Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Akp Hükümetinin Suriye Politikasının Sonucu: PKK Komşumuz

0 14.175

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ

Suriye’de iç çatışma 10 Temmuz 2012 sonrasında iç savaşa dönüşme noktasını aşmış bulunuyor. 

Esad rejiminin iç çekirdeğini oluşturan Savunma Bakanı Davud Rajha, Savunma Bakan Yardımcısı ve Esad ailesinin damadı Asaf Şevket, E. Genelkurmay Başkanı ve isyan sonrasında kriz yönetiminden sorumlu Hasan Türkmen, İstihbarat Başkanı Hişam Bahtiyar’ın 18 Temmuz’da bombalı bir saldırı ile öldürülmüşlerdir. Bu saldırı ve öncesindeki günlerde çatışmaların tırmanarak Şam’a sıçramış olması ve bazı bölgelerde güvenlik güçlerinin denetimi yitirmesi iç savaşın temel ölçütleri olarak kabul edilebilir.

Önümüzdeki günlerde Esad rejimine bağlı güçler bir karşı hamle ile dengeyi tekrar rejim lehine değiştirseler de Suriye her geçen gün biraz daha iç savaşa sürükleniyor. Çünkü muhalefet Esad rejimini devirebilecek güçte değil ise de Esad rejimi de kapsamlı bir dış desteğe sahip olan muhalefeti yok edecek/denetim altına alabilecek güce sahip değil.

Suriye iç savaşından en kazançlı çıkacak etnik grubun Suriye Kürtleri ve en kazançlı çıkacak oluşumun ise PKK olduğu görülüyor. Terör örgütünün bu sonuca 2011 ilkbaharında vardığı anlaşılıyor. PKK, Arap Baharının Suriye’ye ulaşması sonrasında Oslo müzakerelerinde elde ettiklerinden daha fazlasını elde edeceği inancı ile müzakere sürecini terk ederek terörü tekrar tırmandırdı. Tahran’ın da teşviki ile Esad rejimine destek vermek amacı ile Suriye’de yeniden örgütlenen PKK, Esad sonrasında Kuzey Suriye’de kendi alanını oluşturarak hem bir yandan Kuzey Irak’ın Kuzey Suriye’yi ekleyerek bu durumun yaratacağı sinerjiyi, Türkiye içine yansıtarak Ankara’yı daha derinden sarsmayı plandı.

Suriye’de Kürtler, 22 milyon 500 olan Suriye nüfusunun % 9’unu oluşturmaktadır. Kürt etnik nüfusu büyük ölçüde Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında ancak dağınık bir şekilde yerleşmiştir.

Kürtler, Türkmenler ile birlikte Suriye’de en dışlanmış etnik grup niteliğine sahip olmuşlardır. İki yüz bin Kürt 6 Nisan 2011’e kadar Suriye’de vatansız konumunda denilebilecek bir hukuki statüde yaşamaya mahkûm edilmiştir.[1] Ancak BAAS sistemi özellikle 1980’lerden itibaren Suriye Kürtlerinin temsil ettiği memnuniyetsizlik potansiyelini Türkiye’ye karşı kullanmayı başarmıştır.

PKK’nın Suriye Kürtleri arasında politik-ideolojik çalışma yapmasının önünü açan ve kolaylaştıran Şam rejimi, PKK’nın dağ kadrolarına katılımı da teşvik etmiştir. Böylece Suriye bir yandan denetim altında tuttuğu Lübnan’daki Bekaa Vadisinde PKK’nın ana karargâhı kurmasını izin verir, A. Öcalan’ın Şam’da yaşamasını sağlar iken Suriye Kürtlerini de Türkiye’ye karşı sürdürdüğü dolaylı savaşta Türk Ordusuna imha ettirmiştir. Öte yandan PKK ise Suriye Kürtleri arasında yaptığı siyasi faaliyetler neticesinde Suriye Kürtleri arasında güçlü bir sosyal taban oluşturmuştur. Abdullah Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasından çok sonra 2003’de PKK Suriye’de Demokratik Birlik Partisi (DBP veya Kürtçe kısaltma ile PYD) adlı bir parti kurmuştur.

