Azerbaycan’da Bir Türk Mezarı
Osmanlı Devleti, l.Dünya savaşında dört yıl boyunca, yedi cephede dönemin en güçlü devletleriyle savaşmak zorunda kalır. Ülkenin her bölgesinde bir cephe açılmışken, o tarihte, Azerbaycan’ın durumu farklı değildir.
Azerbaycan’ın; ilmî, iktisadî ve askeri bakımından ilerlemesi kasten engellenir. 1918 yılında Azerbaycan işgal edilir. Azerbaycan’ın birçok şehri ele geçirilir.(1) Düşman işgalciler Şaumyan’ın idare ettiği hareket, tümüyle halka yönelmiştir. Bakü’de, Türklere karşı 18 Mart-1 Nisan 1918 tarihleri arasında korkunç boyutlara ulaşan katliam gerçekleştirirler. Bu katliamda 12.000 Azerbaycan Türkü şehit edilir. Baskı ve vahşetlerinden kurtulmak için Bakü’deki halkın yarısı şehri terk etmek zorunda kalır.(2)
İstanbul’a, Azerbaycan’ın çok zor durumda olduğuna dair haberler gelmeye başlar. Azerbaycan’ın durumu, çabuk hareket ettirmeyi gerektirir. Enver Paşa, üvey kardeşi Nuri Paşa’yı Kafkas İslam Ordusunu kurmak amacıyla Azerbaycan’a gönderir.(3) Düşmanların yapmış oldukları vahşet akıl almaz hal almıştır. Halk çok zor günler geçirir. Onlar için tek ümit kaynağı Anadolu Türkleridir.(4) Türk ordusu Azerbaycan’a geldiğinde halk yollara dökülür, orduyu coşkuyla karşılar. Gence’ye, 25 Mayıs 1918’de gelen Nuri Paşa, burada çalışmalarına başlar. Ordu hazırlıklarını tamamladıktan sonra Nuri Paşa komutasındaki birlikler, işgalcilerin eline geçen Salyan’ı, Ağsu’yu, Kürdemir’i, Şamahı’yı alır. Bakü hâlâ işgalcilerin elindedir. Bakü’ye hücum eden Türk ordusunun ilk harekatından kesin sonuç alınamaz. Zor durumda olan halk bu durumdan rahatsız olur. İşgal altında bulunan Bakü’de işkenceler had safhaya ulaşmıştır. Halk çaresizdir, insanların çaresizliğini gören Abdullah Saik, “Niçin Böyle Geciktin” başlıklı şiirinde halkın halet-i ruhiyesini şöyle anlatır:
Sensiz kalbim kırık, sönük, çiğnenmiş, hırpalanmış
Ömür şişem taşa değmiş, hayatım parçalanmış,
Kırık bir saz gibi sızlar kanlı, yorgun telleri.
Yıkılır da yakar bütün kaygı vurmuş elleri.
Şu vatanın öksüzleri, gelinleri, dulları,
Göz yaşıyla sulanmış hep geçtiğimiz yolları.
Yolunuzu beklemekten benizleri sararmış,
Hiç gelmedin. O şen gülen yürekleri gam almış.
Sen gelmezsen, dolumsanmış yürekler
Sen gelmezsen, harabeye dönen kalp âbâd olmaz.
Sen gelmezsen, güneş doğmaz, ümit gülüm açılmaz
Dudaklarım gülmez, sönük bahtıma nur saçılmaz.
Başkasını istemem de, Ey Türk, çabuk sen gel, sen
Beklemekten yoruldum, ah, işte geç kaldın neden?
Yollarına taş mı dizilmiş? Ya azgın kullar mı?
Bırakmıyor? Taş, demir ya, çelik olsa da onlar.
Yüreğinde şelaleden en metin, kızıl ateşle
Yak onları, erit, söndür, çiğne, boğ, ez, hırpala,
Hain alçak düşmanlara kol gücünü hep göster.
Aç yolları, çabuk gel ki kalbim seni pek ister.
