Avrupa Arap’ların Talebesidir
Bu söz 20.yy. oryantalistlerinden Fernand Grenard’a aittir. Ona müsteşrik te diyebiliriz. Grenard dar anlamda ifade etmiş daha geniş anlamıyla bu ifade Avrupa İslamların Talebesidir olmalıydı.
Tarih ders kitaplarında eskiden Avrupa Rönesans’ını hazırlayan şartlardan birinin İstanbul’un fethi olduğu yazılıydı, güya kaçabilen bazı Bizanslı bilginler kitaplarını da götürmüşlerdi. Yanlış ve eksik bir tarifti tabii bu. J. Freely’e göre Bizans’ın son döneminde İtalya’ya göç eden birkaç bilgin varsa da bana kalsa bu Rönesans’ı kotarmaya yetmezdi. Hem Bizans düşerken o kıyamette hangi bilgin, hangi kitap? Pek mantıklı görünmeyen batı bakışlı bir hüküm.. Şartlardan diğerleri de İtalya ikliminin uygunluğu, v.s idi. Rönesans’ı yaratan köprülerden birinin Endülüs olduğu az çok anlaşıldı da diğer köprü Sicilya’yı bilen galiba çok az, bilinense sadece Mafya. Zaman tünelinde neler var girip bir bakalım: Tunus’tan gelen Ağlebi hanedanının Sicilya ve Güney İtalya’yı yaklaşık ikiyüz elli yıl idare ettiğini, Normanların Sicilya’yı onlardan aldığını tarih ders kitaplarımız yazmaz. Normanların akılsızlık etmeyip Müslüman kadrolardan idari ve mali işlerde faydalandığı tarihi bir gerçek. Norman hükümdarlarının en ünlüsü 2. Firederiği İtalyanlar kendi kitaplarında kültürlü ve sanat aşığı, Müslümanlarla iyi geçinen ama Papalıkla ve Lombardiya (Kuzey İtalya) şehirleriyle devamlı savaş halinde bir hükümdar olarak tanıtır.
F. Grenard Asyanın Yükseliş ve Düşüşü adlı kitabında Firedriğin Arapça konuştuğunu, doktorlarının Arap olduğunu, Hac için Kudüs’e gittiğinde Sultan Melik ül Kami’e (Eyyubi’ydi değil mi ?) misafir olduğunu ve ona Ah! Papa nedir bilmeyen bahtiyar sultan diye hitap ettiğini yazmaktadır. Günümüzün Papaları da bunu bilir ama bilmemezlikten gelir. Firedrik üstelik her gün yıkanan günahkar (!) da bir prens imiş. Özellikle Katolik alemi yakın zamanlara kadar yıkanmamakta ısrar etmiştir, (Vaftiz suyu üstlerinden gitmesin diye).. Kudüs’ten dönünce Araplardan kalan kaleleri tamir ettirdiği gibi çizmenin topuğundaki yerlerde benzerlerini de inşa ettirmiş.
Zaman tünelindeki yolculuğumuza başka bir batılı yazarın verdiği bilgilerle devam ediyoruz. Alman Felsefeci Dr. Sigrid Hunke’ye göre kâğıt Sicilya üzerinden Avrupa’ya geçmiştir. Araplar Çinli esirleri 751 de Semerkant’a yerleştirmiş ve kağıt imalatını öğretmeleri karşılığında hürriyetlerini onlara geri vermiştir. 754 te halife El Mansur Papirüsün kullanılmasını yasaklamıştır,, kağıt ucuzdur çünkü. Harun Reşit zamanında Vezir Yahya Bermeki Bağdat’ta ilk kağıt fabrikasını kurmuştur. Kağıt Suriye, Filistin, Mısır, Tunus üzerinden Sicilya’ya çıkartma yaparken Fas üzerinden Endülüs yoluyla da Avrupa’ya ulaşmıştır. Kağıtla ilgisi olan bir başka konu ise ünlü “tercüme” faaliyetidir. İslamlar savaş ganimeti olarak eski yunan filozoflarına ait el yazmalarını istemektedir,, Bizans şaşırmıştı, küflü depolar açılarak Emevilere istedikleri verildi, zaten o yazmalar Kiliseye göre küfürdü, verilmesinde sakınca yoktu.. Böylece tercüme başladı. Dr. Hunke, felsefi tercümelerin Abbasi Halifesi El Mansur zamanında başladığını ilk önce Aristo’nun Organon adlı eserini çevrildiğini, Harun Reşidin de “Beytül Hikme”yi kurduğunu yazmaktadır. Harun Reşid’in oğlu El Memun Tercüme Akademisi’ni kurar. Halife El Mütevekkil Hilafet Tercüme Okulu’nu kurmuş, başına Huneyn bin İshak adlı bir Süryani hekimi getirmiştir. Çok iyi Yunanca bilen bu hekim diyar diyar dolaşıp kitap toplamıştır.. Yunan klasiklerini önce Aramca’ya sonra Arapça’ya çevirmiştir. (Doğunun da Erasmus’ları varmış demek ki!). Tercüme faaliyeti sonucunda İslam alemi kendi filozoflarını yetiştirmeye başlamıştır. Bir taraftan da Kahire’de Şii Fatımi hükümdarları Dar Ül Hikmeyi kurdular. Bilimde Sünni İslamlarla yarış içindeydiler.
