Anadolu’nun doğusunda politik bir organizasyon olarak ortaya çıkan Akkoyunlu Devleti[1], Oğuzların Bayındır kolu tarafından oluşturulmuştur. Bundan dolayı da Akkoyunlu hanedanı Bayındır ve Bayındırlı adları ile de anılmaktadır.[2] Akkoyunlular XIV. yüzyılın ikinci yarısı süresince kuzeyde Bayburt, güneyde Urfa ile Fırat ve Dicle’nin olduğu Diyarbakır civarında yaşamaktaydılar.[3] Akkoyunlular bu dönemde yazlık ve kışlaklar arasında göç ederek[4] her tarafa akınlar ve garetler yaparak faaliyet göstermekteydiler.[5]
Akkoyunlularda düzenli bir saray teşkilatı ilk olarak Uzun Hasan Bey zamanında oluşturulmaya başlanılmıştır.[6]
A. Hakimiyet Anlayışı
Akkoyunluların yönetim anlayışında, Orta Asya Türk devlet geleneğinin ağırlığı mevcut idi. Buna göre, hükümdarlık yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağışlanmıştı.[7] İl ve ulus ise, Bayındır Hanedanı’nın ortak malı sayılırdı. Ailenin en yaşlısı veya aile tarafından baş olarak seçilmiş olan en nüfuslu hükümdar olurdu.[8] Bazen de devletin hanedanın ortak malı olması anlayışından hareket eden bir hanedan üyesi, rakiplerini yenerek hükümdar olabilirdi. Örneğin Yakub Bey 1478 tarihinde Sultan Halil’in ordusunu yenerek Akkoyunlu tahtını ele geçirdi.[9]
Akkoyunlular’da hükümdara “Hazreti Ala”, “Ala Hazret”[10] veya “Sahip Kıran”[11] olarak hitap edilmekte idi ki, son hitap şekli Timurlulardan esinlenilmişti.[12] Akkoyunlular’ın başlarındaki yöneticinin asil bir nesepten gelmiş olması üstünlük vasfı oluşturmakta idi. Bu sebeple, Uzun Hasan Bey Dönemi’ni anlatan Kitab-ı Diyarbekriyye’de Akkoyunlu Uzun Hasan’ın nesebi Oğuz Han’a dayandırılmaktadır.[13] Akkoyunlu hakimiyet anlayışında seçkin bir nesebe mensup olmak yönetici ailede olması gereken vasıflardandı. Bu anlayışın bir sonucu olarak da Bayındır Hanedanı’nın seçkin bir nesep olduğunu gösteren altı hasleti sayılmaktadır ki, bunlar sırasıyla şunlardır:
- Onların atalarının tümünün hükümdar oldukları ve soylarının düşük sınıflı insanlarınkine kadar gitmediği.
- Bir fatihin elinin asla onların (Bayındırlıların) koca veya karılarına dokunmadığı onların hiçbiri köle bir kızdan doğarak gözden düşürülmedikleri.
- Onların ataları, peygamberler ile devamlı savaşmış Yemenliler, Farslılar ve Arap kralları gibi hak dolu kanunlara asla karşı olmadıkları.
- Onların arasında delaletin olmadığı; Büveyhilerdeki gibi Şii, Abbasilerdeki gibi Mutezile, Mervaniler arasındaki gibi yanlış dini eğilimlerin yayılmadığı.
- Bayındırlıların Kirman, Fars ve Horasan’ın birçok yöneticilerinde olduğu gibi kirli alışkanlıklar ile kasabalarda oturarak etkilenmedikleri.
- Onların askeri güce maruz kalmadıkları ve kendi kılıçlarının keskin ikna edici gücünü kullanarak kendi ayakları üzerinde durdukları, ayrıca bazı halifeler ve daha sonra Cengizilere benzemeyerek onların daima kendi kabilelerinde (il-ulus) rütbece üstün olduklarıdır.[14]
Akkoyunlular bu üstünlüklerini her vesile ile dile getirmişlerdi. Bu anlayışın özellikle, Uzun Hasan Dönemi’nde en açık bir şekli ile ortaya çıktığı görülmektedir. Osmanlılar ile mücadeleye girişirken, kuvvet ve azametini her vasıtaya başvurarak ve muhtelif vesilelerle Osmanlılara anlatmak isteyen Uzun Hasan, büyük bir ihtimalle kendisi tarafından yazdırtılarak, Sivas Beylerbeyi Hamza Bey’e gönderilen mektupta, Uzun Hasan’ın üstün vasıfları sayılarak O’nun Timur’dan üstün olduğu anlatılmıştır. Mektuba göre; Timur bir kuyumcunun oğludur, Uzun Hasan ise yüksek bir soydandır. Hesap ve nesebinde padişahlık olan Uzun Hasan, huzuruna gelenlere değerine göre şefkat ve merhamet gösterir.[15]
Mektupta, Osmanlıların Timur karşısında uğradıkları felaket zımnen hatırlatılmakta, maddi ve manevi kuvvet bakımından çok daha üstün olan, O’ndan çok daha büyük işler başarmış bulunan Akkoyunlu hükümdarına karşı Osmanlılar ikaz edilmekte, aynı zamanda göz dağı verilmektedir. Gerek soy sop bakımından gerekse şahsi kabiliyet bakımından Uzun Hasan’ın bütün Türklerin hükümdarı olmaya en fazla layık bir şahsiyet olduğu da aynı mektupta ayrıca belirtilmektedir.[16] Verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, Akkoyunlu hakimiyet anlayışında asil bir nesepten gelme yöneticilik için önemli vasıflardan birini oluşturmakta idi.
