Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürk Devri Harp Sanayii (1920-1938)

0 13.574

Doç. Dr. Mehmet EVSİLE

Harp Sanayii, harp vasıtalarının tamamının üretimi maksadıyla, başta ağır sanayi olmak üzere, diğer sanayi kollarının imkân ve kabiliyetlerini kullanan topyekûn bir sanayi organizasyonu olarak tarif edilmektedir.[1]

Diğer bir tanıma göre Harp Sanayii (veya Savunma Sanayii), askerî anlamda her türlü stratejik ve teknik, saldırı ve savunmaya yönelik silâh sistemleri ve askerî donanımları geliştiren ve üreten, özellikle yatırım malları üreten sanayi kolları başta olmak üzere, diğer bütün ekonomik faaliyet alanları ile çok yakın bir işbirliği içerisinde olan, özel ve kamu kuruluşlarının mülkiyetindeki firmalar topluluğudur.[2]

Türkiye’de harp sanayii kurulmasının amacı, ülke bütünlüğünü, millî varlığımızı koruyacak ve dış politikada millî menfaatlerimiz istikametinde karar alınmasına imkân sağlayacak savaş araç ve gereçlerinin üretimini gerçekleştirmek olarak tespit edilmiştir.[3]

Ülkemizde millî mücadele sırasında harp araç ve gereçlerine duyulan büyük ihtiyaç da, bu tesislerin kurulmasını gerektiren en önemli sebeplerdendir. Zira, Osmanlı Devleti’nin mevcut silâh, mühimmat ve diğer askerî fabrikaları, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, askerî amaçlı üretimlerini durdurup; ticarî amaçlı malzeme ve ziraat makineleri üretmeye başlamışlardır.[4]

Bu durum karşısında, başlangıçta önemli ölçüde İstanbul’daki fabrikalardan kaçırılan tezgâhlarla Ankara, Eskişehir ve Keskin’de ilk atölyeler teşekkül ettirilerek ordunun ihtiyacı büyük ölçüde karşılanmaya çalışılmıştır. Daha sonra askerî imalâtın tek elden ve düzenli bir şekilde, aynı zamanda cephelerin ihtiyaçları da göz önünde tutularak organize edilmesi düşünülmüştür. Bu amaçla, 10 Ocak 1921 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı’nca yayınlanan bir tamimle, İmalât-ı Harbiye Umum Müdürlüğü’nün Ankara’da teşkiline karar verilmiştir.[5] Bundan sonra harp sanayii tesisleri, bu teşkilâtın bünyesinde kurulmuştur.[6]

Kara, Deniz ve Hava Harp Sanayii olarak üç bölüm halinde incelenmesi mümkün olan tesisleri, şu şekilde sıralayabiliriz:

A. Kara Harp Sanayii ile İlgili Tesisler

  1. Ankara Silâh Fabrikası: Top ve Tüfek İşletmelerinden meydana gelen bu fabrika, millî mücadele sırasında İstanbul Zeytinburnu ve Tophane’deki fabrikalardan getirilen Top İşletmesi ile ilgili tezgâhlarla, yine millî mücadele sırasında Tophane Fabrikasındaki Tüfek İşletmesi tezgâhlarının Ankara’ya nakli ile 1923 yılında işletmeye açılmıştır.[7] Bu fabrika bugün, Makine Sanayii Müessesesi adını taşımaktadır.[8]
  2. Kırıkkale Tüfek Fabrikası: Bu tesis için lüzumlu olan 334 adet tezgâh, 13 Nisan 1935 tarihli mukavele ile Alman Fritz Werner firmasına sipariş verilmiş ve tezgâhlar gelince Kırıkkale’de inşa edilmiş olan binalara monte edilmiştir.[9] Fabrika, Aralık 1939 tarihinden itibaren yeni tüfek teslimine başlamıştır.[10] Bugün Silâh ve Tüfek Fabrikası adını taşımaktadır.[11]
  3. Kırıkkale Top Fabrikası: Fabrika, Şubat 1937 tarihinde Alman Gutte Hoffmangs Hutte- Rheinmetal firmalar grubuna ihaleye verilmiş,[12] 1939 yılının sonlarına doğru işletmeye açılmıştır.[13] Bugün Top ve Otomotiv Sanayii Müessesesi adını taşımaktadır.[14]
  4. Ankara Fişek Fabrikası: Millî Mücadele sırasında Zeytinburnu Fişek Fabrikası’ndan kaçırılan tezgâhlarla Ankara’da tesis edilen bu fabrikada,[15] 1926 yılında Alman Fritz Werner firmasından satın alınan tezgâhlarla modern bir hale getirilerek,[16] 1928 yılından itibaren yeni fişek imâline başlanmıştır.[17] Bugün Gazi Fişek Fabrikası adını taşımaktadır.[18]
  5. Silâhtarağa Fişek Fabrikası: Melinit isimli bir Fransız şirketi tarafından Maliye Bakanlığı adına sivil amaçlarla kurulmuş olan bu fabrika,[19] 27 Mayıs 1934 tarih ve 2441 sayılı Barut ve Patlayıcı Maddelerle Av Malzemesi İnhisarı adlı kanunla, Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü’ne bağlanmış olup;[20] 1968 yılında Kayaş Kapsül Fabrikası ile birleştirilmiştir.[21]
  6. Kırıkkale Topçu Mühimmatı Fabrikası: Mermi, Tapa ve İmlâ İşletmelerinden meydana gelen fabrika, 1925 yılında Alman Nielsen Winther firmasına ihale edilmiş ve 26 Nisan 1929 tarihinden itibaren deneme üretimine başlamıştır.[22] Bugün Mühimmat Fabrikası adını taşımaktadır.[23]
  7. Kayaş Kapsül Fabrikası: Fişek ve tapa kapsüllerinin ülke içerisinde yapılmasını temin etmek için elde edilen tezgâhlarla 1 Mart 1930 tarihinde tesis edilmiştir.[24] Bugün, Kayaş Kapsül ve İmlâ Fabrikası adını taşımaktadır.[25]
  8. Elmadağ Barut ve Patlayıcı Maddeler Fabrikası: Fransız Melinit firması tarafından Maliye Bakanlığı adına tesis edilen fabrika, 27 Mayıs 1934 tarih ve 2441 sayılı kanunla Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.[26]

