Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Asya Hun Devleti’nde Atın Yeri ve Önemi

0 18.024

Murat ÖZTÜRK

At yaradılışı itibariyle, diğer hayvanlara fazla benzemeyen bir hayvandır. Fizik olarak az da olsa ata benzeyen eşek, katır gibi hayvanlar olsa da, bu hayvanlar hiçbir zaman atın yerini tutamamışlardır. Daha çok dayanıklılığı sebebiyle ticaret kervanlarında tercih edilen deve, hiçbir zaman bir at kadar hızlı ve güçlü olamaz. At, dayanıklılık konusunda deveyle boy ölçüşebilir ancak atın diğer özelliklerinin hiç biri devede bulunmaz. Benzer şekilde, atın bir melez türü olan katır çok güçlüdür. Özellikle sarp arazilerde yük taşımacılığı için kullanılır. Ancak bir at kadar hızlı olamaz. At, en az katır kadar güçlüdür, bunun yanında daha hızlı ve daha dayanıklıdır. Kısacası at, ticari ve askeri faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli pek çok özelliği, bünyesinde barındıran bir hayvandır.

At, bütün özellikleriyle gerçekten özel bir hayvandır. Atın apayrı bir hayvan olduğunun en önemli göstergelerinden biri İslam dininin kutsal kitabı, Kur’an- Kerim’de, kendisinden övgüyle bahsedilmesi ve atların üzerine Allah (C.C.)’ın and içmesi, yemin etmesidir. Âdiyât Suresi 1-6. ayetlerde, soluk soluğa süratle koşan, koşarken ayaklarını vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki, insan gerçekten rabbine karşı pek nankördür.[1] Kur’an- Kerim’de pek çok yerde andolsun ki, ifadesi geçer. Ancak bu ifadelerle yemin eden Yüce Allah’ın, kutsal kitabında, başka bir hayvan üzerine and içtiği görülmemektedir. Bu yönüyle atın, bütün özelliklerine ilaveten, Allah katında kutsiyete de sahip olduğu açıkça ifade edilmiştir. Elbette bütün canlılar kutsaldır ve ilahi kudretin bir tecellisidir ancak at, sadakatten, güce kadar pek çok farklı özelliğe sahip olduğu için, kutsal metinlerde yer almış ve daha da önemlisi Yüce Allah’ın üzerine yemin ettiği bir hayvan olmuştur. Yukarıda verdiğimiz ayetlerin ana fikri, vermek istediği mesaj, genel olarak insan türünün, zaman zaman kendisini yaratana, verdiği nimetler için şükür etmemesi, O’nun varlığını akıldan çıkarması veya O’nu hiç tanımaması ve varlığın kabul etmemesidir. Burada, en başta savaşların en önemli unsuru olması ve insana faydalı olan diğer özellikleri sebebiyle atların üzerine yemin edilmektedir. Yeminin amacı, böylesine yararları bulunan ve insanların en çok sevdiği mallardan olan atları, onlara bağışlayanın Allah olduğuna işaret etmek ve sonraki ayetlerdeki mesajlara dikkat çekmektir.[2] Âdiyât, koşan atlar anlamına gelmektedir ve atların, Kur’an-ı Kerim gibi bir kutsal metinde, bir sureye isim vermeleri, onların diğer hayvanlardan daha fazla özelliğe sahip olduğunu ve insan için çok faydalı ve değerli olduğunu gösterir. Tabii ki bu düşüncemiz, İslam dinine inananlara ve Kur’an-ı Kerim’i bir kutsal kitap olarak kabul edenlere yöneliktir.

