Saruhanoğullarının sosyo-ekonomik tarihine girmeden önce, beylik hanedanına dair kısa bir bilgi vermek yerinde olacaktır.
Hârezmşahlara mensup emirlerden birinin torunu olması kuvvetle muhtemel olan Saruhan Bey tarafından 1313’te fethi tamamlanan Manisa ve çevresi, yine onun zamanında hemen hemen bütünüyle Türkleşmiş, yeni sakinlerinin engin medeniyetiyle ma’mûr ve müreffeh bir çehreye bürünmeye başlamıştır. Söz konusu tarihte Saruhanoğulları Beyliği’nin temellerini atan Saruhan Bey, karadaki mücadelelerini Ege Denizi’nde de sürdürmüş, böylece beyliğin sınırlarını Ege Denizi’ne açarak iktisadî ve askerî bakımdan büyük bir gelişme sağlamıştır.[1]
Saruhan Bey’le beraber başlayan ve bir yüzyıla yakın bir dönem devam eden beylik hanedanına ait bilgileri Mesalikü’l-Ebsâr,[2] Düstûr-nâme-i Enverî,[3] Câmiu’d-Düvel,[4] İbn-i Batuta Seyahat-nâmesi[5] Şikârî’nin Karaman Tarihi[6] gibi eserlerle bazı kitabeler,[7] şer’iye sicilleri[8] ve meskûkâta dair eser[9] ve kataloglardan[10] öğrendiğimiz gibi, XVI. yüzyıla ait vakıf defterlerinden[11] de öğreniyoruz.
Buna göre, Saruhan Bey (…-1346), Beyliğin hâkimi olduğu ve merkez Manisa’da oturduğu sırada kardeşlerinden Çuğa Bey’i Demirci’nin, Ali Paşa’yı da Nif’in (Kemal Paşa) idaresine memur etmişti.[12] Hâkimiyet sahasını Alaşehir’den İzmir ve Ege kıyılarına kadar uzatan Saruhan Bey’in kurduğu Beyliğin mütekâmil sınırları doğuda Alaşehir’in batısından İzmir Körfezi’ne, kuzeyde Bergama’dan güneyde Nif, Turgutlu ve Kemaliye’nin güneyine kadar uzanıyor; beylik kuzeyden itibaren Karesi, Germiyan ve Aydın beylikleriyle çevrilmiş bulunuyordu.[13] Çuğa Bey’den sonra Demirci’nin idaresi Saruhan Bey’in oğullarından Devlethan Çelebi’ye intikal etmiştir. Saruhan Bey’den sonra merkez Manisa’nın idaresi ise baba-oğul olarak sırasıyla İlyas Bey (1346-1363?), İshak Bey (1363?-1378) ve Hızırşah Bey (ö. 1410)’in uhdesinde bulunmuştur.
Devlet Han Çelebi’den sonra oğlu Yakub Çelebi’nin Demirci hâkimi olması,[14] bu şehirde Saruhanoğulları’nın Demirci kolunu teşekkül ettirirken, kimin oğlu olduğu tespit edilemeyen Budak Paşa, Gördes’de bulunmuş, daha sonra O’nun yerine oğlu Beğce Bey Gördes hâkimi olmuştur. Ayrıca Budak Paşa’nın diğer oğlu olan İdris’i Kayacık’a göndermesi, Budak Paşa ailesinin hakimiyet sahasını Gördüs (Gördes), Kayacık şehirleri ve çevresine yaydıklarını da göstermektedir. Aldıkları Çelebi unvanından dolayı, muhtemelen İshak Çelebi’nin oğulları olan Hayreddin Çelebi, Tarhanyat’ta (Menemen) ve Yusuf Çelebi de Gördük’te bulunmuşlardır.[15]
XVI. yüzyıl vakıf defterlerinden istihraç ettiğimiz bu bilgiler Saruhanoğulları Beyliği’ne ait toprakların Uluğ Bey’in reisliği altında Saruhanoğulları ailesi fertleri arasında müşterek olarak idare edildiğini göstermektedir. Son zamanlarda ele geçen üzerinde 814/1411 tarihi ve Saruhan bin İshak yazısı bulunan iki adet bakır sikke, bize İshak Çelebi’nin Saruhan ismini taşıyan ve şimdiye kadar bilinmeyen bir oğlu daha olduğunu, dolayısıyla bağımsızlık alâmeti olan sikkesinden hareketle[16] Çelebi Mehmed’in Saruhanili’ni Osmanlı topraklarına kesin olarak kattığı, muhtemelen 1412-1415 tarihine kadar da hüküm sürdüğü[17] düşünülürse, SaruhanoğuNarı’nm Batı Anadolu’daki hâkimiyet süresinin yaklaşık bir asırlık bir zaman dilimine tekabül ettiği anlaşılır.
Saruhanoğulları devrinin sosyo-ekonomik tarihini yazabilmek için bugün halihazırda yeterli kaynaklara sahip değiliz. Esasen Anadolu Selçuklularının ve onların varisleri olarak idarî geleneklerini devam ettiren Anadolu beyliklerinin sosyal ve ekonomik hayatlarını ortaya koyan nüfus ve mal sayımlarını hâvi vergi defterlerine, vergi kanun-nâmelerine ve her türlü adlî, hukukî, mülkî, ailevî bilgileri ihtiva eden kadı sicillerine malik oldukları kesin olmakla beraber, zamanımıza kadar kalabilmiş olanlar hemen hemen yok denecek kadar azdır.[18]
Diğer Anadolu beyliklerinde olduğu gibi, Saruhanoğulları Beyliği’nin sosyo-ekonomik tarihini ortaya koyabilmek için geriye kalan malzeme, çoğu Osmanlı devrinde kaleme alınmış ve düzenlenmiş olan Vekâyi-nâmeler, Tahrir Defterleri, ile epigrafik ve nümizmatik alanlarda yapılan yayınlardan ibaret kalmaktadır. Bu cümleden olarak, Saruhanoğullarının sosyo-ekonomik tarihi, diğerleri ihmal edilmeksizin daha çok Tahrir Defterleri ile vakıf ve vakfiyelerinden çoğunun Osmanlı devrinde ibkâ edilerek yeniden düzenlendiğini gösterir. Vakıf Defterleri, vakfiyeler ve söz konusu vakıfların Osmanlı devri Şer’iye Sicillerine akseden hususlarından faydalanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.