Bu arada 14 Mart 1934 tarihli bir mukavele ile Budapeşte Nitro Kimya müessesine ihaleye verilen Trotil İşletmesi,[27] 1 Ağustos 1935 tarihinde Alman Ziren firmasına ihaleye verilen Oleum İşletmesi,[28] 18 Nisan 1936’da Alman Ziren firmasına ihaleye verilen Nitrogliserinli Barut İşletmesi,[29] 18 Şubat 1935 tarihinde Buşing firmasına ihaleye verilen Sülfürik Asit ve Nitrik Asit Teksifhaneleri ile Fitil, Karabarut ve Dinamit İmalâthanelerinin ilâvesiyle fabrika, geniş bir üretim kapasitesine kavuşmuştur.[30]

  1. Kırıkkale Nitroselülozlu Barut Fabrikası: 1 Aralık 1936 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı ile Köln-Ruttweil A.G. firması arasında yapılan mukavele ile inşasına başlanan fabrika, 1 Kasım 1938’de üretime başlamıştır. Bugün Kırıkkale Barut Fabrikası adını taşımaktadır.[31]
  2. Ankara Marangoz Fabrikası: Top arabalarının ahşap tekerleklerini ve cephane sandıklarını imâl etmek amacıyle 1921 yılında Ankara’da tesis edilen fabrika[32] bugün Ağaç Sanayii Ürünleri Fabrikası adını taşımaktadır.[33]
  3. Kırıkkale Çelik Döküm ve Haddehanesi: 12 Haziran 1926 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Gutte Hoffnungs Hutte-Demag firmalar grubuna ihaleye verilerek,[34] inşaatın tamamlanmasından sonra 29 Mart 1933 tarihinde üretime geçmiştir.[35] Bugün Çelik Fabrikası adını taşımaktadır.[36]
  4. Kırıkkale Pirinç Döküm ve Haddehanesi: 12 Temmuz 1926 tarihinde imzalanan bir mukavele ile fabrikanın tesisi, İsveç Landes Krona firmasına ihaleye verilmiştir.[37] 15 Mayıs 1929 tarihinde faaliyete geçmiş olup,[38] bugün Pirinç Fabrikası adını taşımaktadır.[39]
  5. Mamak Gazmaske Fabrikası: 22 Temmuz 1933 tarihinde işletmeye açılmıştır,[40] AUER firması tarafından 1935 yılında Kızılay adına tesis edilen[41] diğer bir fabrika da 1944 yılından itibaren Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.[42] Bu iki tesis birlikte Mamak Gazmaske Fabrikası’nı meydana getirmiştir.

B. Hava Harp Sanayii ile İlgili Tesisler

  1. Kayseri Uçak Fabrikası: 7 Eylül 1925 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı ile Alman Junkers firması arasında imzalanan anlaşma gereğince Türkiye’de uçak, uçak motoru ve otomobil üretmek üzere Kayseri’de bir fabrika kurulması kararlaştırılmış ve fabrika 6 Ekim 1926 tarihinde hizmete girmiştir.[43] Ancak bu fabrikada ilk uçak üretimi 1933 yılında mümkün olabilmiştir.[44] Bugün bu fabrikada pervaneli askerî uçaklarla ziraî mücadele uçaklarının bakım ve onarımları yapılmaktadır.[45]
  2. Eskişehir Uçak Tamir Fabrikası: Kayseri’de faaliyete geçen fabrika ile birlikte Eskişehir’de de onarım ve montaj işlerini yürütecek bir ünite kurulmasına karar verilerek,[46] 1925 yılında tesis edilmiştir.[47] 1932 yılında uçak üretimi de gerçekleştiren bu fabrikada bugün Türk Hava Kuvvetleri’ne ait jet uçaklarının revizyonu yapılmaktadır.[48]
  3. Etimesgut Uçak Fabrikası: Türk Hava Kurumu tarafından 1939-1941 yılları arasında tesis edilen bu fabrikada,[49] 1959 yılına kadar çeşitli tipte askerî eğitim, sağlık ve ziraî ilâçlama amaçlı 318 uçak ve plânör üretimi gerçekleştirilmiştir.[50]
  4. Orman Çiftliği Motor Fabrikası: Etimesgut Uçak Fabrikasında üretilen uçaklara monte edilecek motorları imâl etmek üzere Türk Hava Kurumu tarafından kurulan bu fabrika,[51] 1948 yılında hizmete girmiştir.[52]
  5. Nuri Demirağ Uçak Fabrikası: Türkiye’de özel sektör eliyle kurulan ilk uçak fabrikasıdır. 1935 yılında İstanbul’da açılmıştır.[53] Bir müddet çalışmalarını devam ettiren fabrika, ürettiği uçaklara müşteri bulamayınca, sahibi Nuri Demirağ’ın iflâs etmesi üzerine 1952 yılında faaliyetine son vermek zorunda kalmıştır.[54]

C. Deniz Harp Sanayii ile İlgili Tesisler

Osmanlı Devleti’nden intikal eden Camialtı ve Haliç Tersaneleri ile Cumhuriyet devrinde tesis edilen Gölcük Tersanesi’nde Türk Deniz Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyduğu çeşitli deniz savaş araçları ile savaş gemilerinin inşa, bakım ve onarımları yapılmıştır. Yavuz savaş gemisinin tamiri, en önemli faaliyetlerden sayılmaktadır.[55]

Görüldüğü gibi Türkiye’de harp sanayiini teşkil eden tesislerin çoğu, Atatürk’ün sağlığında açılmış ve üretime başlamıştır.

Millî mücadele esnasında Türk ordusunun elinde Osmanlı yapısı silâhların yanı sıra Alman ve Rus silâhları ile bir miktar da İngiliz ve Fransız yapısı silâhlar bulunmakta idi. Bu silâhların mermileri ve önemli parçaları birbirine uymuyordu. Türkiye’deki silâh fabrika ve tamirhanelerinde, bu çeşitli tip ve çaplardaki silâhların bakım ve onarımı tam anlamıyla yapılamamakta idi. Bu da haliyle ordunun vurucu gücünü azaltıyordu. Halbuki Türk ordusunun karşısındaki Yunan ordusu, İngiliz yapısı tek tip silâhlarla mücadele etme imkânına sahipti. Türkiye’deki fabrikalarda, uzun yıllar mevcut silâhların tek tipe çevrilmesi, böylece cephane açısından birliğin sağlanması çalışmalarına ağırlık verildiğini görmekteyiz.