Atın Evcilleştirilmesi

Bu üstün özellikli hayvanın ilk olarak hangi millet tarafından evcilleştirildiği hep tartışma konusu olmuştur. Bu konuda pek çok farklı görüş mevcuttur. Hemen hemen her tarihçi veya antropolog, bu devrimi kendi atalarına mal etmektedir. Eskiçağ Orta Asya toplumları için de durum aynıdır. Çinli tarihçiler, atalarının atı ilk evcilleştiren toplum olduğundan emindirler. Türk ve Moğol kavimleri için de bu milletlere mensup tarihçilerin tezleri, yine atı ilk evcilleştirenlerin kendi ataları olduğu yönündedir. Ancak bölgede bulunan fosiller ve milletlerin, kültürlerin gelişimi incelendiğinde en azından bu bölgede atı ilk kullananların Türkler olduğu yönünde kuvvetli izler mevcuttur. Kuzey Amerika’da yapılan kazı çalışmalarıyla, 35 milyon yıl öncesine kadar giden ve günümüzdeki atlara benzeyen hayvan fosilleri bulunmuştur. Fosilleri bulunan hayvanın dişleri, otla benzeyen atın dişlerine oldukça benzemektedir.[3] Bu tarihte Dünya’da milyonlarca otlayan ata yetecek kadar çayır yoktu. Bu nedenle otlayan atların gelişimi, Avrasya ve Kuzey Amerika’daki geniş düzlüklerde ve bozkırlarda görülen çevresel değişime ayak uydurarak ilerlemiştir.[4] Bu değişim, bu sahalarda çayırların artmasıdır. Bu sayede hem at sayıları çoğalmış hem de at türü çeşitliliği artmıştır. Stanley J. Olsen, atıf yaptığımız makalesinde, ilk atların Kuzey Amerika’da bulunduğunu ve Bering Boğazı’ndan Asya’ya geçtiklerini ileri sürer. Bu görüş doğru olabilir ancak bunun aksi yönde bir görüş ileri sürmek de kolaydır. Bu atlar Asya’dan da aynı yolla Kuzey Amerika’ya gitmiş olabilirler. Bu tip detayların ispatı pek mümkün değildir. Bugünkü Moğolistan’da, yani Hun topraklarında çok sayıda midilli benzeri at fosili bulunduğu bilgisi de yine Olsen’in makalesinde mevcuttur.

At bir şekilde Dünya’nın herhangi bir bölgesinde ortaya çıkmıştır. Bunun neresi olduğunun çok önemi yoktur. Ancak yüksek sayıda at nüfusu ancak geniş çayırların bulunduğu bozkırlarda yaşayabilir. Hun coğrafyası da atların yaşaması için Dünya’da bulunan en uygun yerlerden biridir. Atın evcilleştirilmesi konusunda, pek çok tarihçi, antropolog ve arkeolog, atın insanlar tarafından ilk olarak Doğu ve Kuzeydoğu Asya’da kullanıldığı konusunda hemfikirdirler. Zaman konusunda da insanların M.Ö. 2000’den çok daha önce ata bindikleri düşünülmektedir.[5]

Orta ve Doğu Asya’da At Kullanımı

İşte bu noktada da Orta Asya’da ilk olarak atın hangi toplum tarafından kullanıldığı sorusu akla gelmektedir. Burada bölgedeki en eski kültür hangisidir denince akla ilk olarak Çin kültürü gelmektedir. Çinlilerin Dünya’nın en eski kültür milleti oldukları ve arkalarında 5000 senelik bir kültür devri bulunduğu birçok defalar söylenmiştir. Bu fikir bu şekilde artık doğru değildir. Tabii Çin haritalarımızda gösterilen coğrafi bir mıntıka olarak ele alınacak olursa Akadlar ve Sümerler kadar olmasa bile yine, çok eski bir kültüre sahiptir. Fakat 4000 sene evvel orada mevcut olan kültür, bizim bugün gördüğümüz Çin kültürü değildir. Tıpkı bugünkü İtalya ile eski Roma İmparatorluğu’nun aynı olmadığı gibi. Bugünkü İtalya, eski Roma İmparatorluğu’nun da üzerinde bulunduğu coğrafi mıntıkadadır fakat insanları aynı değildir ve kültürleri de eski Roma kültürünün devamı değildir. Memlekete yeni kavimler gelmiş, yeni kültürler nüfuz etmiş ve netice tamamıyla yeni ve kendisine has bir şekil almıştır.[6] Son yüzyılda, özellikle arkeolojik çalışmalar ışığında yapılan araştırmalar, Orta ve Doğu Asya’da ortaya çıkan en eski kültürün Çin kültürü olmadığını göstermektedir. Bu araştırmalara göre Çin kültüründen ancak M.Ö. 1050’lerden itibaren bahsedilebilir.[7] Dolayısıyla bu coğrafyadaki en eski kültür bozkır kültürüdür demek mümkündür. M.Ö. 2000’lerden itibaren bölgede evcil at kullanıldığı bilgisiyle beraber Orta Asya coğrafyasında atın ilk olarak bozkır kavimleri tarafından kullanıldığını söylemek mümkündür. Atın evcilleştirilmesi ve ilk olarak Orta Asya’da hangi kavim tarafından kullanıldığı hakkındaki görüşlerimize herkes katılmayabilir ancak Orta Asya’da atın en etkili bir biçimde Türk kavimleri ve devletleri tarafından kullanıldığı, kanaatimizce tartışılmaz bir gerçektir.

