Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürk Dönemi Dış Politikasında İtalya Faktörü (1923-1938)

0 18.916

Yrd. Doç. Dr. Mevlüt ÇELEBİ

Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yapılan Türk İstiklâl Savaşı’nın zaferle tamamlanması ve bunun Lozan Barış Konferansı’nda kabul ettirilmesinden sonra Türkiye için yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem; Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak için siyasî, sosyal, kültürel ve diğer alanlarda köklü değişikliklerin yapıldığı inkılâp dönemidir. İnkılâp döneminin başarıyla geride bırakılması için öncelikle bir barış dönemine ihtiyaç vardır. Bu itibarla; Atatürk döneminde Türkiye’nin dış politikasını tayin eden “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi; sadece bu ülkeyi yönetenlerin barışın değerini iyi bilmeleri anlamına gelmemiş, aynı zamanda uluslararası bir barışa özlem duyulduğu ve içeride inkılâpların yapılması için gerekli ortama ihtiyaç duyulması anlamına da gelmiştir. Barışı kazanmak için savaş yapmak zorunda bırakılmış bir milletin yöneticileri olarak Atatürk ve arkadaşları; ülkelerinde kalıcı bir barış dönemi yaratmak istemişlerdir. İlave etmeye gerek yoktur ki, hem bu temel hedefe ulaşmak hem de ülkede halkın yararına değişiklikler yapmak ancak siyasal istikrarla, bu da barışla mümkün olacaktır. Bu, o dönemde ülkeyi yönetenler için ne pahasına olursa olsun, sorunları aleyhimize de olsa barışçı politikalarla çözmek demek değildir. Savaş en son şık olarak ve ancak ülke ve milletin hayati menfaatleri söz konusu olduğu zaman düşünülmüştür.

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasındaki savaşa son vermiş ve Türkiye’nin dünya devletleri tarafından tanınmasını sağlamışsa da, bu antlaşma ile bütün sorunlar çözümlenmiş değildi. Denilebilir ki; Lozan Barış Antlaşması Türkiye için geçici bir barış dönemi yaratmış ve Atatürk döneminde Türkiye, Lozan’dan arta kalan sorunların çözümü için bir hayli enerji harcamak zorunda kalmıştır. Ancak, Almanya ve İtalya’nın sorunları kendilerince ve şiddete başvurarak çözdükleri bir dönemde, Türkiye’nin sorunları barışçı ve diplomatik yollarla çözme çabası takdirle karşılanmıştır.

Bu dönemde Türkiye, sadece kendi inisiyatifleriyle birtakım oluşumlar içerisinde yer almamıştır. İngiltere, Fransa ve İtalya gibi dönemin en güçlü ülkeleriyle komşu durumunda olmuştur. İlk dönemde iyi komşuluk ilişkileri kurmak mümkün olmadığı gibi, geçmişten gelen sorunların varlığı ayrı bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

I. Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türkiye’nin Dış Siyaseti

Türkiye’nin iki savaş arası dönemdeki ilişkilerini 1920’li ve 1930’lu yıllar olarak iki aşamaya ayırarak incelemek yararlıdır. Cumhuriyet’in ilan edildiği ilk yıllarda Türkiye; büyük oranda Lozan’dan arta kalan sorunları çözmek için uğraş vermek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu dönemde; bazı ülkelerle, savaşın uzantıları olan birtakım sorunlar yaşanmıştır. Sonraki on yıl ise, yeni bir savaşı hazırlayan gelişmelerin yaşandığı ve ülkemizin buna hazırlanmak istediği dönem olarak görülmelidir. İlk on yıl ile ikinci on yıl arasında ilişkilerimizdeki farklılık, sadece bizimle karşımızdaki ülkelerin yaklaşımlarıyla sınırlı değildir. Bunu asıl olarak belirleyen Avrupa’daki gelişmeler olmuştur. Dolayısıyla; 1930’ların ikinci yarısında İngiltere ve Fransa ile ilişkilerimizin yumuşamasında Avrupa barışı için yeni tehdit olarak ortaya çıkan Almanya ve İtalya’nın dış siyasetleri etkili olmuştur.

19. yüzyıl boyunca, Orta Doğu’daki menfaati gereği Osmanlı Devleti’ni dışarıdan gelen tehlike ve saldırılara karşı koruyan İngiltere, daha sonra bu politikasını değiştirerek bu devletin tarih sahnesinden silinmesi için her türlü girişime destek vermiştir. Ne var ki, sonraki dönemdeki İngiliz politikası kendileri için iyi sonuçlar doğurmadığı gibi geleceği şekillendiren olumsuz tohumlar da atmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Türklere karşı Çanakkale deniz ve kara savaşlarını kaybetmiş olan İngiltere, Mondros Mütarekesi’nden sonra da her türlü olumsuzluğun hazırlayıcısı olmuştur. İngiliz patentli dünya politikalarına karşı bir direnişin adı olan İstiklâl Savaşı’nda maddî ve manevî her türlü desteği verdiği Yunanistan’ın yenilmesi de, İngiltere’nin Türkiye’ye karşı siyasetini Lozan Barış Konferansı’nda ve sonrasında derinden etkilemiştir.

İngiltere ile aramızdaki Musul sorunu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında hem Türkiye ile İngiltere arasında önemli bir problemdir hem de ülke içerisinde ciddi etkileri olmuştur. Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye ve İngiltere’nin tezlerinde ısrar etmeleri nedeniyle bu konu hakkında ortalama bir çözüm bulunarak, antlaşmadan sonra iki ülke arasında yapılacak görüşmelerle çözümlenmesine, bu da olmazsa Milletler Cemiyeti’nin devreye girmesine karar verilmiştir. Bu sürecin yaşandığı dönemde Türkiye, iç ve dış barışa büyük ihtiyaç duymuştur. Fransa ile Osmanlı borçları, Hatay ve yabancı okullar nedeniyle yaşanan antlaşmazlıklar da dikkate alınması gereken başka problemlerdir.

Türkiye’nin bu yıllarda sorunlar yaşadığı diğer bir ülke de Yunanistan olmuştur. Yakın dönemde Anadolu’da Yunanlıların yaşadığı ve daha çok yaşattığı trajedi, duygusal etkisini korumuştur. Buna ek olarak; mübadele ve patrikhane gibi sorunlar, bu dönemde iyi ilişkiler kurulmasını önlemiştir.

Türkiye; Lozan’dan sonra, bir süre önce sömürgeciliğine karşı savaştığı Avrupa’nın medeniyet sisteminde yer almak istemiştir. Fakat; İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’ye karşı düşmanca tutumları, Türkiye’yi komşularına yöneltmiştir. Türkiye; komşu ülkelerle ikili veya çok taraflı antlaşmalar yapmak suretiyle çevresinde bir güvenlik ağı oluşturmak ve bu suretle dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı sınırlarını güvence altına almak istemiştir.

Millî Mücadele döneminde iyi ilişkiler kurulan ülkelerden birisi olan Sovyet Rusya, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da Türkiye’nin en önemli müttefikidir. Her iki ülke de, İngiltere ve Fransa ile iyi ilişkiler kuramadıkları gibi, Avrupa’da meydana gelen birtakım oluşumları da kendilerine karşı gördükleri için, birbirleriyle iyi komşuluk ilişkileri kurmaya özen göstermişlerdir. Bu dostluk; 17 Aralık 1925 günü imzalanan dostluk ve tarafsızlık antlaşmasıyla somutlaştırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı başlangıcına kadar olan dönemde Türkiye’nin Sovyet Rusya ile olan ilişkileri İngiltere ve Fransa ile ilişkileriyle ters bir yön takip etmiştir. 1930’ların ikinci yarısında Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasındaki ilişkiler düzelmeye başlarken, Türkiye’nin bu ülkelere yaklaşmasına sıcak bakmayan Sovyetler Birliği ilişkileri bozulmaya başlamıştır.

Türkiye, Sovyetler Birliği dışında diğer komşularıyla da iyi ilişkiler kurmak ve bu dostluğu imzalanacak saldırmazlık antlaşmalarıyla güvence altına almak istemiştir. Bunun için de, Balkanlar’da Yunanistan’a karşı dostluğu ya da en azından tarafsızlığı önemli olan Bulgaristan’a bilhassa önem verilmiş ve Ankara’da 18 Ekim 1925 günü bir dostluk antlaşması imzalanmıştır. Türkiye, İngiltere ile Musul meselesi çözümlendikten sonra, Orta Doğu’daki Müslüman ülke ve topluluklarla daha rahat ilişki kurabilmiştir. Bunlar arasında İran ve Afganistan özel bir yere sahip olmuşlardır. Bu iki ülke, Türkiye ile dostluklarını resmi birer antlaşma ile göstermekle kalmamışlar, Atatürk önderliğindeki inkılâp hareketlerinden de etkilenerek bunları ülkelerinde uygulamaya çalışmışlardır.

