Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürk Lozan’ı Anlatıyor

0 11.236

Prof. Dr. Cihan DURA

1- Ordularımız en büyük bir zaferi kazanmıştı ve muzaffer yürüyüşünü durduracak hiçbir engel kalmamıştı. Böyle bir zamanda İtilaf Devletleri, doğal haklarımızı, meşru haklarımızı müzakereler ile de onaylayacaklarını ve sorunların müzakereler ile de çözümleneceğini söylediler ve bizi konferansa davet ettiler. Milletimiz, Meclis’imiz ve hükümetimiz samimî olarak barış yanlısı olduğu için, muzaffer ordularımızı durdurdu ve delege heyetimizi Lozan’a gönderdi.

2- Tarih 17 Şubat 1923, İzmir’deyim. İktisat Kongresi’nin açış konuşmasını yapıyorum. Halkıma müzakerelerin seyri hakkında şu bilgiyi verdim: Aylardan beri müzakereler ve tartışmalar cereyan ediyor. Fakat henüz karşımızdakiler bizimle üç yıllık, dört yıllık bir hesabı görmüyorlar; üç yüz ve dört yüz yıllık hesapları görmeye başlamışlardır. Ve hâlâ karşımızdakiler eski Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını ve bugün yeni bir Türkiye devletinin mevcut olduğunu, bu Türkiye devletini kuran milletin çok azimli ve kahraman bir millet olduğunu, bu milletin artık tam bağımsızlığından ve milli egemenliğinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlayamamışlardır.

3- 2 Şubat 1923’de İzmir’de halka verdiğim nutukta ise aynı konuda şunları söyledim: Biz büyük bir iyi niyetle, barış ve huzurun bir an önce geri gelmesini sağlama hususundaki ciddi arzumuzla gittik Lozan Konferansı’na. Muhalif zihniyette bulunan heyetler orada karşı karşıya geldi. Görünürde çok nazik, fakat gerçekte aynı zihniyetin ürünleri tecelli ediyor. Biz Milli Misak ile belirlediğimiz zorunlu koşulları elde etmeye mecburuz. Müzakereler o halde cereyan ederken, bu esaslardan hangileri, ne dereceye kadar sağlanmıştır, inceleyebiliriz.

4- Örneğin, Misakı Milli’nin birinci maddesini hatırlarsanız, bu madde arazi ve sınır sorunudur. Halbuki, bugünkü neticeye göre henüz karşımızdakiler mevcut ulusal sınırlarımız içinde bulunan ülkemizin kısımlarını bize vermek istemiyorlar. Örneğin, Musul ve Musul’un güneyindeki bölgeyi bizim elimizden, bizim anayurdumuzdan gasp etmek istiyorlar. Aramızdaki anlaşmazlık şundan ileri geliyor ki, biz bu noktayı hallederken, bunu bir vatan sorunu, bir ülke sorunu olarak düşünüyoruz; onlar ise bir petrol sorunu olarak değerlendiriyorlar. Zihniyetteki fark bundan ibarettir. Petrolü alabilmek için bir milleti evinden kovmak istiyorlar. Bir milletin evinin bir köşesini ne olursa olsun işgal etmek istiyorlar. Aynı zamanda o köşede bu topluma örf, duygu, din bakımından bağlı bir insan kitlesi vardır. Hayır, onları da tutsak edeceğiz diyorlar. Biz diyoruz ki, sizlere bir özveride bulunalım. Bu evin sahipleri bizim bütün evimizin sahipleridir ve bu ev bizim evimizin kısımlarındandır. Bunu sakinlerinden soralım. Hayır, soramayız; zira onlar adam değildir, diyorlar. İngilizler, en bayağı amaçlarını temin edebilmek için dünyanın en alçak duygularını ortaya koymaktan bir an ayrılmıyorlar ve kaçınmıyorlar.

