Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Artuklular

0 27.405

Aydın USTA

Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın 1071 senesinde Bizans’a karşı kazandığı Malazgirt Zaferi’yle Anadolu toprakları hızlı bir Türkleşme süreci içine girmişti. Zaferin sonrasında Türk akıncıları İzmit Körfezi’ne kadar ulaşmış ve Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ağırlıkta olmak üzere fethedilen topraklarda Türk Beylikleri kurulmuştu. Bunlardan en önemlilerinden biri Sultan Alp Arslan’ın kumandanlarından Artuk Bey’in oğulları tarafından kurulan Artuklulardır. Hısn-ı Keyfa ve Mardin’de kurulan iki ayrı beyliğe ismini veren Artuk Bey, Malazgirt Savaşı’na katılan Türkmen beylerindendir.[1] Zaferin kazanılmasının ardından emrindeki kuvvetlerle Anadolu içlerine girmiş ve bir Bizans ordusunu mağlubiyete uğratmıştı. Anadolu’daki mücadelelerin sonrasında Artuk Bey, Sultan Melikşah tarafından ikta edilen Hulvan’a çekildi (1073). Daha sonra 1077 senesinde Ahsa ve Bahreyn Karmatîlerine karşı başarılı bir sefer düzenledi.[2] Büyük Selçuklu Veziri Fahrüddevle’nin idaresinde Diyarbakır üzerine düzenlenen sefere iştirak etti. Ancak, Sultan Melikşah ile arasının açılması üzerine, Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’un hizmetine girdi. Tutuş’un, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Süleyman Şah ile yaptığı savaşa katıldı (1086). Nihayetinde 1091’de, Tutuş tarafından kendisine ikta edilen Kudüs’te öldü.[3] Ölümünden sonra oğulları Sökmen ve İlgazi, Kudüs’ü ellerinde tutmaya devam ettiler.

Diğer taraftan Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın 1092 senesinde zehirlenerek öldürülmesiyle oğulları Muhammed Tapar, Berkyaruk ve kardeşi Suriye Selçuklu Meliki Tutuş arasında Büyük Selçuklu tahtı için kıyasıya bir mücadele başlamıştı. Tutuş’un bu mücadeleler sırasında hayatını kaybetmesi üzerine idaresi altında bulunan Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde karışıklıklar baş gösterdi. Tutuş’un oğullarından Rıdvan Haleb’e hakim olurken, Dukak Dımaşk’ı ele geçirdi. Ancak iki kardeş arasındaki çekişmeler bölgede siyasî bir istikrarın oluşmasını engellemekteydi. Bu, 1098’de bölgeye gelen Haçlılar için oldukça müsait bir durumdu. Haçlılar, Müslümanlar arasındaki çekişmelerden faydalanarak Kudüs, Antakya, Urfa gibi önemli şehirleri ele geçirdiler. Suriye sahil şeridinin kontrolü de Haçlıların eline geçti.

Bu gelişmelerin hemen öncesinde Artuk’un oğulları Sökmen ve İlgazi, Kudüs’ten ayrılarak Tutuş’un oğulları arasındaki mücadelelere katılmışlardı. Sökmen Rıdvan’ın tarafında yer alırken, İlgazi ise Dukak’ın yanına gitmişti. Bölgedeki Müslüman hükümdar ve emirler böylesine bir kargaşa içinde iken Haçlıların bölgeye gelip Antakya’yı kuşatmaları, onların bu tehlike karşısında birleşmelerini sağladı. Musul Atabeyi Kürboğa idaresinde Antakya’nın yardımına koşmak üzere harekete geçtiler. Artukoğlu Sökmen ve yeğeni Süleyman da, bu ordunun içinde yer almışlardı.[4] Ancak, Müslüman ordusu Antakya’ya varmadan önce Haçlılar şehri ele geçirdiler. Daha sonra şehir önlerinde yapılan savaş ise Müslüman ordusunun mağlubiyetiyle neticelendi (1098). Savaş meydanında uzun süre Haçlılara direnen Sökmen, neticede diğer komutanlarla birlikte geri çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra kardeşi İlgazi ile birlikte Haçlıların asıl hedefi olan iktaları Kudüs’e çekildiler. Ancak, Haçlıların ilerleyişinden faydalanmak isteyen Mısır’ın şii Fatımî halifesi şehri ele geçirmek üzere Emirü’l-Cüyuş el-Efdal komutasında bir ordu gönderdi. Bir süre Fatımî ordusuna direnen Artuklular, nihayetinde şehri teslim etmek zorunda kaldılar (1098).[5] Fatımîlerin Kudüs’teki hakimiyeti de fazla uzun sürmedi. Antakya’yı ele geçiren Haçlılar ilerleyişlerini sürdürerek şehir önlerine geldiler ve Kudüs Temmuz 1099 tarihinde Haçlılar tarafından ele geçirildi. Tarihçi İbn Hallikan “Eğer şehir Haçlıların gelişi sırasında Artukluların elinde olsaydı, daha fazla direnebileceği” düşüncesindedir.[6]

Öte yandan Kudüs’den ayrılan İlgazi, Bağdat’a gitmişti. Burada Berkyaruk ve Muhammed Tapar arasındaki taht mücadelelerine katıldı. Muhammed Tapar adına şıhnelik yaptı.[7] Sökmen ise, yeniden Suriye’ye döndü. Urfa Haçlı Kontu II. Baudouin tarafından ele geçirilmiş olan kendisine ait Seruç şehrini geri almak için yeğeni Belek ile başarısız bir girişimde bulundu.

Bu arada Musul Emiri Kürboğa’nın, Sultan Berkyaruk’a isyan eden Mevdud b. İsmail’in üzerine yürüdüğü sırada ölmesi üzerine Musul’da idare vasiyeti gereğince Sungurca adlı bir emirin eline geçmişti. Fakat, ondan memnun olmayan Musul halkı Hısn-ı Keyfa hakimi Musa’yı şehre davet etmişlerdi. Musa, Sungurca’yı öldürüp Musul’a hakim oldu. Bu karışıklıklardan faydalanmak isteyen el-Cezire hakimi Çökürmüş, harekete geçerek Musa’yı mağlup etti. Musul’a sığınmak zorunda kalan Musa ise Hısn-ı Keyfa şehri ve 10.000 dinar karşılığında Sökmen’den yardım istedi. Kudüs’ten sonra Seruc’u da kaybetmiş olan Sökmen bu fırsatı değerlendirmek için süratle harekete geçti. Sökmen’in, Musa’ya yardıma geldiğini öğrenen Çökürmüş kuşatmayı kaldırarak geri çekildi. Fakat, Musa’nın Sökmen’i karşılamaya çıkarken Kürboğa’nın köleleri tarafından öldürülmesi üzerine Sökmen derhal Hısn-ı Keyfa üzerine yürüdü. Musa’nın naiplerinden şehri teslim aldı. Böylelikle Hısn-ı Keyfa Artukluları olarak bilinen ilk Artuklu Beyliği kurulmuş oldu (1102).[8]

Artukoğlu Sökmen’in Hısn-ı Keyfa Artuklu Beyliği’ni Kurduktan Sonraki Faaliyetleri

Sökmen, Hısn-ı Keyfa’dan sonra ilk olarak Mardin’de hakimiyet kurmak üzere harekete geçti. Bu şehri idare eden yeğeni Yakutî ölmüş, yerine kardeşi Ali geçmişti. Yeni emir ise, Mardin’i ve Musul’u ele geçirmiş olan Çökürmüş’e vermek istiyordu. Ancak, Sökmen rakibinden önce davranarak Mardin’i ele geçirdi. Daha sonra, Bağdat’ta Muhammed Tapar adına şıhnelik görevini yürüyen kardeşi İlgazi’nin yardım çağrısı üzerine elindeki kuvvetlerle Bağdat’a yürüdü. Birlikte Muhammed Tapar adına şehirde düzeni sağladıktan sonra geri döndü.

Diğer taraftan, Müslümanlar arasındaki süre giden karmaşalardan faydalanmak isteyen Haçlılar boş durmayıp Harran’ı ele geçirmek için harekete geçmişlerdi. Burası, Suriye’deki emirlerin Haçlılara karşı savaşta geniş ölçüde faydalandıkları bir asker deposu niteliğindeki Irak ve el-Cezire arasında bir köprü vazifesi görüyordu. Harran’ın alınması bu bağlantıyı kesebilir ve Suriye’de Haçlıların lehine bir denge oluşturabilirdi. Urfa Kontu II. Baudouin du Bourg, kuzeni Joscelin de Courtenay, Antakya Hakimi I. Bohemund ve yeğeni Tankred’in kuvvetlerinden oluşan Haçlı ordusu Harran üzerine yürüdü. Haçlı ordusunun harekete geçtiği sırada Artukoğlu Sökmen, rakibi Musul Emiri Çökürmüş ile mücadele halindeydi. Fakat, gelen haberler üzerine iki rakip birleştiler. Türk ordusuyla Haçlılar Belih Çayı kıyısında karşı karşıya geldiler. Mücadele, taktik gereği ikiye ayrılmış olan Haçlı ordusunun ağır mağlubiyetiyle sonuçlandı. Urfa Kontu II. Baudouin ve kuzeni Joscelin esir alındı. I. Bohemund ve Tancred ise Antakya’ya kaçtılar (1104).[9]

Baudouin ve Joscelin’i, çadırında hapseden Sökmen kaçan Haçlıları takibe girişti. Çökürmüş, bundan istifade ederek esirleri, Sökmen’in çadırından alarak yanına getirtti. Bu nedenle galipler arasında meydana gelebilecek muhtemel bir çatışma ancak Sökmen’in çabaları sayesinde önlenebildi.[10] Çökürmüş’ten ayrılan Sökmen, askerlerine ölen Haçlıların elbiselerini giydirmek suretiyle Şabahtan ve civarındaki Haçlı kalelerini ele geçirdi. Belih Çayı Zaferi, Sökmen’in adının İslam dünyasında duyulmasını sağlamış ve Haçlıların yenilmezlik efsanesine son vermişti. Ayrıca bu zafer, o zamana değin Haçlılar karşısında birlik oluşturamamış olan Müslümanlar arasında Artukluların bir lider olarak sivrilmeleri için de başlangıç olmuştu. Artukluların bu konumu İlgazi ile gelişerek, Belek zamanında doruk noktasına ulaşacaktı.

Urfa ve Antakya Haçlı ordularına karşı kazanılan başarının sonrasında, yine Haçlılar tarafından sıkıştırılmakta olan Trablus şehri Sökmen’in yardımına başvurdu. Aynı dönemde, Dımaşk Emiri Tuğtekin’den “kendisinin çok hasta olduğu ve ölümünden sonra Dımaşk’ı Haçlılara karşı korumak üzere şehrin yönetimini devralmasını” isteyen bir mektup geldi.[11] Sökmen bu iki meseleyi halletmek üzere harekete geçti. Ancak, Dımaşk’a doğru ilerlediği sırada Karyeteyn denilen köyde yakalandığı difteri hastalığından kurtulamayarak vefat etti. Cenazesi adamları tarafından Hısn-ı Keyfa’ya getirilerek burada defnedildi. Beyliğin başına ise oğlu İbrahim geçti.

