Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Ticaret Politikası

0 39.012

Yrd. Doç. Dr. Sezgin GÜÇLÜAY

Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşuyla, Anadolu’nun siyasi, sosyal ve iktisadi çehresinde büyük değişimler meydana gelmiştir. Türk fethinden önce Anadolu, Bizans-Arap, Bizans-Sasani mücadelelerine sahne olurken, uzun yüzyıllar süren bu mücadeleler, büyük nüfus kayıplarına, neticesinde de iktisadi darlığa sebep olmuştur.[1] Bizans merkezi otoritesinin zayıflaması sonucu, merkezi dinlemeyen adeta bağımsız hareket eden Bizans’ın Anadolu valileri ve diğer yöneticileri, halka büyük baskılar yapmışlardır. Yöneticilerin keyfi tutumları, Anadolu halkını idareden soğutmuştur. Öte yandan yüzyıllardan beri süregelen mezhep kavgaları, Bizans yönetiminin kendi halkına baskı ve şiddet uygulamasına, sürgünler yapmasına sebep olmuştur.[2] Bunun yanı sıra, Akdeniz ticaretinin Müslümanların elinde bulunması, Anadolu’yu dünya ticaret yolları dışında bırakmış ve bu ülke medeni sahada olduğu gibi, iktisadi alanda da bir sükût devrine girmiştir. Yalnız İslam hudutları içinde bulunan Doğu Anadolu, Bizans Anadolusu’na nazaran daha iyi bir durum sergilemekteydi.[3] İslam fetihleri neticesinde adeta bir İslam gölü haline gelen Akdeniz ile Avrupa’nın bağlantısı kopmuştur. Bu kopuş Avrupa’nın şehir hayatını ve iktisadi imkanlarını felç ettiği gibi, feodal toplumun oluşmasına da sebep olmuştur. Bu suretle yalnız Müslüman tüccarlarının faaliyet alanı olan Akdeniz ticaretinin istikameti, Orta Asya’dan Bağdat’a, oradan da Suriye limanları vasıtasıyla Afrika ve Endülüs limanlarına yöneliyordu. Anadolu asırlarca İslam memleketlerinde aranan kuzeyin kürklerinin ve devletlerinin ordularını besleyen ve yüksek sınıfların saraylarını dolduran köle ve cariyelerin ticaretinin yapılacağı en yakın ve tabii bir yol olmasına rağmen, İslamiyet’in yayılışı ve Bizans’ın kötü durumu nedeniyle bu değerli ürünlerin dağıtımının yapıldığı mevcut özelliğini kaybetmişti. Böylece İslam ülkelerine Anadolu’dan değil de Harezm ve İran üzerinden ürünler ulaşır olmuştur.[4] Yine XI. yy’a kadar aynı şekilde karayolları gibi deniz yollarının aldığı istikamet de Anadolu’yu ticari faaliyetlerin dışında bırakmıştır. Bütün bu olaylara bakıldığında Selçuklu öncesi Anadolu’nun kötü tablosu ortaya çıkmaktadır.

Böyle bir dönemde Anadolu’daki Türk fethi, Anadolu’nun iktisadi vaziyetinde beklenenin tersine olumlu tesirler bırakmıştır. Buradaki başı bozukluğu, otorite yokluğunu ortadan kaldırmıştır. Bizanslı valilerinin keyfi idarelerine ve halk üzerindeki baskılarına son vermiştir. Din ve Mezhep ayrılıkları ve kavgaları ortadan kalkıp genel bir emniyet hasıl olmuş, yapılan yeni yerleşmeler, yeni göçler ve Anadolu’nun harap olan kırsal alan ve şehirleri Türk fethiyle yeniden şenlenmiştir. Anadolu, Müslüman ve Hıristiyan kavimler arasında milletlerarası köprü vazifesi görerek, dünya ticaret yollarına açılmış iktisadi ve kültürel alanda zengin bir hale gelmiştir.[5] Yalnız şunu belirtmeliyiz ki, Anadoludaki bu değişim süreci gerek fetih hareketleri, gerekse Haçlı Seferleri[6] ve iç mücadeleler yüzünden bir asır gibi bir sürede ancak tamamlanabilmiştir. Yani Anadolu ve Türk Tarihi bakımından dönüm noktaları olarak kabul edilen Malazgirt Zaferi ile, ikinci dönüm noktası olan Miryekefalon Zaferi arasındaki devre, büyük ölçüde milletlerarası ticarete müsait değildi. Ancak II. Kılıçarslan zamanında dış ticaret için şartlar müsaid hale gelmişti.[7]

Anadolu’nun Selçuklu idaresiyle makus talihini yenişi ve yeniden siyasi ve iktisadi istikrara kavuşması, hiç şüphesiz ki Selçuklu’nun izlediği siyasi ve iktisadi politikanın bir neticesidir. Bu politikayla, Selçuklu hakimiyeti altında, Anadolu’da Türk birliğini kurmak; Devleti tabii sınırına ulaştırmak ve siyasi bütünlüğünü sağlamak; Selçuklu ekonomisini dünya ekonomisine açmak hedeflenmişti.[8] Selçuklu Devleti, bu noktalar üzerinde yoğunlaşarak büyük oranda hedefine ulaşmıştır.

Biz bu çalışmamızda, Selçuklu’nun ekonomik politikasının en önemli parçalarından biri olan, ticaret politikası üzerinde duracağız. Selçuklu Devleti Anadolu’nun sahip olduğu üstün coğrafyasına uygun bir politika sürdürmüş ve bu coğrafya, Selçuklu’nun takip ettiği politika neticesinde hak ettiği üstünlüğüne yeniden kavuşmuştur. Selçuklu’nun ticaret politikasını üç aşamada ele alabiliriz. Bunlardan ilk adım olarak, Anadolu’nun kuzeyden güneye, doğudan batıya doğru uzanan dünya transit ticaretinin önemli merkezlerinin fethedilmesi,[9] ikinci adım olarak siyasi istikrarı sağladıktan sonra, tüccar ulusları yeniden Anadolu’ya çekmek için yapılan ticaret antlaşmaları, üçüncü adım olarak da, Anadolu’nun iktisadi canlılığına uygun verilen alt yapı hizmetlerinin. Şimdi bunları sırasıyla ele alalım:

I. Ticari Hedeflere Yönelik Fetihler

Tarih boyunca bütün devletler iktisadi menfaatlerinin tahakkuku uğruna fetihler yapmışlar, yayılma hedeflerini fetih hareketlerini bu miğfere oturtmuşlardır. Selçuklular da bu genel kaideden farklı düşünmemişler, tabii olarak fetih hareketlerini hayat alanları olan iktisadi güç kaynaklarına veya bu kaynaklara giden stratejik yollara yöneltmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti’nde bunun ilk örneğini veren sultan, Süleymanşah olmuştur. Süleymanşah, Akdeniz’in önemli ticaret ve kültür şehri olan Antakya’yı 12 Aralık 1084 yılında, kaleyi de 12 Ocak 1084’de Hıristiyanların elinden alarak, Türk hakimiyetine geçirmiştir.[10]

Selçuklu sultanlarından Gıyaseddin Keyhüsrev’in de fetih politikası bu doğrultuda olmuştur. Asya’dan gelip Karadeniz ve Avrupa’ya ulaşan uluslararası transit ticaret yolunun önemli şehirlerinden biri olan Samsun’u yeniden Türk hakimiyetine geçirerek Asya-Avrupa transit ticaret yolunu güvence altına almıştır.[11] Siyasi ve ticari açıdan oldukça önemli olan bu fethi gerçekleştirdikten sonra, bir grup tüccar gelerek, Avrupa ve Mısır’dan gelen ticaret gemilerinin uğrak yeri olan Antalya’ya geldiklerinde, Frenkler tarafından mallarına el konulduğunu ve hakaret gördüklerini bildirerek bu duruma bir çözüm istemişlerdir. Bu durum Gıyaseddin Keyhüsrev’e Antalya’nın Türk hakimiyetine geçmesinin zaruri olduğunu göstermiştir. Böylece fetih hareketine girişilerek 1207’de şehir fethedilmiştir.[12] Antalya’nın fethiyle Anadolu’ya Akdeniz’de bir kapı açılarak, ithalat ve ihracat emniyet altına alınmıştır. Ticaretin ve siyasi hedeflerin bir tutulduğunun göstergesi olarak da burası aynı zamanda Türk donanmasının üssü haline getirilmiştir. Böylece Antalya’nın fethiyle Akdeniz’e açılan Selçuklular, Mısır’dan ve Akdeniz’in diğer bölgelerinden gelen deniz yolunun önemli bir limanını elde etmiş oluyorlardı.