Suriye’deki gerek PKK-DBP gerek Barzani yanlısı siyasal partiler/oluşumların oluşturduğu Kürt Ulusal Konseyi Türkiye karşıtı bir karaktere sahiptirler. Anılan bu partiler Türkiye karşıtı tavırlarını Suriye Milli Muhalefeti’nin Türkiye’deki toplantılarına katılmayarak ya da katıldıkları toplantıları protesto edip ayrılarak göstermişlerdir. Mart 2011’de başlayan isyanın ilk gününden bugüne değin Suriye’deki Kürt partileri bir yandan Şam rejimi ile temas içinde bulunmuş öte yandan muhalefet ile görüşmelerini sürdürmüşlerdir.

Suriye’deki Kürt partileri arasında da isyan sürecinde bir bölünme gerçekleşmiştir. PKK-DBP bir temel çizgiyi oluştururken, Barzani Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ne üye olan partileri desteklemiştir. Türkiye ve batı ise Suriye Milli Konseyine katılan Kürt grupları desteklemişlerdir.[2] Bu üçe bölünme 9-10 Temmuz 2012’de Mesud Barzani’nin Erbil’de liderliğinde gerçekleştirilen toplantı ile ortadan kaldırılmıştır. Toplantının en önemli sonucu PKK-DBP’nin de bu toplantıya katılması ve diğer partiler ile uzlaşmasıdır. Böylece, aslında Barzani’nin KDP’si ile PKK arasında Suriye konusunda temel bir uzlaşma gerçekleşmiştir.

Oysa AKP Hükümeti Barzani’den PKK-DBP’nin Kuzey Suriye’deki etkinliği kırması için ricacı olmuştur. Ancak Barzani, Kuzey Irak’ta PKK’yı yok etmeyi asla düşünmediği gibi Kuzey Suriye’de de PKK’nın etkinliğini kırmak gibi Kürt milliyetçisi mantığa ters bir adımı atmamıştır. Toplantından Suriye Kürt partilerinin Esad rejimine karşı ortak hareket etme kararı çıkmıştır.

10 Temmuz 2012 sonrasında Suriye’de isyancıların şiddetinin yaygınlaşması ve 18 Temmuz suikastinden bir gün sonra 19 Temmuz’da Kürt partileri Türkiye-Irak sınırında bulunan ve isyanı bastırmakla görevlendirilen ve bölgeden çekilen Suriye askeri birliklerinin güçlü bir şekilde temsil edilmediği yerleşim bölgelerinde yönetimi ele geçirmeyi denemişlerdir. Bu şehirler 22 Temmuz 2012 itibarı ile Kobani ve Afrin gibi büyük ilçeler ile daha küçük yerleşim birimleri olan Cinderes, Amude ve Tirbespi’dir.Ayrıca Kamışlı, Ras El Ayn ve Derik’te de PKK-DBP etkinliği oluşmuştur.

Kobani kentinde PKK-DBP şehrin yönetimini ele geçirmiştir. Kobani 50 bin nüfuslu bir kenttir. Ayrıca Kuzeybatı Suriye’de Kilis-Halep arasındaki Afrin ve Kuzeydoğu Suriye’de Amude’de PKK-DBP’nin denetimindedir. Bu Türkiye-Suriye sınırının batıdan doğuya bir uçundan diğer uçuna kadar PKK-DBP etkinliğinin kurulduğu anlamına gelmektedir. Anılan yerleşim yerlerinde PKK-DBP devlet binalarını ele geçirmiş ve PKK-DBP flamaları asılmıştır. Silahlı güçleri olmayan ve Barzani tarafından desteklenen Kürt Ulusal Konseyi üyesi gruplar ise PKK-DBP’yi takip etmektedirler.

PKK ve DBP’ye yakın kaynakları kentlerin Halk Savunma Konseyleri adı verilen silahlandırılmış halkın olduğunu iddia etmektedirler. 20 Temmuz 2012’de Birgün gazetesinden Hamza Aktan’a demeç veren DBP Genel Başkanı Salih Müslim Halk Savunma Birliklerinin Kobani’nin savunmasını üstlendiğini amaçlarının halkı Suriye Ordusu ve muhalif güçlerden korumak olduğunu, iki tarafın da şehre girmesine izin vermeyeceklerini açıklamıştır. Bu ifadenin Türkçesi, “Araplar Kobani’ye giremez”dir. Bazı kaynaklar ise Kobani’de bir Kürt ordusunun kurulduğunu ileri sürmektedir. 