I. Demografik Yapı ve Sosyal Tabakalaşma
Saruhanili’nin fethini 1313 yılında tamamlayan Saruhan Bey’in maiyeti ile beylik topraklarına iskân edilen Türk unsurun, etnik yapısı, mevcut bilgiler çerçevesinde öncelikle Batı Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması süreci içinde ele alınmalıdır.
Bilindiği üzere Malazgirt Zaferi’ni müteakip, Selçuklu sultanlarının daha çok güvenlik sebebi ile Batı Anadolu uçlarına bir takım Türkmen boylarını yerleştirmeleri kronolojik bakımdan XI. yüzyıla kadar çıkmakla beraber daha sonraki devirlerde gerek Anadolu’nun diğer bölgeleri, gerekse Anadolu’nun batı bölgelerine yerleştirilen Türk unsurunun Anadolu’ya göçlerinde karşımıza çıkan iki önemli safha, onların geldikleri yerler itibariyle olan menşelerini de ortaya koymaktadır. Bunlardan birincisi XIII. yüzyıl başlarında cereyan edeni olup, Karahıtaylarla, Harezmliler arasındaki mücadelede Fergana’daki şehirlerin harap bir hale gelmesiyle bu bölgeyi kesin olarak terk etmek zorunda kalan ahalinin Anadolu’ya göçüyle aynı devirde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Harezmliler tarafından yıkılmasını müteakip, Anadolu’ya doğru oluşan birçok göç dalgaları ve bunlar arasında özellikle Oğuzların Anadolu’ya yerleşmeleri safhasıdır. Bu safhada çoğunluk Oğuzlara ait olmakla beraber, göçmenler arasında Karluklar, Halaçlar ve diğer bazı Türk kabileleri de vardı.
Daha önemli olan ikinci safha, Moğol istilası öncesi ve sonrasında vuku bulan göçler safhasıdır. Söz konusu istila sırasında Maveraünnehr (Maveraünnehir) dolaylarında yaşayan oldukça kalabalık göçebe ve yarı göçebe Oğuz ve Karluk Türkleri Cengiz’in orduları önünden kaçarak Anadolu’ya sığındılar. Kıpçakların da aynı istilaya maruz kaldıkları, Anadolu’ya doğru göçe mecbur oldukları görülüyor. Kısa bir müddet sonra Harezmşahlar Devleti’nin yıkılışı birçok Harezm Türkü’nün Anadolu Selçuklularına sığınmasını sağladı. En son olarak Horasan, Azerbaycan ve Erran bölgelerinin Moğollar tarafından zabtı yine bir çok Türk kabilelerinin Anadolu’yu yurt tutmasına sebep oldu.[19]
Maveraünnehr, Harezm, Horasan, Azerbaycan ve Erran menşeli olarak gördüğümüz Anadolu’ya göç eden Türk unsuru, burada da Selçuk-İlhanlı Devleti’nin tazyikiyle uçlara doğru yığılıyordu. Bizans topraklarını fethe başlayan bu göçebe Türkmen kitlesinin XIII. yüzyılın ikinci yarısı başlarında Denizli bölgesinde 200 bin, Kastamonu dolaylarında 100 bin, Kütahya-Karahisar arasında 30 bin çadır teşkil ettiklerine bakılırsa, Batı Anadolu uçlarında oldukça önemli bir Türkmen nüfusu yoğunluğunun oluştuğu anlaşılabilir.[20]
Batı Anadolu’nun fethiyle görevlendirilen beylere bu arada Saruhanoğulları Beyliği’ni kuran Saruhan Bey’e[21] bağlı Türkmenler de muhtemelen yukarıdan beri izahına çalıştığımız Batı Anadolu uçlarına yerleşenler olmalıdır. Nitekim, 1371 yılında düzenlenen Revak Sultan Vakfiyesi’nin şahitleri arasında gösterilen Bektaş-ı Horasanî oğlu İbrahim Seydi Dede, Cafer-i Horasanî oğlu Yolageldi Baba, İbrahim Horasani oğlu Arık Dede, Süleyman-ı Horasanî oğlu Karaca Ahmed, İlyas-ı Horasanî oğlu Hâki Baba, Yunus-ı Horasanî oğlu Oklu Horos Dede, Hüsrev-i Horasanî oğlu Sindel Baba[22] gibi şahsiyetlerin Saruhanoğullarının kuruluşuna vücut veren Horasan erenlerinin oğullarından oluşları, Saruhaoğulları Beyliği ahalisinin daha çok Horasan Türkmenlerinden müteşekkil oldukları intibaını vermektedir. Diğer taraftan, Osmanlı devri Saruhan Sancağı dahilinde gördüğümüz “Horzum Barze” yörükleri,[23] Horzum sözünün Harezm’den gelenleri ifade ettiği hatırlanırsa,[24] Saruhanili ahalisi arasında bir takım Harezmli Türklerinin olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Bunlardan başka Gördüs (Gördes) ve Demirci’ye tâbi Danişmendlü köyleri, yine Gördüs’e tâbi Danişmend Mahmud Köyü, Manisa’ya tâbi Yunt Dağı Nahiyesi, Dazyurt Köyü’ndeki Boynu-yoğunca Ali Danişmend Mezraası[25] gibi Danişmend unvanı veya sıfatıyla anılan köy, mezraa ve şahıs isimleri Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın Danişmendli Devleti’ni hâkimiyeti altına aldığı 1175-1180 yıllarında hem idarî ve hem de askerî stratejik bir tedbir olmak üzere Danişmendli ilinden Batı Anadolu uç bölgesine, söz konusu hânedanın varisleri olan beylerle beraber naklettiği bazı Türkmen unsurunun[26] Saruhanoğulları devrinde Saruhanili ahalisi arasına bazı bölükler halinde katıldığını ifade etmektedir.