Bu yollar Antalya’dan Konya-Kayseri-Erzincan üzerinden Tebriz’e Konya-Ankara üzerinden Samsun ve Sinop’a ulaşmak suretiyle Karadeniz’e ve Karadeniz ötesine ulaşıyordu. Beyşehir, Eğridir, Afyon üzerinden de Bursa ve Bizans’a ulaşıyordu. Dolayısıyla Antalya’nın fethi Selçuklular’ın sadece iktisadi değil, aynı zamanda siyasi bakımdan da önemli bir konuma yükselmelerine vesile olmuştur. Bununla Selçuklular Akdeniz’de bir güç olduklarını da göstermişlerdir. Bilahare Ayas’ın fethiyle bütün Anadolu’nun Akdeniz kesimi Selçuklu hakimiyetine girmiş oluyordu.[13]

Selçuklular’ın Akdeniz’le teması sağlanırken, hiç şüphesiz ki özellikle Asya ticareti için can damarlarından olan Karadeniz’de Selçuklu’nun hedefi olacaktır. Bu yöndeki fetihler ise Selçuklu sultanlarından İzzeddin Keykavus Dönemi’nde gerçekleştirilmiştir. İzzeddin Keykavus, uluslararası ticaret yoluyla doğrudan doğruya ilgili bulunan Sinop’un Selçuklu hakimiyetine alınması gerektiğine inanıyordu. Zira buranın, İznik ve Trabzon Rum Devletleri arasında bölge hakimiyeti uğruna sürdürülen çekişmeler yüzünden güvenliği bozuluyor ve ticaret yolunun işlerliği kayboluyordu. Bütün bu sebeplerden dolayı 3 Kasım 1214 tarihinde Sinop Selçuklu hakimiyetine geçerek, güvenli bir ticaret limanı haline getirilmiştir.[14] İzzeddin Keykavus şehrin ticari canlılığını sürdürebilmesi içinde Hıristiyan tacirlerle iyi ilişkiler kurabileceğine inandığı Ermeni asıllı Hetum’u vali tayin etmiştir.[15] İzzeddin Keykavus’un bu dönemde bütün Karadeniz şeridini ele geçirmeye gücü yettiği halde, Sinop’un fethiyle yetinmiş ve yönünü Akdeniz’e çevirmiştir. Bunun sebebi ise, Akdeniz’in önemli ihracat ve ithalat limanı olan Antalya’nın yerli Rumlar tarafından işgal edilmesiydi.[16] İzzeddin Keykavus Karadeniz’den hedefini Akdeniz’e yönelterek Antalya’yı yeniden Selçuklu hakimiyetine geçirmiştir (1216). İzzeddin Keykavus’un bu hareketi dahi, Selçuklu’nun fetih politikasının daha ziyade iktisadi güç kaynaklarına yönelik olduğunu göstermektedir.

Alaeddin Keykubat Dönemi ise, siyasi ve iktisadi başarıların zirveye ulaştığı bir dönem idi. İktisadi ve siyasi başarıya, Ermenilere, Rumlara ve Haçlılara ve özellikle de Suğdak’a (Kırım) yaptığı seferlerle ulaşmıştır.[17] Suğdak Seferi, Anadolu tacirleri ile İskenderiye-Antalya-Sinop yolunu daha emniyetli bulan Mısır tacirlerinin, Sinop merkez olmak üzere Güney Rusya ülkeleriyle yaptıkları ticareti emniyet altına almak amacıyla yapılmıştır.[18] Suğdak’ın ele geçirilmesiyle Selçukluların Karadeniz hakimiyeti sağlanmış ve bu şehir Moğolların işgaline kadar (1239) Selçukluların elinde kalmıştır.[19] Yine Alaeddin Keykubat Akdeniz’in önemli limanlarından biri olan Alanya’yı 1223’te fethederek, Selçuklu tersanesini de buraya inşa ettirmiştir.[20]

Yukarıda bahsettiğimiz bu fetih hareketleri bize Selçuklu sultanlarının siyasi sahada oldukları kadar iktisadi alanda ve özellikle de ticaretteki uzak görüşlülüklerini göstermektedir. Özellikle II. Kılıçarslan, Gıyaseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykavus ve I. Alaeddin Keykubat bunlar arasında saymamız mümkündür. Selçuklu sultanları, yaptıkları fetihlerle ticaret yollarını emniyet altına alarak Anadolu’nun, Ortadoğu, Avrupa ve Güney Rusya ile ticaretini yeniden canlandırdıktan sonra, politikalarının ikinci aşaması olarak da, fethedilen ticari şehir ve limanlara ticari alışverişi kolaylaştırmak ve geliştirmek için büyük sermayeli tüccarları yerleştirmiştir.[21]

Ticari önem taşıyan yerlerin fethedilmelerinin yanı sıra ticaret yollarının da kontrol altında bulundurulması ve güvenliğin sağlanması politikasını takip eden Selçuklular, Yakın Doğu ile Orta Asya, Hindistan limanları ve Doğu Avrupa arasında mevcut ilişkileri daha da artırmış ve mali açıdan önemli bir temel oluşturmuştur. Selçuklu Devleti izlemiş olduğu bu politika sayesinde siyasi ve iktisadi alanda önemli bir denge oluşturmuştur.[22]

II. Batılı Devletlerle Yapılan Ticaret Antlaşmaları

Selçuklu Devleti fetih politikalarıyla Anadolu’yu yeniden ticari faaliyet sahasına sokmuş, Anadolu’daki önemli ticaret yollarını güven altına almıştı. Bundan sonra ise Anadolu’nun kavuştuğu bu yeni çehre ve canlılığı korumak için diplomatik sahada girişimlerde bulunacak ve bu sahada da başarı gösterecektir.[23] Selçuklu Devleti’nin ticari ilişki kurduğu devletler, bölge ticaretinde faal olan deniz aşırı ülkeler idi. Bunlarla ticari ilişkilerin geliştirmesi kaçınılmaz olmuştu. Selçuklu Devleti’nin ticareti teşvik ve geliştirmek amacıyla yaptığı ilk antlaşma Kıbrıs Krallığı‘yladır.[24] Kıbrıs İlkçağlardan itibaren Doğu Akdeniz’de egemenlik kurmak isteyen, kavimler için önemli bir hedef noktası idi. Zira burası devletler ileri hareketi için bir üs olarak kullandıkları gibi, tüccar kavimler de aynı adayı, Akdeniz ve Karadeniz limanlarından Ortadoğu ülkelerine, Ortadoğu ülkelerinden de Akdeniz ve Karadeniz limanlarına gönderdikleri ticari mallar için bir dağıtım merkezi olarak kullanmışlardır.[25]

Selçuklular Anadolu ile Avrupa arasında bir ticaret köprüsü konumunda olan Kıbrıs’ın[26] önemine binaen bir ticari dostluğu isterken, aynı şekilde Kıbrıslılar da bu tür bir dostluğu istiyorlardı. Zira Kıbrıslılar da özellikle gıda maddelerini Anadolu sahillerinden almak istemekteydiler.[27] Her iki tarafın karşılıklı olarak elde edecekleri kârlar göz önüne alınarak, Antalya’nın fethinden sonra, Gıyaseddin Keyhüsrev Kıbrıs Krallığı’yla[28] dostluk antlaşması yapmıştır. Daha sonra Selçuklu tahtına geçen I. İzzeddin Keykavus da babasının politikasını devam ettirmiş ve Kıbrıs Kralı Hugues’e bir mektup göndererek dostluk kurmayı teklif etmiştir. Bu mektuba cevaben Kıbrıs Kralı Ocak 1214’te Selçuklu Sultanı’na bir mektup göndermiştir.[29] Bu şekilde ilki Ocak 1214’te sonuncusu ise Eylül 1216 tarihinde olmak üzere karşılıklı olarak yazılan ve günümüze kadar gelen beş mektup la karşılıklı dostluk kurulmuştur.[30]

