23 Nisan Neden Millî Egemenlik Bayramıdır?
23 Nisan 2015… TBMM’nin 95. kuruluş yıldönümü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı… Peki, neden Millî Egemenlik Bayramı diyoruz, neyi anlamalıyız Millî Egemenlik‘ten?
M. K. Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclis’inin açılışını ve bu açılışın gerekçesini çeşitli vesilelerle açıklamıştır, biri de şudur:
Meclisi Mebusan’ın dağıtılması üzerine halkımız milletvekillerini tekrar seçti, İstanbul’a gönderdi. Meclisin yeniden toplanmasını sağladı. Ancak o da saldırıya uğradı. Milletimiz yılmadı: Bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni topladı. Yüce Meclis’imiz, toplanmasının birinci günü, 23 Nisan 1920’de milletin, tam bağımsızlık çerçevesinde yazgısını bizzat üstlenip yönetmeye başladığını bütün dünyaya duyurdu.
Milli egemenliğimizin bir şahısla veya sınırlı sayıda şahıslarla kabine gibi bir kurul tarafından temsil edilmesi yüzünden ülkeyi ve milleti despotluktan kurtaramadığımız, tarihî olaylarla kanıtlanmıştı. O zaman bu temsil hakkını, olabildiğince çok insandan meydana gelen ve süresi kısa olan bir kurulda tecelli ettirmek bence biricik çare idi. Herhalde halkımızı yönetimle yakından ilgilendirmek, yani idareyi doğrudan doğruya halkın eline verebilecek bir yönetim şeklini kurmak, iki bakımdan gerekliydi: Bir, ulusal egemenliğin hakiki olarak temsil edilmesi; iki, bu sayede halkın kendi benliğini anlaması…
‘***’
Bu sözlerden, bugün yıldönümünü kutladığımız TBMM’nin açılış, yani varlık sebebinin, Milletin kendi yazgısını kendi üzerine almasından ve Milli Egemenliği millet adına kullanmasından ibaret olduğunu anlıyoruz.
Peki, Millî Egemenlik nedir?
Atatürkçülük öğretisinin temel kavramlarından olan Millî Egemenlik bir güçtür, millete ait olan bir kuvvettir.
Bu güç nereden kaynaklanır, nasıl tanımlanabilir?
Millî Egemenliğin kaynakları bence dörttür, aşağıda sayıyorum:
-Ülkenin nüfusu (insangücü, ordusu),
-Ekonomik gücü (doğal kaynaklar, sermaye, üretim),
-Beyin ve bilim gücü (eğitim düzeyi, kültürel, bilimsel ve teknolojik birikim),
-Sosyal ahlak düzeyi.
Millî Egemenliği “oluşturucu güçler” adını verebileceğimiz bu beş gücün bileşimi Millî Egemenliği meydana getirir.
Öyleyse Millî Egemenliği şöyle de tanımlayabiliriz: Sayıca insan çokluğu (nüfus); coğrafya, geniş ve çeşitli doğal kaynaklarla, kültür birikimleri, ekonomi, düşünce ve duygu hazineleri ile bir araya gelerek muazzam boyutlarda maddî ve manevî bir güce hayat verir ki, bu güce “Milli Egemenlik” adı verilir.
Bir millet fizikî, ekonomik, mâlî, kültürel, bilimsel, askerî bakımlardan ne kadar güçlü ise, Millî Egemenlik de o kadar yüksek düzeyde ve etkili olur. Bütün bunların bileşkesi Millî Egemenliği oluşturur. Örneğin bir halk ne kadar bilimselleşmişse, egemenliği o kadar etkili olur. Ekonomik bakımdan ne kadar güçlü ise, egemenliğini, kendi iradesi yönünde o kadar rahat kullanır.