Mevcut bilgiler çerçevesinde Saruhanili’ni yurt tutan Türkmenlerin yani Müslüman Oğuzların daha önceki yurtlarını ve buraya hangi siyasî saikle geldiklerini böylece genel çizgileriyle tespit ettikten sonra, onların demografik durumları ve iskân edilmeleri meselesine geçebiliriz:
Daha önce de belirttiğimiz gibi, beylikler devrinden zamanımıza intikal eden Tahrir Defterlerine sahip olmadığımız için, Saruhanili’nin gerek şehirlerinde gerekse köy ve mezraa gibi kırsal kesimlerinde yaşayan halk zümrelerini etnik ve dinî bakımdan rakamlara dökmek imkânına sahip değiliz. Ancak bazı seyyahların verdikleri bilgilerle, Osmanlı devrinde tutulan Tahrir ve Vakıf Defterlerindeki kayıtlardan hareketle bazı tahminlerde bulunabiliriz. Bu cümleden olarak Osmanlı Tahrir Defterlerinin verileri Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması süreci içinde vukua gelen büyük göçler sonunda Anadolu’daki Türk nüfusunun, büyük iskân merkezlerinde %85-90, köylerde de %100’e yaklaştığını göstermektedir.[27] Nitekim bir fikir olmak üzere 1531 yılı hâne bazında hesaplanan rakamlara göre Manisa Kazası’nın kırsal kesiminde yaşayan köylü konar-göçer tâbir edilen yörüklerden müteşekkil Türk nüfusunun %99.63, Hıristiyan nüfusunun ise %0.37 oranında, kazanın merkezi olan Manisa şehrinde de Türk ve Müslüman nüfusun %94.23 ve sadece Yahudilerden müteşekkil olan Gayri müslim nüfusun ise %5.77 oranında bulunmaları ve bu oranın şehirde yaşayan yörük teşekküllerin Türk ve Müslüman nüfusa dahil edilmeksizin hesaplanması[28] Ö. Lütfi Barkan’ın XV. yüzyıl sonları ile XVI. yüzyıl başlarında yapılan tahrirlere dayanan verilerini tamamen doğrulaması açısından önemlidir. XV ve XVI. yüzyıllarda tespit edilen söz konusu demografik veriler, Osmanlıların Türkmen beyliklerini hâkimiyetleri altına aldıktan sonra bu bölgelerde özellikle de aradan geçen 121 yıllık zaman dilimi içinde Saruhan Beyliği topraklarında gerçekleştirdikleri iskân faaliyetleri ile nüfusun artışına veya eksilmesine tesir eden her türlü tâbii, sosyal, siyasî ve ekonomik olaylar sonunda oluşmuştur. Söz konusu olaylar manzumesini göz önüne alarak Saruhan Beyliği’nin hiç olmazsa son zamanlarına ait demografik yapısını ortaya koymamız mümkün olmamakla beraber, demografik yapıya tesir eden bazı ip uçlarını değerlendirmemize mani bir durum da söz konusu değildir.
Esasen Bizans’ı idare eden hükümetin İznik’ten İstanbul’a geçtiği yıllarda Avrupa kesimindeki faaliyetlere önem verilerek, Bizans’ın Anadolu’daki sınırlarının savunulması ihmale uğramış, bunun sonucu olarak 1270’den itibaren Anadolu’nun güneybatı ucu bir daha ele geçirilemeyecek şekilde Türkmen yayılışına sahne olmuştur. 1300 yıllarına gelindiğinde Bizans’ın bütün batı eyaletleri Ege kıyılarına kadar Türkmenlerce fethedilmişti.[29] Saruhan Bey’in Eski Lidya kıtasında yer alan toprakların fethini tamamladığı 1305-1313 yıllarında[30] Bizans teb’ası durumundaki gayrimüslimlerin önemli bir kesimi söz konusu bölgeyi terk etmiş bulunuyordu.[31]
Saruhanoğullarına ait vakıf kayıtları tarandığında, durumun bu doğrultuda olduğunu destekleyen karinelere de sahibiz. Şöyle ki: Osmanlı devrine intikal eden ve Saruhan beylerinin özellikle şeyh ve dervişlere “vakf-ı evlâdiyet” üzere verdikleri mülkleri gösteren yüzlerce kayıt ve vakıf kurma sebepleri incelendiğinde aralarında sadece bir tanesinde Nif’teki Saru Şeyh köyünde bir çiftlik ile ilgili olarak “kadîmü’l-eyyamdan Saru Şeyh zikrolunan yerin kâfirin kova gelüp ve Saruhan oğlundan vakfiyet-i evlad üzere ellerine hükm ve hüccet virilüp”[32] denilmektedir. Muhtemelen Nif ve çevresinin Saruhan Bey tarafından alınmasının hatırasını yansıtan bu belge diğer belgelerle bir arada mütalaa edildiğinde, bize bölgenin fethi sırasında yaygın ve etkili bir direnişin olmadığını göstermektedir. Saruhan Sancağı’na ait Tahrir Defterleri de, Saruhanili’ndeki gayrimüslimlerle ilgili olarak yukarıda izahına çalıştığımız demografik yapıyı doğrular mahiyettedir. Şöyle ki, fetihten sonra Saruhanili’ni terk etmeyen Yahudi ve Hıristiyanların meskun bulundukları yerleri Tahrir Defterlerindeki kayıtlardan hareketle belirtmek gerekirse sayı itibariyle 10’u geçmediği söylenebilir. Buna göre, Saruhanoğulları’nın merkez ittihaz ettikleri Manisa şehrindeki mukim Gayr-i Müslim cemaat sadece Yahudilerden ibaretti.[33]
Bunun dışında Manisa şehrine tâbi Kâfirboz ve Çatalkilise köylerinde, Rum ve Ermeni gibi Gayr-i Müslim teb’a Türklerle beraber mukim idiler.[34] Türkmenlerle beraber mukim gayrimüslimlerin bulundukları diğer yerleşim birimlerini Güzelhisar, Marmara’ya tâbi Gülnos, Saruhan Beyliği’ne yıllık vergi veren Foça ve Saruhan oğullarına merkezlik yapan önemli şehirlerden Demirci olarak tespit edebiliyoruz.[35]
Görüldüğü üzere Gayrimüslimlerin Türkmenlerle beraber mukim oldukları yerleşim birimlerinin 7 adeti geçmemesi kırsal kesimde de bir iki köy hariç Gayr-i Müslim unsurunun mukim bulunduğu hiçbir iskân biriminin bulunmaması, Saruhanoğulları Devri’nde fethedilen bölgelerin kesin bir Türkleşmeye uğradığını açıkça ortaya koymaktadır. Saruhanili’ni yurt tutan Türkmenlere gelince, bunları da yerleşik hayat tarzını benimsemiş olan şehir ve köy halkı ile yarı yerleşik konumdaki konar-göçer teşekküller olmak üzere iki kategoride ele almak gerekmektedir.
