Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürk’ün Kafkasya Politikası

0 15.913

Doç. Dr. Aygün ATTAR

600 sene kudretli cihan imparatorluğu olan, üç kıtaya hüküm eden Osmanlı Devleti Büyük Harbe girerken ne imparatorluğun hakiki menfaatlerine uygun siyasal hedef ve gayeleri bulabilmiş ve ne de bunları temin edebilecek, bütün memleket kuvvet ve enerjisini içine almış askeri bir plan yapabilmişti.[1] Osmanlı Devleti hâlâ bağımsız sayılmakla birlikte Avrupa devletlerinden asılı duruma düşmüştü. Savaş zaten zorluklar içinde çırpınan Türk ekonomisini tam bir çöküntüye uğratmış, devlet mekanizmasının çarkı tıkanmıştı. Türkiye Îtilaf Devletleriyle savaş yaparken ülkenin kuzey komşusu Rusya’da neredeyse her gün yeni bir siyasi olay patlak verir, özellikle Kafkasya cadı kazanı gibi kaynıyordu. Nihayet, 25 Ekim 1917 günü Rusya’da Bolşevikler idareyi ele aldılar. Böylece Rusya savaşa son veriyor ve “Rus halkları Beyannamesi”yle çeşitli milletlere bağımsızlıklarını ilan etme fırsatı tanımış oluyordu. Bu olay iktidarda olan “İttifak ve Terakki” liderlerinin özellikle başkumandan Enver Paşa’nın Transkafkasya ve Kuzey Kafkasya politikasına bakış açılarını daha aleni bir şekilde ortaya çıkardı.

Rusya’da yaşayan Türk ve İslam milletleri zaten ne çarlık Rus politikasından ne de Geçici hükümetin uygulamalarından memnun değillerdi. 14-24 Mayıs 1917’de Moskova’da 800 delegenin katıldığı Rusya Müslümanları Kongresi’nin açılış konuşmasında Azeri Türkiye’nin siyasi liderlerinden olan Ali Merdan Bey Topcubaşı Rus hükümetini Müslümanların feryatlarına kulak vermemekle suçlamıştı.[2]

Büyük Kurtuluş Savaşı öncesi Milli Mücadele Dönemi’nde Kafkasya’nın o dönemki durumuna kısa bir göz atmak doğru olacaktır.

1917 senesinde vuku bulmuş Sovyet İhtilali’nden sonra Kafkasya Rusya’dan ayrılmış ve “Mâverây-ı Kafkas Komiserliği” teşkil edilmişti. Komiserlik Kafkasya’nın o zamanki merkezi Tiflis’te yerleşiyordu. Gürcüler, Azeriler ve Ermenilerin birlikte federasyon şeklinde kurdukları devletin ömrü uzun olmamış ve toplam bir ay süren bu beraberlik konfederasyonun milli cumhuriyetlere ayrılmasıyla parçalanmıştır.[3]

28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Milli Cumhuriyeti Azeri Türklerinin istiklalini ilan etti. Fakat ne acıdır ki ülkenin başkenti Bakü Ermeni Taşnaklar ve onlarla işbirliği içinde olan Bolşeviklerce işgal edildiğinden Milli Hükümet Gence şehrinde F. Hoyski’nin başçılık ettiği ilk kabinesini kurmaya mecbur bırakılmıştı. Azerbaycan Milli Cumhuriyeti kuruluş ilanından bir hafta sonra 4 Haziran 1918’de Türkiye ile antlaşma imzalamış ve bu antlaşmaya göre taraflar arasında siyasi, askeri, iktisadi, ticari, kültürel sahalarda karşılıklı yardımlaşmayı öngören şartlar kabul edilmiştir.[4] Bu arada Transkafkasya’da gerginlik devam ediyordu. Gürcistan Almanya ile flört ediyor, Almanya tarafından gayyumluğa kabul edildiği için ona demiryollarından azami şekilde istifade imkanı sunuyordu.[5] Ermeniler “denizden denize büyük Ermenistan”ın kurulması için çalışıyorlardı ve bu hayallerinin gerçekleşmesi yolunda işbirliği kurdukları Bolşevikleri arkalarına alarak Bakü, Zengezur, Cebrayıl, Gubatlı, Guba vs. gibi Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde katliamlar yapıyorlardı. Bakü’nün düşmandan kurtarılması için Azerbaycan Türkiye’den yardım istemiş ve içinde bulunduğu zor şartlara rağmen Anadolu’dan Azeri kardeşlerine yardım için 8.500 civarında askeri kuvvet gönderilmiştir. Mehmetçik büyük bir sevinçle karşılanmış, 15 Eylül 1918’de Bakü kurtarılmıştır.[6]

Kafkasya’da tüm bunların yaşandığı yıllarda Türklerin “Atayurdu”nda meydana gelen gelişmeleri Mustafa Kemal Paşa’nın kaleminden süzülen şu satırlardan öğreniyoruz: “1919 senesi Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup Harb-i Umumide mağlub olmuş şeraiti ağır bir mütarekename imzalanmış, millet yorgun ve fakir bir halde…”[7]

