Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Ankara’da Ahi Hâkimiyeti (1330?-1361)

0 12.639

Dr. Mehmet Ali HACIGÖKMEN

Anadolu’nun en eski şehirlerinden biri olan Ankara, tarihin çok eski dönemlerinden beri birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Hititler, Frikyalılar, Galatlar, Romalılar, BizanslIlar belli dönemlerde buraya hakim olmuşlardır. Türkler ise, Malazgirt Zaferin’den iki yıl sonra Ankara’ya girdiler. Şehri ilk defa alan Türk kumandanının kim olduğu bilinmiyor.[1] Ancak Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan (1092-1107) zamanında, oğullarından Melik Arab’ın Ankara ve havâlisine hakim olduğunu biliyoruz. Bu arada Ankara, Haçlı seferi sırasında Raimond de Toulouse tarafından alınmıştı. Haçlılarla, İmparator Alexsios Komnenos arasında yapılan anlaşma uyarınca Ankara 1101 tarihinde Bizans İmparatorluğu’na bırakılmıştı.[2] Melik Arap burayı kısa süre sonra almış olmalıdır. Çünkü Melik Arap, Ankara ve çevresinde, kardeşi Sultan Mesud ve Danişmendli Hükümdarı Emir Gazi’ye karşı mücadele etmiş, bazı başarılar kazanmıştı. Hatta Melik Arap, bu mücadele sırasında Emir Gazi’nin oğlunu pusuya düşürerek esir etmişti.[3] Daha sonra Danişmendli Emir Gazi, Sultan Mesudla beraber, 1127 tarihinde Melik Arab’ı bozguna uğratarak, Ankara’yı almıştır.[4] Emir Gazi’nin 1134’te ölümünden sonra yerine geçen oğlu Melik Muhammed Devri’nde Danişmendli hakimiyetinde kalmışsa da hanedan üyeleri arasında başlayan taht kavgalarından istifade eden Sultan Mesud, Ankara ve çevresini 1142 tarihinde kesin olarak Anadolu selçuklu topraklarına dahil etmiştir. II. Kılıçarslan’ın Sultanlığı zamanında, oğullarından her birini bir şehre gönderdiğinde Ankara, melik Muhiddin Mes’ûdşah’a verilmiş idi.[5] Muhiddin Mes’ûd yaklaşık 17 yıl (1186-1203) Ankara’da Meliklik yapmıştır.[6] Melik Muhiddin Mesud ve Alâeddin Keykûbad zamanında Ankara ve çevresine Türkmen nüfus yerleştirilerek burası şenlendirilmiştir. XIII. yüzyılın başında Ankara’da Hıristiyan nüfus azalmaya başlamıştı. Ankara’da (diğer bazı “Uç” şehirlerinde olduğu gibi) nüfus artışını sağlayanlar, Hıristiyanlar değil, Türkler olmuştu.[7] XIII. yüzyıl başlarında Ankara merkezi kale dışına taşmıştı. Kale sâkinlerinin çoğunluğu Hıristiyanlar olmalıdır (Ermeni ve Rûm). Bu Osmanlı döneminde de (1589-1598) böyle olmuştur.[8]

Ankara’da Alâeddin Cami’nin bulunduğu Ankara iç kalesinin dışındaki alanda muhtemelen gayrimüslimler kalıyordu.[9] İç kalede camii (1178) ve saray[10] vardı. Ankara, kale dibinden, (tahte’l- kale) bugünkü istasyona doğru gittikçe eğimli bir arazi üzerinde yer almıştır. Kale çevresine yukarı yüz, bugünkü Anafartalar caddesinin altında kalan ve Hacı Bayram Cami’nden Karacabey Külliyesi’ne kadar uzanan kısmına Aşağı yüz diye adlandırıldığını biliyoruz. Aşağı yüz ve yukarı yüz iken yerlere, XIII. yüzyılın ortalarında birer mescit yapılmıştı.

Bunlardan biri, Alâeddin Keykubad zamanında Ankara’ya Subaşı tayin edilen, Melikü’l-Ümerâ Seyfeddin Kızıl[11] tarafından yaptırılan mescit idi. Bu mescit, Ulus’ta şimdiki Ziraat Bankası’nın yerinde idi. Ayrıca burada medrese ve Kızıl Bey’in türbesi bulunmaktaydı.[12] Yukarı yüz dediğimiz kısımda ise şimdiki adı Ahi Şerafeddin (Arslanhane) olan bir cami vardı. Bu caminin dış tarafında, duvarda, yazısı XIII. yüzyılın başlarına ait bir karakter gösteren kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede ismi şimdiye kadar yanlış okunan Emir Seyfeddin ismi görülmektedir (Şerafeddin şeklinde yanlış okuyuşun sebebi cami’nin Şerafeddin Camii ismi ile anılmasıdır).[13]

Esas itibariyle Cami’nin 1289 senesinden daha eski bir tarihe ait olabileceği düşünülebilir. Tarihçiler Emir Seyfeddin hakkında bir şey söylememektedir. Ancak bu Emir Seyfeddin’in I. Alaeddin Keykubad’ın ağabeyi Ankara Kalesi’nde teslim olacağı zaman, onu teslim alan Çaşniğir Emir Seyfeddin Ay-Aba[14] veya Melikü’l-Ümera Seyfeddin Kızıl ile ilgili olması gerekir.[15] Bu cami daha sonra Ahi Şerafeddin’in babası Ahi Hüsameddin ve amcası Ahi Hasaneddin tarafından tamir edilmiştir.[16] Daha sonra XIII. yüzyılın sonunda (1287m) Ahi olduğunu düşündüğümüz Serraç Sinan adlı birisi buraya bir mescit daha yaptırmıştır.[17] XIII. yüzyılda şehir dışına yapılan bu dinî yapılar nüfusu buraya çekerek, kalabalık mahallelerin oluşmasını sağlamıştır. Bütün bunlar, Ankara’da XIII. yüzyılın başında Türkmen nüfus yoğunluğunun sağlandığını gösterir.[18] Dikkat edilirse bu dönemde inşaa edilen yapıların hemen hemen tamamı Ahiler tarafından yapılmıştır.

Selçuklu iktidarının fiilî olarak ortadan kalkmasıyla, Ankara bölgesi önce İlhanlı hakimiyetinde kalmış, daha sonra bir süre İlhanlılara bağlı iken, 1343 tarihinden itibaren tam bağımsız olarak hareket eden, Eratna Devleti’nin hâkimiyet sahasına dahil olmuştur. Osmanlıların kesin zaptına (1361) kadar da, bölgede Eratna zaman zaman da Karamanoğullarının hüküm sürdüğü görülmektedir. İşte Selçuklu iktidarının yıkılışı ile Osmanlı hâkimiyetine geçmesine kadar ki bu dönem, Ankara ve havâlisi için birçok araştırmacı tarafından belirsizlik dönemi olarak nitelendirilmiştir. Bu dönemi, Ankara’da Ahilere ait iki kitabeden 1330 tarihli olanında[19] hükümdar ismi zikredilmediğinden, 1330 tarihinden başlatmamız daha doğru olacaktır. Ankara Ahilerini daha iyi anlayabilmemiz için 1240 tarihinden sonra Ahi ve Türkmenlerin Uç bölgelere göçüne kısaca değinmemiz gerekiyor. Çünkü Selçuklular Devri’ndeki taht mücadeleleri pek çok siyasî ve kültürel ihtilâflar ve sosyal çalkantılar sonucunda bu bölgeye Türkmenlerin göçü, Ankara’da Ahilerin kuvvetli bir zemin üzerine oturmasını sağlamıştır.