İmalât-ı Harbiye Umum Müdürlüğü’nün kuruluşunun asıl gayesi, ihtiyaç duyulan silâh ve mühimmatın yurt içinde imâlini gerçekleştirebilecek bir millî harp sanayiinin mevcudiyetini sağlamaktı. Bu gayeye ulaşmak için Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın yürüttüğü çalışmalar sonunda, harp sanayii tesislerinin bir bütün halinde Kızılırmak kavsi içerisindeki Kırıkköy (Bugünki Kırıkkale)’de tesis edilmeleri kararına varılmıştır. Böylece birbirlerinin ürünlerini alıp değerlendirecek olan fabrikalar arasındaki ulaşım meselesi kolaylıkla halledileceği gibi, enerji ihtiyacı da Kızılırmak’a kurulacak türbinlerle sağlanacaktı. En önemlisi ise, etrafındaki dağlar ve öteki engellerle tabii bir şekilde korunmakta olan Kırıkkale bölgesinin, güvenlik açısından elverişli bir yer olması idi.

1921 yılında mevcut imkânlarla kurulan Ankara Marangoz Fabrikası ve Gazi Fişek Fabrikası, harp sanayii sahasında tesis edilen ilk fabrikalardar. Millî mücadelenin sonunda ülkemiz büyük ölçüde tahrip olmasına ve milletimiz bütün maddî imkânlarını sonuna kadar harcayarak zayıf düşmesine rağmen, Cumhuriyetin ilânını takiben harp sanayiinin kuruluşu için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır. Her biri sahasında Türkiye’de kurulan ilk tesis olma özelliğini taşıyan askerî fabrikaların 1937 yılına kadar kuruluşları tamamlanmış ve 1939 yılından itibaren son fabrikalar da mevcut imkânlar içerisinde üretime geçmişlerdir. Böylece silâh, mühimmat, kimyasal maddeler ve askerî malzeme sahalarında üretim yapan bir kara harp sanayii büyük ölçüde vücuda getirilmiştir.

O yıllarda Türkiye’de bu tesisleri kuracak teknoloji olmadığı için, çoğu yabancı firmalara ihaleye verilmek suretiyle kurulmuştur. Bunların çoğunluğunu Alman firmaları teşkil etmiş olup, bir Fransız, bir İsveç ve bir de Macar firması, bazı fabrikaları tesis etmiştir. Buradan Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya’nın, Türkiye Cumhuriyeti ile de iyi ilişkilere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Hattâ İkinci Dünya Harbi sırasında İngiltere’nin ısrarına rağmen, Türkiye’nin bu harbe İngiltere’nin yanında girmemiş olması gibi bir siyasî tercihin de Türkiye ile Almanya arasındaki sıcak ilişkiden kaynaklandığı düşünülebilir. Alman firmalarının Türkiye’de harp sanayiini oluşturan tesislerin çoğunun inşasını üstlenmiş olmaları, Türk dış politikasında Almanya’nın ağırlıklı bir yer alması sonucuna vardığı söylenebilir.

İkinci önemli husus, inşa edilen tesislerin kalitesi, üretim kapasitesi ve teknik donanımının, yürürlükteki Alman nizamnâmelerine uygun olması keyfiyetidir. Bir firma ile mukavele imzalanırken, bu hususta da maddeler ilâve edildiği görülmüktedir. O zamanki Alman standartları esas olarak alınıp, fabrikaların her türlü donanımının bu standartlara uygun olmasının istenmesi, çağdaş teknolojiye sahip olmak açısından önemli bir tasarruf olarak kabul edilmelidir.

Dikkatimizi çeken diğer bir husus, müteahhit firmaların, tesisleri işletecek mühendis ve işçilerin eğitimini de üstlenmiş olmalarıdır. İhaleye verilen bir fabrikanın inşası tamamlanıncaya kadar, müteahhit firmalar, o sahada faaliyet gösteren Avrupa’daki bir fabrikada Türk personelin eğitimini sağlayarak işi öğrenmelerine yardımcı olacakları gibi, îcâb ettiği zaman Avrupa’dan yetişmiş eleman getirmeyi de taahhüt etmişlerdir. Bu husus da, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin mes’eleyi ne kadar ciddiye aldığının bir ispatıdır.

Ancak bu iyi niyetli teşebbüslere ve samimi gayretlere rağmen, özellikle çalışma konumuz içerisinde kalan 1923-1938 yıllar arasında Türkiye, yurt dışından da pek çok silâh alımını gerçekleştirmiştir. Bunlar arasında Skoda, Bofors, Rheinmetall gibi çağının en modern çeşitli çap ve menzildeki toplar gibi ağır silâhlarla, 1928 yılında Türk ordusuna girdiğini bildiğimiz tanklardır. Tabii ki, tankın ordu kademelerine girmesine bağlı olarak tanksavar silâhlar da, ilk anda dışardan alınmak suretiyle tedarik edilmiştir. Yurt dışından silâh satın alma olayının çeşitli sebepleri vardır. Herşeyden önce Türkiye’deki harp sanayii tesisleri, ordunun o günkü ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojik seviyede değildi. İkincisi, top ve tüfek fabrikalarının temelleri ancak 1937 yılında atılabilmiş ve bu fabrikalar, 1939 yılında üretime başlayabilmişlerdir. Normal olarak modern top ve tüfekler, bu tarihe kadar dışardan alınmıştır.

Hava harp sanayiinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında önemli faaliyetler gerçekleştirilmiştir. 1925 yılında açılan Kayseri Uçak Fabrikası ile Eskişehir Uçak Tamir Fabrikası, bu sahada faaliyete geçen ilk tesislerdir. Versailles Anlaşması ile savaş uçağı yapması yasaklanmış olan Almanya’nın Junkers firması ile Millî Savunma Bakanlığı arasında imzalanan mukavele ile TOMTAŞ isimli şirketin kuruluşu sağlanmıştır. Bu şirket eli ile motor, iniş takımları, gösterge cihazları gibi teknik donanımı yurt dışından temin edilerek ahşap gövdeli uçakların montaj suretiyla imâli, bakım ve onarım hizmetlerini vermek maksadıyle kurulmuş olan bu fabrikalar, tam anlamıyla üretime geçmeye fırsat kalmadan, ilgili kısımlarda gördüğümüz sebepler yüzünden 1928 yılında faaliyetlerine son vermek mecburiyetinde kalmışlardır.

