Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Afganistan Türklerinin Son Durumu

0 7.651

S. Kâmil YÜCEORAL

Taliban sonrası Afganistan, yeniden şekillenirken, kuşkusuz ilk aklımıza gelen soru da bu oluyor. Yakın tarih süresince uzun ve huzurlu bir nefes alamayan Afganistan Türkleri için yeniden yapılanma ne ifade edecek?

Bonn toplantıları sonrası kurulan ve Afganistan Türklerinin üç etkisiz bakanlık ile bir de bakan yardımcılığı aldığı (ya da verildiği) yeni geçici hükümetin görev süresinin biteceği ve “Afganistan Yüksek Şura’sının toplanarak sürekli hükümetin kararlaştırılacağı Haziran 2002 tarihine kadar taraflar kendileri adına elde edebilecekleri avantaj ve mevzileri hesaplıyorlar. Şubat 2002 başında açıklanmaya başlanan yurtdışı görevleri (en cazip gözüken memuriyetler) ve büyükelçilik unvanları, Afganistan Taciklerine bırakılan Dışişleri Bakanlığınca dağıtıldı. Yeni büyükelçilerin büyük bir kısmının; Pencir vadisindeki ufak bir köyde yaşayan ailelerden oluşması Afganistan gerçeğinde fazla yadırganmadı. Türkler ise halâ Kazakistan, Türkmenistan, Türkiye gibi Türk devletlerindeki kadrolara atanmayı ümit ediyorlar. Kuşkusuz mevcut gelişmelerden başta Afganistan Türklerinin lideri General Abdul Raşit Dostum[1] olmak üzere Afganistanlı Türkler pek memnun gözükmüyorlar. Bu gerilimli ortamda yeni Başbakan Hamid Karzai başkanlığındaki geçici merkezi hükümetin otoriteyi tesis edebilmek için halktan talep ettiği silahların bırakılması operasyonu da büyük zorluklarla karşılaşıyor. Afganistan genelinde elde dolaşan, bir milyona yakın ateşli silah olduğu tahmin ediliyor. Halkın uzun yıllar süren savaşta güvenebildiği tek şey olan silahını vermesi birçok bakımdan güç. Afganistan Türklerinin; daha kuruluş aşamasında bile adil bir paylaşımı gözetmemiş olan geçici hükümete güvenerek ellerindeki en önemli kozlarını teslim etmelerini beklemek, şimdilik hayal gibi gözüküyor.

Paylaşımdan en avantajlı payı alarak çıkan Taciklere mensup ve kuzeyde Baglan, Takhar, Badakşan ve Kunduz bölgeleri sorumlu komutanı olarak geçici hükümetçe atanan General Atigullah Baryalai bile henüz 6 bin adet silah toplayabilmiş. Aynı komutan silahlarını teslim etmeyen Kala-i Zel halkını da Dostum’un kışkırttığını iddia ederek, dünya basını önünde kendi amiri durumunda olan Savunma Bakan Yardımcısına hakaret ediyor. Dostum’un Kala-i Zel ilişkisini kastederek; “Bu onun hobisi. İnsanlara para verip, köpekler gibi yüzünüze saldırtıyor” diyor.[2] Batı basınının sembolü Newsweek de bu beyanı alıp gayet haklı gösterir biçimde haber yaparak, “Bölgeye Hükümetin yeni atadığı General Atigullah Baryalai” derken Tacik komutanı övüyor. Aynı Hükümetin Savunma Bakan Yardımcısı’na da “Savaş lordu, Özbek Generali” sıfatını çekinmeden yakıştırıyor.

Kuşkusuz yukarıdaki habere bakarak genelleme yapmak çok güç ama burada ister istemez, Afganistan Türklerinin uzun yıllardır değişmeyen yalnızlığı akla geliyor. Sovyet işgali sırasında oluşturulan mücahit grupları içinde bile Pakistan ve Batılılarca dışlanan, hatta horlanılan bir konumda oldular. 1979 sonu ve 1980’li yılların başlarında, eski Kokand Hanının torunlarından olan Türk asıllı hukukçu devlet adamı Azad Beg Kerimi’nin önderliğinde, Pakistan’daki kamplarda bir araya gelen Türk mücahit gruplarının da, bölgeye ulaşan silah, teçhizat, para, gıda, ilaç ve benzeri yardımlardan çok az ya da hiç pay alamadıkları bir başka gerçek. “Düşmanla savaşta ön cephede çarpışırken arkasına saklanılan Türkler, her nedense barışta unutulup, önüne geçilmeye çalışılıyor.”