Evet, o yıllar Mustafa Kemal Paşa ve onun başlattığı İstiklal Savaşı tarihinin en zor yıllarıydı. I. Dünya Savaşı bitiminde Türkiye’de 675 Amerikan okulu vardı. Bunların arasında İstanbul, İzmir, Tarsus, Antep ve Harput olmak üzere, bir kız beş erkek koleji ve dini kuruluş bulunmakta idi. Aynı dönemde Türkiye’de 500 kadar Fransız okulu bulunmakta idi ve bu okullarda 60.000’e yakın öğrenci öğrenim görüyordu.[8] Ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik buhranı ve ciddi aktivite gösteren misyoner faaliyetlerini düşünecek olursak yalnız Atatürk gibi kudretli bir şahsiyetin milli iradeyi harekete geçirerek halkla inanç hissi yaratmaya muvaffak olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Başkomutan Mustafa Kemal’in halkta yarattığı milli duyguların yükselişi Anadolu’daki harekatı dikkatlice izleyen Rusya’nın üzerinde önemle durduğu husustur. Rusya Dışişleri Komiserliği’nin Kuva-yı Milliye’yi incelemek için Türkiye’ye gönderdiği temsilcisi Midivani “Türkiye’de Siyasi Durum” raporunda yazıyordu. “Anadolu’da durum karışıktır. Biz dış siyasetimizi Kemal ve onun partisi üzerinde kurmalıyız. Halkta ona karşı aşırı güven var, moral çöküntüsünün yerini ahval-i ruhiyenin yükselişi almıştır.[9]

Halkın güvenini kazanmış ya istiklal ya ölüm parolası ve bağımsızlık savaşçılarıyla birlikte Ay- yıldızlı bayrağımızı göklere çekmiş Mustafa Kemal ülkenin içinde bulunduğu zor şartlara rağmen yalnız Anadolu Türklerini düşünmekle kalmamış, Misak-ı Milli dışındaki Türklerle de yakından ilgilenmiştir.

Kafkasya bulunduğu jeopolitik şartlar açısından Türkiye için taşıdığı önem dışında bu topraklarda yaşayan kardeş Türkler bakımından apayrı bir yer işgal etmekte idi. Diğer önemli bir husus ise, 1918’de kurulmuş Azerbaycan Devleti’nin Cumhuriyet adıyla Türk tarihine geçen ilk devlet oluşudur.[10]

Zira İstanbul hükümetinin Kafkasya politikası bu doğrultuda izlenmiş, özellikle Enver Paşa Rusya’nın çok zayıf olduğu dönemi fırsat bilerek Türkiye ile Rusya arasında merkezi Bakü olmak üzere güçlü bir Türk devleti kurulması için Kafkaslar’a askeri kuvvet göndermiştir. T.B.M.M. hükümetinin atamış olduğu ilk büyükelçi olan Moskova sefiri Ali Fuat Cebesoy Paşa bu konuda Enver Paşa ile Rusya’da yaptığı mülakatı şöyle anlatıyor:

“Kafkaslar’daki ordularımızın kuvvetine güvenerek merkezi Bakü olmak üzere muvakkat bir hükümet teşkil edecektim. Düşmanlarımızın yapacakları tazyik ve bize teklif edecekleri sulh şartlarının ağırlığı derecesine göre anavatanı kuvvetimle restore etmeye çalışacaktım. Fakat İstanbul’dan bir Alman torpidosuyla Şimali Kafkas sahillerine çıktıktan sonra hastalanarak bir köyde uzun müddet kalmaya mecbur olmuştum. Bu esnada benden ümidi kesen kumandanlar İstanbul hükümetinin emrine esasen kısmen Erzurum ve kısmen İstanbul’a dönmüşlerdi. Ayağa kalktığım zaman tasavvurlarımı tatbik edecek bir kuvvet orada yoktu”.[11]

Enver Paşa’nın düşüncesi her ne kadar güzel olsa da Türkiye’nin içinde bulunduğu zor şartlar İstanbul hükümetinin takip ettiği gibi bir Kafkasya politikasının ikdamını imkansız kılıyordu. Odur ki, Mustafa Kemal’in başında durduğu Anadolu hükümeti realitelerden hareket ederek duygusallıktan uzak bir adım atmış, henüz Sivas Kongresi öncesinde Türkiye’nin kurtuluş mücadelesine destek için bakışlarını Sovyet Rusyası’na çevirmişlerdi. Peki Anadolu hükümetini Rusya’ya yaklaştıran amiller neydi? Nasıl olurdu da Kafkasya’da ayakta duran milli bir Türk Cumhuriyeti varken Mustafa Kemal Paşa Bolşevik Rusyası’na yüz tutuyor, diğer bir söyleyişle Bolşeviklerin Azerbaycan’a doğru ilerlemesine mani olmuyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kafkasya politikasında tutunduğu bu tavrın önemli bir nedeni en açık şekilde 6 Şubat 1920 tarihini taşıyan Heyet-i Temsiliye adına kaleme alınmış, 1920 Ocağı’nda Türkiye’nin siyasi vaziyetini inceleyen raporda yer almaktadır: “. Türkiye Kafkasya’dan Bolşevik istilasını kolaylaştırır ve onunla hareket birliğine geçerse, batıdan doğuya doğru, Anadolu, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan kapılarını müthiş bir suretle açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapatmak için müttefikler bir taarruz stratejisini yürütecek kuvvetleri süratle tedarik edemezler. Bu sebeple Kafkas seddinin yarılmasını Türkiye’nin kesin şekilde yok edilmesi projesi sayarak, bu seddi İtilaf Devletlerine yaptırmamak için en son yollara başvurmak ve bu uğurda her türlü tehlikeyi göze almak mecburiyetindeyiz.

Kafkas milletleri bize set olmaya karar vermişlerse birlikte taarruz için Sovyetlerle anlaşmak, dahilen milli teşkilatı son derece genişletip, takviye etmektir..”[12]

Unutmamak gerekiyor ki, Türkiye’nin o dönemki şartlarının doğurduğu politikalardı bunlar.