Esasen daha çok Horasan menşeli olduklarını belirttiğimiz bu zümrelerin göçebe hayat tarzının yanı sıra şehir ve köy hayatını da benimsemiş olmaları yeni bir husus değildir. Sözü edilen Türkmenlerin bir kısmının Moğol istilası sonucu Horasan’a gelmezden önce Maveraünnehr’de İslâmiyet’in yayılmasıyla beraber yerleşik hayata geçerek buralarda köyler ve şehirler kurduklarını XII. Yüzyıla gelindiğinde ise şehirlerde yüksek bir kültür hayatına ulaştıklarını biliyoruz.[36] Şu halde el- Ömeri’nin Mesalikü’l-Ebsar’ında isimlerini zikretmeden belirttiği üzere Saruhan beylerinin 15 kadar şehri olduğu,[37] hususunu yadırgamamak gerekir. Bu şehirler içinde merkez Manisa’nın Bizans Devri’nde sur içinde kalan bölümü dışına taşarak oldukça gelişmiş olduğu Saruhanoğulları Devri’nde şehirde kurulan birçok mahalleden isimleri tespit edilebilen 11 adedinin varlığı dahi göstermektedir.[38] Bunlardan Eski Hisar,[39] Câmi‘-i Kebir, Çarşı, Bölicek, Gurhâne mahalleleri 10 Safer 800 yani 2 Kasım 1397 tarihinde düzenlenen Hoşkadem Paşa Vakfiyesi’nde geçmektedir.[40] Diğerleri Dere Hamam,[41] Zindan,[42] Çaprazlar,[43] Narlıca,[44] Ser-âbâd[45] ve Girdeci[46] isimlerini taşımakta idi.
İçinde veya köylerinde Saruhanoğullarına ait vakıf eserlerinin bulunmasından hareketle diğer Saruhan şehirlerini Demirci, Adala, Menemen (Tarhanyat), Güzelhisar, Ilıca, Nif, Marmara, Gördüs, Gördük, Akhisar, Mendehorya, Kayacık isimleriyle tespit edebiliyoruz. Bu şehirlerden Demirci, Akhisar, Ilıca, Kayacık, Gördük, Güzelhisar gibi Türkçe isimlerle anılanlar içlerinden Gayr-i Müslimlerin ikamet ettikleri Demirci ve Güzelhisar gibi şehirlerin birer mahalleleri istisna edilirse, muhtemelen fethedildiklerinde çok harap bir durumda olup, Saruhanoğullarına bağlı Türkmenlerce hem fizik planda, hem de demografik yapı itibariyle yeniden kurulmuş olmalıdır.[47]
Bölgenin fethi sırasında Bizans’tan intikal eden, ancak isimlerinden antik ve Hellenistik devirleri idrak ettikleri anlaşılan şehirler,[48] ise Gayr-i Müslim ahalisi tamamen boşalsa bile, muhtemelen isimlerinde olduğu gibi, fizikî planlarında da köklü değişikliklere uğramadılar. Ancak, bu şehirlerde inşa edilen câmi, mescid, medrese gibi Türk-İslam medeniyetinin unsurları etrafında teşekkül eden nüfus ve yerleşme ile yeni semt ve mahalleler meydana geldi; hatta surlar içinde kalan eski fizikî yapı zamanla küçük bir semt halinde kaldı.[49]
Saruhanoğulları Devri’nde şehirlerde teşekkül eden yeni fizik unsurlar içinde mesela Hızırşah Bey’in Adala’da inşa ettirdiği câmi, medrese ve imâretten oluşan külliye, Sünbül bin Abdullah’ın Menemen’de inşa ettirdiği câmi ve medrese, Saruhanoğlu Beğce Bey’in Gördes’te inşa ettirdiği câmi, Emet bin Osman’ın Nif’te inşa ettirdiği câmi, yine Köse Bahşi’nin Menemen’de inşa ettirdiği mescid, Marmara’da inşa edilen İçhisar Mescidi,[50] gibi fizik unsurlar, kadîm şehirlere Saruhanoğulları zamanında ilâve edilen yeni semt ve mahallelere çekirdek teşkil etmişlerdir.
Yerleşik hayat tarzını benimseyen bir diğer halk kesimi de köy adı verilen iskân yerlerinde oturmaktaydı. Gerek Manisa civarındaki, gerekse Saruhanoğullarının diğer şehirleri civarındaki köylerin büyük kısmının Saruhanoğullarını meydana getiren Türkmenler tarafından kurulduğu söylenebilir. Kurulan köyler arasında Oğuz boylarının isimlerini taşıyanlar bulunduğu gibi, bu boylara mensup obaların zaman içinde siyasî ve iktisadî âmillerin tesiriyle yeni bölünmelere uğramaları sonucu, doğrudan boy ismi yerine yeni teşekkül eden oba ve cemaatlerin[51] isimlerini taşıyanlara da oldukça sık rastlanmaktadır. Bunların yanı sıra, isimlerini hayatlarını gazâya adamış, aynı zamanda Türkmenlere dinî telkinde bulunan ve kendilerine İslâm misyonerleri diyebileceğimiz Kolonizatör Türk dervişlerinin[52] isimlerini de alan köyler, sıralamada önemli bir yer tutmaktadır. Diğer köyleri tâbiatı tasvir eden isimlerden oluşanlar, kadîm iskân yerleri olup, aynı ya da farklı isimlerle anılanlar, ayrıca folklorik temaları ifade edenler şeklinde tasnif etmek mümkündür. Saruhanoğullarının kurdukları köyleri isimleri bakımından böyle bir tasnife[53] tâbi tuttuktan sonra, tespit edebildiklerimizi sınıflandırma sırası itibariyle Tablo 1’de olduğu gibi vermemiz mümkündür.[54]
Saruhanili’nde yerleşik hayat tarzını benimsemiş şehirli ve köylülerin yanı sıra bölgeye yayılış ve yoğunlukları bakımından önemli bir halk kesimi de hiç şüphesiz konar-göçer teşekküller idi. Bu teşekküller şehir ve kasabaların çevresindeki eski iskân yerleri olan kışlaklarında küçük çapta ziraat yaptıkları gibi, yazları da koyunlarını otlatmak üzere yaylaklara çıkıyorlardı.[55] Anadolu’ya ilk geldikleri safhada göçebe hayat tarzını sürdüren, bu yüzden Osmanlı kroniklerinde kendilerine “göçmel yörükler” denilen bu zümrenin[56] önemli bir kısmının Anadolu’ya yerleştikten iki yüzyıl sonra göçebelikten tamamen çıkarak, yarı-göçebe yani konar-göçer hayat tarzını benimsedikleri anlaşılıyor.[57]
Bu zümreden Kızılırmak’ın doğusundaki bölgelerde hayatlarını idame ettirenlere “Türkmân”, batısındakilere de “Yörük” denilmekte idi. Dolayısıyla Saruhan ili’ni yurt tutanlar da yaygın tabiriyle “Yörükan” (yani yörükler) şeklinde ifade ediliyorlardı.[58] Osmanlı devri Tahrir Defterlerinden hareketle, mesela 165 no’lu ve 1531 tarihli Saruhan Sancağı Mufassal Tahrir Defteri’nden hareket ederek, yörük adıyla anılan konar-göçer oymakların Saruhanoğulları Devri, Saruhanili şehirleri civarlarındaki dağılımları hakkında bir tahminde bulunmak gerekirse, yoğunluk itibariyle en çok Demirci olmak üzere sırasıyla Adala, Manisa, Nif, Gördük, Güzelhisar, Marmara, Ilıca, Gördüs, Mendehorya, Kayacık, Menemen şeklinde en yoğundan en az yoğuna doğru bir sıralama yapmak mümkün olabilir. Bu sıralanışta Demirci’nin kışlak ve yaylak itibariyle en elverişli bölge olduğu, bunu Gediz Nehri ile Manisa Dağı arasındaki kışlak ve yaylakların bulunduğu bölgelerin izlediği söylenebilir.