Bu mektuplarda Selçuklu-Kıbrıs arasındaki ticari ilişkiler şu hükümlere bağlanmıştır: Her iki taraf tüccarları birbirlerinin ülkelerine serbestçe girip çıkabileceklerdi. Yine Kıbrıs Krallığı’na ait yerler de karada ya da denizde korsanlar tarafından ele geçirilen mallarla gemiler Selçuklu ülkesine sığınacak olurlarsa bunlar Kıbrıs’a geri verilecek, buna karşılık Selçuklulara ait yerlerde korsanlarca ele geçirilen insanlar ve mallar Kıbrıs’a götürülecek olursa bunu taşıyan gemiler Sultan’a gönderilmeyip batırılacak, yalnızca içlerindeki insanlar ve mallar Selçuklulara geri verilecekti. Bununla beraber taraflardan birinin sahillerinde fırtınaya tutulan ya da kazaya uğrayan tarafların gemileri yağma edilmeyip, içindeki insanlar ve mallar koruma altına alınarak geri verilecekti. Her iki tarafın tebaasından bir tüccar diğerinin ülkesinde ölecek olursa bu kişinin mallarına el konulmayıp, varislerine teslim edilecektir. Bu antlaşmanın önemli maddelerinden birisi de ülkelerin gümrük oranlarının belirlenmesidir. Buna göre Selçuklu ve Kıbrıs tüccarlarının karşılıklı ticaretlerinde %2 veya %3 oranında gümrük ödeyeceklerdi.[31]

Selçuklu-Kıbrıs antlaşması oldukça önem arz etmektedir. Zira bu karşılık esasına dayanıyordu, herhangi birinin diğerine bir üstünlüğü söz konusu değildi. Bu antlaşmayı önemli kılan hususlardan birisi de bu antlaşmaya eğer isterlerse Kıbrıs Kralı’nın aracılığıyla Ermeni Kral Antakya Prensi veya herhangi bir Hıristiyan hükümdarın da katılabileceğidir.[32]

Selçukluların sahneye çıktıkları dönemde Avrupa dış dünya ile çok dar münasebetler içinde bulunup, yalnız Doğu Avrupa, Hazar ve Bulgar Türkleri vasıtasıyla İslam dünyasıyla ticari münasebet kurabiliyordu. Selçukluların Anadolu hakimiyetinde ise batılıların bu bölgeyle olan ticari faaliyetlerini engellemeyip, aksine geliştirmiştir. Selçuklular Dönemi’nde Bölge ticaretinden en fazla, dönemin tüccar milletleri olan İtalyan Cumhuriyetleri faydalanmış, büyük kârlar elde etmişlerdir. Zira Haçlı Seferleriyle birlikte Doğu’yla en fazla ticari ilişkiler kuran milletler bunlar olmuşlardır.[33] Çin ve Hint kervanlarıyla Suriye’ye getirilen ipek, baharat gibi ürünleri batıya naklederek büyük bir sermaye birikimi elde etmişlerdir.[34]

Yaptığı önemli fetihler ve izlediği akılcı politikalar sonucunda sınırlarını ve gücünü Bizans’ın aleyhine sürekli artıran ve Anadolu’nun büyük bir bölümünü idaresi altına alan Selçuklu Devleti’yle, İtalyan şehirleri ticari bir iş birliği istemekteydiler. Artık Bizans İmparatorluğu’nun toprakları ticaretin gelişmesi için uygun büyüklükte değildi. Bundan dolayı, daha önceden Bizanslılarla yaptıkları antlaşmalarda, Akdeniz ve Karadeniz’de elde ettikleri imtiyazları, şimdi de Selçuklu Devleti’yle yapacağı antlaşmalardan elde etmek için adeta can atıyorlardı.[35] Venedik, Cenova ve Piza Bizans’dan ticari imtiyazlar elde eden İtalyan Şehirleri’ndendi. Bizans, verdiği ticari imtiyazlara karşılık, siyasi sahada bunların desteğini almaya çalışmıştır (Özellikle Bizans-Norman mücadelesinde).[36] İtalya’nın en önemli ticaret şehirlerinden biri olan Venedik[37] Haçlı Seferleri’nden önce Doğu’nun değerli ürünlerini Batıya, Batının ürünlerini de Doğu’ya taşımaktaydı.[38] Nitekim Venedik Haçlı Seferleri’ne de, bu seferlere katılan milletlerin pekçoğu gibi, bölgeden maddi kazançlar temin etmek amacıyla iştirak etmiştir. Neticede bu amacına büyük oranda ulaşarak doğu ile olan temasını daha artırmış ve büyük kazançlar temin etmiştir.[39] Venedikliler, İstanbul’daki podestaları vasıtasıyla Selçuklu hükümdarları üzerinde iyi bir etki yapmış ve aralarında iyi ilişkiler kurulmuştu.[40] Nitekim Gıyaseddin Keyhüsrev, daha sonra oğlu ve halefi İzzettin Keykavus zamanında birtakım imtiyazlar içeren antlaşmalar yapılmıştır.[41]

Yalnız Selçuklularla Venedikliler arasında yapılan en kapsamlı ve elimizde belgeler olan antlaşma 1220’de Alaeddin Keykubad zamanında yapılmış olan antlaşmadır.[42] 8 Mart 1220 tarihinde imzalanan bu antlaşma, karşılıklılık esasına dayanıyor ve tarafların tebaalarına diğerinin ülkesinde tam bir ticari serbestlik tanınıyordu. Yalnız dikkati çeken husus, Venedikli tüccarların sürekli Selçuklu topraklarına gelip gittikleri ve orada yerleştikleri gözlemlenirken, Türk tüccarlarının Venedik’e ait yerlere gittikleri hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca gümrük konusunda da bir eşitsizlik göze çarpmaktadır. Zira Selçuklulara ait yerlerde ticaret yapan Venedikliler %20 veya %10’luk bir vergi vermeleri gerekirken[43] bu oran %2 olarak belirlenmiştir. Buna karşılık Selçuklu tüccarlarının Venedik topraklarında ödemesi gereken vergileri vermeleri öngörülüyordu.[44] İtalya Cumhuriyetlerinden Venedik ve Ceneviz, Bizans İmparatorluğu, Haçlı Prenslikleri, Kıbrıs ve Ermeni Krallıklarıyla yaptıkları antlaşmalarda hiç gümrük ödemeden de ticaret yapabiliyorlardı.

Antlaşmada yer alan hükümlerden birisi de Venediklilerle tanınan özel yargı hakkı idi. Buna göre Selçuklu topraklarında ticaret yapan Latinler arasında herhangi bir antlaşmazlık olursa bu davalara Venediklilerden seçilen üyelerinden oluşan mahkeme bakacaktır. Yalnız hırsızlık ve cinayetle ilgili davaları Selçuklu mahkemelerine bırakılacaktır. Ortaçağ’da “Kanunların Kişiselliği” kişinin her yerde kendi hükümdarının kanununa tabi olması sistemi geçerli olduğundan Beylikler ve Osmanlılar Dönemi’nde de konsolosların kendi yurttaşlarının davalarını yürütmeleri doğal sayılmaktadır.[45] Yalnız burada Venediklilere verilen bu imtiyazın sadece Venediklilerin kendi aralarındaki hukuki davalara bakmayıp, Venediklilerle başka Latinler ile Pizalılar ve başka kavimlerin kendi ve birbirleriyle olan anlaşmazlıklarına bakacak olmasıdır. Böylece Venedikliler Selçuklu ülkesindeki bütün Latinlerin ve Hıristiyanların temsilcisi durumuna gelmişlerdir. Venediklilere tanınan bu hakkın, Venediklilere ait yerlerde bulunan Selçuklulara tanınmaması, herhalde Selçuklunun deniz aşırı ticarette henüz doğrudan bir görev üstlenmemiş ve Venedike ait yerlere ulaşmamış olmasının bir sonucu olsa gerekir.[46]

Bu antlaşmanın bir diğer önemli maddesi ise Venediklilere ait yerlerde saldırı sonucu zarara uğrayacak olan Selçuklu tebaasının zararlarının cumhuriyetçe ödeneceğine ilişkin hükmüdür. Venedik’e ait yerlerde mallarına el konulan Selçuklu tüccarlarının mallarının iade edileceği belirtilmekte ve eğer suçlunun “mala ve malın büyük bir kısmına sahip olduğu” bilinirse o zaman haksız olarak alınan mal tazmin edilmesi gerekecektir. Tek taraflı olan bu hüküm, Selçuklu topraklarında ziyana uğrayan Venedikli tacirlerle ilgili herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.[47] Venediklilerin denizlerde Selçuklulara nazaran daha kuvvetli olduğu biliniyor, ancak bu madde yalnız denizlerde meydana gelecek bir korsanlık veya tecavüz değil, karada da muhtemel bir eşkiya hareketini de içine alıyordu. Buna karşın Selçuklu topraklarında meydana gelecek bu tür olay karşısında Selçuklu’nun izleyeceği politika belirtilmemiştir.