Bununla birlikte birinci Bakü hücumundan sonra halk, ordunun daha hızlı hareket etmesi için Nuri Paşa’ya, Bakü’deki durumun vehametini anlatan bir mektup gönderir. Bu mektupta: “Ey Türk Askeri! Eğer sen Bakü’yü alamazsan, Bakü’de, senin için hazırlanan sofralar konaksız kalacak, senin için kesilen kurbanlar düşmana kalacak. Eğer sen bu şehri alamazsan, müslüman gelinlerin duvaklarını düşman yırtacak, senin muzaffer olman için kalkan elleri zalimler kesecek.” şeklinde halkın durumu anlatılır.
İkinci Bakü hücumunda, düşman birlikleri Türk ordusunun, hücumlarıyla etkisiz hale getirilir. Düşman bozguna uğratılır. Şehir, işgalcilerin elinden alınır. Halk, Nuri ve Halil Paşaları kurtarıcı sıfatıyla karşılar. Onların sayesinde Azerbaycan’ın başkenti istiklaline kavuşur. Azerbaycan halkı, kurtuluş gününün Kurban bayramına denk gelmesiyle çifte bayram sevinci yaşar.(5)
Türk ordusu, Bakü savaşlarında ve bu savaşlardan önce çarpıştığı birçok bölgede yüzlerce şehit verir. Bu cephelerden birisi de Şamahı’dır. Şamahı yakınlarında şehit olan bir subayımızın yaralanmasından şehit olmasına kadar geçen süre içersinde çeşitli duygusal anlar yaşanır. Şamahı civarında yapılan savaşlarda şehit düşen, bu askerimizin ismi bazı kaynaklarda İzzet, bazı kaynaklarda da Kadir olarak geçmektedir. Askerin destanı günümüze kadar nesilden nesile anlatıla gelir. Rütbesi binbaşı olan askerin şehit olmasını Elfayım Eziz, “Azadlık Namına” adlı kitabında şöyle anlatır:
İzzet Bey, Aşot adındaki bir düşmanın ateş etmesi sonucunda yere yığılır. Ağır yaralanan binbaşının yardımına, civarda yaşayan insanlar koşar. Askerimiz yaralandığında orada bulunan Gülsabah adındaki kadın, olaya başından beri şâhid olmaktadır. Başörtüsünü çıkarır, askerin yarasını sarmak ister.
İzzet Bey:
“Bacım kolumu sağlam tut, ben kurşunu çıkarayım” der.
Kurşunu çıkarır. İzzet Bey, Gülsabah’tan cebinde bulunan mendili çıkarmasını ister. Mendili Gülsabah İzzet Bey’e verir. Mendilin içine kurşunu koyduktan sonra,
İzzet Bey: “Artık tamamdır, her şey bitti, yaramı bağlamaya gerek yok. Kanım bu topraklara aksın.” der.
Halsiz şekilde yerde uzanan İzzet Bey, silah sesleriyle kendisine gelir. Türk ordusu gelmiştir. Askerler İzzet Bey’i yaralayan askeri orada çıkan çatışmada vururlar. Ordunun gelmesine İzzet Bey çok sevinir. Karşısında Nuri Paşa’yı görünce heyecanlanır. Nuri Paşa İzzet Bey’in yanına yaklaşır, İzzet Bey’in başını dizlerine kor. Artık İzzet Bey son anlarını yaşamaktadır. Nuri Paşa’ya: “Paşam bir Türk paşasının dizlerinde can vermek benim için büyük bir şereftir.” der.
Nuri Paşa: (onu teselli etmek için) “Sen yaşayacaksın daha çok zafer kazanacaksın” cevabını verir.