İkinci ve en önemli neden ise Azerbaycan Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu şartlardan dolayı zaten uzun süre yaşayamayacağı gerçeği idi. Lenin’in başında bulunduğu Bolşevik Rusyası Bakü petrolünün “yabancı eller”e geçmemesi için ciddi şekilde faaliyet gösteriyor, olağanüstü salahiyetlerle Kafkasya Komiseri ilan ettiği Ermeni Stepan Şaumyan’ın ve kandırılarak onun başına toplanmış yerli Bolşeviklerin eliyle Azerbaycan içten içe karıştırılıyordu. Diğer taraftan General Tomson’un başında durduğu İngiliz donanması Hazar Denizi vasıtasıyla Azerbaycan’ı kuşatarak Milli Cumhuriyetin başı üzerinde adeta Demoklesin kılıcını sallıyor ülkenin iç işlerine müdahale ediyordu. Karabağ ve Zengezur bölgesinde Ermeni teröristleri çetebaşı Andranik’in etrafında birleşerek masum Türk halka katliamlar yapıyor, tüm bu gelişmeler kabinenin çalışmalarını engelliyordu.[13]

Azerbaycan Milli Hükümeti içinde bulunduğu zor şartlara rağmen Anadolu istiklal harekatına yardım elini uzatmış bu maksatla halkla devlet el ele vermiş ve toplanan yardım Anadolu’ya gönderilmiştir.[14]

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın durum değerlendirmesi için Azerbaycan’a gönderdiği temsilci raporları da acı gerçeği, Azerbaycan Milli Cumhuriyeti’nin zorluklarla boğuştuğu gerçeğini ortaya çıkarıyordu. Zaten Azerbaycan Bolşeviklerinin Lenin’e gönderdikleri Sovyetler Birliği’nin Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde muhafaza edilen telegramda “Sovyet Kızılordusunun sabırsızlıkla beklendiği” mesajı yer alıyordu.

Rusya’nın Azerbaycan’a hareketi arefesinde Kafkaslar’da siyasi münakaşalar devam ediyordu. 1920’de Ermenistan ve Gürcistan arasında Batum problemi yaşanıyordu. Ermeniler aynı zamanda toprak koparmak amacıyla Azerbaycan’la didişiyor, Karabağ ve Zengezur bölgelerinden kopardığı topraklarla yetinmiyor, yeni iddalar ve talepler ileri sürüyorlardı. Oysa 1920 senesinde Paris Barış Konferansı’nda Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin başçısı A. Topçubaşovun başkanlığıyla yapılmış diplomatik girişimler neticesinde İtilaf Devletleri Transkafkasya’yı yabancı müdaheleden savunmayı üstesine götürmüştü. Antanta ve her üç Respublika’nın temsilcileri de bu şartta razılaşmışlardı. Ermeniler Azerbaycan aleyhine propaganda yayarak bu ülkeyi Türkiye ile işbirliği yapmakla suçluyordu. Batılı devletlere şikayet eden Ermeniler Azerbaycan hükümetinin Türkiye’ye 18 bin Türk Lirası 1 milyon Fransız Frankı meblağında mali yardım gösterdiğini, böylece Antanta alehine bir hareket olduğunu iddia ediyorlardı. Ermenistan Kafkasya’da, yarattığı zıddiyetlerde Antanta’nın üzerine götürdüğü taahhütden vazgeçmesine ve böylelikle Bolşeviklerin Transkafkası işgal etmesine imkan yaratmamış oldu.

Aslında ise Ermenistan’ın Transkafkas’ın menfaatlerini satmakla suçladığı Azerbaycan’a Türkiye, Sovyetlerden yardım alabilmek için geçit gibi bakıyor ve bu yolda mania olarak gördüğü “Musavat”Partisi’nin iktidardan uzaklaşmasını istiyordu. Kurtuluş Savaşı’nın ünlü komutanlarından olan K. Karabekir Paşa, “Sovyet idaresini Türk hududuna kadar ulaştırmak başlıca vazifemizdir” diyordu. Mustafa Kemal bu maksatla, Sivas Kongresi’nden sonra Halil Paşa’yı Sovyet Rusyası’na maddi ve silah yardımı için temsilci olarak göndermiş, 1920 yılının ilk aylarında Anadolu’ya beklenilenden az da olsa yardım ulaşmıştı.[15]

Türkiye Ermeniler tarafından işgal edilmiş Şark Vilayetlerini geri almak için askeri plan hazırladı. Razılaşmaya göre Rusya bu askeri müdahaleye karşı çıkmıyor, Ankara’da bunun mukabilinde Bolşeviklerin Bakü’ye hareket etmesine göz yumuyordu. Rusya Ermenistan’ı maşa olarak kullanıyor, bir taraftan onu Türkiye’den yeni topraklar iddia etmek için kızıştırıyor, “Büyük Ermenistan” planını savunuyor gibi gözüküyor, o biri taraftan Antanta-Türkiye yakınlaşmasından korkarak Anadolu Hükümeti’ne göz kırpıyordu.[16]

Azebaycan’daysa Bolşevikler Musavat hükümetinin Türk kardeşlere yardım için Anadolu’ya giden Kızılordu’ya yol vermediklerine dair halk arasında söz yayıyorlardı. Türkiyeli ve yerli komünistlerden oluşan bir grup bu sahada aktif çalışıyor, “İngilizperest” Azerbaycan hükümetini Türkiye’ye ihanet etmekle suçluyorlardı. Azerbaycan’daki bu durumu kendi lehine değerlendiren Rusya Dağıstan’a konuşlandırdığı Kızılordu’ya işgal emrini vermeden önce, milli cumhuriyete iktidarı bırakması için ültümatom verdi.

Siyasi buhran içinde boğulan Azerbaycan hükümeti ne yapacağını bilmiyordu. Parlementonun son oturumuna başçılık eden M. E. Resulzade heyecan içinde bulundukları zor durumu anlattı: “Kardeşler teslim olmamız için önümüzde ültimatom var. Mevkiimizi neden terkediyoruz? Bize diyorlar ki Rusya’dan gelen bu tecavüzkar ordunun hayat ve ölüm mücadelesinden geçen Türkiye’yi kurtarmak için buradan geçtiği tahmin ediliyor.