Artukoğlu İlgazi ve Mardin Artuklu Beyliği’nin Kurulması

İlgazi’nin, Kudüs’ün Fatımîler tarafından ele geçirilmesi üzerine Bağdat’a gittiğinden ve Muhammed Tapar adına şıhnelik yaptığından yukarıda bahsedildi. Üç buçuk sene kadar bu görevini sürdüren İlgazi, daha sonra Muhammed Tapar ile arasının açılması üzerine azledilmiş ve yerine Aksungur el-Porsukî tayin olunmuştu. Suriye’ye dönen İlgazi, Haleb Selçuklu Meliki Rıdvan ve Sincar Hakimi Alpı b. Aslantaş ile birleşerek, Musul emiri Çökürmüş’ün elinde bulunan Nusaybin’i kuşattı. Kuşatma sırasında Alpı b. Aslantaş yaralanarak memleketine döndü. Müttefiklere karşı tek başına bir şey yapamayacağını anlayan Çökürmüş ise, Rıdvan ve İlgazi’nin arasını açmayı başardı. Rıdvan tarafından hapsedilen İlgazi, emrindeki Türkmenlerin Rıdvan’dan ayrılıp etrafı yağmalamaları ve hapsedildiği Nusaybin surlarına saldırmaları üzerine kurtulmayı başardı. Türkmenlerin saldırıları karşısında kendisini güvencede görmeyen Rıdvan ise, Haleb’e çekildi. Esaretten kurtulan İlgazi emrindeki kuvvetlerle birlikte yeğeni Hısn-ı Keyfa hakimi İbrahim’in elindeki Mardin’i ele geçirdi. Böylece Mardin Artuklu Beyliği kurulmuş oldu (1106).[12] İlgazi, aynı zamanda bütün Artuklu ailesinin liderliğini de tekeline almıştı. Hısn-ı Keyfa Artukluları ve Belek, onun liderliğini kabullendiler.

İlgazi ilk olarak, Çökürmüş’ün ölümünden sonra Musul’a hakim olan Atabey Çavlı ile Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan arasındaki mücadeleye katılarak Çavlı’nın safında yer aldı. İki taraf arasında 1107 tarihinde meydana gelen Habur Savaşı’nı kazanan Çavlı bir müddet sonra İlgazi’ye ihanet ederek, onu tutuklattı. Kısa süre sonra Çavlı ile anlaşan İlgazi hapisten kurtuldu. Ancak bu kez de, Sultan Muhammed Tapar tarafından Musul Atabeyliği görevinden azledilmesine kızan Çavlı tarafından zorla yeni Atabey Mevdud’a karşı savaşmaya mecbur edildi. Bu sırada bir yolunu bulup Çavlı’nın elinden kurtulan İlgazi Mardin’e döndü. Atabey Mevdud ile anlaştı. Bunun karşılığı olarak Harran şehri, Mevdud tarafından İlgazi’ye verildi. Mevdud ile arasındaki bütün dostane ilişkilere rağmen İlgazi, Atabey tarafından Haçlılara karşı yapılan 1110, 1111 ve 1113’teki seferlere katılmayarak, oğlu Ayaz kumandasında kuvvet göndermekle yetindi. Bunda, muhtemelen, Sultan Muhammed Tapar tarafından Bağdat şıhneliğinden azlinin büyük etkisi vardı. İlgazi, hâlâ sultana karşı kırgındı.

Mevdud’un 1113 senesinde Dımaşk’ta Batınîlerce şehit edilmesinden sonra yerine Aksungur el- Porsukî atanmıştı. Aksungur, Haçlılara karşı yeni bir sefer düzenlemek üzere hazırlıklara girişti. Civardaki hükümdarlara askerleriyle birlikte yanına gelmeleri için haber gönderdi. Ancak, İlgazi’nin yine oğlu Ayaz kumandasında bir birlik göndermesine kızan Aksungur, Ayaz’ı tutuklattı. Haçlılar üzerine yapılması planlanan seferi, Artuklular üzerine çevirdi. Mardin ve çevresini yağmaladı. Musul Atabeyinin bu hareketi üzerine İlgazi yeğenleri Belek ve Hısn-ı Keyfa hakimi Davud ile birleşerek Dara yakınlarında bulunan Aksungur el-Porsukî’nin idaresindeki Selçuklu ordusu üzerine yürüdü. Gafil avlanan Aksungur ağır bir mağlubiyete uğradı. Selçuklu ordusunda bulunan Muhammed Tapar’ın oğlu Mesud, Sincar ve Nusaybin emirleri esir alındı ise de Sultan’dan çekinen İlgazi, şehzadeyi derhal serbest bıraktı. Oğlu Ayaz da, savaş sırasında esaretten kurtulmayı başarmıştı (1115).[13] Bu hareketiyle Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar’a karşı asî durumuna düşen İlgazi, önlem olarak yine Sultan ile arası açık olan Dımaşk Atabeyi Tuğtekin ile birleşti. Daha sonra Antakya Haçlı Kontu Roger de Salerne, onlara katıldı. Böylelikle, kendisini emniyete alan İlgazi asker toplamak için Mardin’e döndü. Ancak, sultana bağlı Hıms emiri tarafından esir edildi. Esaretten Tuğtekin’in gayretleri ve oğlu Ayaz’ı rehin bırakmak suretiyle kurtulabildi. Mardin’e gidip askerlerini topladıktan sonra müttefikleriyle birleşti. Bu arada, Sultan Porsuk b. Porsuk kumandasındaki bir orduyu onların üzerine göndermişti. Ancak, taraflar arasında herhangi bir çatışma meydana gelmedi. Selçuklu ordusuna karşı oluşturulmuş olan Müslüman-Haçlı ittifakı dağıldı. Bunun üzerine Porsuk yeniden bölgeye döndü. Antakya hakimi Roger, ordusuyla birlikte onu karşılamak üzere harekete geçti. Eylül 1115’de pusuya düşürdüğü Selçuklu ordusunu Tell-Danis’de mağlup etti.[14]

İlgazi ve Haçlılar

Roger, Selçuklulara karşı kazandığı zaferin meyvelerini, Antakya Haçlılarının sürekli olarak ele geçirmek için çabaladıkları Haleb şehrini sıkıştırarak sömürmeye başladı. Haleb’de ise Melik Rıdvan’ın Kasım 1113’deki ölümünden sonra oğlu Alp Arslan tahta çıkmıştı. Kısa süre sonra Alp Arslan, Hâcib Lü lü tarafından öldürüldü. Kardeşi Sultan-şah Lü lü tarafından tahta çıkarıldı. Ancak, Haçlıların devam eden baskısı şehri açlık ve yok olmanın eşiğine gelmişti. Şehir halkı çareyi Artukoğlu İlgazi’yi yönetimi devralmak üzere Haleb’e davet etmekte buldu. İlgazi Mayıs 1117’de Haleb’e gelerek idareyi ele aldı. Şehirde oldukça kötüleşmiş olan iktisadî durumu biraz olsun düzeltip, Haçlılarla kısa süreli bir ateşkes yaptıktan sonra asker toplamak üzere Mardin’e döndü. Haleb’in idaresini oğlu Timurtaş’a bıraktı.

Daha sonra İlgazi, Haziran 1119’da Bitlis ve Erzen Hakimi Togan Arslan, Dımaşk Atabeyi Tuğtekin’in katılımıyla 20.000 kişiyi bulan[15] ordusuyla Suriye’ye geldi. Ordusuna bağlı askerleri Haçlı topraklarına yağma yapmak üzere dağıttı. Türk ordusunun hareketini haber alan Antakya Hakimi Roger de, Antakya ordusuyla birlikte Tell-Afrin’e gelmiş, Kudüs Kralı II. Baudouin ve Trablus Kontu Pons’dan yardım istemek üzere haberciler göndermişti. Ajanları vasıtasıyla Antakya ordusunun durumundan haberdar olan İlgazi, yardım ulaşmadan Roger ile karşılaşmak arzusundaydı. Türk ordusu 27 Haziran 1119 akşamı gelişinden habersiz olan Antakya Haçlılarını dört bir taraftan kuşattı. Ertesi gün başlayan savaş Haçlıların kesin mağlubiyetiyle sonuçlandı. Kont Roger de dahil olmak üzere Antakya ordusunun büyük bir kısmı öldürüldü. Haçlı kronikleri hezimetin büyüklüğünü göstermek üzere bu savaşa Ager Sanguinis (Kan Ovası) adını vermişlerdir.[16] Bu zafer sayesinde Haleb üzerindeki Haçlı baskısı bir süre için gevşemiş ve İlgazi, halife tarafından hilatler ile ödüllendirilmişti. Ancak savaşın hemen akabinde askerlerini yağma yapmak üzere Haçlı topraklarına dağıtması nedeniyle savunmasız kalmış olan Antakya ele geçirilemedi. Roger’in yardımına gelmekte olan Kudüs Kralı ve Trablus kontu mağlubiyet haberini alır almaz derhal Antakya’ya giderek şehirde savunma tertibatı aldılar. Daha sonra Haçlılar Kudüs Kralı II. Baudouin kumandasında İlgazi’nin üzerine yürüdüler. Tell-Danis’de cereyan eden mücadelede taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamadı.[17]

Kral, Bûrc-i Hâb kalesine sığındı. İlgazi ise, onunla kısa bir mütareke yaptıktan sonra asker toplamak için Mardin’e döndü. Onun dönüşünün ardından Haçlılar anlaşmayı bozarak Haleb ve çevresini yağmalamaya başladılar. 1120’de yeniden harekete geçen İlgazi, ordusundaki Türkmenlerin itaatsiz davranışları sebebiyle Haçlılara karşı önemli bir harekata girişmeden yeni bir mütareke yaptı. Haleb şehrini oğlu Süleyman’ın idaresine bıraktı ve asker toplamak üzere Mardin’e döndü. İlgazi’nin sürekli olarak asker temini için Mardin’e gitmesi ve Haçlılara karşı sürekli bir başarı kazanamaması Haleb şehrinin iktisadî açıdan içine düştüğü kötü durumla ilgilidir. Nitekim, İlgazi’nin bütün çabasına rağmen Haçlılar şehri tazyik etmeye devam ediyorlardı. Mardin’e dönen İlgazi, Suriye’de Haçlılara karşı yaptığı mücadelelere bir süre için ara vermek zorunda kaldı. Kafkasya’daki Tiflis şehrinin Müslüman halkının, Gürcü baskısından şikayetçi olmaları üzerine Irak Selçuklu Hükümdarı Tuğrul’un emriyle Gürcüler ve onların müttefikleri Kıpçaklara karşı sefere çıktı. Ancak, Tiflis’e yaklaştığı sırada Did-gorni denen mevkide Gürcü-Kıpçak ordusunun ani saldırısı karşısında ağır bir mağlubiyet aldı (18 Ağustos 1121).[18] Yanında bulunan Hille’nin Arap emiri Dübeys b. Sadaka ile güçlükle Mardin’e dönebildi. Dönüşünde, Haleb’in idaresini bırakmış olduğu oğlu Süleyman’ın isyanı ile karşı karşıya kaldı. Bu isyanı kısa sürede bastıran İlgazi, bölgedeki yokluğundan istifade ederek Haleb’i tazyike başlamış olan Haçlılarla yeni bir barış yaptı. 1122 senesinde yeğeni Belek ve Dımaşk Atabeyi Tuğtekin ile birlikte Haçlıların üzerine yürüdü. Ancak, Zerdana kalesini kuşattığı sırada hastalandı. Mardin’e dönerken Aculeyn denilen yerde vefat etti (19 Kasım 1122). Ölümünden sonra Mardin Artuklularının başına oğlu Timurtaş geçti. Ailenin liderliğini ise yeğeni Belek Gazi üstlendi.

