Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürkçü Öğretide Tam Bağımsızlık Kavramı

0 13.011

Prof. Dr. Cihan DURA

Atatürkçülük ilk bakışta birtakım “fikirler demeti” gibi görünse de, gerçekte belirli temellere dayanan, tutarlı, sistemli bir öğretidir. Ancak, bu niteliğiyle işlenip somut olarak ortaya konmuş değildir. Bunun iki sebebi vardır: Bizzat Atatürk’ün kendi eliyle böyle bir yola gitmemiş olması, sonraki kuşakların bu yolda bir çaba göstermemesi.

Bana göre Atatürkçü ideoloji 10 ilke üzerinde yükselmektedir: – Bilim İlkesi, Ahlak İlkesi- Millî Egemenlik İlkesi, Tam Bağımsızlık İlkesi – Cumhuriyetçilik İlkesi, Laiklik İlkesi, Milliyetçilik İlkesi – Halkçılık İlkesi, Devletçilik İlkesi, Devrimcilik İlkesi.

Okuduğunuz yazıda 10 ilkeden Tam Bağımsızlık İlkesi kapsamında, “tam bağımsızlık” kavramını tanıtmaya çalışacağım.

I) Atatürk’e göre bir ulusun, varlığını sürdürmesinin temel koşulu tam bağımsız olmasıdır. Tam bağımsızlık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de istinat ettiği iki temelden biridir. Buna göre devletimizin temel taşları ikidir: Kayıtsız-koşulsuz ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık... Neden devletimizin temel taşlarıdır bu ilkeler? Çünkü millî egemenlik giderse, tam bağımsızlık da gider. Tam bağımsızlık olmazsa millî egemenlik de olmaz. Millî egemenliğe dayanmayan, tam bağımsız olmayan devlet, devlet olmaktan çıkar; zamanla “şunun bunun oyuncağı” haline gelir. Atatürk’ün “Ya istiklal, ya ölüm!” parolasının anlamını bu gerçeklerde aramak gerekir. Çünkü tam bağımsız olmayan bir ulus yaşayamaz; varlığını sürdüremez. Bunun içindir ki Atatürk, Türklerin millî ülküsünü (millî hedefini) şöyle formüle etmiştir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yaşatmak, tam bağımsızlığını korumak! Bu her Atatürkçünün birinci görevidir.

Bilindiği gibi milletimiz; I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Batı emperyalizminin baş hedeflerinden biri haline gelmişti. Emperyalizmin “ulusumuzun bağımsızlığını tümden yok etme” planı karşısına, başlatıp yönettiği İstiklal Savaşı ile, aşılmaz bir dağ gibi dikilen kahraman Mustafa Kemal Paşa oldu. Kurtuluş Savaşı’nın amacı; yalnızca düşmanı topraklarımızdan atmak değildi; aynı zamanda, yüzyıllar sonra -bir daha yitirmemek kararlığıyla- tam bağımsızlığımızın yeniden elde edilmesiydi. Batı’nın siyasal emperyalizmine karşı nasıl amansızca savaşıp onu yendiyse, milletimiz Çirkin Batı’nın ekonomik emperyalizmine karşı da aynı savaşı verip galip gelmiştir. Atatürk Emperyalist Batı’nın bir temsilcisine şöyle diyordu: “Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin özüdür. Bu görev tarihe ve bütün ulusa karşı yüklenilmiştir.”

II) Osmanlı Devleti, kapitalist ve emperyalist ülkelere çeşitli yollardan birçok ayrıcalık tanıdığı için, zamanla ekonomik, mâlî, adlî, kültürel, askerî alanlarda bağımsızlığını geniş ölçüde yitirmiş; kısmen ve fiilen, yabancı nüfuz ve egemenliği altına girmişti. Öyle ki devlet; büyük devletler izin vermediği için, ülkede -örneğin- demiryolu, hattâ okul bile yaptıramıyordu. İğneden ipliğe, naldan mıha kadar, hiçbir malı kendisi üretemiyordu. Avrupa’ya öylesine borçlanmıştı ki, borçların faizlerini bile ödeyemez duruma düşmüştü. Topraklarında faaliyet gösteren yabancıları yargılama hakkı da yoktu. Onlardan vergi alması yasaklanmıştı. Devletin varlığını kemiren topluluklara karşı hiçbir önlem alamıyordu. Yabancılara tanınan ekonomik ayrıcalıklar, gelişme kaynaklarını kurutuyordu. Yabancılar gelir vergisi vermiyor, gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı.