Başlangıçtan günümüze değin her beşerî cemiyet şartlara göre oluşan karmaşık ve girift tabakalaşmalar ve hiyerarşiler ihtiva etmiştir. Bu tabakalaşmaların içinde fertlerin ve ailelerin bütünleştikleri görülmektedir. Türk toplumu da bu kaide içinde mütalaa edilmelidir. Türk toplumunun tabakalaşma hususundaki genel anlayışına göre en az iki kalabalık gruba ihtiyaç vardır. Bunlardan birincisi sosyal nizamın muhafaza edilmesi için yüksek devlet görevlilerinin oluşturduğu grup, diğeri ise hizmetlerini yapabilmeleri için bu birincilere gerekli serveti sağlamaya mecbur tutulan gruptur. Esasen, mertebelenmede yani hiyerarşide kimi insanların diğerlerine göre ön plana çıkarılmaları aynı zamanda İslâm teorisine dayanmaktadır. Öyle ise tabakalaşma bir zarurettir. Bununla beraber, İslâmiyet’in bazı prensipleri uygulandığı takdirde, cemiyet içindeki eşitsizlikler bir ölçüde hafifletilebilir.[59]
Saruhanili’ndeki Türk toplumunu da bu genel çerçeve içinde mütalaa edebiliriz. Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi, Saruhanoğullarıyla ilgili olarak, Kadı Sicilleri ve Vergi Defterleri gibi önemli kaynaklardan mahrum oluşumuz, diğer sosyal ve ekonomik hususlarda olduğu gibi, toplum yapısının tespit ve tahlilinde de önemli eksikliklere sebep olmaktadır. Bu durumda Saruhanili’ndeki sosyal tabakalaşmanın tespitinde sadece mahdud sayıdaki kitâbe, vakfiye ve diğer vakıf kayıtlarına başvurmak zorunda kalmaktayız. Bahse konu olan bu malzemeden beylik ailesinin fertlerinden bir kısmını tespit etmemiz mümkün olmakla beraber, diğer idarî ve askerî kesimi ve onların unvanlarına göre oluşturdukları hizmet kategorilerinin hiç olmazsa bir kısmını tespit etmek imkânı oldukça sınırlı kalmaktadır.[60] Buna rağmen, Tahrir Defterlerinden hareketle, elde edilen bazı bilgiler az da olsa Saruhanili’ndeki sosyal tabakalaşma üzerindeki sisi, bir parça aralamaktadır. Buna göre Manisa çevresindeki Ellici Yörüklerinin Osmanlı devrinde “her elli hâneye bir eşkinci” vermeleri usulünün Saruhanoğulları Devri’ne uzanması meselesi[61] reâyâ kesiminden olmalarına rağmen, onların bir askerî teşkilat içinde yer aldıklarını göstermekte, tek başına dahi bu örnek Saruhanoğulları toplum yapısının keskin hatlarla birbirinden ayrılmadığına da işaret etmektedir.
Nitekim, bazı araştırmacıların Aşıkpaşa-zâde’nin tespitinden hareket ederek, ilk Osmanlıların cemiyet yapısını Gâziyân-ı Rum, Ahîyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum ve Bacıyân-ı Rum şeklinde aslında aralarında kayda değer fark bulunmayan dört gruba ayırmaları da bu hususu bir bakıma doğruluyor. Onlara göre Gâziyân-ı Rum kahraman, cengâver, Ahîyân-ı Rum zenaatkâr, Abdâlân-ı Rum yaygın dini, Bâcıyân-ı Rum da önemli rol oynayan kadınlar teşkilatı sınıflarıdır.[62]
Esasen, gazâlara katılan ve çevrelerine dinî telkinlerde bulunan Türk sûfîlerince benimsenmiş bir tasavvuf anlayışının yaygınlığını ve canlılığını daima muhafaza ettiği Beylikler Devri’nin bu karakteristik özellikleri Aşıkpaşa-zâde’nin ilk Osmanlılar ile ilgili olarak tespit ettiği toplum yapısı ve sosyal gruplarda da kendini gösterdiği gibi, bu umdeler diğer beyliklerde de, bu arada Saruhanoğulları Beyliği’nde de geçerliliğini sürdürmüştür.
II. İktisadî Hayat
Saruhanoğulları Beyliği ile İtalyan kolonilerinin tüccarları arasında 1340’da yapılan anlaşma gereğince ihrac ve ithal edilen bazı mallar Saruhanoğulları’nın ziraî ve sınaî alandaki üretimlerini ortaya koyduğu gibi, Saruhanili’nde ziraî faaliyetlerin iklim ile toprağın özelliklerine bağlı olarak çeşitlilik arz ettiğini de göstermektedir. Buna göre Saruhanoğulları İtalyan tüccarlarına buğday, kuru meyve, pirinç, zeytin yağı, kendir, şap, afyon, pamuk, orman ürünleri, halı, koyun, at ve ayrıca köle ihrac ederken, onlardan tekstil ürünleri, şarap ve sabun alıyordu.