Fakat, İzzet Bey son anlarını yaşadığının farkındadır. Bitkin bir şekilde uzanan binbaşının etrafında herkes diz çöker, Şeyh Muhsin Kur’an okumaya başlar. İzzet Bey vatanından binlerce kilometre uzaklıkta ölüm kalım savaşı veren soydaşlarına yardım etmenin huzurunu yaşadığı anlarda sessiz bir şekilde okunan Kur’an’ı dinler. Orada bulunan insanların bu tablo karşısında duygularına hakim olamayıp gözyaşlarını tutamadıkları görülür. İzzet Bey, bir ara doğrulur yanındakilerden haklarını helal etmelerini ister. Cebindeki mendili zorla çıkarıp Nuri Paşa’ya:
– Paşam! Babam, Anadolu’da topraklarımızı korumak için vuruşurken ağır yaralanmış. Vücuduna isabet eden kurşunu güç bela çıkardıktan sonra, yanında bulunan silah arkadaşlarına, “Bu kurşunu oğluma verin, ben vatanım için kahramanca savaştım, ülkem için canımı vermek üzereyim. Ona söyleyin beni yaralayan şu kurşunu yanında taşısın, bunu iki etsin.” der ve vücudundan çıkan kurşunla ikiz kardeşler gibi duran şehadet nişanlarını göstererek:
“Paşam! babamın vasiyetini yerine getirdim. Onun söylediği gibi kurşunu iki yaptım. Hâlâ kurşunun üzerindeki kanım kurumadı. Siz de bu kurşunu alın oğluma verin, ona babasının da kahramanca savaştıktan sonra şehit düştüğünü anlatın, bu kurşunları üçe çıkarmasını söyleyin.” der(6) Son sözlerini söyleyen İzzet Bey vurulduğu yerde dünyaya gözlerini yumar.
Halk, İzzet Bey’i yaralandığında Şamahı’ya götürmek ister, fakat o orada defnedilmesini vasiyet eder. Onun vasiyeti üzerine kendi vatanı olarak gördüğü topraklara, Şamahı yakınlarındaki Acıdere mevkine defnedilir. O günden bu güne kabrin adı “Türk mezarı” olarak anıla gelir.
Türk kabriyle ilgili araştırmamızda karşımıza Bahtiyar İsmailli (Türkcanlı) çıkmaktadır. Bu şehit mezarıyla Dr. İsmaili’nin adı, adeta özdeşleşmiştir. Onun anlattıklarına göre sonradan işgalciler tarafından birkaç kez kaldırılmak istenir. Bu yönde harekete geçenler hükümet nezdinde girişimlerde bulunmalarına rağmen isteklerine nail olamazlar. Zaman içersinde çeşitli tahribata uğrasa da halk tarafından tamir edilir. Kabrin taşı ilk defa Şamahı kasabası kaymakamı tarafından diktirilir. Bu hayırsever vatandaş daha sonra, 1928’de öldürülür. Kabre halkın sahip çıkması yanında şâirler de şiirleriyle vefa borcunu yerine getirmişlerdir.(7) O dönemde rejimin baskılarından dolayı şehit askere karşı yeterli ilgiyi gösteremediklerini, bu duygularını kalplerinde sakladıklarını Azerbaycanlı şâir Gabil şu mısralarla dile getirir:
Türkün kabri
Kadim Şirvan yollarının
Üstündedir.
Azerbaycan toprağının,
Altında yok,
Sinesinde,
Göğsündedir,
Kollarının üstündedir.
Ben bu kabrin devrinde
Yetmiş bir yıl lâl olmuşam,
Sağır olmuşam,
Yetmiş bir yıl
Bu basit bir zaman değil
Bu garibin
Muzdaribin
Bu askerin
Bu yaverin
Şehit ruhu,
Şanlı ruhu huzurunda
Hacâletten hâr olmuşam.
Türk sözünü,
Türk adını
Dilimize getirmek de cinayetti.
Türkün kabri
Hasret kaldı.
Anaların bacıların
Sımsıcak gözyaşına
Gözyaşını bulut sıktı
Yağış döktür baş taşına
Türkün kabri hasret kaldı
Anaların bacıların
Ağısına.
Bunu reva görmem hiç
Düşmanımın da düşmanına.
Türkün kabri hasret kaldı
Anaların bacıların kara matem libasına.