Akkoyunlular Orta Asya Türk Devlet geleneğinden etkilendikleri kadar, eski Orta Doğu devlet ve yönetim anlayışına da sahip bulunuyorlardı. Timuriler ile yakın ilişkide olduklarından onlardan da etkilenmişlerdi. Timurlular zamanında, yönetici hâlâ dünyaya bağlı olarak Tanrı’nın gölgesi olarak kabul ediliyordu ve yargılama ile cezalandırma kurallarının Tanrı’nın gölgesi olan bir hükümdarın varlığında sürdürüldüğü inanışı mevcut idi.[17] Bunun yanında Akkoyunlular’ın hakim oldukları bölgelerin konumu itibarı ile Hint-İran geleneğinin tesirine de maruz kalmışlardı.
Sâsâni Devleti’nin son zamanlarında hükümdarlara iyi bir devlet idaresinin esaslarını öğretmek gayesini güden nasihat kitapları Andarznâme veya Pendnâme adı altında çok yayılmış bulunuyordu.[18]
Akkoyunlular bu geleneği Selçuklulardan almış oldukları etki ile sürdürdüler ve Uzun Hasan’ın isteği ile Celaleddin Devvani devlet yönetimi ile ilgili nasihatleri içeren Ahlak-ı Celaliye’yi yazmıştır.[19] Devvani’ye göre, dürüst hükümdar imamdır ve her dürüst yönetim ayrıcalıklarla yetkilendirilmiştir. Bununla Celâleddin imam olarak kendi hükümdarı Uzun Hasan’ı göstermekte idi. Egemenlik seçkin bir adam üzerinde ihsanda bulunulan mükemmel bir hediye idi. O’na göre egemenlik yeryüzünde Tanrı’nın gölgesi idi. Geçici hakimiyet kendi yerlerinde çeşitli sınıfların sürdürülmesinden oluşmuştu. Bu durumda yönetici kamildi ve yönetici kurumun gücü izne gerek duymazdı.[20]
Akkoyunlu devlet yönetimi için öğütler içeren Ahlâk-ı Celâli’ye çağdaş olan bir çalışmada Herat’ın Timuri Prensi Hüseyin Baykara için, Hüseyin Kassafi tarafından 1494-95 tarihinde yazılan Ahlâk-ı Muhsin’dir. Kasafi benzer olarak bir kanunun insanların işlerini düzenlemek için ihtiyaç duyulduğunu ileri sürmüştür. Hükümdarın Tanrı’nın gölgesi olduğu ve hükümdarın risaletinin Peygamberliğin asaletine yakın olduğunu Necmeddin Razi de ileri sürmüştür. O’nun sergisinde merkez görüntü dünyada Tanrı’nın gölgesi sultandı.[21] Hükümdarın Tanrı’nın gölgesi olduğu anlayışı Akkoyunlu Şehzadesi, Sultan Halil’in yaptırdığı bir geçit töreninde, Sultan için dile getirilen bir duada da görmekteyiz. Bu duada Akkoyunlu hükümdarı bütün Müslümanların sultanı olarak görülmekte ve onun adaletinin sonsuz gölgesini sunması için sultana izin verilmesi dileğinde bulunulmaktadır.[22]
B. Hükümdar
Akkoyunlularda ideal hükümdar tipi, Türk devlet geleneğine uygun olarak yüksek ahlâki değerleri ve soyluluk gibi diğer üstün vasıfları şahsında bulunduran şahsiyettir. Bu anlayışın bir sonucu olarak Akkoyunlu hükümdarları şu özelliklere sahiptiler:
- Cesur ve Kahraman
Akkoyunlularda Hükümdarın cesur olması devletin gelişmesinin yanında hükümdarın başarılı olması için de gerekli idi. Uzun Hasan cesareti sayesinde büyük kardeşi Cihangir’i yenerek, saltanatı ele geçirmişti.[23] Daha sonra da bu üstün cesareti sayesinde Karakoyunlu Cihanşah’ı ve Horasan- Türkistan Hükümdarı Ebû Said’i yenerek beyliğini bir imparatorluk haline getirdi.[24] Uzun Hasan’ın oğlu Yakub Bey de cesareti ve kahramanlığı sayesinde saltanatı ele geçirerek ülkesini genişletme imkanı bulabilmişti.
- Akıllı ve Bilge
Akkoyunlularda hükümdardan beklenen özelliklerden biri olan akıl ve bilgelik, doğal olarak hükümdarın başarısının teminatı idi. Akıl ve bilgelikte üstün olan hükümdarların zamanında ülke en parlak dönemini yaşamıştı. Şark tarihçileri Akkoyunlu Devleti’ni bir imparatorluk haline getiren Uzun Hasan’ın akıllı, bilge ve karar sahibi bir şahsiyet olduğunu yazarlar.[25]
- Cömert
Cömert olmak, Orta Çağ tarihi boyunca hükümdarların saltanatının sürmesi için gerekli vasıflardan biri idi. Akkoyunlu hükümdarlarından Yakub Bey kadı, şair ve alimlere bolca mal vererek cömertliğini sergilemişti.[26]
- Adaletli ve Kanun Yapıcı