Bu ihraç ürünleri içerisinde Saruhan Türkmenlerinin ekonomik hayatında en etkili olanları buğday, pamuk ve halı idi. Özellikle halı ihracında Uşak ve Kula’nın yanı sıra Saruhan şehirlerinden Gördes’in de önemli bir payı vardı. İhrac mallarının nakliyat ve ulaşımında Gediz Nehri’nden faydalanılması dikkate şâyân bir husustur.[63]
Saruhanoğulları, İtalyan devletleriyle yaptıkları ticarette, Manisa Darphanesi’nde[64] Latince yazılı ve özel olarak kestirdikleri sikkeleri kullanıyorlardı. Bu gümüş sikkeler Anjou Hanedanı prenslerinin Napoli’de bastırdıkları Gigliati (Çilyati) adı verilen sikkelerle tamamen aynı tipte idi. Bu sikkelerin İtalyan tüccarlarıyla yapılan ticarî işlemleri kolaylaştırdığı anlaşılmaktadır.[65]
Saruhanoğullarının kendi iç piyasalarında tedavül eden sikkelerden zamanımıza kadar gelebilmiş olanları ise İshak Bey, oğlu Orhan, Hızırşah Bey ile 814/1411 tarihli parası bulunan Saruhan bin İshak’a aittir. İshak Bey’in kestirdiği sikkelerden gümüş olanı 776/1374-1375 tarihini taşırken, bakır olanı tarihsizdir. Yine Hızırşah Bey’in kestirdiği gümüş sikkenin de tarihsiz olduğu görülmektedir.[66]
Saruhan Beyliği’nin topraklarından olan Sart’ta yapılan kazılarda Saruhanoğlu İshak Bey’e ait iki bakır sikke ile I. Murad’a ait sikkenin yan yana bulunması ayrıca yine Sart’ta I. Murad’a ait akçe ve bakır sikkelerin bir kaçının ayrı ayrı yerlerden çıkarılması ve bunların yanı sıra Orhan Bey ile Karesi Hanedanı tarafından 1340’lı yıllarda bastırılan sikkelerin aynı tipte oluşu gibi hususları bir arada değerlendiren Konstantin Zhukov, bu üç beyliğin topraklarında para birliğinin oluştuğu ve yine 1390’da Osmanlı fethi öncesinde Batı Anadolu’nun önemli bir parçasında güçlü ekonomik bağların teşekkül ettiği sonucunu çıkarmıştır.[67] Oldukça ilginç olan bu değerlendirme, daha başka delillerle de doğrulanabilirse, Saruhanoğullarının diğer komşu beyliklerle olan ticarî ve ekonomik ilişkilerinin varlığına yeni bir boyut kazandıracaktır.
Gerek karada ve gerekse denizde daimi ve önemli bir askerî güce sahip olan Saruhanoğullarına[68] boyun eğen ve daha Saruhan Bey zamanında aralarında yeminlerle teyid edilen muahede imzalayan Foça’nın Bizans ve Latinlerden oluşan halkı, haraç-güzâr olmayı ve her yıl 500 Bizans Nomisması’na eşit miktarda gümüş parayı vermeyi kabul etmişlerdi. Şehrin beyi olan kimse, her yıl hediyelerle beraber bu parayı Saruhan beyine takdim ederdi.[69]
Saruhanoğullarının iktisadî işletmeleri arasına daha sonraları Osmanlı devrinde de önemini koruyan Güzelhisar’daki tuzlayı ilâve etmek gerekiyor.[70]
III. Toprak İdâresi
Anadolu Selçuklularında olduğu gibi,[71] onların idarî geleneklerini devam ettiren Anadolu beyliklerinde de arazi tahriri usûlü hiç şüphesiz carî idi.[72] Ancak, Anadolu beyliklerinde arazi kayıtlarını havî hiçbir defterin günümüze kadar ele geçmemiş olması, gerek diğer Anadolu beylikleri gerekse Saruhanoğullarına dair arazi tasarrufuyla ilgili hususların öğrenilmesine mâni teşkil ediyorsa da, Osmanlı Tahrir Defterlerindeki Anadolu beyleri ile ilgili nakledilmiş kayıtlar bir parça da olsa bizi bu hususta bilgilendirmektedir.[73] Nitekim Osmanlıların bölgeyi fethi sonrası düzenledikleri Tahrir Defterlerinde, Saruhan beylerinin arazi tasarrufları ile ilgili statülerini aynen koruduklarını görüyoruz.
Söz konusu arazi statüsü Selçuklu Devri Anadolusu’nda fethedilen topraklarda Mirî Arazinin versiyonları olarak karşımıza çıkan Ikta (Timar), Vakıf, Mülk gibi üç kategoriden müteşekkildi. Şu halde diğer Anadolu beylikleri gibi, Saruhanoğulları da toprak idaresinde Anadolu Selçuklularının teşkilâtını aynen devam ettirmişlerdir.[74]
Bu arazilerden Ikta yani Timar Arazisi ihdas etmek, Türk aşiretlerinden teşekkül eden kuvvetlerden bir askerî güç olarak faydalanmak ve onları yabancı sahalarda yerleştirmek gibi pragmatik anlayışın tezahürü olmalıdır.[75] Ikta (Timar) kategorisindeki bir arazi, Saruhan beyinin iradesiyle vakfa da dönüştürülebiliyordu. Bu hususla ilgili bir vakıf kaydında Saruhanoğlu İshak Bey, Özbek isimli sipahinin üzerine kayıtlı olan bir çiftliği dedesi Saruhan Bey’in ruhu için Ahmed Dânişmend isimli birisine vakfedip, eline bu hususta nişan vermişti.[76]
Arazi rejimi içinde belirli hizmetlerin gördürülmesi için ayrılan vakıf arazinin yaygınlığı dikkat çekmektedir. Bu kabilden araziler herhangi bir vakıf esere tahsis edildiği gibi, “cihet-i hitâbet” (hatiplik ücreti), “âyende ve revendeye hizmet” (gelip-gidenlere hizmet) gibi sayılan vakfedilme sebepleriyle kişiler üzerine de vakfedilmekte idi. Bilhassa bunlardan “ayende ve revendeye hizmet” şartını yerine getirmek üzere tesis edilen aile mülkü hükmündeki evlâtlık vakıflar en yaygın olanıdır. Bununla ilgili olarak birçok örnek vermek mümkün ise de, meselâ bunlardan bir tanesinde Demirci’ye tâbi Borlu Nâhiyesi’nin Tamlaluca Köyü’nde bir çiftlik yeri için, “Hızır Paşa Şeyh Arık nâm dervişe vakf-ı zâviye idüp, âyende ve revendeye hizmet etmek üzere mutasarrıf imiş, ol vech üzre ellerinde merhûm Sultan Mehmed ve Sultan Bâyezid Han’dan nişân-ı şerîfleri vardır; merhûm Sultan Süleyman Han aleyhi’r- rahme ve’l-gufrân berât-ı hümâyûnu ile evlâdlarından Sinan Fakih tasarruf itmiş, hâlâ Musa Fakih nâm kimesne berât-ı pâdişâhîyle mutasarrıftır. Tarih-i berat sene 974.” denilmektedir.[77]
Arazinin bir diğer çeşidi olan mülk arazinin tahsisine gelince meselâ bununla ilgili olarak İshak Bey’in Revak Sultan’a mülk olarak verdiği büyük araziler birkaç köy, mezraa ve çiftlikten oluşuyordu. Revak Sultan’ın Vakıf-nâmesi’nden anlaşıldığına göre söz konusu mülk arazinin, zâviyesine şeyh olanlara ve diğer zâviye hizmetlerine tahsis edilmek üzere vakıf araziye çevrildiği görülmektedir.[78]
Saruhanoğullarına ait bu kayıtlar aslında tamamı mirî addedilen beylik topraklarının beylerin irâdeleriyle Timar, Vakıf, Mülk gibi üç çeşit halinde teşkilatlandırıldığını, lüzumu halinde daha çok vakıf olmak üzere bunlar arasında bir dönüşümün yapılabildiğini de göstermektedir.