Antlaşmada bu tür bir şart olmaması Selçuklu’nun ticareti teşvik ve himaye maksadıyla bu tür tedbirler aldığının açık delilleri bulunmaktadır.[48] Zaten selçuklu topraklarında Venedik tüccarları güvence altında bulunuyordu. Zira Gıyaseddin Keyhüsrev Antalya’yı fethedince buraya Mısır’dan gelen ve Frenkler tarafından soyularak emtia ve kumaşlar yağmalanan tüccarların zararını, yapılan listeye göre alınan ganimetten ve hazineden tazmin etmiştir.[49] Bir tür devlet sigortası diyebileceğimiz bu uygulama Alaeddin Keykubad zamanında da görülmektedir. Meselâ, Suğdak, Küçük Ermenistan ve Akdeniz sahillerinde kazandığı zaferlere müteakip tecavüze ve yağmaya uğrayan kervanların sahiplerine aldığı ganimetlerden ve devlet hazinesinden bütün zararları tazmin edilmiştir.[50] Kısacası devlet sigortası diyebileceğimiz ticari rizikoları tazmin, sigorta eden bu uygulama daha sonra hukuki bir mahiyet alarak devam etmiştir.[51]

Bu antlaşmada yer alan hükümlerden birisi de Venedik limanlarına giren Selçukluların selamlanması maddesiydi. Burada selamlama siyasal bir tabiiyet veya bağlılık anlamına gelmeyip, daha ziyade Türkler onore edilerek, kendilerine birçok ayrıcalık ve kolaylıklar sağlaması amacı güdülmüştür.[52]

Selçuklu’nun iktisadi ve ticari politikasını bize en iyi bir şekilde gösteren bu antlaşma, iki yıl süre için yapılmıştır. Daha sonradan yeni bir antlaşmanın yapılıp yapılmadığı bilinmiyorsa da Venediklilerin bu antlaşmada elde ettikleri imtiyazları Selçuklunun sonuna kadar kullanmıştır.[53] İtalyanlara verilen bu imtiyazlar Selçuklulardan sonra Anadolu’da hüküm süren beylikler ve Osmanlılar dönemine kadar hatta bu dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim Osmanlı Devleti’nde daha sonradan kapitülasyon denilen bu tür imtiyazları yabancı tüccarlara tanınmıştır.[54]

Selçukluların Venediklilerin yanı sıra Pizalılar, Provenslılar ve Cenovalılar gibi diğer Latinlerle de ticari ilişkiler kurmayı ihmal etmemişlerdir. Nitekim 1236’da Provanslıların, 1237’de de Cenovalıların Antalya’da bulunduğu anlaşılmaktadır. Böylece Selçuklu ülkesi bütün Latinlere açık tutmaktan çekinmemiştir.[55]

Selçuklu Devleti’nin izlemiş olduğu ticaret politikasının bir diğer boyutu ise hiç şüphesiz ki siyasi sonuçları olmuştur. Yabancı milletlerle yapılan ticari antlaşmaları yoluyla, siyası bir iş birliği de oluşturulmaya çalışılmasıdır. Bunun en açık örneğini Venidikle yapılan ticaret antlaşması ortaya koymaktadır. Türk ve İslam dünyasına karşı açılan Haçlı Seferleri’nin dördüncüsünde farklı bir boyut kazanarak, Bizans’a yönelmiş ve İstanbul’da Latin Devleti kurulmuştur.

Venedik, bu seferlerde Haçlı kuvvetlerine verdiği destek ve Latin Devleti’nin kuruluşundaki büyük etkisi nedeniyle, gerek Doğu’da, gerekse Bizans topraklarında önemli ayrıcalıklar elde etmişti. Bunu fırsat bilen Selçuklu Devleti ise, İstanbul Latin Devleti’nde önemli bir güce sahip olan Venediklilerle iktisadi iş birliğine yönelerek, Bizans’a karşı bir yerde siyasi bir ittifak oluşturmaya çalışmıştır. Çünkü İktisadi iş birliği içinde bulunduğunuz bir devletle, siyasi cephede karşı karşıya gelmeniz oldukça güçtür. Bu antlaşma, yukarıda bahsettiğimiz gibi Anadolu’ya ekonomik canlılık getirdiği gibi, siyasi alanda da Selçuklu’yu Bizans karşısında daha güçlü kılmıştır.

Gerek yukarda bahsettiğimiz fetihler ve gerekse bu antlaşmalar bize Selçukluların ticari faaliyetlere verdiği önemi ve Anadolu’ya kazandırdığı yeni çehreyi göstermektedir. Anadolu’nun kazandığı bu yeni çehre hiç şüphesiz ki, Ortadoğu ve Avrupa ticaretine de yansımış ve buralara da canlılık kazandırmıştır.

III. Alt Yapı Hizmetleri

Selçuklu Devleti, Anadolu coğrafyasını yeniden dünya ticaretine açışıyla birlikte, ticari canlılığın alt yapısını da hazırlamıştır. Bu faaliyetlere yön verecek, tüccarların ihtiyaçlarını karşılayacak, can ve mal güvenliklerini temin edecek, kısacası ticaret hayatına kolaylık getirecek her türlü alt yapı hizmetlerini göz ardı etmemiştir. Selçuklu’nun oluşturduğu başlıca alt yapı hizmetlerinden olan yollar ve kervansaraylardan bahsedecek olursak Selçuklu’nun ticaret politikası daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bunlardan öncelikle yollara bakacak olursak; yolların ekonominin hatta bütün ilişkilerin hayat damarı olduğu bir gerçektir. Bölgeler arası iktisadi, sosyal ve siyasi ilişkiler yollar vasıtasıyla sağlanmaktadır. Selçuklular ticari faaliyetlerin, ülkenin gelişimine doğrudan sağlayacağı katkıyı bildiklerinden, ticareti teşvik ederken, iyi bir yol ağının oluşturulması gerektiğini de biliyorlardı. Selçuklular Anadolu’da hüküm sürmeye başlayınca, kendilerinden önce mevcut olan yol sisteminde herhangi bir değişiklik yapmamışlardır.[56] Selçuklular Dönemi’ndeki kara ve deniz yolları, Eskiçağlardan beri uzayıp gelen yollardır. Ancak başkent Konya istikametindeki yollarda bazı düzenlemeler yapılmış veya yeni şube yollar ilave edilmiştir.

Yine Anadolu’daki yollarda bir canlanma meydana gelmiştir. Selçuklular Dönemi’nde, Batı, Güney ya da Kuzey Anadolu’dan başlayarak, İran üzerinden Orta Asya’ya giden aynı zamanda Akdeniz limanlarını olduğu kadar, Arap Yarımadası’nı da Karadeniz’e bağlayan bir kara yolu meydana gelmiştir.[57] Bu yol ağını meydana getirirken, Sinop, Antalya ve Kırım’ın Fethi ile Karadeniz ve Akdeniz istikamatindeki ticari faaliyetler daha yoğunlaşmış ve daha güvenli bir hale gelmiştir. Yine dönemin en büyük ticaret yollarından İpek Yolu[58] Anadolu yol şebekesine bağlanarak, Asya-Avrupa ticaretinin büyük bir kısmının Anadolu üzerinden gerçekleşmesi sağlanmıştır.[59]