Ahilerin Uç Bölgelere Göçü ve Ankara Ahileri

XIII. yüzyılın ortalarında, Anadolu Selçuklu Devleti’nde birçok karışıklıklar meydana gelmişti. II. G. Keyhürev’in veziri Sadeddin Köpek, birçok Ahi ileri geleni tutuklattı.[20] Arkasından Anadolu’da Babailer İsyanı olarak bilinen büyük bir isyan çıktı (1240).[21] Ahiler ve Türkmenler takibâta uğrayarak büyük çoğunluğu Ankara bölgesi dahil olmak üzere uç bölgelere göç etti. Daha sonra Moğol İstilâsı ile gelen Kösedağ yenilgisi (1243)[22] ile Ahi ve Türkmenler, ağır bir katliama uğradı. Moğollar pek çok Ahiyi katlederek, on binlerce Ahi ve Bacı’yı esir etti.[23] Bu olaydan sonra merkezi Kayseri olan Ahi ve Bacı Teşkilâtı dağıldı. Bu Ahilerin bir kısmının Ankara ve çevresine yerleştikleri düşünülebilir. Bu bölgeye gelen Ahiler, IV. Rükneddin Kılıçarslan zamanında (1250), çevre illere bazı tayinlerin yapılmasıyla büyük rahatsızlık duydular. Kırşehir Emirliği’ne Nureddin Caca tayin edilmişti. Ankara, Aksaray, Çankırı, Kastamonu, Kırşehir bölgelerinde Türkmen ve Ahiler, yönetime karşı ayaklandı.[24]

Ankara bölgesindeki Ahiler ve Türkmenler de baskı ve zulüm gördü.[25] Bütün bunların üstüne bir de Muinü’d-din Süleyman Pervane’nin (1261-1278)[26] ağır baskıları eklenerek, Tükmen nüfus Uç bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştır. Şeyh Edebali, Geyikli Baba ve Abdal Musa, Ahi ve Türkmen ileri gelenleri Kırşehir Ahi katliamından kurtularak, Uç bölgelere göçenlerden bazılarıdır.[27] Ünlü Ankara Ahilerinden olan Ahi Şerafeddin’in babası Ahi Hüsameddin ve dedesi Seyyid Şemseddin Ahi Yusuf da bu dönemde Ankara bölgesine göçmüş olmalıdır. 1295 yılında 62 yaşında vefat eden Ahi Hüsameddin’in.[28]

Ahi Evren’i tanıdığı, rahle-i tedrisinden geçtiği ve onun talebelerinden olduğu düşünülebilir. Bezm u Rezm’de XIV. yüzyılın başlarında göçler sonucu Kırşehir ve Aksaray’ın küçük bir köy haline geldiğini yazar.[29] Buraya gelen Ahilerin büyük bir çoğunluğunun zanaatı debbağ olduğu düşünülebilir. Bunlar, Ankara’nın kuzeybatısında Bent Deresi denilen yerde, nehir kenarında faaliyette bulunuyorlardı. Dere boyunca onların imalathâneleri ve atölyeleri vardı. Bu dükkanların arkasında da aileleriyle birlikte yaşadıkları evleri bulunuyordu. Günümüzde yapılan yol kazılarında, bu eski iş yerlerinin oldukça gelişmiş tesisleri bulunduğu, yer altında deri işlerken kullanılan sarnıçlar, havuzlar, mahzenler yapıldığı görülmüştür.[30]

Kullanmaya hazır hale getirdikleri derileri burada pazarlamış olmaları muhtemeldir. Burada mesela deriden edikler (Uzun konçlu çizmeler, kısa konçlularını kadınlar kullanıyordu, umumiyetle sarı ve kırmızı renkte idiler), Sokman (bir tür çizme) başmak (kadın pabucu) gibi ayakkabılardan başka, deri elbiseler de yapıyorlardı. Bu Türk sahtiyânları çok ünlü olup, Batı tâcirleri ile Mısır ve Suriye tüccarlarına çok miktarda satılıyordu. Bu sahtiyânların en çok rağbet görenleri, kırmızı ve mor renkte olanlarıydı. Bunlar Ankara’ya gelen tâcirlere satılıyor, ayrıca Yabanlu Pazarı’nda da rağbet görüyordu.[31] Debbağların arasta adıyla anılan bir yeri vardı. Buraya herkes elindeki malı getirir ve satardı. Örneğin sarraçlar, debbağlardan meşin, kösele ve sahtiyân alırlardı.[32] Bu bilgilerden, şehirde Osmanlı yönetimine geçmeden önce de dericilik çevresinde yoğunlaşmış üretim yapıldığı anlaşılıyor. Aynı dönemde dericiliğin yanı sıra sof dokumacılığının da geliştiği ve “Ankara sofunun” dünyaca tanındığını görüyoruz.[33] Softçuluğun hammaddesinin elde edildiği tiftik keçilerinin Asya içlerinden ve Tibet yaylalarından Anadolu’ya Türkmenler tarafından getirildiğinden ve üretildiğinden bahsedilmektedir.[34] Daha Hititler Dönemi’nde yapılan taş kabartmalarda tiftik keçisine rastlandığına göre, en azından verimliliği ve üretimi arttıracak önlemleri ahi örgütleri içinde bu dönemde geliştirildiğini düşünebiliriz.

XV-XVI. yüzyılda bu esnaf gruplarını daha ayrıntılı olarak görebiliyoruz. Bunlardan bazılarını burada sıralayalım: Bezzâzân, Debbâğân, Kaftancılar, Keçeciler, Muytabân, Sof Yuyucuları, Yorgancıyân, Dülgerân, Kürkciyân, Takkeciyân, Kalpakcıyân, Dikiciyân, Terziyân, Bezirciler, Külâhçılar, Pabuçcular, Sofçular, Sof perdahtçıları, Attarân, Bez Boyacıları, Tiftik Boyacıları, Hallâcân, vs. gibi zanaat erbâbı vardır.[35] XIII. yüzyılın ortalarında, bu kadar ayrıntılı olmasa da bu esnâf gruplarının bulunduğunu söyleyebiliriz. Bâcıyan-ı Rûm Ankara’da da faaliyettedir. Bu kadar gelişmiş atölyelerin bulunduğu yerde Bâcıyân’ı Rûm’un olmaması mümkün değildir. Ankara’da Bacı[36] adlı bir kaza bulunmaktadır. Kaynaklarda Bacı kazasına bağlı Fatma Bacı Karyesi ile, Bacı Zaviyesi’nin adı geçmektedir. [37] Ayrıca Bacı kazasında Bacı adlı bir cami de bulunmaktadır.[38] Bu Fatma Bacı adının Ahi Evren’in eşi olan Fatma Bacı’ya duyulan hayranlıktan dolayı çok fazla kullanıldığını düşünüyoruz. Burada Defter-i köhne’de kayıtlı olduğundan bahsedilmektedir. Yani daha eskiye dayanmakta, büyük bir ihtimalle de bu Bacılar, Kayseri’yi Moğolların istilâ etmesinden sonra bu bölgeye gelen “Bacı”lardan olmalıdır. Ankara’daki vakıflar incelendiğinde kadın vakıfları çok büyük bir yekûn tutmaktadır. Hatta Ankara’da Ahi isimli “Bacı”lar da bulunmaktadır. Bunlardan biri Ahi İklim Hatundur.[39] Bundan da anlaşılıyor ki bu unvan sadece erkeklere mahsus değildir. Bacı kazasında ve Fatma Bacı Karyesi’nden başka şehrin merkezinde Hatun mahallesi[40] bulunmaktadır. Debbağlanan derilerin yünlerin, buralarda dokunduğu düşünülebilir. XIII. yüzyılın sonlarında Ankara’da kurulan atölyelerin, Kayseri’de Ahi Evren’in kurduğu debbağ atölyesinden çok daha büyük olduğu söylenebilir. Ankara’daki müsait ortam Kayseri’den daha iyiydi. Ankara’da yoğun bir ticaret yapıldığını bu dönemde alınan vergilerden çıkarmak mümkün gözükmektedir.[41] Bu yoğun ticaretin içinde tabii ki Ahiler bulunmaktadır. Hatta 1330 yılında Emir Eratna bir vergi anlaşmazlığı yüzünden Ankara’ya gelmiş, bu anlaşmazlığı ortadan kaldırmıştır.[42]