İslam öncesi dönem Türk tarihinin en önemli yazılı kaynaklarının Çin kaynakları olduğu malumdur. Asya Hun tarihine ait en önemli yazılı kaynaklardan olan Shih-chi’de ilk bozkırlı akınlarından bahsedilirken, bu kuzeyli toplumlar Jung ve Ti adıyla ikiye ayrılmaktadır. Jung ve Ti büyük Kral Tan-fu’ya saldırdılar. Tan-fu Ch’i Dağı’nın eteklerine sürgüne gitti ve Pin halkı onu takip etti ve orada Chou’yu ortaya çıkaran yeni bir yerleşim yeri kurdular.[8] Dipnottaki bilgilere ilaveten söylemek gerekir ki Bahaeddin Ögel Ti’ lerin, Hunların atalarından biri olduğunu belirtir. Bu görüş, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I cilt sayfa 48’dedir. Prof. Eberhard ise bu konuyla ilgili şu ifadeyi kullanmıştır: (Chouların) Doğu Shensi’ ye çekilmelerine sebep, belki, yine Türklere mensup başka kavimlerin tazyikiyle olmuştur.[9] Burada etkili olan Türk kavimi Ssuma-Chien’ in kayıtlarına göre Hsun-yü’ ler yani Hsiung-nu’ lardır. Bunlar da Ti adı altında, Çin’ in kuzeyindeki toplulukların içinde yer alan kavimlerdir. Bu savaşta bizim için önemli olan nokta, savaşın tarihidir. M.Ö. 14-15. Yüzyıllarda Jung ve Ti’ler Çin’e sürekli akınlar düzenlemişlerdir. Bunlar kayıtlarda görebildiğimiz saldırılardır. Bu tip saldırıların daha eski tarihlerde vuku bulma ihtimali de mevcuttur. Ancak en azından M.Ö. 14-15. Yüzyıllarda kuzeyden Çin’e hızlı akınların yapıldığını biliyoruz. Bu tip saldırıların yaya olarak veya at dışında bir hayvan kullanılarak yapılmış olması pek mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak bu tarihlerde atı orduda kullanan Türklerin, atı bu tarihlerden çok önce evcilleştirdikleri söylenebilir. Ayrıca Prof. Wolfram Eberhard da iki ayrı makalesinde Türklerin atı ilk evcilleştiren toplum olabileceğini belirtmiştir. Bunun yanında atın dini törenlerde yapılan yarışlarda da kullanıldığını belirtir.[10] Bunun yanında bu savaş tarihleri ile atın ilk kullanımı arasında uzun bir müddet geçmiş olmalıdır. Çünkü atın evcilleştirilir evcilleştirilmez orduda ustaca kullanılması pek mümkün değildir diye düşünüyoruz.