II. Rodos Hadisesi ve İtalya’ya Karşı Güvensizlik Dönemi

Bilindiği gibi İtalya; Millî Mücadele döneminde Türk bağımsızlık hareketine her türlü desteği vermiş ve Lozan Barış Antlaşması’nı tasdik eden ilk İtilaf Devleti olmuştur.[1] Türkiye, bu dönemde İtalya ile de adalar nedeniyle komşudur ve görünüşte iki ülke arasında ciddi hiçbir sorun yoktur. Ne var ki, Lozan’dan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler, İtalya’nın yayılmacı siyaseti nedeniyle bozulmuştur. Öyle ki, Türkiye, yeni başkentini seçerken bile İtalya faktörünü dikkate almıştır.[2] Türkiye’nin, İngiltere ve Fransa ile ilişkilerini düzeltmesinde İtalya’nın Türkiye için tehdit unsuru olmasının etkili olduğu kuşkusuzdur. Atatürk döneminde, Lozan’dan arta kalan birtakım sorunlar nedeniyle İngiltere ve Fransa ile bozuk olan ilişkiler, sorunların çözümlenmesi ve Avrupa’da meydana gelen değişiklikler nedeniyle zamanla normal seyrine kavuşmuştur. Oysa, Millî Mücadele döneminde dostane olan Türk- İtalyan ilişkileri, Lozan’dan sonra İtalya’nın Türkiye’yi hedef alan yayılmacı politikası nedeniyle bozulmuştur.

İtalya’da, Türk zaferine alkış tutan Benito Mussolini[3] liderliğinde iktidara gelen Faşistler, halklarına yeni bir umut vermek istemişlerdir. Bu dönemde Faşistlerin, Romalıların “mare nostrum” (Bizim Deniz) dedikleri Akdeniz bölgesinde hak iddia etme tutkusu bütün İtalyan politikasını etkilemiştir.[4] Yeni İtalya’nın yayılmacı siyasetinde Anadolu’nun da yer almasının nedenleri vardır: Her şeyden önce hâkimiyetine aldığı Rodos ve On İki Ada nedeniyle komşu olduğu Türkiye’deki yeni rejimin başarılı olup olmayacağı konusunda endişeleri, daha doğrusu başarısız olması yönünde beklentisi söz konusu olmuştur. İtalyanlar, Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yapılan inkılâpların başarıya ulaşamaması ihtimalini ya da inkılâplara karşı çıkacakların bulunması nedeniyle Türkiye’nin zayıflayacağını düşünmüşlerdir. Böyle bir durum, yâni ülke içerisinde huzursuzluğun ortaya çıkması veya yeni rejimin yerleşememesi İtalya’nın hedeflerine kolaylıkla ulaşması için bir ortam yaratacaktır. İtalya’yı Türkiye’nin bütününe olmasa dahi, Güneybatı Anadolu’ya yönelten bir başka neden de, Millî Mücadele dönemindeki yardımlarının karşılığını alamadıklarını iddia etmiş olmasıdır. Öte yandan İtalyanlar, Lozan’da başlattıkları, kendi tüccarlarına birtakım ticari imtiyazlar verilmesi yönündeki taleplerine sonraki dönemde de ısrarla devam etmiştir. Türkiye’nin böyle bir talebi kabul etmemesini de içlerine sindirememişler ve saldırganlaşmışlardır. Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile ciddi sorunlarının varlığı da İtalya’yı, Türkiye’den istediklerini alacağı yönünde bir umuda sevk etmiştir.

Faşistlerin ilk uluslararası sınavı Lozan Barış Konferansı olmuştur. Burada İtalya; Müttefikleri ne kazanmışsa onu kazanmış, ne kaybetmişlerse onu kaybetmiştir. Ne var ki, Lozan Barış Antlaşması ile İtalya, Rodos ve On İki Ada’daki hâkimiyetini Türkiye’ye kabul ettirmiştir. İlk dış politika sınavından başarıyla çıkan Faşistler, İtalya için gurur meselesi olan başka konulara yönelmişlerdir.

İtalya için Birinci Dünya Savaşı sonunda iki liman kenti olan İzmir ve Adriyatik kıyısındaki Fiume’ye hâkim olmak önemliydi. Paris Barış Konferansı’nda bu kentlerden ilki, İngiltere, İtalya’ya verilmesine karşı çıktığı için Yunanistan’a verilmişti. Fiume’nin İtalya’ya verilmesine de Amerika Birleşik Devletleri rıza göstermediği için İtalya ile Yugoslavya arasında Kasım 1920’de imzalanan bir antlaşma ile Fiume serbest şehir olarak bağımsız statüye getirilmişti. Lozan’dan sonra Fiume meselesini halletmek isteyen İtalya Başbakanı Mussolini, Yugoslavya üzerinde baskı uygulamaya başlamıştır. Uluslararası şartlardan da faydalanarak burayı Yugoslavya ile Ocak 1924’te yaptığı bir antlaşma ile İtalya’ya katmıştır. İtalya, benzeri bir gövde gösterisini de Yunanistan’a karşı yapmıştır. Yunanistan-Arnavutluk sınırını düzenlemek için kurulan uluslararası komisyondaki İtalyan temsilcinin Ağustos 1923’te öldürülmesi üzerine İtalyan donanması Korfu adasını işgal etmiştir. Bu gelişmeleri dikkatle ve endişeyle izleyen devletler arasında Türkiye de bulunuyordu.

Türkiye ile İtalya arasında ilk kriz; Bakanlar Kurulu’nun 1 Mayıs 1924 günkü toplantısında İtalya’nın dış siyaseti hakkında konuşan Mussolini’nin, İtalya-Türkiye arasında “iyi ilişkiler mevcut olduğunu temin etmesinden”[5] bir ay sonra Rodos’ta patlak vermiştir. Türkiye, 1924 ilkbaharında Sicilya’da yaşanan asker yığma olayıyla birlikte endişeli bir bekleyişe girmişti. İngilizlere göre Türkiye, bu askerlerin Anadolu’ya karşı kullanılacağını düşünmüştür.[6]

Sicilya’ya asker yığılmasının zamanlaması dikkate değerdir, Türkiye ile İngiltere arasında Musul meselesi nedeniyle Haliç Konferansı’nın başlamak üzere olduğu günlerde yapılmıştır. 1924’ün bu dönemini, ünlü gazeteci Ahmet Emin’in (Yalman), şu şekilde özetlemiştir: “Gün geçmiyor ki, İtalya ile Türkiye arasında yanlış anlamalar uyandıracak bir hâdise zuhur etmesin.”[7]

Ne var ki, iki ülke arasındaki asıl diplomatik sorun İtalyanların Mayıs sonunda Rodos adasındaki askeri birliklerini 2-3 alaylık kuvvetle takviye etmeleriyle yaşanmıştır. 1 Haziran 1924 günü Türkiye, İtalyanların bir haftadan beri Rodos’a asker yığdıkları ve Antalya, Kuşadası gibi geçmişte işgal altında tuttukları sahillerimizde keşifte bulundukları haberleriyle çalkalanmıştır. Türk kamuoyu 4-5 gün her an İtalya’dan sahillerine bir saldırı gelebileceği ihtimaliyle ayaklanmıştır. Bakanlar Kurulu sık sık Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanarak alınacak önlemleri görüşmüş, ordu teyakkuza geçirilmiştir. Basın; “Silaha sarılmağa Mecbur Kalırsak”[8] ile “Bugünkü Vaziyette En Muvafık Hareket Heyecana Kapılmamaktır”[9] arasında bir psikoloji sergilemiştir. Heyecanlı bekleyiş, Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Suad Bey’in (Davaz) 3 Haziran’da Mussolini ile yaptığı görüşmede İtalya başbakanının; “İtalya’nın Türkiye aleyhinde askeri hazırlık yapmadığını” söyleyerek “İtalya’nın Türkiye hakkında dostane duygular beslediğine dair kesin güvence verdiğini”[10] bildirmesiyle sona ermiştir.

Ancak Rodos’taki bu gövde gösterisi, İtalya’nın Türkiye sahillerine bir asker ihracının provasıdır. Bir İtalyan tarihçinin iddiasına göre, 1924 Haziranı’nda Mussolini, Savaş Bakanı di Giorgio’yu Türkiye’nin askerî bakımdan işgalini içeren bir planı incelemekle görevlendirmiştir. Bu plan Aralık ayında hazır olmakla birlikte, ülke içinden ve uluslararası câmiadan gelecek tepkilerden çekinen Mussolini, bundan vazgeçmek zorunda kalmıştır.[11] İtalya’yı Anadolu konusundaki emellerini geleceğe ertelemek zorunda bırakan bir faktörün de, basının da dile getirdiği gibi, Türklerin vatanlarını savunmak için yeniden silaha sarılmakta tereddüt etmeyeceği bir kararlılık sergilemesi olmuştur.

Ne var ki, bu girişim Türkiye’ye özellikle Musul konusunda büyük zararlar vermiştir. Haliç Konferansı devam ederken ortaya çıkan İtalya tehdidi, Türkiye’nin İngiltere ile sadece diplomatik yollarla mücadele etmesi ve askeri tercihi devre dışı bırakması gibi bir sonuç doğurmuştur. Nitekim bu dönemde, Türkiye, Musul’u kuvvet kullanarak almak teşebbüsünde bulunduğu takdirde İtalya’nın Anadolu’ya asker çıkaracağı söylentileri yayılıyordu.[12] Öte yandan İtalya’nın, Musul meselesini Türkiye’ye karşı “şantajı”,[13] Türkiye’yi Musul konusunda uzlaşmaya iten bir etken olduğu söylenebilir.[14] Bunun dışında İtalya, 5 Haziran 1924’te On İki Ada’yı ilhak ettiklerini resmen ilan etti.