Bazı Ünlü Ankara Ahileri

Ankara Ahilerinin içinde çok zengin olanları da vardı. Mesela Niğdeli Kadı Ahmed’in bahsettiği Ahi Mecdü’d-din Ankaravî[43] çok zengindir. Eflakî ise ondan, Hâce Mecdüddin-i Meraği diye bahsetmektedir. Şüphesiz bu Ahi Mecdüddin Evhadîler tâifesinden olmalıdır.[44] Onun Ankara ve Konya ovasında 1000 adet koyunu vardı.[45] Ahi Mecdüddin Ankaravî Mevlânâ ile yakın bir ilişki içindedir. Moğolların Anadolu’da Ahi ve Türkmenlere baskı ve zulüm yaptığı zamanlarda bu koyunlarının korunması için Mevlânâ’dan himmet dilemişti.[46]

Bir keresinde ise, Mevlânâ 40 gün kayıplara karışmış, Ahi Mecdüddin Ankaravî onu bulana 1000 dirhem vermiştir.[47] Ahi Mecdüddin Ankaravî, Hindistan’ın Şâş-i Hindî sarığı, Hindi bârî fereci ve gömlekleri gibi dikili giyecekler ve başka şeylerle ayakkabı ve çizmelerden ikişer üçer takım yaptırmış, birkaç sandığa koyup saklamıştı. Mevlânâ semâda veya başka bir yerde gûyendelere ve halka bahşiş vereceği zaman Ahi Mecdüddin Ankaravî derhal yanındaki elbiseleri hazır bulundururdu. Ankara Ahilerinin en ünlülerinden birisi de Ahi Şerafeddin’dir. Kırşehir Müzesi’nde ziyaretçilere teşhir edilen 1471 tarihli Ankaralı Ahi Mesut oğlu Ahi Sinan adına düzenlenen Farsça şecere-nâmede adı,[48] Ahi Şerafeddin Hace Osman,[49] olarak geçmektedir. Ahi Şerafeddin yörede zengin vakıflara sahip bir takım eserler yaptırmıştır.[50]

Bunlardan kendi adıyla anılan zaviye günümüze ulaşmazken camii ve türbesi hâlâ ayaktadır. Türbe, Ahi Şerafeddin’in vefatından çok önce 1330 yılında yaptırılmıştır.[51] Ahi Şerafeddin Osmanlıların (1362) Ankara’yı almasından[52] 12 yıl evvel, 1350 tarihinde ölmüştü. Ahi Şerafeddin’in babası Ahi Hüsameddin ve amcası Ahi Hasaneddin 1289 tarihinde hayattadırlar. Hatta XIII. yüzyıl başında Çaşniğir Emir Seyfeddin Ay-Aba veya Melikü’l-Ümera Seyfeddin Kızıl tarafından yapılan camiyi tekrar yapmışlardır.[53] Bu da Ahilerin durumları oldukça iyi olduğunu büyük bir servet sahibi olduğunu göstermektedir.[54] Ahi Hüsameddin cömertliği, zahitliği, âlimlere olan hürmeti, ve sözünün doğruluğu ile tanınmıştı.[55] Ahi Hüsameddin’in kendi adıyla bilinen bir zaviyesi vardı.[56]

Ayrıca Yeşil Ahi Camii’ni de yaptırmıştı.[57] Bunlardan zaviye günümüze ulaşmazken, cami halen ayaktadır.[58] Ahi Şerafeddin’in kendi sözlerinin yazılı olduğu bir tomar Ahi Şerafeddin camiinde saklıydı. Tarih-i Osmanî Cemiyeti’nin resmî emriyle İstanbul’a götürülmüş, geri iade edilmemiş kaybolmadan evvel kopyası alınmıştır. Bu kopyalar daha sonra neşredilmiştir.[59] Burada Ahi Şerafeddin’in babasının tam ismi Ahi Hüsameddin Hüseyin bin Seyyid Şemseddin olarak geçmektedir. Seyyid Şemseddin’in künyesi Ebu’t-takvâ olduğu belirtilmektedir. 82 yaşında Ankara’da vefat etmiştir. Mezarının Ankara’da olduğu bu şecere-nâmede bahsedilmektedir.[60] Ahi Hüsameddin ve babası Seyyid Şemseddin Ahi Evren’nin rahle-i tedrisinden geçmiş, Ahi Evren öldürüldüğünde Kırşehir veya Kayseri bölgesinden Ankara’ya göçmüş olabileceğini daha evvel belirtmiştik. Kaynaklarda Selçuklu’nun son dönemi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına ait şimdi burada isimlerini sayamayacağımız birçok Ahi isimleri bulunmaktadır. Ancak burada bilgi olması bakımından bazı önemli Ahileri sayalım.

XIII. asrın birinci yarısında yaşamış bir ahi olan Serraç Sinan; bölgenin tanınmış ahilerinden olan, Ankara’da kendi adıyla bilinen bir mescit inşaa ettiren[61] Ahi Yakup; “Mucızat-ı Nebi” isimli esere sahip olan, Fatih (Süleymaniye) Kütüphanesi’nde nr. 5456’da kayıtlı bir mecmuanın müstensihi olan,[62] Şeyh Ali b. Dost-i Hüda el Ankarî; esas künyesi Ahi Elvan Mehmed Bey[63] olan, Ahi Elvan;[64] Ahi Elvan’nın babası olarak gözüken, Ahi Bayezıd; Ahi Ahmed;[65] Ahi Tura;[66] Ahi Yeşil; Ahi Selman; Ahi Adilşah; Ahi Hacı Murad; Ahi Çomak; Ahi Mamak; Ahi Sinan; Ahi Mesut gibi ahileri saymak mümkündür.