Daha sonra Millî Savunma Bakanlığı’nın emrine geçen Kayseri Uçak Fabrikası tesislerinde 1930 yılından itibaren lisans alınmak suretiyle İngiliz Curtiss Hawk-III tipi av uçaklarından 40 adet, Curtiss Fledling tipi uçaklardan 7 adet imâl edilmiştir. Bu uçaklardan ilk üretileni, Atatürk tarafından İran’a hediye edilmiştir.

1938 yılında aynı tesislerde Polonya’dan satın alınan Panstwone Zaklady Lontmieze lisansı ile 20 adet P 24 G av uçağının imâl edildiği bilinmektedir.

Lisans almak suretiyle yapılan imâl faaliyetleri de fazla uzun sürmemiş, Kayseri ve Eskişehir’deki tesisler, tamir ve bakım merkezi haline getirilerek imalâttan vaz geçilmiştir.

Herşeye rağmen Türkiye’de millî kaynaklara dayalı bir harp sanayiinin kurulması düşüncesi, varlığını muhafaza etmiş ve İkinci Dünya Harbi’nin başladığı bir sırada bu yolda yeni bir teşebbüse geçilmiştir. Bu defa Türk Hava Kurumu’nun öncülüğünde, ülkelerinin Alman orduları tarafından işgali üzerine Türkiye’ye sığınan Polonyalı teknik elemanlarla da işbirliği yapılarak 1939-1941 yılları arasında Etimesgut Uçak Fabrikası kurulmuştur.

Bu fabrikada 1941-1945 yılları arasında İngiltere De Havilland lisansı ile 120 adet ahşap gövdeli Miles Magister okul uçağı, fabrika elemanları tarafından projelendirilen 1 adet THK-1 askerî taşıt plânörü, Miles Magister lisansı ile 6 adet THK-3 plânörü, fabrika mühendisleri tarafından dizayn edilen 15 adet THK-4 plânörü, 2 adet THK-5 ambulans uçağı (Bir tanesi Danimarka’nın Falco şirketine satılmıştır), 5 adet THK-5A turizm uçağı, 25 adet THK-7 eğitim plânörü, 10 adet THK-9 eğitim plânörü, 3 adet THK-10 hafif nakliye uçağı, 1 adet THK-11 turizm uçağı, 1 adet THK-13 uçankanat plânör olmak üzere toplam 143 uçak, 57 plânör imâl edilmiş; THK-12 yolcu uçağı, THK-15 madenî gövdeli eğitim uçağı, THK-16 madenî gövdeli jet uçağı ile THK-14 plânörü de proje safhasında kalmış, üretime geçilememiştir.

Fabrikanın Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü’ne devrinden sonra, 1955-1959 yılları arasında MKE-4 UĞUR adlı uçaktan 57 adet imâl edilmiştir. Ancak bu fabrika da daha sonra Mineopolis Moline Türk Traktör Şirketi’ne devredilerek, uçak üretimine son verilmiştir.

Özel sektör yatırımı olarak İstanbul’da 1935 yılında Nuri Demirağ Uçak Fabrikası açılmış, 12 adet NU.D 36 tipi uçak ve çok sayıda plânör imâli gerçekleştirilmiştir. Daha sonra bu fabrikanın ürettiği uçak ve plânörlerin tek müşterisi olan Türk Hava Kurumu tarafından satın alınmaması üzerine maddî krize giren fabrika, çeşitli sıkıntılardan sonra 1952 yılında kapanmıştır.

Görüldüğü gibi çalıştığımız dönem zarfında Türkiye’de 1925, 1935 ve 1939 yıllarında üç defa teşebbüse geçilmesine rağmen, kalıcı bir hava harp sanayii kurulamamıştır. Mevcut tesisler, çok defa lisans almak suretiyle üretimi hedeflemiş, ancak işin başında seçilen hedefler, gerçekleştirilememiştir. Elbette bunun çeşitli ekonomik, ticarî ve siyasî sebepleri vardır. Bizim çalışmalarımız sırasında gördüklerimiz, şu şekilde izah edilebilir: Türkiye’de bir taraftan uçak fabrikaları kurulurken, bunların çalışmaları sonuna kadar desteklenmemiş, aynı tip uçaklar, daha ucuz olduğu gerekçesiyle, yurt dışından satın alınmıştır.

İkinci bir sebep, gerek kamu ve gerekse özel sektör uçak fabrikalarının tek müşterisi olan devlet, bu fabrikalara sipariş vererek desteklemekten kaçındığı gibi, verdiği siparişleri de satın almayarak adeta bu fabrikaların ticarî açıdan iflâsına sebep olmuştur.

Diğer önemli bir sebep de, özellikle Amerikan ve İngiliz firmalarının araya girerek, bu fabrikaların yurt dışı ihracaatlarına engel olmalarıdır. THK-5 ambulans uçağının bir tanesinin Danimarka’ya satıldığı, yine bu ülke ve İsviçre’den sipariş istekleri geldiği bir sırada, bir İngiliz heyeti Türkiye’ye gelerek birtakım görüşmeler yapmış ve uçak fabrikasını, traktör fabrikası haline getirmeyi teklif etmişlerdir. Zamanın İşletmeler Bakanlığı’nın bu teklifi kabul ederek, fabrika yöneticilerine emir verip uçak siparişlerini kabul ettirmediği bilinmektedir. Türkiye’de traktör yapacak heyet bir daha ortalıkta görünmemiş, daha sonra bu uçak siparişini aynı heyetin bir İngiliz firmasına sağladığı öğrenilmiştir. Yine bunun gibi, MKE-4 UĞUR uçak fabrikasının da elindeki 100 uçaklık projeyi tamamlamadan Mineopolis Moline Türk Traktör Şirketi’ne devredildiği bilinmektedir.

Harp sanayiinin diğer bir kolu da, deniz harp sanayii veya gemi inşa sanayiidir. Çalıştığımız dönem içerisinde bu sahada da imkânlar nisbetinde faaliyet gösterilmiştir.