5- Sonra, Misakı Millî’nin en önemli maddelerinden biri, biliyorsunuz ki, kapitülasyonlar sorunudur. Önümüze bir sıra mali sorunlar koyuyorlar ve her birinin sonunda yine kapitülasyon var. Biz isteriz ki, ülkenin serveti gereksiz yere dışarı çıkmasın. Bunu temin eden şey, dışarıdan içeriye girecek olan eşyaya gümrük koymaktır. Dolayısıyla devlet bu hususta serbest olmazsa, dışarıdan girecek mal üzerinde etkili olmazsa ve koyacağı gümrük vergisinde serbest olmazsa, bu sorun kapitülasyon ruhunun dışında sayılabilir mi? Tabii hayır… İşte karşımızdakiler bu ve bu gibi noktalarda bizi hâlâ kendi arzularına boyun eğdirmek için zorlamada bulunuyorlar. Derim ki, bu sorun en önemli bir sorundur. Şöyle veya böyle olsun demekte milletin ve onu temsil eden meclis ve hükümetinin bağımsız olması lazım gelir.

6- Tam bağımsızlık halinde bulunduktan sonra olumlu veya olumsuz, faydalı veya zararlı olan şeyler hakkında hata edilirse, onların düzeltilmesi kolaydır. Fakat yeter ki dışarı bize bunu emretmesin. Yabancılar bunu şimdiye kadar emrediyordu ve hâlâ da emretmek istiyor ve bu emri bize kabul ettirecek barış yapmak istiyorlar. Bizim milletimiz ve hepimiz içtenlikle barış istiyoruz. Fakat barıştan söz edildiği zaman herhalde gerçek yaşam vasıtalarımızı istiyoruz, bunu temin etmek istiyoruz, demektir. Barışın anlamı bizce budur. Yoksa yaşam ve bağımsızlık vasıtalarından yoksun olan bir şekle biz barış diyemeyiz. Şimdiye kadar çok aldatılmışızdır. Ve böyle laflarla aldatılmışızdır. Fakat bundan böyle hiçbir şekilde aldanmamaya karar verdik ve aldanmayacağız. Bir de adli kapitülasyonlar var. Adli kapitülasyonlarda özerk mahkeme adı altında yine adli kapitülasyonları bize kabul ettirmek istiyorlar. Ülkede yargı hakkından yoksun olmak veya yargı hakkında kayıtlı olmak tam bağımsızlık ile bağdaştırılamaz.

7- Arkadaşlar, barış istiyoruz. Fakat dediğim gibi tam bağımsızlık istiyoruz. Barışın anlamı budur. Bunu istemeye hakkımız vardır ve kudretimiz vardır. On yıl sonra, yirmi yıl sonra, elli yıl sonra ölmektense ve yine şimdiye kadar olduğu gibi sefil ve aşağılık bir dereceye indirildikten sonra ölmektense, hiç korkmayınız, kalp ve vicdanınız açık olarak bugün ölelim ve tarih bizi böyle yazsın.

8- Açıkça görülüyor ki bütün ülkelerin halkları, hatta İngiliz milleti içtenlikle barış istiyor. Ancak bu milletlerin gerçek arzularının hâsıl olamaması, o milletleri sevk ve idare eden ve o milletleri temsil eden insanların o milletlerle aynı kanaatte, düşüncede, duyguda ve görüşte bulunmamalarındandır. Yani milletlerinin gerçek arzularının tercümanı olmamalarındandır. Fakat böyle bir şekil ebedi olarak devam edemez. Milletler, gerçeklerin icap ettirdiği hareket çizgisini, siyaset yolunu kendi adamlarına, kendi siyaset adamlarına takip ettirecektir.

9- Arkadaşlar, Lozan müzakerelerine Nutuk’ta da değindim. Orada söylediklerimi de buraya almakta fayda görüyorum: Mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu. Geçmişteki hoşgörürlüğün ve yapılan yanlışların sorumlusu biz olmadığımıza göre, yüzyılların birikmiş hesapları bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü. Milleti ve ülkeyi gerçek bağımsızlık ve egemenliğine sahip kılmak için, bu güçlüğe ve fedakârlığa da katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti. Ben, kesinlikle olumlu bir sonuç alınacağından emindim. Türk milletinin varlığı için, bağımsızlığı için, egemenliği için ne pahasına olursa olsun elde etmeye ve sağlamaya mecbur olduğu hakların dünyaca tanınacağından asla şüphem yoktu. Çünkü, gerçekte bu haklar kuvvetle, liyakatle fiilî ve maddî olarak elde edilmişti. Konferans masasında istediğimiz, zaten elde edilmiş olan bu hakların usulünce ifade ve onaylanmasından başka bir şey değildi. İsteklerimiz, açık ve doğal haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardı; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız millî egemenliğimizi kavramış, onu fiilî olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispatlamış olmamızdı. İşte bu düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla takip ediyor ve ortaya çıkan tersliklere gereğinden fazla önem vermiyordum.