Eski Yunanı unutulmaktan kurtaran Araplar Aristo’ya Muallimi Evvel demiştir. Muallimi Sani ise Aristo’yu yeniden yorumlayan Farabi idi. Ancak Dr. Sigrid Hunke devrin hakim dili yani Lingua Fırankası Arapça olduğu için onu Arap zannediyor. Avrupa Üzerine Doğan İslam Güneşi adlı bu kitapta zaten Türk adı pek az yerde geçmekte. Dr. Hunke’ye hiç kızmayalım, O Hitler Almanya’sının bir genci olmasına rağmen kendini çok aşmış bir aydın ve kitabı da okunmaya değer. İslam Rönesans’ını masalsı bir dille anlatmış. Bedir yayınevi kitabı tercüme edeli nerdeyse elli yıl olmuş. Bizim Talim Terbiye Kurulu üyelerinden hiçbiri bu kitabı görmemiş mi acaba?. Daha sonra Altın yayınları Hayrullah Örs tarafından yapılan çeviriyi basmıştır. Kitap Kaynak Yayınları tarafından tekrar tercüme edilip satışa sunulmuştur. (kusura bakmasınlar da kitabın özgün adının karşılığı Allah’ın Güneşi İslam Üzerindedir ama onlar kafalarına göre bir ad vermişler).
Günümüzde İslam ilminin ancak yüzde 15’inin Araplara ait olduğu iddia edilmekte, yüzde otuz beşi Farsların, yüzde ellisi Türklerin. Farabi’nin asıl adı da Muhammed bin Uzluk bin Tarkan. ”Ad” onun kimliğini belli ediyor. O aynı zamanda müzisyen, kanunu icad ettiği biliniyor. Yapı Kredi Yayınları 2011’de Bilimde Arapların altın çağı adlı bir çeviri kitap basmıştı, herhalde Araba’a ait bir minyatür yok ki görsel malzemenin çoğu bizim minyatürler. Kitap kapağı bile tutuculuğa kurban giden Takiyüddin’in rasathanesi. İlim Arab’ın, minyatür bizim ne iyi! Anlaşılan Suud’lar batılı yazarlara iyi para akıtıyor.
