Atatürk’ün Sanatçı Kişiliğinin Sanata Ve Sanatçıya Bakışına Etkileri
Gazi Osmanpaşa Üniversitesi Müzik Okutmanı, TOKAT.
Devlet kurmak ve onu yepyeni kurumlarla donatmak ince ve zor bir iştir. Önderlik ettiği toplumu bir hamur gibi işleyerek ona yeniden şekil vermek, herhalde bir heykeltıraşın sabrından ve çabasından daha az değerli değildir. Heykeltıraşın taşa ve tahtaya döktüğü gönlünü Atatürk, ülkesi ve toplumuna harcamıştır. Anadolu’nun yirmi bin kişilik bir bozkır merkezinden milyonluk bir başkent yaratma tutkusu ve çabası, ressamın tuvaline aktardığı çizgi ve motifler kadar ince bir zekâ ve bu zekanın yansıtılması olayıdır. Sanatın niteliği nasıl ki sanatçının yeteneklerine göre değer kazanıyorsa, bir önderin eseri de onun yeteneklerine göre anlam ve içerik kazanmaktadır. Dünya’da liderliğe soyunan pek çok kimse, sonuçta aynı ve mükemmellikte bir eser ortaya koyabilmiş değildir. Eserin biçim ve niteliği, onu meydana getiren kişinin yeteneği, sezgisi, düşündüklerini uygulamadaki başarısı ve yöntemine göre, iyi ya da kötü olabilmektedir[1].
Atatürk hakkında pek çok söz söylenmiş, hakkında çok sayıda kitap yazılmıştır[2]. Kişiliğini belirleyen ve çok az önder de bulunan özellikleri, bu yayınlarda dile getirilmiştir.
Bir kaynakta[3] sanat;
- Bir duygunun, bir tasarının veya güzelliğin ifadesinde kullanılan metotların tümü; bu metotların sonucunda ulaşılan üstün yaratıcılık.
- Bir şeyi güzel yapmak için uygulanan kuralların tümü.
- Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü. (Askerlik sanatı)
- Bir şeyi yapmada gösterilen ustalık, kabiliyet.
Bir başka kaynakta[4] sanatçı;
Güzel sanat dallarından biriyle uğraşan ve özellikle bunda başarılı olan kimse, olarak tanımlanmıştır.
Belki klasik anlamda Atatürk resim yapan, müzik icra eden, tiyatro oynayan vb. bir sanatçı değildir. Ama sanatı, en öz anlamıyla duyguların yansıtılması olarak ele alırsak, insanın siyasal düşüncelerinin ortaya çıkardığı kurumları da, bir sanat eseri olarak kabul etmek gerekir[5].
Atatürk’ün yazdıkları, sanatçı ve sanata verdiği destek, açtırdığı sanat okulları yanında, hedeflerine ulaşırken sanatçıları da bu hedeflere ortak etmesi, onun sanatçı kişiliğinin bir parçasıdır. Atatürk’ün sanatçı kişiliğinin ilk tohumları Şiir’le atılmıştır. Meşrutiyetin ünlü hatiplerinden, Ömer Naci’nin[6] iyi bir şair, güçlü bir konuşmacı olması onu etkilemiş, şiir ile tanışmasına neden olmuştur. Bu sırada okuduğu Manastır Askeri İdadi’sinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu zor durum, ülke içinde ki idarecilerin yetersizlikleri, emperyalist devletlerin imparatorluğa karşı tutundukları tavırlar, toprak kayıpları ve bu topraklardaki Türk’lere yapılan zulüm onu derinden etkilemiş, daha o günden olumsuzluklara, ancak sanatçılarda bulunabilecek ön sezi ve duyarlılık sayesinde, “HAKİKAT[7]” adlı şiir ile karşı durmaya başlamıştır.
Hakikat
Gafil! Hangi üç asır, hangi on asır Tuna ezelden Türk diyarıdır Bilinen tarihler söylememiş bunu Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak! Dinleyin sesini doğan tarihin Aydınlıkta karartı, karartıda şafak Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin. Asya’nın ortasında Oğuz oğulları Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları Doğudan çıkan biz, batıda yine biz Nerde olsa nerede olsa kendimizi biliriz Hep insanlar kendilerini bilseler Bilinir o zaman ki, hep biliriz. Türk sadece bir milletin adı değildir Türk bütün adamların birliğidir Ey birbirine diş bileyen yığınlar Ey yığın yığın insan gafletleri Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, Hakikat nerede?
Sanatçı; her ne kadar yeniyi bulmayı, olmayanı sunmayı, duygularını dile getirmeyi amaçlasa da, içinde bulunduğu duruma da, sanatını araç olarak kullanıp tepki göstermeyi, sanatının doğal sonucu kabul eder. Bu bağlamda Atatürk, “Hakikat” şiiriyle bile, sanatçı kişiliğe sahiptir. 1897’de yazdığı bu şiir, belki de Türk Tarih Kurumu’nu kurmasına, Türk Tarih Tezi’ni[8] oluşturmasına önemli bir katkı sağlamıştır.