Hun Ordusunda At

Netice itibariyle Türklerin atalarının atı ilk kullanan milletlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Ancak belirttiğimiz gibi tarihin seyrini atı etkin kullanan toplumlar belirlemişlerdir. At kullanan toplumlar, tarih boyunca hep fetheden, keşfeden toplumlar olmuşlardır. Yaya askerli toplumlar ise atlılara karşı savunmada kalarak hep belli bölgelere hapsolmuşlardır. Dolayısıyla yayılan, fetheden toplumlar, süvarilere sahip olanlardır. İşte Asya Hunları bu toplumlardan biridir. Karşısında bulunan Çin, ordusunun ağırlıklı olarak yaya askerlerden oluşması sebebiyle, Hunların üzerine gidememiş, daima savunma yapmak durumunda kalmıştır. Yüzyıllar boyunca savunma yaptığının en büyük delili, Çin Seddi’dir. Hunlar ve daha sonra Göktürkler döneminde, başa geçen hemen her Çin imparatoru, önce Türklerle anlaşma yolunu seçmiş ve hemen ardından Çin Seddi’ni tamir etmeye girişmiştir. Çin’in Türkler üzerine sefer yaptıkları ve başarılı oldukları dönemlerde de ordularında at kullandıklarını görüyoruz. Ancak bu askeri başarıların sayısı, Hun-Göktürk dönemi boyunca bir elin parmaklarını geçmez. Çin bu devletlere karşı daha çok bölme stratejisi ile başarısı kazanmıştır.

Hunların bu askeri üstünlüğünü açık bir şekilde gören Çin, bu eksikliğini gidermek için neden çok sayıda ata sahip olamamıştır diye düşündüğümüz zaman, akla iki toplumun sosyal ve ekonomik hayatlarındaki farklılıklar gelmektedir. Hunların yaptığı gibi milyonlarca at yetiştirmek, yerleşik bir toplumun yapabileceği bir faaliyet değildi. Çünkü at, beslenmek, yetişmek için bugün hara dediğimiz çok geniş çayırlara ihtiyaç duyar. Çin böyle geniş çayırlara sahip olamamıştır. Bu durumun iki sebebi vardır. Birincisi Çin, tarih boyunca her daim bugünkü gibi geniş sınırlara sahip olamamıştır. Bazen bugünkü Moğolistan’ı, Türkistan’ı içine alan büyük devlet iken, bazen de Sarı Irmak’ın güneyine sıkışmış bir devlet olmuştur. Ülke küçük iken zaten böyle sahalara sahip olmaları beklenemez. Bunun yanında bir tarım toplumu olan Çin, Hunlardan çayır olarak aldıkları bölgeleri hemen tarım arazisi haline getirerek, oraya tımarlar yerleştiriyor ve böylece sınırlarını Hunlara karşı korumaya çalışıyordu. Yani Hunlar için çayır olan bir bölge, Çin için ziraat sahasıydı.[11] Dolayısıyla hiçbir zaman geniş çayırlara sahip olamayan Çin, Hunlar gibi atlara sahip olamamıştır.

Çayırlarda at yetiştiremeyen Çin, ahırlarda at yetiştirmek istemiştir. Ancak bu atlar da sadece savaş arabaları ile yük arabalarını çekmede kullanılabilmişlerdir. Hunlar atı, askeri amaçlı, gıda üretimi (kımız, at eti) için ve göçlerde kullanmak üzere yetiştirirken Çinliler ise sadece arabaya koşmak için yetiştirmişlerdir. Bu iki toplum arasındaki bir fark da binilen atlar ile koşulan atların yarattığı farktır.[12] Burada at, Hunların hayatının, kültürünün tam merkez noktasındadır. İktisadi faaliyetlerin pek çoğu ata bağımlıdır ve aynı zamanda at, ticari ve stratejik değeri olan bir maldır. Bu nedenle sayıca fazla olması icap etmiştir. Çayır atları, samanları ve arpaları önlerine getirilen ahır atlarından daha hafif, daha kolay işler yapıyor olabilirler. O nedenle, öncelikli olarak geniş çayırlara ihtiyaç duyulmasına sebep olan ve insanların çiftlik hayvanları ile bu geniş çayırlar arasında gidip gelmelerini mümkün hale getirecek bir sosyal düzeni gerektiren bozkır sistemi içerisinde, çok yüksek sayıda ata ihtiyaç duyulmaktadır.[13]