Bu olayın kapanmasından ve Türkiye’nin dış politikada dikkatini diğer meselelere vermesinden sonra görünüşte iki ülke arasında problem kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin yeni yasama yılını açarken, 1 Kasım 1924’te İtalya hakkında şunları söylemiştir: “İtalya ile siyasî ve iktisadî münasebatımızın samimiyet tazammun eden bir inkişaf gösterdiğini memnuniyetle kaydederim.”[15] Gelişmeler bu sözlerin diplomatik bir lisanla söylenmiş olduğunu göstermiştir. Nisan 1925’te İtalya Meclisi’nde bir konuşma yapan Milletvekili Pederazzi, “Türkiye hükümetinin yabancılara karşı düşmanca bir siyaset takip ederek kapılarını dış dünyaya kapattığını” iddia etmiştir. İtalyan milletvekili, Mussolini’nin de dinlediği konuşmasını şöyle bitirmiştir: “Türkiye hükümetine Avrupa’ya karşı perverde ettiği husumet kabuğundan çıkmasını tavsiye ederiz. Bu hükümet kendisine yardım edecek olanların iktisadî ve ırkî teşrikini kabul etmelidir. Sonsuza kadar Akdeniz havzasında vâki olan bir memleket kapılarını Akdeniz ahalisine açmalıdır. Bu memleket, yalnız bu Akdeniz ahalisinin ölüme mahkum kalması şartı ile Türkiye’nin olabilir.”[16]

Bu konuşma da Türk kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır. Mardin Milletvekili Yakup Kadri Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir soru önergesi vermiştir. Meclis’in 16 Nisan 1925 günkü oturumunda soru önergesine cevap veren Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü Bey, “vekaletin olayı bildiğini ve Pederazzi’nin geçen yıl da bu mealde bir konuşma yaptığını”[17] söylemiştir. Ahmet Ağaoğlu yazdığı bir başmakaleyle İtalyan milletvekilini ve onu adeta tasvip eder şekilde dinleyen Mussolini’yi protesto etmiştir.[18] Cumhuriyet gazetesi, olayı “Bir Mebusun Hezeyanı”[19] başlığıyla duyururken, İstanbul’daki İtalyan elçiliği, hep yaptığını yaparak, Pederazzi’nin konuşmasının “fazla önemli olmadığını” açıklamıştır.[20]

İtalya Hükümeti ve yöneticilerinin Türkiye’yi teskin etmeye dönük çabalarının; kendilerinin kuşkulu hareketlerinden ve Türkiye’yi yönetenlerin geçmişten gelen dış saldırı korkusundan ötürü, istenilen etkiyi yapmadığı görülmektedir. İlişkiler; inişli çıkışlı bir çizgi tâkip ederken, en küçük bir hareket veya söz iki ülkenin kamuoyunu da ayağa kaldırmaya yetmiştir. Faşist Parti’nin yayın organı olan il Popolo d’Italia’nın müdürü ve Mussolini’nin kardeşi Arnoldo Mussolini’nin yaptığı bir açıklama tepkilere yol açmıştır. Arnoldo Mussolini 6 Nisan 1926’da faşistlerin politika değişikliği yapmasından söz ederek şunları söylemiştir: “Tunus belki daha sonra, fakat her şeyden önce eski Türk imparatorluğunun kalıntılarının bulunduğu Akdeniz’in Doğu bölgesi vardır. İzmir var ki, bize ait olması gerekir. Nihayet Antalya da var.”[21]

Il Popolo d’Italia gazetesinin o günlerde yayınlanan bir başmakalesindeki şu ifade her şeyi özetlemektedir: “İtalya, arazi fethetmek peşinde koşmuyor. O yalnız, halkının hayat ve geleceğinin temini vasıtasını talep ediyor. Eğer bizim fetih ve istila planlarımız olsa idi, ihtiyaçlarımızdan açıkça bahsetmekten çekinirdik.”[22]

Mussolini’nin kardeşi ve faşist politikayı yönlendiren kişilerden birisi olması sebebiyle Arnoldo Mussolini’nin açıklamasında İtalyan emperyalizmine hedef coğrafya olarak ve isim vererek Anadolu’yu göstermesi Türkiye’de bu ülkeye karşı var olan güvensizliği artırdığı gibi, İtalya’nın niyetlerini göstermesi bakımından da son derece önemlidir.

İki ülke arasında derin bir güvensizliğin yaşandığı Haziran 1926’da Musssolini, İstanbul’da Fransızca olarak çıkan L’Akcham gazetesine bir demeç vermiştir. Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkileri “mükemmel” olarak değerlendiren Mussolini, Mustafa Kemal Paşa hakkında da şunları söylemiştir: “Gazi’yi azim ve irade sahibi ve faaliyât adamı olarak tanıyorum. Kendisi, memleketinin istiklâl kahramanıdır. Yalnız bu sıfatı bile kendisini muazzam tarihin ön safına koyar. Esasen, ben umumiyetle, kuvvetli hükümetleri, omuzlarına mesuliyet yüklemesini bilen hükümetleri severim.”[23]

Mussolini’nin, Mustafa Kemal Paşa ve Türkiye hakkındaki olumlu sözleri Türk basını tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Ne var ki, aynı dönemde yapılan başka bir açıklama da, Türkiye’de tepkilere yol açmıştır. Mussolini, gazetecilerle yaptığı bir görüşmede “benim bir randevum var. Zamanı gelince bunun yerini size bildireceğim” demişti. Bu sözden hareket eden İtalyanların millî şairi ve Mussolini’nin yakın arkadaşı Gabriele d’Annunzio’nun milletine yayınladığı aşağıdaki hitabesi Türk kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanmıştır:

“Karadeniz’den Akdeniz’e kadar uzanan ve Allah’ın güzelleştirdiği bu memleket daha sonra Müslümanlar tarafından harap edildi. Bu memleket o kadar güzel, doğal zenginlikleri o kadar çoktur ki, Allah ilk insanı bu güzel memleketin Doğu kısmında yarattı.

Yüz milyon insanın rahatça yaşayabileceği bu memleket, bugün Haç’a kurban olan Hıristiyanların kanı ile boyanmıştır. Dört asırdan beri Batı ile temasta bulunmalarına rağmen Batı’nın medeniyetini alan takdir edemeyen barbar Müslümanlar bu memlekette nehir gibi kan akıttılar.

İtalya! Sana yalvarıyorum. Sen yalnız iste! Ve bu memleket senin olacaktır!

Asırlardır devam eden derin uykudan sonra, İtalya tekrar uyanmaya, şairinin tasvir ettiği eski şereflere tekrar ulaşmaya gayret ediyor.

İlk insanın ve medeniyetin beşiği telakki edilen bu memleketler bugün asıl sahiplerini tekrar oralara dâvet ediyor. Ve bir zamanlar Viyana’yı bile kuşatarak Orta Asya’da medeniyeti kaldıran vahşi Müslümanlar, geldikleri Asya’ya geri göndermemizi bizden istiyor.

İtalya, asrımızın asil Haç şövalyesi olarak bir defa daha Hilal’e karşı taarruz edecek ve bu sefer Haç muzaffer olacaktır. Doğu Akdeniz, eski Osmanlı İmparatorluğu, Arnavutluk ve Afrika sahili Roma İmparatorluğu’na aittir. Zor kullanıldığı takdirde, onlar olmuş meyveler gibi kucağına düşecektir.İtalya! Tekrar yalvarıyorum! Tarihin sana verdiği vazifeyi derhal ve harfiyen yerine getir! Uyan! Ve sevgilisinin kucağından kaçırılıp bir haydudun mağarasında paslı zincirler ile bağlanmış bir kadına benzeyen o güzel memlekete sahip çık.

İtalya, mukadderatına doğru kati adımlar ile ilerlemeye karar verince, kimse ve hiçbir şey ona engel olamayacaktır. Hıristiyanlık onu alkışlayacak ve dünyanın her tarafına dağılmış olan İtalya’nın çocukları, yeniden hayat bulan Roma’yı görmek, onun şerefi ile şereflenmek için onun şefkat kucağına geri dönecektir. İtalya’nın siyasi önderleri ihtiyatlı bir dil kullanmak mecburiyetinde bulunuyorlar. Oysa bir şair için bu gibi kayıtlar söz konusu olamaz. Mefkureler kontrole tâbi olamaz. Bundan dolayıdır ki, sözümü bütün millete hitap ederek beyan ediyorum ki, başvekilin geçen sene söz ettiği randevu yeri Allah’ın yemiş veren (yemyeşil, bereketli) bahçesi olan (Anadolu)dur.

Geliniz! İsteyiniz! Alınız! O sizin olacaktır.”[24]

İstanbul’daki İtalya elçiliğinin, durumu kurtarma çabasına rağmen[25] Türkiye’nin İtalya’ya karşı endişeleri haklı olarak devam etmiştir.

III. Türkiye-İtalya Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması

Türkiye, Lozan sonrasında kendisine karşı varlığını hissettiği İtalyan tehdidini ortadan kaldırmak için bu devletle bir saldırmazlık ve dostluk antlaşması imzalamak için çaba göstermiştir. Türkiye, böylece sınır güvenliğini sağlamak isterken, İtalya, Türkiye-İtalya-Yunanistan arasında bir ittifak yapmak için uğraşmıştır. İtalya bu şekilde, Doğu Akdeniz’de kendi liderliğinde oluşturulacak bir ittifakla, bölgeyi diğer ülkelere kapatarak kendi egemenlik alanı içine almak istemiştir.