2 Ocak 1980 tarihinde Abdülkerim Mahmut Mevlevii’nin başkanlığında 1’nci kurultayı yapılan Kuzey Afgan Vilayetleri İslami Birleşmesi Siyasi Partisi de diğer gruplardan oluşan yedi partinin arasına katıldığı zaman bugünlerde benzer olaylar yaşanmış, müttefiklerce bu partiye uzun süre silah tahsisi yapılmamıştı.[3] Daha sonra verilen kısıtlı imkanlar ise bu sefer parti içinde yaşanan paylaşım sorunları ile karşılaşmış ve bu siyasal hareket de dağılmak zorunda kalmıştı.[4] Daha sonra başka isimlerle Azad Beg’in liderliğinde sürdürülen Afganistan Türklüğünün siyasal yapısı; Çümbüşi Milli İslami Partisi ve General Raşit Dostum’un liderliği ile bugünlere kadar geldi. Düşmana karşı savaşırken bile silah dağıtımında unutulan, kendi silahını kendisi temin etmek zorunda bırakılan Türk mücahitler, bugün de silahlarını teslim etmemekle suçlanıyorlar. Haklı bir konu, adaletsiz bir uygulama nedeniyle daha baştan güvenilirliğini yitiriyor. Türk liderlerin bazı tavırları da istismar edilerek, bu hatalı uygulamalar sanki şahıslara özelmiş gibi gösteriliyor.

Birisi İngilizce dahil dört dil bilen hukukçu, batı değerleriyle eğitim görmüş Azad Beg,[5] diğeri savaş tekniklerini, insanını ve batıyı çok iyi tanıyan bir lider, Orgeneral Raşit Dostum. Kişilikleri, özgeçmişleri farklı fakat kimlikleri, kaderleri aynı iki Türk lider. Afganistan’ın kuzeyinde yer alan Güney Türkistan bölgesi ve Türk nüfusuna karşı batının ve merkezi Afgan Hükümetin önümüzdeki günlerde nasıl bir tavır alacağını hep birlikte göreceğiz. Biz Türkiye olarak en azından yakın tarihimizde Afganistan’la ilişkilerimizde nasıl davrandığımızı hatırlayarak geleceği kurgulamaya şimdiden hazırlanmalıyız. Bugün Kuzey Afganistan’ın doğalgaz, petrol ve benzeri kaynaklarını anlamak, Orta Asya enerji yolları üstündeki stratejik konumlarını analiz etmek için gerekli veriler bile doğru dürüst toplanamıyor.

Tabilan’lı yılların ekonomi, politiğinin anlaşıldığı, arkasındaki stratejik yaklaşımların görüldüğü günümüzde, kısa süreli dahi olsa General Raşit Dostum liderliğinde yaşanılan yılların önemi ve değeri daha da iyi anlaşılıyor. O yıllar ki; uzun süre ana dillerinde eğitim yapamayan Afganistan Türkleri General Raşit Dostum’un liderliği süresince çağdaş okullara kavuştular. Kız ve erkek öğrenciler (100 bin civarında öğrencinin eğitim ve öğretmen ihtiyacı karşılandı.) ayırımsız yetiştirildiler. Türkçe eğitimlerini tamamlayan 508 genç Türkiye’ye gelerek yüksek tahsillerini de burada tamamladı. Bu gençlerin arasında Özbek, Türkmen, Hazara, Peştun ve Tacik gençler de yer aldı.[6]

İran’ın bölgede, Farsça ve Arap alfabeleri ile sağlamış olduğu büyük kültürel avantajı siyasal sonuçlara çevirme çabaları, Türk bölgelerinde etkisini kaybetti, bölgede, uydu aracılığıyla Türk televizyonları izlenir oldu. Türkiye, Özbekistan ve Türkmenistan’la gelişen ilişkiler Afganistan Türklerinin kendilerine olan güvenlerini arttırdı. Belh ve Cozcan vilayetlerinde Özbekçe ve Türkmence yerel televizyon, radyo ve gazete, yayın dili oldu.[7]

Türk Kızılayı tarafından bölgeye ilaç ve tıbbi malzeme sevkiyatı yapılırken, bir de tam teşekküllü hastane kuruldu. Sivil toplum örgütleri de Afganistan Türkleri için dört lise açtı. Türkçe ve İngilizce eğitim yapan yüzlerce öğrenci yetiştirdiler.