Ankara’da Ahi Hakimiyetinin Mahiyeti

Ahiler Ankara’da bir bey gibi hüküm sürmekteydi. O kadar ki bazen ahiler kendi aralarında reislik kavgası dahi yapmışlardır. Ahi Şerafeddin vefat ettiğinde yerine Ahi Kemaleddin olarak bilinen Ahi Yusuf geçmiş idi. Ahi Yusuf’u Ahi Süleyman reislik kavgasında katletmiştir.[67] Ahilerin burada bir bey gibi yaşadığını gösteren eser de Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi yazmalar bölümünde bulunmaktadır. Hadikatü’s-Selâtin adlı bu eserde Ankara ahilerinden bahsedilirken, “şehirde Ahi demekle ma’ruf kimseler hâkim ve vâliydi. Şehri aduvvdan korurlardı. Her birinin kapusunda ve tapusunda asker süretinde birkaç yüz kişi bulunurdu. Padişahlar gibi geçinirlerdi. Meğer sonradan mestûr olan devlet-i Osmaniye zuhûra başlayınca yevmen ve kuyûmen livâ-ı haşmetleri söndü” denmektedir.[68] Buna göre meseleyi daha iyi anlamak için, şu soruları sormak gerekir. Bölgede, ahiler asayişi saylayıp, yönetimi ellerinde mi tutmuşlardır? Yahut mevcut güçlere Moğollar, Eratnalılar ve Karamanoğullarına tabii olarak mı yaşamışlardır? Veya Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla bölgede bağımsız devlet mi kurmuşlardır? Bu suallere birçok yerli ve yabancı araştırmacılar cevap vermeye çalışmışlardır. Avrupa’da ve Türkiye’de Ankara ahilerinin, büyük arazi sahipleri olup bir nevi devlet kurdukları ve Osmanlıların Ankara’yı bunlardan aldıkları görüşü vaktiyle Fuad Köprülü ve Halil Edhem tarafından kabul edilmemiştir.[69] Bu âlimler, çok makul fikirler ileri sürmüşlerdir. Bu fikirler daha çok kabul görmüştür. Ankara’da Ahiler Hükümetine dair basılmış bir sikkeye veya kendi adlarına okunmuş bir hutbeye rastlanmaması gayet tabiidir. Bütün bunlar ahiliğin özelliğinden ileri gelmektedir. Buna göre, bölgede bir gücün bulunmadığı dönemlerde, ahiler kendi içinden gelen bir özellikle, Ankara’da diğer bazı bölgelerde olduğu gibi,[70] asayişi sağlamışlar ve otorite oldukları fikri kabul görmüştür. Giydikleri giysiler de onların sadece esnaflıkla uğraşmadıklarının en açık delilidir. Ahilerin geleneksel giysileri olan ve bir nevi üniformaları sayılan, başlarında külahları (ak börk), bellerinde kamaları bu özelliklerini ortaya koymaktadır.[71] Diğer bölgelerden farklı, mevcut güçlere bağlı olarak yaşadıkları zamanlarda bile şehrin yönetiminde doğrudan etkili olmuşlardır. Ahiler kendi hiyerarşileri içinde Şeyhlerini, Kethüdalarını, Yiğitbaşılarını vb. seçmişler, bu arada merkezi güç ile iyi geçinmişler, yönetimi de ellerinde tutmuşlardır. Eratna 1330 tarihinde Ankara’ya geldiğinde, burada Ahi Şerafeddin ile görüştüğünü biliyoruz.[72] Emir Eratna onu Ankara’ya naip olarak atamış olmalıdır. Çünkü Eratna diğer bazı illerde Ahileri emir olarak atadığını biliyoruz.[73] Ayrıca Ahi Şerafeddin’in Gazan Han’ın baş müşaviri Alaüddevle Semnanî’nin talebesi olduğunu biliyoruz.[74] Kırşehir Müzesi’nde ziyaretçilere teşhir edilen 1471 tarihli Ankaralı Ahi Sinan’a ait Farsça Şecere-nâmede, Ahi Şerafeddin yaşadığı dönemde Anadolu ahilerinin reisi olarak gözükmektedir.[75] Bilindiği gibi Osmanlılar döneminde Kırşehir zaviyesi post-nişîni Anadolu’daki bütün ahilerin lideri durumundaydı. Bu Osmanlılardan evvel, ahiler arasında bir gelenek halinde devam etmekteydi. Buna göre ahiler bir dönem Ankara’da hakim olmuşlar, yani hükümet etmişlerdir. Bu dönemi de Ankara’da bulunan II. G. Mesud Dönemi’ne ait 1330 tarihli bir kitabede hükümdar ismi zikredilmediğinden,[76] 1330 tarihi ile Osmanlıların Ankara’yı aldığı 1361 tarihini Ahilerin Ankara’da hakim olduğu dönem olarak kabul ettik.

Ahilerin Ankara’daki İktidarının Sona Ermesi

Eratna’nın ölümünden (1352)[77] sonra oğulları arasında mücadele çıkmış[78] ve Osmanlılar bundan yararlanarak 1354’de[79] ilk defa Süleyman Paşa idaresinde Ankara’ya bir sefer yapmış şehri hâkimiyetleri altına almıştı.[80] Ankara’da Sultan Alaeddin Camii üzerinde Lu’lu (yahut Lulu) Paşa’nın koydurduğu 763 h/1361 tarihli kitabe,[81] Ankara’nın herhalde 1362 Martı’ndan önce, Osmanlılara tabii olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Evliya Çelebi’nin, “Osmanlıların burayı Germiyan beyinden aldığını” söylediği fetih, ihtimal yukarıda bahsettiğimiz, Süleymanşah’ın Ankara’yı 1354 tarihinde almasıyla ilgili olmalıdır.[82] Halbuki Osmanlı kaynaklarına göre Sultan Murad bir sefer neticesinde burayı yeniden fethetmek zorunda kalmıştı. O halde, Ankara 1354 tarihinden sonra Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış bulunuyordu. Bu da, Sultan Orhan’nın ölümünden sonra Osmanlı ülkesinde kendini gösteren kararsız durumla ilgili olmalıdır. Hüseyin Hüsameddin’in bu tarihlerde Orta Anadolu ve Ankara ile ilgili verdiği bilgiler durumu oldukça aydınlatmaktadır. 759/1357 yılında,[83] Karamanoğullarıyla, Eratna oğlu Mehmed Orta Anadolu’da tekrar üstün bir duruma gelmek için ittifak kurmuşlar, Eski Ankara Valisi Bahtiyar Bey Karamanoğullarından destek görerek Ankara’yı ele geçirmişti.[84] Hüseyin Hüsameddin, Orhan’ın ölümü ve Murad’ın cülûsu tarihine rastladığını kabul etmektedir.[85] Uzunçarşılı’ya göre, Orhan 1362 yılında ölünce, I. Murad tahta çıkmış, kardeşlerinin isyanı ile karşılaşmıştı. Onları tenkil etmek ve Ankara’yı itaat altına sokmak için doğuya bir sefer yapmak zorunda kalmıştır.[86]

Ankara bölgesinde yalnız Bahtiyar Bey değil, XIV. ve XV. asır kaynaklarından isimlerini öğrendiğimiz bir takım mahallî beyler de vardı. Yeğen Bey Oğulları, Emir Yakup Oğulları, Kozan Bey Oğulları, Ulu Bey Oğulları, Bikârî Bey, Abdullah Bey, Süleyman Bey, Mahmud Bey Oğulları, Ahi Tur Bey, Ahi Paşa, Osmanlı fethinden önce Ankara bölgesinde tanınmış ailelerdendi.[87] Şüphesiz bu ailelerin birçoğu ahilerden olmalıdır. Yukarıda bahsettiğimiz Türk Tarih Kurumu’nda bulunan anonim yazma da bunu göstermektedir.[88] Osmanlı Sultanı Murad’ın Doğu seferini, Osmanlı kaynaklarından olan Ruhî’nin rivayetine göre “Yukaru Rum’da olan Müteferrik Beyler”e karşı yapıldığını söylemesi bundan olmalıdır.[89]