Güzel söz söyleme ve güzel konuşmada sanat arasında yer alır. Atatürk’ün savaş alanlarında verdiği emirleri dahi özenle ve duyarlılıkla seçtiği hepimizin bildiği bir gerçektir. Bir emir düşünün ki “Cephaneniz yoksa, süngünüz var! Sizden taarruz değil, ölmenizi istiyorum”[9] kadar veciz olsun. En kızgın olduğunda söylediği en ağır söze bakalım; “Şaşarım akl-ı perişanına, ahmak…[10]”. İzmir suikast! dolayısıyla 10 Haziran 1926’da Anadolu ajansı muhabirine söylediği ve Cumhuriyete olan inancını dile getirdiği “Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” sözü, unutulmayacak özdeyişler arasında yerini almıştır. Namık Kemal’in;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mu kurtaracak bahtı kara maderini.”
Beytine atfen Atatürk, I. İnönü savaşı hakkında Meclis’te konuşurken;
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
diyerek, sanata, sanatla karşılık vermiştir[11].
Şiiri ve edebiyatı sevdiğini söyleyen Atatürk’ün, özellikle Fransızca’dan şiir çevirileri yaptığı, Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, bir askerin ölümünün oluşturduğu duyguları anlatan “Mersiye” (ağıt) kaleme aldığı bilinmektedir[12].
Tüm gelişmeleri anlattığı ve tarih önünde hesap verdiği Nutuk’da[13], başlı başına bir sanat eseri niteliğindedir. Eser iyice incelendiğinde, bilimsel bir eserin, sanatsal bir estetik içeresinde sunulduğu gözlerden kaçmayacaktır.
Sanatçı, kullandığı araç ne olursa olsun aynı zamanda toplumu harekete geçiren bir lider konumundadır. Bu bağlamda da Atatürk bir sanatçı kişiliğe sahiptir. Söylemleri, etkin sunuşu, kelimeleri seçişindeki özen karşısındakileri her zaman etkilemiş, mantıklı ve akıcı biçemi ile onları harekete geçirebilmiştir. Atatürk’ün, birçok yaptıkları ile o’nun sanatçı kişiliğini desteklemek mümkündür. Ancak bunları tek tek sıralamak, sayfalar dolusu kitap yazmayı gerektireceğinden, sanatçı yönünün kişiliğinin parçası olarak kabul edilmesi daha doğru olacaktır.
Atatürk’ün kişiliğinde, güzelliğe olan tutkuyu görmek mümkündür. Giyinişindeki armoni, bunun bir yansımasıdır. Ve O “Çirkine tahammül edemiyorum[14]” diyecek kadar güzelliğe tutkundur. “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur[15]” demiştir.
Atatürk sanatı, yaptığı devrimlerin bir tamamlayıcısı olarak kabul etmiş ve sanatçılara da bu konuda tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca kurumsallaşmaya ve ekip çalışmasına önem vermiş, müzisyenlere gruplar kurunuz diyerek ekip çalışmasına yönlendirmiştir[16].
Sanatın öyle soyut bir gücü vardır ki, bu güç, dünyada insanları birbirine bağlayan, ortak noktalarda buluşturan bir değer olmasıdır. Bundan dolayıdır ki Atatürk, Onuncu Yıl Söylevinde “Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihsel niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Onun içindir ki, milletimizin yüksek öz yapısını, yorulmaz çalışkanlığını, yaratılıştan kavrayışını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu durmadan ve her türlü araç ve yöntemlerle besleyerek geliştirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlıkta gerçek dirliğin sağlanması yolunda kendine düşen görevini yapmakta başarıya eriştirecektir[17]”. Başka bir deyişinde ise “İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki, resim yapamaz, bir millet ki heykel yapamaz, bir millet ki, tekniğin gerektirdiği şeyleri yapamaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur[18]”. Bir başkasında ise “Sanatsız kalan bir ulusun, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyerek güzel sanatları ön plana çıkartmıştır.
Günümüzde uluslar, kendilerini çağdaş uygarlık seviyesine çıkartabilmek, diğer uluslara bunu kanıtlayabilmek için üç önemli faktörü aşmak zorundadırlar. Birincisi ekonomik yapıları, İkincisi toplumsal düzenlerinin işleyiş şekli, üçüncüsü ve belki de en önemlisi kültürleridir. Şimdi ise aklımıza, bu güçlü etkenin yani kültürün ne olduğu geliyor. Sözlük anlamı “Bir toplumun yarattığı uygarlığın, kafa, sanat çalışmalarına dayanan sosyal, dinsel ve benzeri yönlerinin tümü[19]” olarak karşımıza çıkıyor. Çağımızın gereği olan bilim ve teknolojiyi de kültürel bir etken olarak kabul edebiliriz. Ancak; şimdi her ulusun bilimsel ve teknolojik yönden birbirlerini desteklemeleri kendi çıkarları içindir. Ulusal olan ise kendine öz, kendi yaşayış biçimini yansıtan, kendinin önceden getirip bugün geliştirerek yarına aktardığı değerlerdir. İşte bu değerler, ulusu bütünleştirip diğer uluslar yanında kendini kanıtlayabilme görevini üstlenmişlerdir[20].