Bütün bunlar korkunç bir enkazın üzerine inşaa edildi. İnançlarından başka hiçbir varlıkları kalmamış insanlarla birlikte oluşturuldu. Bu enkazı bir kez daha hatırlarsak; Sovyetler Birliği’nin, Türkistan’da ve diğer Sovyet coğrafyasında yer alan Türk bölgelerinde açtığı yaralar yetmiyormuş gibi, benzer sorunları bulaştırmak üzere 1979-1989 yılları arasında gerçekleştirdiği Afganistan’a yayılma harekatı büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Teknolojik üstünlüğü de beraberinde taşıyan 140 bin kişilik muazzam bir orduyla gerçekleştirilen işgal, sade fakat kahraman bir direnişle yenilgiye uğruyor, Sovyet orduları hüsran içinde, 15 Şubat 1989 günü Özbekistan’ın Tımız şehrine dönerken geride 25 bin ölü, 60 bin yaralı, 85 milyar doların üzerinde maddi bir zararla Afganistan’ı terk etmek zorunda kalıyorlardı.

Tarih boyunca Türk yurdu olmuş Güney Türkistan bölgesi ve Afganistan’ın diğer bölgelerinin de zararları büyüktü. Ülke bir enkaz yığınına dönüşmüş, 18 milyonluk nüfusunun 5 milyonu vatanını terk etmiş, 2 milyonu hayatını kaybederken, 5 milyonu da yaralanmıştı. Hayatta kalanlar ise acı içinde, ekonomik ve siyasal sıkıntılarla boğuşuyor, ülke bu sefer de iç savaşa dönüşen bir kardeş kavgasına giriyordu. 1989’dan günümüze kadar Afganistan’da yaşayan etnik grupların dış güçler yardımı ile sürdürdükleri bu acı ve kör iç savaş da, ülkede arta kalan ne varsa silip götürdü. Tarihi eserler bile bu cehennemi andıran şiddetten nasibini aldılar. “Çetin coğrafyasında metin medeniyetler yeşerten ülke”[8] o yeşilliklerinden mahrum, kupkuru, çorak bir arazi gibi kalakaldı.

Afganistan’ın kendi içinden tahrip edilmesi geleneği de eskiye dayanıyordu. Afganistan’a 962 senesinden 1747 senesine kadar hakim olan Türklerin iktidardan uzaklaşması sonrası, Türk kültür ve medeniyeti de tahrip edilmeye başlandı. Güney Türkistan’da el yazması eserler toplatılıp yakılıyor, Belh’teki tarihi eserler, yazılı mezar taşları yol inşaatlarında kullanılıyor, köy ve kentlerin Türkçe adları yerine Farsça isimler veriliyor, Türk dilinin kullanımı yerine Farsçanın yaygınlaşmasına çalışılıyordu. Türkler, asimilasyon politikalarına maruz kaldılar, eğitimsiz bırakıldılar, bölgesel kalkınmaları engellendi.[9] Öte yandan kendi içlerinde bölünerek hatta birbirleriyle dövüştürülerek yok edilmeye çalışılan Afganistan Türkleri; Türkmen, Özbek, Hazara, Aymak, Tatar, Kızılbaş gibi gruplara ayrıldılar. Grupların birbirlerine olan güveni sarsıldı. 1890-1895 yılları arasında Afgan Emiri Abdullah, önce Özbek Türklerine, sonra da Hazaralara yönelik katliamlara kalkıştı. Hazaralar üç yıllık direnç sonrası yenildiler. Yarıdan çoğu öldürüldü ya da sürüldü. Hazaraların köle olarak satılmasına yasal izin verildi. 1892-1894 yılları arasında Kâbil şehrinde 9 bin Hazara asıllı kız ve erkek satıldı.[10]

Kuşkusuz günümüzde yaşananlar da tarihteki benzerlerinden farksızdır. Maalesef Pakistan’ın denetimi ve ABD’nin müsamahası ile 1994’de ortaya çıkan ve 1996’dan itibaren Afganistan yönetimine ağırlığını koyan Tabilanlar ve emirleri Molla Ömer de Afganistan Türklerine yönelik katliam yapmaya devam ettiler.