Kardeşler, Türkiye Azerbaycan’ın hilaskarıdır. Milletimizin emelini yüce eden mukaddes bir memleketdir. Onu kurtarmaya giden kuvveyi biz memnuniyetle yolcu ederiz. Fakat bir şartlaki bu kuvve bizim azadlığımızı, hürriyetimizi, özgürlüğümüzü çiğnemesin. Oysa kardeşler duyduklarımız düşman tebligatıdır. Gelen Rus ordusudur ve O 1914 hudutlarını geriye almak istiyor. Anadolu’nun imdadına yetişmek bahanesiyle yurdumuza giren işgal ordusu buradan bir daha çıkmayacaktır.”[17]

Musavat Partisi’nin siyasi hedefi asrılaşmış, Türkçülük ve İslamcılık tradisyonlarını muhafaza eden milli bir ideolojinin, halkçı sosyalist nevinden içtimai bir programdan ve bütün Kafkasya’nın Rusya’dan ayrılması manasında anlaşılan bir taktikten oluşuyordu. Böyle bir partinin iktidarda olması ister Rusya isterse Türkiye’nin işine gelmiyordu. Karabekir Paşa’nın Kafkasya’da bulunan Halil Paşa’ya göndermiş olduğu şifreli telgraf, Türkiye’nin olaya bakış açısını somutlaştıran önemli bir belgedir: “Sizin şimdi başta gelen vazifeleriniz Sovyet idaresini Türk hududuna kadar ulaştırmak olmalıdır. Bu yolda yürünmesi lazımdır, aksi takdirde hareket edilecek olursa bu başkalarının durumuna yarayacaktır.”[18]

Azerbaycan’la ilgili bu kararın alınmasında bir başka boyut daha vardır. Mustafa Kemal Paşa Azerbaycan konusunda kesin tavrını ortaya koymadan önce bu ülkeye güvenilir kişiler göndermiş ve oradaki durumu inceletmiştir.1920 senesi Azerbaycan siyasi hayatının sıkıntılı ve buhranlı günleriydi. Parlemento içinde hükümetin çeşitli kademelerinde karşı durmalar vardı:

Dışişleri Bakanı F. Xoyski Sovyet Rusyası’na karşı sert siyaset yürütülmesi hattını savunuyor, İç İşleri Bakanı M. Hacinski ona karşı çıkarak Bolşeviklerle sıcak ilişkiler yaratılması tezini ileri sürüyordu. Bu iki grup arasında karşı durma hat safhaya çıkmış, Parlemento çalışamaz hale gelmişti. Halk arasında “Musavat”ın İngilizlerle işbirliği yaptığı şaibeleri dolşıyor, iktidara güvensizlik her geçen gün artıyordu. Yerli Bolşevikler halkı hükümete karşı kışkırtıyor, ülke içerisinde karmaşa yaratmaya devam ediyorlardı.

Emperyalist devletler ve Rus Bolşevizminin ihatesinde kuvvetli hükümeti olmayan tam teşekküllü milli ordudan yoksun bir Azerbaycan’ın ayakta durabilmesi zaten zayıf bir ihtimaldi. Özellikle sahip olduğu petrol yataklarından dolayı Azerbaycan üzerinde oynanan oyunların kolayca bitmeyeceği gerçeğinden yola çıkan Atatürk Kafkasya’da yaşanan bu karmaşık ortamdan Anadolu’nun lehine istifade etmeye karar vermiştir. İtilaf Devletlerine karşı ortak düşmanlık ve Türkiye’nin içinde bulunduğu zor şartlar Anadolu hükümetiyle Rusya’yı birbirine yaklaştıran en önemli unsur olmuştur. 26 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Lenin’e gönderdiği resmi mektupta “Türkiye emperyalist devletlere karşı Sovyet Rusya’sıyla birlikte savaşmayı üstlenmektedir….” denilmekte ve bu savaşta Sovyet Rusya’dan yardım istenmekteydi.[19]

Mustafa Kemal Paşa’nın Kafkasya politikasını incelediğimiz bu konuşmada Rusya’ya geniş yer vermemizin üç temel nedeni var.

  1. Atatürk Anadolu hükümetinin faaliyetleri sırasında Kafkasya’ya daima Türkiye-Rusya- Kafkasya üçgeni prizmasından bakmıştır.
  2. Rusya Türkiye’nin yalnız kuzey komşusu olmakla kalmamış İtilaf Devletleri karşısında en önemli siyasi partneri olmuştur.
  3. Rusya, Azerbaycan ve Dağıstan başta olmak üzere yalnız Kafkasya’da değil büyük coğrafyaya dağılmış olan Türkistan Türklerinin de siyasi iktidarını elinde bulunduran totaliter idare sisteminin hakim olduğu sözde Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kafkasya’ya karşı izlediği ince politikada daima bu ayar ciddi şekilde gözetilmiştir. O, Rusya kontrolündeki Türklere karşı aleni şekilde icra edilen ya da dile getirilen birtakım şeylerin bu halklara Ruslar tarafından uygulanan baskıların dışında bir şey vermediği gerçeğini iyi biliyordu. 1920 Haziranı’nda Türkiye-Şark Cephesi Komutanlığı ile Sovyet Azerbaycanı arasında ilişkiler kuruldu. Karabekir Paşa, 23 Haziran 1920’de Azerbaycan Bolşevik Hükümeti Harbiye Komiserliği’ne yazmış olduğu ilk mektubunda Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türkiye’nin milliyet prensipleri göz önüne alınarak hudut ve mukadderatlarının Sovyet Rusya hükümet murahhasları ile adı geçen dört devlet murahhasları arasında tayin edilmesinin beklenmesine karşın, Ermenilerin Oltu ve Zengezur mıntıkalarında İslam ahalisine tecavüzlere başladıklarını bu durum karşısında Ermenilerin hareketlerini protesto ettiğini,tecavüzden vazgeçmedikleri takdirde mukabele zorunda kalacağını hatırlattığını bildirmiştir. Mektup, Müslüman halka karşı Ermenilerin tecavüz ve mezaliminin durdurulması için Azerbaycan hükümetinden teşrik-i mesai ricasıyla bitiyordu. Bu mektuba mütakiben Haziran-Temmuz ayları zarfında K. Karabekir Paşa tarafından iki tanesi XI. Kızılordu kumandanlığına ve biri de Kafkasya’da bulunan Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’ya hitaben dört adet mektup gönderilmiştir. Mektuplarda Rus Sovyet Ordusu ile Türkiye Şark Ordusu arasında irtibat yapılması ve Azerbaycan’da hâlâ devam eden İngiliz propagandasına nihayet verilmesi için işbirliği arz ediliyordu. Şark cephesi kumandanı Karabekir imzalı bu mektuplar TBMM hükümeti tarafından de tafsiv ediliyordu.[20]

