Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Arap Kaymakam, Türk Başbakan…

3 14.088

Şimdiki Libya sınırları içindeki Derne’de doğar Sadullah Bey. Yıl 1886’yı göstermektedir. Büyük dedesi, Konya Karaman’dan Derne’ye geçip burada evlenmiş bir yeniçeridir. Annesiyse, Girit’ten sürülüp Bingazi’ye sığınan bir Türk’tür ve burada Hacı Mebruk Efendi’yle evlenmesinden Sadullah Bey doğar. Babası Osmanlı saraylarına Derne’nin meşhur tereyağlarından getiren bir tüccardır. Bir seyahatinde en küçük oğlu Sadullah’ı da İstanbul’a getirir.

2. Abdülhamit dönemidir ve Osmanlı’nın her köşesinden tanınmış ailelerin çocukları, “Aşiret Mektebi” denilen bir okula kaydedilmektedir. Babası Sadullah Bey’i de bu okula verir. Diğer çocuklarına nazaran, ondaki başkalığı sezmiştir.

Bu okuldan mezun olanlar Harbiye veya Mülkiye okullarına devam etmekteydiler. Sadullah Bey de 1902’de Mülkiye Mektebini pekiyi derece ile bitirip, ilk görevine Derne Kaymakamlığı’nda başlar. Ardından Buldan Kaymakamlığı’ndaki vazifesi gelir.

21.Ocak.1913’de Pınarhisar Kaymakamlığı’na tayin edilmesiyle Trakya’daki kaymakamlıkları da başlamış olur.

Kesin bilinmese de, ittihatçı fikirlere yakın durmaktadır. Onlar gibi kalkınmanın yol, inşaat ve okul yapımı ile başlayacağı fikrindedir. Ve bunu Pınarhisar’da uygulamaya koyar. Bir okul yapımına başlanır. İşin başında genç kaymakam Sadullah Bey vardır.

Trakya’nın Balkan Savaşları’ndan sonra biraz soluk aldığı dönemlerdir. Çalışmak lazımdır. Hem de çok! Yılgın, amaçsızca kahvelerde, cami avlularında vakit geçiren halkı okul inşaatında çalışmaya zorlayacaktır genç kaymakam. Önceleri çok yadırgansa da, sonra içine sürüklendikleri yılgınlığı kırabilecekleri fikri ile kaymakamla beraber okul inşaatında canla başla çalışmaya hız verir Pınarhisar halkı. Arap kaymakam ünvanını burada alır Sadullah Bey. Çok sevilmektedir ve bu durum bazılarında huzursuzluk yaratmaktadır. Halkı zorla çalıştırdığı ile ilgili yüksek mercilere şikayetler alır yürür. Ve; sehven yaptığı bir yazışma hatası, Vize’ye becayişle atanması ile cezalandırılacaktır.

Böylelikle Pınarhisar’dan sökülmek istenir. Buna rağmen okulun inşaatı durmaz. Yeni göreve geldiği Vize’den bile inşaatın seyrini izlemektedir. Okul bittikten sonra onun adı verilir.

Arap Kaymakam öyle sever ki Pınarhisar’ı, cumhuriyetin ilanından sonra, T.C.nüfus kütüğüne Pınarhisar Cami Kebir Mahallesi’nden kaydolmayı tercih edecektir.

Sadullah Bey, Ekim 1917’de Vize’de, ardından Ağustos 1919’da Saray ilçesinde kaymakam olarak göreve başlar. Bu yıllar, Sadullah Bey’in at binip, silah kuşanarak Istırancalar’da yol kesen, haraç alan Bulgar çetecilerin peşine düştüğü yıllardır. 1.Dünya Savaş’ı bitince Trakya’nın Yunanlılarca işgali hızlanmıştır. Saray işgal edilirken hayatının dönüm noktasına ulaşacağını bilemez Sadullah Bey. Bir imam ve kışkırttığı bir grup, çiçeklerle alkışlarla karşılar Yunanlılar’ı. “Saray İhaneti” olarak tarihe geçen bu olay, Osmanlı’da infial yaratacaktır. Fakat, Arap Kaymakam, hükümet konağında kısıtlı cephanesi ve yanında bulunan karakol komutanı, dönemin hakimi ve birkaç memurla Yunanlılar’a ateşle karşılık verecek; hükümet konağını ve devletin itibarını canları pahasına koruyacaktır.