Genel olarak ticarî amaçlı gemi inşa tesisleri, daha Osmanlı devrinden itibaren çalışmalarını sürdürmüş olmakla birlikte, askerî amaçlı Camialtı ve Haliç Tersaneleri görülmektedir. Bu tersaneler, Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulup, çeşitli devirlerde değişikliklere uğradığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti devrinde de çağın getirdiği teknolojilere sahip olmaları için gerekli çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan başka, kökü 1908 yılına kadar giden ancak Türkiye Cumhuriyeti devrinde 1933 yılında gerekli kanunî düzenlemeler yapılarak kuruluşu ve donanımı tamamlanan Gölcük Tersanesi, bugün de deniz harp sanayiinin en büyük tesisi olarak bilinmektedir.

Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında donanmaya büyük önem vermiş, fırsat buldukça Adatepe ve Zafer muhripleri gibi savaş gemileri ile seyahat edip, bu gemilerin mürettebatı ile yakından ilgilenerek, gemilerin hatıra defterlerine Türkiye Cumhuriyeti donanması ve personelini öven yazılar yazmıştır.

Deniz harp sanayii tesislerinin inşasına, kara harp sanayii ve hava harp sanayii tesislerinden sonra başlanmış olduğunu biliyoruz. İşte bu sırada Atatürk’ün, denizcilere moral vermek üzere donanmayı ziyaret ettiği, savaş gemileri ile seyahat ettiği, personele yakın alâka gösterdiği düşünülebilir.

Birinci Dünya Harbi’nden intikal eden Yavuz zırhlısının Gölcük’te havuzlanarak tamirinin yapılıp, donanmanın emrine verilmiş olması, son derecede büyük bir başarı olmuştur. Çünkü Yavuz zırhlısı, daha birçok devletin sahip olamadığı ve üstün niteliklere sahip bir gemi idi. Gölcük’te bu şekilde başlayan çalışmalar devam etmiş ve 1934 yılından itibaren Gölcük Tersanesi, imâl faaliyetlerine başlamıştır. Atatürk’ün sağlığında bu tersanede imâl edilen ilk gemiler, denize indirilmiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra da devam eden çalışmalarla, deniz harp sanayii daha ileri seviyelere getirilmiştir.

Bu dönemde dışardan satın alınan gemilerin de ilâvesiyle 5 gemiden teşekkül eden bir harp filosu, 4 gemiden teşekkül eden bir ihtiyat filo, 3 gemiden teşekkül eden bir denizaltı filosu, 3 gemiden teşekkül eden bir mayın arama ve tarama filotillası, 3 gemiden teşekkül eden bir avcı botları filotillası meydana getirilmiştir. Gerek imâl ve tamir edilen, gerekse satın alınan gemilerle oluşturulan Türk Deniz Kuvvetleri, bu dönemde Türk dış politikasında da önemli bir yer almıştır.

Harp sanayii ve bu sahada çalışan fabrikaların en önemli meselesi, ürettiği mallara alıcı bulma meselesidir. Bu sahada tek müşteri, devlettir. Dolayısıyle harp sanayii işletmeleri, ticarî kaygılarını bir tarafa bırakarak devletin getirdiği şartlar çerçevesinde satışlarını yapmak mecburiyetindedirler. İşte bu durum, zamanla, harp sanayii işletmelerinin ticarî bakımdan çok zor durumlara düşmelerine sebep olmaktadır. Çünkü tek müşteri olan devlet, bazı zamanlarda bu fabrikalara çok az sipariş vermekte, bunun sonucunda da fabrikalar boş kalmakta ve çok az bir gelir elde ederek zaman zaman personelinin maaşlarını bile ödeyemeyecek duruma düşmektedirler.

İşte Türkiye’de de özellikle 1932 yılına gelindiğinde siparişler çok az bir miktara düştüğü gibi, genel bütçeden askerî fabrikalara ayrılan pay da çok düşük bir derecede tahakkuk etmiştir. Böylece askerî fabrikalar, büyük bir malî krize girmişlerdir. Bu durumdan kurtulmak için çıkarılan 2013 sayılı kanunla askerî fabrikalara döner sermaye verilerek, bu fabrikaların Millî Savunma Bakanlığı’nın izniyle, diğer devlet kurumlarına ve özel sektöre imalât yapması kararlaştırılmıştır. Bu suretle Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü bünyesinde bir Ticaret Şubesi teşekkül ettirilerek, ticarî faaliyete başlanmıştır.

Bu çerçeve içerisinde askerî fabrikalar tezgâhlarında Devlet Demiryolları İşletmesi için Ankara- Haydarpaşa hattını yenilemek üzere 224 km. ray, Posta Telgraf Genel Müdürlüğü’ne 4700 km. telefon kablosu yapılmış; Jandarma Genel Komutanlığı’na 918.733 giyim nal imâli ile bu komutanlığın elindeki İngiliz tüfeklerinin 7,9 mm. çapına tahvili gerçekleştirilmiştir. Ayrıca sivil menşeli Silâhtarağa Fişek ve Elmadağ Barut Fabrikası, Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü’ne bağlandıktan sonra, bu fabrikalar da döner sermaye ile işletilerek imâl kapasiteleri önemli ölçüde artırıldığı gibi Ticaret Şubesi kanalı ile de ordunun ihtiyacı olan çeşitli malzeme üretilerek hizmete verilmiştir.

Ticarî faaliyetleri sonucu belli bir kâr elde eden Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü, içinde bulunduğu malî sıkıntıdan kurtulduğu gibi, 1932-1939 yılları arasında Maliye Bakanlığı’na toplam 1.786.721 TL vergi ödemek suretiyle de devlet bütçesine katkıda bulunmuştur.

Burada dikkat çeken nokta, ticarî açıdan harp sanayii tesislerinin ilgili yan sanayii kollarını da meydana getirip, devlet imkânlarının yetmediği yerde, yan sanayii kollarından elde edeceği gelirlerle varlıklarını sürdürmeye çalışmaları meselesidir. Bu, hem fabrikaların sıkıntılarını, tezgâhlarının atıl kalmasını önleyecek; hem de ülkenin kalkınmasına ve ekonomisine katkılarda bulunacaktır. Bu katkılar, bir taraftan yeni istihdam imkânları sağlanması, diğer taraftan çeşitli sahalarda teknoloji transferinin gerçekleştirilmesi şeklinde görülebilir. İşte, Ticaret Şubesi de bu mahiyette bir müessesedir.