Atatürk ise kültürü; “a) Bir insan toplumunun devlet yaşamında, b) düşün yaşamında, kısacası bilimde, toplumbilimde ve güzel sanatlarda; c) iktisat yaşamında, kısacası tarımda, zenaatta, tecimde, kara deniz ve hava ulaşımcılığında yapabildiği şeylerin elde edilen bileşimi[21]” diye tanımlamış ve güzel sanatları, kültür içindeki bir öğe olarak kabul etmiştir.
Çağdaşlaşma yolundaki adımları atarken, bu görevi daima ussal yaklaşımları ile benimsetmeye çalışan Atatürk; “Güzel sanatlarda başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar, bütün başarılara rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık vasfıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır[22]” diyerek, güzel sanatlarda başarılı olanın gerekliliğini dile getirmiştir.
11.4.1930 günü, Türk Ocağı tiyatrosunun açılışı nedeniyle, Ankara’da Marmara köşkünde sanatçılarla birlikte bulunduğunda: “Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz; bakan olabilirsiniz; dahası, Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Ama sanatçı olamazsınız[23]”, diyerek sanatçılara bakışımda, kısaca açıklamıştır.
Sonuç
Atatürk’ün sanatçı kişiliği ile diğer kişiliklerini birbirinden ayırmak çok güç ve onun dehasını küçümsemek olacaktır. Buraya kadar olan bölümlerde incelediğimiz, sanatçı kişiliği, kendi söylemleri, eylemleri, düşündükleri ile açıklanmaya çalışılmıştır. Atatürk’ün sanatçı kişiliğinin sanat ve sanatçı kavramlarına yüklediği anlamlar ise;
- Sanatçının iç yapısında, belirgin biçimde görülen karşı çıkışlar vardır. Karşı çıkışları, Atatürk kadar haykıran bir lider yok gibidir. Bu bağlamda Atatürk sanatı; “haksızlıklara, yanlışlara, vb. olumsuzluklara karşı çıkmanın bir aracı”, sanatçıyı da; “her insandan önce hisseden, düşünen, yargılayıp doğru kararı verebilen ve bunu sanatı ile anlatan kişi”.
- Atatürk’ün sanatçı kişiliğinin oluşturduğu yüksek duygu ve düşünce ufku ile sanatı, “insanlara yüksek duygu ve düşünce ufkunu kazandıran eylemler bütünü”, sanatçıyı da, “yüksek duygu ve düşünce ufku yetisini kazanmış, bunu yaşantısına katarak, ayni yetilere sahip olmayanlara aktarabilen kişi”.
- Atatürk, sanatın medeniyet alanındaki gücünü, sanatçıların sahip olabileceği bir duyarlılıkla hissetmiş ve bundan dolayı sanatı, “medeni uluslar yanında yer alabilmenin bir aracı”, sanatçıyı da “kendinde ve milletinde var olan yüksek insanlık vasıflarını sanatı aracılığıyla tanıtan kişi”.
- Her insanın sanatçı olamayacağını bilen Atatürk sanatı, “yetenekli insanların uğraşı alanı”, sanatçıyı da, “başkalarının yapamadıklarını yapabilme yetisine sahip kişi”,
- Sanatçı güzelliğe düşkündür. Atatürk’ün güzelliğe verdiği önem ise açıktır. Bu özelliği ile sanatı, “estetiğin ve güzelliğin bileşiminden oluşan kuralların tümü”, sanatçıyı da “estetikleri ve güzellikleri dışavurumcu[24] yaklaşımlarla diğer insanlara sunan kişi”, biçiminde nitelendirilebilir.
Gazi Osmanpaşa Üniversitesi Müzik Okutmanı, TOKAT.
Alıntı Kaynak: Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt: XVII / Kasım 2001 / Sayı: 51
“Atatürk ve Güzel Sanatlar” konusunun işlenmesi çok yerindedir. Yazıda belirtilen 13 adet dipnotu göremedim. Yazarlar Göksun Yener ve Tamer Nacar’a ve yazıyı bizlere ulaştıran “Türk Tarihi Araştırmaları” yöneticilerine teşekkür ederim.
Sn Önder Özar,
Sitemizde uzun yazılarımızı sayfalara bölmek zorundayız. Makalemizi okumaya 2. sayfadan devam edebilirsiniz.