Anadolu Selçuklu Ve Beylikler Dönemi Sikkelerinde Görülen Geçme Motifler
Orta çağda, kültür ve sanat politikalarının, sanat etkileşimlerinin, inançların ve düşüncelerin ışığı altında meydana getirilen zengin süslemeler, figüratif ögeler, bitkisel bezemeler, yalnızca sivil ve dini yapılarda, el sanatlarında kullanılmamış, sanat dilimlerinden birini oluşturmasına rağmen bugüne kadar gözardı edilmiş olan sikkelerde de yerlerini almışlardır.
Türk sanatında gördüğümüz geometrik kompozisyonların değişik malzemelerde farklı tekniklerle yapıldığını, bazı desenlerin ise belirli malzemelere göre geliştirildiğini, sikkelerin de bu sanat ögelerinin kullanıldığı malzemelerden birini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ne yazık ki diğer malzemelerdeki çalışmalara imzalarını koyan sanatçıların sikkelerde bu uygulamayı sürdürmemeleri, sikke tasarımcılarını, sanatçılarını tanımamızı olanaksız kılmıştır. Aynı süslemelerin farklı malzemelerde bulunması, bu desenlerin aynı nakkaşlar tarafından çizilerek, ayrı malzeme ustalarınca, bölgesel özelliklere göre uygulandığı, aynı motiflerin sikkelerde de bulunması, sikkelerin de bu nakkaşlar veya sanat ekollerince tasarlandığını düşündürmektedir.
Ortaçağ tarih sahnesinde yer alan, özellikle de Doğu ve Orta Anadolu’da kurulan beyliklerin sikkelerinde, insan ve hayvan figürleri, bitkisel bezemeler kullanılmış, Batı ve Güney bölgelerinde yer alan beyliklerin sikkelerinde ise sadece geometrik süslemeler ile kompozisyon düzenlemelerine gidilmiştir. Ortaçağın son dönemlerinde ise geometrik motifler karekteristik bir özellik kazanmıştır. Bu özellik Osmanlı’nın ilk dönem sikkelerinde de devam etmiştir.
Anadolu Selçuklularının, Artukoğullarının (Örnek 1), Danişmenoğullarının, (Örnek 2), Saltukoğullarının (Örnek 3), Mengücükoğullarının (Örnek 4) sikkelerinde mitolojik konular, insan ve hayvan figürleri, rumi ve palmetler, yıldızlar, geometrik motifler, geçmeler, münferid olarak veya kompozisyonlar halinde bulunmaktadır. Aynı dönemi paylaşan diğer beyliklerde ise Menteşeoğullarında (Örnek 5), Hamidoğullarında (Örnek 6), Eşrefoğullarında (Örnek 7), Germiyanoğullarında (Örnek 8), Karamanoğullarında (Örnek 9), İsfendiyaroğullarında (Örnek 10) zengin kompozisyonlar, geometrik motifler, yıldızlar ve geçmeler sikkeleri süslemektedir.
Artukoğulları sikkelerinde, daha ziyade mitolojik konuların hakim olduğu figürler veya motifler görülürken (Örnek 11), Anadolu Selçuklu sikkelerinde atlı hükümdarlar (Örnek 12), aslanlar, bitkisel bezemeler, Rumî ve palmetler, yıldızlar ve birkaç örnekte de olsa görebildiğimiz Rumîlerle birlikte veya tek olarak kullanılan geçme motifleri bulunmaktadır. (Örnek 13-14-15), (Çizim 1).
Geometrik süslemelerin ortaya çıktığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Ancak her kültürde görülür. Yapılarda İslam öncesinde, Yakın ve Ortadoğu İslam sanatlarında sistematik ve geometrik kompozisyonlar halinde hem iç hem dış tezyinat olarak kullanılmıştır. Platon ve bazı diğer filozoflar geometrik motiflerin, psikolojik nedenlerin sonucu ortaya çıktığını düşünmekte ise de geometrik şekillerin zengin teknik, geometri, cebir ve diğer matematik bilgilerine dayandığı muhakkaktır.[1]
Geometrik düzenlemelerde, tekniğinin dışında, benimsenen ikinci görüş ise sembolizm yönüdür. Bunların totem, büyü gibi özel anlamlar taşıdığı, manevi kuvvetlere dayandığı, ritüel şekillerin, dini ve mistik tasavvurların varlığından söz edildiğidir. Bu görüşlere dayanarak, Türk-İslam kültürünün yayıldığı Anadolu topraklarında, geometrik kompozisyonlar, değişik malzeme ve tekniklerle, ana ilkeleri aynı olmakla birlikte, farklı bölgelerde, değişik üsluplarla kullanıldığını, bölge farklılıklarının ise, işleme tarzından kaynaklandığı söylenebilir.