Türkiye’nin Azerbaycan’a olan ilgisini ve hassasiyetini bilen Sovyetlerin Dışişleri Komiseri Çiçerin’in Bakü’ye gönderdiği telegramda: “Azerbaycan Büyükelçisinin Ankara’da faaliyete başlaması Türkiye ile ilişkilerimizin geliştirilmesi açısından yararlı olacaktır.” denilmekte idi.[21]

Azerbaycan’da yönetim Bolşeviklerde olsa da yapılan faaliyetlerde Türkiye’ye karşı duyulan sevgi açık şekilde kendisini belli ettirmiş, Azerilerin İngiliz savaş esirlerini Malta Adası’nda bulunan Türk esirlerinin azad edilmesi şartıyla iadelerini beyan etmesi TBMM’de heyecan yaratmıştır. İzmir Mebusu Mahmut Esat Bey’in önerisiyle Meclis “Türkiye’nin milli namusunu müdafaa etmek fedakarlığını ve kardaşlığını gösteren sevgili Azerbaycan’a hükümet namına teşekkürünü bildirmiştir.”[22]

Azerbaycan hükümeti de Bakü’de yayınlanan “Bakinski Raboçi” Gazetesi’nin 08.06.1920 tarihli sayısında Türk ulusal hareketinin zaferi için Müslüman komünistlerin çaba harcayacaklarını bildiriyordu.

Atatürk’ün talimatıyla Ankara hükümeti Azerbaycan Cumhuriyeti’ne iki kardeş ülke arasında ilişkileri geliştirmek ve Kafkasya’da olup bitenleri daha yakınen takip edebilmek maksadıyla Azerbaycan ve Kafkasya’nın diğer Cumhuriyetleri nezdinde TBMM hükümeti mümessili Memduh Şevket Bey’i tayin etmiştir. Kafkasya mümessilinin görevleri 15.8.36 (1920) tarihli Talimat’ta şöyle ifade edilmiştir: Azerbaycan’ın tamamen ve cidden müstakil bir devlet haline gelmesine taraftarız ve bunun temini için de Rusları gücendirmemek ve kuşkulandırmamak şartıyla teşebbüsat-ı lazımede bulunacaktır. Bu babda memleketin petrol vs. gibi kendi iktisadi kaynaklarına sahip olması için yine aynı şartla çalışılacaktır. Rusların Azerbaycan’da yapacakları muamele bütün İslam aleminin Bolşevikleri tartmak için bir miyar olacağının Ruslara anlatılmasına gayret olunacaktır.

* Kafkas meselesinin hudut, vesait-i nakliyye vesair gibi nokta-i nazarlardan hallinde daima Azerbaycan’ın Şimal-i Kafkasya menfaatlerinin bilhassa nazar-ı dikkate alınmasına itina olunacağı gibi, 10 Ağustos 1920 de Ruslar ile Ermeniler arasında akdolunan mütarekede Azerbaycan’a zarar veren maddelerin kaldırılmasına çalışılacak ve her milletin mukadderatına hakim olması düsturuna binaen, Karabağ vs. gibi

Türk ekseriyeti ile meskun yerlerin Azerbaycan’a bağlı bulunması temin edilecektir. Rum Ermeni gibi garp emperyalizminin hizmetçisi olan milletlerle mesleklerinde sebat ettikleri müddetçe anlaşmamızın imkanı yoktur. Rusya Müslümanları ve alelumun İslam kavimleri hakkında nokta-i nazarımız bunların muhdariyetlerinin genişlenmesine ve hilafet makamına olan manevi bağlılıklarının takviyesine çalışılacaktır. Rusya’nın bu husustaki hassasiyeti malum olduğundan gayet ihtiyatkarene hareket edilecek ve her fırsatta bundan maksat İslamcılık ve Turancılık gibi eylemler olmayıp, sırf Türk ve İslam kavimlerini dahi herkes gibi hür ve şimdiki medeniyetten istifadeye kadir bir hale getirmek olduğu beyan olunacaktır.[23]

Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus Mustafa Kemal Paşa’nın gizli talimatlarında dahi üstüne basa basa belirlediği siyaset -Rusya’yı gücendirmemek ve kuşkulandırmamak- prensibi olmuştur.