Bilindiği gibi, Osmanlılar, Eratna Devleti’ne ait sahayı Rûm adıyla adlandırmakta idiler ve XV. asırda bu bölgedeki beylerbeyliğine Rum Beylerbeyliği veya Rum Vilayeti adı verilmiştir.[90] Hüseyin Hüsameddin’e göre, Murad’ın kumandanlarından Sunkur Paşa gelip Ankara’yı sarmış, Bahtiyar Bey’den memnun olmayan şehir halkı kaleyi ona teslim etmişler ve Osmanlı hükümdarının hakimiyetini tanımışlardır. Bahtiyar Bey Amasya’ya kaçmıştır. Murad’ın fethinden sonra şehre merasimle girerken ahiler tarafından nasıl karşılandığı ve teslim edildiği uzun uzadıya anlatılmaktadır.[91]

Sonuç

Yukarıda anlattığımız gibi, XIII. asrın ortalarından itibaren Anadolu Selçuklu Devleti’nde birçok karışıklıklar meydana gelmişti. Babailer İsyanı, arkasından Kösedağ yenilgisi sonucu birçok Ahi ve Türkmen, Ankara bölgesi dahil olmak üzere Uç bölgelere göçmüş idi. Bu arada meşhur Ahi Şerafeddin’in babası, hatta dedesinin bu dönemde Ankara bölgesine gelmiş olabileceğini düşündük. Ayrıca ayrı bir araştırma konusu olabilecek olan, Ankara’da yaşamış bazı Ahilerden de kısaca bahsetmiştik.

Selçuklu Devleti’nin son döneminde Ankara’da meydana gelen otorite boşluğundan dolayı ahilerin yönetimi ellerine aldıkları görülmektedir. Burada kendi hiyerarşileri içinde kethüdalarını, şeyhlerini seçmişler, asayişi sağlamışlar, diğer beledî hizmetleri yerine getirmişlerdir. Görünen o ki Ankara’da yaşayan bazı Ahi Şeyhleri Anadolu’daki Ahilerin reisi durumundadır. Bu durum bazı araştırmacıları şaşırtmış, bölgede Ahi Devleti’nden bahsetmişlerdir. Biz bunun mümkün olamayacağını, ahilerin bu bölgede devlet kurmadıklarını, bunun Ahilik Teşkilâtı’nın bir özelliği olduğunu zikrettik. Giydikleri giysiler de onların sadece esnaflıkla uğraşmadıklarının en açık delili olduğunu, ahilerin geleneksel giysileri olan ve bir nevi üniformaları sayılan, başlarında külahları (ak börk), bellerinde kamaları bu özelliklerini ortaya koymakta olduğunu ifade ettik.

Biz de bundan dolayı bu duruma, Ankara’da Ahi hakimiyeti veya Ankara Ahi Hükümeti ifadesi kullanılması gerektiğini düşündük. Bu dönemi kesin olmamakla beraber, yukarıda ifade ettiğimiz gibi 1330-1361 tarihleri arasına koyduk.

