Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Altın-Orda (Altın-Ordu) Türk İlleri Ve Çağatay Türkçesi, Gelişmesi, Kaynakları Ve Karakteri

0 7.982

III. yüzyıl başlangıcı, Türk dünyası için yeni bir devre teşkil etmektedir. Asya’nın enginlerinden kopup gelen muazzam Moğol harekât ve fütuhatı, Türkler kadar, beşeriyetin mühim bir kısmının tarihinde de, oldukça kuvvetli bir rol oynamıştır. Önceleri bu büyük harekâtın başı sayılan Cengiz Han’ın Devleti, geniş bir yayılma sahası bulmadan, Selenga ırmağı batısındaki toprak parçasına dayandığı zamanda, şüphesiz Moğol hâkimiyeti ve tesiri, ancak Moğolistan sahasına münhasır kalabilirdi. Fakat daha sonraları, XIII. yüzyılın 30 yıllarına doğru, yani 1211 zaferini müteakip, Moğol orduları Yedisu eyaletini de ellerine geçirmişlerdir. Lâkin Cengiz Han’ın Çin’e karşı açmış olduğu sefer hatırasına, garba doğru ilerleme temposu duraklamıştır. Pekin’in alınması ve Çin’in Moğol istilâsına boyun eğmesi üzerine, büyük zaferlerden gururlanan Moğol ayaklanması ve istilâsı, bu sefer de bütün ağırlığı ile Avrupa’nın güney doğusuna sarkmıştır. Neticede Moğol hâkimiyeti, Deşt-i Kıpçak sahasına da kendi çevresi içerisine almakla fevkalâde muazzam ve güçlü yeni bir Moğol Devleti vücuda getirmiştir. Bu devlet, doğu edebiyatında “Cuci Ulusu” (Coçi) yahut “Gök-Orda” adıyla adlandığı halde, Rus kronikleri ve tarihçilerinde “Altun-Orda” (Altınordu) diye ün bulmuştur.

Dinyeper ırmağından başlayarak, Volga ırmağının doğusuna doğru epeyce bir arazi parçasını içerisine alan sahaya, XI. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar yaşayan Arap ve İran müellifleri, Deşt-i Kıpçak adını vermişlerdir. Rus ve Bizans kroniklerinde ise Kıpçak kelimesinin kullanılışına tesadüf edilmemektedir. Rus vak’anüvisleri bu kelime yerine, eski “Polovets”, Bizans kronikleri ise yalnız “Koman” kavim adını kullanmışlardır. İlk olarak Deşt-i Kıpçak toponimik terimini kullanan Nâsır-i Husrev olmuştur.

Yeni teşekkül etmiş olan Altun-Orda, eskiden beri zengin bir medeniyet hayatı yaşayan çeşitli bölgelerde kurulmuştur.

1219-1220 yıllarındaki sınır bilmeyen Moğol istilâsı, Orta Asya sahasındaki siyasî birlikleri dağıtmasına ve işgal ettiği sahayı kana boyamasına rağmen, katiyyen yerli medeniyetin kalkınmasını ezecek iktidarda olmamıştır. İslâm Doğu medeniyeti bu istilâ ile kendi çehresini değiştirmediği gibi, iktisadî hayat inkişafı da duraklamamıştır.

İşgal ettiği toprakların tam sınırını tespit etmek zor olmakla beraber, ilk Türk dili ve medeniyeti tarihi bakımından bu devletin içerisine alınmış bulunan esas sahaları, Çağatay-ulusu ile İlhanlılar Devleti’nin şimal hudutlarından başlayarak, kuzeydoğuda Bulgar Devleti, Harezm, Don ırmağının ötesine kadar uzanan muazzam Deşt-i Kıpçak bozkırları, Kırım ve Derbend’e, hattâ, bâzen Bakû’ya kadar genişleyen Kafkasya’nın kuzeyinin yarısı teşkil etmekte idi. Rus beyliklerinden bâzıları da A1tun Orda’ya dahil edilmiştir.