1921 yılı Türkiye’nin Garb cephesinde Yunanların taarruzu ve Afyon-Karahisar, Kütahya ve Eskişehir’de kazandığı zafer Rusya’da Ankara aleyhine bir değişiklik yaratmıştır. Sovyetler Türkiye ile imzaladıkları Moskova Muahedesi’nin hükümlerini hiçe sayarak Anadolu’yu içten karıştırmış, Kürt kabileleri arasında tahrikata başlamıştır. Bu sıralarda Moskova Yunanistan’a gizliden yaklaşmış, Pontos hükümeti namıyla Karadeniz sahillerinde bir Rum hükümeti kurmaya çalışanlara Gürcüler vasıtasıyla yardım ettiği tespit olunmuştur. Aynı zamanda Rusların Gürcistan’ı da aleyhimize harekete geçirmek istedikleri anlaşılmıştı. TBMM Rusya’nın komşuluk ilişkilerini hiçe sayan bu davranışlarından dolayı 13 Eylül 1921’de Sovyetler’e nota göndermişti. Cephede peşpeşe kazanılan zaferler Rusya’nın ibresini tekrar Türkiye’ye çevirmiş ve bu ülkenin sempatisini kazanmak için Azerbaycan Büyükelçiliği’nin açılmasına karar verilmiştir.

1921 senesinde Ankara’da resmen göreve başlayan İbrahim Muharremoğlu Abilof Kafkasya’yı Türkiye’de temsil eden ilk Türk diplomatı olmuştur.[24]

İbrahim Abilov’un Atatürk ve TBMM’de güven mektubunu sunma merasimindeki görüşme heyecanlı geçmiş, Abilov Azeri Türklerinin kardeşlik selamını Azeri mazlumlarının arkadaşı olan Türk halkının timsalinde şanlı ve kahraman Türk ordusunun Başkumandanı’na sunmaktan dolayı duyduğu mutluluğu dile getirmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa Abilov’u aynı heyecanla cevaplandırmıştır: “. Azerbaycan Türklerinin kardeşlik selamını kardeşçe mukabele etmekle bahtiyarım. Rumeli ve Anadolu halkı Azeri kardeşlerinin kalbinin kendi kalpleri gibi çarptığını bilirler. Azeri Türkleri’nin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz olduğu için onların hür ve müstakil olarak yaşamaları bizi pek ziyade sevindirir. TBMM ve hükümeti’nin iki kardeş millet arasındaki revabıta çalışacağını ve bu babda zat-i alinize elden gelen her türlü muavenetleri ifa edeceğini temin eylerim.”[25]

Bu duygu yüklü diyaloğun yaşandığı tarihi gün 22 Ekim[26] 1921 yılı idi. 26 Ekim’de yani 4 gün sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa Abilov’u ziyaret etmiş, samimi görüşmenin ardından iki dost olarak ayrılmışlardır.[27]

Atatürk’ün Abilov’a gösterdiği samimiyet onun şahsından ziyade Azeri Türklerine olan sevginin belirtisiydi. Zira Abilov’u şahsen tanımadan önce Azerbaycan mümessiline hürmet alameti olaraktan kendi yaveri Muzaffer Bey’i Ankara’ya 30-40 km. kala onu karşılamaya göndermek büyüklüğünde ve lütfunda bulunmuşlardı.[28]

Azerbaycan Büyükelçiliği’nin açılışına bizzat katılan Atatürk, Azerbaycan ile Türkiye arasında mevcut kardeşliğin, samimiyetin önemine değinmiş, “…. Azerbaycan’ın diğer dostlarımızla temas noktasında bulunması da haiz-i kıymet ve ehemmiyetlidir.. ” ifadesiyle Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerde Azerbaycan’ın önemine dikkat çekmiş “Azerbaycan’ın istiklalini temsil eden sancağı çekerken ellerinin birtakım hissiyat ve teessürat ile müteharrik olduğunu, çünkü bu bayramın aynı zamanda Türk halkının bayramı olduğu” gerçeğini dile getirmiştir.[29]

Atatürk, Abilov’a karşı oldukça sıcak davranmış, onunla sık sık buluşmuş, Rusya ile yapılmış tüm görüşmelerde iştirakini temin etmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Abilov’la ilgili görüşlerini ocak 1922’de Rusya’nın Türkiye Sefiri olarak Ankara’da bulunan Semyon Aralov hatıralarında yıllar sonra böyle yer verecektir: “.Atatürk İbrahim Abilov’un yalnız fevkalade diplomat olmakla kalmadığını, aynı zamanda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük dostu olduğunu tüm içtenliğiyle anlatıyordu.”[30]

Abilov diğer siyasetçiler tarafından da hep sevgi saygı gördü, fakat Bolşevikleri temsil ettiğinden dolayı değil kardeş Azerbaycan’dan biri olduğu için.

Rusya Ankara ile iyi ilişkiler yürütmeye mecbur olsa da Atatürk’ün Türkiye dışında yaşayan Türkler ile ilgili gerçek düşüncelerini biliyor ve Kafkasya’yı sıkı denetim altında tutuyorlardı. 16 Mart 1921’de Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalandı. Moskova Antlaşması adıyla tarihe geçen antlaşma bir önsözden, 16 maddeden ve ilişik belgeden oluşmaktaydı.[31] Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen antlaşmanın 15. maddesi uyarınca Transkafkasya-Türkiye Konferansı düzenlenmesi için diplomatik görüşmeler başladığı zaman Rusya Türkiye karşısına tüm Transkafkasya cumhuriyetleri arasında tek bir antlaşma imzalanması şartıyla çıktı. Fakat Türk tarafı haklı olarak tek bir antlaşma imzalamanın hukuksal temelleri bulunmadığı tezini ileri sürerek Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile ayrı ayrı antlaşmalar imzalamak istiyorlardı.[32] O sırada Transkafkasya Federasyonu henüz kurulmamıştı. Rusya’nın tüm korkusu Türkiye ile Azerbaycan arasında direkt bir antlaşma yapılması yönündeydi. Çiçerin tarafından Bakü’ye Harici İşler Komiseri Hüseyinov’a gönderilen şifreli telegramda: “Yusuf Kemal yarın Tiflis’te olacak. Türkler Tiflis’te Bakü ve Yerevan’la ayrı ayrı mukavele imzalamak istiyorlar. Siz bunun yapılmaması için bir şeyler kurun, ona (Yusuf Kemal’e) karşı birlikte cephe alın ve tek bir antlaşma imzalayın. Ben size antlaşmanın cumhuriyetlere verilmek üzere Layiha ve haritasını da gönderiyorum.” denmekteydi.[33]