Fakat cephaneleri biter ve yakalanırlar. İdam edilmeyi bekleyecekleri hapise götürülürken, dışarıda halkı kışkırtan imam ve yandaşları onları linç etmeye kalkacak, yumruklanacak, sırtlarında sopalar kırılacaktır.

Gece idam mangasını beklerken, hapisten kaçmasına yardım eden karartıyı hemen tanıyacaktır.

Bazen, savaşı düşman bile sevmez!

Vaktiyle, Istırancalar’da kıstırılan çeteci gruptan bir Bulgar gencini askerler süngüyle öldürmeye çalışırken, Sadullah Bey hiddetle engel olacak ve “Bizim görevimiz onu sağ olarak hukuk önüne çıkarmaktır” demiştir. İşte o Bulgar genci, beraberinde getirdiği bir kara çarşafla onu hapisten kaçırıp, İstanbul tarafına göç eden kadın, kızan ve yaşlılardan oluşan bir kafileye katar. Onun önemli biri olduğunu sezen bir kadın, kucağına yakın zamanda doğmuş bir bebeği beleyip vererek, Yunan kontrol noktasından geçmesine vesile olur.

Önce İstanbul’a oradan da direnişin kalbi Ankara’ya geçer. Kaymakam burada Saray İhaneti olayı sebebi ile tutuklanıp, İstiklal Mahkemesi’ne çıkartılır. İstiklal Mahkemeleri, o zamanlar ya idam ya beraat kararı vermekteydi. Suçsuzluğu anlaşılıp salıverildiği gün, Sadullah Bey Hacı Bayram Camii’ne gidip sabaha kadar hüngür hüngür ağlayacaktır.

İtibarı iade edilen Arap Kaymakam, 1920’de önce Aydın Nazilli’ye tayin edilse de, Yunan İşgali sebebi ile göreve başlayamaz. Ankara ve Kayseri’de kısa süreli idari görevlerin sonrasında, 11 Aralık 1922’de Trabzon Maçka kaymakamlığına tayini ile “Trabzon Kaymakamlıkları Dönemi” başlar.

Rus İşgali sonrası özellikle Rum çeteciler almış başını yürümüştür. Trakya’da iyice öğrendiği eşkıya sürme işini burada da sürdürür. Bunu layıkıyla sağlayıp, Zigana geçidine huzur getirir. Yakaladığı eşkiyayı halka teşhir ederek, halkın özgüvenini pekiştirir. Devletin gücünü Karadeniz dağlarında iyice hissettirir.

Zümrüt yeşili bu dağları tutan eşkiya bertaraf edilince, silahı çok seven Karadeniz halkından silahları toplamaya gelir sıra. Arap Kaymakam’a güvenen halk bunu seve seve yapar. Böylece kan davaları da yok denecek derecede azalır.

1923 Ocağında imzalanan mübadele ile Rumlar’ın güvenle bölgeden çıkarılması gerekmektedir. Sadullah Bey, Rumlar’a diş bileyen Türk kasabalarından güvenle çıkarır onları. Sadece kişisel eşyalarını alması istenen, Sümela Manastırı’nda papazların kaçırmaya çalıştığı, Hz. İsa’nın çarmıhının ağacından olduğu ileri sürülen, çok değerli taşlarla süslü bir haçı kafilede yakalar. Papazın büyük rüşvet teklifine aldırmadan, Ankara’ya ait olduğu yere koyulmak üzere teslim eder.

Seneler sonra darboğaza girdiği emeklilik günlerinde etrafındakiler bu durumu hatırlatacak “O haçı verseydin, şimdi çocukların sefalet çekmeyecekti.” dediğinde, bunu bir an bile düşünmediğini vakarla söyleyecektir.

Ardından Of’a tayin edilir. Burası ağaların halk üzerinde etkisinin güçlü olduğu bir kazadır. Bununla mücadele etmesi, halk nazarında onu daha sevilen bir kişi yapacaktır. Baş göstermiş olan hayvan vebasıyla etkin mücadelesi sonuç verince, bölge ekonomisine yararlılığı sebebiyle çeşitli takdirnamelerle ödüllendirilecektir.