Halen Kobani, Afrin, Amude, Cinderes, ve Tirbespi yaşananlar 1991’de Kuzey Irak’ta yaşananlara büyük ölçüde benzemektedir. Kuzey Irak’ta yaşanan süreci yerinde izleyen Alman gazeteci Lissy Schmidt 25 Nisan 1991’de Dohuk’da not defterine şunları kaydetmiştir: “Hala kenti terketmemiş olan yaklaşık 100 kadar Iraklı polisin ise hiçbir olay yaratmamak için azami çaba sarfettikleri görünüyor. Bunlar silahlarıyla beraber neredeyse utangaç bir şekilde cadde ve sokak başlarında bekliyorlar ve peşmergelerle gazetecileri nazik bir şekilde selamlıyorlardı. Bunlar tehlikeli değil derken bütün peşmergeler aynı kanıdaydı.”[3]

Oysa Schmidt 6 Mayıs 1991’de yine Dohuk’da şunları yazıyordu: “Bugünlerde Dohuk kentinin Kürt sakinleri bütün ana cadde köşelerini tutmuş olan Irak polisinin varlığını bir tür provokasyon olarak görüyor. Geçtiğimiz iki hafta içerisinde yeniden gösteriler yapıldı ve bu gösteriler sırasında bir çok polisin silahları ellerinden alındı.”[4]

Suriye’nin bir iç savaşa sürüklenmesi durumunda ilk parçalanacak bölgenin Kuzey Suriye olduğu görülmektedir. Batı basınında da Suriye’nin parçalanması tartışmalarının başladığı görülmektedir. Time dergisi 19 temmzu 2012’de “Suriye’yi Yugoslavya benzeri bir parçalanmamı bekliyor?“ başlıklı makalede Suriye’nin etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca parçalanma ihtimali gündeme taşınmıştır. 19 Temmuz 2012’de Washington Enstitüsü Ortadoğu uzmanı Andrew J. Tabler, “Esad’ın Nihai Uyarısı“ başlıklı makalesinde “Nasurilerin rejimin çökmesi durumuna hazırlık olarak Hama ve Humus civarındaki köylerde yaptıkları etnik temizlik Akdeniz kıyısındaki tarihi yurtlarında bir sığınak oluşturduklarını“ ileri sürmektedir. Foreign Affairs dergisinin internet yayında ise Leon Goldschmith Suriye‘de Nasurilerin Lazkiye civarına göç ettiklerini belirtmektedir.

Suriye’nin bölünmesi meselesi sadece entelektüel stratejik tartışmaların konusu değildir. Moskova’da yapılan Erdoğan-Putin görüşmesinde de Suriye’nin toprak bütünlüğü konusu dile getirilmiştir. Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklediğini açıklamıştır. Ancak Ankara‘nın izlediği kontrolsuz, hesapsız, hiçbir jeopolitik ilkeyi göz önüne almayan politika isyancıları cesaretlendirmekte, isyanı güçlendirmekte ve PKK’nın ve Barzani’nin önünü açmakla kalmakta, Ortadoğu bölgesini büyük Kürdistan’a doğru sürüklemektedir.

Irak’tan sonra Suriye’nin de bölünmesi Türkiye’nin çok da vahim bir süreç ile karşı karşıya kalacağını göstermektedir.


[1] Omer Hassanu ve İlhan Tanir, The Decisive Minority:The Role of Syria’s Kurds İn the Anti-Assad Revolution, The Henry Jakson Society, March 2012, s.2
[2] Omer Hassanu ve İlhan Tanir, a.g.e. s.2.
[3] Lisa Schmith, Özgürlüğün Bedeli: Irak Kürt Bölgesindeki Röportajları, 1991-1993, Belge Yayınları, 1993.

[4] Schmith, a.g.e.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.