Hunların çok sayıda, hatta milyonlarca ata sahip olduklarını biliyoruz. Shan-yü Ch’ieh-t’e- hou döneminde (M.Ö. 101-M.Ö. 96), Çin imparatoru Wu-ti’nin Hunlara karşı büyük bir ordu hazırlarken, Hun ülkesine Su-wu adlı bir elçi göndermiştir. Elçinin amacı, savaşmadan Hunları Çin’e bağlamaktı. Su-wu ile daha önceden Hunlara iltica etmiş ve Hun ordusunda da Çin’de olduğu gibi general olan, Wei-lü arasındaki görüşmede, Wei-lü’nün konuşmasında Hunların sahip olduğu at sayısının çokluğu ile ilgili ifadeler vardır. Bu konuşmada Wei-lü; Ey Su-wu! Ben daha önce Çin’e hizmet etmiştim. Ondan sonra da Hunlara döndüm. Bundan sonra burada çok iyi ağırlandım. Lütuf gördüm. Bana bey ünvanı verildi. Ayrıca birkaç on bin köle, bir dağ dolusu at ve diğer başka hayvanlar verildi. Bunun için ben şu anda çok zengin ve rahatım. Su-wu sen bugün teslim olursan yarın sen de böyle olursun. Yoksa cesedin çayırlara boşu boşuna gübre olur. Ayrıca kim senin ne olduğunu bilecek?,[14] demiştir. Bu konuşma kısa olsa da, çok değerli bilgiler içermektedir. Öncelikle, Hunlara iltica eden bir generale, Çin’deki mevkisinin aynen verildiğini görüyoruz. Bunun yanında kendisine çok sayıda at ve diğer hayvanlardan verilmiştir. Ağırlıklı olarak ekonomisi hayvancılığa dayanan Hun toplumunda çok sayıda hayvan; özellikle at sahibi olmak, haliyle zenginliğin, varlıklı olmanın bir göstergesidir. General bu sayede çok zengin olduğunu belirtmiştir. Çin’de Hunlardaki kadar fazla sayıda at olmamasının üzerine, dağ dolusu at gibi mübalağalı bir ifade ekleyen generalin, Su-wu’yu etkilemeye çalıştığını sezinlemekteyiz. Ancak ne olursa olsun, bu ifadeden generalin çok fazla sayıda atı olduğu anlaşılmaktadır. Abartılı bir ifade kullanılmış olsa da, sonuçta üç beş ata sahip biri de, bu şekilde sayı belirtmez. Bu ifadelerden Hunlarda, bir generalin şahsına, birkaç bin at verilebildiği görülmektedir. Böylece at sayısının fazlalığı biraz daha iyi anlaşılabilir.[15]

Çok sayıda ata sahip olan Hunların at ile birleşen bir diğer özelliği ise askeri anlamda atı kullanmadaki becerileridir. Küçük yaşlarda koyun sırtında tavşan, tilki, fare gibi küçük hayvanları avlamakla başlayan binicilik eğitimi sayesinde Hunlar, atı çok iyi kullanan süvariler haline gelmişlerdir. At binmekteki en büyük maharetleri at sırtında ok atabilmeleridir. En büyük maharet diyoruz çünkü ok iki elle kullanılır ve böylece Hun okçusu at üzerinde ellerini bırakmak durumundadır. İşte bu beceri de at kullanımı ile beraber Hun askerini Çin askerinden farklı kılan en önemli unsurlardan biridir. Hun atlısı bu becerisi sayesinde, Çin ordusunda iki kişinin yaptığı işi tek başına yapmaktadır. Bilindiği gibi Çin orduları savaş arabaları kullanmışlardır. Bu arabada iki kişi bulunur: Biri sürücü, diğeri ise okçudur. Sürücü arabayı idare ederken okçu atış yapar. Hun atlısı ise hem atını idare eder hem de atış yapar. Yani Çin ordusuna göre iki kişilik iş yapar. Bunun yanında bazı arabalara iki at koşulmuş olsa bile arabayı ve iki kişiyi çeken at veya atlar ile tek kişiyi sırtında taşıyan atın hızı kesinlikle aynı olamaz. Böylece Hun ordusunun hız farkı da ortaya çıkmış olur. Böyle olunca Hun ordusu Çinlilere aniden saldırabilmiş ve gerektiğinde Çinlilerden hızlıca kaçabilmişlerdir. Her ne kadar Hun döneminde Çin savaş arabasını eskiye nispeten daha az kullanmış olsa da Hun ordusu ile Çin ordusu arasındaki fark temel olarak atın kullanımına dayanmaktadır.