Belek Gazi

İlgazi’den sonra Artuklu ailesinin liderliğini üstlenen Belek Gazi, ailenin ve dolayısıyla iki Artuklu beyliğinin siyasî ve askerî kudretini dilediği gibi yönlendirmiş, onun zamanında Suriye ve Güneydoğu Anadolu’daki Artuklu nüfuzu zirveye çıkmıştır. Belek, ilk olarak amcası Sökmen tarafından verilen Seruc şehrini yönetmekle siyasî hayatına başlamıştı. Şehrin, Urfa Haçlı Kontluğunun eline geçmesi üzerine 1104 senesinde Fırat nehri kıyısındaki Hadise ve Ane Kasabalarını ele geçirdi. Fakat, Hille Emiri Dübeys b. Sadaka’nın baskısı karşısında buraları terke mecbur kalmıştı. Amcası Sökmen’in Haçlılara karşı kazandığı Belih Çayı zaferinde bulundu. 1112’de Çubukoğlu Mehmet Bey’in ölümü üzerine Harput, Palu, Çemişkezek, Dersim ve Hanzit yörelerini ele geçirip Palu’yu kendisine merkez yaptı. Bundan sonra Malatya Selçuklu Sultanı Tuğrul Arslan’ın annesiyle evlenerek, atabey olarak genç hükümdarın topraklarını da idare etmeye başladı. 1120 senesinde elindeki toprakları yağmalayan Mengücekoğlu İshak’ı sığındığı Trabzon İmparatoru Kostantin Gabras ile birlikte Seryan denilen yerde mağlup edip esir aldı. Ertesi sene eşkıyalık ile geçinen Gerger ahalisini cezalandırdı. Elde ettiği bütün güç ve kudrete rağmen Belek, hayatta olduğu süre içinde amcası İlgazi’nin yanında yer almıştı. Onun 1122 senesinde ölümüyle ailenin liderliğini eline aldı. Belek, İslam dünyasının Haçlılara karşı çıkarmış olduğu en büyük kahramanlardan biridir. O kazandığı başarılar ile İslam dünyasının umudu haline gelmiş, Haçlılar için ise, daima korkunç bir umacı olmuştur.

Nitekim, İlgazi’nin ölümünden hemen sonra çok geçmeden Haçlılara karşı ilk büyük başarısını kazandı. İlgazi’nin ölümü nedeniyle yarım kalan 1122 seferinden sonra Belek, kendi topraklarına dönmek üzere yola çıkmıştı. Yürüyüşü sırasında kendisini takip eden Urfa Kontu I. Joscelin de Courtenay ve yeğeni Galeran’ı mağlup ve esir etti (13 Eylül 1122).[19] Esirleri Harput kalesine kapattı.

Ertesi sene, Müslüman topraklarına karşı sefere çıkan Kudüs Kralı II. Baudouin, Joscelin ve Galeran’ın esir düştüğü yeri görmek üzere yanında küçük bir muhafız birliğiyle ana ordudan ayrıldı. Onun hareketlerini yakından takip etmekte olan Belek Gazi yaptığı baskınla 18 Nisan 1123 tarihinde Kudüs Kralını esir etmeyi başardı.[20] Bu değerli esirini de, Harput kalesine gönderdi. Haçlılara karşı kazandığı başarılar üzerine Haçlılara karşı mücadele eden Müslüman emirler, onun liderliği altında birleşmişlerdi. Ancak, bütün önemli idarecilerini esir ettiği Haçlılara karşı harekete geçmeden evvel içteki durumunu düzeltmeye karar verdi. İlk olarak Harran’ı ardından, 27 Haziran 1123 tarihinde Haleb şehrini teslim aldı. Zira, şehrin Haçlılara teslim edilmesinden endişeleniyordu. Bu sırada Harput’taki Haçlı esirlerinin civardaki Ermenilerin yardımıyla kurtulup kaleyi ele geçirdiklerini haber aldı. 500. km’lik yolu 15 günde bir kartal hızıyla alarak[21] Harput’u kuşattı. Kaleyi ellerinde bulunduran Haçlılar, Joscelin’i yardım getirmesi için gönderdikten sonra kendilerini savunmaya karar vermişlerdi. Bu sebeple II. Baudouin, Belek Gazi’nin kaleyi teslim etmesi karşılığında sağ salim memleketine dönme teklifini kabul etmedi.[22] Bundan sonra kalenin altında lağımlar kazan Belek, kısa sürede kaleye girdi. Kral, yeğeni ve Galeran hariç bütün Haçlı esirleri ve isyana katılan Ermenileri öldürdü. Kral ve diğerleri Harran kalesine sevk edildi (16 Eylül 1123).

1124 yılı içinde, Belek başsız kalan Haçlılara son darbeyi vurmak için beraberinde amcazadesi Timurtaş, Musul Hakimi Aksungur el-Porsukî, Dımaşk Atabeyi Tuğtekin ve diğer Artuklu kuvvetleri olduğu halde harekete geçti. Haçlı esirlerini Haleb’e naklettikten sonra Azaz’ı kuşattı. Ancak, bir süre sonra kuşatmayı kaldırdı. Haleb’e dönerek Melik Rıdvan’ın kızı Ferhunde Hatun ile evlendi. Daha sonra yeniden Haçlılara karşı harekete geçmek isteyen Belek, Menbic hakimi Hassan b. Gümüştegin’in bazı şüpheli hareketlerinden ötürü onu yakalamak üzere Timurtaş’ı görevlendirmişti. Timurtaş, Hassan’ı yakaladı. Ancak, Hassan’ın kardeşi İsa, Menbic’in iç kalesine sığınarak direnmeye devam etti. Bunun üzerine Belek bizzat gelerek Menbic’i kuşattı. İsa, kuşatma sırasında Urfa Haçlı Kontu Joscelin’i yardıma çağırmış ve geldiği takdirde kaleyi ona teslim edeceğini bildirmişti. Derhal, onun yardımına koşan Joscelin 5 Mayıs 1124 tarihinde Belek Gazi tarafından ağır bir mağlubiyete uğratıldı. Belek daha sonra kalenin kuşatmasını Timurtaş’a bırakıp, Haçlıların baskısı altındaki Sur şehrine yardıma gitmeye karar verdi ise de 6 Mayıs günü kaleden atılan bir okla şehit edildi.[23] Belek’in ölümü gerek Artuklu ailesi ve gerekse İslam dünyası için büyük bir kayıp olmuştu. Zira, bölgeye gelişlerinden bu yana Haçlılara karşı en büyük başarıları kazanan ve akıllılık gösteren Belek Gazi olmuştu. Bilindiği gibi daha önceleri Sökmen, Belih Çayı Zaferinden Çökürmüş ile olan ihtilafı, İlgazi ise Tell-Afrin zaferinden, askerlerini yağma için etrafa dağıtması yüzünden yeterince faydalanamamışlardı. Belek ise, Haçlı reislerini birbiri ardına esir ettikten sonra onlara karşı son darbeyi vurmaya hazırlanıyordu. Bunun için de, bütün İslam dünyasının askerî gücü, onun emri altında birleştirilmişti. Ölümüyle Artuklu ailesi onun birleştiriciliğinden mahrum kalmışlar ve aile içindeki birlik bozulmuştu. Mardin ve Hısn-ı Keyfa Artukluları arasında başlayan rekabet ve kısa süre sonra Musul Atabeyliği görevine tayin olunan İmaddeddin Zengi’nin bölgedeki varlığı Artukluların Haçlılara karşı üstlendikleri lider rolünü kaybetmelerine neden olacaktı.

Belek Gazi’nin Ölümünden Eyyubîler Dönemine Kadar Artuklular

Belek’in ölümü Artuklular arasındaki birliği parçalamıştı. Onun ölümünden kısa bir süre sonra Hısn-ı Keyfa Artuklu Emiri Davud ile Mardin Artuklu Emiri Timurtaş birbirleriyle mücadeleye girişeceklerdi. İlk olarak Belek’in elindeki toprakların paylaşımıyla işe başladılar. Timurtaş Haleb’i, Davud Palu ve çevresini, Şemsüddevle Süleyman ise Harput’u aldı. Haleb’e gelen Timurtaş, Kudüs kralı II. Baudouin’i 80.000 dinar fidye ve Haçlıların Azaz başta olmak üzere Haleb civarında ele geçirdikleri kaleleri teslim etmeleri şartlarıyla serbest bıraktı.[24] Ancak, bu Timurtaş için çok büyük bir hata olmuştu. Kral serbest kaldıktan sonra sözünde durmadığı gibi Haleb ve çevresini yeniden baskı altına aldı. Timurtaş ise, Mardin’e geri dönmüş ve şehirde Ömer el-Hass adlı naibini bırakmıştı. Bu arada Hısn-ı Keyfa hakimi Davud, Bedrüddevle Süleyman’ın ölümü üzerine Harput’a hakim olmuş ve buradaki durumunu kuvvetlendirmek için oğlu Kara Arslan’ı, Belek’in tek varisi olan kızıyla evlendirmişti. Timurtaş ise, Bedrüddevle Süleyman’ın ölümünden Meyyafarıkin’i topraklarına katma konusunda faydalandı. Ancak Haleb’te işler kötüye gitmekteydi. II. Baudouin serbest kaldıktan sonra, Hille Emiri Dübeys ve eski Haleb Meliki Sultan-şah ile birleşerek Haleb’i kuşatmıştı. Müttefikler, Haleb ve çevresindeki Müslümanlara çok büyük eziyetler ve işkenceler yaptılar. Haçlıların yaptığı fenalıklar İbn el-Adim’in eserinde tafsilatıyla anlatılmaktadır.[25] Son derece güç durumda kalan şehir halkı hamileri Timurtaş’a elçiler göndererek, yardıma gelmesini istediler. Ancak Timurtaş, onların isteklerini oyalamalarla geçiştirerek Haleb’i kendi kaderine terk etti. Timurtaş’tan bekledikleri cevabı alamayan Halebliler bu kez, Musul Atabeyi Aksungur el-Porsukî’nin yardımına başvurdular. Musul kuvvetleriyle birlikte harekete geçen Aksungur’un gelişi, Haleb’i kuşatan Müslüman-Haçlı ittifakının dağılmasına yeterli oldu. Bu, aynı zamanda Haleb’de İlgazi’den beri devam eden Artuklu hakimiyetinin sonu anlamına geliyordu (Ekim 1124).[26] Ayrıca Timurtaş, Haçlılara karşı en önemli Müslüman merkezlerinden biri olan ve kendi hakimiyeti altındaki Haleb’e yardımı reddetmekle Artukluların, İslam dünyası içindeki lider imajına da büyük bir darbe vurmuştu. Diğer taraftan Hısn-ı Keyfa Hakimi Davud 1126 senesinde Ahlatşah İbrahim ve bölgedeki diğer emirlerle birlikte Gürcüler üzerine yeni bir sefere çıktı. Ancak, Gürcüler karşısında ağır bir mağlubiyet alarak güçlükle Hısn-ı Keyfa’ya ulaşabildi.

Atabey Aksungur el-Porsukî’nin aynı sene içinde Batınîler tarafından şehit edilmesi ve yerini alan oğlunun da kısa süre sonra ölmesi üzerine, Irak Selçuklu Sultanı Mahmud, Musul’u İmadeddin Zengi’ye verdi. Bu olay Belek’in ölümünden sonra belirli bir duraklama dönemine girmiş olan Artukluların bölgede ikinci plana düşüşlerinin başlangıcını temsil ediyordu. İmadeddin Zengi’nin Mardin Artuklularına bağlı Nusaybin’i kuşatması üzerine taraflar arasındaki ilk münasebetler gerçekleşmiş oldu. Hısn-ı Keyfa Hakimi Davud’un yardımını temin etmeyi başaran Timurtaş, onunla birlikte Zengi’nin üzerine yürüdü. Bu sırada Nusaybin’i ele geçirmiş olan Zengi ile Artuklular Dara yakınlarında Serce denilen yerde karşı karşıya geldiler. Yapılan savaş, Artukluların arasında meydana gelen anlaşmazlık neticesinde Zengi’nin galibiyetiyle sonuçlandı (1130).[27] Savaşın sonrasında Timurtaş Mardin’e çekilirken, Davud, Zengi’ye bağlı Ceziret b. Ömer topraklarını yağmaladı. Ardından, Siirt, Bahmard, Katalbas ve Batasa’yı ele geçirdi. Davud’un bu son faaliyetleri Mardin’in müttefiki olan Ahlatşahlar ile olan bağlantısını kesmiş ve Timurtaş’ı endişelendirmişti. Bu da, onu Zengi ile yakınlaşmaya sevk etti. 1133’te Halife Müsterşid (1118-1135) tarafından Musul’da kuşatılan Zengi’ye yardımcı kuvvetler gönderdi. Böylelikle Mardin Artukluları, İmadeddin Zengi’nin tabiyetine girmiş oldular. Zengi ise, politikası icabı bunu çok iyi kullanarak Artuklular arasındaki rekabeti artırmaya ve bölgede kendisine rakip olarak gördüğü Davud’u zayıflatmaya çalıştı. Zira, Davud Türkmenler üzerinde çok büyük bir nüfuza sahipti. Bu sayede Zengi’ye karşı sürdürdüğü mücadelede asker ihtiyacını Türkmenlerden rahatça karşılayabiliyordu. Zengi, 1134 senesinde Timurtaş ile birlikte Davud’un üzerine bir sefer düzenledi. Ona tabi durumdaki Amid’i kuşattı. Şehrin yardımına koşan Davud, müttefiklere karşı yaptığı savaşı kaybetti. Oğullarından biri Zengi’ye esir düştü. Ancak müttefikler de, Amid’i ele geçiremediler. Atabey, Davud’a ait bazı kaleleri ele geçirip Timurtaş’a bıraktı. Amid önlerinde uğradığı ağır yenilgiye rağmen Davud, Zengi’nin eline geçmiş olan yerlere ağır bir yağma akını düzenledi. Aynı dönem içinde Harput’ta isyan eden oğlu Arslan Doğmuş’un isyanını bastırdı.