1925’de Sürmene’ye atanır. Sürmene’yse onu hiç unutmayacaktır.

İstanbul’da bir semte adını veren, ünlü Balmumcu ailesinin kızı Refika Hanım’la bu arada evlenen Sadullah Bey, İstanbul dışına ilk çıkacak eşini de alarak Mayıs 1925’te Sürmene’ye gelir. Bu onun ikinci evliliğidir. İlk eşi, Pınarhisar’da kaymakamlığı sırasında ince hastalığa yakalanıp vefat etmiştir. Sürmene’ye geldiklerinde, kadınların çalışıp erkeklerin yan gelip yatması ikisini de üzmektedir. Ama düzeni değiştirmek üzere, erkekleri kadınları yapmaya zorladıkları işlere zorla gönderecektir.

Bu düzen değişikliği, erkeklerinin onuru zedelenen kadınları bile rahatsız edecek, bir gün peştamallerinde ve sepetlerinde sakladıkları sopalarla, taşlarla kadınları kaymakamın yolunu kesmeye kadar götürecektir. Ama Karadeniz inadı ilk kez mağlup olur. Kaymakama duyulan saygı ve hayranlık katlanarak artar.

Rus işgali ve ticaret erbabı olan azınlıkların gidişiyle fakirleşen Sürmene’ye yeni bir çehre lazımdır. Okul olarak da kullanılacak, hükümet konağının inşasına başlanır. 2000 metrekare ve iki katlı inşaatın projesini bizzat kendisi çizer. Halkla beraber akşamlara kadar taş taşır, demir keser kaymakam. İşin sonuna gelinen günlerde, son balkon çıkmasının inşasına gelince demir biter. Genç Cumhuriyet fakirdir ve malzeme bulunamamaktadır.

İşte o an, Karadenizlilerin aklında şimşekler çakacaktır.

Ertesi gece, Trabzon limanına kayıklar süzülürken, karartıları kimse fark etmeyecektir. Rusların Bayburt’a demiryolu yapmak için getirdiği, ama işgal bitince geri almak üzere limana yığdığı demiryolu raylarını kayıklara yüklerken fark edileceklerdir ancak. Limanda demirleri korumakla görevli nöbetçilerle kargaşada, oradaki görevlilere zeval gelmesin diye araya girip kimliğini açık eden kişi, devletin kaymakamı çıkacak, ama demirler Sürmene’ye çoktan ulaşacaktır. Kaymakamın aldığı disiplin ve para cezasına rağmen, konağın açılışına vali gelecek, ve o balkondan halkı selamlayacak, halksa gözyaşları dökecektir.

Tarih tekerrürdür derler ya, bu hadiseden 50 yıl sonra yeni hükümet binası yapılmak üzere bu bina yıkılırken, olayı anımsayan Sürmene’liler meydanda sarsılarak bir daha ağlayacaktır.

Ulaşımını denizden sağlayan yörede, kazalar yollarla birbirine bağlanırken dağlardaki taş ocaklarında çalışan yine kaymakamdır. Sürmene Köprübaşı inşası sürerken, Araklı Bayburt karayolunun inşasıyla da denizi iç bölgelere bağlamayı amaçlamıştır. Yol için taş çıkartılan ocakta birgün ayağı kırılacak, günlerce çadırda ayağının iyileşmesini beklerken bile inşaatı denetleyecektir.

Trabzon’da yeni açılan doğum evinde ilk doğan Sürmeneli ise oğlu Doğan olacaktır. (Spor yazarı ve yorumcusu Doğan Koloğlu)

22 Ağustos 1928’de Konya Kadınhanı kazası kaymakamlığına atanır. Onun Sürmene’den ayrılışı üzerine çok üzülen Sürmeneliler, buranın en önemli caddesine onun adını vermişlerdir. Cadde bugün dahi ilçede kaymakamın hatırasını yaşatmaktadır.

Halkı istismar edenleri halkın gözleri önünde teşhir etmek, halkın kendine güvenini tazelemesini öğrenmesi için kaymakamın uyguladığı en önemli yöntemdi. Kadınhanı’nda başında sarığıyla elinde Kur’an olan, halkın duygularını istismar eden birinin yanına yaklaşır. Okuduğu ayetleri açıklamasını ister. Halkın önünde ayetlere açıklama getiremeyen hoca kisvesindeki bu kişiye herkesin önünde bir tokat vurur. Halk şaşkındır. Sadullah Bey, yüce kitabı eline alır, ilgili ayetleri akıcı bir dille okuyup, izahını tercümesini yapar. “O sarığa layık değilsen, bu halkı bu yolla kandırma” diyecektir.