Geometrik formların her malzemede ayrı bir biçimde işlendiği göz önüne alınırsa, sikkelerde görülen geometrik form ise, “geçme”, “örgü” veya “düğüm” denilen ve bugün tipolojik isminin daha tam olarak oturmadığı şekildir. Geçmeler, geometrik düzenlemelerin bir grubunu oluşturmakta ve deyim olarak da daha çok birbirine halkalanan kapalı formlar diye tarif edilmektedir.[2]
Dünyanın en eski motifi olan geçmeler, altan ve üsten birbirlerini saran şeritlerin devamlılığı ve kesilmeden akışı ile meydana gelir. Şerit sayısı üç de olabilmektedir. Hititler’de, Doğu sanatlarında rastladığımız geçmeler Kelt ve Germen kavimlerinde önemli bir yere sahip olmuştur.[3] Hititler’de, özellikle de mühürlerde dekoratif anlamda kullanılmıştır (Örnek 16). Anadolu Selçukluları ile beyliklerin sikkelerinde kullanılan bu geçmeler bol ve zengin çeşitleri ile Selçuklular döneminde varlıklarını olağanüstü bir şekilde taş, ahşap, çini, tekstil, maden gibi sanatlarda, sivil ve dini yapılarda, yaygın olarak da taş malzemede göstererek en güzel örneklerini vermiştir. Yıldız Demiriz’in çeşitlerini numaraladığı geçmelerden özellikle de kitap sanatında tezhip olarak kullanılan 3 / 08 nolu örnek ile taş malzemede kullanılan 3 / 02 nolu süsleme, Ahlat Bayındır Kümbeti, İbni Tolun Camii, Zazadin Han gibi yapılarda bulunmaktadır ki,[4] bu geçme örneklerinin bir fragmanı alındığında sikkelerdeki örneklere yakın benzerliği görülmektedir (Çizim 2).
Sikkelerdeki geçme motifleri, mimari ve el sanatlarından farklı bir biçimde kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu sikkelerinde Semra Ögel’in[5] yürek diye adlandırdığı üç gözlü geçmeler, iki yandan uzayan kollarla Rumî motifi meydana getirmekte, geçme ise burada gövde olma özelliğini taşımaktadır[6] (Çizim 3). Selçukluların ve beyliklerin sikkelerinde üç gözlü geçmenin dışında beş veya sekiz gözlü geçmeler de kullanılmıştır (Örnek 5-8).
Selçuklularda sade olarak üç gözlü rumili veya beş gözlü abartmasız olarak kullanılan geçmeler, beyliklerde daha gösterişli, uçları mızrak veya “fleur de lijs” ile bitmektedir.
Sikkelerde görülen geçmeler aynı zamanda tıp amblemi olarak da sembolize edilmektedir. Zaman zaman “Sadet Düğümü” olarak da adlandırılan bu formun sırf döneminin moda süslemesi olarak kullanılmadığı, bu tip geçmelerin bu ismi almasının altında da mistik ve mitolojik bir anlamın yattığı tahmin edilmektedir. Sikkelerdeki geçme motifi yılan veya ejder motifi için en yakın şekil olarak görülmektedir. Celâl Esad Arseven’in “Les Art Decoratifs Turcs” kitabında örneğini verdiği Çankırı Darüşşifası’nın portalinde (Örnek 17) bulunan ve yılan geçmesi biçiminde zoomorfik (tıp amblemi) figürü örneği, Roma sanatında kullanılan yılan veya ejder ile, Selçuklu ve Sümer sanatında kullanılmış olan çift yılan[7] sembolleri (Örnek 18a-b) sikkelerdeki geçmelerle fevkalede benzerlik göstermektelerdir (Çizim 3).
Geçmeler ve diğer geometrik düzenlemelerin sürekli ve belirgin tutarlı olarak kullanılması ve gelişmesi XI. yüzyılda Anadolu’da olmuştur. Anadolu’ya ise Türklerle geldiği, Gazneliler ve Karahanlılardan büyük Selçuklulara, oradan da Anadolu’ya ulaştığı tezi en kuvvetli olanıdır. Ayrıca bu devletlerin Anadolu Selçukluları için öncü tezyinatı olarak işlev gördükleri bilinmektedir.[8] Aynı motifin, Orta Asya sikkelerinde ve Karahanlılarda da görülmesinin tesadüfi olmadığını, bu süsleme ögesinin inançlardan kaynaklanan, mitolojik ve manevi değerlerler taşıdığı kanaatini kuvvetlendirmektedir (Örnek 19), (Çizim 4).