1138 senesinde Bizans İmparatoru Ioannes Kommenos’un doğuya düzenlediği sefer, Davud ile Zengi arasındaki düşmanlığa bir süre için ara verilmesine neden oldu. Bizans’a karşı Atabey Zengi, Davud, Timurtaş, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud ve Danişmendli Melik Gazi bir ittifak meydana getirdiler. Bu ittifaka karşı bir şey yapamayacağını anlayan imparator geri dönmek zorunda kaldı.

Bizans ordusunun Suriye’den ayrılışı ile birlikte kurulan ittifak da dağıldı. Zengi, Timurtaş’a ait olan Dara, Re’sülayn ve Cebelcûr kasabalarını ele geçirdi. Muhtemelen Davud’a karşı desteklediği Timurtaş’ın daha fazla güçlenmesine fırsat vermek istemiyordu. Ancak, Zengi’nin bu tavrı fazla uzun sürmedi. Onun kızı Safiye Hatun ile evlenerek Musul’a döndü (1139).[28] Aynı sene içinde Timurtaş’ın elindeki topraklara saldıran Davud, Zengi’nin Timurtaş’a yardıma gelmesi üzerine bir kere daha mağlup olmaktan kurtulamadı. Ancak Davud, Zengi’nin Musul’a geri dönmesinden istifade ederek yeniden Timurtaş’ın üzerine yürüyüp onu, kendisiyle anlaşmaya mecbur etti. Ancak 1142’de harekete geçen Zengi, Davud’a ait yerleri yağmaladı. Ondan çekinen Timurtaş da, Davud ile yaptığı anlaşmayı bozmak zorunda kaldı. İleri harekatına devam eden Zengi, Amid’i kuşattı. Şehirde, Davud adına okunmakta olan hutbenin kendi adına çevrilmesi şartıyla kuşatmayı kaldırdı. Böylelikle Güneydoğu Anadolu’nun en önemli şehirlerinden bir olan Amid, Artukluların tabiyetinden çıkarak Zengi’ye bağlanmış oldu. Zengi karşısında birbiri ardına aldığı mağlubiyetler sonucu büyük bir güç kaybına uğrayan Davud, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud’dan yardım istedi ise de bir netice alamadı. Bunun üzerine Zengi ile barış yapmak zorunda kaldı.[29] Anlaşmanın hemen sonrasında 23 Temmuz 1144’te vefat etti. Yerine Hısn-ı Keyfa Artuklularının başına oğlu Kara Arslan geçti. Diğer oğlu Arslan Doğmuş ise kardeşine muhalefet ederek, Zengi’nin yardımına başvurdu. Harekete geçen Zengi, Hısn-ı Keyfa’ya bağlı Hanî, Cebelcûr, Sivan, Zülkarneyn, Ergani, Çermük, Bahmard, Tanza, Batasa ve Siird’i ele geçirdi. Kara Arslan bu zor durum karşısında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud’dan yardım istedi. Mesud’un 20.000 kişilik bir kuvveti Kara Arslan’ın yardımına gönderdiğini haber alan Zengi geri çekildi.[30]

Böylece Kara Arslan, Zengi’ye karşı Anadolu Selçuklularını metbu tanıyarak bağımsızlığını ve tahtını korumaya muvaffak oldu. Zira, Zengi her ne kadar Arslan Doğmuş’un haklarını korumak için harekete geçtiğini söylese de, faaliyetleri onun, Hısn-ı Keyfa Artuklularını ilhak etme amacında olduğunu göstermektedir. Üst üste yaşanılan toprak kayıpları ve alınan mağlubiyetler Hısn-ı Keyfa Artuklularının sınırlarını bir hayli daraltmıştı. Bu da Kara Arslan’ı, Zengi’ye karşı başka müttefikler aramaya itmişti. Kara Arslan’ın bu çabaları uzun süreden beri birbirleriyle mücadele etmekte olan iki gücün bir araya gelmesiyle sonuçlandı. Kara Arslan ve Urfa Kontu Joscelin, Zengi’ye karşı birbirlerine yardım etmek üzere anlaştılar.[31]

Ancak bu anlaşma uzun süreden beri Urfa’yı ele geçirmeyi planlayan Zengi için beklediği bir fırsattı. 1144 senesinde Kara Arslan’ın üzerine göstermelik bir harekat düzenledi. Joscelin ise, Kara Arslan’a yardım etmek ve Zengi’nin ikmal yollarını kesmak üzere hemen Urfa’dan ayrıldı. Urfa Kontunun hareketlerini casusları vasıtasıyla takip etmekte olan Zengi derhal Urfa üzerine yürüdü. Şehir 14 Aralık 1144’de Türk ordusunun eline geçti. Urfa’nın fethinin Avrupa’daki yankıları çok büyük olmuş ve yeni bir Haçlı seferi düzenlemesine yol açmıştır.

Bu arada Mardin Artuklu Emiri Timurtaş, Zengi ile iyi ilişkilerini sürdürmeye devam ediyordu. Sadakatine karşılık, Birecik kendisine verilmişti. Davud’un ölümünden sonra Artuklu ailesinin liderliği ele almak için çabalarını artıran Timurtaş yeğeni Şihabeddîn Mahmud b. İlyas b. İlgazi komutasında gönderdiği bir ordu ile 1145 senesinde Bagin’de Kara Arslan’ın kuvvetlerini mağlup etti. Ancak, Zengi’nin 1146’da Caber kalesini kuşattığı sırada gulamları tarafından öldürülmesi siyasî ortamın değişmesine sebep oldu. Onun baskısından kurtulan Timurtaş, önceden kendisine ait olup Zengi tarafından işgal edilmiş olan Hani, Sıvan, Cebelcûr, Şabahtan, Re’sülayn’ı geri aldı. Kara Arslan ise, Ergani, Çermük, Tell-i Hazam, Siirt, Tanza ve Tur Abidin’i geri aldı. Ayrıca Zengi’ye tabi olan kardeşi Arslan Doğmuş’un hakimiyetindeki Harput ve Palu’yu ele geçirdi. Böylelikle Artuklular, Zengi’nin bölgeye gelişinden önceki topraklarının büyük kısmına yeniden sahip oldular. Ancak Mardin Artuklu Emiri Timurtaş’ın, Dara’yı almak İstemesi onu, Zengi’nin oğlu Musul Hakimi Seyfeddin Gazi ile karşı karşıya getirdi. İki taraf arasında çıkması muhtemel bir savaş kadıların araya girmesiyle önlendi. Timurtaş bir sene sonra Seyfeddin Gazi’nin ölümü üzerine Dara’yı tekrar topraklarına kattı.[32]

1149 senesinde Abbasî Halifesi el-Müktefî (1136-1160) eşinin ölümü üzerine Timurtaş’ın kızı Zümrüt Hatun ile evlendi.[33] Aynı dönem içinde babasının ölümünden sonra Haleb’e hakim olan Nureddîn Mahmud b. Zengi, Sincar’da çıkan bir isyandan ötürü Hısn-ı Keyfa Hakimi Kara Arslan’dan yardım istedi. Kara Arslan’ın bu teklife olumlu yanıt vermesi Zengiler ile Hısn-ı Keyfa Artuklularının uzun süredir birbirlerine karşı izledikleri düşmanca politikaların yerini dostluğa bırakmasına neden oldu. Hısn-ı Keyfa Artukluları, Zengilerle ilişkilerini düzeltirken, Mardin Hakimi Timurtaş da boş durmamış ve Haçlılara ait Sümeysat ve Kefersud kalelerini ele geçirmişti (1151). Bu yıl içinde Abbasî halifesi tarafından kendisine hükümdarlık alametleri gönderildi.[34] İhtiyatlı ve sakin bir politikayla devletini güçlendiren Mardin Artuklu Emiri Timurtaş, 1153 senesinde Mardin de vefat etti. Yerine oğlu Necmeddîn Alpı, Mardin Artuklularının başına geçti. Onun, tahta çıktığı sene Hısn-ı Keyfa Artuklu Emiri Kara Arslan ile Ahlatşah II. Sökmen arasında büyük bir savaş olduysa da taraflar Necmeddîn Alpı’nın araya girmesi sonucunda anlaştılar.[35] Halife 1160 senesinde babası gibi Necmeddîn Alpı’ya hükümdarlık alametleri gönderdi. Necmeddîn Alpı, Anadolu’nun kuzeyinde sürekli kendisini hissettirmekte olan Gürcü-Kıpçak tehlikesi karşısında Saltuklu Emiri İzzeddîn Saltuk ve Ahlatşah II. Sökmen’in aralarında olduğu Müslüman emirlerle birlikte sefer hazırlıklarına girişmişti. Ancak, yolda kendisinden önce harekete geçen müttefiklerinin Gürcü-Kıpçak ordusu tarafından mağlup edilmesi üzerine geri döndü.[36] Bu dönem içinde Belek’in ölümünden bu yana birbirleriyle pek dostane münasebeti bulunmayan iki Artuklu beyliği arasında yakınlaşmanın başladığını görüyoruz. Nitekim Necmeddîn Alpı, Milli Kürtlerinin 1161 senesinde çıkardığı isyanı Kara Arslan’ın yardımıyla bastırdı. Aynı şekilde Kara Arslan da, Necmeddîn Alpı’nın yardımını alarak 1163 yılında daha önceleri Hısn-ı Keyfa’ya bağlı olan Amid’i kuşattı. Şehri ellerinde bulunduran Nisan oğulları, Danişmendli Emiri Yağıbasan’dan yardım istedi. Bu yardım çağrısı üzerine harekete geçen Yağıbasan, Kara Arslan’a bağlı yerleri ağır bir yağmaya maruz bıraktı. Kara Arslan buna karşılık olarak Necmeddîn Alpı ve Erzen hakimi ile Danişmendli topraklarına girerek Sivas’a kadar ilerlerdi. Çıkması muhtemel bir savaş Nureddîn Mahmud b. Zengi’nin araya girmesiyle önlendi. Taraflar anlaşarak memleketlerine döndüler.[37]

