalci yazarları, eğitimcileri de Molla Nasreddin’i yazılarıyla desteklediler. Neriman Nerimanov, Üzeyir Bey Hacıbeyov, Feridun Bey Köçerli vb. Molla Nasreddin’in halk tarafından bu kadar çok sevilmesinin bir başka sebebi ise dergide yer alan karikatürler idi.[40] Molla Nasreddin dergisi savuduğu fikirler ve bunları büyük bir cesaretle ifade etmesi yüzünden sadece Azerbaycan’da değil, bütün Yakın ve Orta Doğu ülkelerinde ün kazandı. Daha sonra adına “Molla Nasreddinciler” denilen bir akım doğdu. Celil Mehmed Kulizade kadar çok güçlü mizah kabiliyetine sahip olan Sabir, milli ve siyasi konularda hükûmetin takibatına uğramamak için “Hop-Hop”, “Din Direği”, “Mirat”, “Fazıl” gibi müstear adlar kullanmış olsa da yazılarındaki dil ve üslupla hemen tanınmaktaydı. Sabir, Molla Nasreddin dergisinde yazı yazmaya başladıktan sonra ise dergiyle ayrılmaz bir ikili oluşturmuştu. Halka anlatmak istediği fikirleri kendine has üslubuyla şiirlerine aktaran Sabir, Azerbaycan sosyal hayatında değinmediği saha bırakmamıştır.[41]
Molla Nasreddin’in yayımlandığı Gayret matbaası, Şark-i Rus gazetesinin borçlanıp kapanması ve M. Şahtahtinski’nin matbaayı satma kararından sonra açıldı. Matbaa sadece halka hizmet etmeyi gaye edinmiş bir kurumdu. 1905’in Mart ayında faaliyete başladı ve 1907’ye kadar devam etti. Matbaa Türkçe, Farsça, Arapça, Rusça ve batı dillerinde her türlü kitap, dergi ve ticarete ait kağıtları en iyi harf ve baskı tekniğiyle basıyordu. Bastığı kitapların çoğunu parasız, bazen de çok ucuza satarak halkın kitap alıp okumasını sağlamaya çalışmaktaydı. Molla Nasreddin, çoğu zaman bu kitapları müşterilerine hediye olarak da veriyordu. Gayret matbaası, Azeri halkının sosyal şuurunun uyanmasına yardım maksadıyla açılmış ilk kültürel müesseseydi. Ayrıca yaptığı en büyük hizmet Molla Nasreddin dergisinin basılması oldu. Ömer Faik Numanzade[42] 1906’da İrşad gazetesine yazdığı bir makalede Gayret matbaasının programını, amacını izah ederek, kalem sahiplerine sesleniyordu.[43] Matbaaya Gayret adının verilmesi bile tesadüfî değildi. Çünkü devir, vatanın herkesten gayret beklediği bir devirdi. Ömer Faik’in ilk ve son eseri olan ve bu matbaada basılan Davet adlı kitap eli kalem tutanları, imkânı ve nüfuzu olanları millî gayrete çağırıyordu.
1907 ve 1917 yılları arasında yayımlanan gazete ve dergilerde de aydınların yoğun faaliyetleri devam etti. Bu yıllar arasında devrin ileri gelen aydınları sosyal olayları yazılarında doğrudan değil dolaylı olarak aksettirmekteydi. Siyasi ve sosyal olaylarla birlikte dini meseleler ve özellikle dil ve kültür konularında devam eden tartışmalar da burada kendini gösteriyordu. Hakikat, Yeni Hayat, Güneş, Malumat, Yeni İrşad, İkbal, Yeni İkbal, Açık Söz, Asar-ı Hakikat, Taze Haber, Son Haberler, Işık, Hak Yolu, Kelniyet, Müraat, Şelale, Mekteb, Bakı Heyatı, Yoldaş, Seda, Seda-i Vatan, Seda-i Kafkas, Hilal, Yeni Füyuzat, Nicat, Dirilik, Tuti, Basiret, Baba-i Emir, Doğru Söz, Kurtuluş[44] Bu gazete ve dergilerden olan Hakikat’te Üzeyir Hacıbeyov, Malumat’ta ise Mehemmed Hadi’nin yazıları ve şiirleri yer almaktaydı. Işık dergisi kadınlara mahsus olup eğitim ve sağlık konularında makaleler ve tavsiyeler vermekteydi. Hak Yolu gazetesi ise Feridun Bey Köçerli’nin, M. E. Resulzade’nin bazı önemli makalelerini yayımlamıştı. Bunlardan başka Ali Fehmi ve Mehmed Sadık Ahundov vb. aydınlar da gazeteye düzenli yazılarıyla katkıda bulunmaktaydılar.