Değerli Bir Ticari Mal Olarak At

Hun döneminde atın askeri öneminden sonra gelen en büyük değeri ise bir ticaret aracı olmasıdır. Hunlar ile Çinliler arasında kurulan sınır pazarlarında zaman zaman Hunlar at da satmışlardır. Takas usulü ile ticaretin yapıldığı bu sınır pazarlarında at karşılığında ne kadar Çin malı alındığını bilmiyoruz ancak Hunlar at satışını hiçbir zaman serbest bırakmamışlardır. Yani Çin’e yönelik at arzı oldukça dardır. Fakat Çin’in at talebi oldukça yüksektir. Bu talep sadece askeri amaçlı değildir. Yerleşik bir toplum olan Çin’in milletlerarası ticaret hacmi oldukça geniştir. Daha çok arabalar ile yapılan bu ticarette arabaları çekmek için ciddi bir at talebi olagelmiştir. İşte bu atları temin etmenin en kolay yollarından biri, Hunlardan at almaktır. Ancak Çin her zaman ihtiyaç duyduğu miktarda at alamamıştır. Kayıtlarda Hunların at ticaretini sınırladığına dair bir metne rastlamadık. Ancak Çin’in sürekli iyi cins atlara ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Örneğin Wu- ti’nin, Fergana’daki kan terleyen atları alabilme için ne kadar uğraştığını, bu amaçla büyük kayıplar verdiğini Han Devleti tarihinde görmek mümkündür. Çinliler için pek de kârlı olmayan Fergana seferi M.Ö. 104 yılında gerçekleşmişti. Demek ki Hunların Çin’i ciddi biçimde rahatsız etmeye başladığı Mao-tun döneminden (M.Ö. 209-M.Ö. 174) beri, Çin iyi cins at ihtiyacını karşılayamamıştır. Bu süre yüz yıldan fazladır.

Çin at ihtiyacını sadece Hunlardan karşılayabilirdi. Çünkü diğer hayvancı kavimler, mesela Moğollar daha kuzeyde kalıyordu. Arada Hun toprakları vardı. Ayrıca Çin’in Moğollardan at aldığına dair en ufak bir kayıt yoktur.[16] Bilinen ilk at alışverişinin de Chou dönemiyle birlikte, Çin Seddi’nin ilk yapılmaya başladığı yıllarda yapıldığı söylenebilir. Chou döneminde gittikçe kuzeye giden Çinli köylüler, efendileri tarafından kuzey kavimlerine karşı korunmak zorunda idiler. Fakat bunlar, ordularını ve süvarilerini Çin’in iç savaşlarında kullanmak zorunda kaldıklarından, köylü yerleşimlerine karşı yapılan kuzey kavimlerinin süvari taarruzlarına mâni olmak için, bir hudut duvarı inşa ettiler. Böylece büyük Çin Seddi’nin ilk şeklini meydana getirmiş oldular. Bundan dolayı ilk defa olarak, Çinlilerle Çinli olmayanlar arasında sabit bir hudut yapılmış oldu. Fakat bu hudutlarda, tıpkı şehir duvarlarının yanında olduğu gibi, büyük pazarlar kuruluyor ve Çinli köylüler mahsullerini, Çinli olmayan göçebelerle mübadele ediyorlardı. Böylece ticaret yapan bu iki grup buna çok alışıyor ve her ikisi için de çok faydalı oluyordu. Göçebelerden at satın alıp Çin’in içinde satan birçok at tüccarına tesadüf ediyoruz.[17] Eberhard’ın bu görüşlerine dayanarak, ilk sınır pazarlarının Çin Seddi’nin ilk yapıldığı dönemlerde kurulduğunu söyleyebiliriz. Hunların Han Devleti’nden resmen istediği pazarlar, iki devletin kontrolü altında ve alışveriş kurallarının daha çok Hunlar tarafından belirlendiği pazarlardır. Chou devrindeki pazarlar, daha çok serbest piyasa şartlarında oluşmuş gibi görünmektedir. Çünkü bozkırlılara yaklaşan Çinli köylüler merkezlerinden uzaklaşmıştır ve kendi efendilerinin dâhi kontrolü dışındadır. Kaldı ki Chou Devleti’nin son yıllarına yani, M.Ö. IV ve III. yüzyıllara denk gelen bu dönemde, Chou Devleti, ciddi iç karışıklıklarla boğuşmaktadır. Kuzeylilerle mücadele edecek ve ticaret kurallarını belirleyecek durumda değildir. Esasen Hun Devleti’nin resmi kuruluş tarihinden önce de var olan sınır pazarları, atın değerli bir ticari mal olarak boy gösterdiği alanlar olmuştur.