1164 senesinde, Atabey Nureddîn Mahmud b. Zengi’nin Haçlılara karşı cihat çağrısı yaparak civar emir ve hükümdarlardan yardım istedi. el-Cezire, Suriye ve Diyarbakır bölgesi Türkmenleri, kardeşi Kutbeddîn Mevdud, Mardin Artuklu Hükümdarı Necmeddîn Alpı ve önceleri isteksiz davranmış olmasına rağmen Hısn-ı Keyfa Hakimi Kara Arslan, Nureddîn’in ordusuna katıldılar. Birleşik Türk ordusu, Haçlı kuvvetlerini Harim’de ağır bir mağlubiyete uğrattı. Bu olayın ardından Necmeddîn Alpı’nın oğlu Kutbeddîn II. İlgazi’yi, Fahreddin Kara Arslan’ın kızı ile evlendirmesi iki Artuklu beyliğini daha sıkı bir şekilde birbirine bağladı (1164).[38] Evlilik akdinden sonra Kara Arslan’ın 1167 senesindeki vefatı üzerine Hısn-ı Keyfa Artuklularının başına oğlu Nureddîn Muhammed geçti. Nureddîn Muhammed, babası gibi Atabey Nureddîn Mahmud b. Zengi ile olan dostluğu sürdürdü. Atabeyin Musul’da çıkan karışıklıkları bastırma konusundaki yardım çağrısı üzerine bizzat ordusunun başında onun yanına geldi (1170). Bu arada Necmeddîn Alpı, Bitlis ve Erzen’de hüküm sürmekte olan Dilmaç oğullarını tabiyeti altına aldı. 1173 senesinde Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın Hısn-ı Keyfa topraklarına saldırması üzerine Nureddîn Muhammed, Nureddîn Mahmud’dan yardım istedi. Zaten II. Kılıç Arslan’ın bölgedeki faaliyetlerinden endişelenen Atabey derhal harekete geçerek II. Kılıç Arslan’ın kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktı.[39]

Artuklular, Nureddîn Mahmud’un 1174 senesindeki ölümüyle bölgede ortaya çıkan karışıklıklardan daha önce İmadeddin Zengi’nin ölümünde olduğu gibi bundan bazı yerleri ele geçirmek konusunda faydalanmak istedi. Ancak, Nureddîn Mahmud’un yeğeni Seyfeddin Gazi buna müsaade etmediği gibi, her iki Artuklu beyliğini kendisine tabi olmak zorunda bıraktı. Suriye ve Güneydoğu Anadolu’daki karışıklıklar bunlarla da sınırlı kalmadı. Nureddîn Mahmud adına Mısır’ı idare etmekte olan Salâhaddîn Eyyubî, onun ölümünden sonra oğlu el-Melik el-Salih’in haklarını korumak gayesiyle Dımaşk emirlerinin de davetiyle Mısır’dan Suriye’ye gelmişti. Seyfeddin Gazi, onun karşısında başarılı olamadı. Daha sonra tabileri Artuklularla birlikte yeniden 6.000 süvarilik kuvvetiyle Salâhaddîn’in üzerine yürüdü. Cibalü’l-Türkmen’de yapılan savaş Salâhaddîn’in galibiyetiyle sonuçlandı (1176).[40] Bu yıl içinde ölen Necmeddîn Alpı’nın yerine oğlu Kutbeddîn II. İlgazi geçti.

Eyyubîlerin Tabiyetinde Artuklular

Salâhaddîn’in Suriye’de kazandığı başarılar düşmanlarını sindirmişti. Zengiler, onun ele geçirdiği yerlerdeki hakimiyetini tanımak zorunda kalmışlardı. Buna bağlı olarak Kutbeddîn II. İlgazi ve Nureddîn Muhammed, Salâhaddîn tarafından gönderilen elçi Ebu’l-Hamid el-Acemî’nin önünde yeni metbularına sadakat yemini ettiler. Bu olay Artukluların siyasî faaliyetlerinde bir dönüm noktası teşkil etmiş ve bu tarihten itibaren Artuklular olayların oluşumundaki rollerini kaybettiler. Varlıklarını ancak siyasî duruma göre uyguladıkları tabiliklerine göre devam ettirebildiler.

Her şeye rağmen bölgede etkinliğini artırmak isteyen Nureddîn Muhammed, Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. Kılıç Arslan’ın kızı ile evlenmişti. Fakat, onun sonradan şarkıcı bir kadına aşık olup eşine kötü davranması, II. Kılıç Arslan’ı kızdırmış ve çeyiz olarak verdiği yerleri geri almak için harekete geçmesine sebep olmuştu. Bu durum karşısında metbu Salâhaddîn’den yardım isteyen Hısn-ı Keyfa hükümdarı devrin iki büyük gücünü savaşın eşiğine getirmişti. Ancak, II. Kılıç Arslan’ın veziri İhtiyareddin Hasan’ın çabalarıyla savaş önlendi. Buna göre Nureddîn Muhammed bir sene içinde şarkıcı kadını bırakması ve eşine dönmesi kararlaştırıldı. Eğer dönmeyecek olursa Salâhaddîn’in, onun üzerindeki himayesini kaldıracaktı. Nitekim Nureddîn bir sene sonra bu kadını boşayıp eşine döndü.[41]

Salâhaddîn’in Birinci Şark Seferi sırasında civar hükümdarlardan yanına gelip kendisine itaat arz etmelerini istedi. Bu çağrıya uyan Nureddîn Muhammed, Salâhaddîn’in yanına gelerek itaatini bildirdi. Sincar kuşatması sırasında Eyyubî kuvvetlerine yaptığı yardımlar nedeniyle Heysem ve Kalatü’l- Cedide, Salâhaddîn tarafından Nureddîn’e verildi. Yine Salâhaddîn, Nureddîn Muhammed’in isteği üzerine Amid’i, onun için fethetmeyi kabul etti. Görüldüğü gibi Salâhaddîn geçmişte İmadeddin Zengi’nin yaptığı gibi, Hısn-ı Keyfa Artukluları ve diğer tabilerini kullanarak bölgedeki durumu kontrolü altında tutmaya çalışıyordu. Ancak, Sincar’ın Eyyubîlerin eline geçmesi bölgedeki diğer emirleri endişelendirmekteydi. Durumdan rahatsız olanlar Musul Hakimi İzzeddîn Mesud ile birlikte Salâhaddîn’e karşı cephe aldılar. Bunlar arasında Mardin Artuklu Emiri Kutbeddîn II. İlgazi de bulunuyordu.[42] Nureddîn Muhammed ise, Salâhaddîn’in tarafındaydı. İzzeddîn Mesud ve müttefiklerinin savaşmaksızın dağılmaları üzerine Nureddîn Muhammed, Salâhaddîn’e Amid konusundaki vaadini hatırlattı. Daha sonra ikisi Amid önlerine gelerek şehri kuşattılar. 29 Nisan 1183 tarihinde Eyyubî ordusuna teslim olan şehir içindekilerle birlikte Hısn-ı Keyfa Artuklu emirine verildi. Amid, bu tarihten sonra Hısn-ı Keyfa Artuklularının merkezi oldu.[43] Daha sonra, Nureddîn Muhammed tabiliğinin gereği olarak Salâhaddîn’in, Haçlılara karşı 1183’deki Beysan ve 1184’deki Kerek gazalarına bizzat iştirak etti. Bu son sefere Mardin Artuklu Emiri II. İlgazi de katılmıştı. İlgazi aynı yıl içinde öldü. Yerine bütün işleri Emir Nizameddin Akkuş tarafından idare edilen çocuk yaştaki Hüsameddîn Yavlak Arslan geçti. II. İlgazi’den sonra Nureddîn Muhammed de 1185 senesinde öldü. Onun Musul kuşatması için Salâhaddîn’in ordusuna gönderdiği kardeşi İmadeddin Ebû Bekr, Nureddîn’in oğullarının küçük yaşta olmalarından istifade ederek Hısn-ı Keyfa tahtını ele geçirmeye teşebbüs etti. Bu konuda Salâhaddîn’den de onay aldı. Ancak, Nureddîn’in veziri Ebû Abdullah Muhammed, onun çocuklarından Kutbeddîn II. Sökmen’i tahta çıkardı. Düşüncesini gerçekleştiremeyen İmadeddin Ebû Bekr, Harput’u ele geçirerek Artukluların Harput kolunu kurdu.[44] Böylece her iki Artuklu beyliğinde de vasi ve atabeylerin çocuk emirler yerine idareyi ele aldıkları bir dönem başladı.

1185 yılına gelindiğinde Salâhaddîn Eyyubî, varis bırakmadan ölen Ahlatşah II. Sökmen’in geride bıraktığı Harput’u ele geçirmek üzere şehir üzerine yürüdü. Eyyubî ordusu ileri harekatı sırasında yolu üzerindeki Mardin Artuklularına ait Meyyafarikin’i kuşattı. Şehir, ölen Mardin Artuklu Hükümdarı Kutbeddîn II. İlgazi’nin hanımı ve Yarankuş adlı bir emir tarafından savunuluyordu. Ancak, Ağustos 1185 senesinde Eyyubî ordusunun eline geçti. Meyyafarikin’i alan Salâhaddîn, Artuklulara yanına gelmeleri için emirler gönderdi. Babası Nureddîn Muhammed’in ölümünden sonra Hısn-ı Keyfa Artuklularının başına geçen II. Sökmen, veziri ile birlikte Salâhaddîn’in huzuruna gelerek itaatini arz etti.[45]

Ardından Salâhaddîn’in 1193’deki ölümü bölgede yeni siyasî hareketlenmelere yol açtı. Durumdan faydalanmak isteyen Mardin Artuklu Emiri Hüsameddîn Yavlak Arslan’ın atabeyi Nizameddin Akkuş, Musul hakimi ile birlikte Rakka ve Harran üzerine yürüdü. İlk olarak Eyyubîlerin elindeki el-Mavzir’i aldılar. Ancak, onların faaliyetleri Salâhaddîn’in mirasının ilk paylaşımında Diyarbakır bölgesini alan Melik el-Adil’in, Mardin’i kuşatmasına neden oldu. Fakat el-Melik el-Adil, Mısır’daki el-Melik el-Aziz’in ölümü üzerine Eyyubîler arasında çıkan taht mücadelelerine katılmak için Mısır’a gitti. Mardin kuşatmasını ise oğlu el-Melik el-Kamil’e bıraktı. Diğer taraftan, el-Melik el-Adil’in ayrılmasından sonra Musul Hakimi Nureddîn Arslanşah idaresinde birleşen bölgedeki emirler ve hükümdarlar Mardin önlerindeki el-Melik el-Kamil’i mağlup ederek kuşatmayı kaldırmaya mecbur ettiler. Ancak, aralarında meydana gelen çekişmeler yüzünden elde ettikleri başarıdan yeterince faydalanamadılar. Oluşturdukları ittifak dağıldı.[46]

Bu arada II. Sökmen, Hısn-ı Keyfa’daki sarayının damından düşerek hayatını kaybetti (1200). II. Sökmen, kendisinden sonra beyliğin başına geçmek üzere oğlu yerine çok sevdiği kölesi Ayaz’ı vasiyet etmişti. Ancak, Ayaz’ın Hısn-ı Keyfa Artuklularının başına geçmesi diğer kumandanların hoşuna gitmedi. Bunlar, Ayaz’ı tahtan indirerek Nasıreddin Mahmud’u başa getirdiler. Yine aynı yıl içinde ölen Mardin Artuklu Hükümdarı Hüsameddîn Yavlak Arslan’ın yerine yine Alpkuş’un vesayetindeki kardeşi Nasıreddin Artuk Arslan geçmişti. Artuk Arslan 1204 senesinde vasisi Alpkuş ve yardımcısı Lü lü’yü öldürerek Mardin Artuklularının idaresini tek başına eline aldı. Bu arada el-Melik el-Adil’in Eyyubîler Devleti’nin başına geçmesinden sonra, Salâhaddîn’in oğullarına Diyarbakır taraflarında iktalar vermesi Artukluların hakimiyet sahalarının daralmasına neden oldu. Buna rağmen, Nasıreddin Mahmud, el-Melik el-Adil’in oğlu el-Melik el-Eşref’in, Musul Hakimi Nureddîn Arslanşah ile yaptığı savaşta Eyyubîlerin saflarında yer alarak el-Melik el-Adil ve el-Eşref’in güvenlerini kazanmaya ve Harput’u ele geçirmek için onların yardımını sağlamaya muvaffak oldu. Ancak, Nasıreddin Mahmud ve el-Melik el-Eşref tarafından 1205 tarihinde gerçekleştirilen Harput kuşatması müdafilerin tabi olduğu Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in şehre yardım kuvvetleri göndermesi üzerine başarısızlığa uğradı.[47] Kuşatmacılar, Harput Artuklularına ait birkaç kaleyi ele geçirmekle yetindiler. Diğer taraftan, Mardin Artuklu hükümdarı Artuk Arslan, Ahlat halkının daveti üzerine şehri teslim almaya gitti ise de çevrilen entrikalar ve Ahlat’ta gözü olan Eyyubîlerin baskısı yüzünden geri dönmek zorunda kaldı.