İlk Türk devletlerinden itibaren bir hükümdardan istenen onun adil olması idi. Bu özellik, Akkoyunlu hükümdarlarından da beklenen en önemli vasıflardandı. Uzun Hasan Bey, adil[27], halka karşı şefkat ve merhamet hisleri ile dolu idi, kendisinden önce konulmuş bazı vergileri haksız sayarak iptal etmiş ve vergilerin adil bir şekilde tarh ve tahsil edilmesi için bir kanunname hazırlamıştı ki[28], bu kanunname, Osmanlılar ve Safevîler zamanında da uzun süre kullanılmıştı.[29]
- Dirlik ve Düzen Sağlayıcı
Türk devlet geleneğine bağlı olarak, Akkoyunlu Devleti’nde hükümdar tebasının dirlik ve düzenini sağlamak zorundaydı. Bunu da en iyi şekilde mümkün kılmak ancak kanunlar yapmak ve bu kanunları adaletle tatbik etmekle olabilirdi. Bu durumun farkında olan Uzun Hasan yaptığı kanunlarla kumar gibi bazı kötü alışkanlıkları ülkesinde yasakladı.[30] Ayrıca, ülke sınırları içerisinde toplanılan verginin miktarını düzenleyerek tebaası arasında meydana gelen anlaşmazlıkları çözmek için bir kanunname yazdı.[31]
C. Hükümdarlık Alametleri
- Unvan ve Lakab
Akkoyunlular’da unvan ve lakablar, başlıca hükümdarlık alâmetleri arasında bulunmakta idi. Akkoyunlu hükümdarlarının kullandıkları unvanlar Han[32], Sultan[33] ve padişah’tı.[34] Lakapları ise sahip kıran[35], ebu’l-nasır[36], ebu’l-muzaffer[37] ve abû’l-farac’dı.[38]
- Hutbe
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra, hükümdarlık alameti olarak yeni bir yer tutan hutbe, başta Selçuklular olmak üzere Orta Çağ Türk-İslâm devletlerinin çoğunda hakimiyet alâmeti olarak görülmüştür. Hükümdarlığın önemli manevi unsurlarından olan hutbe hükümdarın hakim olduğu bölgelerdeki camilerde Cuma namazları esnasında adının, unvanlarının ve lakaplarının zikredilmesidir. Uzun Hasan büyük kardeşi Cihangir’den Diyarbakır’ı alınca[39] ahali de Uzun Hasan’ın hakimiyetini tanıyarak onun adına hutbe okuttu. Çünkü bu dönemde Akkoyunlu payitahtı olan Diyarbakır’a hakim olan Uzun Hasan aynı zamanda Akkoyunlu hükümdarı da olmuştu.[40]
- Sikke
Akkoyunlu hükümdarları da diğer Türk hükümdarları gibi bağımsızlık alameti olan sikke bastırmışlardır. Akkoyunlular’da ilk sikke bastıran Tur Ali Bahadır’dır.[41] Akkoyunlular bastırdıkları paraların üzerinde kendi damgalarını da kullanmışlardır.[42] Uzun Hasan adına bastırılan bir sikkenin arka yüzünde El Sultan El Melik El adil Ebu’l feth Hasan Bahadır yazılıdır.[43]
- Taht
Hükümdarlığın en önemli maddi unsuru olarak taht, hakimiyet sembolü olarak başta gelir. Hükümdar olmanın en önemli belirtisi tahta oturmakla ilan edilir.
Uzun Hasan vefat ettiği zaman, en büyük oğlu Sultan Halil Şiraz’dan Tebriz’e gelerek tahta çıkma törenini gerçekleştirdi. Bu tören Sahib Abad meydanında yapıldı. Sultan Halil’den yaşça çok küçük olan kardeşi Yakub Bey yanına oturmuş, diğer şehzade ve emirler ise kendi derecelerine göre sırada durmuşlardı.[44] Sultan Halil’in tahta çıkma törenini Tebriz’deki olağanüstü derecedeki soğuğa rağmen gerçekleştirmek istemesi, tahtın hükümdarlık alameti olarak önemini göstermektedir.[45]
- Çetr ve Sancak
Hükümdarların başlarında saltanat şiarından olan çetrleri ve muhtelif tabirlerle zikredilen sancakları vardı. Akkoyunlular’ın bayraklarının rengi Bayındırlıların bayrağı olan beyaz renkti.[46]
- Nevbet
Akkoyunlular’da diğer Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi hükümdarlar bağımsızlık alameti olarak nevbet çaldırırlardı. Akkoyunlu ordusunda ise hükümdarlarla şehzade ve emirlerin maiyetlerindeki kuvvetlerin Tablhane ve Nekkare denilen bandoları vardı.[47]
D. Saray Teşkilatı
Akkoyunlular kendilerine has bir idari teşkilat kurmaya çalışmış olmakla birlikte, M. Halil Yınanç’a göre Karakoyunlu Devleti gibi, Celâyir ve Timur Devleti’nin teşkilatını taklit etmişlerdir.[48] Devletler birbirinden doğal olarak etkilenmişlerdir. Kurumların oluşturulmasında kurulan yeni bir devlet kendisinden önceki devleti örnek almıştır. Fakat, zaman içersinde ihtiyaçtan doğan değişiklikler yapıldığı gibi bazen bir önceki devlette görülen bir kurumun kendisinden sonraki devlette çok farklı bir şekilde icrası da olabilmekteydi.