Anadolu’nun Doğu-Batı ticaretinde, Anadolu üzerinden Tebriz’e uzanan kervan yolları, Akdeniz ve Antalya limanlarından, Karadeniz’de ise Trabzon limanlarından başlıyordu. Antalya ve Alanya limanlarından gelen bir anayol Konya üzerinden, Aksaray, Kayseri-Sivas-Erzincan-Erzurum yoluyla Tebriz’e ve Gürcistan’a ulaşırken; bu yolun Sivas’tan Güneydoğu’ya ayrılan bir kolu Malatya, Diyarbakır, Mardin, Musul üzerinden Bağdat ve Basra’ya ulaşıyordu. Anadolu’nun bir diğer yolu da İstanbul’dan başlayarak, İzmit, İznik, Eskişehir, Akşehir, Konya, Ulukışla, Adana, Halep, Şam üzerinden Mısır’a ulaşan yol idi. Halep’ten ayrılan bir kol Kilis-Nuseybin-Musul, Bağdat ve Basra’ya ulaşıyordu.[60] Yine Antalya ve Alanya’dan gelip Konya üzerinden Kuzey’e çıkan bir yol Ankara-Çankırı-Kastamonu-Sinop üzerinden denizden Kırım’a ulaşıyordu.[61] Ayaş’tan başlayıp Kayseri üzerinden Sivas’a ulaşan yol, burada ikiye ayrılıyordu. Birincisi, Erzincan-Erzurum üzerinden Tebriz’e; ikincisi ise, kuzey batıya yönelerek, Tokat, Amasya üzerinden Samsun’a ulaşıyordu. Sivas’tan ikiye ayrılıp, Erzincan-Erzurum’dan Tebriz’e ulaşan yol da özellikle XIII .yy.’dan itibaren daha sık kullanılan kervan yoluydu.[62] Sivas’tan kuzey-Batıya yönelen öteki kol, Tokat-Turhal- Amasya-Ladik’ten geçerek, Samsun’a varıyordu. Böylece Anadolu’nun Karadeniz sahillerini hem doğuya hem de güneye bağlamış oluyordu. Yine XIII. yy. başlarında Trabzon Rum İmparatorluğu’nun başkenti Trabzon’dan başlayıp Gümüşhane-Bayburt-Aşkale’yi izleyen Erzurum’da ara yolla birleşen yol da önemliydi.[63] Bu dönemde Kral Yolu’nun[64] da önemini korumasıyla, Anadolu’nun ne kadar önemli bir yol ağa sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Anadolu’nun deniz ve kara ticaret yollarına, taşımacılıkta kısmen kullanılmalarına rağmen, Dicle ve Fırat nehir yolları[65] eklenince Anadolu’nun önemini ve alt yapısının yeterliliği ortaya koymaktadır.

Ticaretin önemli alt yapılarından birisi de Selçuklu kervansaraylarıdır. Zira bir ülkenin iktisadi durumunu, ticari faaliyetlerini ve devletlerin bu alanda izledikleri politikayı gösteren önemli eserlerdir. Selçuklu kervansarayları Anadolu’da, sosyal ve siyasi açıdan büyük roller üstlendikleri gibi, asıl büyük şöhretini iktisadi alanda vermiş olduğu hizmetlerle kazanmıştır. Selçuklu Sultanları ticaret yolları üzerinde çok sayıda kervansaraylar yaptırmışlardır.

Nitekim ticaretin önemli alt yapılarından biri olan kervansarayların bu dönemdeki çokluğu, Anadolu’daki ticari canlılığı gösterdiği gibi, Anadolu’nun siyasi ve iktisadi istikrara kavuştuğunun da en önemli delillerindendir. Selçuklu hükümdar ve devlet adamları tarafından iki önemli gaye için kervansaraylar yaptırılırdı. Bunlardan biri, kervanları her türlü saldırıdan korumak ve onlara emniyetli bir konak temin etmekti. İşte bunun için önemli yol üzerinde kurulan kervansaraylar müstahkem surlarla çevrilmiş, surlar üzerinde kule ve burçlar inşa edilmiş, kapılar demirden yapılmış ve bu suretle her türlü tehlikelere karşı koyabilecek müdâfaa tertibatıyla donatılmıştır.[66] Kervansarayların yapımında hedeflenen bir diğer gaye ise yolcuların konakladıkları veya geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek idi. Nitekim kervansaraylara bakıldığında, yatakhaneler, aşhaneler, erzak depoları, ticari eşyaları koyacak depolar, yolcuların hayvanlarının barınacağı ahırlar, samanlıklar, mescitler, hamam, şadırvan, hastahane, ayakkabı tamiri için ayakkabıcılar gibi yolcuların tüm ihtiyaçlarını temin edecek şekilde kurulmuşlardı. Selçuklu kervansaraylarının pek çoğu vakıf olup,[67] yolculara her türlü hizmet parasız verilmekteydi. Selçuklu kervansaraylarının kuruldukları istikametlere bakıldığında ise, Anadolu’yu Doğu-Batı[68], Kuzey-Güney[69] yönünde kesen uluslararası karayolları üzerinde ve takriben 30-40 km. mesafelerde kuruldukları görülmektedir.[70]

Selçuklu kervansaraylarına baktığımızda dikkatimizi çeken bir husus, kervansarayların çoğunun XIII. yüzyılda inşa edildikleridir. Bu durum Anadolu’nun istikrara kavuştuğunun ve ticari faaliyetlerin yoğunlaştığının bir göstergesidir. Böylece Selçuklu’nun sunmuş olduğu bu hizmetlerden, Anadolu’ya gelen tüccarlar istifade ederek can ve mal güvenliği içinde ticari faaliyetlerini sürdürebilmişlerdir.

Sonuç

Sonuç olarak ticaret, ekonomik bir olay olmanın yanı sıra sebep ve sonuçları itibarıyla aynı zamanda siyasi ve sosyal bir olaydır. Bunun en açık örneğini sergileyen devletlerden birisi de Selçuklu Devleti’dir. Zira, Selçuklular ticari önem arz eden şehirler ve limanlar fethederken, ticaret antlaşmaları yaparken, karşılıklı ticari faaliyetlerin geliştirilmesine ve ticaretle devletin zenginleşmesinin hedeflenmesinden ziyade, iç piyasanın ihtiyacı olan emtianın sağlanılmasına yönelmiştir. Selçuklu’nun yaptığı ticaret antlaşmalarına bakıldığında, ihracattan çok ithalata yönelik olduğu açıkça görülmektedir.

Selçuklu’nun izlemiş olduğu bu politikanın aynısını, Selçuklulardan sonraki dönemde, Osmanlı Devleti’nde de görüyoruz. Gerek Selçuklu’nun, gerekse Osmanlı’nın yabancı tüccarlara ticari imtiyazlar vermeleri, bu tüccarları bölgeye çekmeye çalışmaları, bu devletlerin bir zaafından veya güçsüzlüğünden dolayı değildi. Çünkü en güçlü oldukları dönemlerde bu tür antlaşmalar yapmışlardır. Bu politikanın altında yatan etkenler, ülkede zengin ve aristokrat bir tabakanın oluşumuna engel olmanın yanı sıra, halkın ihtiyacı olan her türlü emtianın iç piyasada bulunmasını sağlamaktı. Çünkü gerek klasik, gerek modern devletlerin en önemli hedefi ve görevi, halkın ihtiyacı olan her türlü emtianın iç piyasada bulunmasını sağlamaktır. Aksi taktirde içeride kaçakçılık yoluyla spekülatif kazançlarla sivrilen zümreler ortaya çıkabilir, iç sosyal dengeler bozulabilir ve merkezi hükümeti- saltanatı tehdit edebilirdi.Onun için iç üretimin yanında, iç piyasadaki zaruri tüketim maddelerini sağlamanın en etkin yolu ticaret ile dışarıdan mal girişinin teşvik edilmesi yani ithalatın teşvik edilmesi idi. Bu usül hem Selçuklu, hem de Osmanlı Devleti’nin iktisat politikasının temelini teşkil etmiştir. Bu politika, devletin sosyal, siyasi ve iktisadi yapısının şekillenmesinde önemli rol oynarken, diğer yandan da, bölge ve dünya ticaretini de büyük oranda etkilenmiştir. Zira batının doğu ile yeniden ticari faaliyetlere girişmesinde, Selçuklu’nun yabancı ticareti teşvikinin ve izlediği politikanın büyük etkisi vardır. Batı dünyası, Selçukluların Anadolu hakimiyetinden önce, İslam fetihleri sebebiyle, kendi içine kapanmak zorunda kalmış, neticesinde de boğulma sürecine girmiştir. Öyleki İbn-i Haldun’un dediği gibi, Avrupalılar Akdeniz’de bir tahta parçası dahi yüzdüremez hale gelmişlerdir. Bu durum Avrupa’yı iktisaden çökerttiği gibi, siyaseten de feodalitenin ortaya çıkışına sebep olmuştur.

Batı dünyası, bu iktisadi ve siyasi darlıktan kurtulabilmek için kesinlikle doğu’ya yönelmek zorunda idi. Özellikle Anadolu ve Ortadoğu, Batı dünyası için vazgeçilemez iktisadi kaynak alanlarıydı. Çünkü buralar Avrupa için önemli ticari emtia kaynakları olduğu gibi, yine Avrupa’nın Uzak Doğu ve Asya’ya uzanabilmesi için önemli geçiş noktaları idi. Batı, doğu kaynaklarına ulaşmak ve içinde bulunduğu iktisadi ve siyasi boğulma sürecinden kurtulabilmek için, yeni politikalar geliştirmek zorunda kalmıştır. Bu yeni politikalardan en önemlisi ise, Avrupa’da kütlesel uyanışı sağlayacak olan, Haçlı seferlerinin düzenlenmesidir. Haçlı Seferleri’nin ortaya çıkışında dini sebepler ileri sürülerek, Hz.İsa’nın mezarını Müslümanların elinden kurtarmak sloganıyla yola çıkılmışsa da asıl hedef yukarıda belirtiğimiz gibi Avrupa’nın iktisadi kaynak arayışıydı. Haçlı Seferleri’nin sonucu da bunu açıkça ortaya koymuştur. Zira batı dünyası, Anadolu, Ortadoğu, Asya ve Uzakdoğu’yla yeniden yoğun ticari ilişkiler kurmuş, doğudan Avrupa’ya emtia akışı sağlanmıştır.