Atatürk bağımsızlığını hemen hemen yitirmiş olan Osmanlı Devleti’nin bu trajik durumunu şöyle dile getirmiştir: Bir devlet ki kendi uyruğuna koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz, gümrük işlemlerini, resimlerini ülkenin ve milletin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi engellenmiştir; bir devlet ki bunların da ötesinde yabancılar üzerinde yargı yetkisini uygulamaktan men edilmiştir; böyle bir devlete elbette bağımsız denemez. Osmanlı’da devletin ve milletin yaşamına yapılan müdahaleler bu saydıklarımdan ibaret de değildi, daha fazla idi. Doğrudan doğruya milletin yaşamsal ihtiyaçlarından olan, örneğin demiryolu yapmak için, fabrika yapmak için devlet serbest değildi; mutlaka dış müdahale vardı. Bu şekilde hayatını teminden menettirilen bir devlet hiç bağımsız olabilir mi? Gerçekte Osmanlı Devleti bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi; Osmanlı içindeki Türk milleti de tamamen tutsak durumuna getirilmişti. Bu sonuç milletin kendi iradesine ve kendi egemenliğine sahip bulunamamasından, bu irade ve egemenliğin şunun bunun elinde kullanılagelmiş olmasından kaynaklanıyordu.

III) Peki, Atatürk’ün bu kadar önem verdiği tam bağımsızlık nasıl bir şeydir, nasıl tanımlanabilir?

A) Kısa bir tanımla tam bağımsızlık, “bir ülkede yabancılara hiçbir ayrıcalık tanınmaması” demektir. Atatürk tam bağımsızlığı şöyle açıklar: “Tam bağımsızlık demek; siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda… tam serbestlik demektir.” Tam bağımsızlık, devletimizin başka bir devletin veya herhangi bir uluslararası kuruluşun kesin etkisi ya da vesayeti altında olmamasıdır. Sayılan alanlarda Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümetin bütün karar ve tercihlerinin, Millî İrade’ye uygun olarak gerçekleştirilmesidir.

Atatürk tam bağımsızlıktan, asla yalnızca siyasal bağımsızlığı anlamadı. Örneğin 1922’de İngiltere temsilcisi General Harrington’dan, görüşme koşulu olarak “ulusal sınırlarımız içinde siyaset, maliye, iktisat, askerlik, adalet ve kültür yönlerinden tam bağımsızlığımızın kabulünü” istemişti. Batılı gazetecilere verdiği demeçlerde şunları söylüyordu: “Bütün topraklarımızda gerçek bağımsızlık istiyoruz. Adlî, mâlî ya da askerî kapitülasyonların hiçbirini tanımıyoruz… Siyasal, adlî, ekonomik ve mâlî bağımsızlığımızı, dolayısıyla yaşama hakkımızı inkâra ve ortadan kaldırmaya yönelik Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir… Ulusal sınırlarımız içinde tam olarak bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye istiyoruz.”

B) Lozan’da büyük devletler ekonomik ve adlî kapitülasyonlar konusunda zorluklar çıkarmış, görüşmeler uzamıştı. Atatürk buna rağmen tek bir adım bile geri atmadı; tam bağımsızlık ülküsünden zerre kadar ödün vermedi: “Biz barış istiyoruz,’ dediğimiz zaman, ‘tam bağımsızlık istiyoruz’ dediğimizi herkes bilmelidir. Bunu istemeye hakkımız ve gücümüz vardır. On yıl, yirmi yıl sonra aşağılanarak ölmektense, şimdiden onurumuzla ölmeyi yeğleriz.” Bu onurlu tutum ve çelik irade sayesindedir ki, sonunda Türkiye tam bağımsızlığına kavuştu.

Bir kez daha vurgulayalım ki tam (gerçek) bağımsızlık; yalnızca siyasal değildir; tersine – tanımından da anlaşılacağı üzere- çok yönlü, çok ögeli bir kavramdır. Tam bağımsızlığın “aldatıcı olanı” vardır. Bu; bir tür “dolaylı bağımlılık” olup yalnızca “siyasal” nitelikte bir bağımsızlıktır. Siyasal bağımsızlık “bir devletin dışta ve içte başka bir devletin resmen denetimine ya da yönetimine tabi olmaması” demektir. Siyasal bağımsızlık, tek başına, bağımsızlık dâvâsını çözemez. Bir bağımsızlık; “tam” ve “gerçek” olabilmesi için, ekonomik, mâlî (finansal), adlî, askerî, sosyal ve kültürel alanlarda da gerçekleştirilmiş olmalıdır. Eğer bir devlet bu saydığımız alanlarda başka bir devletin kesin etkisi altında ise, bağımsızlık değil, bağımlılık söz konusudur. “Kesin etki”den maksat, o devletin “kendi işlerinde serbestçe yön belirleme ve karar alma yetkisinin fiilen ortadan kalkmış” olmasıdır.