Askerî fabrikalara mühendis, teknisyen ve işçi yetiştirmek üzere eğitim faaliyetleri de yapılmıştır. Bu faaliyetler, okullarda verilen eğitimden başka, yurt dışına tahsile gönderme, yurt dışından mütehassıslar getirme ve bir de fabrikaların kuruluş mukavelelerinde yer almış olan müteahhit firmaların yerine getirmekle yükümlü tutuldukları eğitim hizmetleri şeklinde görülmektedir.

Kuruluşu eskiye dayanan ve Osmanlı Devleti’nden intikal eden Askerî Sanayi Mektebi, uzun yıllar fabrikaların san’atkâr ihtiyacını karşılamaya çalışmıştır. 1932 yılında İstanbul’dan Kırıkkale’ye nakledilen bu okul, bir san’at lisesi haline getirilerek Askerî Sanayi Lisesi adını almıştır. Ancak lise statüsü verilmesi, okulun Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü bünyesinden alınmasına sebep olmuştur. Çünkü lise seviyesindeki askerî okullar, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olmak mecburiyetinde idi. Bundan dolayı Askerî Sanayi Lisesi de, 1933 yılında Askerî Liseler Müfettişliği’ne bağlanarak askerî fabrikalara san’atkâr yetiştiren bu kurum, askerî lise mezunu vermeye başlamıştır. Böylece mezunların san’atkâr olmaması sebebiyle askerî fabrikaların san’atkâr yetiştiren kaynağı kurumuştur.

Bunun üzerine Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü tarafından Erzurum’da 1935 yılında bir Çırak Ocağı açılarak çırak derecesinde san’atkâr ihtiyacı karşılanmaya çalışılmışsa da bu faaliyetler, yeterli olmamıştır.

Türkiye’de öğrenim imkânı olmayan branşlarda mühendislik tahsili yapmak üzere 1924-1933 yıllar arasında Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü tarafından 61 lise ve Askerî Sanayi Mektebi mezunu, Avrupa ülkelerine gönderilmişlerdir. Bunlardan 56 tanesi Almanya’ya, 5 tanesi de Fransa’ya gitmiştir. 32 kişi makine, 8 kişi elektrik, 5 kişi inşaat, 6 kişi maden sanayii, 6 kişi kimya, 2 kişi kimyager, 1 kişi makine optik, 1 kişi de ticaret tahsili yapmak üzere yukarda zikredilen ülkelerdeki çeşitli fakültelere kaydolmuşlardır. Bunlardan 4 tanesi başarısız oldukları için sonradan geri çağrılmış, 1 tanesi geri dönmeyerek gittiği ülkede kalmıştır. 1 kişi tahsil esnasında kaybolmuş; 1 kişi masraflarını ödeyerek işletmeden ayrılmıştır. 3 kişi mecburî hizmetini doldurduktan sonra istifa etmiştir. 5 kişi de çalışmayı taahhüt ettiği süreyi doldurmadan, işletmeden ayrılmıştır. Geriye kalan personel, çeşitli fabrikalarda çalışmalarını devam ettirmiş, hattâ bunların içinden genel müdür seviyesine kadar yükselenler olmuştur.

Bir taraftan yurt dışına öğrenci gönderilirken, diğer taraftan da fabrikaların ihtiyacı olan çeşitli branşlardaki yetişmiş elemanlar, çeşitli Avrupa ülkelerinden getirilmiştir. 1926-1937 yılları arasında birer veya ikişer yıllık mukavelelerle toplam 43 eleman değişik fabrikalarda görevlendirilmişlerdir. Bunlardan 24 tanesi Alman, 1 tanesi İtalyan, 2 tanesi Çekoslovak, 8 tanesi Macar, 1 tanesi İsveç, 1 tanesi Danimarka, 3 tanesi Avusturya, 1 tanesi Norveç, 1 tanesi Macar-Alman, 1 tanesi de İsviçre vatandaşıdır. İhtisas konuları da şu şekildedir: 1 mütehassıs usta, 2 sucu ustası, 2 maden mühendisi,

1 dinamit mütehassısı, 1 tezgâh ustabaşısı, 1 hadde mühendisi, 1 makine mütehassısı, 1 imalât ressamı, 2 elektrik montörü, 1 dizel mütehassısı, 2 dürbün ve telemetreci, 1 top mütehassısı, 1 şarjör mütehassısı, 3 fen işletme müdürü (bir tanesi muavin), 1 inşaat mühendisi, 1 kurşun mütehassısı, 1 nikel kaplama mütehassısı, 1 kapsül mütehassısı, 2 imlâ mütehassısı, 1 kovan ustası, 3 tapa mütehassısı, 2 döküm mütehassısı, 1 elektrik mütehassısı, 2 kimyager, 1 nitrogliserinli barut ustabaşısı, 1 inşaat mütehassısı, 1 montaj mütehassısı, 1 avadanlık ustabaşısı, 1 ayaks ocakları ustabaşısı, 1 kazan mütehassısı, 1 poligon mütehassısı, 1 fitil mütehassısıdır.

Bu personelin 1 tanesinin mukavelesi olumsuz sağlık şartları yüzünden feshedilmiştir. 1 tanesi kaybolmuş, 1 tanesinin mukavelesi işletme tarafından feshedilmiş, 1 tanesinin hizmetine son verilmiş, 2  tanesi görevde iken ölmüş, 1 tanesi de ülkesine giderek geri dönmemiştir.

Çıkartılan kanunlarla 1932 yılından sonra askerî fabrikaların yurt dışına tahsile öğrenci göndermesi mümkün olmamıştır. Bu açığı kapatmak üzere bu tarihten sonra inşa edilen fabrikaların ihalesini alacak olan yabancı firmalarla imzalanan mukavelelere uygun bir madde konularak, inşa edilen fabrikayı işletecek teknik personelin, benzer bir fabrikada staj görmek suretiyle yetiştirilmeleri, müteahhit firmaların yükümlülüğü altına verilmiştir. Ancak 1939 yılından itibaren İkinci Dünya Harbi’nin başlaması üzerine bu faaliyetler de sona ermiştir. 1939’dan sonra askerî fabrikalar tamamen Türk mühendis, teknisyen ve işçileri tarafından işletilmiştir.

Ülkemizde sosyal sigorta, iş hukuku, emeklilik, malûliyet halleri ile ilgili ortak bir uygulamanın olmadığı yıllarda Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü, kendi bünyesinde bazı özel kanunlarla bu esasları düzenlemeye çalışmıştır.