Basın-Yayın eski genel müdürü, bir dönem Bülent Ecevit’e danışmanlık da yapmış, akademisyen-yazar-tarihçi Orhan Koloğlu, ikinci oğludur ve Kadınhanı’nda doğmuştur.

Fakirlik bozkırın orta yerindeki bu halkta yılgınlık ve ümitsizlik yaratıyordu. Halkı bir parça kalkındırmak gerekiyordu. Hem etrafı yeşillendirmek, hem de gelir kaynağı sağlamak için, etraftaki tepeleri üzüm bağlarıyla yeşillendirecek, bunun için de halkı yine sabahın köründe kaldırıp akşam güneş batana kadar bağların dikiminde çalıştıracaktır. Yine, bazı çekemez kişilerce Ankara’ya “halkı zorla çalıştırıyor” diye şikâyet edilmesi bu yüzdendir.

Onun Karadeniz’den gidişinden sonra bu dağlarda eşkiyalık yine almış başını yürümüş, meydana gelen heyelanlarla evleri yıkılan, geçim derdine düşen halk yine ümitsizliğe kapılmıştır. Bölgeyi çok iyi bilen kaymakam, ikinci defa Of kaymakamlığına gelecektir. (29 Kasım 1929)

Eşkıya korkusundan halkı emin tutmak gerekmektedir. Bölgenin en azılısı diye bilinen, eşkiya Laz Hüseyin’in gece dağdan köydeki bir eve indiğini haber alan kaymakam, beraberinde sadece jandarmadan birkaç askerle evin kapısını çalar. Kapıyı çalanın kendi adamı olduğunu sanan Laz Hüseyin kapıyı açar açmaz, kendini kaymakamın altında bulur. Kaymakam o akşam Laz Hüseyin’i don-paça Of sokaklarında gezdirecektir. Halkta güven tazelenirken, bu olay üzerine Ankara’dan 15 Kasım 1931 tarihli bir yazı ile takdirname verilecektir.

Bu arada, birkaç sene sonra Kadınhanı’ndan gelen ziyaretçileri bağcılıkla kalkınmaya başlamanın muştusunu Arap Kaymakam’a Of’ta verecektir.

Buradan, İznik kaymakamlığına atanır. Burada da bağcılığı geliştirip, ilçe ekonomisine katkı sağlamayı amaçlamıştır. Bu büyük katkılar sonucu, bugün İznik’te düzenlenen “Bağcılık Şenliği”nde, kortejin en önünde resmi taşınır ve İznik’te bağcılığı kuran kişi olarak anılır.

Karacabey kaymakamlığı döneminde, yörede koyunlarda baş gösteren salgının bertarafı ve hayvancılığın geliştirilmesi için çabalar. Üzerinden salla geçilen nehre bir köprü yapmak için kolları sıvadığında ise, yol yapılırsa saldan aldıkları para kesilecek olan salcılar tarafından yeniden Ankara’ya şikayetler alır başını gider.

Yine bir görev yeri değişimi, Çatalca Kaymakamlığı…

Yine canla başla çalışmalar, neticesinde aldığı cezalara tezat üstüste gelen takdirnameler.

18 Şubat 1938’de Hakkari Valiliği’ne atanır. Yolları olmayan Hakkari’ye ulaşıp göreve başlaması bile günler alacaktır. Zapsuyu’nun hasırdan yapılmış koptu kopacak köprülerle geçildiği ilde, iş ve ticaret olanağı yoktur. Van’dan üç ayda bir gelen postadan başka dünyayla hiçbir bağlantısı yoktur adeta.

Zapsuyu’na köprü yapmanın gereklilik olduğu üzerine, defalarca Ankara’ya başvuruda bulunur. Hiçbir cevap alamaz. Ankara’ya kendisi gidecek ve dönemin maliye bakanının karşısına dikilecektir. Bakan onun söyledikleriyle ilgilenmez. Bunun üzerine, yakasına canhıraş bir şekilde yapışan Sadullah Bey’in elinden kendini kurtarıp dışarı atan bakan korumalarına seslenir.