Sonraki dönemde garip kalan kabre halkın ilgisi devam etmiş, etrafını Şamahılı, Muhammet isminde bir şoför düzeltmiş. Daha sonra aynı şekilde Şamahılı Babahan Rızahanov adındaki başka bir şoför de mezarın etrafını demirle çevirmiştir.(8) Babahan 1964’te sorgulanır, ifadesi alındıktan sonra altı gün gözaltında tutulur, o dönemde Türkiye ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin yumuşaması neticesinde Babahan serbest bırakılır.(9) İleriki dönemlerde Bahtiyar İsmaili’nin (Türkcanlı) oğlu Atilla tarafından tamir edilen kabre Türk bayrağı da konur.
Mezarın başına şu mısralar yazılır:
Bir Türk kahramanındır bu mezar,
Gör nasıl yer ile yeksan eyleyipdir hakzar,
Kafkas İslam yolunda eyleyip zinhar canın
Erseyi harp içre bir aslanındır bu mezar(10)
Halk tarafından sürekli ziyaret edilen mezar, bir dönem adakta bulunulan kutsal bir mekan haline gelir. Gabil’in şiirinden de anlaşılacağı gibi çocukları olmayan bazı çiftlerin burayı ziyaret edip çocukları olması için dua ettikleri görülmektedir.
Bir sonsuz bey,
Sonsuz gelin
Nezir niyaz eylediler
Sûmâna yüz tuttular
Haktan murat eylediler.
Diz çöktüler
Bu mezarın önünde
Kadim Şirvan toprağında
Söylediler:
Allah teki evlat versin
Oğul, ya kız
Bahtiyar Vahabzade “Tenha Mezar” şiirinden bir kaç mısrayı yaptırmış olduğu levhayla birlikte yolcuların gelip geçtiklerinde görebilecekleri bir mekana astırması yanında mezarın etrafını da düzelttirir. Vahabzade’nin yolculara seslendiği şiir şöyledir:
Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı var ne soyadı.
Ey yolcu, arabanı eyle bu yerde
Soruş kimdir yatan tenha yerinde
O bir Türk zabiti kahraman, metin
Doğma kardeşine yardıma geldi.
Kırgına tutulan milletimizin
Haklı savaşına yardıma geldi.
Uzakdan hay verip senin sesine
Geldi, geldi dönmedi öz ülkesine.
Düşman saflarını o, soldan sağa
Biçip destesiyle cepheyi yardı.
Toprağın uğrunda düşüp toprağa
Senin toprağını sana gaytardı.
Özü koruduğu, hem can verdiği
Yolun kenarında defnedildi o.
Uğrunda canını kurban verdiği
Toprağı özüne vatan bildi o,
Yolcu arabanı bu yerde durdur.
O mezar önünde sen tazim eyle
Saygı duy, dua ver onun ruhuna,
Ayak bastığın yer borçludur ona.
1918’den, her türlü baskı ve zulümlerin tertip edildiği bir dönemden, günümüze kadar nöbetini bihakkın tutan Türk şehidi, Azerbaycan halkının kalbinde onlara verebileceği en değerli hediyeyi, canını vererek taht kurmuştur. Bir dönemde kimliklerden Türk isminin çıkarılmasına, bu ismi söyleyenlere en ağır cezaların verilmesine rağmen, Türk ismi bu kabirde ölümsüzleşmiştir. Bu sessiz kabir, adeta yoldan gelip geçen yolculara, o dönemde Azerbaycan’da gerçekleştirilmek istenilen menfur düşünceyi sessiz haliyle anlatmaktadır. Ciltlerce kitabın ve binlerce hatibin yapamayacağı tesiri yakınından geçenlerin kulağına sanki fısıldarken, tarihî vazifesini yapmış olmanın huzuruyla yoldan gelip geçenleri selâmlamaktadır.
Kaynak: Yağmur Dergisi Kasım-Aralık 2004
Qafqaz Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Öğretim Görevlisi
İki devlet tek milletin en güzel göstergesi.
duz deyirsen qaqam biz iki dovlet bir milletik allah icaze verse ermenistanda bu iki dovlet birmilletin yumrugunu dadacag
duz deyirsen qaqam biz iki dovlet bir milletik allah icaze verse ermenistanda bu iki dovlet bir millet
kimdi gotereceyik