Hısn-ı Keyfa Artuklu Hükümdarı Nasıreddin Mahmud, el-Melik el-Adil’in 1206 senesindeki önceleri kuzeydeki Gürcüler üzerine düşünülen, fakat sonradan Haçlıların elindeki Ağnaz kalesi üzerine yönelen sefere kendisine vekaleten vezirini göndererek iştirak etti. 1208’deki Sincar seferine bizzat katıldı. Ancak bu sefer, halifenin ricası, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in ve Erbil hakiminin Eyyubîlere karşı ittifak oluşturmaları nedeniyle akamete uğradı. Yine de, Nasıreddin Mahmud sefer sırasında el-Melik el-Adil’in teveccühünü kazanmayı başarmıştı. Nitekim, Eyyubî hükümdarı, Sincar’ın alınması halinde ona vermeyi vaat etmişti.

Mardin ve Hısn-ı Keyfa Artuklularının Eyyubîlere bağlılıkları 1218 senesine kadar devam etti. Bu sene içinde Anadolu Selçuklu Sultanı II. İzzeddîn Keykavus’un düzenlediği Suriye seferi sırasında her iki Artuklu beyliği de Eyyubîlere karşı cephe aldılar. Fakat, II. İzzeddîn Keykavus’un başarısız olup geri çekilmesi, Artukluları zor durumda bıraktı.[48] Nasıreddin Mahmud, tekrar Eyyubîlere itaatini arz etti. Bu kabul edildiği gibi Hani ve Cebelcûr kendisine verip, Artuklu ailesinden birinin elinde olan Dara’yı almasına göz yumuldu. Fakat, el-Melik el-Eşref, Mardin Artuklularına karşı daha değişik bir yol izleyerek Mardin’i kuşattı. Hısn-ı Keyfa Artukluları da, kuşatmaya katıldılar. Zor durumda kalan Artuk Arslan, Nasıreddin Mahmud’un araya girmesiyle ağır şartlar içeren bir barış anlaşmasını imzalamaya mecbur edildi. Buna göre, Artuk Arslan el-Melik el-Eşref’e 30.000 dinar ve Re’sulayn’ı, Nasıreddin Mahmud’a ise Şabahtan bölgesindeki el-Müvezzer’i verecekti.[49] Ebu’l-Farac’a göre, Artuk Arslan, Haçlıların 1221 senesindeki Dimyat kuşatması sırasında el-Melik el-Eşref ve el-Melik el-Muazzam ile birlikte Mısır’daki el-Melik el-Kamil’in yardımına gitmişti.[50]

Hısn-ı Keyfa Artuklu Hükümdarı Nasıreddin Mahmud 1222 senesinde öldü. Yerine Hısn-ı Keyfa Artuklularının son hükümdarı olan oğlu Rükneddin Davud geçti. Mardin Emiri Artuk Arslan ise, kızlarından birini el-Melik el-Eşref’in kardeşi el-Melik el-Muazzam’a vermek suretiyle Eyyubîlerle akrabalık kurmuştu.

1224 senesinde bölgede Eyyubîlere karşı bir siyasî ittifak oluşturulduğu sırada Artuklular, Eyyubîlere karşı sadakatlerini muhafaza ettiler. Buna rağmen el-Melik el-Eşref, Hısn-ı Keyfa’ya bağlı Cebelcûr, Zülkarneyn ve Kulp’u ele geçirdi. Gelişmeler, Hısn-ı Keyfa Artuklu Emiri Mevdud’u, başka hamiler aramaya yöneltti. Mevdud ilk olarak, Moğolların önünden kaçarak bölgeye gelmiş olan Harezmşah Celaleddin Mengübertî ile anlaşmış, daha sonra onun bölgeden ayrılması üzerine Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubad’a yanaşmıştı.

Mevdud 1226 senesinde Türkmenlerle arasında meydana gelen bir anlaşmazlık nedeniyle cereyan eden mücadelede ağır kayıplara uğrayarak, uzun süredir aralarının iyi olmadığı Artuk Arslan ile anlaştı. Ancak, iki taraf arasındaki anlaşma bir sene sonra bozuldu. Artuk Arslan, Hısn-ı Keyfa civarını yağmalarken, Mevdud da Artuk Arslan’a ait Attah civarına akın düzenledi. Daha sonra Mevdud, Celaleddin Mengübertî’nin yeniden bölgeye gelmesi üzerine, ona bağlandı. Celaleddin 1230’da Yassıçemen Savaşı’nda Anadolu Selçuklu-Eyyubî ittifakı karşısında yenilmesi üzerine tekrar Anadolu Sultanı ile yakınlaşma çabası içine girdi. Ancak, onun bu kaypak politikasına kızan el-Melik el-Eşref ve kardeşi el-Melik el-Kamil 1232 senesinde Hısn-ı Keyfa Artuklularının merkezi Amid’i kuşattılar.

Mardin Artuklu Emiri Artuk Arslan, Amid kuşatmasına 1.000 kişilik bir kuvvetle katılmıştı. Neticede, Mevdud kuşatmaya dayanamayarak teslim olmak zorunda kaldı. Hısn-ı Keyfa Artuklularına bağlı diğer kaleler kısa süre sonra Eyyubîlerin eline geçti. el-Melik el-Kamil’in Mısır’a dönüşünde Mevdud’u beraberinde götürmesiyle, Artukoğlu Sökmen tarafından kurulan ve yaklaşık 130 sene süren Artukluların Hısn-ı Keyfa kolu da tarihe karışmış oluyordu.[51] Hemen ardından, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubad, el-Melik el-Kamil’in Anadolu topraklarına düzenlediği seferden sonra Harput’u alarak el-Melik el-Kamil’i kendisine karşı kışkırtan Harput Artuklularına son verdi (1234).[52] Bu arada Mardin Artuklu Emiri Artuk Arslan, Celaleddin Harezmşah’ı takip etmek bahanesiyle bölgeye yağma akınlarına başlayan Moğollara mukavemet edemeyerek Mardin kalesine sığınmıştı.

Moğol İstilasından Mardin Artuklularının Yıkılışına Kadar Artuklular

Anadolu topraklarına düzenlediği başarısız seferin sonrasında I. Alâeddîn Keykubad’ın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki beylikler üzerinde otorite kurması Eyyubî hükümdarı el-Melik el-Kamil’in hoşuna gitmemişti. 1236’da ikinci bir seferle Urfa ve Harran’ı ele geçirdi. 1239 senesine gelindiğinde vefat eden Artuk Arslan’ın yerine oğlu I. Necmeddîn Gazi geçmişti.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde gerçekleşen taht değişikliği ile I. Alâeddîn Keykubad’dan sonra yerini oğlu II. Gıyaseddîn Keyhüsrev almıştı. Yeni hükümdar, Güneydoğu Anadolu’ya girerek Eyyubîlerin eline geçmiş olan Urfa ve Harran’ı geri aldığı gibi Amid’i de ele geçirdi. Sincar ve Nusaybin’i, tabi Mardin Artuklu Emiri Necmeddîn Gazi’ye ikta etti.[53] Necmeddîn Gazi, 1242’de bölgedeki Harezmliler ve Meyyafarikin Eyyubî Meliki ile anlaşarak Haleb Eyyubîlerinin topraklarına saldırdı. Fakat yapılan savaşta mağlup olan müttefikler geri çekildiler.[54]

Diğer taraftan 1243’de Anadolu Selçukluları Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilmiş ve bölge Moğolların önünden kaçan Türkmen ve Harezmliler ile dolmuştu. Ardından Moğollar 1251 ve 1256 yıllarında bölgeyi iki defa yağmaladılar. 1257’de Moğol İlhanlı Devleti’nin kurucusu Hulagu, Moğollara tabi olmak istemeyen I. Necmeddîn Gazi’nin üzerine bir ordu gönderdi. Moğol ordusu Meyyafarikin ve Mardin’i kuşattı. Oldukça uzun süren kuşatma sırasında halk çok büyük sıkıntılar çektiği gibi Necmeddîn Gazi oğlu Muzaffereddin Kara Arslan tarafından öldürüldü (1259). Kara Arslan, Mardin’de idareyi ele aldı. Moğollara dayanamayacağını anlayarak barış istedi. Yapılan anlaşma şu şartları ihtiva ediyordu; Mardin Artukluları Moğollara yılda 5.000 dirhem vergi verecekler. Mardin Kalesi yıkılacak ve buna karşılık Moğollar Kara Arslan’ın hükümranlığını tanıyacaklar. Dara, Re’sülayn, Nusaybin ve Habur Artuklulara verilecekti.[55] Aynı yıl, Hulagu’nun huzuruna çıkıp itaatini arz eden Kara Arslan’ın yanında getirdiği 67 yetenekli komutan herhangi bir muhalefete kalkışmaması için Hulagu’nun emriyle öldürüldü. Bundan böyle, Artuklular Moğollara tabi olan Artuklular, onların düzenledikleri seferlere yardımcı kuvvetlerle katılmaya başladılar. Hatta Kara Arslan, Moğolların 1260’da düzenledikleri Musul seferine bizzat katıldı. Aynı şekilde Abaka Han döneminde 1281 senesinde Suriye üzerine yapılan başarısız sefere de iştirak etti. Kara Arslan’ın 1291’deki ölümünden sonraki birkaç sene içinde Artuklu tahtı iki kez el değiştirdi. İlk önce Kara Arslan’ın oğlu Melikü’l-Said Şemseddin Davud dört sene başta kaldı. Ölümü üzerine kardeşi II. Necmeddîn Gazi, Mardin Artuklularının başına geçti (1294). Bu dönem içinde Moğollara dayanan Hıristiyanların yaptığı taşkınlıklara, 1295’de Moğol Oryat kabilesinin bölgeye gelişi eklenince karışıklıklar ve düzensizlikler baş gösterdi. Daha sonra Moğolların Suriye’ye göçmeleriyle durum biraz olsun düzene girdi. 1298’de Anadolu’daki İlhanlı valilerinin merkeze karşı isyan ettikleri bir dönemde, Memlûkler de İlhanlılara bağlı Mardin Artuklularının topraklarını yağmaladılar. Ertesi yıl İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın düzenlediği başarısız Suriye seferine II. Necmeddîn İlgazi de katıldı. Onun, İlhanlılara karşı gösterdiği sadakat nedeniyle Amid ve Diyar-ı Rebia kendisine verildi. Ayrıca sultan unvanıyla birlikte taç ve çetr gibi saltanat alametleri gönderildi.[56] 1309’da II. Necmeddîn Gazi’nin kızını, İlhanlı Olcaytu Han ile evlendirmesi Moğollarla ilişkileri daha sıkı ve dostane bir duruma getirdi. II. Necmeddîn Gazi’nin 1312 senesinde öldü. Yerine önce oğullarından Ali Alpı geçti ise de, onun on yedi gün sonra zehirlenmesi üzerine diğer oğlu Melik Salih, Artuklu tahtına oturdu. Mardin Artuklu toprakları 1315’de Memlûk akınlarına maruz kaldı. Ancak 1322’de İlhanlılar ve Memlûkler arasında yapılan anlaşma neticesinde Mardin Artukluları bir süre için huzura kavuşmuş oldu.