Akkoyunlu Devleti’nden sonra onun hakim olduğu topraklarda kurulan Safevî Devleti[49] direk olarak Karakoyunlu ve Akkoyunlular’ın takipçileri idiler. Açıkça, Safevîler İran’daki Türkmen hakimiyetinin üçüncü safhasını oluşturmuşlardır. Safevîler, Şah Abbas’a kadar Akkoyunlu kurumlarını aynen kullanmışlardı, ancak bundan sonra bazı değişiklikler yapmışlardı. Şah İsmail Akkoyunlu Elvend ve Murad Beyleri yendiği askeri gücünü aynen Akkoyunlu ordusu gibi düzenlemişti.[50]
Akkoyunlu Devleti’nde İlhaniler ve Timurilerdeki gibi Dergâh veya Devlethane denilen saray teşkilatı görülmektedir.[51] Başlıca Akkoyunlu saray memurları ise şunlardı:
- Bukâvul
Yemek tadan, çaşnigir anlamında olan Bukâvul; hükümdarın mutfağında çalışan ve bilhassa yemeklere zararlı şeylerin katılmamasına nezaret eden memurların unvanıdır. Fakat Akkoyunlularda Bukâvulların bu asli görevden başka birçok görevler de icra ettikleri görülmekte. Karakoyunlularda da mevcut olan Bukâvullar tıpkı Akkoyunlular’daki gibi asli vazifelerinin dışındaki görevlerde de kullanılmaktaydılar. Örneğin, Cihanşah Mirza tarafından Uzun Hasan’a Aynal adındaki bir Bukâvul elçi olarak gönderilmişti.[52] Bundan başka Cihanşah Mirza Horasan üzerine yapacağı sefere asker toplamak, araç gereç hazırlamak için elçiler ve Bukâvullar göndermişti.[53]
- Emîr-i Ahur
Sarayın ve hükümdarın hayvanlarına bakan saray memuruydu. Mirahurda denilen Emîr-i Ahur’un emri altında hademe, seyis ve sair vazife sahipleri vardı.[54]
Akkoyunlular’da Emîr-i Ahur vazifesine Uzun Hasan’ın maiyetinde bulunan ve Kitab-ı Diyarbekriyye’ye göre Akkoyunlular’ın meşhur yiğitlerinden olan Hüseyin Emîr-i Ahur’un şahsında rastlamaktayız ki Emîr-i Ahurluk, Hüseyin için ya daha önceki vazifesi olduğundan bu unvanı kullanmış veya Emîr-i Ahurluk yanında askeri vazifeler de icra etmekte idi.[55] Emîr-i Ahurlar, Akkoyunlular’da askeri gözcü gibi görevlerde de bulunmaktaydılar.[56]
- İnak
Hükümdarın musahipleri olup, yolculuk ve eğlencelerde tatlı sözlerle onları meşgul ederlerdi. Akkoyunlu Devleti’nde mevcut olan İnak’ın manası yerine göre değişebilmekteydi.[57] Fakat genel olarak Akkoyunlular’da İnaklar hükümdarın nedimi olarak görev yapmışlardı. İnaklar sürekli hükümdarlarla birlikte olmalarından dolayı askeri yeteneklerinin de olduğu görülmekte. Buze oğlu Ahmed adındaki İnak’ın Akkoyunlu hükümdarı Sultan Hamza’nın nedimi olarak görev yapması, bu görevin Akkoyunlular’da hükümdar nedimi olarak icra edildiğini göstermekte.[58]
- Yasavul
Yasakçı, yasak memuru, muhafaza memuru olarak görev yapan Yasavullar Akkoyunlu saray memurlarındandı.[59] Yasavullar Akkoyunlular’da teşrifatçı olarak görev yaptıkları[60] gibi korucu vazifesini de ifa etmekteydiler.[61]
- Eşikağası ve Kapucu
Akkoyunlular’da Eşikağası ve Kapucu unvanlarıyla vazife sahipleri de bulunmaktaydı. Eşikağası, Kapucubaşı demektir. Kapucu ise, Eşikağası’nın maiyyeti olan kapıcılardır.[62] Eşikağası önemli beyler ve onların oğullarından seçilirdi. Eşikağası, Kapucular ile birlikte sarayın hareminin kapısında gece ve gündüz görev yaparak yabancıların girişlerine izin vermezlerdi.[63]
- Kuşçu ve Parsçı
Av esnasında hükümdarın yanında bulunan kuşçu ve parsçı; av köpekleri, doğanlar, atmacalar gibi avda kullanılan kuş ve diğer hayvanların bakımıyla ilgilenirlerdi. Türk devletlerinin pek çoğunda fazlasıyla ehemmiyet verilen av tertibatı ve teşkilatının önemli vazifelileri olan kuşçu ve parsçı Akkoyunlu Devleti’nde aynı öneme sahip bulunduğundan saray memurları arasında yer almaktaydılar.[64]
- Ayakçı ve Nekkareciler
Ayakçılar sarayın düzenlemiş olduğu düğünler ve eğlenceler esnasında içeceklerin dağıtılması ile ilgilenirlerdi. Akkoyunlu Devleti’nde vazife icra ettikleri görülmekte.[65]
Nekkareciler ise kös, davul, zurnacıdan oluşan bir bando takımıydı. Nekkareciler, Nevbet çalınmasında görev yaptıkları gibi savaş esnasında da görev yaparlardı. Uzun Hasan Diyarbakır’ı aldığı zaman, onun yanında bulunan Nakkareci boru çalmış ve geride kalan askerler, borunun sesiyle fethin haberini almışlar ve acele ile at sürerek şehirde toplanabilmişlerdi.[66]
- Ferraş
Döşeyip, dayayan anlamında olan Ferraş, Akkoyunlu saray memurları arasında yer almaktaydı.[67] Uzun Hasan, oğullarından Sultan Halil Mirza, Muhammed Bey ve Zeynel Mirza’nın sünnet düğünleri için büyük bir ziyafet düzenlemiş ve bu düğünün gereçlerini düzenlemek için de Ferraşları görevlendirmişti. Sarayın Ferraşları da o eğlence meclisinin zeminini döşeyip, çadırları güzelleştirmişlerdi.[68]
E. Divan
Akkoyunlularda idari teşkilatın merkezi büyük divandı. Divanın reisi divan beyi veya sahib-i divan denilen zattı.[69] Sahib-i divanda divanın mührü bulunur ve icap eden vesika ve hükümler bununla mühürlenirdi. Hükümdarlar, verdikleri Tevkilerin başlarına isim ve elkablarını ve sonunda mühürlerini basarlardı. Örnek olarak, 1470 Tarihli Uzun Hasan Bey tarafından Hemedan’da Sadât’tan Esseyyid Şemseddin Mehmed adındaki birine verilen Nişanı Hümayun suretinin sonunda ve sol kenarında “Mevzii Mühri Hümayun” ibaresi yazılmıştır; yine bu nişanın arkasının sağ tarafında iki yerde “Mevzii Mühri Miri Divan” ve bunun altında da “Mevzii Mührü Vüzera” diye hükümdarın, vezirlerin ve divanın mühür yerleri gösterilmiştir. Bu vesikalardan anlaşıldığına göre, hükümdarların mühürleri vesikaların sonuna basılmaktadır. Vesikanın arkasındaki divanın ve vezirin mühürleri bu Berat’ın divan heyetinin mesuliyeti ve kontrolü altında bulunduğunu gösteriyor ki, Gazan Han zamanındaki kontrol ve mesuliyet usulünün Akkoyunlular’da da devamını ispat etmektedir.[70]
Akkoyunlular’a Timuriler ve Karakoyunlular’dan geçen[71] divan emirliği vazifesi de vardı, Divan Emiri hükümdardan sonra saltanat naibi gibi büyük bir mevkiye sahip bulunmakta idi.[72]
Akkoyunlular’da mali işlerle ilgili olarak İstifa divanı vardı. Başında da Müstevfî-i Memalik, yani bugünkü anlamda maliye bakanı bulunurdu. Uzun Hasan döneminde bu vazife Hoca Şükrüllah’a verilmişti.[73] Baş Müstevfi’nin maiyetinde de Divanı Alâ Müstevfileri denilen maliyeciler vardı[74].