19 Ocak 1913’te yayınlanan Şelale dergisi edebi, sosyal ve ilmi bir yayındı. Ayda iki defa çıkan Şelale’nin özellikle Osmanlı edebiyatına ilgisi büyüktü. Bu amaçla dergide yer alan makalelerin çoğu Osmanlıca kaleme alınmaktaydı. Şelale nispeten muhafazakar çizgide olup kadın özgürlüğünün de tamamen karşısındaydı. Bu konuda İkbal gazetesi ile Şelaleciler arasında zaman zaman şiddetli tartışmalar yaşanırdı. Derginin muharriri Sabribeyzade Halil Hürrem Bey dergiden ayrıldıktan sonra yayınlanan makalelerde Azericeye daha fazla önem verilmeye başlandı.
Kültürel Gelişmeler: XIX. yüzyılın ikinci yarısında Azerbaycan tarihçiliğinde önemli adımlar atılmaya başlandı. Mirza Yusuf Nersesov Karabaği, Mir Mehdi Hazani, Rızakulu Bey Mirza Cemaloğlu, Ahmet Bey Cevanşir gibi aydınların kaleminden çoğu Karabağ’ın tarihine hasredilmiş birçok eser kaleme alındı.
Bu dönemde edebî tenkit konusunda ilk adımlar M. F. Ahundov tarafından atıldı.[45] Azeri halkı ideoloji yönünden de, felsefî ve siyasî fikir yönünden de kendi aydınlarını yetiştirecek seviyeye ulaşmıştı. Bu aydınlardan biri M. F. Ahundov’du. Avrupalı eleştirmenlerin “Doğunun Molyeri”, Rusların “Doğunun Gogolü” dedikleri Ahundov, İslâm dünyasının ilk dramaturgudur. Ortaçağ görüşlerini eleştiren eserlerini, halk dilinde yazmaya özen göstermiştir. Komedileri Rusça ve Farsçadan başka Avrupa dillerine de çevrilmiştir. 1905 yılına kadar olan edebiyat onun etkisi altında gelişti. Ahundov’un dünyası bütün kökleriyle millî zemine bağlıydı. Doğu halklarının felsefî mirası ile kendi devrinin felsefî fikrine vukfu tamdı.[46] XIX. yüzyılın ikinci yarısı, Azerbaycan dramaturgiyası (tiyatrosu) ile karakterize edilmektedir. Ahundov’u takip ederek halkın hayatından alınmış eserlerle millî tiyatroya ulaşan N. B. Vezirov, E. B. Hakverdiyev, N. Nerimanov edebiyata büyük hizmetlerde bulundular. Bu devrin mühim şairelerinden biri, halk arasında Han Kızı adıyla bilinen Hurşidbanu Natevan’dır. Natevan’dan bugüne sadece gazelleri kalmıştır.[47]
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Azerbaycan’da ilk genel kütüphane ve kıraathaneler açılmaya başlandı. Ahundov ve Zerdabi’nin çalışmalarıyla Azeri aydınlar matbaa, neşriyat vs. meselelerle birlikte millî kütüphaneler açmanın gerekli olduğu fikrini ciddi olarak ileri sürdüler. Yüzyılın sonlarında şehirlerde 10’dan fazla kütüphane ve kıraathane mevcuttu. Bunların en mükemmeli ve görkemlisi Neriman Nerimanov’un Nisan 1894’te kurduğu kütüphaneydi. Kitapların çeşitliliği ve zenginliği, çağdaş