Türkiye’nin resmi politikasına paralel olarak basın da, iki ülke arasında bir saldırmazlık ve tarafsızlık antlaşması imzalanacağı yönündeki haberlere 1926 yılından itibaren yer vermeye başlamıştır.[26] Gerçi Türkiye ile İtalya arasında Roma’da 19 Haziran 1926’da bir suçluların iadesi antlaşması imzalanmıştı. Fakat; Türkiye, tarafsızlık, dostluk ve saldırmazlık antlaşması imzalamak için gayret etmiştir. 1927 yılı, Türkiye’nin dış ilişkilerinde önemli bir tarihtir. Özellikle İngiltere ile Musul meselesinin çözümlenmiş olması nedeniyle Türkiye daha aktif bir dış politika izlemeye başlamıştır. 1927, Atatürk dönemi Türk-İtalyan ilişkilerinin de göreceli olarak düzelmeye başladığı yıl olmuştur. Bunda İtalya’nın, Türkiye’ye dönük niyetlerini geleceğe erteleyerek, Balkanlar’a ağırlık vermesi ve Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile ilişkilerinin düzelmeye başlaması rol oynamıştır. Türkiye’nin Roma büyükelçisi Suad Bey’in, Ankara’dan döndükten sonra 6 Ocak 1927’de Mussolini ile yaptığı görüşmede Türk-İtalyan ilişkilerinin dostane bir anlayışla geliştirilmesine karar verilmiştir.[27]

Sonraki yıl Türkiye’nin arzu ettiği antlaşmanın imzalanması için müzakerelerin ve iki devlet adamının karşılıklı ziyaret ve görüşmeler yaptıkları yıl olmuştur. Silahsızlanma konferansına katılmak için Cenevre’ye giden Hâriciye Vekili Tevfik Rüşdü Bey, 2 Nisan 1928 günü Milano’ya gelmiş ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Dino Grandi’yi ziyaret etmiştir.[28] Tevfik Rüşdü Bey, ertesi günü Mussolini ile bir görüşme yapmıştır. Milano Mülakatı olarak bilinen bu görüşmede; imzalanacak dostluk ve saldırmazlık antlaşmasının maddeleri müzakere edilmiştir. Görüşmenin sonunda, pek çok maddesi tespit edilmiş olan Türkiye-İtalya saldırmazlık antlaşması ve diğer meselelerin müzakeresine Ankara’da devam edilmesine karar verilmiştir.[29]

Müzakereleri Ankara’da devam eden Türkiye-İtalya Tarafsızlık, Uzlaşma ve Yargısal Çözüm Antlaşması, 30 Mayıs 1928 günü Roma’da imzalanmıştır. İtalya adına Başbakan ve Dışişleri Bakanı Benito Mussolini’nin, Türkiye adına Roma Büyükelçisi Suad Bey’in imzaladıkları antlaşma, 5 maddelik bir metinden ve 9 maddelik bir protokolden meydana gelmiştir. Antlaşmaya göre; iki taraf da, birbirlerine karşı hiçbir siyasi ve iktisadî antlaşmaya katılmayacaklar, iki taraftan birisi saldırıya uğrarsa, diğer taraf tarafsız kalacak, iki ülke arasında ortaya çıkacak sorunlar diplomasi yoluyla çözümlenecek, bu yöntem başarısız kalırsa yargı yoluna gidilecektir.[30]

Türkiye-İtalya antlaşması Türk ve İtalyan kamuoyunda memnuniyet yaratırken, bazı Avrupa ülkelerinde farklı tepkiler doğurmuştur. Türk basınında; imzalanan antlaşmanın “Türkiye-İtalya ilişkilerinde pek büyük tesirler yapacağına şüphe olmadığını”[31] belirten yazılar olduğu gibi bunu, “Cumhuriyet Siyasetinin Mühim Bir Muvaffakiyeti”[32] olarak gören gazetelere de rastlanmıştır. Aynı şekilde İtalyan gazeteleri de memnuniyet belirten yazılar yayınlamışlardır. La Repubblica ve la Tribuna antlaşmanın “Akdeniz için büyük bir önemi olduğunu” vurgularken Corriere d’Italia; “Yanlış anlamaların bertaraf edilmiş olmasından ve Türk-İtalyan dostluğunu sağlam esaslar üzerine tesis edilmesinden dolayı büyük sevinç duyduklarını” yazmıştır. II Messaggero’ya göre ise; “Muahede, Türkiye ile İtalya siyasi ilişkilerini kesin olarak açığa kavuşturmaktadır.”[33]

13 Eylül 1928’de Malatya’da yaptığı konuşmada Türk-İtalyan antlaşmasını “takdire lâyık”[34] bulan Başvekil İsmet Paşa, 14 Eylül 1928’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de şunları söylemiştir: “Her iki ülke de şimdiye karşılıklı duyulan güvensizlikten ve şüpheden büyük zarar gördü. Bu yanlış anlamayı her iki taraf da suni olarak körükledi. Bu imzalanan iyi niyet ve saldırmazlık paktı, milletlerarası her çeşit spekülasyonlara ve onların emellerine son verecektir. Dünyada büyük ismi ve yeri olan devlet adamı Mussolini’nin iki devlet arasında yaratılan güvene katkısı pek büyüktür. Size şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, bu antlaşmanın imzalanmasından sonra bu güven duygusu her iki memlekette de sağlam bir şekilde gelişmektedir.”[35]

“Bu muahedenin, Akdeniz’de mühim bir unsur olan Türkiye’nin nüfuzlu vaziyetini tanımak demek”[36] olduğunu belirten Tevfik Rüşdü Bey, antlaşma hakkında şunları söylemiştir: “Türk-İtalyan misakı bilhassa Doğu Akdeniz için büyük bir öneme sahiptir. Bu muahede, Yakın Doğu’da uluslararası siyaseti tahtı temine alan en ehemmiyetli vasıtadır. Mussolini ve Grandi, Türkiye’nin hakiki vaziyeti hakkında fikir sahibidirler. Türk hükümeti de, başta Gazi olmak üzere İtalya’nın dostluğunu takdir etmektedir.”[37] Türkiye Hâriciye Vekili antlaşmanın meclisteki müzakeresi sırasında da şunları söylemiştir: “Akdeniz’deki büyük komşumuzla aramızda imza edilen muahede eski dünyanın üç kıtasını birbirine bağlayan bu büyük gölde, bilhassa onun Doğu havzasında bir sulh muvazene âmilidir. Bu muahede şümul ve ehemmiyeti itibarıyla yalnız iki devlete ait menfaatlere münhasır kalmayacak ve uluslararası barışa da faydalı olacaktır.”[38]

1 Kasım 1928’de Gazi Mustafa Kemal Paşa Meclisi açış konuşmasında şunları söylemiştir: “İtalya ile imzalanan muahedenin iki memleket arasında emniyet havasını takviye etmesi iki komşunun samimi niyetlerini göstermesi itibarıyla takdir ve tasvibinize lâyık olması kuvvetle memuldür.”[39]

Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkilerin düzelmesi İngiltere ve Fransa tarafından iyi karşılanmamıştır. Adı geçen her iki ülke de Türkiye’nin İtalya ile iyi ilişki kurmasını istememişler ve ilişkileri bozmak için bilinçli bir politika üretmiştir. İngiltere ve Fransa, Türkiye üzerinde bir İtalyan tehdidi olduğu iddiasını kimi zaman abartarak; Türkiye’yi kendi yanlarına çekmek ya da Türkiye ile sorunlarını kendi lehlerine çözümlemek istemişlerdir. Ne yazık ki, İtalya da birtakım hareketleriyle bu propagandaya fırsat vermiştir.

Buna rağmen iki ülke kamuoyunda karşılıklı güven uyandıran ve bunun yazıya aktarıldığı gelişmeler yaşanmıştır. İtalya meclisinin Türkiye-İtalya antlaşmasını 5 Aralık 1928 günü büyük bir çoğunlukla kabul etmesi Türk basını tarafından büyük başlıklarla ve sevinçle verilmiştir. “İtalya’dan Türkiye’ye Selam!”[40] ve “İtalya Meclisi Türk-İtalyan Misakını Büyük Bir Ekseriyetle Tasdik Etti”[41] başlıklarıyla duyurulmuştur. Konu hakkında görüş belirten yazarlara göre de, “Biz bu muahede ile İtalya’da kuvvetli bir dost kazanmış oluyoruz”[42] ve “Devrimizde kendisinden en çok bahsettiren devlet adamlarından biri de, şüphesiz M. Mussolini’dir”.[43]

Bundan kısa bir süre sonra, iki dünya savaşı arası dönemde İtalya’dan Türkiye’ye gerçekleştirilen en üst düzeydeki resmi ziyaret yapılmıştır. İtalya Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Dino Grandi, 16 Aralık 1928 günü İstanbul’a gelmiştir. Grandi, Ankara’ya gitmiş ve 19 Aralık’ta Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından da kabul edilmiştir.