Fakat 1335’de İlhanlılara bağlı Hısn-ı Keyfa Eyyubîleri, metbularının zayıflamasını fırsat bilerek Mardin Artuklularına saldırdılar. Melik Salih’in, İlhanlardan gelecek yardımı beklemeden bölgedeki Kürt, Türkmen ve Araplarla anlaşarak Hısn-ı Keyfa üzerine yaptığı sefer başarısızlıkla sonuçlandı. İlhanlıların 1336 senesinde çökmesiyle bölgede başlayan Oryat-Çobanî hükümranlık mücadelesi, Türkmen ve Kürtlerin yağmaları yeni karışıklıkları da beraberinde getirdi. Bu dönemde, Kara Koyunlu ve Ak Koyunlu Türkmenleri bölgede etkili olmaya başladılar. Bunlar yaşanırken Mardin Artuklu Emiri Melik Salih 54 yıllık bir saltanattan sonra vefat etti. Yerine geçen oğlu Ahmed üç yıl sonra tahtı amcası Davud’a bıraktı. 1371’de Mardin’e hücum eden Kara Koyunlular ile Artuklular arasında şiddetli bir savaş cereyan etti. İki taraf arasındaki mücadeleler bununla sınırlı kalmayıp, daha sonraki senelerde de devam etti. Bu arada 1376’da Davud’un ölümü üzerine yerini Melikü’l-Zahir İsa aldı. Kara Koyunlularla mücadeleye devam eden İsa 1384 senesinde, Hısn-ı Keyfa emirinden yardım almasına rağmen onlarla yaptığı mücadeleyi kaybetti.[57] Ancak, yaklaşmakta olan Timur tehlikesi Döğerler, Kara Koyunlular ve Artukluları birleştirdi. Bunlar, Memlüklerden yardım ve himaye talep ettiler. Her şeye rağmen Artuklular 1393’de bölgeye gelen Timur’a bağlanmak zorunda kaldılar.[58] Fakat, Melikü’l-Zahir İsa’nın Artuklu kalelerini, Timur’un naiplerine teslim etmemesi, Timur’un Musul seferi dönüşü Mardin’i kuşatıp, İsa’yı tevkif ettirmesine neden oldu.[59] Timur’un, Semerkand’a dönerken İsa’yı yanında götürmesinden geri dönüşüne kadar ki üç senelik zaman zarfında Mardin Artuklularını vezir Altun Buka idare etti. İsa 1396’da geri döndü. Ancak bu kez de, Timur’un Anadolu ve Suriye seferine katılmayı reddedince Timur 1401’de tekrar Mardin’i kuşattı. Kuşatmanın uzayacağını anlayan Timur, şehir önünde Akkoyunlu Kara Osman’ı bırakarak Mardin’den ayrıldı. İsa, 1403 senesinde Şahruh Mirza aracılığı ile Timur tarafından tekrar affedildi.[60]

Buna rağmen Kara Osman, Döğerleden ve Yağmur adlı diğer bir Türkmen beyinden yardım alarak Artuklu topraklarını yağmalamaya başladı. Şavur yakınlarında yapılan bir savaşın ardından Kara Osman bir kere daha Mardin’i kuşattı. İsa ise, Çeküm adlı bir Türkmen beyinin yardımı sayesinde1407’de Amid yakınlarında Kara Osman’a karşı yapılan savaşı kazandı. Ancak bir sonraki savaş, İsa ile Çeküm’ün mağlubiyeti ve hayatlarını kaybetmeleri ile sonuçlandı.[61]

Mardin’e kapanan Artuklular, Akkoyunlu kuşatması sırasında İsa’nın oğlu Şıhabeddin Ahmed’i tahta çıkardılar.[62] Kara Osman’la başa çıkamayacağını anlayan Ahmed, onun rakibi Akkoyunlu Kara Yusuf’tan yardım istedi. Kara Yusuf’un gelişi üzerine Kara Osman kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Mardin’e giren Kara Yusuf, Mardin Artuklu Beyliği’ne son verdi (1409).[63] Kara Yusuf tarafından Musul’a götürülen Ahmed kısa süre sonra öldü.

Sonuç olarak; Alp Arslan ve onun oğulları Melikşah ve Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’un kumandanlarından Kudüs Valisi Artuk Bey’in oğulları Sökmen ve İlgazi tarafından kurulan Hısn-ı Keyfa ve Mardin Artuklu Beylikleri kuruldukları dönemden Belek’in ölümüne kadar geçen süre içinde Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de gerek Haçlılara karşı yapılan mücadelelerde ve gerekse bölge hakimlerinin kendi aralarında yaptıkları mücadelelerde aranılan ve söz sahibi bir güç olmuşlardı. Belek’in ölümüyle birlikte Artuklu birliğinin dağılması, Mardin-Hısn-ı Keyfa rekabeti ve İmadeddin Zengi’nin ortaya çıkışıyla Artuklular duraklama dönemine girmişlerdir. Her şeye rağmen bölgedeki olayların oluşumundaki etkinliklerini sürdürerek güçlerini koruyabilmişlerdir.

Fakat, Salâhaddîn Eyyubî’nin Eyyubîler Devleti’ni kurmasıyla Artuklular, ona tabi olmak zorunda kaldılar. Bundan sonra Artukluların bölgedeki etkisi, metbularının ordularına yardımcı kuvvet olarak katılmaktan öteye gidememiştir. Artuklular, Eyyubîlere danışmadan herhangi bir faaliyette bulunamaz olmuşlardı. Daha sonra Anadolu Selçukluları ve Eyyubîlerin ve hatta bir dönem Harezmşah Celaleddin Mengübertî’nin bölgede üstünlük kurmak maksadıyla birbirleriyle giriştikleri mücadelelerde, duruma göre üstün olan tarafın tabiyetine geçerek varlıklarını korumaya çalıştılar. Ancak bu politikası yüzünden Eyyubîlerin tepkisini çeken Hısn-ı Keyfa Artukluları, bu devlet tarafından ortadan kaldırıldı. Geride kalan Mardin Artukluları ise, Eyyubî ve Anadolu Selçuklularından sonra bölgeye hakim olan Moğol İlhanlılara tabi olarak varlıklarını bir süre daha uzatmaya muvaffak oldular. Nihayetinde, İlhanlıların yıkılışından kısa bir süre sonra 1409 senesinde son Artuklu beyliği de tarih sahnesinden çekildi.