eğitimcilerin çalışmaları, katalogların meydana getirilmesi, çocuk edebiyatı şubesinin kurulması, kütüphanenin maddî ihtiyaçlarının ödenmesi için tedbirler alınması gibi üstünlükleriyle fark ediliyordu. Kütüphanenin kurulmasına yardımcı olanların başında H. Z. Tagiyev, İ. Nagiyev, İ. Dimitriyev gibi zenginler gelmekteydi. Nerimanov, birçok defa basın yoluyla bu şahıslara teşekkürlerini bildirdi.[48] H. Memmedov, bu kütüphanenin sadece Bakû’de değil, bütün Rusya Müslümanları arasında, belki Yakın ve Orta Doğu’da ilk zengin medeniyet ocağı olduğunu söyleyip, S. M. Ganizade, H. Mahmudbeyov, S. Velibeyov, S. S. Ahundov ve E. Ahundov’un kütüphanenin kurulması sırasında gösterdiği büyük hizmetlerden, maddî ve manevî yardımlardan bahsetmekteydi.[49] Bu aydınlar vasıtasıyla kütüphaneye çeşitli dillerde yayınların gelmeye başlaması, maarif ve medeniyet evine bambaşka bir hususiyet kazandırdı.[50] Azerbaycan’da bir kütüphane şûrası açma fikri ilk olarak Nerimanov’dan geldi. Şûrada N. Nerimanov, E. Caferzade, S. M. Ganizade, H. Mahmudbeyov, A. Agayev, A. M. Topçubaşov gibi aydınlar vardı. 1897-1898 yıllarında şûranın en genç üyesi 18 yaşındaki M. E. Resulzade idi. Nerimanov’un kütüphanesine sadece ilim ve medeniyet erbapları değil, dindarlar da gelmekteydi. Her biri değişik mesleklere sahip bu insanları birbirlerine yakınlaştıran, Doğu ve dünya halklarının kitaplarından, gazete ve dergilerinden bir şeyler öğrenme arzusuydu. Bunu daha iyi anlamak için okuyuculara -molla ve seyidler- eve verilen kitapların, gazete ve dergilerin elden ele geçtiğini, okumaktan eskiyerek yırtıldığını söylemek kâfidir.
Devrin dindarlarının çoğu kütüphaneye gidememekte, bazı din adamları da takibata uğrama tehlikesine karşı ihtiyatlı olmak mecburiyetindeydi. Çağdaşlaşmanın karşısında olanların küçümseyen bakışlarına karşı, kütüphanenin prensipleri sağlamdı. Bütün bu şartlar göz önüne alınarak Nerimanov ve arkadaşları eve kitap verme hususunda önemli çalışmalarda bulundular. Kütüphanenin bu faaliyetlerinden haberdar olan din adamları, okumak istedikleri yayınları kütüphane şûrasının yardımlarıyla evlerine getirip okudular. Eğitim-öğretim ve halkın bilgilendirilmesi yolunda alınan bu tedbirlerden rahatsız olanlar, Bakû’de açılmasına sehven izin verilen Nerimanov kütüphanesi küfür ve itaaatsizlik ocağıdır, diyerek faaliyetleri baltalamaya çalıştılar. 8 Nisan 1894 tarihinde büyük umutlarla açılan kütüphane 8 Ekim 1898’de kapatıldı.[51] Nerimanov’dan sonra S. M. Ganizade Bakû’deki ikinci zengin kütüphaneyi açtı.