En azından görünüşte de olsa, Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkilerin normalleştiği dönemde, geçmişten gelen adalarla ilgili sorunlar varlığını korumuştur. İtalya, Trablusgarb Savaşı devam ederken Rodos ve On İki Ada’yı işgal etmişti. Türkiye, Lozan Barış Antlaşması’nda adalar üzerindeki İtalyan hâkimiyetini tanımıştı. Ancak, iki ülke arasında adalar konusunda çeşitli sorunlar gündeme geliyordu ve bunları diplomatik yollarla çözümlemek için 1927’den beri müzakereler yapılıyordu. Türkiye ve İtalya 4 Ocak 1932’de imzaladıkları bir antlaşma ile bu problemleri de ortadan kaldırmaya çalıştılar. Ankara’da Tevfik Rüştü Bey ile Pompeo Aloisi arasında imzalanan Anadolu Kıyısı ile Meis Adası Arasında Karasularının Sınırlandırılmasına ilişkin 7 maddelik antlaşmayla, üzerinde antlaşmazlık olan adalar ve karasuları konusunda çözüme ulaşılmıştır.[44]

Bu antlaşmanın imzalanmasıyla iki ülke arasındaki bir problemin daha çözümlenmiş olması iki tarafça da memnuniyetle karşılanmıştır. Tevfik Rüştü Bey, antlaşmaya ilişkin bir soruya şu cevabı vermiştir: “Neşredilen tebliğde bildirildiği gibi, İtalya ile aramızda Kastellerizzo adası mıntıkasındaki bahrî hududumuzu kesin bir şekilde tâyin eden bir sözleşme imza edilmiş ve o mıntıkada iki tarafa ait olan adalar tespit edilmiştir. Bu mesele esasen hakeme havale edilmişti. Daha sonra iki hükümet arasında dostane bir itilaf zemini bulundu. Sözleşme Büyük Millet Meclisi’ne arz edilecek, tasdikinden sonra yayınlanacaktır.”[45]

IV. Başvekil İsmet Paşa’nın İtalya Seyâhati

Mussolini, Türkiye Cumhuriyeti Başvekili İsmet Paşa’yı ve Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü (Aras) Bey’i 14 Eylül 1931’de İtalya’ya dâvet etmiştir.[46] Bu dâvet, Türkiye tarafından 30 Ekim 1931 günü kabul edilmiştir.[47]

Türkiye ve İtalya arasında yapılan en üst düzeydeki ziyaret olan Türkiye Başvekili İsmet Paşa’nın İtalya seyahâti, iki ülke kamuoyunda ilgiyle karşılanmıştır. Türk ve İtalyan basınları, ziyaretin kesinleşmesinden itibaren dostluğun önemini vurgulayan yazılara yer vermiştir.[48] Bâzı Türk yazarlar seyâhati, “Başlı Başına Bir Tarih” olarak yorumlamışlar,[49] bazı gazeteler de “Kemalist Türkiye’den Dost Roma’ya” başlığı atmışlardır.[50]

İsmet Paşa ve heyeti[51] 22 Mayıs 1932 günü, İtalya hükümetinin hazırladığı Tevere vapuru ile İtalya’ya hareket etmişlerdir. 24 Mayıs günü Brindisi’ye varan İsmet Paşa ve Türk heyeti törenle karşılandıktan sonra özel bir trenle Roma’ya hareket etmiştir. Bir gece Bari’de kalan heyet 25 Mayıs sabahı Roma’ya varmıştır. İsmet Paşa, Mussolini tarafından karşılanmıştır.[52] İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Bey, İtalya krallarının mezarlarının bulunduğu Panteon’a, sonra da meçhul asker mezarına çelenk koymuşlardır.[53]

Aynı gün Mussolini, İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Bey ile Venedik Sarayı’nda görüşmüştür. Hâriciye Nâzırı Grandi’nin de bulunduğu görüşme bir saat kadar sürmüştür. Mussolini de İsmet Paşa’yı kaldığı otelde ziyaret ederek uzun bir görüşme yapmıştır. Görüşmede, iki memleket arasında mevcut bulunan dostluk, uzlaşma ve adlî antlaşma muahedesinin 5 sene için yenilenmesi kararlaştırılmış ve muahedenin 5 sene müddetle uzatıldığına dair protokol imzalanmıştır. Bu protokol gereğince, muahede, süresi sona erdiğinde yeni itilaflara lüzum kalmaksızın aynı müddet için tekrar yenilenecektir.[54]

İsmet Paşa ve heyeti, İtalya’da kaldıkları süre zarfında bazı temaslarda bulunmuşlardır. 26 Mayıs’ta ziraat makineleri sergisini ve terk edilmiş çocuklar kurumunu ziyaret etmişlerdir. Aynı akşam, İtalya kralı ve kraliçesi, Türk heyeti şerefine akşam yemeği vermişlerdir.[55] Ertesi gün İsmet Paşa, bataklıkların kurutulmasını izlemiş, öğleden sonra 600 uçağın birden uçuşunda hazır bulunmuştur.[56] 28 Mayıs günü İsmet Paşa, Roma’nın bazı kışlalarını gezmiştir.[57]

28 Mayıs günü Mussolini, Türk heyetine mensup milletvekili ve gazetecileri kabulünde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Türk İnkılâbı, tarihin en büyük inkılâplarından biridir. Türkiye’ye karşı olan dostluğumuza yalnız devam etmekle kalmayacağız. Bu dostluğun nasıl geliştiğini göreceksiniz. Bu söz, bir faşist sözüdür, yani samimidir.”[58]

İsmet Paşa da, 29 Mayıs’ta İtalyan basınını kabul ederek İtalya’ya yaptıkları seyahat hakkında özetle şu açıklamayı yapmıştır: “Seyahâtimin en kıymetli neticesi, İtalya’nın Türkiye hakkında açık ve dürüst siyasetini müşahede etmek olmuştur. Buradaki sözlerimi aynen Türkiye’ye döndüğüm zaman da tekrar edeceğim. Seyahatim iki memleket arasında mevcut bulunan fikir itimadını takviyeye yardım etmiştir.”[59]

İtalya’ya yaptığı resmî ziyareti 30 Mayıs günü tamamlayan İsmet Paşa, Roma’dan Brindisi’ye hareket etmiştir. İsmet Paşa Türkiye’ye dönerken Pilsna vapurunda Anadolu Ajansı muhabirine verdiği demeçte özetle şunları söylemiştir: “Doğu Akdeniz’deki büyük komşumuz, dost İtalya’dan memnuniyet hisleriyle dönüyoruz.

Bu ziyaretimiz, senelerden beri iki memleket arasındaki dostane münasebâtın en samimi şekille de tebarüzüne iyi bir vesile olmuştur. Faşist İtalya çok çalışıyor. Muvaffakiyet her yerde derhal göze çarpar.

Mussolini Hazretleri’nin yüksek kıymet ve muvaffakiyeti her türlü takdir ölçüsünden üstündür. Millî reisimiz Gazi Hazretleri’ne Faşist İtalya’da beslenilen hayranlık hisleri ve yüksek hükümet reisinin bu vadide ettiği asil duygular bizi çok mütehassis ve bahtiyar etmiştir.”[60]

V. Yeni Bir Savaşa Doğru

Birinci Dünya Savaşı sonunda; reel politik gerçekler çok fazla göz önünde bulundurulmadan masa başında bulunan çözümler, kısa bir süre sonra Avrupa ülkelerini, öncekinden daha net bir kamplaşmaya götürmüştü. Öyle ki; savaş sonrası statü ne galipleri ne de mağlupları memnun etmiştir. Bu kez Avrupa devletleri; statüyü değiştirmek isteyenler (Revizyonist) ve statüyü korumak isteyenler (Antirevizyonist) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Genel olarak, Birinci Dünya Savaşı’nı kaybedenler ilk grupta, kazananlar ikinci grupta yer almışlardır.

Türkiye ve İtalya bu ayırımda farklı konumlarda olmuşlardır. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nı mağlup bitirdiği halde, kendisiyle ilgili statüyü değiştirme başarısını göstermiştir. Dolayısıyla; iki dünya savaşı arası dönemde Türkiye için statünün devamı ve muhtemel bir savaşta savaş dışı kalmak, sınırlarını gelebilecek tehdit ve saldırılara karşı güven altına almak önemli olmuştur. Oluşan yeni dengelerde Türkiye Sovyetler Birliği’nden uzaklaşmaya ve İngiltere ve Fransa ile ilişkilerini geliştirmeye ve öncülük ettiği bölgesel ve çok taraflı kombinezonlara girişmiştir. Türkiye; yaklaşmakta olan savaş tehlikesine karşı, kendisine tehdidin nereden geleceğini iyi hesaplamak ve buna göre politikalar geliştirmek zorunda kalmıştır.

İtalya ise savaşı galip bitirmiş olmasına rağmen, ne savaşın hemen ertesinde ne de yeni bir savaşa doğru hızla gidildiği 1930’larda statüden memnundur. Memnuniyetsizlik bir yana, İtalya, Almanya ile birlikte statünün değişmesini istemiş; bu sadece istekle sınırla kalmayarak eyleme de dönüşmüştür. Dolayısıyla, Türkiye ve İtalya, uluslararası politikaya bakışları, geleceğe dönük beklentileri ve yöneticilerinin tutumları itibarıyla karşı farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir.