Sonuç

Klasik dönem ekonomileri ile sanayi devrimi sonrası ekonomik sistemlerin en önemli ortak noktalarından bir tekel olabilme konusudur. Klasik dönemde de modern dönemde de bir malın tek üreticisi olan devletler, milletler arası ekonomik ve siyasi ilişkilerde her zaman belirleyici rol oynamışlardır. Tekel ürünü bir de stratejik ve ekonomik değere haizse bu rol daha da güçlenmektedir. Asya Hun Devleti de at üreticiliği ile kendi döneminde neredeyse tekel konumunda idi. Hunlara benzer biçimde at üreten başka devletler tabii ki vardı. Bunların en önemlileri Yüeçiler ile Moğollar idi. Ancak bölgenin büyük ekonomik gücü ve at müşterisi Çin ile bu devletlerin arasında Hun Devleti’nin toprakları vardı. Kaldı ki bu iki devlet de Hunlar kurulduktan kısa bir süre sonra Hun egemenliğine girmişlerdir. Böylece Hunların at üretimi konusundaki tekel olma durumu daha da güçlenmiştir.

Atın askeri ve ticari değerinden bahsettik. At Hun ordusunu farklılaştıran en önemli unsur olmuştur. Bu da bir nevi tekel olma durumudur. Hunlar düşmanlarından farklı ve düşmanlarının sahip olamadığı bir askeri araca sahip olmuşlardır. Binicisinin becerisi ile birleşen hızlı ve orta yapılı Hun atları, Hun ordusunun en önemli vurucu gücünü oluşturmuşlardır. Çin bu güce direnememiştir. Sadece savunma duvarları yapmakla yetinmiştir. Bu da bir çözüm olamamıştır. Zaman zaman başa geçen dirayetli Çin imparatorları, Hunlara karşı koyabilmek için Hun ordusunu taklit etmişlerdir. Giyim kuşamdan at kullanımına varan bu taklit önemli miktarda at talebini de beraberinde getirmiştir. Bu talebi karşılamak isteyen imparatorlar uzak ülkelerden at getirmişlerdir. Bu strateji zaman zaman başarıya da ulaşmıştır.

Ticari değeri de oldukça yüksek olan at sayesinde Hunlar, Çin’den ihtiyaç duydukları malları alabilmişlerdir. Bu da yine tekel olmanın getirdiği bir avantaj olarak göze çarpmaktadır.

Murat ÖZTÜRK

Arş. Gör. Dr. Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü, El-mek: murat123tr@yahoo.com

Kaynak: Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/4 Spring 2014, p. 943-950, ANKARA-TURKEY