Konya Kalesi’nden gelen ve bugün Konya İnce Minareli Medrese Müzesi’nde bulunan çift başlı ejderin ortada üç gözlü geçme motifi görünüşündeki şekli ile başların bulunduğu kolların yanlara kıvrım yapması örnek 14’teki geçme ile aynı görünümdedir (Örnek 18). Burada, sadece Rumî kıvrımları yerine ejder başları yer almıştır.[9] Bu motifler çok az farklarla mitolojik veya manevî değerlerle, değişik kültürlerde ortak biçim karekteri göstermektedir.
Gönül Öney, Diyarbakır Kalesi Urfa kapısı Ejderi ile (11843-4) (Örnek 20) Konya Kalesi’ndeki ejderlerin düğüm yapmış gövdeleri örneklerinde de olduğu gibi, Selçuklularda görülen ejder motiflerinin özellikle taş kabartmalarda gövdelerin düğümler meydana getirerek uzadığını, ejderin düğümlü gövdesinin ise Ay ve Güneş tutulmasına işaret ettiğini belirtmektedir. Mitolojiye göre ejderin gövdesindeki düğümler Güneş ve Ay tutulmasının sembolü olduğu gibi, ejder bunun dışında evreni, kainatı, su, yağmur, bereket, kötülüklerle mücadelenin sembolü, yer altı karanlığının ifadesi olarak da görev üstlenmektedir. Bazen de, sagatarius sembolü olup burçlarla ilgisi anlatılmakta ve iki başlı olmasından dolayı da başının ikizler, kuyruğunun ise yay burcunu temsil ettiği ifade edilmektedir. Hatta Orta Asya’da, gök kubbenin idaresinin ejder çiftinin idaresine bağlı olduğu inancı yaygındır. Ay ve Güneş sembolleri ile birlikte kullanılması ise astrolojik anlamından başka, daha fazla “ışık yutan hayvan” olarak mitolojik anlamı taşıyarak ve gece-gündüz, ay-güneş gibi zıtlığa da işaret etmektedir.[10] Yılan, aslında fantastik bir figür olmamasına karşın, ejderha ile özdeşleştirmesinden dolayı önem kazanmaktadır. En erken kültlerde dahi yılan görülmektedir. Örneğin, Hititlerde takım yıldızı, antik çağ kahramanlık mitlerinde, Mısır horus-kartal resimlerinin başında, Nordik Midgard yılanında, Azteklerde Quatzalcoatl, Çinlilerde ve Uzak Doğu’da suların ilk sakinleri ve yağmur yağdırdıkları için de gökyüzünün sakinleri gibi manevi değerlendirilen yılan betimlerine rastlanmaktadır.[11]
Ejdarha, yılan Dünya’nın yaratılışında katmanları saran bir işlevsel görev de (Örnek 21) üstlenmişdir.[12] Esasında, yılan betimi evrensel olup bütün dönemlerde ve kültürlerde bulunur. Manevî yükleri ile sikkelerde de yer alması olanaksız değildir. İster dekoratif süsleme, ister manevî değerli olsun, serpen figürü İslâm sanat eserleri arasında önemli bir yer işgal etmektedir. Eski Türkçe metinlerde, evren olarak isimlendirilen yılan, eski Türk kavimlerinde, hem su kaynaklarını hem de bulutları temsil ettiği için astrolojik olarak da nitelendirilir. Çin ve Uzak Doğu’da, uçması dolayısıyla gökler alemiyle ve mevsimlerle irtibatlandırılıp, bolluk ve bereket sembolü sıfatı da alan ejder[13] Orta Asya ve Uzak Doğu ikonografisinde de çok önemli bir rol oynamıştır. Türklerle Anadolu’ya geçen bu inanışın sihir ve büyü bozmak, nazarı kesmek gibi güçlerinin yanı sıra, hastalıklara karşı olağanüstü koruyucu gücüne de inanış, Anadolu geleneklerinde yerini almıştır. Ejder başlı çörtenler de bu inanışların göstergesi olarak yapılmıştır.
Anadolu Selçuklu Şifahanelerinde bu motif sağlık ve mutluluk olarak, tıp amblemi sembolünü simgelemektedir (Örnek 22).
Eski Türklerin, çok tanrılı dönemlerinde evrenin, birbirine sarılmış erkek ve dişi yılanın birleşmesinden ortaya çıktığına inanılmaktadır. Evren ve hayat ağacı yani hayat, sağlık ve mutluluk, birbirine düğümlenmiş iki yılanla sembolize edilmektedir.