Bu temel yaklaşımları iki ülkeyi farklı yerlere götürürken; bunu netleştiren gelişmeler de yine İtalya’dan gelmiştir. Mussolini, 19 Mart 1934’te İkinci Beş Yıllık Faşist Kongresi’nde yaptığı konuşmada; “İtalya’nın mukadderatının Akdeniz, Afrika ve Asya’da olduğunu” ileri sürmüş ve “birkaç saatlik deniz seyahati ve bundan daha kısa bir hava seferi İtalya’yı Afrika ve Asya’ya bağlamak için kâfidir” demişti.[61] Bu konuşma Türk resmî makamları ve basını tarafından şiddetle eleştirilince; Dışişleri Bakanı Müsteşarı Suvich ve Mussolini, Türkiye’nin Roma büyükelçisiyle yaptıkları görüşmelerde bu nutkun Türkiye’yi hedef almadığını söylediler. Fakat bu, Türkleri tatmin etmemiştir. Başvekil İnönü, “İtalya ile münasebette esas meselenin emniyet”[62] olduğuna dikkat çekerek bu ülkeye karşı güvensizliğimizi bir kere daha dile getirirken, İtalya’da bazı gazeteler hâlâ, “Anadolu’nun İtalyan göçmenleri için en uygun yer olduğunu” yazmaya devam ediyorlardı.[63]

Türk Devleti ve kamuoyu, Mussolini’nin yukarıdaki konuşmasından sonra İtalya’yı yeniden ciddi bir tehdit olarak telakki etmiş ve dış politikasını bu tehdit ve İtalya’dan gelebilecek muhtemel saldırıya göre düzenlemiştir. Bu yeni Türk dış politika konsepti; İngiltere ve Fransa gibi İtalya’yı dengeleyeceği düşünülen ülkelerle ilişkileri dostane bir temele çekmek, İtalya’nın muhtemel saldırı güzergâhı olarak görülen Balkanlar’a ve özellikle Arnavutluk’a önem vermek ve Boğazlara tam hâkimiyettir.

Anlaşıldığı kadarıyla Atatürk, bu dönemdeki İtalya’yı, on yıl önceki İtalya’dan daha tehlikeli görmüş ve ciddiye almıştır. Atatürk, İtalyanların Türkiye’ye denizden bir saldırı teşebbüsünde bulunacaklarına ihtimal vermiyordu. Bir gün bu konu hakkında konuştuğu Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir: “Bizim için sulh esastır; fakat Mussolini bize taarruz etmek cinnetine kapılırsa, sahillerimize bir çıkarma yaparak gelmelerini temenni ederim. Sahillerimiz açıktır, arazi itibarıyla müsait gördükleri herhangi bir bölgeye, her zaman bir çıkarma yapabilirler, buna mâni olamayız. Yalnız asıl çıkarma yeri belli olduktan sonra, bütün kuvvetimizi toplayıp üzerlerine gider, gelenleri behemehal denize dökeriz. Bu suretle yurt korumaktaki eşsiz azim ve kudretimizi cihana, bir kere daha göstermiş oluruz. Fakat böyle bir şey yapamazlar çocuk! Türkiye’ye karşı bir harekete karar verirlerse, ilkin Arnavutluk’a asker çıkarmak ve orayı işgal etmekle işe başlayacaklardır. Bunu kolayca yapacakları âşikardır. Ondan sonra da Bulgarlarla işbirliği teminine ve Bulgarlarla beraber Boğazlara inmeye, diğer Balkan devletleriyle irtibatımızı kesmeye gayret edeceklerdir. Bence taarruzu oradan beklemek ve tedbirlerimizi ona göre alıp mütemadiyen uyanık bulunmak gerektir.”[64]

Bunun için de İtalya’nın denetimi altına aldığı Arnavutluk’a elçi olarak atanan Ruşen Eşref’e, veda ziyaretine gittiği Atatürk tarafından 1 Nisan 1934 günü verilen talimatta İtalya ile ilgili olarak şu düşünceler yer almıştır “İtalya hakkında tavır ve hareket tarzı: Hiçbir şahsa karşı ve hiçbir mecliste alenen İtalyanların aleyhinde söz söylenmeyecektir. Ancak lehinde de bulunulmayacaktır. Mussolini’nin şahsına hürmet veya emniyeti çeker övücü sözlere ağız alıştırılmayacaktır.”[65]

Türkiye, İtalya’dan şikayetlerini dile getirip, bu ülkeye karşı önlemler alırken, İtalya da, Türkiye’nin, kuruluşların etkin rol oynadığı Balkan Antantı ve Sâdabat Paktı gibi birtakım girişimleri kendisine karşı bir hareket olarak görmüştür. Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin 1930’ların başında düzelmesi ve Almanya ve İtalya’nın Balkanlar’daki faaliyetlerinin kendilerine karşı olduğunu gören ülkeler bir araya gelmeye ve birlikte hareket etmeye karar verdiler. Almanya, İtalya veya diğer bir ülkeden gelecek muhtemel saldırıları birlikte göğüslemeye karar veren Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya, 9 Şubat 1934 tarihinde Balkan Antantı’nı imzaladılar. İtalyan gazetelerinin Balkan Paktı’nı sert bir dille eleştirmelerine bakarak denebilir ki, İtalya böyle bir paktın yapılmasından memnun değildi. Müttefiki Arnavutluk’u pakta katılmaktan alıkoyarak bu memnuniyetsizliğini gösteriyordu. Bulgaristan’ı da pakta katılmamaya sevk eden İtalya idi.[66]

İtalya, Balkanlar’daki oluşumları kendisine karşı bir “kombinezon” olarak görmüş ve şikayet etmiştir. 12 Mayıs 1934 günü İtalya Büyükelçisi Vincenzo Lojacano ile Hâriciye Vekaleti Kâtib-i Umumisi Numan Menemencioğlu arasındaki görüşmede elçi, şikayetlerini dile getirmiştir. Lojacano şunları söylemiştir: “Ortada hiçbir mâkul sebep, endişeyi mucip hiçbir vaziyet mevcut olmadığı halde Türkiye hükümeti İtalya aleyhine kombinezonlar yapmakta, ittifaklar aramaktadır.” Menemencioğlu’nun verdiği cevap Türkiye’nin endişelerini ve beklentilerini göstermektedir: “Bizim İtalya aleyhine müteveccih hiçbir kombinezonumuz yoktur ve İtalya aleyhine hiçbir ittifak aramış değiliz. Kendi emniyetini düşünmek gibi en meşru bir hak ve mülahazaya müsteniden etrafında tesis ettiği dostluklar ne birbirleriyle mütenakıs ne de yekdiğerinin aleyhine müteveccihtir. Bu emniyet kaygusu Türkiye’yi Balkan huzur ve sükunetini bu görüş noktasından mütalaaya sevk etmiş olmasından tabii bir keyfiyet olabilir mi? Balkanlar’da entrika olmaması, Balkanlar’ın sulh içinde yaşaması Türkiye için hayati meselelerden biridir.”[67]

Bu dönemde bütün dünyayı İtalya’nın saldırganlığı konusunda dikkatli olmaya sevk eden bir olay yaşanmıştır. İtalya, 3 Ekim 1935’te Habeşistan’a saldırarak, üyesi bulunduğu Milletler Cemiyeti Misakı’nın 12. Maddesini ihlal etmiştir. Bu işgal, Türkiye ile ilişkilerde iki ülke arasındaki soğukluğu artırırken,[68] Milletler Cemiyeti Genel Kurulu, Misakın 16. Maddesi gereğince İtalya’ya karşı iktisadî ve mâlî zorlama tedbirlerinin alınmasına karar vermiştir. Türkiye’nin, üyesi olduğu bu teşkilatın aldığı karara uyup uymayacağı TBMM’de tartışılmış ve karara katılmaya karar verilmiştir. İtalya, Milletler Cemiyeti kararlarına uyan diğer devletler gibi Türkiye’ye de 11 Kasım 1935’te bir protesto notası vermiş ve Anadolu sahillerine yakın olan On İki Ada’yı ve özellikle Leros adasını tahkim etmiştir.[69] Türkiye, Orta Doğu’da ortaya çıkan İtalya tehdidini de bölgesel bir ittifakla önlemek için harekete geçmiştir. Yine Türkiye’nin önderliğinde kökenleri daha eskilere dayanan Türkiye, İran, Afganistan arasındaki ilişkiler bir pakta dönüşmüştür. 8 Temmuz 1937’de Tahran’da imzalanan Sadabad Paktı’na Türkiye, İran, Afganistan ve Irak katılmışlardır. Böylece Türkiye, akıllı bir politika ile Orta Doğu’dan gelebilecek bir İtalya saldırısına karşı da sınırlarını güvence altına almış oluyordu.

Türkiye, Lozan’da Boğazların uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesine rıza göstermişti. Fakat on yıl içerisinde meydana gelen gelişmeler ve İtalya ve Almanya’nın bir tehdit olarak ortaya çıkmaları Türkiye’yi, güvenliği bakımından son derece önemli bir konumda olan Boğazlar politikasını yeniden uluslararası camiaya taşımaya zorlamıştır. Türkiye, 11 Nisan 1936’da, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin devletler tarafından yeniden gözden geçirilmesi hakkında ilgili ülkelere bir nota vermiştir. Bu notaya İtalya Dışişleri Bakanlığı 28 Nisan’da cevap vermiştir. Sorunun tetkikine katılmaya hazır olduğunu bildiren İtalya hükümeti, görüş ve müşahedelerini uygun bir zamanda açıklama hakkının saklı olduğunu da ilave etmiştir.[70]

Boğazların geleceği konusunda bir konferansın toplanması için hazırlık yapıldığı dönemde Roma Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur ile Mussolini arasında da 12 Mayıs 1936’da bir görüşme yapılmıştır. Mussolini, Boğazların yeni statüsünün müzakeresine karşı olmadığını, ancak, Habeşistan’ın işgali dolayısıyla ülkesine karşı uygulanan zorlama tedbirlerin kaldırılması konusunda Türkiye’nin bir şeyler yapmasını istemiştir.[71] Buna rağmen İtalya, 22 Haziran 1936’da Montrö’de toplanan konferansa; Boğazlar Konferansı’nın toplanmasının mevsimsiz olduğunu ve Türkiye’nin iddia ettiği gibi Akdeniz’de halen bir savaş tehlikesi mevcut olmadığını ileri sürerek[72] katılmamıştır.