Çiçerin’in bu meyanda Hüseyinov’a gönderdiği ikinci bir telegram Rusya’nın Türkiye-Azerbaycan ilişkisinden ne denli tedirgin olduğunu gözler önüne seriyor: “Türk heyeti Bakü’de olacak. Azeri yoldaşlara diğer Kafkas cumhuriyetlerinin temsilcileri gelmeden ve benim antlaşma layihamla yakinen tanışmadan Türklerle kesinlikle danışıklara başlamamaları için talimat verin.”[34]

Dönemin arşiv belgeleri Rusya’nın Türkiye’yi Kafkasya, özellikle Azerbaycan’dan uzak tutmak için tüm yollara başvurduğu gerçeğini meydana çıkarmaktadır. Hatta Atatürk’ün ve arkadaşlarının bütün gayretlerine rağmen maalesef Sovyetlerin ve Batılıların istekleri doğrultusunda Türkiye ve Azerbaycan arasında bir Ermenistan yaratılmıştır.[35] Rusya Ermenistan’la ilgili düşüncelerini Harici İşler Komiseri Çiçerin vasıtasıyla şöyle demekteydi: “Biz Türkiye ile dostluk ilişkilerine ancak Ermenistan gibi Türkiye’ye komşu halklarla Türkiye arasında karşılıklı sınırların belirlenmesi.. koşullarında giriyoruz.”[36]

Bu belgeler Mustafa Kemal Paşa’nın nasıl zor şartlar altında Kafkasya politikasını yürüttüğünün en güzel kanıtıdır. Fakat etle tırnağın ayrılması nasıl imkansızsa Anadolu’yla Azerbaycan’ı birbirinden ayırmak da mümkün olmamıştır. Bolşevik işgalinden sonra Kafkasya’nın özgürlük mücadelesi yürüten binlerce insanına kucak açmıştır Türkiye. Özellikle Azerbaycan siyasi muhacirleri buradan Bolşevik rejimi ve Rus istibdadına karşı faaliyet yürütmüş, Rusya hükümeti ve Azerbaycan komünistlerinin kargaşasına rağmen Atatürk onlara bu mücadeleyi 1933 senesine değin yasaklamadığı gibi, çeşitli vakıflar adı altında maddi destek sağlanmasına fırsat yaratmıştır.[37]

Büyük Millet Meclisi azası İsmail Suphi, Atatürk tarafından, esir Türklerin durumunu öğrenmek için güya Komünist Partisi taraftarı gibi Azerbaycan’a oradan ise Türkistan’a geçmiştir. Azerbaycan’da gördükleri karşısında İsmail Suphi’nin Büyük Millet Meclisi’ne sunduğu raporu istibdadın siyasi, fiziki, manevi terörünü belgeliyordu adeta:

“Azeri halkı açtır. Önemli görevlerde Ruslar, Ermeniler, Gürcüler çalışıyorlar. Ülke Revkom tarafından yönetiliyor. En korkunç vaka Onbirinci Kızılordu’dur. Ülkede son 10-11 ay içerisinde öldürülen 8000 kişinin 2000’ini aydınlar oluşturmaktadır. Hakimiyetteki Rus-Ermeni Yunan komünistler Çeka’nın eliyle Müslümanlardan resmen öç alıyorlar. Azerbaycan genelinde toplam 10.000 komünist var ve komünistleri kimse sevmiyor. Özetle, Sovyet Rusyası hâl-i hazırda Azerbaycan için ne terbiyeci, ne yol gösterici olmadığı gibi, gerçek anlamda talancıdır.”[38]

Rusların Kafkasya’da özellikle, Azerbaycan’da yaptıkları vahşet Komünist Enternasyonal’ın alevli savunucusu Bakü’deki “Türkiye İştirakiyum Fırkası”nın reisi Mustafa Suphi’yi dahi hiddetlendirmiştir. O Rusya Bolşevik Partisi genel kuruluna sunduğu raporunda Azerbaycan’ın ikinci büyük kenti olan Gence’de Kızıl Ordu’nun Ermenilerle işbirliği yaparak dört binden fazla insanı katlederek şehri adeta harabeye çevirdikleri gerçeğini gündeme getirerek bu olayın bölge halkında sosyalist yönetime karşı kin ve nefret duymasına neden olduğunu yazmıştır.[39]

Atatürk Rusya’nın Kafkasya’da takip ettiği siyasetin gerçek mahiyetini bütün incelikleriyle biliyor, fakat son derece isabetli kararla beklemenin en doğru yol olduğu kanısına varmıştır.

Özetle Atatürk’ün politikasını, izlediği siyaset hattını böyle hulasa etmek yanlış olmayacaktır.