IV. Vakıflar
Anadolu Selçukluları zamanından beri yeni fethedilen bir şehre Türk-İslâm kimliği kazandırılması için başta câmi olmak üzere diğer dinî yapıların inşa ettirilmesi meselesi, ilk planda ele alınırdı. Bunun gerçekleştirilmesi için sultanlar, ilk olarak ele geçirilen mallardan bir kısmını bu hususa tahsis ederlerdi.[79] Daha sonraki safhada şehirlere yerleşen Türk beyleri ve ıkta sahibi askerlerin de aynı amacı gerçekleştirmek faaliyetine katılarak, imkânlarını câmi, medrese, zaviye, hankâh gibi dinî- sosyal ve kültürel eserler yapılmasına hasrettikleri ve bunları besleyen vakıflar vücuda getirdikleri bilinmektedir.[80] Şu halde Saruhanoğulları Beyliği’nin kurucusu olan ve “Fâtih-i Vilâyet” lâkabıyla anılan Saruhan Bey’den itibaren, başta Manisa şehri olmak üzere kuruluşları kadim yüzyıllara uzanan diğer Saruhan şehir ve kasabalarında imar ve iskânı gerçekleştirilen yeni bir semtin veya mahallenin çekirdeğinin vakıf eserleriyle teşkil edildiği anlaşılmaktadır.[81]
Bu cümleden olarak Saruhanoğlu İshak Bey’in Manisa’da 1366-1379 yılları arasında inşa ettirdiği Ulu Câmii, Medrese ve Mevlevihane’den oluşan külliyesi,[82] yine Manisa şehrinde Saruhan beylerinden biri tarafından inşa edilen, ancak banisi belirtilmeyen mescidlerden Ser-âbâd Mahallesi Mescidi,[83] “Fâtih-i Vilâyet” lâkabıyla anılan Saruhan Bey’in Çarşı Mahallesi’nde inşa ettirdiği mescid,[84] Saruhanoğlu İshak Bey’in inşa ettirdiği Eskihisar Mahallesi Mescidi,[85] şehrin varlıklı kimselerinden olduğu anlaşılan Hacı İlyas bin Mehmed’in aynı isimle anılan mahallede 764/1363’de inşa ettirdiği Hacı İlyas Bey Mescidi,[86] diğer bir varlıklı kimse olan Girdeci İsmail b. İbrahim’in 795/1392-1393’de inşa ettirdiği Girdeci Mescidi,[87] banisi meçhul Saruhanlı eseri olan Gûrhane Mahallesi Mescidi,[88] Saruhanoğlu İlyas Bey’in Çarşı Mahallesi’nde inşa ettirdiği mescid,[89] Manisa şehrindeki diğer Saruhanlı eserlerinden Gediz Nehri üzerinde Saruhan Bey tarafından inşa ettirilen köprü,[90] Saruhanoğlu İshak Bey’in birisi Karaman Kayası yakınlarında kendi adıyla,[91] diğeri Nif Çayı üzerinde Koyun Köprüsü adıyla[92] inşa ettirdiği iki köprü, Saruhan Bey’in Çaprazlar Mahallesi’nde inşa ettirdiği üç çeşme,[93] yine Saruhan beylerinden birinin zevcesi olan Gülgûn Hatun’un Narlıca Mahallesi’nde inşa ettirdiği çeşme,[94] Saruhanoğlu İshak Bey evkafının hizmet binalarına gelir getiren mülklerden olup, bundan dolayı muhtemelen İshak Bey tarafından inşa edilmiş olan Çukur Hamam,[95] yine Gülgûn Hatun’un Derehamam Mahallesi’nde inşa ettirdiği hamam,[96] Manisa dışındaki Saruhanlı eserlerinden Hızırşah Bey’in Adala’da vücuda getirdiği câmi, medrese ve imaretten oluşan külliye,[97] Yakub b. Devlet Han b. Saruhan tarafından 810/1407-1408’de Demirci’de inşa ettirilen Eski Câmii,[98] Saruhanoğlu Beğce Bey’in Gördes’te inşa ettirdiği câmi,[99] bunların yanı sıra Saruhanoğulları devri ricalinden olmaları kuvvetle muhtemel olanlardan Sünbül b. Abdullah’ın Menemen’de 1357-1358’de inşa ettirdiği câmi ve medrese,[100] Emet b. Osman’ın Nif’te inşa ettirdiği câmi,[101] Köse Bahşi’nin (Yahşi) Menemen’de inşa ettirdiği mescid,[102] Marmara’da banisi meçhul Saruhanlı beyi tarafından inşa ettirilen İçhisar Mescidi,[103] istisnai olarak kırsal kesimde yer alan ve Saruhanoğlu İshak Bey ile muhtemelen Saruhanlı Beyliği ricalinden olan Kara Şahin’in himmetleriyle vücuda getirilen Palamud Köyü Câmii,[104] gibi eserleri ya bir mahalle veya semtin çekirdeğini oluşturacak tarzda inşa ettirilen vakıf eserleri meyanında sayabiliriz.