Altun-Orda Devleti’nin özünü teşkil eden ve yukarıda adlan geçen eyalet veya sahaların, gerek kültür ve gerek coğrafik bakımdan, oldukça büyük bir ehemmiyeti olduğundan, bunların yeni kurulan Devletin inkişafında mühim etkileri olmuştur. Bunlardan Deşt-i Kıpçak, Moğol istilâsından evvel, daha XI. asırda tamam ile Kıpçak Türklerinin hâkimiyeti altında olmuştur. İktisaden, oldukça kuvvetli ve sağlam münasebetlerle, bütün maddî ihtiyaçlarını temin etmişti. Muntazam bir surette Avrupa’da: Rus beylikleri, Kırım ve Bulgar ülkeleri gibi yüksek ziraata malik sahalarla münasebette bulunduğu gibi, Orta Asya’da: Harezm, Maveraü’n-nehir (Mave-raünnehir) ve Yedisu eyaletler ile de sıkı bir surette alâkası vardı. Saksın ve Suğnak gibi zengin ticaret şehirlerine malikti. Moğol istilâsından sonra burada Batı-Sarayı ve Berke-Sarayı gibi, çağın kültürünü merkezleştiren iki yeni mühim ve zengin şehir kurulmuştur. Bunlar, uzun zaman, Altun Orda Devleti’nin en mühim ticaret merkezlerini teşkil etmişlerdir. Muntazam yollarla Rus beylikler ile ve Kırım, Kafkasya ve Bulgar ülkeler ile bağlı bulunan bu iki şehir, buradan gelen ticaret eşyasını İran’a, Orta Asya’ya, Moğolistan’a ve Çin’e sevketmekte idi. Bu suretle bu iki şehir, göçebe hayatla şehir hayatını birleştirmeğe muvaffak olan mühim merkezlerden biri olmuş ve bir dereceye kadar Altun-Orda Devleti’nin iktisadî hayatında, nâzım bir rol oynamıştır. Bilhassa Berke-Sarayı, bir çok milletlerin uğradıkları bir şehir olmuştur. 1333 yılında bu sahada bulunan İbni Batuta, milliyet bakımından şehrin pek karışık olduğunu ve burada ayrı ayrı siteler halinde yaşayan Moğollara, Aslara, Kıpçaklara, Ruslara, Bizanslılara, Suriyelilere, İraklılara ve sair şark ülkeleri ahalisine rastladığını söylemektedir. Muhtelif ticaret memleketlerini ellerinde tutan bu unsurlar, âdeta Altun-Orda’nın maddî damarlarını teşkil etmişlerdir. Şehrin bütün kültür hayatı da bunların elinde bulunmakta idi. Böylece, Moğol istilâsından önce de, şarkla garb ülkeleri arasındaki ticaretin ana hattı mesabesinde bulunan Volga nehrinin ehemmiyeti, Altun-Orda Devleti zamanında bir kat daha artmış idi.

Deşt-i Kıpçak’la birlikte eski Volga boyundaki Bulgar ili de Altun-Orda’ya dahil idi. Burası hem ziraat bölgesi, hem de ticaret merkezi idi. Daha Moğol istilâsından önce, Bulgar şehri, Doğu Avrupa ile Orta Asya, Kırım, Kafkasya ve İran ülkeleri arasında, bir ticaret mübadelesi merkezi olmuştur. Cihan ticaretinin merkezlerinden biri sayılan burası, kültür bakımından da, doğu ile batı arasında bir geçit rolü oynamıştır. İslâm âlemi ile olan ilgisi ise, burasını bir nevi İslâm merkezi haline koymuştur.

Altun-Orda’nın diğer bir parçasını teşkil eden K ı r ı m, eski bir kültür hayatına malik olup, Batı medeniyetinin doğuya girmesinde mühim bir rol oynamakta idi. Coğrafik vaziyeti dolayısı ile Kırım, eskiden beri, şarkî Avrupa’dan uzak kalan Bizans, Suriye, Mısır ve Anadolu ile sıkı bir iktisadî ve kültürel münasebette bulunmakta idi. Buna karşılık bu ülkeler, Kırım’ın kendisinden ve bu yol ile Asya’dan bir çok istifadeler elde ediyordu. Bu bakımdan Kırım sahası, yeni teşekkül eden Altun-Orda için çok ehemmiyetli ve değerli olmuştur.

Altun-Orda’nın en dikkate değer sahalarından biri olan Harezm ili hakkında, biraz önce malûmat verildiğinden, burada tekrara lüzum yoktur. Yalnız, şu kadarını söyleyebiliriz ki, burası Altun-Orda’nın en zengin ve en medenî parçası olmuş ve XII. yüzyıl başlangıcına doğru, en yüksek iktisadî ve siyasî inkişafına ermiştir. Sahanın başşehri olan Ürgenç ise coğrafik ve iktisadî mevkii dolayısı ile, Çin, Orta Asya, İran ve Şarkî Avrupa ülkeleri medeniyet ve ticaretinin birleştiği ve çarpıştığı bir merkez mesabesinde olmuştur.

Bu suretle Altun-Orda yahut Cuci-Ulusu’nun temelini teşkil eden ülkeler, karakter itibarı ile, çok farklı ve birbirinden bâriz hususiyetlerle ayrılan sahalar olmuştur. Tarihî durumun doğurduğu müsait şartlar, bu çok farklı ülkelerden mürekkep Türk kültür tarihinin inkişafında, çok büyük tesiri olan muazzam bir birliğin ve Devletin vücuda gelmesinde âmil olmuştur.

Prof. Dr. Ahmet CAFEROĞLU

TAM SAYFA GÖRÜNÜMÜ

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.