– Kurtarın beni bu delinin elinden.

Yine terfilerinde gecikmeler, yine Ankara ile huzursuzluklar. Olsun, vazgeçmeyecek, vatan toprağı Hakkâri’nin kaderini bir nebze olsun değiştirecektir.

Of‘ta seneler önce yaşanan sellerde, heyelanlarda evsiz barksız olan Karadenizliler kısım kısım göç etmiş, bir bölümü de Van’a yerleşmişti. Bunu hatırlayan Sadullah Bey, Hakkâri’ye dönmezden evvel Van’a uğrar ve neredeyse isim isim hatırladığı bu çok sevdiği insanlara bir teklifte bulunur. Hakkari’deki ekonomik ihtiyaçları anlatan Sadullah Bey, her şeyden yoksun bu şehirde bu çok çalışkan ve becerikli Karadenizlilerin bakkallık, fırıncılık, inşaatçılık vs. yapabileceğini, şehrin sosyo ekonomik durumunun buna çok müsait olduğunu söyler.

Van’dan iş yapmak üzere Hakkari’ye giden bir kısım Karadenizli, bugün hala orada ticaretle uğraşanlardan bazıları, onlardan veya onların nesillerinden gelen kişilerdir.

Hakkari sınırları içinde hayvan sayımı yapılamıyor, dolayısıyla devlet buradan vergi toplayamıyordu. Maliye bakanlığı 11 Eylül 1940 tarihli bir yazısı ile, o sene 17 binden fazla hayvanın kaydedilmesini sağlayan Vali’yi takdirle ödüllendirecektir. Bir diğer takdirname ise, yine Hakkari’ye yaptırdığı 7 okul sebebiyle Milli Eğitim Bakanlığından gelecektir.

19 Kasım 1940’ta Bingöl Valiliği’ne atanır. Bir sene sonra, 22 Kasım 1941’de yaş haddinden emekli olur. Neredeyse 35 yıla varan şerefli, lekesiz bir devlet görevi böylece sona erer.

İstanbul’a döner. Çocukları yetişmiş, tahsilleri için gerekli para konusunda sıkıntı baş göstermiştir. Toprak Mahsulleri ofisinde çuval kontrolörlüğü ve Çocuk Esirgeme Kurumu müfettişlikleri gibi geçici görevlerde bulunur. Hatta onun siyasete girmesi için uğraşanlar bile çıkacaktır. Oysa o bunlara tevessül bile etmez.

Çocuklarının geleceği için endişelenen Sadullah Bey, miras işleri için baba ocağı Bingazi’ye gider. Burada rahmetli babasının yakın arkadaşı ve bir dönem hapislik arkadaşı da olan, Bingazi Emiri Sunusi ile de görüşür. Libya’nın o yıllarda bağımsız bir devlet olarak kurulması gündemdeydi ve emir Türkiye’den ve yakın arkadaşı olan babasından, namını bildiği Sadullah Bey’i kendi yanında yardımcısı olarak görmek istediğini söyler.

Buna sıcak bakmayan Sadullah Bey yeniden Türkiye’ye döner. Yine geçim sıkıntısı dolu günler onu ve çocuklarını beklemektedir. Bu arada, emir Sunusi Türk hükümet yetkililerine başvurur ve Sadulah Bey’in yeni kurulan Bingazi ( Libya ) Hükümeti’nde görev alması için izin ister.

Hükümet bu konuyu bakanlar kurulunda görüşür ve 23.01.1950 tarihli kararla, 3 yıl süreyle Bingazi Hükümeti’nde çalışmasına müsaade eder. Bu durum, eski Osmanlı toprağı olan bu yere verilen öneme dair nezaketli tarihi bir atıftır aynı zamanda.

Trablus, Bingazi ve Fizan olarak üçe bölünmüş Libya toprakları, Fransızların tüm karşı çıkışına rağmen, Birleşmiş Milletler’in aldığı kararla bağımsızlığını ilan eder.