Bunlara daha çok Saruhanili’nin kırsal kesimlerinde yaygın olmakla beraber, şehir ve kasabalarında az sayıda rastladığımız dinî ve tasavvufî eğitim mekânları olan zâviyeleri de ilâve etmemiz gerekmektedir. Bahse konu zâviyeler arasında Ahî Hüseyin,[105] Barak Baba,[106] Seydi İbrahim,[107] Gûrhane veya Saruhan Baba,[108] Revak Sultan,[109] Hâki Baba[110] zaviyeleri Manisa şehrinde, Ahî Ahmed Zâviyesi[111] de Menemen (Tarhanyat)’de yer almaktaydı.[112]
Vakıf kurucularının kimlikleri açısından Saruhanoğulları vakıfları incelendiğinde, Saruhan beyleri ve beylik ailesine mensup olanların büyük bir çoğunluk oluşturdukları görülmektedir. Sayıca ehemmiyetsiz olup, ikinci sırayı alanlar ise Saruhan beylerinin mülkleştirme yetkileri çerçevesinde hizmetleri karşılığı, bazı köy ve arazilerin mülkiyet hakkını kendilerine tevcih ettikleri, beylik ricali veya maneviyat büyükleri kabul ettikleri şeyhlerdir. Mesela, beylik içinde büyük bir manevî nüfuza sahip olduğu anlaşılan Şeyh Revak Sultan ile Saruhan Beyliği ricalinden olması kuvvetle muhtemel olan Hoşkadem Paşa’nın kendilerine Saruhan Beyi İshak Çelebi’nin temlik ettiği arazileri vakfettikleri bilinmektedir.[113]
Beylik ailesine mensup hatunlardan biri olan Gülgûn Hatun’un Narlıca Mahallesi’nde yaptırdığı çeşmeler için vakıflar vücuda getirdiği de söylenmelidir.[114]
Mahallelerinde mescid, zâviye ve çeşmeleri, merkezinde câmi, medrese, Mevlevîhane ve hamamı ile bunların yanıbaşlarında yer alan çarşısı, kurulan pazarı, münakaleyi temin eden köprüleriyle zamanının tipik ve en gelişmiş Saruhanlı şehrini temsil eden Manisa, aynı zamanda kendisini şekillendiren kimliği hüviyetindeki bu vakıf müesseselerinin, hangi unsurlardan müteşekkil olduğunu da göstermektedir.
Buna göre, vakıf eserler ve bunlara hasredilen gelir kaynakları açısından Saruhanoğulları vakıflarını, doğrudan doğruya kendilerinden istifade edilen dinî, sosyal ve kültürel vasıflar taşıyan müesseseler ile bu müesseselerin devamlı bir şekilde faaliyet göstermeleri ve oralarda çalışanların ücretlerinin ödenmesi için tahsis edilen gelir kaynakları şeklinde iki kısımda inceleyebiliriz.[115]
Kendilerinden faydalanılan müesseseler içinde sayıca birinci sırayı zâviyeler, ikinci sırayı mescidler, üçüncü sırayı da câmi ve külliyeler almaktadır. Sayıları az da olsa, bunlara türbeleri, köprüleri ve çeşmeleri de ilâve edebiliriz. Bahse konu müesseselere gelir sağlayan kaynaklar arasındaki araziler dışında Saruhan beylerinin irsen tevarüs edecek biçimde meydana getirdikleri aile mülkü karakterindeki arazi vakıfları ile “vakf-ı âmm” şeklindeki araziler de vardır.
Söz konusu Saruhanlı vakıf müesseselerinin yıllık gelir dağılımlarını Osmanlı klasik dönemi iktisadî şartları muvacehesinde, nakdî değerler olarak ifade etmek gerekirse, yani Saruhan Sancağı vakıf defterlerinde yer alan Saruhanlı vakıf müesseselerinin, 1531 ve 1575 yılları itibariyle yıllık toplam gelirleri ve her bir vakıf müessesesi arasındaki yıllık dağılımlarını göstermek gerekirse özet olarak Tablo 2’de karşımıza çıkmaktadır.[116]
Verilen bilgiler ile tablo 2’deki verilerin analizi sonucunda Saruhanoğulları’nın, vücuda getirdikleri vakıf müesseseleriyle ilgili olarak denilebilir ki, beyliğin hüküm sürdüğü dönem boyunca ekseriyeti şeyh ve dervişlere, ya aile mülkü statüsünde veya yine bu zümrenin yararına olmak üzere zâviyelere hasredilen arazi ağırlıklı vakıflar, sayıca şehir ve kasabalardaki mescid, câmi ve külliye şeklindeki müesseselere hasredilen bu kabil vakıflardan bir hayli fazla idi. Bu husus, Saruhanoğulları Dönemi’nde mistik ve manevî cereyanın doruk noktasına ulaşmasının göstergesi olduğu gibi, beylerin şeyh ve dervişlere taraf olanları kendilerine çekerek, siyasî nüfuz ve kuvvetlerini muhafaza etmek peşinde olmalarıyla, ya da arazilerin ihyâ ve imârıyla beraber zirâî ekonominin güçlenmesini sağlamak istemeleriyle ilgili olabilir.
Biri şehir ve kasabaları, diğeri kırsal kesimleri temsil eden bu iki gurup vakıflara kemiyet itibariyle sahip olduğu konum açısından değil de, iktisadî güçleri açısından bakıldığında bir başka ifadeyle bütün Saruhanlı vakıflarının yıllık toplam gelirleri içinde mescid, câmi ve külliyelerin payı ile zâviyeler, âile mülkü evlâtlık vakıflar ve vakf-ı âmm şeklindeki arazilerin payı açısından bakıldığında, birincilerin yaklaşık %57,57, ikincilerin de yaklaşık %38,82’lik paya sahip oldukları görülür. Bunun anlamı şehir ve kasabalarda yaşayanların yararına sunulan dinî, sosyal ve kültürel nitelikli kamu hizmetlerinin kırsal kesimde yaşayanlara sunulan kamu hizmetlerinden daha önemli ve öncelikli olduğunu, yani Saruhanlı beylik ailesinin şehirleşme ve medenîleşmeye doğru başlangıçtan itibaren gittikçe artan bir tempoda aktivite içine girdiklerini göstermektedir.
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 415-425