Tam bağımsızlığın bazı önemli özellikleri şunlardır:

– Tam bağımsızlık bir ulusun, örneğin Türk ulusunun varlığını sürdürmesinin temel koşuludur.

-Tam bağımsızlık istisna tanımaz. Ekonomiden kültüre, bütün diğer alanlara kadar, bu alanların tek birinde bile yabancı müdahalesi varsa, tam bağımsızlık zedelenmiş demektir.

– Tam bağımsızlık bir ülkenin kendi içine kapanması anlamına gelmez. Ülke, örneğin Türkiye dünyanın diğer bütün ülkeleri ile her türlü ilişki kurabilir. Bunun tek koşulu, kurulan ilişkilerin tam bağımsızlığı zedelememesidir.

C) İnsan, yapısı icabı, geniş boyutlu olan (makro) olguları anlamakta güçlük çeker, kendi küçük ölçeğinde, yakın çevresinde (mikro) olup biteni daha kolay fark eder ve anlar. Ulusal bağımsızlık olgusu da böyledir. Bir devletin, bir ülkenin bağımsız olması ya da olmaması ne anlama gelir? Bunu daha kolay anlamak için, gelin, ölçeği küçültelim, bir insan örneğinde bağımsız olmamanın sonuçlarına bakalım: Bir insan düşünün ki ihtiyaçlarını kendisi belirleyemez, başkası belirler. Neyi yiyeceğine, neyi giyeceğine, nerede barınacağına başkası karar verir; o yalnızca bu kararı uygulamakla yükümlüdür. Sosyal ilişkileri, arkadaşlık kurması, evlenmesi, çocuk sahibi olması başkasının, örneğin efendisinin iznine bağlıdır. Nerede, hangi işte çalışacağına da efendisi karar verir. İşte bu koşullar altında olan bir insan bağımsız değildir, olsa olsa bir köledir. İşte bağımsız olmayan bir devlet de tıpkı böyle bir insan gibidir. “Köle-millet”tir! Buna karşılık tam bağımsız bir devlet, her alanda tam serbestliğe sahiptir. İşlerine hiçbir yabancı devlet karışamaz. Hiçbir yabancı devletçe denetlenemez. Uluslararası haklarından serbestçe, tam olarak yararlanır. Siyasal, askerî ve ekonomik açılardan, öteki devletlerle tam eşit bir konumdadır. Onur ve saygınlık sahibidir. İtilip kakılmaz. Yaşama yeteneği güçlüdür. Kaynaklarını kendisi ve kendi halkı için kullanır. Başarılı ve esenliklidir.

***

Sonuç olarak şunları kaydedebilirim:

– Türkiye Cumhuriyeti deyince, onu daima iki temeli ile birlikte düşüneceğiz: Millî egemenlik, tam bağımsızlık… Devletimiz ancak bu ikisiyle vardır. Bunlar yoksa ya da önemli ölçüde zedelenmiş ise Türkiye Cumhuriyeti çökmüş, ya da çökme sürecinde demektir.

– Yurtseverlik, devletinin yalnızca topraklarına, bayrağına, sınırlarına sahip çıkmak demek değildir. Bir yurtsever bunların yanı sıra millî iradeye ve millî egemenliğe, ülkenin ekonomisine, maliyesine, ordusuna, adalet kurumlarına, kültürüne de, kısacası bağımsızlığına da sahip çıkar. Bu yüksek değerlere yönelen yabancı müdahalesini şiddetle reddeder, fiilen karşı çıkar. Ülkeyi yönetenlerden de aynı tutumu bekler. Ancak bu titizliği gösteren partilere oyunu verir.

-Türkiye’de Atatürkçülük eğitimi çok yetersiz kalmıştır. En koyu Atatürkçüler dahi, bu düşünce sisteminin en temel noktalarını bilmiyorlar. Aralarında bilgi alış verişi yapamıyor, tartışamıyorlar. Peki, Atatürk karşıtları böyle midir? Kesinlikle hayır! Öyleyse bu alandaki derin bilgisizliğimizi kabul edip, sabırla ve bütün gücümüzle kendimizi Atatürkçü öğretiyi sözcük sözcük adeta ezberlemeye adamalıyız. Diğer ilkeleri gibi Tam Bağımsızlık İlkesi’ni de, gece gündüz düşündüğümüz, öğrenip sindirmeye çalıştığımız, uyguladığımız, kendimize hayat kılavuzu yaptığımız bir ilke haline getirmeliyiz.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.