  • Emperyalist devletler ve Rus Bolşevizmi çerçevesinde kuvvetli hükümeti olmayan tam teşekküllü milli ordudan yoksun bir Azerbaycan’ın ayakta durabilmesi zaten zayıf bir ihtimaldi. Hala sahip olduğu doğal servetlerinden dolayı Azerbaycan’ın yakasının kolayca bırakılmayacağı gerçeğini anlayan Mustafa Kemal Atatürk ortaya çıkan fırsatları Türkiye’nin lehine değerlendirmenin en isabetli karar olduğu kanısına varmıştı. Zaten Atatürk daha kuvvetli Türkiye’nin oluşumunu büyük Türk devletine götüren yolun başı olarak görmüş, gelecek üzerine kurduğu tüm düşüncelerinde dış Türklere ayrıca bir yer ayırmıştı.
  • Atatürk Türk dünyasının kültür birliğini gerçekleştirmek için Türk Tarih ve Dil Kurumları’nı kurdurmuştur.
  • Atatürk 1928 senesinde Harf İnkılabı yaparak Azeri Türklerinin kullandıkları Latin Alfabesi’nin Türkiye’de kullanıma açmış ve Türk kültürünün Azerbaycan başta olmakla diğer Türk ülkelerinde de gelişmesini amaçlamıştır.
  • Atatürk yalnız Kafkasya’da değil diğer Türk devletlerinde yaşayan soydaşlarımızın ortak mazisinin yaratılması, kültürümüzün bütünleştirilmesi için çalışmıştır. Atamızın kendi tabiriyle söylemek gerekirse bunları açıktan adı konarak değil devletlerin ve milletlerin derin düşünceleri olarak yapmıştır.[40]
  • Atatürk yalnız dahilere has uzak görüşlülükle 29 Ekim 1933’te Cumhuriyet’in 10. yıldönümü şerefine düzenlenmiş gecede bütün Türk dünyasıyla ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: “Bu gün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden ileride pek az şey kalacaktır. Devletler ve milletler bir idrakin içinde olmalıdırlar. Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını hiç kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”[41]

Doç. Dr. Aygün ATTAR

Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 256-262


Dipnotlar :
[1] Ali Fuat Cebesoy, Bir üssebi-Gazze Meydan Muharebesi ve Yirminci Kolordu, İstanbul, 1938 s. 51.
[2] Dr. Baymirza Hayıt, Türkistan Devletlerinin Millî Mücadele Tarihi, Ankara, 1995. s. 218-219.
[3] Maveray-ı Kafkasya Seyminin mazbataları, Tiflis, 1918, Azerbaycan Cumhuriyeti Merkezi Devlet Arşivi (MDA).
[4] Azerbaycan Cumhuriyeti Merkezi Devlet Arşivi, 894, Siy 10, iş 30.
[5] Aygün Attar, “Türk Dünyasının Bir Büyüğü Feteli Han Hoyski”, Askeri Tarih Bülteni, sayı 51, s. 160, Ankara 2001.
[6] Azerbaycan Cumhuriyeti Merkezi Devlet Arşivi (MDA), Fond 2898, Siy 1, iş 6.
Fond 970, Siy 1, iş 161.
Fond 100, Siy 2, iş 791.
[7] Nutuk, M. Kemal Atatürk, C. I, s. 1, İstanbul 2000.
[8] A. M. Şamsutdinov, Osvoboditelnaya Voyna Turtçii, s. 52, Moskova, 1966.
[9] Az. MDA, Fond 28 c, Siy. 1c, iş 68.
[10] N. Yüceer, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusunun Azerbaycan ve Dağıstan Harekatı, Genelkurmay ATASE Yayınları, 1996, s. 169.
[11] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 42-43.
[12] Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 111.
[13] Az. MDA. Fond 2898, Siy 1, iş 6.
[14] Teodar Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan’ı 1905-1920, Bağlam Yayınları, s. 215. 1988.
[15] Lord Kinros, Atatürk, İstanbul, 1966 s. 370-371.
[16] Az. SPİHDA, Yığıcı Fond No: 401.
[17] Az. Res. Devlet Arşivi, Senetler No: 275.
[18] Halil Paşa’nın Anıları, s. 320-330.
[19] Dokumenti Vneşney Politiki SSSR, C. II, s. 554-555, Moskova, 1959.
[20] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, 1982, s. 40-41.
[21] Az. MDA, Fond 609, Siy 1, iş 94.
[22] Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge, C. I., s. 173, Ankara, 1981.
[23] Atatürk’ün Milli Dış Politikası 1919-1923, C. I., s. 205, Ankara.
[24] Az. SPİHDA, (Azerbaycan Siyasi Partiler ve İctimai Hareketler devlet Arşivi) Abilov Fondu.
[25] B. Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Ankara, 1993, C. 1, s. 408.
[26] Bu tarih bazı Türk kaynaklarında yanlışlıkla 18 Kasım olarak gösterilir oysa Abilov kendi el yazısıyla 22 Ekim’de Atatürk’le görüştüğünü yazıyor.
[27] Azerbaycan MDA., F. 609, siy. 1, iş. 94.
[28] Azerbaycan MDA., Abilov’un Azerbaycan Dışişleri Komiseri Mirza Davud Hüseyinov’a 8 Kasım 1921 tarihli raporu.
[29] Azerbaycan SPİHDA., F. 276, Siy 5, iş 1.
[30] Azerbaycan SPİHDA, Foud Abilov Fondu.
[31] Dokumenti Unşneya Politiki SSSR T. 3, s. 597-604, Moskova, 1959
[32] Y. Hikmet, Yeni Türkiye Devleti’nin Harici Siyaseti, s. 68.
[33] Azerbaycan SPİHDA., F. 609., Siy. 1iş 94., s. 139.
[34] Azerbaycan SPİHDA., F. 609., Siy. 1iş 94., s. 195.
[35] M. Saray, Atatürk ve Türk Dünyası, Ankara, 1995, s. 13.
[36] Dokumenti Uneşneya Politiki SSSR T. 3, s. 325, Moskova, 1959.
[37] Azerbaycan SPİHDA., Fond 1, Siy 85, iş 462.
[38] Azerbaycan SPİHDA., F. 609., Siy. 1, iş 94, s. 15-18.
[39] Az. SPİHDA, Yığıcı Fond No: 336.
[40] İ. Bozdağ, Atatürk’ün Sofrası, İstanbul, 1995, s. 11-26.
[41] İ. Bozdağ, a.g.e., s. 11-26
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.