Tuğra (Nişan) Divanı[75], hükümdarların kendi ülkelerindeki eyaletler ve dış devletler ile olan haberleşmeyi sağlardı. Tayin, ferman, berat gibi vesikalar bu divandan çıkardı. İdris-i Bitlisi Akkoyunlu sarayında Sultan Yakub, Rüstem ve Elvend Bey dönemlerinde Nişancılık yapmıştı.[76]
F. Devlet Ricali
Akkoyunlu Divanı’nda, Sahib-i Âzam denilen bugünkü vekiller makamında vezirler vardı. Akkoyunlular, Selçuklu geleneğini sürdürerek, sivil idareyi Farslılar’a vermişlerdi. Uzun Hasan’ın dört vezirinden birisi Kirmanlı, ikincisi Şirazlı ve diğer ikisi de yine İranlı idi.[77]
Sultan Yakub’un veziri de alim ve hakim Şerefüddin Mahmud Cânı Deylemi[78] ve Hoca Efdal Kirmani idi. Şah İmamüddin Selmânı Deylemi ise Sultan Halil zamanında vezir idi.[79]
Hükümdarın çocuklarının terbiyesi ile uğraşan ve gönderildikleri eyaletleri onların adlarına idare eden kişilere ise lala denilirdi. Akkoyunlular’da iktidar mevkiinde bulunan hükümdarların oğulları doğup biraz yetiştikten sonra, bunlara ikta olarak bir vilayet verilir ve maiyetlerine lala olarak tayin olunan bir emirle vilayetine gönderilirdi. Bu yüzden, lalaların şehzadeler üzerinde büyük etkisi vardı. Harput’un alınmasından sonra Habil Bey, şehri lalasına yağmalatmıştı.[80]
Yakub Bey’in lalası olan Bayındır Bey, Sultan’ın beğenisini kazandığından kendisine İsfehan eyaleti verilmiş, fakat Bayındır Bey bu nimetleri az bulduğundan Yakub Bey’e isyan etmişti.[81] Lalaların sultana bile karşı gelebilmeleri onların genel olarak nüfuzlu kişilerden seçilmiş olmalarından ileri gelmekte idi. Lalalar bu güçlerini kullanarak şehzadelerin hükümdarlığa geçmelerini de sağlarlardı.[82] Örneğin Yakub Bey’in oğlu Baysungur, Lalası Sufi Halil Musullu’nun çabaları ile sultan olabilmişti.[83]
G. Askeri Teşkilat
Akkoyunlu Devleti’nin temelini ordu oluşturmakta idi. Çünkü Akkoyunlu Devleti de kendisinden önce kurulmuş olan birçok Türk devletleri gibi bir askeri organizasyonun sonucu oluşturulmuştu.
1. Akkoyunlu ordusunu oluşturan en önemli unsurlar
A. Hükümdar
Akkoyunlu Devleti’nde hükümdar, harp ve sulhde başkomutan idi.[84] Savaşlarda orduyu bizzat idare ederdi. Hükümdar iyi bir savaşçı olmak zorundaydı. Aksi durumda tahtını kaybederdi.
Bir akına çıkılacağı veya düşman saldırısı anında, ülkedeki bütün mevcut kuvvetler hükümdarın emrine girerdi. Hükümdarın sadece kendi kuvvetleriyle sefere çıktığı da olurdu. Savaşa girmeden önce hükümdarın ümeraya danışması adettendi. Akkoyunlular’ın imparatorluğa yükseldikleri devrede hükümdarın nüfuz ve yetkisi tabi olarak öncekine nazaran büyük ölçüde artmıştı.[85]
B. Şehzadeler
Hükümdardan sonra ordu komutasında şehzadeler gelmekte idiler. Akkoyunlu Devleti’nde diğer Türk devletlerinde olduğu gibi devlet hanedanın ortak malı sayıldığından her şehzade hükümdar olmaya adaydı ve dolayısıyla başkomutan olmaya da. Karayülük Osman Bey şehzadeliğinde, büyük kardeşi Ahmed’in hizmetinde olarak Akkoyunlu düşmanlarına karşı savaşarak onları yenilgiye uğratmış, onun bahadırlığından dolayı da Akkoyunlu aşiretleri tarafından hükümdar ve başkomutan yapılmıştı.[86]
Akkoyunlular’da şehzadeler vali olarak atandıkları eyaletlerde kendilerine mahsus bir orduya sahiptiler. Örneğin, Uzun Hasan’ın oğlu Fars Valisi Sultan Halil’in bir eyalet ordusu mevcuttu.[87]
C. Emirler
Akkoyunlu askeri teşkilatında emirler yetki ve nüfuz bakımından hükümdar ve şehzadelerden sonra gelmekteydiler. Hanedan azası emirlerin yanında hanedan dışından da emirler mevcuttu. Emirler savaş zamanlarında valisi oldukları yerin ordusuyla hükümdara katılırlardı. Savaş esnasında ise hükümdar veya şehzadenin emrinde savaşırlardı.[88] Emirler kendi aralarında emir-i Buzurg, emir-i Kebir gibi isimler almakta idiler.[89]
D. Tavacılar
Bunlar meslekten asker olmamakla birlikte askeri işleri tanzim eden kişilerdi. Bunların yaptıkları iş savaş zamanı askerin silah altına çağrılması, askerin toplanması, toplanma yerinin tayini, ordunun iaşe ve bakımının sağlanması ve nizamının korunmasıdır.[90]
Tavacıların başında bulunan şahsa emir-i tavacı veya Tavacıbaşı denilmekte idi. Tavacıların bir divanı olup, bütün askerin defterlerini bunlar tutardı. Her emirin ne kadar askeri olduğu ve bunların isim, künye ve mevkileri de bu defterlere müracaat edilerek bilinirdi.[91]
E. Nökerler