Bu konuda belli başlı iki tane kanunî düzenleme yapılmıştır. Birincisi 2 Haziran 1926 tarih ve 895 sayılı İmalât-ı Harbiye Teavün ve Sigorta Sandığı; ikincisi, 7 Şubat 1939 tarih ve 3575 sayılı Askerî Fabrikalar Tekaüd ve Muavenet Sandığı isimli kanundur. İlk kanun, sadece kara kuvvetlerine bağlı fabrikalardaki işçileri kapsadığı halde, ikinci kanun, kara, deniz ve hava kuvvetleri bünyesindeki fabrikalarda çalışan işçileri de kapsamıştır.

895 sayılı kanun, gayet kısa olup, sandığın gelirlerini tespit ederek hastalığı, kazaya ve hizmete karşı sigorta esaslarını düzenlemiştir. Bu kanunun yetersiz kalması üzerine çıkartılan 3575 sayılı kanun ise, daha geniş kapsamlıdır. Sandığın kuruluşu, kısımları, gelirleri tespit edildikten sonra, hastalığa karşı sigorta, vazifeden doğan kazaya karşı sigorta, hizmete karşı sigorta, sandıktan ayrılanların durumu, emekli maaşı, yetim aylığı, dul aylığı, malûliyet aylığı ve malûliyet dereceleri ile sandığın ödeyeceği diğer tazminatları belirli bir esasa bağlamıştır.

Ancak günlük çalışma saatleri konusunda belli bir standart uygulanmamıştır. Bazı fabrikalarda bir vardiyalık çalışma, günde 8 saat olarak kabul edildiği halde, bazı fabrikalarda bu süre, 10,5 saat olarak tespit edilmiştir. Bu ve benzeri eksikliklerine rağmen özellikle 3575 sayılı kanun, o günkü şartlara göre geniş kapsamlı ve faydalı bir sosyal güvenlik şemsiyesi getirmiştir. Hattâ daha sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Sigortalar Kurumu’nun temel taşlarından birini teşkil etmekle, bu konuda öncü rolü oynadığı da söylenebilir.

Millî mücadelenin sonunda kısıtlı imkânlara rağmen, Türkiye’de millî bir harp sanayii kurulmaya çalışıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Türkiye, bu teşebbüsün askerî sonuçlarından başka ekonomik ve siyasî sonuçlarını da almıştır. Harp sanayii, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin dışa bağımlılığını önemli ölçüde azaltmıştır. Ekonomik açıdan ülkemizde özellikle makine sanayiinin kurulmasında ve geleneklerinin oluşmasında askerî fabrikalar, mühim rol oynadıkları gibi, çeşitli yan sanayilerin ortaya çıkması ile de değişik teknolojiler yerleşmeye başlamıştır. Buna ilâve olarak gerek doğrudan doğruya harp sanayii tesisleri, gerekse yan sanayii tesisleri geniş ölçüde istihdam imkânı sağlamışlardır.

Harp sanayiine sahip olmanın özellikle dış politika alanında Türkiye’ye bazı avantajlar sağladığı söylenebilir. 1932-1939 yıllar, Türkiye’nin dış politika sahasında çok başarılı olduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde, 1932 yılında Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olmak için davet edilmesi, 1934’te Balkan Entente’ının; 1937’de Sadabad Paktı’nın imzalanmasında Türkiye’nin öncü rolü oynaması, 1936 yılında Montreaux Sözleşmesi ile boğazlar rejiminin Türkiye’nin menfaatlerine göre yeniden düzenlenmesinin sağlanması ve nihayet Atatürk’ün bizzat ilgilenerek büyük ölçüde çözümlediği Hatay’ın 1939 yılında anavatana katılması olayları, başarılı dış politik gelişmeler olarak kabul edilmektedir. Bu olayların akışında mutlaka birçok sebep vardır. Ancak Türkiye’nin belli ölçüde harp sanayiine sahip olması da, bu sebeplerden biri olarak kabul edilebilir. Bu durum, özellikle komşu ülkeler arasında Türkiye’ye bir insiyatif sağlamış olmalıdır. Nitekim bu husus, bazı münferit olaylarda daha açık şekilde görülmektedir. 1928 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Afganistan Kralı Emanullah Han için donanma tarafından yapılan törenler, 1933 yılında Yugoslavya kral ve kraliçesinin donanma ile karşılanması ve uğurlanması, 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevî’nin Türkiye’yi ziyaretinde Trabzon’dan Samsun’a kadar donanma ile seyahat ettirilmesi, 1936’da İngiltere Kralı VIII. Edward ve Yunanistan Başbakanı General Metaksas’ın Türkiye’yi ziyaretlerinde donanma tarafından yapılan törenler ve donanmanın çeşitli yabancı limanlara yaptığı ziyaretler, özellikle deniz harp sanayii ve donanmanın dış politik ilişkilerde Atatürk tarafından gayet aktif bir şekilde kullanıldığını ve bundan bazı avantajlar sağlandığını göstermektedir.

Yine 1934 yılında Kayseri Uçak Fabrikası’nda imâl edilen Curtiss Fledling tipi eğitim uçaklarından bir tanesinin Atatürk tarafından İran’a hediye edilmiş olması, Atatürk’ün dış politikasında hava harp sanayiinin de önemli bir yer tuttuğunu ifade etmektedir. Bunun gibi 1955 yılında MKE 4- UĞUR uçaklarından 3 tanesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Ürdün’e hediye edilmesi, üzerinde durulması gereken bir noktadır. İsrail’in Arap toprakları üzerinde kurulmasından sonra, bu olaydan en çok etkilenen ülkelerden biri de Ürdün olmuştur. Türkiye, bu ülkeye uçak hediye etmekle, sembolik olarak onların yanında olduğunu imâ etmeye çalışmış olmalıdır.

Sonuç olarak Türkiye, Atatürk devrinde imkânlar ölçüsünde bir harp sanayii meydana getirmiş ve buna sahip olmanın sağladığı bütün askerî, ekonomik ve siyasî avantajları kullanmıştır. Bu sonuç, aynı zamanda Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu istiklâl-i tam anlayışının da bir tezahürü sayılabilir.