İtalya’nın itirazlarına rağmen Montrö’de Türk tezi Boğazlar üzerinde, bölgeyi askerileştirmek de dahil olmak üzere kabul edilmiştir. Bu arada Türkiye; İtalya’ya karşı uyguladığı iktisadî ve mâlî tedbirleri, 15 Temmuz 1936’da kaldırmıştır. Bu, İtalya tarafından memnuniyetle karşılanmış ve Boğazlar Muahedesi’ni imzalamak için doğrudan doğruya Türkiye ile temasa karar vermiş ve harekete geçmiştir.[73]

İtalya’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne katılmak için doğrudan doğruya iki ülke arsında görüşmeler yapılması için Türkiye Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü Aras İtalya’yı ziyaret etmiştir. Aras ile İtalya Dışişleri Bakanı Kont Ciano arasında 2-3 Şubat 1937’de Milano’da yapılan görüşmelerin ardından yapılan açıklamada; iki taraf arasında hiçbir çatışma bulunmadığı ve işbirliği yapılacağı açıklanmıştır.[74] Ancak bu açıklamaya rağmen ilişkiler hiçbir zaman Türkiye’nin arzu ettiği düzeye getirilememiştir. Nitekim, Türkiye, 10-11 Eylül 1937’de Nyon’da, İtalyan deniz altılarının Akdeniz’de ticaret gemilerini batırmasını görüşmek üzere toplanan konferansa katılarak, barışçı blokta yer aldığını göstermiştir.[75]

Sonuç

İki dünya savaşı arası dönemde İngiltere, Fransa ve İtalya gibi dönemin güçlü ülkeleriyle komşu durumda olan Türkiye, bu ülkelerden ilk ikisi ile, yakın geçmişten gelen ikili ve uluslararası birtakım sorunlar yaşamıştır. Ne var ki Türkiye, arasında somut bir problem olmamakla birlikte bu dönemdeki dış ilişkilerinde İtalya’yı hep dikkate almak zorunda kalmıştır. Denilebilir ki, Türkiye, Atatürk döneminde dış politikasını İtalya’ya ayarlamak zorunda kalmıştır. Asıl dikkate değer nokta yine bu dönemde Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile olan ikili sorunları Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilişkilerin gerginleşmesine yol açmış, İtalya ile doğrudan bir sorun olmadığı halde ilişkiler hiçbir zaman Türkiye’nin iyi niyetli bütün girişimlerine rağmen istenilen düzeye getirilememiştir.

İtalya’nın Türkiye için bu yeni dönemde ciddi bir tehdit olarak algılanmasında Rodos’taki İtalyan askeri varlığının artırılması önemli rol oynamıştır. Bu meselede olduğu gibi, İngiliz ve Fransız basınları İtalya tehdidini olduğundan fazla büyük göstermek suretiyle Türkiye ile olan ilişkilerin kendi ülkeleri lehine çözümlenmesine katkıda bulunmak istemişlerdir. Bu dönemde Türkiye’yi yönetenlerin; Musul meselesinin aleyhimize gelişmesinden kaynaklanacak tepkileri azaltmak veya inkılâpları kolaylıkla yapmak için İtalyan tehdidini büyüttükleri düşünülse bile, bu, İtalya’nın, politikaları ve yöneticilerinin söylemleriyle Türkiye için gerçekten bir tehdit olduğu olgusunu ortadan kaldıramaz.

Türkiye, diğer ülkelerle olduğu gibi İtalya ile de menfaatlerin karşılıklı olarak dengelendiği dostane ilişkiler kurmak istemiştir. Fakat, diğer ülkelerle büyük oranda gerçekleştirilen bu hedef, İtalya ile ilişkilerde tutturulamamıştır. Bunun nedeni, İtalya’nın yayılmacı politikaları ve Anadolu’yu yeniden hedef coğrafya olarak görmeleridir. Söz konusu dönemde iki devlet arasındaki ilişkilerde belirleyici olan İtalya, Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile iyi ilişkiler kurmasına, istemeden de olsa yardımcı olmuştur ki; bu sonraki uzun süreçte Türk dış politikasının temel dinamiği olmuştur.