Aslında Moğolca olan “nöker” ve bundan türeyen “nökerzâde” tabiri, muayyen bir askeri sınıf veya tabakçı adı olarak Moğol ve Türk devletleri teşkilatında oldukça uzun bir gelişme sahası bulmuştur.[92] Akkoyunlu ordusunun çekirdeğini oluşturan nökerler onların ilk devirlerinden itibaren mevcuttular. Nökerler Akkoyunlular’da kendi boy ve kabilelerinden meydana geliyordu. Nökerler savaşta ve barışta efendilerinin yanında bulunurlardı.[93] Nöker, bütün varlığı ile bağlı bulunduğu reisinin karargahında uşak, harb veya akın zamanlarında savaşan asker, av merasimlerinde en yakın muavin, dost ve müşavir idi. Buna mukabil reis de nökerlerini beslemek ve silahlandırmakla mükellefti.[94]
F. Eyalet Kuvvetleri
Akkoyunlu devlet nizamı kurulduktan sonra buna paralel olarak tımarlı eyalet kuvvetleri oluşturuldu. Bunların bakım ve iaşeleri sahip oldukları tımarın geliriyle sağlanıyordu. Bu tımarlara Akkoyunlular’da “Tiyul” denirdi. Her eyalet kuvvetinin başında bir şehzade veya büyük emir bulunuyordu. Eyalet kuvvetleri Akkoyunlular’ın imparatorluk devrinden itibaren ordunun en kalabalık ve en önemli kısmını oluşturmuşlardır.[95]
2. Akkoyunlu Askeri Yapısı
İlk beyliğin yapısında göçer Türk unsurlar üstündü. Bu Karayülük Osman Dönemi’ndeki Akkoyunlu askeri örgütlenişinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Ordu on, elli, yüz, bin ve on biner kişilik aşiretlerin toplumsal yapısıyla örtüşen sipahi birliklerinden oluşmakta idi. Bu birlikler, aşiretin devlet içindeki konumuyla bağlantılı olarak ordunun sağ yada sol kanatlarına yerleştirilirdi. Bu ayrımlar muharebe alanında olduğu kadar, ziyafet sofrasında da geçerliydi.[96]
Harpte ordunun en ileride bulunan ucuna karakol, pişdar kısmının hepsine mangalay denilirdi. Mangalay muharebe esnasında ordunun merkez kısmının ilerisinde bulunurdu. Ordunun merkez koluna Uluğ kol, sağ koluna Barangar veya Brangar, sol koluna Cuvangar denilirdi. Harpte ordunun hattı ric’atini temin için karargâh ile ihtiyat kuvvetleri asıl ordudan iki üç gün geride bulunurdu ve bu ihtiyat ordu karargâhına Uruğ ismi verilmişti.[97]
Akkoyunlu birlikleri Uzun Hasan Dönemi’nde daha çok yay, kılıç ve kalkanla teçhiz olunmuştu. Uzun Hasan’ın ordugahını gezen Venedik Elçisi Barbaroya göre; Akkoyunlu ordugahında 10000 ağır ok atma aleti, 5000 kalkan, 1000 mızrak, ileri gelen Türkmenlerin güzel işlenmiş başlıkları ve zırh gömlekleri bulunurdu; 2000 beygir için de yere kadar uzanan levhacıklardan yapılmış zırh örtüleri vardı. Zengin olmayan muhariplerin savaş atları ok işlemeyecek kadar kalın deri, ipek yahut keçe ile sarılmıştı. Hemen hiç topçuları yoktu.[98] Akkoyunlular Sultan Yakub’un Gürcistan seferi esnasında Ahıska’yı muhasara ederken top kullanmışlardı. Bunlardan başka kılıç, şeşpeş (altı dilimli topuz), hançer, gürz de kullanılıyordu. Ordunun başkumandanına Emirülümera veya Melikülümera denilirdi; diğer kumandanlar emirî âzam veya sadece emir unvanlarıyla anılırlardı.[99]
H. Adliye Teşkilatı
Akkoyunlu Devleti’nde adli ve dini işlere kadılar bakarlardı. Sadr, sadâret ve kadıaskerlik diye anılan en yüksek makamda Uzun Hasan Bey zamanında Alâüddin Ali Beyhakî Sadrı Ali, yani kadilkuzat idi. Daha sonra Yakub Bey Devri’nde bu makama hocası olan Kadı İsa Saveci geçmiştir.[100]
Uzun Hasan adalete verdiği büyük önemden dolayı, vezirlerinden Şemseddin Muhammed İbn-i Seyid Ahmed Burhaneddin Abdülmecid el Kirmani ve Mecdeddin İsmail el-Şirazi’ye adaletle ilgili raporlar düzenletmişti.[101] Uzun Hasan Bey adaletin timsali idi. O, sabah namazını tamamladığında, temyiz mahkemesinin toplanmak üzere olduğunu duyuran davullar çalmaya başlardı. Burada, deve tüyü bir kuşak ve deri kenarlı düz, kuzu yününden bir hırkadan oluşan derviş giysisi içinde bizzat boy gösterirdi. Altın bir tahta yerleşir, beyler ve şehzadeler de sağında ve solunda yerlerini alırlardı. Yoksul ve muhtaç durumundaki davacılar, bundan sonra çağrılarak aracıları olarak hareket eden bir kamu görevlisi aracılığıyla davalarını sunarlardı. Davalar hemen sonuca bağlanır ve mevcut katipler kararları yazıp yayınlarlardı. Davacılar mahkemeden değiştirilmesi olanaksız hükümlerle ayrılırlardı.[102]
Akkoyunlu adliye teşkilatı diğer kurumlarda olduğu gibi imparatorluk döneminde belirli bir sisteme oturtulmuştu. Kadılkuzat’ın nezareti altında adli ve şer-i işlere bakan ve Divânı Sadârat denilen bir meclis oluşturulmuştu. Kadımuasker denilen ordu kadısı, orduya yani askere ait dava ve sair hukukî işlere bakardı.