Aydın USTA

Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 471-483


Dipnotlar :
[1] Artukluların menşei ve hangi Türkmen boyuna mensup olduklarına dair bkz., Ali Sevim, “Artukluların Soyu ve Artuk Bey’in Siyasî Faaliyetleri”, Belleten, XXVI/101, Ankara 1962, s. 121-123; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1993, s. 137-139.
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz., Ali Sevim, “Sultan Melikşah Devrinde Ahsa ve Bayreyn Karmatîlerilerine Karşı Selçuklu Seferleri”, Belleten, XXIV/94, Ankara 1960, s. 209-232.
[3] Artuk Bey’in Faaliyetleri hakkında bkz., Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Kumandanları, Afşin, Atsız, Artuk ve İlgazi, Ankara 1990, s. 46-71; aynı mlf., “Artukluların Soyu”, s. 121-146; aynı mlf., “Artuk”, DİA, III, 414-415; Turan, a.g.e., s. 133-136.
[4] Fulcherius Carnotensis (Fulcher of Chartres), A History of the Expedition to Jarussalem (1095-1127), İng. trc., F.R. Ryan, Knoxville 1969, s. 103-104; İbn Kalanisî, Zeylü Tarih-i Dımaşk, nşr., Süheyl Zekkar, Dımaşk 1973, s. 218; İbn el-Adim, Zübdetü Haleb min Tarih-i Haleb, II, nşr., Sami Dehhan, Dımaşk 1954, s. 133; İbn el-Esir, el-Kâmil fi’l-Tarih, nşr. C.J. Tornberg, Beyrut 1986, s. 276. Krş., Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, II, Trk. trc., Fikret Işıltan, Ankara 1986, s. 191; M. Halil Yınanç, “Belek”, İA, II, 46; Erdoğan Merçil-Ali Sevim, Selçuklu Devletleri Tarihi, Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Ankara 1995, s. 378; Ali Sevim, “Artukoğlu Sökmen’in Siyasî Faaliyetleri”, Belleten, XXVI/103, Ankara 1962, s. 507-508; aynı mlf., “Sökmen”, İA, X, 764; aynı mlf., “Suriye Selçukluları-Haçlı İlişkileri”, Uluslararası Haçlı Seferleri Sempozyumu, Ankara 1999, s. 91-92; Erdoğan Merçil, İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1991, s. 243; Coşkun Alptekin, Dımaşk Atabekliği (Toğ- Teğinliler), İstanbul 1985, s. 14; aynı mlf., “Belek”, DİA, V, 402; Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, (1098-1118), I, Ankara 1990, s. 54.
[5] İbn Kalanisî, a.g.e., s. 221; İbn Hallikan, Vefeyat el-Ayan, II, nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1969, s. 451. Krş., Merçil, a.g.e., s. 224; Turan, s. 140; Abdülkerim Özaydın, “Efdal b. Bedr el-Cemalî”, DİA, X, 453. İbn el-Esir (a.g.e., X, 282-283), Fatımîlerin Kudüs’ü, Haçlıların Antakya’yı almalarından sonra meydana gelen karışıklıklar sırasında ele geçirdiklerini söyleyerek 489/1096 tarihini verir. Antakya’nın 098 tarihinde Haçlıların tarafından ele geçirildiğine göre İbn el-Esir tarafından verilen bu tarihin yanlış olması gerekir.
[6] İbn Hallikan, a.g.e., aynı yer.
[7] Ayrıntılı bilgi için bkz., İbrahim Artuk Mardin Artukoğulları Tarihi, İstanbul 1944, s.29-34; Ali Sevim, “Artukoğlu İlgazi”, Belleten, sayı104, Ankara 1962, s. 651-659.
[8] Cl. Cahen, “Artukids”, EI, I, 664; M. F. Köprülü, “Artukoğulları”, İA, I, 618; Sevim, “Artukoğlu Sökmen”, s. 511-514; Merçil, s. 244; Turan, s. 143-144; Coşkun Alptekin, “Artuklular”, DİA, III, 415.
[9] Fulcherius, s. 177-178; İbn Kalanisî, s. 232; Anonim Süryanî Vekayinâmesi, İng. trc., A.S. Tritton, “The First and Second Crusades form an Anonymous Syriac Chronicle”, JRAS, 1933, s. 79; Urfalı Mateos, Vekayinâme, Trk. trc., Hrant Andresyan, Ankara 1987, 223; el-Azimî, Tarih, Trk. trc., Ali Sevim, Azimi Tarihi, Selçuklularla İlgili Bölümler (H. 430-538 = 1038/39-1143/44), Ankara 1988, s. 27; İbn el-Esir, X, 373-375; Willermus Tyrensis (William of Tyre), A History of Deeds Done Beyond the Sea, I, İng. trc., E.A. Babcock-A.C. Krey, Newyork 1943, s. 456-457. Krş., Runciman, II, 33-37; Ali Sevim, “Artukoğlu Sökmen”, s. 515-518; Demirkent, a.g.e., s. 87-99; Turan, a.g.e., s. 144.
[10] Sökmen, askerleri ile Çökürmüş’ün birlikleri arasında çıkabilecek çatışmayı “Müslümanların bu gazadan duydukları sevinç, bizim aramızdaki ihtilaftan dolayı kedere dönmesin” diyerek önlemiş ve Çökürmüş’ün yaptıklarını kabullenmiştir. Bkz., İbn el-Esir, X, 375.
[11] İbn el-Esir, X, 389-390.
[12] Cahen, “Artukids”, EI, I, 664; M. F. Köprülü, a.g.m., aynı yer; Artuk, a.g.e., s.34-36; Sevim, “Artukoğlu İlgazi”, s. 661-662; Merçil, s. 245; Turan, s. 145-146; Alptekin, a.g.m., aynı yer.
[13] İbn el-Esir, X, 502-504. Krş., Artuk, s. 46-47; Runciman, II, 106; Sevim, “Artukoğlu İlgazi”, s. 666-667.
[14] İbn el-Adim, II, 176; Anonim Süryanî Vekayinâmesi, s. 86; Gregory Ebu’l-Farac (Bar Hebraeus), Abu’l-Farac Tarihi, II, Trk. trc., Ömer Rıza Doğrul, Ankara 1987, s. 354-355; Willermus, I, 503-505; İbn el-Esir, X, 509-511. Krş., Runciman, II, 108-110; Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti, s. 234-235.
[15] Fulcherius, s. 228; İbn el-Esir, X, 554. Bu rakam İbn el-Adim (II, 187)’de, 40.000, Mateos (s. 264)’da, 80.000 ve Ebu’l-Farac (a.g.e., II, 356) da ise 7.000 olarak verilir.
[16] Fulcherius, s. 227-228; Willermus, I, 528-531.
[17] Mateos, s. 265. Ancak İslam kaynakları (İbn el-Adim, II, 191-192 ve el-Azimî, s. 35) zaferin Müslümanlar tarafında kaldığını, Haçlı kronikleri ve yerli Hıristiyan kaynakları (Anonim Süryanî Vekayinâmesi, s. 88; Fulcherius, s. 229-230; Willermus, I, 532-535) ise Haçlıların zaferiyle sonuçlandığını yazarlar.
[18] Ayrıntılı bilgi için bkz., Artuk, s. 57-58; Sevim, “Artukoğlu İlgazi”, s. 683-684; Turan, s. 148-150; Aydın Usta, “XIII. yy.’daki Moğol İstilasına Kadar Kıpçakların Kafkasya’daki Faaliyetleri”, Tarih, Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, sayı: 154, Ekim 1999, s. 38-39.
[19] Fulcherius, s. 237; İbn Kalanisî, s. 330; İbn el-Adim, II, 206; el-Azimî, s. 37; Mateos, s. 271; İbn el-Esir, X, 593. Süryanî Mikhael (Vekayinâme, II. kısım 1042-1195, Trk. trc., H.D. Ardresyan, TTK. Kütüphanesi s. 72) ve Anonim Süryanî Vekayinâmesi, (s. 90) ise, Joscelin’in Antakya hakimi Roger’in kızıyla evlendiğini ve gelinle birlikte Urfa’ya dönerken Belek tarafından pusuya düşürülüp esir edildiğini yazar. Krş., Artuk, s. 59-60; Runciman, II, 133; Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), Ankara 1987, 29-32; Yınanç, a.g.m., s. 470; C. Cahen, “Balak”, EI, II, 983.
[20] Fulcherius, s. 239-240; İbn Kalanisî, s. 332; İbn el-Adim, II, 211; el-Azimî, aynı yer; Anonim Süryanî Vekayinâmesi, s. 91-92; Mateos, s. 272-273; Süryanî Mikhael, s. 72-73; İbn el-Esir, X, 613; Willermus, I, 540. Krş., Artuk, s. 63; Runciman, II, 134; Demirkent, a.g.e., s. 35-37; Yınanç, aynı yer; Cahen, aynı yer; Alptekin, “Belek”, s. 403.
[21] Mateos, s. 274.
[22] Fulcherius, s. 253.
[23] İbn el-Ezrak, Tarih-i Meyyafarikin ve Amid-Artuklular Kısmı, nşr. Ve Trk. trc., Ahmet Savran, Erzurum 1987, s. 21; el-Azimî, s. 39; İbn el-Adim, II, 219; Anonim Süryanî Vekayinâmesi, s. 94; Mateos, s. 277-278; Süryanî Mikhael, s. 74; İbn el-Esir, X, 619. Haçlı kronikleri ise hamasî bir tarzda Belek’in Menbic’e yardıma gelen Haçlı ordusu ile yaptığı savaşta Joscelin tarafından farkında olmadan öldürüldüğünü yazarlar. Krş., Artuk, s. 64-67; Runciman, II, 140-141; Yınanç, s. 472; Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), s. 49-41; Cahen, aynı yer; Alptekin, aynı yer; Turan, s. 152-153.
[24] İbn el-Adim, II, 221-222.
[25] İbn el-Adim, II 222-227.
[26] İbn el-Adim, II, 228-231; el-Azimî, s. 40; İbn el-Esir, X, 623-624. Krş., Ali Sevim, “Timurtaş’ın Haleb Hakimiyeti”, Belleten, XXV/100, Ankara 1961, s. 580-581; Turan, s. 154.
[27] Süryanî Mikhael, s. 107; İbn el-Esir, el-Kamil, X, 664; aynı mlf., el-Tarihü’l Bâhir fi Devleti’l- Atabekiyye, nşr. A. A. Tilimat, Kahire trhsz., s. 38-39; Ebû Şame, Kitabü Ravzateyn fi Ahbari Devleteyn, I/1 nşr., Mahmud Hilmi Ahmed, Kahire 1956, s. 78. İbn el-Ezrak ise (s. a.g.e., 24-27), Artuklular arasında herhangi bir anlaşmazlıktan bahsetmez. Krş. Artuk, s. 70-71; Turan, s. 155.
[28] İbn el-Ezrak, s. 57-58. Krş., Alptekin, The Reign of Zangi, Erzurum 1978, s. 81; Turan, s. 157
[29] İbn el-Ezrak, s. 64.
[30] Ebu’l-Farac, s. 377. Krş., Alptekin, Zangi, s. 82; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s. 179.
[31] Süryanî Mikhael, s. 125; Anonim Süryanî Vekayinâmesi, s. 280-281. Krş., Runciman, II, s. 193-194; Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), s. 142.
[32] İbn el-Ezrak, s. 88-89.
[33] İbn el-Ezrak, s. 84.
[34] İbn el-Ezrak, s. 92-93.
[35] İbn el-Ezrak, s. 117-119.
[36] İbn el-Esir, XI, 278-280; İbn el-Ezrak, s. 120-121. Krş., Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s. 12, 161-162; Abdülkerim Özaydın, “Saltuklular”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. VIII, İstanbul 1988, s. 160-162; Usta, a.g.e., 40.
[37] İbn el-Ezrak, s. 148-149; Süryanî Mikhael, s. 193-194; Ebu’l-Farac, II, 400. Krş., Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 202.
[38] İbn el-Ezrak, s. 151-152.
[39] Ramazan Şeşen, “İmad al-din al-Katib al-İsfahani’nin Eserlerindeki Anadolu Türkleriyle İlgili Bahisler”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, III, Ankara 1971, s. 262-263.
[40] İbn el-Adim, III, 24; İbn el-Esir, XI, 427; Ebû Şame, I/2, 650; Ebu’l-Fida İsmail, el-Muhtasar fi Ahbari’l-beşer, II, Beyrut 1997, s. 137-138.
[41] İbn el-Esir, XI, 464-466; Şeşen, a.g.m., s.268-269; aynı mlf., Salâhaddin Eyyubî ve Devri, İstanbul 2000, s. 72; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s. 168-170.
[42] Şeşen, “İmad al-din al-Katib al-İsfahani’nin Eserlerindeki Anadolu Türkleriyle İlgili Bahisler”, s. 296-297.
[43] İbn el-Esir, XI, 493-494; İmadeddin el-Katib el-İsfahanî, el-Bark el-Şamî, nşr., Ramazan Şeşen, İstanbul 1979, s. 80-81, 97-98; Ebu’l-Farac, II, 430-431; Şeşen, “İmadeddin al-Katib al- İsfahanî’nin Eserlerindeki Anadolu Tarihiyle İlgili Bahisler”, s. 297-306. Krş., Artuk, s. 99-105; Şeşen, Salâhaddin, s. 77-78.
[44] F. Köprülü, s. 619; Merçil, s. 249; Alptekin, “Artuklular”, s. 417.
[45] İbn el-Esir, XI, 515-516; Şeşen, “İmad al-din al-Katib al-İsfahani’nin Eserlerindeki Anadolu Türkleriyle İlgili Bahisler”, s. 338-340; Ebu’l-Fida, II, 184.
[46] Ebu’l-Farac, II, 471; İbn el-Esir, XII, 148-151; Şeşen, “İmad al-din al-Katib al-İsfahani’nin Eserlerindeki Anadolu Türkleriyle İlgili Bahisler”, s. 362-363.
[47] İbn el-Esir, XII, 202-203.
[48] İbn Bibî, el-Evamir el-Alaiyye fi’l-Umur el-Alaiyye, I, Trk. trc., Mürsel Öztürk, Ankara 1996, s. 201-217; İbn el-Esir, XII, 347-350. Krş., Merçil, s. 139; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s. 178.
[49] Ebu’l-Farac, II, 507; İbn Vasıl, Müferric el-Kurub, IV, nşr., Hüseyin M. Rabi, Kahire 1972, s. 73.
[50] Ebu’l-Farac, II, 509.
[51] İbn Vasıl, Müferric el-Kurub, V, nşr. Hüseyin Rabi-Said Aşur, Kahire 1977, s. 12, 17-33; Ebu’l-Farac, II, 534; Ebu’l-Fida, II, 252-253. Krş., Cahen, “Artukids”, EI, I, 665; F. Köprülü, s. 618; Merçil, s. 245; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s. 180-181; Alptekin, “Artuklular”, s. 415.
[52] İbn Bibî, I, 437-439; Ebu’l-Fida, II, 256. Krş., Merçil, s. 249; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s. 181; aynı mlf., Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 381; Alptekin, “Artuklular”, s. 417.
[53] İbn el-Adim, III, 240-241.
[54] İbn Vasıl, V, 313-314.
[55] Aknerli Grigor, Moğol Tarihi, Trk. Trc., H. D. Andresyan, İstanbul 1954, s. 29; Reşidüddin Fazlullah, Jami’u’t-Tawarikh, A History of the Mongol, II, İng. trc., W.M. Thackston, Harvard 1999, s. 508-509; Ebu’l-Farac, II, 575-576; Mirhond, Tarih-i Ravzatü’l-Sefa, V, Tahran 1339, s. 260-262. Makrizî (el-Süluk, I/1-2, Kahire 1956, s. 414)’de, 657 yılı olaylarını anlatırken Moğolların şehri kuşattıklarını ancak alamadıklarını yazar. Bu muhtemelen Necmeddin Gazi dönemiyle alakalı olmalıdır. Krş., Berthold Spuler, İran Moğolları Tarihi, Trk. trc., Cemal Köprülü, Ankara 1957, s. 69; Abdülkadir Yuvalı, İlhanlılar Tarihi, Kuruluş Devri, I, Kayseri 1994, s. 87.
[56] Reşidüddin Fazlullah, III, 656; aynı mlf., Tarihü Mübarek-i Gazanî, nşr. Karl Jahn, Londra 1940, s. 147.
[57] Artuklu-Karakoyunlu mücadeleleri için bkz., Faruk Sümer, Karakoyunlular, I, Ankara 1967, s. 48-58.
[58] Nizamüddin Şamî, Zafernâme, Trk. trc., Necati Lugal, Ankara 1987, s. 178-179. Krş., Yaşar Yücel, Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferi ve Sonuçları (1393-1402), Ankara 1989, s. 12.
[59] Nizamüddin Şamî, a.g.e., s. 181-182.
[60] Nizamüddin Şamî, s. 285, 317.
[61] Ebû Bekr-i Tihranî, Kitab-ı Diyarbekriya, Trk. trc., Mehmet Demirdağ, İstanbul 1999, s. 39-42.
[62] Tihranî (a.g.e., s. 42) ise, İsa’nın yerine damadının başa getirildiğini yazar.
[63] Tihranî, s. 43. Krş., Cahen, “Artukids”, EI, I, 665; F. Köprülü, aynı yer; Merçil, s., 248; Turan, Doğu Anadolu Türk Devletler, s. 196-199; İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s. 46; Alptekin, “Artuklular”, aynı yer.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.