Taliban yönetiminin Türklerin yaşamış oldukları bölgeleri istila etmesiyle bütün okullar yakılıp yıkılmış, Türk büyüklerine ait türbeler ortadan kaldırılmıştır. Taliban’ın baskı ve zulmünden kaçabilen Afganistan Türklerinin birçoğu da Pakistan’ın çeşitli bölgelerinde bulunan kamplara sığınmışlardır. Bunlar kültür ve medeniyetten, eğitimden, tamamen mahrum olarak yaşamaktadırlar. Açlık, sağlık ve diğer sebeplerden her gün, ortalama 12 kişi hayatını kaybetmektedir. BM’in bile yardım yapmadığı bu kamplara son çatışmaları takiben 100 bin civarında Afganistan Türkü daha gelmiştir. Bu Türkler Pakistan kültürü ile yetişen, vatansız bir göçebe topluluğa dönüşmek üzeredirler.[11]

Afganistan’a Batı medyasının son malum ilgisi ile birlikte konunun Türkiye medyasında da baş köşeye taşınması, Afganistan Türklüğünün kanayan yarasını tekrar gözler önüne serdiyse de, zaten ekonomik krizin gerilimi ile boğuşan Türkiye Türklerinin herhangi bir somut tavır almasına neden olamamıştır. Oysa 72 yıl önce Atatürk döneminde gerçekleşen Emanullah Han’ın ziyareti sırasında, internetsiz bir ortamda yayınlanan bir makalede şöyle diyor yazar:

“… (Hint) ve (Semit) ırklarına mensup (Puştu) lisanını görüşen ve yekûnu 750 bin kişiyi geçmeyen Afridi, Çinvari, Mangal, Kattak ve Weziri aşiretlerinden mürekkep ‘Pathan’ kitlesi. Bu kitlenin şimalinde Hindiguş ve Keşmir dağları arasında sıkışmış ve ancak bir asırdır İslamlaşmış 250 bin kişilik sarı saçlı, mavi gözlü kâfiriler… Şark’ta Hindistan hududu ile Belücistan ve garpte İran ve Kanhdahar’ın aşağısından Herat’a doğru çizilecek bir hattın cenubunda kain (Seyistan) eyaletinde mütemekkin Belüçler ve yukarıda Türkçe bilmeyen Tacikler çıkarılırsa.

Her ne nam altında olursa olsun ve her ne lisan görüşürse görüşsün, Afganistan’ın bütün eyaletlerinde-yani, Hezare, Türkistan, Badakşan memleketlerinde yerleşmiş veya göçebe halinde yaşayan nüfusun yüzde 80’i, yani umum Afgan ehalisinin dörtte üçü-tamamen Türk, Türkmen, Moğol, Tatar ve Türk Tacikleri’nden oluşan ırkan halis veya karışık Turani cinsindendir…”

Reşit Saffet, sanki bugünkü cehalet örneklerini öngörmüş gibi, yanlışların nedenine de işaret ediyor:

“… Merkezi hükümet olan Kabil’in Puştuca görüşenlerin hududunda ve Hindistan’ın pek yakininde ve bu komşuluktan dolayı medeniyetçe bu iki unsurun tahtı tesirinde bulunması; son asır zarfında, şimal Türk medeniyetlerinin Rus medeniyetine karşı ezildiğinden beri o civarda İran nüfuzunun rakipsiz olarak kök salmış olması; hükümetle temas mecburiyetinin etraf halkını farisi öğrenmeye sevketmesi; Avrupalı seyyahların ve alimlerin ekseriya tetkiklerini nisbeten en kolay gelen şarki cenubi sahalar ile toplu merkezlerde yapmış olmaları; ve gerek fikri, gerek hissi temayülleri Hint ile Avrupa arasında ‘Hint-Avrupa’ ırkların bilafasıla mevcudiyetini isbat etmek cihetinde bulunduğu; bütün bu amiller, Afganistan halkının ekseriyetini yanlış olarak gayri turani gösterir.”[12]