Yrd. Doç. Dr. Mevlüt ÇELEBİ

Celâl Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 661-671


Dipnotlar:
[1] Bu dönemindeki Türk-İtalyan ilişkileri hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Mevlüt Çelebi, Millî Mücadele Döneminde Türk-İtalyan İlişkileri, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Yay., Ankara, 1999.
[2] Dönemin önde gelen hâriciyecilerinden Aptülahat Akşin’in, Atatürk’ün değişmez Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü Aras’tan duyduğuna göre; Ankara’nın başkent olarak seçilmesinin sebeplerinden biri de, On İki Ada’daki üslerinden kalkacak bir İtalyan uçağının yüklü olarak, Ankara’ya geliş ve dönüş yapamayacağının hesap edilmiş olması idi. Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK Yay., Ankara, 1991, s. 218.
[3] Benito Mussolini 25 Eylül 1922’de yayınlanan “Yükselen Ay” (La luna crescente) başlıklı makalesinde Türklerin Yunanlılara karşı kazandığı zaferi sömürgeciliğe karşı bir başkaldırı olarak görmüş ve övmüştür. Benito Mussolini, “La luna crescente”, Gerarchia, I, (25 Eylül 1922), ss. 477-479.
[4] Romain Rainero, “Kemal Atatürk Devrimin İtalya’daki Yankıları”, Atatürk’ün Düşünce ve Uygulamalarının Evrensel Boyutları, (2-6 Kasım 1981), Uluslararası Sempozyum, Ankara, TTK Yay., 1983, s. 122.
[5] Hâkimiyet-i Milliye, 4 Mayıs 1924, s. 1.
[6] Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, (1919-1926), AÜSBF Yay., Ankara, 1978, s. 302.
[7] Ahmet Emin, “İtalyanlar ve Biz”, Vatan, 2 Haziran 1924, s. 1.
[8] Tevhid-i Efkâr, 2 Haziran 1924, s. 1.
[9] Vakit, 3 Haziran 1924, s. 1.
[10] Tanin, 5 Haziran 1924, s. 1.
[11] Rainero, a.g.m., s. 125.
[12] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1914-1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 328, Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası, (1919-1938), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 1997, s. 80.
[13] Ahmet Şükrü Esmer, “Türk Diplomasisi (1920-1955)”, Yeni Türkiye, İstanbul, 1959, s. 76.
[14] Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 302.
[15] Kâzım Öztürk, Cumhurbaşkanlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Nutukları, Baha Mat., İstanbul, 1969, s. 174; Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşmaları, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu, Ankara, 1987, s. 145.
[16] Hâkimiyet-i Milliye, 2O Nisan 1925, s. 1.
[17] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, (Bundan sonra TBMMZC olarak kısaltılacaktır.), c. 18, (14 Nisan 1341-22 Nisan 1341), Ankara, TBMM Mat, 1976, 87-88.
[18] Ağaoğlu Ahmed, “Bir Konferans Münasebetiyle”, Hâkimiyet-i Milliye, 2O Nisan 1925, s. 1.
[19] Cumhuriyet, 21 Nisan 1925, s. 1.
[20] Cumhuriyet, 21 Nisan 1925, s. 1.
[21] Rainero, a.g.m., s. 126.
[22] Hâkimiyet-i Milliye, 23 Nisan 1926, s. 3.
[23] Hâkimiyet-i Milliye, 30 Haziran 1926, s. 1, Cumhuriyet, 30 Haziran 1926, s. 2; Vakit, 30 Haziran 1926, s. 5; İkdam, 30 Haziran 1926, s. 2; Milliyet, 30 Haziran 1926, s. 2.
[24] Mevlüt Çelebi, “Türk Kaynaklarına Göre Atatürk Döneminde Türk-İtalyan Siyasî İlişkileri”, Atatürk 4. Uluslararası Kongresi, (25-29 Ekim 1999 Türkistan-Kazakistan), Bildiriler, c. I, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2000, s. 268-269. Cumhuriyet Gazetesi bu yazıyı yayınlarken düştüğü şu notla Türk kamuoyunun duygularına tercüman olmuştur: “Sinyor Mussolini Okusun! Mahud İtalyan şairi Danunçiyo İtalyan milletini Anadolu’ya hücuma tahrik ve teşvik ediyor. Türk matbuatını İtalya’ya aleyhdar bir lisan kullanmamalarını tavsiye eden Sinyor Mussolini, şair Danunçiyo’nun tahrikâmiz sözlerine karşı acaba ne diyor?” Cumhuriyet, 2 Temmuz 1926, s. 1,3.
[25] 17 Temmuz 1926’da İtalya elçiliği şu açıklamayı yapmıştır: “Şair Danunçiyo, İtalya hükümeti tarafından vâki sorusuna cevaben bir asker ve eski bir muharip sıfatıyla şimdiye kadar Türkiye aleyhinde hiçbir yazı yazmadığına ve belki de lehine yazdığına namusu üzerine yemin etmiştir.” Hâkimiyet-i Milliye, 18 Temmuz 1926, s. 1.
[26] İki örnek için bakınız: “Türkiye-İtalya. İki hükümet arasında tarafsızlık muahedesi akdinin mevzu bahs olduğu kuvvetle rivayet edilmektedir.” Yeni Ses, 2 Mayıs 1926, s. 1; “Türkiye-İtalya Bî-taraflık Muahedesi mi?”, Milliyet, 18 Haziran 1926, s. 1.
[27] İkdam, 9 Kânun-ı sâni 1927, s. 1.
[28] Vakit, 5 Nisan 1928, s. 1.
[29] Hâkimiyet-i Milliye, 5 Nisan 1928, s. 1; Vakit, 13 Nisan 1928, s. 5.
[30] Antlaşmanın tam metni için bakınız: Cumhuriyet, 3 Haziran 1928, s. 1-2; Milliyet, 3 Haziran 1928, s. 2; Vakit, 3 Haziran 1928, s. 6, Hâkimiyet-i Milliye, 4 Haziran 1928, s. 1-2; Türkiye Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Devre: 3, İçtima: 2, c. 7, Ankara, TBMM Mat., 1929, s. 16-18; Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı (1923-1934), Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü, Ankara, (t. y.), s. 279-284; Atatürk’ün Millî Dış Politikası, c. II, (1923-1938), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1981, s. 212-21 Belge: 28 ve s. 446-41, Belge: 81; İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, c. I, (1920-1945), TTK Yay., Ankara, 1983, s. 335-339.
[31] Siirt Mebusu Mahmud, “Türkiye-İtalya”, Hâkimiyet-i Milliye, 1 Haziran 1928, s. 1.
[32] Cumhuriyet, 4 Haziran 1928, s. 1.
[33] Cumhuriyet, 3 Haziran 1928, s. 2; Vakit, 4 Haziran 1928, s. 2.
[34] Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, c. I, (1919-1973), (Altıncı Baskı), AÜSBF Yay., Ankara, 1987, s. 83.
[35] İnönü’nün Söylev ve Demeçleri, İstanbul, 1946, s. 137.
[36] Milliyet, 3 Haziran 1928, s. 1.
[37] Vakit, 27 Eylül 1929, s. 4.
[38] Gönlübol-Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 83-84; Ahmet Özgiray, “Türk-İtalyan Siyasî İlişkileri, (1921-1930) ”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, V, (1990), s. 132.
[39] TBMMZC., c. 5, Devre: III, (1 Teşrin-i sani 1928-29 Teşrinisani 1928), Ankara, TBMM Bas., (t. y.), s. 3.
[40] Cumhuriyet, 7 Kânun-ı evvel 1928, s. 1.
[41] İkdam, 7 Birincikanun 1928, s. 1, 3.
[42] Yunus Nâdi, “İtalyan Dostluğu”, Cumhuriyet, 8 Kânun-ı evvel   1928, s. 1.
[43] Siirt Mebus Mahmut, “Mussolini”, Milliyet, 14 Kânun-ı evvel 1928, s. 1.
[44] Antlaşmanın tam metni için bakınız: Türkiye Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Devre: 4, İçtima: 2, c. 12, Ankara, TBMM Mat., 1934, s. 70-72; Soysal, a.g.e., s. 340-343.
[45] Vakit, 6 Kânun-ı sâni 1932, s. 2.
[46] Anadolu, 25 Eylül 1931, s. 2.
[47] Milliyet, 31 Teşrinievvel 1931, s. 1.
[48] Cumhuriyet gazetesi ziyaret haberini 10 Mayıs 1932’de “İsmet Paşa 22 Mayıs’ta İtalya’ya Gidecekler” başlığıyla duyurmuştur.
[49] Yunus Nadi, “Başlı Başına Bir Tarih”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 1932. s. 1.
[50] Milliyet, 23 Mayıs 1932, s. 1.
[51] İsmet Paşa ile birlikte İtalya’ya giden heyette bulunanlar: İsmet Paşa’nın eşi Mevhibe Hanım, Tevfik Rüşdü ve kızı Emel, Fırka Umumi Kâtibi Recep, Meclis Fırka Grubu Reisi Ali, Aydın Mebusu Reşit Galip, Erzurum Mebusu Saffet, Bolu Mebusu Falih Rıfkı, Mardin Mebusu Yakup Kadri, Vakit Başmuharriri ve Artvin Mebusu Mehmet Âsım, Siirt Mebusu Mahmut, Ruşen Eşref, Yunus Nâdi, Başvekalet Hususi Kalem Müdürü Vedat, Hariciye Vekaleti Hususi Kalem Müdürü Aziz ve yeni Roma Büyükelçisi Vâsıf Bey.
[52] Seyahate katılmış olan Falih Rıfkı Atay, İsmet Paşa’nın Roma’da Mussolini tarafından karşılanması konusunda şunları yazmıştır: “İnönü, İtalya’ya giderken Atatürk, ‘sen Türkiye’nin başvekilisin. Mussolini de resmen İtalya’nın başvekilidir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız’ demişti. Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. Türk heyeti eğer program değişmezse, yarı yoldan memlekete dönüleceğini protokolcülerine haber verdi. Trende bir telaştır gitti. Roma’ya vardığımız zaman İtalya Başvekili Mussolini sırtında jaketatayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekilini bekliyordu.” Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1968, s. 550. Atay’ın ifadeleri gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Çünkü; İtalya Dışişleri Bakanlığı tarafından daha önceden hazırlanan seyahat programının 25 Mayıs Çarşamba gününde şunlar yazılmıştır: “Saat: 9.30. Roma’ya varış. Hükümet Başkanı Hazretleri misafirlerini istasyonda karşılayacaklar. ” Visita in Italia S. E. Ismet Pascià Presidente del Consiglio della Repubblica Turca, (24-30 Maggio 1932), Ministero degli Affari Esteri, Roma, 1932, s. 5.
[53] Cumhuriyet, 26 Mayıs 1932. s. 1, Vakit, 26 Mayıs 1932, s. 1.
[54] Hâkimiyet-i Milliye, 27 Mayıs 1932, s. 1; Vakit, 27 Mayıs 1932, s. 4.
[55] Vakit, 27 Mayıs 1932, s. 4.
[56] Hâkimiyet-i Milliye, 27 Mayıs 1932, s. 1, 3, Vakit, 28 Mayıs 1932, s. 1.
[57] Vakit, 29 Mayıs 1932, s. 2.
[58] Cumhuriyet, 30 Mayıs 1932, s. 1; Vakit, 30 Mayıs 1932, s. 5, Hâkimiyet-i Milliye, 30 Mayıs 1932, s. 1.
[59] Vakit, 30 Mayıs 1932, s. 1, 5; Cumhuriyet, 30 Mayıs 1932, s. 1.
[60] Hâkimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1932, s. 1; Vakit, 3 Haziran 1932, s. 1, 4.
[61] Atatürk’ün Millî Dış Politikası, c. II, s. 266, Belge: 46.
[62] Gönlübol-Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 111.
[63] Milano’da yayınlanan Libro e Moschetto isimli haftalık gazetenin 2 Haziran 1934 tarihli sayısında “İtalya ve Doğu Akdeniz” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Mussolini’nin yukarıdaki nutkundan ilham alan gazetede şunlar yazılmıştır: “Çiftçilerimize yerleşecek yer bulmak bizi bilhassa ilgilendirir. Bu noktayı sathi olarak muhakeme etmemelidir. Zira mesela Filistin’e bir İtalyan muhaceretini düşünmek gülünç ve saçma bir şey olacaktır. Çok mesut neticeler vermeyen bir Yahudi muhaceretine bir de İtalyan muhacereti ilave etmemelidir. Nüfusu esasen haddinden fazla olan Mısır’ı da bir İtalyan muhacereti mevzu bahis olamaz. Bunun için Mavera-yı Erden, Lübnan, Anadolu ve bilhassa bu sonuncu memleket vardır. Çünkü bu yerlerde ziraat, çiftçi ve sermaye yokluğundan dolayı pek feci bir vaziyette bulunmaktadır. ” Atatürk’ün Millî Dış Politikası, c. II, s. 266, Belge: 46.
[64] Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, Yapı Kredi Bankası Yay., 1973, s. 526.
[65] Bilâl N. Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, c. I, TTK Yay., Ankara, 1993, s. 327, No: 416; Bilâl N. Şimşir, Bizim Diplomatlar, Ankara, Bilgi Yay., 1996, s. 465-66.
[66] Akşin, a.g.e, s. 268.
[67] Atatürk’ün Millî Dış Politikası, c. II, s. 256-261, Belge: 41.
[68] Rainero, a.g.m., s. 129.
[69] Gönlübol-Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 111.
[70] Atatürk’ün Millî Dış Politikası, c. II, s. 296. Belge: 53. Bir Türk gazetesinin Havass Ajansı’ndan aldığı bir habere göre, Türkiye’nin Boğazlar hakkındaki notası İtalya siyasi çevrelerinde hayretle karşılanmıştır. Kurun, 14 Nisan 1936, s. 2.
[71] Atatürk’ün Millî Dış Politikası, c. II, s. 297, Belge: 54.
[72] Soyak, a.g.e., s. 539.
[73] Cumhuriyet, 21 İkincikânun 1937, s. 1.
[74] Cumhuriyet, 4 Şubat 1937, s. 1.
[75] Gönlübol-Sar, Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 114.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.