10- Sonunda Antlaşma 24 Temmuz 1923’de taraflarca imza edildi. Bunun üzerine 13 Ağustos’ta Meclis kürsüsünde şu uyarıcı açıklamayı yaptım: Arkadaşlar, bugün ulaştığımız barışın, ebedî barış olacağına inanmak, elbette saflık olur. Bu, o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet milletin bütün hayatını tehlikeye sokar. Kuşkusuz, haklarımıza, şeref ve onurumuza saygı gösterildikçe, karşı saygıda kesinlikle kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların haklarına saygının eksik olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı deneylerle öğrendik. Onun içindir ki, bütün ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.

11– Lozan nedir? Lozan devletin ve milletin bağımsızlığını bütün dünyaya parlak bir surette tanıtan antlaşmadır! Türk milletine karşı, yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildiren bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zaferin eseridir! Siz bakmayın, onu, “Türkiye’nin en büyük toprak kaybıdır” diyerek eleştirmeye kalkanlara. Bunlar en büyük toprak kaybının Sevr olduğunu, bunu da Osmanlı’nın imzaladığını unutanlardır ya da unutturmak isteyenlerdir! Lozan, tam tersine, Sevr Antlaşması’nın Çankırı, Çorum yöresine sıkıştırdığı, avuç içi kadar bir Türkiye’yi Anadolu yarımadası büyüklüğüne ulaştıran antlaşmadır, Anadolu İhtilal ve İnkılabının eseridir.

12- Lozan bahsini, Montrö Konferansı’ndan söz etmeden bitiremeyiz. Bu konuda diyeceklerim şunlardır: Lozan tamdır ve tamlığını tarihte daima okutacaktır. Fakat, onu rahatsız eden ufak bir şey, Boğazlar vardı. O da Montrö’de çözümlenmiştir. Başka bir deyişle, Lozan Montrö’de taçlandırılmıştır. Milletinin yüksek karakterine, ordusunun bükülmez koluna ve uygar insanlığın aldatılamaz sağduyusuna dayanarak ve güvenerek kullanılan zekâ, mantık ve enerji; bütün insanlığın muhtaç olduğu barış ve huzuru bahşeden sonuçlar doğurabilir. Bunun bir kanıtı olan Montrö Konferansı eseri cidden sevinmeye ve sevindirmeye değer bir tarihî olaydır. Eğer Türk yüksek duyarlılığı bununla ilgiliyse, mutlaka sevinir, sevinmelidir.

13- Türkiye’nin Boğazlar’ı açık bırakmaya razı olduğu Lozan Antlaşması’ndan sonra dünyanın durumu ve bazı koşullar değişmişti. Boğazlar Türk arazisini iki kısma ayırdığı için, bu deniz geçidinin tahkimi Türkiye’nin güvenliği ve savunması bakımından çok önemliydi. O, aynı zamanda, uluslararası ilişkilerin can alıcı bir unsurudur. Anahtar konumunda böyle önemli bir yer, herhangi maceracı bir saldırganın keyfine ve merhametine bırakılamazdı. Türkiye olası barış bozucularının, birbirleriyle savaşmak için Boğazlar’dan geçmesine engel olmaya mecburdu. Türkiye buna asla müsaade edemezdi, nitekim etmemiştir. Sonuçta tarihte birçok tartışma ve ihtiras vesilesi olmuş olan Boğazları, tamamıyla Türk egemenliği idaresinde, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline getirdik. Muharip herhangi bir devletin harp gemilerinin Boğazlar’dan geçmesini yasakladık.

Prof. Dr. Cihan DURA

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.