Vilayetlerde adli işlere bakan kadılar ve dini işlere bakan müftüler vardı. Medreselerin nazaret ve teftişi de Divânı Sadârat’a aitti. Gerek adli sınıf ve gerek ulema sınıfı yani medrese ve Danişmendler itibar ve imtiyaz sahipleri idiler.[103]
I. Maliye Sistemi
Akkoyunlular’da en büyük para ölçüsü, kesin olarak kıymeti pek belli olmayan Tümen idi. Fakat 1571 yıllarında, bir Tümen 20 duka karşılığı olduğu halde bundan yüz yıl önce bir emir veya sadrın yılda bir Tümen aylık aldığı öğrenilince Tümen’in kıymeti hakkında ortalama bir fikir edinmek mümkün olabilmekte.[104]
Akkoyunlular kendilerinden önceki hükümdarların almış oldukları vergiyi hafifletmişlerdir. Hatta Uzun Hasan ülkesinin her yerinde ticaret vergisi olan Tamga’yı kaldırmaya çalışmış, fakat bu amacını gerçekleştirememiş, ancak yirmi dirhemden bir dirheme indirebilmişti. Böylece O, kendisinden önceki hükümdarlardan çok daha az vergi almaya başlamıştı.[105]
Karakoyunlular, bilhassa Cihanşah zamanında, arazi vergisini yüksek tuttukları halde Akkoyunlular bu vergiyi hafifletmeye çalışmışlardır. Uzun Hasan, şehir ahalisinden alınacak vergiler hakkında kendi adını taşıyan Kanunname-i Hasan Padişah’ı yapmıştı. Bu kanun o kadar uygundu ki kendisinden sonra Safeviler, XVI. Yüzyılda bile hakimiyet sahalarında onu devam ettirmişlerdi. Halil, hükümdar olunca (1478), zengin Fars vilayetine uygun bir miktar olarak 5000 Tebriz Tümeni vergi koyduğu halde ondan sonra gelen kardeşi Yakub bu yükü azaltmaya çalışmıştı.[106]
İ. Toprak
Akkoyunlular diğer bazı teşkilatlarda olduğu gibi bunda da İlhanlıları örnek aldıkları anlaşılmaktadır. Arazinin zaman zaman tahriri için divan emirlerinin memur edildiğini görmekteyiz. Tahrir esnasında divan emirlerine yardım etmek üzere araziyi ölçen mesahacılar da görülmektedir ki, bu usulün Gazan Han zamanında tatbik edilen tarzın aynı olduğuna şüphe yoktur.[107]
İlmi ve içtimai müesseselerin masraflarına karşılık olarak tahsis olunan araziye vakıf arazi denilmekteydi. Bu arazinin geliri, gerektiği surette sarf olunurdu. 1488 tarihli Yakub Han’a ait bir fermanda Sultan, bir evliyanın kabrini kendi ismi ile kaydetmek ve bir medresenin bakımı için vakıf olarak bağışladığının onayı ile, Akkoyunlu Devleti’ndeki vakıf arazi ile ilgili işlerin diğer Türk-İslâm devletlerindeki gibi olduğunu göstermekte.[108]
Bir kısım devlet adamlarına, devlet hizmeti görülenlere bir miktar arazinin mülk olarak verilmesi Akkoyunlular’da hükümdarın bir ihsanı olarak verilen suyurgaldı.