Dr. Mehmet Ali HACIGÖKMEN

Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 830-836


Dipnotlar :
[1] B. Darkot, “Ankara”, İslam Ansiklopedisi, I, s. 433-443.
[2] O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 197, s. 105.
[3] A.g.e., s. 169.
[4] A.g.e., s. 168-170.
[5] Aksarayî, Müsameretü’l-Ahbâr, (neşr. Osman Turan) Ankara 1944, s. 30; İbn Bibi, El-Evâmirü’l- alaiyye fi’l-umuri’l-Alaiyye I, Tıpkı basım, (T. ), (neşr. A. Erzi-N. Lugal) Ankara 1957, s. 21; İbn Bibi, El- Evâmirü’l-alaiyye fi’l-umuri’l-Alaiyye (Selçuk-nâme), (çev. M. Öztürk), I-II, Ankara 1996, s. 23, 24.
[6] II. Kılıçarslan’ın devleti oğulları arasında taksimini kesin bir tarih belirtilmese de, Gıyaseddin Keyhürev’in Uluborlu’da hüküm sürmesi ve burasının 1182’de fethedilmiş olması taksimin bu yıldan sonra yapıldığını, Sultan’ın oğlu Kutbeddin ile 1182’de muhârebe halinde bulunması bu yıldan önce yani 1182-1188 arasında ve galiba 1186’da vuku bulmuştur. İbn Bibi, T., s. 22-30; Aksarayî, s. 30.; Michel le Syrien (Süryani Mihail), Chronique Universelle, I, Paris 1910, s. 410-411; İbn Esir, el-Kamil fi’t-tarih, XII, Beyrut 1386/1966, s. 35; O. Turan, a.g.e., s. 217-220. Ankara ilk defa onun zamanında ve himâyesinde bir kültür ve sanat merkezi olmuş idi. Ankara Meliki Muhiddin Mes’ûd pâyıtahtı diyebileceğimiz Ankara’yı edebiyat ve san’at adamları ile doldurmaya çalışmıştır. Onun etrafında yaşayan şairler ya kendisine veya bu şehre nispetle şöhret kazanmışlar ve şiirleri bize kadar ulaşmıştır. Bunlar Bedî-i Engûriyeî, Muhyevî-i Engûriyeî, Mahmud-i Engûriyeî, adlı şairler, Muhiddin Mes’ûd adına şiirler yazmışlardı. İbn Bibi, T., s. 25, 59, 91; A. Ateş, “XII-XIV. Asırlarda Anadolu’da Farsça Eserler”, Türkiyat Mec., VII-VIII, 103-104, 106-109.
[7] Buna misal olarak 1173’de Ankara metropoliti şehirde Hıristiyan nüfusun çok az kalması dolayısıyla geçim sıkıntısı çekerek İstanbul Synode meclisine başvurarak Amasra piskoposluğuna tayinini istemişti. Hattâ XI. yüzyıl başlarında Ankara kentinin göç verdiğini gösteren belgeler vardır. 1032 yılında yoksulluk ve salgın hastalık nedeniyle Ankara halkının evlerini terk ederek başkente doğru göç etmeye başladığını ancak yolda imparator ile karşılaştıkları ve onun kendilerine yiyecek ve para vererek geri dönmeye ikna ettiğini biliyoruz. (O. Turan, a.g.e., s. 231).
[8] O. Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995, s. 56.
[9] T. Baykara, Türkiye Selçukluları Devri’nde Konya, Konya 1998, s. 30.
[10] Cami, minber kitabesine göre burada yer alan ilk cami 574 h/1178 tarihlidir. Bu da Muhiddin Mesud’un meliklik yaptığı zamana tekâbül eder. Saray ise Alaeddin Keykubat döneminden daha eskiye gider. I. Alâeddin Keykûbad’ın abisine teslim olacağı zaman, Saraydan inip, bir İğdiş’in evine nakledildiğini biliyoruz. (İbn-i Bibi, T., s. 138).
[11] Seyfeddin Kızıl, daha sonra, Sol Kol “Uç” Beylerbeyi (Antalya, Isparta, Denizli, Kütahya, Eskişehir) olmuş, asker ve komutan olarak Selçuklu tarihinde önemli roller oynamıştır. Bkz. İbn Bibi, T., s. 49.
[12] Kızıl Bey Camii içinde minberin tecdidi kitabesinde zikredilen 699/1299-1300 tarihine nazaran, XIII. asrın ilk yarısına konulmalıdır. P. Wittek “Zur Geschichte Angoras im Mitteralter”, (Zur Geschichte Angoras), Festschrfit Georg Jacop, Leibzig 1932, s. 344; aynı yazar, “Orta Zamanlarda Ankara” (Zur Geschichte Angoras terc. ), (terc. N. Ardıçoğlu), Çığır Mecmuası, Sa. 46/1937, s. 119; E. Uğurlu, “Ankara Camii Minberi”, Türk Etnoğrafya Dergisi, X, s. 75-81; M. Z. Oral, “Anadolu’da Sanat Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, (VD), V, Ankara 1962, s. 53-54; G. Öney, Ankara’da Türk Devri Yapıları, Ankara 1971, s. 93, 123.
[13] M. Galip, Ankara II, Kitabeler, (Ankara II), İstanbul 1928, s. 8, No: 77; krş, F. Teaschner, “Beiträge zur Geschichte der Akhis in Anatolien (14-15 Jhdt) auf Grund neuer Quellen”, (Beiträge zur Geschichte), Islamica, 4/(1931), s. 1-47, No: 1.
[14] İbn Bibi, T., s. 135. Ayrıca bak, K. Otto-Dorn, “Der Mimbar der Arslanhane Mosche in Ankara”, Anatolia I, Ankara 1956, s. 71-75, PI. XXI-XXX. Portalin sağ tarafında bulunan kaba neshî kitabe, yazı stili bakımından, P. Wittek tarafından XIII. asrın başına tarihlenir (Wittek, “Zur Geschichte Angoras”, s. 344). Bu kitabede geçen Seyfeddin’in I. Alâeddin Keykubad’ı Ankara Kalesi’nde teslim alan Çaşnigir Emir Seyfeddin Ay-Aba olmalıdır (İbn Bibi, T., s. 135. Ayrıca bkz, K. Otto-Dorn, a.g.m., s. 71-75).
[15] İbn Bibi, T., s. 49.
[16] Camide bulunan kitabede Ahi Hüsameddin ve kardeşi Ahi Hasaneddin tarafından yeniden yaptırıldığı gözükmektedir. Bkz. Oral, a.g.m., s. 51.
[17] M. Y. Akyurt, Türk İslâm Kitabeleri I. Kısım Ankara Kitabeleri, XI. Ank. (1942), TTK Arşivi., s. 9; Krş, Galip, Ankara II, s. 8; aynı yazar, Ankara Mescidleri ve Camileri, I, (Ankara I) İstanbul 1341, s. 34; İ. H. Konyalı, Ankara Camileri, Ankara 1978, s. 54. Vdd.
[18] H. İnalcık ve Ö. L. Barkan bu hususa büyük önem vererek dikkat çekmişledir. Bkz. H. İnalcık, “The Policy of Mehmed II Toward the Grek population of İstanbul and the Byzantine Buildings of the city”, Dumbarton Oaks Papers XXIII-XXIV (1969-70), s. 23; Ö. L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda İmaret Sistemlerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Araştırmalar”, İ. Ü. İktisat Fak. Mec. (İÜİFM), XXIII/1-2 (1962-3), s. 239-296.
[19] H. Edhem Bey tarafından neşredilen makalede Ahilere ait iki kitabeden biri 687 h/1288 tarihli ve Sultan II. Gıyaseddin Mesud Dönemi’ne ait iken, 731 h/1330 tarihli bir diğer kitabede, hükümdar ismi zikredilmemiştir. H. Edhem, “Ankara Ahilerine aid iki kitabe, Tarih-i Osmanî Encümeni Mec. (TOEM), VII/41, s. 313.
[20] Ahi Evren’le birlikte, Baba İlyas Horasanî’nin de bu sırada tutuklananlar arasındaydı. Bazı müritlerinin öldürüldüğünü Elvan Çelebi’nin (1369) Menakibü’l kudsiye’sinden öğreniyoruz. Bkz. M. Bayram, “Baba İshak İsyanı ve Ahi Evren ile ilgisi”, (Baba İshak İsyanı…) Diyanet Dergisi, XVIII/2, (1979), s. 70-78. Ayrıca bkz. aynı yazar, M. Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilâtını Kuruluşu, (Ahi Evren…), Konya 1991, s. 84.