Bıraktığımız yerden yani Sicilya köprüsünden devam edecek olursak; Batıdan tercüme sanat tarihi kitapları Gotik üslubun Fransa’da doğduğunu yazmakta, ama ana unsur sivri kemerin nereden geldiği konusunda bilgi yok. Bazı mimarlık tarihçilerimiz Haçlı seferlerine katılan Marsilyalı taşçı ustalarının sivri kemeri Antakya civarında öğrendiklerini söylemekte. Dr. Sigrid Hunke çok başka bir yol çiziyor, ona göre sivri kemer yola İran yayılasından çıkmış, Abbasilerin ikinci başkenti Samarra’ya uğramış, Mısır üzerinden Sicilya’ya geçmiş, oradan Kuzey İtalya’ya, Almanya’da Kiel’e ve Fransa’da Hristiyan hacıların en önemli durağı Cluny’e geçmiştir. Buradan Britanya’ya ve Tudor tarzı pencere süslemelerine ve nihayet A.B.D üniversite binalarına (Tudor’un bir hanedan adı olduğunu belirtelim). Aradaki Selçuklu köprüsünden pek bahis yok. Selçuklunun sadelik içindeki ihtişamı batının süslü ama kasvetli Gotiğinin öncüsü olmuş. Mimarlık tarihi kültür tarihinin vazgeçilmez bir parçası olduğu için yazalım dedik. Cluny’e gelince Fransa’da yerinin neresi olduğunu araştırırken Fransız ihtilalinde bu şehirde ki Romanesk tarzı Manastırın tahrip edildiğini öğrendim. Bizim Jakoben özentisi jön(!)lerin, İttihatçıların tarihi mezarlıklarımızı yok edip uzantılarının da Tek Parti döneminde sanatlı camileri depo yapmalarının sebebi anlaşıldı. Mimari etkileşmeden bahsederken Dr. Hunke Arapçada Funduk olarak adlandırılan han veya benzeri yapıların İtalyancaya Fondako olarak geçtiğini yazmakta. Yeri gelmişken. Venedik’te de Türk tüccarların ikamet ettiği bir fondako olduğunu ve bunun “Türk Sarayı” olarak halen mevcut olduğunu yazalım.. Demek ki Türkler bize öğretildiği gibi yalnızca “asker ve çiftçi” değilmiş. Başka meslekleri de varmış. Almanlar Anilin boyaları bulup ta doğayı zehirlemeye başlamadan önce Avrupa’nın kumaşı bugün Yunanistan denen Osmanlı topraklarında ve Edirne’de boyanırmış, ünlü Türk Kırmızısı yani. Masal gibi mi sizce? Ö. Lütfi Barkan öldüyse de İnalcık yaşıyor ve halen yazıyor neyse ki!.
Avrupa üzerine doğan İslam Güneşi adlı kitapta Batının Tıp ve Ecza, Matematik, Astronomi, İdare, Maliye, Müzik gibi alanlarda İslam’dan neler öğrendiği uzun uzun anlatılmaktaysa da biz burada ancak kağıdı, “tercüme”yi ve mimari etkileşimi birazcık anlatabildik. Dr. Hunke Arap Coğrafyacısı İbni Havkal’ın 970 yılında Sadece Palermo’da 300 cami saydığını yazmaktadır. Dr. Hunke’ye göre Sicilya‘yı Araplar saraylar ve camiler çelengiyle süslemiş, sulama kanallarıyla harap toprakları cennete çevirmişti. Bizde Palermo’nun biraz kuzeyinde ki Napoli çevresinde yer alan Salerno tıbbiyesinde Orta Çağ’da Eğitimin Arapça yapıldığını ilave edelim. İtalyan turist rehber kitaplarından pek azı bunu dillendirir, ama canı sıkılarak. Yıllar önce Napoli pazarında siftah yapan pazarcı delikanlının parayı yanağına sürüp yere atmasını (siftah) hepimiz hayretle seyretmiştik. Bugün Sicilya denince onun İslam çağında ki parlak günleri değil, Mafia akla gelmekte. Katolik Sicilya yani. Bağdat‘a bağlı Tunus’ta ki (o zaman İfrikiyye diye anılan bölge) Ağlebi Hanedanı 827 yılında hizipler arasında ki çatışmanın sonucunda Sicilya’ya davet edildi bu onlara adayı işgal fırsatı verdi ( W, Montgomery Watt’dan)
BİR SİNYORUN HEZEYANLARI:
İspanya‘nın önde gelen siyasilerinden biri “asıl Müslümanlar bizden özür dilesin, İspanyayı yedi yüzyıl işgal ettiler” demişti. İyi ki ettiler de size Elhamrayı bıraktılar sinyor, para kırıyorsunuz. Daha başka şeylerde bıraktılar ama siz anlamamışsınız, yoksa böyle saçmalamazdınız. Endülüs medreselerine küçük Hristiyan kırallıklar bürokrat yetiştirmek için öğrenci gönderirdi. Eski Yunan klasikleri önce Arapçadan Latinceye tercüme edilmişti.. Bu kafayla giderseniz korkarım Elhamrayı da beş yüzyıl önceki gibi haydutlarla berduşlara terk edersiniz. O zaman da kuzeyli turistleri Tunusa kaptırırsınız, orada sizde artık olmayan Medina ve Kasbah, ayrıca vaha, deve meve, Mağribi, v.s de var. Uçan halı hariç. Onu da hollywood icad etmişti zaten. Hem sizin bir iç sıkıntınız varmış, gizli Müslümanlardan 14 bin kişi Endülüs’ten kalan vakıfları için devletinizi dava etmiş. Demek ki Endülüs masalı bitmemiş. Bekleyin sinyor, bekleyin!