Düzenli nüfus sayımı yapılamadığından Afganistan’ın genel nüfusu hakkında kesin bilgiler bulunmamakta, dolayısıyla bu ülkede yaşayan Türkler hakkında da kesin sayılar verilememektedir. Belirsizlik günümüzde de sürerken, bölgede yaşayan Türkleri azınlık gösterme çabasıyla yapılan geleneksel açıklamaların kasıtlı olduğu ortadadır. Gerek Afganistan, gerekse dünyanın neresinde olursa olsun mevcudiyetlerini korumak ve insanca yaşamak arzusunda olan bütün toplulukların ve onların tarihi, sosyal, kültürel etkinliklerinin kaderi de birbirlerine benzemektedir. Hedef daima zayıf toplulukların yaşama alanlarının kuvvetliler tarafından ele geçirilmesi, yaşam standartlarının düşürülerek sömürülmeleridir. Bu evrensel sömürü düzeninden korunmanın tek çaresi ise daha bilgili, daha güçlü olmak ve ortak özellikleri taşıyan toplulukların daha organize biçimde dayanışmalarıdır. Bu bölge, bu ülke, çok eski tarihlere gitmeksizin bile bunun canlı örneklerini verdi. Hem kendi içinde hem de Türkiye ile büyük dostluklar kurdu.

Osmanlı devrinde, Afganistan’da Cuma hutbeleri, hilafeti de temsil ettikleri için, Osmanlı pâdişahları adına okunuyordu. Çok önemli bir örnek olarak; “XX. Asrın başlarından itibaren bu dostluğu takviye eden ve geliştiren, İstanbul tahsili görmüş olan Mahmud Beg Tarzî’nin faaliyetleri kayda değerdir. Sultan II. Abdülhamid’e kırgın olan bir grup Türk aydınını da Afganistan’a götüren Mahmud Bey, ülkesinde ilk modernleşmeyi başlatmaya muvaffak olmuştur. I. Dünya Harbi sonunda Cemal Paşa’nın Afganistan’a gelmesiyle bu kardeş ülkeye Türkiye Türklerinin yardımları artmıştır. Anadolu’da Millî Mücadeleyi başlatan ve liderliğini yapan Mustafa Kemal Paşa, Cemal Paşa ile muhaberesi sonucunda oluşturduğu emirlerle, Afganistan’a ne derece önem verdiğini gösteriyordu. Ne var ki, Mustafa Kemal Paşa’nın Cemal Paşa’nın maiyetine zabit göndererek Afganistan’a yardım etme talimatları, Rusların Cemal Paşa’yı Tiflis’te öldürtmeleriyle inkıtaya uğramıştır. Cemal Paşa’nın değerli hizmetleri sonucu nihayet TBMM Hükümeti ile Afganistan Hükümeti arasında 1 Mart 1921’de ilk Türk Afgan ittifakı imzalanmıştır. Medine Muhafızı Faherttin Paşa’yı Kabil’e elçi tayin eden Türkiye, Müslüman Şark milletlerinin kalkınması ve kuvvetlenmesi için de elinden geleni yapmaya çalışmıştır.”[13]

Türkiye ve Afganistan arasındaki ilişkiler 1 Mart 1921’de imzalanan Türk-Afgan Anlaşmasına ek olarak, “Türkiye ve Afganistan arasında dostluk ve teşrik-i mesai mua hedanamesi” adıyla 1928 tarihinde imzalanan yeni bir anlaşması ile geliştirilmiştir. Bu önemli anlaşmada “her iki devletin birbirleriyle dost oldukları, düşmanlarına karşı ortak tavır alınması ve ilerlemek için gerekenleri sağlamada imkanları iyi olan tarafın diğerine yardımcı olması” gibi esaslar ele alınmıştır. Bu anlaşmaya bağlı olarak Türkiye; Kâzım Orbay başkanlığında bir heyetle; ilmi, hukuki ve askeri alanlarda yetişmiş uzmanlarını Afganistan’ın gelişmesi için yollamışsa da, ülkedeki iç isyanların kontrolü güçleştirmesi nedeniyle heyet görevini tamamlayamadan dönmüştür. Daha sonra ülkede kontrolü ele geçiren Nadir Şah’ın Türk Büyükelçisinin onayı ile Afganistan hükümdarı olması, 1934’te, “Afganistan-İran sınır sorununa hakem tayin edilen Türkiye’nin Kazım Orbay başkanlığında bir heyet göndererek sorunu çözmesi”, “Afganistan’ı Milletler Cemiyeti’ne taşıması”, “dünyadaki Türk Büyükelçiliklerinin Afganistan’ı da temsil ederek bu ülkenin çıkarlarını korumaları, savunmaları”, 1930’lu yıllarda Türk Büyükelçisi olan Mahmut Şevket Esendal’ın bölgedeki Türk etkisini artırması, askerlik, tıp ve hukuk alanlarındaki uzmanlarımızın bu ülkedeki faaliyetleri, halkta Türkiye’ye karşı büyük bir sempati oluşturmuştur.