Batının doğu ile yeniden iktisadi temasa geçmesinde ve iktisadi ve siyasi boğulma sürecinden kurtuluşunda, Haçlı Seferleri’nin yanı sıra, Anadolu’da Selçuklu hakimiyetinin de büyük etkisi olmuştur. Selçukluların Anadolu’da sağladıkları siyasi istikrar ve izledikleri ticaret politikası sayesinde, İtalyan şehirleri başta olmak üzere, Avrupa tüccarları, doğu ile ticari ilişkilerini yeniden yoğunlaştırmışlardır. Kısacası Anadolu’da Selçuklu hakimiyeti ve izlemiş olduğu iktisadi politika, bölge ve Avrupa iktisadına canlılık getirmiş ve yeni bir çehre kazandırmıştır.

Yrd. Doç. Dr. Sezgin GÜÇLÜAY

Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 365-374


Kaynaklar:
♦ AKDAĞ, Mustafa; Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi I, (1243-1453), İstanbul, 1995.
♦ ATAN, Turhan; Türk Gümrük Tarihi, C. I, Ankara, 1990.
♦ BARKAN, Ömer Lütfü; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler”, Vakıflar Dergisi, C. II, Ankara, 1970, s. 279-285.
♦ BRATİONU, G. I; Recherches sur le Commerce Genois Dans la Mer Noire Au XIIIe Siècle, Paris, 1929.
♦ CAHEN, Claude; “Le Commerce Anatolien Au Debut Du XIII. Siecle”, Turcobszontine et Oriens Christianus, London, 1974, s. 91-101.
♦ CAHEN, Claude; Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler (Çev: Yıldız Maran), İstanbul, 1984.
♦ ÇELİK, Mehmet; Bizans Deleti’nin Antakya ve Yöresinde Giriştiği Kitle Katliamları (IV-VII. yy), Antakya, 1994.
♦ ÇELİK, Mehmet; Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğu’nda Din-Devlet İlişkileri I (Kuruluşundan X. yy’a kadar), Elazığ, 1996.
♦ ÇELİK, Mehmet; Süryani Kilisesi Tarihi I, İstanbul, 1987.
♦ DELİLBAŞ, Melek; “Ortaçağ’da Türk Hükümdarları Tarafından Batılılara Ahidnâmelerle Verilen İmtiyazlara Genel Bir Bakış”, Belleten, C. XVII, S. 184, Ankara.
♦ DARKOT, B.; “Fırat”, C. IV., İstanbul, 1993, s. 622-626.
♦ DİELH, C.; Bizans İmparatorluğu Tarihi (Çev: Tevfik Bıyıklıoğlu), İstanbul, 1937.
♦ EYİCE, Semavi; Bertrandan de la Broquiere ve Seyahatnamesi (1432-1433), İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. VI, Cüz 1-2, İstanbul 1975.
♦ GÜÇLÜAY, Sezgin; Selçuklular Dönemi Ortadoğu Ticareti (XI-XIII. Yüzyıllar), F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Elazığ, 1999.
♦ GÜNALTAY, Ş.; İran Tarihi, C. I., TTKY, Ankara, 1948.
♦ HALİL Edhem, “Die Seldschukischen Han İn Anatolien”, 1917’de Verilmiş Bir Konferans’ın Hülasası.
♦ HARTMANN, R.; “ Dicle”, C., İ. A. İstanbul, 1993, s. 582-585.
♦ HEYD, W.,; Yakın-Doğu Ticaret Tarihi (çev. Fikret Işıltan), Ankara, 1975.
♦ HONİGMANN, Ernst; Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (Çev. Fikret Işıltan), İstanbul, 1970.
♦ İBN-İ BİBİ, Anadolu’da Selçuklu Devleti Tarihi (Çev: M. Nuri Gençosman, Notlar ilave eden F. N. Uzluk), Ankara, 1941.
♦ İBN’ÜL-ESİR, El-Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, İslam Tarihi (Çev. Abdülkerim Özaydın), İstanbul, 1987.
♦ WİLBER, D.; İran Post and Présent, Princeton, 1950.
♦ KAFESOĞLU, İbrahim; Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1972.
♦ KAYAOĞLU, İsmet; “Vakıfın Türk Toplumundaki Yeri”, Milli Kültür, S. 58, Ankara, 1987, s. 26-27.
♦ KOCA, Salim; Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), TTK, Ankara, 1997.
♦ KÖPRÜLÜ, Fuad; “Vakıf Müessesesinin Tarihi Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, C. II, Ankara, 1970. KÖPRÜLÜ, M. Fuad; Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 2. Baskı, İstanbul, 1986.
♦ KÖPRÜLÜ, M. Fuad; Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul, 1986. KÖYMEN, M. Altay; Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi I, Kurtuluş Devri, Ankara, 1979. KÖYMEN, Mehmet Altay; “Türkiye Selçuklu Devleti’nde Ekonomik Hayat”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mayıs 1992, S. 65, Mayıs 1992, s. 16-27.
♦ LEGARET, Georg; Histoire du Development du commerece, Paris, 1931.
♦ MAZAHARİ, Ali; Ortaçağ Müslümanlarının Yaşayışları, (çev: Bahriye Üçok), İstanbul, 1972. MAHMUD ESAD; Du Regime des Capıtulation Ottomonas, İstanbul, 1928.
♦ MORAZE, Charles; Histoire Economique et Sociale, Paris, 1956-57.
♦ MÜLLER, K., Die Karwanserai Im Vondernen Orient, Berlin, 1920.
♦ OSTROGORSKY, Georg; Bizans Devleti Tarihi (çev. Fikret Işıltan), TTKY, 4. Baskı, Ankara, 1995.
♦ ÖZERGİN, M. K., “Anadolu Selçuklu Kervansarayları”, İst. Ünv. Edb. Fak. Tarih Dergisi, C. XV, S. 20, Mart, 1965, s. 141-180.
♦ PAKALIN, Mehmet Zeki; “Vakıf Maddesi”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, M. E. B. Y., İstanbul, 1993, s. 577.
♦ PİRENNE, Henri; Ortaçağ Avrupası’nın Ekonomik ve Sosyal Tarihi (Çev: Uygur Kocabaşoğlu), İstanbul, 1983.
♦ RAMSEY, W.; Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (çev: Mihri Pektaş), İstanbul, 1960.
♦ RUNCIMAN, Steven;. Haçlı Seferleri Tarihi, TTKY., C. I, II, III, (çev. Fikret Işıltan), 2. Baskı, Ankara, 1992.
♦ RIEFSTOHL, R. M., Turkhısh Architecture In Southwestern Anatolia, Cambridge Horvard University Press, 1931.
♦ SCHOUBE, A.; Handelsgeschichte Der Romanischan Völker Des Mittelmeargebiets Bıs Zumende Der Krewzzüge, München und Berlin, 1906.
♦ SEE, Henri; Modern Kapitalizmin Doğuşu, (Çev: T. Erim), İstanbul, 1970.
♦ SEVİM, Ali; Anadolu’nun Fethi, (Selçuklular Dönemi), Ankara, 1993.
♦ SEVİM, Ali; Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, TTKY., Ankara, 1990.
♦ TABAKOĞLU, Ahmet; Türk İktisat Tarihi, İstanbul, 1994, s. 116.
♦ THIRIET, F.; Histoire du Venise, Paris, 1961.
♦ TURAN, Şerafettin; Türkiye-İtalya İlişkileri I, Selçuklular’dan Bizans’ın Sona Erişine, İstanbul, 1990.
♦ TURAN, Osman; “Kılıç Arslan II”, İ. A., C. VII., İstanbul, 1993, s. 688-703.
♦ TURAN, Osman; Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara, 1965.
♦ TURAN, Osman, “ Selçuklu Kervansarayları”, 39 Sayılı Belleten’den Ayrı Basım, Ankara, 1946. TURAN, Osman,; Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar (Metin, Tercüme ve Araştırmalar), 2. Baskı T. T. K. Y., Ankara, 1988.
♦ TURAN, Osman; Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1971.
♦ TURAN, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye; Ankara, 1961.
♦ TURAN, Osman, “Ortaçağ’da Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, Belleten, C. XXVIII., S. 110, (Nisan 1964)’den ayrı basım, Ankara, 1964, s. 209-225.
♦ URFALI MATEOS, Urfalı Mateos Vekayinâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), (Türkçe Çev: Hrant D. Adreasyan), 2. Baskı, Ankara, 1987.
♦ UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi, C. I, Ankara, 1983.
♦ YERASİMOS, Stefenos; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, (Çev. Babür Kuzucu), İstanbul, 1986.
Dipnotlar:
[1] Bölgenin bu dönemdeki siyasi yapısı hakkında daha geniş bilgi için bkz., Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara, 1965; aynı müellifin Selçuklular Zamanında Türkiye; M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi I, Kurtuluş Devri, Ankara, 1979; yine aynı müellif, Selçuklular Devri Türk Tarihi, Ankara, 1961; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (Çev: Yıldız Moran), İstanbul, 1984; Bosworth, İslam Devletleri Tarihi (Çev: E. Merçil – M. İpşirli), İstanbul, 1980; C. Dielh, Bizans İmparatorluğu Tarihi (Çev: Tevfik Bıyıklıoğlu), İstanbul, 1937, Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi I, (1243-1453), İstanbul, 1995, s. 9-24.
[2] Bizans’ın mezhep kavgaları, halkına karşı takip ettiği siyaset için bkz., Mehmet Çelik, Bizans Deleti’nin Antakya ve Yöresinde Giriştiği Kitle Katliamları (IV-VII. yy), Antakya, 1994; ayrıca aynı yazarın, Süryani Kilisesi Tarihi I, İstanbul, 1987; Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğu’nda Din-Devlet İlişkileri I (Kuruluşundan X. yy’a kadar), Elazığ, 1996.
[3] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara, 1965, s. 261.
[4] Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1971, s. 94.
[5] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara, 1965, s. 262.
[6] Haçlı Seferleri hakkında geniş bilgi için bkz. Steven Runcıman, Haçlı Seferleri Tarihi, TTKY, C. I, II, III, (çev. Fikret Işıltan), 2. Baskı, Ankara, 1992.
[7] Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar (Metin, Tercüme ve Araştırmalar), 2. Baskı. TTKY, Ankara, 1988, s. 121; Osman Turan, “Kılıç Arslan II”, İ. A., C. VII., s. 701.
[8] Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), TTKY, Ankara, 1997, s. 8.
[9] Salim Koca, a.g.e., s. 10.
[10] Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayinâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) (Türkçe Çev:. Hrant D. Adreasyan), 2. Baskı, Ankara, 1987, s. 161; Semavi Eyice, “Bertrandan de la Broquiere ve Seyahatnamesi (1432-1433) ”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. VI, Cüz 1-2, İstanbul 1975, s. 94. 46-48; Ali Sevim, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, T. T. K. Y., Ankara, 1990, s. 32; İbn’ül-Esir, El. Kamil Fi’t-Tarih Tercümesi, İslam Tarihi (Çev. Abdülkerim Özaydın), İstanbul, 1987, s. 128; Ernst Honigmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (Çev. Fikret Işıltan), İstanbul, 1970, s. 122.
[11] Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, (Selçuklular Dönemi), Ankara, 1993, s. 163.
[12] İbn-i Bibi, Anadolu’da Selçuklu Devleti Tarihi (Çev: M. Nuri Gençosman, Notlar ilave eden F. N. Uzluk), Ankara, 1941, s. 44-45; M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 2. Baskı, İstanbul, 1986, s. 104; Osman Turan, Ortaçağ Türk-Kıbrıs Münasebeti, s. 215.
[13] Osman Turan, “Ortaçağ’da Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, Belleten, C. XXVIII., S. 110, (Nisan 1964)’den ayrı basım, Ankara, 1964, s. 214; A. Sevim, Anadolu’nun Fethi, s. 170.
[14] Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, s. 164; İbn Bibi, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, s. 60-64; Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul, 1994, s. 116.
[15] Salim Koca, a.g.e., s. 34.
[16] Salim Koca, a.g.e., s. 35.
[17] Ahmet Tabakoğlu, a.g.e., s. 117; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, Ankara, 1983.
[18] Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 2. Baskı, İstanbul, 1986, s. 104; İbn Bibi, a.g.e., s. 124-127; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, Ankara, 1983, s. 6.
[19] Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’daki Türkler (Çev: Y. Moran), İstanbul, 1979, s. 170; Claude Cahen, “Le Commerce Ana tolien au Debut du XIII. Siecle”, Turcobszontine et Oriens Christianus, London, 1974, s. 95.
[20] Turhan Atan, Türk Gümrük Tarihi, C. I, Ankara, 1990, s. 101.
[21] Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 95.
[22] İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1972, s. 153.
[23] Melek Delilbaş, “Ortaçağ’da Türk Hükümdarları Tarafından Batılılara Ahidnâmelerle Verilen İmtiyazlara Genel Bir Bakış”, Belleten, C. XVII, S. 184, Ankara, s. 95.
[24] Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri, I, Selçuklulardan Bizans’ın Sona Erişine, İstanbul, 1990, s. 117.
[25] Salim Koca, a.g.e., s. 65.
[26] Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, Ankara, 1993, s. 164.
[27] Turan Atan, Gümrük Tarihi, C. II, Ankara, 1990, s. 109.
[28] Selçuklu Devleti kurulduğu dönemde, Bizans İmparatorluğu’nun elinde bulunan Kıbrıs, III. Haçlı Seferi’nde İngiliz ordularının başında bulunan Arslan Yürekli Richard adayı 1191 yılında ele geçirmiş, daha sonra Mısır Türk hükümdarı tarafından Kudüs’den atılan Franklara satmıştır. Böylece üçbuçuk asırdan fazla sürecek olan Kıbrıs frank hanedanı hakimiyeti başlamıştır. (1192-1571). (Salim Koca, a. g. e. s. 65-66).
[29] Claude Cahen, “Le Commerce Anatolien Au Debut Du XIII’e Siecle”, Turcobyzantine et Oriens Christionus, London, 1974, s. 93; Osman Turan, “Ortaçağlarda Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, Belleten, C. XXVIII, 1964, S. 11, s. 215.
[30] Bu mektuplar için bkz., Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, s. 139-143.
[31] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 118; Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, s. 164; Claude Cahen, “Le Commerce Anatolien Au Debut Du XIII’e Siecle”, s. 93; Claude Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, s. 168-169; M. Delilbaş, a.g.e., s. 96.
[32] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 118.
[33] Haçlı Seferleri’nin ticarete olan etkileri için bkz. Sezgin Güçlüay, Selçuklular Dönemi Ortadoğu Ticareti (XI-XIII. Yüzyıllar), F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 1999.
[34] Claude Cahen, “Le Commerce Anatolien au debut Du XlII’e Siècle”, s. 91; Henri Pirenne, Ortaçağ Avrupası’nın Ekonomik ve Sosyal Tarihi (Çev: Uygur Kocabaşoğlu), İstanbul, 1983, s. 31; Henri Seé, Modern Kapitalizmin Doğuşu (Çev: T. Erim), İstanbul, 1970, s. 10.
[35] Claude Cahen, OsmanlIlardan Önce Anadolu’da Türkler, İstanbul, 1984, s. 169.
[36] G. I. Brationu, Recherches sur le Commerce Genois dans la Mer Noire au XIII e Siecle, Paris, 1929, s. 33;. G Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (Çev. Fikret Işıltan), TTKY., 4. Baskı, Ankara, 1995., s. 339.
[37] Georgi Legaret, Hıstoıre Du Development Du commerece, Paris, 1931, s. 72.
[38] Venedikliler Bizansla 992 yılında, 1082 ve 1148 yıllarında ticaret antlaşması yaparak, Bizans topraklarında imtiyazlı ticaret yapma hakkını elde etmiştir. Stefenos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, (çev. Babür Kuzucu), İstanbul, 1986, s. 46-47; Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (çev. Fikret Işıltan), TTKY., 4. Baskı, Ankara, s. 331; A. Schoube, Handelsgeschichte Der Romanischan Völker Des Mittelmeargebiets Bıs Zumende Der Krewzzüge, München und Berlin, 1906, s. 19, 20, 23.; W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi (çev. Fikret Işıltan), Ankara, 1975, s. 217.