KAYNAKÇA

♦ ALTUNTAŞ Halil, Muzaffer ŞAHİN, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 12. Baskı, Ankara 2006
♦ BAYKUZU Tilla Deniz, Asya Hun İmparatorluğu, Kömen Yayınları, Konya 2012
♦ EBERHARD Wolfram, “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi I/ 4, Ankara 1943
♦ EBERHARD Wolfram, “Çin Kaynaklarına Göre Orta Asya’daki At Cinsleri ve Beygir Yetiştirme Hakkında Malumat”, Ülkü Dergisi Ekim 1940
♦ EBERHARD Wolfram, “Çin Kaynaklarına Göre Türkler ve Komşularında Spor”, (Çev. Nimet Uluğtuğ) Ülkü Dergisi, Mayıs 1940
♦ EBERHARD Wolfram, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1995
♦ KARAMAN, Hayreddin, Mustafa ÇAĞRICI, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu-Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2008
♦ KOPPERS Wilhelm, “Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihinin Işığı Altında İlk Türklük ve İndo- Germenlik”, Belleten V/20, I. Teşrin 1941, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995
♦ MCNEILL William H., Dünya Tarihi, (Çeviren Alaeddin Şenel), İmge Kitabevi, 8. Baskı, Ankara 2004
♦ NIENHAUSER William H., The Grand Scribe ’s Records The Memoirs Of Han China, Vol. IX, Part II, Indiana University Press, Bloomington USA 2010
♦ OLSEN Stanley J., “The Horse In Ancient China and Its Cultural Influence In Some Other Areas”, Proceedings Of The Academy Of Natural Sciences Philadelphia, 140/ 2, 1988
♦ OWEN., Inner Asian Frontiers Of China, Beacon Press, Boston USA, 1967
♦ ÖGEL Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, Cilt I
♦ ÖZTÜRK Murat, Asya Hunları’nda İktisadi Hayat, (Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ 2013
Dipnotlar:
[1] Âdiyât Suresi 1-6. Ayetler, Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 12. Baskı, Ankara 2006, s. 599
[2] Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu-Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2008, s. 672.
[3] Olsen Stanley J., The Horse In Ancient China and Its Cultural Influence In Some Other Areas, Proceedings Of The Academy Of Natural Sciences Philadelphia, Vol: 140, No: 2, 1988, s. 151-189.
[4] Olsen Stanley J., The Horse In Ancient China and Its Cultural Influence In Some Other Areas, s. 153.
[5] McNeill William H., Dünya Tarihi, (Çeviren Alaeddin Şenel), İmge Kitabevi, 8. Baskı, Ankara 2004, s. 93
[6] Eberhard Wolfram, Eski Çin Kültürü ve Türkler, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı 4, Ankara 1943, s. 19-29
[7] Bu konuda tafsilatlı bilgi için bakınız: Wolfram Eberhard Eski Çin Kültürü ve Türkler, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı 4, Ankara 1943, s. 19-29 ve Wilhelm Koppers Etnooljiye Dayanan Cihan Tarihinin Işığı Altında İlk Türklük ve İndo Germenlik, Belleten Cilt V, Sayı 20, I. Teşrin 1941, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995, s. 440-480
[8] Shih-chi, Nienhauser William H., The Grand Scribe ’s Records The Memoirs Of Han China, Vol. IX, Part II, Indiana University Press, Bloomington USA 2010, s. 243. Bölümde bu noktada verilen dipnotun son kısmı şöyledir: Detaylı izahata göre, sadece Jung ve Ti’ler değil, Hsiung-nu adının farklı bir biçimi olan Hsun-yü’lerin de saldırıya katıldığını belirtmek ilgi çekicidir.
[9] Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1995, s. 33
[10] Bkz: Eberhard Wolfram, Çin Kaynaklarına Göre Türkler ve Komşularında Spor, (Çev. Nimet Uluğtuğ) Ülkü Dergisi, Mayıs 1940, s. 209-215 ve Eberhard Wolfram, Çin Kaynaklarına Göre Orta Asya’daki At Cinsleri ve Beygir Yetiştirme Hakkında Malumat, Ülkü Dergisi Ekim 1940.
[11] Öztürk Murat, Asya Hunları’nda İktisadi Hayat, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Elazığ 2013, s. 89
[12] Lattimore Owen., Inner Asian Frontiers Of China, Beacon Press, Boston USA, 1967, s. 58.
[13] Lattimore Owen., Inner Asian Frontiers Of China, s. 58.
[14] Baykuzu Tilla Deniz, Asya Hun İmparatorluğu, Kömen Yayınları, Konya 2012 s. 97.
[15] Öztürk Murat, Asya Hunları’nda İktisadi Hayat, s. 90.
[16] Ögel Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara 1981, Cilt I, s. 100.
[17] Eberhard Wolfram, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1995, s. 60.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.