Suyurgal tabiri ile bir arazi kastedilmiştir. Bununla suyurgal sahibi bütün vergi ve resimlerden muaf tutulmuştu. Bu müessese zamanla veraset yolu ile intikal eder hale gelmiş din adamları ve ibadet yerleri içinde verilmişti.[109] Timurilerden Akkoyunlular’a geçmiş olan suyurgal, Moğollar Devri’nde büyük arazi tasarrufunu temyiz eden ihsan ve in’am suretiyle verilmiş olan mülk tımar usulü idi. Suyurgalın alameti ferikası irsen intikal etmesinden dolayı idi. Bu suyurgallı arazi mülk halindeydi; bir başka deyişle verilen kimsenin malı idi.[110]
Uzun Hasan, Şiraz’ı aldıktan sonra buradaki eşrafa, kadılara, ulema ve salihlere suyurgallar vererek onların bağlılıklarını güçlendirmeye çalışmıştı.[111]
J. Medeni ve Kültürel Faaliyetler
Akkoyunlu hükümdarlarının çoğu ilim ve kültüre büyük önem vermişlerdi. Uzun Hasan hem Herat, İstanbul ve Kahire’den geri kalmamak için ve hem de şahsen kendisinin ilim meselelerine karşı duyduğu alaka ve merak dolayısıyla birçok alimlere bol atiyyelerle sarayına çekmeye çalışmıştı.[112] O, ilim ve sanatı yayma hususunda çok istekli idi. Irak alimleri ve İran edebiyatçılarını çağırarak Tebriz’i değişik bir sanat ve ilim merkezi yaptı. Çeşitli ilimlerin tahsili için birçok medreseler açtı. Müderrislere görevler tahsisi ederek onlara aylıklar bağladı.[113]
Uzun Hasan milli duygularının kuvvetli olmasından ötürü öz diline de önem veriyordu. Kuran’ı Kerim’i Türkçeye çevirtmiş ve huzurunda okutmuştu.[114]
Sultan Yakub da ilim ve kültür hayatına büyük önem verdi. O, Heşt Behişt adıyla bilinen sarayı yaptırmış ve zamanının bir bölümünü şâirlerle sohbete ayırmıştı.[115]
Akkoyunlu hükümdarları kimsesizlere yardımda bulunmayı da ihmal etmemişlerdi. Tebriz’de bulunan Sahib-Âbad Meydanı’nda Uzun Hasan Camii’nden sadece bir duvarla ayrılmış bulunan büyük bir hastane mevcuttu. Uzun Hasan ve Yakub Bey zamanında hastanede binden fazla muhtaç ve sakat insana bakılmakta idi. Ayrıca hastaneye bitişik mutfaktan saray hesabına fakirlere yemek dağıtılırdı. Uzun Hasan’ın kardeşi Cihangir’in Mardin’de yaptırdığı hastanenin yanında da bunun gibi bir aşhane ve misafirhane vardı.[116]
Büyük bir devlet kuran Uzan Hasan Bey, memleketinde ilim ve fennin yayılmasına da çok ehemmiyet verdiğinden her tarafta medrese, imâret ve sâir hayırlı müesseselerle Tebriz ve diğer şehirleri ihya etmekte, Irak, İran ve Mâveraünnehir ve Türkistan’ın âlim, şâir ve ediplerini dâvet ile etrafında toplamakta idi.[117]
Efendisi Uluğ Bey’in, katlinden sonra oğlundan yüz çevirerek hacca gitmek bahanesiyle yola çıkan meşhur riyaziye ve heyet âlimi Ali Kuşçu, Tebriz’den geçerek Uzun Hasan Bey’in rica ve ısrarıyla orada alıkonulmuştu. Yine yüksek ilim adamlarından olan ve aynı zamanda iyi bir şâir olan Celâlüddin Devvani de bu hükümdarın pek çok ihsan ve iltifatına nâil olmuştu. Meclisinde ilmi mübahaselere pek ziyade kıymet verip bunlardan hoşlanan, vukuf ve ihata kabiliyeti yüksek olan Uzun Hasan Bey ile oğulları Halil ve Yakub Hanlar namlarına da ilmi eserler yazan Celal Devvani, Halil Sultan namına, kelâmdan tecrid üzerine Hâşiye-i Kadime’yi ve Yakub Han adına da Risâle-i Adâlet isimlerindeki eserlerini telif etmişti. Uzun Hasan Bey zamanına ait vekayii “Kitab-ı Diyarbekriyye” ismiyle kaleme alan Tahranlı Mevlâna Ebubekir, yüksek riyazetçi olan Mahmud Can, âlim ve edib Kadı Mesihüddin İsâ Sâveci, Celâl Devvani ve Ali Kuşçu, İdris Bitlisî ile beraber Uzun Hasan Bey sarayının müdavimlerinden bulunuyorlardı. Uzun Hasan Bey’in kendi kütüphanesindeki vazife sahiplerinin adedinin elli sekiz olduğu nazarı dikkate alınacak olursa bu büyük şark hükümdarının ilme karşı gösterdiği hürmetin derecesi anlaşılır. Musikiyi de ihmal etmeyen ve seferlerinde bile beraberlerinde Ehli Tarab ismi verilen saz heyeti bulunduran Uzun Hasan Bey’in maiyetindeki bu heyetin mevcudu doksan sekiz kişi idi.[118]
Hasan Bey’in oğlu Yakub Han zamanında (vefatı 1490) babasının devrindeki ilim, şiir ve musiki hayatı daha mükemmel olarak devam etmiştir.
Güzel yazısı ve Türkçe, Farsça şiirleri olan, edip, şâir ve musikişinasları himaye ile namına pek çok kasideler yazılan Yakub Han Devri, bu ailenin ilme verdikleri yarım asırlık en parlak devir addedilmelidir.
Hükümdarın mahremi olup kıymetli bir âlim ve yüksek bir şâir olan Kadı İsa Saveci ile Şeyh Şerefüddin Mahmud Dergüzinî ahfadından Necmüddin Mesud, divân kâtipliği ve nişancılık eden meşhur İdris Bitlisî ve (Tarih-i Âlem Aray-ı Emini müellifi) Fazlullâh b. Ruzbihan ve Celâl Devvanî ve Ebubekir Tahrani’nin oğlu âlim ve şâir Mevlâna şah Mahmud ve Yakub Han’ın pek ziyade teveccühünü kazanmış olan şâir Mevlâna Hurremî ve şâirlerden Emîr-i Humâyun, Harezmli Mevlâne Enisi, Habibî-i şarkî, Derviş Dihkî daha bir hayli edip ve şâirler bu devirde yüksek varlıklarını göstermişlerdir. Bunlardan Fazlullah b. Ruzbihan’ın Tarih-i alem ârâ’sı Yakub Bey zamanına âit bir tarih olup onun emriyle yazılmıştır. Fazlullah’ın babası Ruz Behan, Akkoyunlu ümerasından olup Yakub Han’a Semere-t-ül-eşcar isimli eserini ithaf etmiştir. Akkoyunlu âilesinden olup Mardin’de hükümet eden Cihangir’in oğlu Kasım Bey’in bir kütüphanesi olduğunu biliyoruz. Bunlardan Göde Ahmed Bey zamanı (vefatı 1497) Yakub Han Devri’nin devamı ve sonu addedilir.[119]
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 212-220