[39] Venedikliler Haçlı Seferleri’ne ancak 1100 yıllarında iştirak etmiştir. Bu da Venedikliler’in, Haçlı Seferlerinin yapılmasına sebep olarak gösterilen dini etkenlere, ne kadar ilgisiz olduğunu gösermektedir. Charles Moraze, Hıstoire Economique et Sociale, Paris, 1956-57, s. 11; Şerafettin Turan, a.g.e., s. 80; F. Thırıet, Histoire du Venise, Paris, 1961, s24.
[40] W. Heyd, a.g.e., s. 333; Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, s. 136.
[41] Osman Turan, Anadolu Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1988, s. 122; Fuad Köprülü; Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 2. Baskı, İstanbul, 1986, s. 104.
[42] Claude Cahen, “Le Commerce Anatolien Au Debut Du XlII’e Siecle”, Turcobyzantine et Oriens Christionus, London, 1974, s. 96.
[43] Mesela, Mısır’da İtalyan tüccarlarının ödeyecekleri gümrük malının cinsine göre değişmekte olup, % 16’ya kadar yükseliyordu. Pizalılar’ın 1215’te elde ettikleri bir beratla altın ve gümüşte gümrük resmi % 10, diğer bütün mallarda % 16 olarak saptanmıştır. Cenevizliler’in 1290’da Memluk Sultanlığı ile yaptıkları antlaşmada ise gümrük vergisi tartılması gereken mallardan % 12 kumaş ve kereste için % 10, çubuk halindeki külçe altın için % 6 ve altın ya da gümüş paralar için % 4 olarak belirlenmişti. Piza % 2 oranında gümrük ödeme olanağına Kıbrıs’ta 1291’de Küçük Ermenistan’da ise ancak 1355’te kavuşabilmiştir (ŞerafettinTuran, a.g.e., s. 122).
[44] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 122; Claude Cahen, “Le Commerce Anatolien au Debut du XlII’e Siecle”, s. 96; Claude Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, İstanbul, 1984, s. 169.
[45] Claude Cahen, “Le Commerce Anatolien au Debut du XlII’e Siecle”, s. 96; M. Delilbaş, a. g. m., s. 97.
[46] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 123-124; M. Delilbaş, a. g. e., s. 97.
[47] ŞerafettinTuran, a.g.e., s. 124.
[48] Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, s. 127.
[49] İbn Bibi, a.g.e., s. 99; O. Turan, a.g.e., s. 127; Mehmet Altay Köymen, “Türkiye Selçuklu Devleti’nde Ekonomik Hayat”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mayıs 1992, S. 65, s. 20.
[50] İbn Bibi, a.g.e., s. 303.
[51] Osman Turan, Selçuklular Hakkında Resmi Vesikalar, s. 128; M. Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, s. 104.
[52] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 125.
[53] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 125-126.
[54] Bu konuyla ilgili bilgi için bkz., Mahmud Esad, Du Regime des Capıtulation Ottomonas, İstanbul, 1928.
[55] Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, s. 169; W. Heyd, a.g.e., s. 334.
[56] W. Ramsey, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası (Çev: Mihri pektaş), İstanbul, 1960, s. 78.
[57] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 105.
[58] İpek Yolu, Çin başkenti Ch’Ang An ya da Kan Chou’dan başlayıp, Çin’i Türkistan’a birleştirir. Kaşgar, Semerkant, Buhara, Nişapur, Rey, Hemedan, Bağdat’dan geçerek, İstanbul, Akdeniz ve Batı ülkelerine ulaşan büyük bir yol ağıdır. Ali Mazahari, Ortaçağ Müslümünlarının Yaşayışları (Çev: Bahriye Üçok), İstanbul, 1972, s. 342; G. I. Brationu, a. g. e. s. 111; Moraze, a, g. e., s. 9.
[59] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 105.
[60] Ahmet Tabakoğlu, İktisat Tarihi, s. 114.
[61] Mustafa Akdağ, a.g.e., s. 34-35.
[62] G. I. Brationu, a.g.e., s. 158.
[63] Şerafettin Turan, a.g.e., s. 106.
[64] Eskiçağ’da en önemli karayolu ağını oluşturan devletlerden biri olan Persler, ” Kral Yolu deilen, Sus’tan Sard’a kadar uzanan bir karayolu ağını meydana getirmişlerdir. Donald J. Wilber, İran Post and Present, Princeton, 1950, s. 22; Şemseddin Günaltay, İran Tarihi, c. I., TTKY, Ankara, 1948, s. 281-285.
[65] Fırat Nehri Birecik’ten itibaren, Dicle ise Musul’dan itibaren taşımacılığa elverişlidir. Fırat üzerinde taşınan mallar çoğu kez Ermenistan’dan gelen odun ve inşaat tahtası ile Suriye’den gelen zeytinyağından oluşuyordu. Dicle nehri ise, Fırat’a göre taşımacılığa daha elverişli olup, Bağdat’ın beslenmesi için gerekli olan sebze ve meyvelerin Doğu Anadolu’dan getirilmesinde kullanılan önemli bir yoldu. A. Mazahari, a.g.e., 357; R. Hartmann, “Dicle”, İ. A., C. III, İstanbul, 1993, s. 584; Besim Darkot, ”Fırat”, İ. A., c. IV, İstanbul, 1993, s. 624.
[66] Osman Turan, ’’Selçuklu Kervansarayları”, 39 Sayılı Belleten’den ayrı basım, Ankara, 1946, s. 477; M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul, 1986, s. 195.
[67] Vakıf, bir kişinin kendi mülkiyeti olan bir şeyi ammenin menfaatine ebedi olarak tahsis etmesi ve bunun Allah’ın mülkü olarak değerlendirilmesi esasına denmektedir. Mehmet Zeki Pakalın, “Vakıf Maddesi”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, MEBY, İstanbul, 1993, s. 577. Vakıfların Türk tarihindeki yeri ve önemi, işleyişi hakkında daha geniş bilgi için bkz., Fuad Köprülü, “Vakıf Müessesesinin Tarihi Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, C. II, Ankara, 1970, s. 37; Ömer Lütfü Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler”, Vakıflar Dergisi, C. II, Ankara, 1970, s. 279-285; Yağmur Tunalı, “Vakıf Müessesine Bir Bakış”, Milli Kültür, S. 46, Ankara, 1984, s. 65-66; İsmet Kayaoğlu, “Vakıfın Türk Toplumundaki Yeri”, Milli Kültür, S. 58, Ankara, 1987, s. 26-27.
[68] Doğu-Batı istikametinde uzanan yollar, Antalya ve Alanya’dan başlayarak, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerden geçerek İran ve Türkistan’a varır. Moğollar zamanında, Küçük Ermenistan’ın ticari ehemmiyet kazanmasıyla, Yumurtalık (Ayes- Lajozza) limanı inkisaf ederek Antalya’ya rakip olmuştur. Buradan Türkiye’ye giren batı emtiası, Küçük Ermenistan içinden geçerek Konya veya Kayseri istikametlerinden Türkiye’ye gelir ve ana yol İstanbul’a ve Batı Anadolu vadilerine ulaşırdı. O. Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 96.
[69] Kuzey-Güney istikametindeki yol; Türkiye’ye Mısır, Suriye veya Avrupa limanlarından deniz vasıtasıyla geldiğine göre Antalya, Alanya veya Yumurtalık vasıtası da dahil olmak üzere, Kayseri’den Sivas’a kadar birinci yolla birleşir veya Suriye-Irak karayolu Elbistan-Kayseri istikametinde devam ederek Sivas’dan Tokat vasıtasıyla Sinop, Samsun limanlarına, oradan da deniz yoluyla kuzeyin Kırım sahilinde en önemli limanı olan Suğdak’a ulaşırdı. Bu yol, Elbistan, Malatya, Diyarbakır vasıtasıyla Doğu Anadolu ve Irak’a ikinci bir kol verir. O. Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 97.
[70] Bu kervansaraylar için bkz. Halil Edhem, ”Die Seldschukischen Han in Anatolien”, 1917’de verilmiş olan bir konferansın hülasası; Karl Müller, Die Karwanserai Im Vondernen Orient, Berlin, 1920; M. Kemal Özergin, “Anadolu Selçuklu Kervansarayları”, İst. Ünv. Edb. Fak. Tarih Dergisi, C. XV, S. 20, Mart, 1965, İstanbul; Rudolf M. Rıefstohl, Turkhish Architecture In Southwestern Anatolia, Cambridge Harvard University Press, 1931.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.