II. Dünya Savaşı öncesinde İtalya ve Almanya’nın uyguladıkları işgal ve istila hareketleri çerçevesinde Afganistan’da da faaliyet göstermeleri ve burayı ülkelerinin nüfuz alanı olarak seçmeleri, Afgan liderlerini huzursuz etmiştir. Türkiye, tüm zor günlerinde olduğu gibi, bu günlerde de Afganistan’a yardımcı olmuş, 8 Temmuz 1937’de İran, Afganistan ve daha sonra Irak’ın da katılımıyla Sadabat Paktı’nı kurarak, Afganistan’ı Alman ve İtalyan nüfuzuna düşmekten kurtarmıştır. Böylece Balkan Paktı ile batından, Sadabat Paktı ile de kuzeyden gelebilecek tehditler önlenmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin Sovyet tehdidi nedeniyle NATO’ya girmesi, diğer dost ülkeler ve Afganistan’la olan dış ilişkilerinde değişiklik yapmasına neden olmuş, bu da Afganistan’ı yeniden yalnızlığa itmiştir. Aynı yıllarda Afganistan’ın, Amerika ile yakın ilişki kurması ve Amerika’dan ekonomik yardım temini ise ülkeyi rahatlatmıştır. Pakistan’ın bağımsızlık mücadelesine destek olan bazı kabilelerin, Afganistan’dan ayrılmak istemeleri üzerine ortaya çıkan sorunlara, önce ABD’nin sonra Türkiye’nin hakem olma teklifleri, Pakistan’ca kabul görmemiştir. 1950’li yıllardan sonra, Türkiye’nin Afganistan’a olan yardımları sürmüş, fakat gerek Afganistan’ın Bağdat Paktı’na katılmayışı, gerekse yönetim zafiyetleri nedeni ile ülke yavaş yavaş Sovyet etkisi altına girmeye başlamıştır. Müteakip yıllarda da Afganistan ve Pakistan arasındaki sorunların çözülememesi üzerine Afganistan; Rusya’nın da çabalarıyla Pakistan’ın hasmı olan Hindistan’la yakın ilişkiler kurmuştur. 1953’den sonraki ABD yönetiminin Afganistan’ı dışlayarak İran ve Pakistan’a yaptığı yardımlar ve Sovyetlerin yeni yayılmacı politikalarının da etkisi ile 1954 yılında Sovyetlerle ilk kredi anlaşması imzalanmış ve 1956 yılından itibaren de Sovyet danışmanlar Afganistan’a gelmeye, Afgan gençler de Sovyetler Birliği’ne gitmeye başlamışlardır.

1960’lara kadar Sovyet etkisinde kalan Afganistan bu tarihlerden 1970’lere kadar yine Amerika’nın desteğine dönüş yapmıştır. 1970’lerde Sovyetlerin Afganistan’daki etkilerini artırmaları iç çekişmelere yansımış ve yönetim sürekli el değiştirmeye başlamıştır. Şubat 1979’da ABD Büyükelçisi Adolph Dubs’un, önce rehin alınması, sonra da öldürülmesi ile ABD’nin Afganistan’daki Sovyet işgali karşıtı politikası da sertleşmeye başlamıştır.

On yıl süreyle devam eden Sovyet işgali döneminde, Sovyetler Birliği büyük kayıp verirken, Çin ve ABD de Peşavar kamplarında örgütlenen mücahit gruplarına destek olmuşlardır. Sovyetlerin yenilgisinden sonra 14 Nisan 1988 tarihinde Cenevre’de imzaladıkları anlaşma 15 Mayıs 1988’de yürürlüğe girmiş ve 140 bin kişilik Sovyet ordusu 15 Şubat 1989 tarihine kadar Afganistan’dan çekilmiştir.[14]