Doç. Dr. Mehmet EVSİLE

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Amasya Eğitim Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 719- 726


Dipnotlar :
[1] “Harp Sanayiinin Tanımı”, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu Dergisi, Sayı: 17-18, Ankara, Mart-Haziran 1978, s. 14 (Bundan sonraki dipnotlarında bu dergi, MKEKD şeklinde kısaltılmıştır).
[2] Muammer Şimşek; Silâh Üretebilme Süreci İçerisinde Üçüncü Dünya Ülkelerinde ve Türkiye’de Savunma Sanayii, Ankara, 1989, s. 31.
[3] Ahmet Kılıçbay; “Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Millî Harp Sanayii”, Türkiye’de Millî Harp Sanayii Semineri, Ankara, 1975, s. 16.
[4] Genelkurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi, Klâsör: 76, Dosya: 66, Fihrist: 14. (Bundan sonraki dipnotlarında bu arşiv, Atase Arşivi şeklinde kısaltılmıştır).
[5] ATASE Arşivi, K: 1054, D: 202, F: 15-2.
[6] Bu müessese, 1930 yılından itibaren Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü; 1950 yılından itibaren de Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü adını almıştır.
[7] Cumhuriyet Devrine Ait Silâh, Mühimmat ve Malzeme-i Harbiye Fabrikaları ve İmparatorluk Devrine Ait Silâh, Mühimmat ve Malzeme-i Harbiye Fabrikaları, Askerî Fabrikalar Basımevi, Ankara, 1940, s. 5-9. (Bundan sonraki dipnotlarında bu eser, SMF, şeklinde kısaltılarak verilmiştir).
[8] Burhan Ersen; “Makine Sanayii Müessesesi”, MKEKD, Sayı: 17, Ankara, Kasım 1984, s. 17.
[9] SMF, s. 9.
[10] SMF, s. 9-11.
[11] Mehmet Bekiroğlu; “Silâh ve Tüfek Fabrikaları”, MKEKD, Sayı: 21, Ankara, Mart 1985, s. 7.
[12] Askerî Fabrikalar Tarihçesi, Fabrikaların Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Devrinde Geçirdiği Safahat ve Tekâmül, Askerî Fabrikalar Basımevi, Ankara, 1940, s. 115 (Bundan sonraki dipnotlarında bu eser, AFT, şeklinde kısaltılarak verilmiştir).
[13] AFT, s. 117.
[14] Tuncer Hızlı; “Top ve Otomotiv Sanayii Müessesesi”, MKEKD, Sayı: 7, Ankara, Ocak 1984, s. 21.
[15] SMF, s. 15.
[16] “Türk Harp Endüstrisinin Doğuşu ve Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun Tarihçesi”, MKEKD, Sayı: 21, Ankara, Mart 1979, s. 3.
[17] SMF, s. 15.
[18] M. Kemâl Akpınar; “Gazî Fişek Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 13, Ankara, Aralık 1984, s. 4.
[19] SMF, s. 77.
[20] Türkiye Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Dönem: 4, Cilt: 13, s. 289-290.
[21] Yaşar Dinekli; “Kayaş Kapsül ve İmlâ Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 22, Ankara, Nisan 1985, s. 11.
[22] A. Rıza Öztürk; “Mühimmat Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 9, Ankara, Mart 1984, s. 6.
[23] A. R. Öztürk; a.g.m., MKEKD, Sayı: 9, s. 6.
[24] SMF, s. 23.
[25] Yaşar Dinekli; “Kayaş Kapsül ve İmlâ Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 22, Ankara, Nisan 1985, s. 9.
[26] Kavanin Mecmuası, Dönem: 4, Cilt: 13, s. 289-290.
[27] SMF, s. 71.
[28] Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu Askerî Fabrikalar Arşivi, Ranza: 11, raf: C, Göz: 2, Klâsör: 95, Dosya: 5. (Bundan sonraki dipnotlarında As. Fb. Arş. şeklinde gösterilmiştir).
[29] As. Fb. Arş., R: 11, r: C, G: 3, K: 102, D: 9/I.
[30] SMF, s. 72-73.
[31] Suat BOYAR; “Kırıkkale Barut Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 18, Ankara, Aralık 1984, s. 3-4.
[32] SMF, s. 19.
[33] “Fabrikalarımızın Üretimleri”, MKEKD, Sayı: 4, Ankara, Ekim 1983, s. 25.
[34] As. Fb. Arş., R: 11, r: A, G: 1, K: 3, D: 5.
[35] SMF, s. 39.
[36] Salim Çelik; “Çelik Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 19, Ankara, Ocak 1985, s. 3.
[37] As. Fb. Arş., R: 11, r: A, G: 1, K: 13, D: 37/II.
[38] “Türk Harp Sanayiinin Doğuşu ve Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun Tarihçesi”, MKEKD, Sayı: 21, Ankara, Mart 1979, s. 8.
[39] M. K. Seymen; “Pirinç Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 12, Ankara, Ocak 1985, s. 3.
[40] As. Fb. Arş., R: 11, r: C, G: 1, K: 76, D: 8.
[41] A. Cengiz Türk; “Gazmaske Fabrikası”, MKEKD, Sayı: 3, Ankara, Eylül 1983, s. 11.
[42] A. C. Türk; a.g.m. MKEKD, Sayı: 3, s. 11.
[43] Ergüder Gediz; “Türk Havacılık Sanayiinin Tarihçesi”, Uçantürk Dergisi, Ankara, Haziran 1988, s. 29.
[44] H. Nadir Bıyıkoğlu; Türk Havacılık Sanayii, Ankara 1991, s. 13 ve E. Gediz; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 29.
[45] E. Gediz; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 29-30.
[46] E. Gediz; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 29.
[47] Cumhuriyetimizin 50. Yılında Türk Silâhlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanlığı Yayını, Ankara, 1973, s. 74.
[48] H. N. Bıyıkoğlu; a.g.e., s. 30.
[49] E. Gediz; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 32.
[50] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.: E Gediz a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 32.
[51] E Gediz; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 31.
[52] H. N. Bıyıkoğlu; a.g.e., s. 22 ve Şükrü ER; “Türkiye’de Motor Fabrikası Denemesi”, Mühendis ve Makine Dergisi, Sayı: 166, cilt: 14, Ankara, Şubat 1971, s. 288.
[53] H. N. Bıyıkoğlu; a.g.e., s. 14, E. Gediz; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 30.
[54] E. GEDİZ; a.g.m., Uçantürk Dergisi, Haziran 1988, s. 30.
[55] İsmail Kayabalı-Cemender Arslanoğlu; Türk Kültürü Dergisi (Deniz Kuvvetleri Sayısı), Ankara, Temmuz 1972, s. 217.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.