HAMİŞ; katarakt ameliyatını ilk defa Müslümanlar yapmıştı, Biruni Karanlık Odayı ilk bulan (Gıyaseddin Cemşid ondan sonra kullanmış, daha başkaları da var, İbni Heysem), görmenin nasıl meydana geldiği üzerine kafa yorarken, ve yer çekimi deneylerini yapan Ebubekir Zekeriya. Er Razi çiçek aşısını buldu, 20 çeşit psikosomatik hastalık tarif eden de Razi. 865’te İran’ın Rey şehrinde doğmuştu, Bağdat hastanesinde başhekimlik yapmıştı. 50’nin üzerinde kitabı bugüne gelebildi, kızamık ve çiçek hastalıklarına ait en ünlü kitabı bıraktığı iddia edilir. El Havi adlı ansiklopedisi ölümünden sonra öğrencileri tarafından tamamlanmıştı. İbni Sina damar naklini ilk uygulayan, bacaktan karına, psikiyatrinin temellerini atan o ve anatomiyi geliştiren. El kanun Fit Tıb adlı kitabı 12. Yy. da Latinceye çevrilip 17. yy. a kadar okutulmuştu. Bizde bilinen ilk Türkçesi 17. yy. da Tokatlı bir hekim Çelebiye ait. Son zamanlarda Prof. Esin Kahya tarafından yeniden tercüme edilmiştir.
El kohl Alkol’e, el kutn (pamuk); koton’a, El İksir Elixir’e dönüştü.
İki meridyen arasını Türk bilginleri ölçmüştü ama bunu şimdi duyan haritacılık öğrencileri şaşırıyor. Cemil Meriç’in dediği gibi: Tarih Kitapları Haçlıların en büyük zaferi!.
İslam’ın Orta Çağ Avrupası üzerinde ki etkisi W. Montgomery Watt Bilgesu yayınevi 2013.,John Freeley’in Alaaddin’in lambası, Will Durant’ın İslam Medeniyeti gibi kitaplar epeydir gerçekleri yazıyor. Harun Reşidin veziri Yahya Bermeki 800 yılında Bağdatta ilk kağıt fabrikasını kurmuştu. Kağıdın Mısır papirüs ünden daha ucuza mal olduğu fark edilmişti. Kağıt Afrika’dan İspanya ya geçti.12. yy. da Hıristiyan hacıları kağıt parçasını Compostela’dan (İspanyada Hıristiyan haç merkezlerinden biri) getirdiler. Ne var ki 14.yy. kadar İtalya ve Almanya’da kağıt fabrikaları kurulamamıştı.
Ondan sonra İbni Sina, batı onu Avicenna adıyla tanıdı. Tıbbın kanun kitabı 12. yy. da Latinceye çevrildi. 16.yy. sonuna kadar Tıp konusunda Avrupa onu okudu. 16.yy. da 20 defa, 17.yy. da daha fazla basılmıştı.
Simyacı Geber yani İbni Hayyan 8. yy. ın ikinci yarısında yaşadığı sanılıyor.
Eczacı İbni Baytar Malagalıydı ö.1248
Felsefe. Arapça felsefe dünyanın en büyük felsefecileri arasında kabul edilecek Farabi’yi ve İbni Sinayı (ikisi de Türk) yetiştirdi. (İslamlar) Yunan düşüncesinin yalnızca aktarıcıları değil aynı zamanda öğrendikleri disiplinleri hem canlı tutan hem de onların sınırlarını genişleten gerçek taşıyıcılardı.
Ebul Vefa: Harezmi’nin takipçisi, Analitik Geometrinin temeli, NASA ay üzerinde ki bir kratere adını verdi.
El Burcani: Mühendis, Matematikçi, Astronom. İlk Trigonometri, Tanjant, kotanjant Kopernikus’a ait değil.
Daha sayısız ad var. İlgiyi bekliyor. Burada yazdığımız özetin özetidir.