Ganizade 1883-1887 yıllarında Tiflis’te Aleksandriyevski Muallimler Enstitüsü’nde okurken Ahundov ve Zerdabi’nin mirasını devam ettirmeye karar verdi. Seleflerinin içtimaî ve medenî arzuları onu derinden etkilemişti. Matbaa, kütüphane, kıraathane açma faaliyetleri de bunlardan biriydi. Hatıralarım adlı kitapta, Okuduğumuz enstitünün kütüphanesi çok zengindi. Fakat birçok yazarın kitapları yasaklanarak kataloglardan çıkarılmıştı. Bunun için bazı kitaplar gizli okunmaktaydı. Polis baskısı kuvvetliydi. Önemli kitapları bulmak çok zor olduğu için, onların gizli olarak okunması da tehlikeliydi, diye yazmaktadır.[52] Ganizade’nin açmayı düşündüğü kütüphane, okuduğu enstitünün kütüphanesinden ayrı olmalı, dilleri ve dinleri farklı olan okuyucuların hepsine hizmet edebilmeliydi. Nihayet o, uzun zamandır arzuladığı kütüphanenin açılmasına 1890’lı yılların sonlarına doğru muvaffak olabildi. Ganizade, asrın taleplerine uygun kütüphanelerin açılmasını ve okuyucuların bütün dillerdeki kitaplardan istifade etmesinin gerektiğini belirtiyordu. Böylece çeşitli ülkelerin milletlerini birbirine yakınlaştıracak, kültürel münasebetler köprüsünü kuracak kütüphane, büyük zorluklarla meydana getirildi. Moskova, St. Petesrburg, Harkov, Tiflis, Kazan, İstanbul, Tebriz gibi yerlerden gelen yayınlarla zenginleşen kütüphane Şubat 1890’dan, Mart 1897’ye kadar her gün sabah saat 8:00’den akşam saat 22:00’ye kadar faaliyet gösterdi.[53] Daha sonra kütüphaneye birçok engel çıkartılarak süresiz kapatılmasına karar verildi. Ganizade bununla da yılmayarak çağdaşı olan N. Nerimanov, E. Caferzade, H. Mahmudbeyov, E. Ahundov, S. S. Ahundov, M. Efendiyev gibi aydınların yardımlarıyla millî basın-yayını kurmak için gayret gösterdi ve 1870’li yıllardan itibaren çalışmakta olan Tiflis Neşriyat Şirketi prensiplerine dayanarak nüfusu 112 bin olan Bakû’de bir matbaa açmayı başardı (1898), fakat matbaa kısa bir süre sonra kapanmak zorunda kaldı.
Benzer kütüphaneler, daha sonra Azerbaycan’ın birçok şehirlerinde açılmaya başlandı. Mirza Memmedali Kasımov 14 Haziran 1895’te Kuba’da bir kütüphane ve kıraathane açtı. Kütüphane zamanının neşriyatlarından 21 tanesini alıyordu ki, bunların 13 tanesi Türkçe ve Farsçaydı. Çok geçmeden aydınların liderliğinde Kuba, Şuşa, Nuha, Gence gibi şehirlerde birbiri ardından kütüphaneler açılmaya başlandı. Bilhassa 1896’da Şuşa’da A. Agayev tarafından bir kütüphane açıldı. Kütüphanenin maddî ihtiyaçlarının Nerimanov ve Ganizade’nin kütüphanelerinde olduğu gibi tiyatro oyunlarından elde edilen gelirle sağlanması yoluna gidildi. Alınan bu tedbirlerle ihtiyaçların tamamının olmasa bile bir kısmının ortadan kaldırılmasına çalışıldı. Agayev’in kütüphanesi sadece okuyucuların değil, yazarların da dikkatini çekti. Böylece burası Şuşa’nın çağdaş Müslüman kıraathanesi olarak adlandırılmaya başlandı. Agayev Fransızcayı ana dili gibi bildiği ve bu dilde ders verdiği için kendisine “Frenk Ahmed”, kütüphanesine ise “Frenk Ahmed’in Kütüphanesi” denildi. Bu kütüphane Bakû ve Kuba kütüphanelerinden sonra Kafkasya’nın en büyük üçüncü kütüphanesi oldu.[54] XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan’ın yenileşme hareketi içinde yer alan aydınların toplumda eğitimden başlayarak sosyal ve kültürel alanlarda gerçekleştirdikleri faaliyetlerin esasını halkta bir milli bilincin oluşturulmaya çalışılması yatmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Nesrin Sarıahmetoğlu KARAGÜR
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 297-307