[21] İbn Bibi, T., s. 498-504; Aksarayî, s. 34; Bar Hebraeus, II, s. 539-540; A. Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, İstanbul 19962; Ayrıca bkz. Bayram, “Baba İshak İsyanı.” s. 71.
[22] İbn Bibi, T., s. 524-527; İbnü’l-Adim, Tarih-i Haleb, III, Damas 1958, s. 225-226; Bar Hebraeus, II, s. 406, 407.
[23] Bayram, Ahi Evren. s. 84, dipnot 42.
[24] İbni Bibi, T., s. 640-643; Aksarayî, s. 81.
[25] Aksarayî, s. 74.
[26] Ayrıntılı bilgi için bkz. N. aymaz, Muinü’-d-din Süleyman Pervane, Ankara 1976.
[27] Bayram, Ahi Evren., s. 121-122. Öyle ki Arap Coğrafyacısı İbn Said’e göre göç dalgası ile “Uç” bölgelerinde Denizli havalisinde 200.000 çadır, sağ kol “Uç” Beylerbeyinin merkezi olduğunu bildiğimiz Kastamonu çevresinde 100.000 çadır Karabuli adı ile geçen Ankara’nın kuzeyindeki dağlık bir bölgede, 30.000 hâne çadır Türkmen nüfusu vardı. Türkmenlerin geniş aile tipini temsil ettikleri göz önünde tutulacak olursa, Denizli “Uç”unda 2 milyon; Kastamonu “Uç”unda 1 milyon, Ankara çevresinde 300 bin kişi yaşıyordu demektir. Bu da toplam 3 milyon 300 eder. Bkz. İbn Said, Kitâbü’l Coğrafiyye, (neşr. İsmail el-Arabî), Beyrut, 1970, s. 185; krş. P. Wittek, Menteşe Beyliği, Ankara 1986, s. 15-17.
[28] M. Cevdet, Zeyl ala fasl “al-ahiyya el-fityân et-Türkiyye” fi er-rıhleti İbn Batuta, İstanbul 1932, s. 246;. Akyurt, a.g.y., s. 4; Öney, a.g.e., s. 111-112. Vdd.
[29] Bkz. Esterâbâdî, Bezm u Rezm, İstanbul 1928, s. 367-368.
[30] Ankara Belediyesi Dergisi (ABD) (Ocak, Şubat, Mart 1959), s. 53.
[31] F. Sümer, Yabanlu Pazarı, İstanbul 1985, s. 8.
[32] H. Zübeyr Koşay, Ankara Budun Bilgisi, Ankara 1935, s. 257-265.
[33] A. Cemal, Ankara (Vilayetimiz), İstanbul 1932, s. 10.
[34] Ş. Kutlu, “Ankara Ekonomisi”, ABD., 22/1959, s. 24.
[35] Ö. Ergenç, a.g.e., s. 99; Rıfat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, Ankara 1984, s. 228-229.
[36] Şimdiki Polatlı.
[37] Tapu Kadastro Genel Müd. Kuyûd-ı Kadîme (TKKK), Evkâf Defteri (ED), 558 (1571), s. 142b; Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Defteri (TD), 979 (1571) No. 1123, s. 158a.
[38] TKKK, ED, 558 (1571) s. 146a. (Vakf-ı cami’-i Bacı).
[39] BOA, TD, 979 (1571) No. 1123, s. 62a, (Vakf-ı Ahi İklim Hatun nâm kimesne kendu canıçün on bin nakd akça vakf idib. ), Cevdet, a.g.e., s. 245.
[40] Ergenç, a.g.e., s. 98.
[41] Erzincan (332000); Erzurum (222000); Niksar (187000); Kayseri (140000); Toz ağaç (90500 dinar) şehirlerinden sonra en çok vergi, Ankara’dan alınmaktadır (72000 dinar); Togan,: “Moğollar Devri’nde Anadolu’nun İktisadî vaziyeti”, Türk Hukuk İktisat Mec., I/1931, s. 20.
[42] W. Hınz, “Ortaçağ Yakın-şarkına ait vergi kitabeleri”, (terc. F. Işıltan) Belleten (1952) XIII/52, s. 776.
[43] M. Bayram, Şeyh Evhadü’d-din Hâmid el Kirmânî ve Evhadiyye Hareketi (Evhadü’d-din), Konya 1999, s. 109. dipnot 99; (El-Velduşşefik, Fatih Süleymaniye Ktp., 4519, yp. 119b).
[44] Menakibu’l-Arifîn, I, (Yay. Tahsin Yazıcı), Ankara 1985, 256-257, 550-551; Ayrıca bkz. Bayram, Evhadü’d-din., s. 109, dipnot 100.
[45] Menakibü’l-arifin, I, 28.
[46] Menakibü’l-arifin, I, 229.
[47] Gös. Yer.
[48] Kırşehir Müzesi’nde bulunan Ahi Sinan b. Ahi Mesud’un Farsça Şecere-nâmesi, 66, 67. Satır.
[49] Ahi Şerafeddin Osman 789/1387 de ölen Ahi Şerafeddindir. Bkz. Galip, Ankara II, s. 19; A. B. Gölpınarlı, İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynakları, İstanbul 1956, s. 96.
[50] BOA, TD, (979) No: 1123, s. 38a, 43a, 43b, 70b, 71b, 68b, 87a, 88a, 89b, 152a, 126b; Ankara Evkaf Defteri (AED), İstanbul Belediye Ktp. (918), No. M: C. O. 116/5, 20, s. 140b, 141b, 112, 76a, 77ab, 78a, 49b, 29b, 27ab, 28b, 23a; BOA, TD, 937, No: 438, s. 372b, 388b, 379a; TKKK, ED, (979) No: 558 s. 32a, 39b, 108a, 142b, 40a, 134b, vs’de bilgiler bulunmaktadır.
[51] Öney, a.g.e., s. 112; Galip, Ankara II, s. 13, 15, 16, 18, 21.
[52] Bkz. 75-76-77. Dipnot.
[53] Bkz. Oral, a.g.m., s. 51.
[54] Aynı dönemde bütün Ahilerin reisi ise Ahi Sinaneddin Aksarayî’dir. Kırşehir Müzesi’nde sergilenen Ankaralı Ahi Mesut oğlu Ahi Sinan adına düzenlenen 1471 tarihli Farsça şecerenâmeye göre.
[55] Cevdet, a.g.e., s. 245; Evliya Çelebi (Seyahatname, Hz. M. Zillioğlu) IV, İstanbul 1970, s. 216; Ahi Hüsameddin Efendiden Ahmed Sarbanî’nin halifesi olarak bahsetmektedir. Bu konuda ayrıca bkz. A. Gölpınarlı, Melâmilik ve Melâmiler, İstanbul 1931, s. 71.
[56] BOA, TD, (979) No: 558, s. 70b, 71a, 152a,; AED, İstanbul Belediye Atatürk Ktp. (İBAK) (918) No. M: C. O. 116/5, s. 112b, 49b, 40b; BOA, TD, 937, No: 438, s. 360b, 372b; BOA, Mad, 867/1462, No. 9, s. 65b; TKKK, ED, (979) No: 558, s. 134b, vs.’de bilgiler bulunmaktadır.
[57] Öney, a.g.e., s. 82.
[58] Galip, Ankara I, s. 50; Konyalı, a.g.e., s. 103.
[59] Cevdet, a.g.e., s. 242; Edhem, a.g.m., s. 312-315; A. Tevhid, “Ankara’da Ahiler Hükümeti”, TOEM, 119/1329, s. 1202-1204.
[60] Cevdet, a.g.e., s. 243.
[61] V.G.M.A., 225, 2/1, sn. 3103 (1392/m).
[62] Bu mecmuanın içinde 727h/1326’da istinsah edilen bu mecmua içinde Ahi Evren’e ait üç eser de bulundurmaktadır.
[63] Galip, Ankara II, s. 19. No: 26.
[64] AED, İBAK, M. C. 116/5, 918/1530, s. 112.
[65] BOA; Mad., TD., No: 9 (867); BOA; TD., No: 558.
[66] BOA Mad No: 9 (867) s. 35b; BOA Mad No: 9 (867) s. 36a; BOA Mad No: 9 (867) s. 97b; BOA Mad No: 9 (867) s. 98b; BOA Mad No: 9 (867) s. 97b.
[67] Cevdet, a.g.e., s. 243’de yayınladığı tomardan.
[68] Hadikatü’s-selâtin, TTK, Ktp. Yazmalar Böl. No: 21 (970/1562) vr. 50a-50b.