Eski Yunan ve Roma’da, Tıp Tanrısı “Aescculapius” da asasına yılan sarılı bir sembol taşımaktadır.[14] Ayrıca, Helenistik astrolojisinde de sekizinci gezegen “Cauzehar” olarak kabul edilmektedir.
Bütün bu düşünce ve inançlar da gösteriyor ki Anadolu’da motifler yalnızca dekoratif öge olmasının ötesinde kozmik ölçüler içinde plânlanmış, belirli semboller halinde eserlerde yer almış, onları kötülüklerden korumak, muhafaza etmek, bolluk-bereket anlamında da kullanılmışlardır.
Semra Ögel de çift yılanların evrensel simge karakterinin, kozmik düzen imgesini zenginleştirdiğini, bereket simgesi olmakla birlikte zıt güçlerin ve yer altı güçlerinin göstergesi olduğunu söylemektedir. Ejder veya yılan, gökkubbe ile ilgili olarak ay, güneşi; burçlarla ilgili olarak , hayat ağacının koruyuculuğu görevlerinin dışında Asya kaynaklarında da hükümdarla özdeşleştirilmişlerdir. Selçukluların yapılarında da, evren-hükümdar ikilisi imgesinde kullanıldığı düşünüldüğüne göre[15] “Neden sikkelerde de bu anlamda kullanılmasın?” sorusu akla gelmektedir.
Bütün bu araştırmalar bize diğer sanat eserlerindeki tasarımların, çağının ve ait olduğu madeniyetin ayrılmaz bir parçasını oluşturan sikkelerde de aynen uygulandığını göstermektedir. Sikkelerde görülen geçmelerin İç Asya kaynaklı olabileceği görüşünü, Karahanlı sikkeleri (Örnek 19) ile Selçuklu sikkelerinin (Örnek 15) mukayeseleri kuvvetlendirmektedir. Ancak Beylikler döneminde daha çok gözlü örgü motifli geçmeler kullanılmıştır ki, bu örneklerde tamamıyla Moğol ve İlhanlı sikkelerindeki örnekleriyle çakışmaktadır. Bu da Moğol istilasının Anadolu’daki bariz tesirini ortaya koymaktadır (Örnek 23-24-25).
Sikkelerde kullanılan geçmeler Anadolu Selçuklu sanatında taşa uygulanan ile farklılık göstermektedir. Ancak Çankırı Darüşifaiyesi’ndeki yılanın örgü motifi ile sikkelerdeki geçmeler aynı biçimi göstermektedir. Dolayısıylada sikkelerde görülen geçmelerin dekoratif amaçlarla da kullanılmış olabileceği ihtimalinin yanısıra asıl anlamının bereket, hükümdarlık simgesi olma olasılığı daha imkân dahilinde bulunmaktadır.
İncelemelerde de görüldüğü gibi taşa uygulanan geçmelerin düğümlü fragmanın, sikkelerde yansıma bulması, çağının bulunduğu tasavvufî düşüncelerden ve sanat etkileşimlerinden kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki sikkelerde görülen geçmeler yalın geometerik süsleme ögesi değildir. Eski çağlardan beri bolluk bereket sembolü olarak tarih sahnesinde görülen yılanın kıvrımlarının düğüm şeklindeki fragmanın sikkelere işlenmesi çok daha gerçekçi olmaktadır. M.Ö. 3500 yılında Meksika’da yaşayan Ölmeklerin tanrıları tüylü yılandı. Bolivya’da yaşayan Mayaların kutsal metinlerinde yılan bilgelik sembolü, piramitlerde bulunan bir duvar resminde üç başlı yılan üzerinde göğe yükselen bir insanın ruhunun temsili, Kamboçya’da Ankor tapınaklarında çok başlı yılan kabartmaları, Meksika’da Teodokovan’da tüylü yılan tanrıların bulunması hep aynı inanıştan kaynaklanmaktadır. Orta Asya’da, Çin’de, Meksika’da, Fransa-Laventa’da, Mısır’da, Anadolu’da ve dünyanın dörtbir yöresinde hem de birbirlerinden binlerce kilometre uzaklıktaki medeniyetlerde yılan betimlerinin, Tanrı, bolluk, bereket, güç, kudret gibi ortak simge taşıdığı göz önüne alındığında, sikkelerde de aynı gayelerle kullanıldığını, süsleme ögesinden daha anlamlı bir görevle şekil bulduğunu söyleyebiliriz.
Sanat Tarihçisi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 918-922