Libya Devleti’nin kurulma sürecinde, bunu alttan alta istemeyen İngilizler de vardı. Emir Sunusi ile birlikte hareket eden, Türkiye’de yetişmiş bu değerli devlet adamının çıkışları bu yüzden İngilizleri bile endişelendiriyordu.

İngilizler, fakir Libyalıları kendilerine bağımlı kılma gayretindedir. Ülkede baş gösteren ve zirai tahribat yapan bazı hastalıkların ilaçlarının İngiltere’den gelişini bilerek geciktiren İngiliz yöneticilerle sert tartışmalara girecektir Sadullah Bey. Zira, o dönem Libya’da Sağlık Bakanı görevindedir.

Bu dişli rakibi aradan çıkarmak için, İngilizler kabile reisleriyle pazarlıklara girişirler. Yeni filizlenen devlete nifak sokmak en bilindik yoldur onlar için. Fakat, İngilizlerin bu oyunu o an sökmeyecek, emir Sunusi tarafından Türkiye’nin “Arap Kaymakam”ı Sadullah Bey, Libya Devletinde “Türk Başbakan” lakabıyla başbakanlığa getirilecektir.

İlerleyen yaşı hastalıkları da beraberinde getirmişti. Tedavisi için bir süre Türkiye’ye gitmek üzere izin alan Sadullah Bey, her türlü İngiliz oyununun döndüğü bu ülkeden bir süre için de olsa ayrılacağına sevinmektedir.

Bavullarını arabaya yükletir. 28 Mayıs 1952 yılının, güzel bir bahar akşamında ülkesine dönmenin sevinciyle başını koyduğu yastıktan, ertesi sabah başını kaldıramayacaktır.

Öldüğünde şahsi hesabında sadece 45 İngiliz Sterlini bulunacak, cenazesinde İngilizler bile bu büyük devlet adamına saygıda kusur etmeyecektir.

İsmi Bingazi’deki bir hastaneye verilir. Kıbrıs Barış Harekatında başbakan olan Ecevit, bu şahsiyetin Libya’daki saygınlığını çok iyi bildiği için, akademisyen oğlu Orhan Koloğlu’yu seneler sonra Libya Özel Temsilcisi olarak atayacaktır.


Sadullah Koloğlu’nu sayfalarımıza taşımamızın sebebi, Trakya Kaymakamlıkları sırasında, savaşlardan bezmiş halka üflediği ruh ve bu bölgeye gösterdiği yararlılıklardan ötürü hala hatırasının yaşatılıyor olmasıdır.

Bir diğer sebebiyse, neredeyse bir asır öncesinden başlayan devlet görevlerindeki onurlu duruşun, bugünün siyasi arenasına örnek olması açısından, bu hayat öyküsünün yarınlara ve bir fazla kişiye aktarılmasına duyulan ihtiyaçtır.

Kaynak: Trakya Gezi Rehberi

3 Yorumlar
  1. Mevlüt Uluğtekin Yılmaz diyor

    Harika bir insan. Örnek alınacak bir büyüğümüz. Evlatları babalarının yolunda hep onurlu kaldılar. Böyle bir insanı tanıttığınız için sizleri kutlar; başarılar dilerim.

  2. Said Dağdaş diyor

    Sadullah Bey hakkında ve herhangi biri hakkında hazırlanmış örnek bir yazı.
    Ancak; bir iki sorumu da paylaşmak isterim.
    1- “… Bir imam ve kışkırttığı bir grup, çiçeklerle alkışlarla karşılar Yunanlılar’ı. “Saray İhaneti” olarak tarihe geçen bu olay, Osmanlı’da infial yaratacaktır.” cümlesinde bir imamın alkışlarla Yunanlıları karşılaması anlatılmaktadır.
    Üstteki ifadenin resmi olarak belgelenmesi elzemdir. Bir imam-hatibin Yunanlıları alkışlaması düşünülemez… Bu hususta okuyucuyu aydınlatma görevi de halen bu yazının sahibi olan değerli yazardır…
    2- Denizli-Buldan’da da kaymakamlığı oldugu bilgisine yer verilmiş, fakat yaşadıkları-yaptıkları hakkında bilgi verilmemiştir.
    – Ben de bir Denizlili olarak daha ayrıntılı öğrenmek isterim…
    teşekkur ederim.

  3. ahmet terim diyor

    Güzel bi makaleydi yazanın eline sağlık

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.