Sovyet işgaline karşı mücadele eden, Afganistan da yaşayan Türklerin ve Türk mücahit gruplarının lideri olan Azad Beg, Peşaver vadisine göç eden ve Afganistan’da kalan Türkleri de bir araya toplamıştır. Türkiye, Pakistan’da yaşayan Afganlı mültecilerden 5 bin kişilik bir Türk grubu, Türkiye’ye getirmiş ve diğerlerine de özel yardım yapmıştır. Azad Beg savaş sonrası, Afgan Türklerinin liderliğini, bir zamanlar Afganistan ordusunda görev yapmış olan General Raşit Dostum’a bırakmıştır. General Dostum, Türk Mücahit gruplarını kısa sürede düzenli orduya çevirmiş ve haklarını korumaya çalışmıştır. Böylece Afganistan Türkleri uzun süredir hasret kaldıkları bir özerk yönetime kavuşmuşlar ve ilk defa barış içinde yaşamaya başlamışlardır. Bu huzurlu dönem fazla uzun sürmemiş, önce General Raşit Dostum’un yardımcısı Malik Şah tarafından bir darbeyle görevden uzaklaştırılması, ardından da bölgenin kanlı bir şekilde Taliban’ın kontrolü altına girmesiyle Türkler için acılı günler tekrar yaşanmaya başlamıştır.

Bunca zor bir dönemi geride bıraktıktan sonra, Yemeğe, hizmete aç, çocuklarının geleceğini inşa etmek isteyen, eğitim, sağlık, yol bekleyen Afganistan Türklerinin acil ve adil bir paylaşımı hak ettiklerine inanıyoruz. Barış içinde çağdaş bir ülke için her zaman en önde savaşmış, milyonlarca şehit vermiş olan Afganistan Türklüğü hiçbir zaman unutulmamalı, yaraları sarılıp, hak ettikleri ödüle ve saygıya kavuşmalılar. İşte o zaman çağdaş Afganistan’ı inşa edecek gerçek mimarların, mühendislerin ve daha da önemlisi müteahhitlerin kimler olacağını bütün dünya daha iyi görecek.

S. Kâmil YÜCEORAL

Araştırmacı Yazar

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 20 S: 712-716


Dipnotlar:
[1] Abdul Raşit Dostum: 1955 yılında Afganistan’ın Cozcan vilayeti, Şıbırgan şehrinin Hocaduku köyünde, Özbek Türk bir ailenin evladı olarak doğdu. Askerliği meslek olarak seçti, komando sınıfında ihtisaslaştı. 1992 yılında mücahit grupların yanında yer alarak Necibullah hükümetinin devrilmesini sağladı. Belh (Mezar-ı Şerif), Samangan, Baglan, Bedekşan, Kunduz, Bamyan, Cozcan, Sar-i pul, Fariyap vilayetlerini kontrolü altına aldı. Uzun yıllar sonra ilk kez Türkleri Afganistan’ın yönetiminde söz sahibi kıldı. 2001 yılında Taliban’a karşı Kuzey İttifakı’nca sürdürülen savaşın, muzaffer komutanı oldu.
[2] Newsweek, February 11, 2002, s. 20-21
[3] O dönemlerde silah tahsisleri, parti olarak tanımlanan, organize mücahit gruplarına yapılıyordu. Her grup kendi etki alanındaki dağıtımın sorumluluğunu üstleniyor ve uygun gördüğü plana göre silah, cephane, teçhizat ve diğer yardımları dağıtıyordu.
[4] Murat Argun, Afganistan Ankara Büyükelçisi
[5] 1996 yılında askeri bir helikopterde, başına dipçikle vurularak şehit edildi.
[6] Kalafat, a.g.e., s. 19
[7] Kalafat, a.g.e., s. 21
[8] Beşir Ayvazoğlu, Afganistan deyip geçmeyin, http://www.elele.gen. tr
[9] M. İbrahim Mahdum, Kültürümüzü Yağmaladılar, http://www.buyukkurultay. gen. tr
[10] Dur muhammed Salih, Bizi Bilerek Parçaladılar, http://buyukkurultay.gen.tr
[11] Mahdum, a.g.m.
[12] Reşit Saffet, (yeniden aktaran Halit Kakınç, Star 20 Ekim 2001), Türk Yurdu Dergisi, Mart-Nisan 1929, s. 15-19
[13] Dr. Yaşar Kalafat, Kuzey Afganistan Türkleri, Türk Dünyası Araştırma Vakfı, İstanbul-1994, s. 18
[14] Meşkure Yılmaz Börklü, Tarihsel Boyutu İçinde Afganistan’daki Gelişmeler ve Türk Afgan İlişkileri, Avrasya Dosyası, Sonbahar-Kış 1988/99, Cilt 4, Sayı 3-4
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.