[69] Köprülüzâde Mehmed Fuad, Halil Edhem, P. Wittek bütün itirazlara rağmen bu fikri benimsemiş gözükmektedirler. Ayrıntı bilgi için bkz. M. F. Köprülü, “Ankara ve Ahiler”, Hayat, I/21 (1927), s. 402-403; aynı yazar, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 214-215; aynı yazar, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 19862, s. 157; Edhem, a.g.m., s. 312-315; Wittek, “Zur Geschichte Angoras.”, s. 329-324; aynı yazar “Zur Geschichte Angoras, trc.” 49/(1937), s. 133-134; O. N. Ergin, Mecelle-i Umur-i Belediyye, I-V, İstanbul 1922-1338, s. 550; B. Darkot, “Ankara”: “Ankara”, İA, I, 450; A. Galanti, Ankara Tarihi, I, s. 6-8. Vdd.
[70] İbn Batuta, Seyahat-nâme-i İbn-i Batuta Seyahat-nâme (terc. Mehmet Şerif), II, İstanbul 1333-1335, s. 354.
[71] Ahmed Eflâki, Menâkıbu’l-arifin, (nşr. T. Yazıcı), II, Ankara 1976, 485-486. Daha sonra yeniçerilerin giydikleri beyaz serpuş (Ak börk) menşeî bu olmalıdır. Bkz. Köprülü, Kuruluş, s. 132, 133. Bu Ak börk Denizli Uç Beyi Ahi Mehmet Bey’in başında görülmüştür. Eflâkî bunu Mehmed tarafından icad edildiğini söylüyorsa da bu doğru değildir. Ak börk ilk defa Kayseri’deki “Külah-duzlar Çarşısı’ndaki Bacılar tarafından imal edilmiştir. Bkz. M. Bayram, Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum, (Anadolu Bacıları Teşkilatı), Konya 1987, s. 50-53.
[72] Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş I, İstanbul 1970, s. 302, not 776; aynı yazar, a.g.m., s. 20.
[73] İbn Batuta, s. 354-356-357.
[74] Said Nefisî, Tarih-i Nazm u Nesr, II, Tahran, 1341/1922, s. 733.
[75] Bkz. 44. Dipnot.
[76] Bkz. 15. Dipnot.
[77] A. Tevhid,: “Beni Ertena”, TOEM, V/25, s. 16; H. Hüsameddin, Amasya Tarihi, III, İstanbul 1927, s. 40, 63, 65; K. Göde, Eratnalılar, Ankara, 1994, s. 79-85.
[78] H. Hüsameddin, a.g.e., III, s. 44; Tevhid, “Benî Ertana” s. 18; Göde, a.g.e., s. 85-87.
[79] Ankara’nın 1362 Martı’ndan evvel henüz Osmanlılar tarafından alınmadığı bilinmektedir. Bir ara 1354’de ilk defa Süleyman Paşa Ankara’ya bir sefer yapmış şehri hâkimiyeti altına almıştı. Bkz. Wittek, “Zur Geschichte Angoras…”, s. 347. Eratna’nın küçük oğlu Nasıreddin Mehmed Bey babasının yerine Sultan oldu ise de, H. 754 sonları veya 755 yılı (1354) başlarında kardeşi, Cafer, Kayseri’de beyliğini ilan etti. Karaman oğlu Süleyman, Mehmed Beyi destekledi (H. Hüsameddin, a.g.e., III, s. 48-49; Göde, a.g.e., s. 90-91. Burada Gıyaseddin Mehmed’den bahsedilmektedir.). A. Şeref, Tarihî Devlet-i Osmaniye, I, İstanbul 1315, s. 156, 289.; M. Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İctimaî Tarihi, I, Ankara 1999, s. 156, 289. M. Akdağ burada “Eratnalı Vali Hacı Kutluşah Konya’yı alırken (1384), Osmanlılar da Ankara’yı aynı tarihte aldılar” der. Hacı Kutluşah’ı Orhan Gazi’nin müttefiki olarak gösterir. M. T. Gökbilgin, “Orhan” İA, X, s. 403; Şikarî, s. 93. Ankara’nın Orhan zamanında fethedilmiş olduğuna dair şu resmî kaydı sunalım: “Ayaş’ta Ahi Bayezid çiftliği, kadimü’l eyyamdan vakf olagelmiş, elinde merhum Orhan Bey ve Gazi Hüdavendigar ve Sultan Muhammed bitileri vardır. El hâletü hâzihi Ahi Bayezid oğlu Ahi Elvan vakfiyet üzere mutasarrıftır.” BOA, Mad (867/1467), No. 9, s. 65b; BOA, TD, (979/1571) No. 1123, s. 158a; İBAK, (918/1512). M. C. 116/5, s. 112a; Ayrıca bkz. M. Akdağ, “Ankara Sultan Alâeddin Camii Kapısında Bulunan Hicrî 763 Tarihli bir Kitabenin Tarihî Önemi”, TV, 1-3/(1961), s. 372; H. İnalcık, “Edirne’nin Fetni”, Edirne’nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 154, 155, 156; Krş. Galip, Ankara I, s. 47, vdd.
[80] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, 160-161; Wittek, Osmanlı İmp. Doğuşu, İstanbul 1947, s. 56; Neşrî, Kitab-ı Cihan-nüma, (Yay. F. Reşit Unat-M. Altay Köymen) Ankara 1995, s. 193; Neşrî, (neşr. F. Taeschner) Münster 1951, s. 80; Müneccimbaşı, Camiü’d-düvel, (Yay. Ahmet Ağırakça) İstanbul 1995, s. 104; Tacü’t-tevarih, I, (Haz. İ. Parmaksızoğlu), Ankara 1992, s. 109-111. Süleyman Paşa’nın Ankara’yı fethini kaydetmemişlerdir.
[81] Akdağ, a.g.m., s. 372, levha II; Krş. Galip, Ankara I, s. 47.
[82] Evliya Çelebi, Seyahat-nâme, II, s. 224.
[83] H. Hüsameddin, 762 tarihini verirse de, Sivas’da yazılmış çağdaş bir takvim, (O. Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, Ankara 1954, s. 72) 759 tarihini verir.
[84] H. Hüsameddin, Amasya Tarihi, III, s. 64-65. O bu bahiste Müneccimbaşı’nın Câmiu’d- duvel’ini ve bizim tayin edemediğimiz kaynakları kullanmaktadır.
[85] Ancak o, Orhan’ın ölüm tarihini 761 Recebi (Kasım 1359) olarak gösterir. Kısa Bizans kroniği P. Charanis, “An important Short Chronicle of the Fourteenth Century”, Byzantion, XIII (1938), 335-62; 1362 yılında büyük bir veba salgını olduğunu ve o yılın Mart ayında (m. 1362/Mart) Orhan’ın öldüğünü yazar. Charanis, bu tarihi başka kaynaklarla, M. Vilani’nin çağdaş İtalyanca kroniği ve Ankara Alâeddin camii kitabesiyle karşılaştırarak teyit etmektedir. Başka bağımsız bir kaynak olan Zeynu’l-Müneccim’in h. 773 tarihi takviminde (O. Turan, Tarihi Takvimler, s. 72) Orhan’ın ölüm tarihi olarak H. 763 yılı (31 Ekim 1361-21 Eylül 1362) gösterilmiştir. Alâeddin camii kitabesi için bkz. Akdağ, a.g.m., s. 366-373; İnalcık, “Edirne’nin Fethi” s. 138, 139, 140.
[86] Uzunçarşılı, bu seferin tarihi olarak bir yerde 1363 başka bir yerde 1362 tarihini verir. (Osmanlı Tarihi, I, 164-165, not 2) Sivaslı Zeynu’l-Müneccim’in takvimi (Turan, Tarihi Takvimler, s. 72) Eratna oğlu Mehmet Bey’in Ankara üzerine gitmesini H. 765 Şevval sonlarında (1364 temmuz sonları).
[87] BOA, MAD, No: 9, s. 35b, 36b, 56b, 65b, 69b, 70a, 77b, 97b, 98b, 143a, 144b, vd.
[88] Bkz. 64. Dipnot.
[89] İnalcık, “Edirne’nin Fetni”, s. 138.
[90] Bkz. Neşri, (nşr. Taeschner) I, s. 87, 144; H. Hüsameddin’e göre a.g.e., III, s. 142-145. İlk vali 788’de Şehzade Yıldırım Bayezid, ilk beylerbeyi 789’da Devatdâr Ahmed Paşa’dır. Bölgenin Rum vilayeti şeklinde adlandırılması hakkında bkz. P. Wittek, Le Sultan de Rum, Annaire de I’Institut Oriental, IV, Brüksel 1938.
[91] Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma, I, (Yay. M. Altay Köymen-F. R. Unat), Ankara 1995, s. 192-193.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.