‘***’
Egemenlik bakımından önemli olan bir koşul vardır ki, o da şudur: Milli İrade, daima Millî Egemenlik ile bir arada olmalıdır, Yoksa gerçekleşemez, somutlaşamaz. Milletin varlığının tek güvencesi bu beraberliktir. Neden? Çünkü Millî Egemenlik kendi elinde değilse, millet; iradesini uygulayamaz, yerine getiremez, Kendi istek ve ihtiyaçlarını fiilen karşılayamaz, Eğer güç kendi elinde değilse, Millî Egemenlik –yerli veya yabancı- başka odakların eline geçmiş demektir; Egemenlik, onların istek ve emelleri, o odakların refahı ve zenginliği hizmetinde kullanılıyor demektir.
Örneğin madenleri var milletin, onları kendi çıkarı, kendi refahı yönünde kullanmak, işletmek istiyor, bu istek Millî İrade’dir. Ancak işletemiyor, neden? Çünkü bunu yapmak için güç gerekli, kendisi lehine iş yapacak yasama erki (Meclis), icra erki (hükümet) gerekli… Bu kurumların, ana işlevlerinden sapmalarına engel olacak diğer kuvvetlerin varlığı, bilim ve ahlakın belirleyiciliği gerekli. Bu koşullar yok…, madenleri yabancılar işletiyor, bu sayede zenginleşiyorlar. Çünkü milletin, egemenliğini geçici olarak emanet ettiği Meclis, yasaları yabancıların lehine çıkarmış; hükümet, devlet teşkilatı da onların lehine iş yapıyor. Milletle ilgisi olmayan bir takım menfaat odakları; büyük gücü, Milli Egemenliği, kendi lehlerine iş yapar hale getirmişler; bu yoldan güçleniyor, zenginleşiyorlar.
Bir ülkede Milli İrade’nin tüm içeriği ile tecelli etmesi, yani gerçekleşmesi şartı şudur:Egemenliğin, bütünüyle millet hizmetinde kullanıldığı bir devlet teşkilatının var olması… Eğer bu teşkilatta egemenlik; millet değil de, başka odaklar, yurt içinde bir şahıs veya grup, dışarıda yabancı bir devlet veya kuruluş lehinde kullanılıyorsa, egemenlik milletin elinden alınmış, gasp edilmiş demektir.
Ulusal egemenliğin olmazsa olmaz nitelikleri vardır. Atatürk bunları şöyle sıralamıştır:
Millî egemenlik birdir. Millî egemenlik bölünemez, parçalara ayrılamaz. Ortak kabul etmez. Millî egemenlik terk ve iade edilemez, devredilemez, kimseye bırakılamaz. Bir bütündür, tek bir zerresi dahi feda edilemez.
İç ve dış düşmanlar Millî Egemenliği zayıflatmak için, gasp edip kendi çıkarları hizmetinde kullanabilmek için bu saydığım niteliklere saldırır, onları ortadan kaldırmaya çalışırlar.
‘***’
Bugünkü Türkiye’de durum nedir?
Soru şudur: “Türkiye’de Millî Egemenliğin “bölünmezlik ve devredilmezlik” niteliklerine gereken özen ve saygı gösteriliyor mu?” Yanıtım kesin bir “hayır”dır. Bu saygısızlığın pek çok örnekleri vardır: Türkiye’de gerçek demokrasi rejimi yoktur, “lider demokrasisi” vardır. İkincisi, Türkiye’de “sadaka demokrasisi” vardır. Bu durum, halkın siyasal iradesinin, ipotek altına alınmasını kolaylaştırmaktadır. Üçüncüsü, TBMM bazı yasama yetkilerini -üyesi bile olmadığı- Avrupa Birliği adlı uluslararası kuruluşun organlarına devretmiştir.
Özetle, Türkiye’de Millî Egemenlik kullanılırken, Millî İrade hesaba katılmıyor. Türkiye’de Milli Egemenlik kâğıt üzerinde millete aittir, uygulamada ise iç ve dış Millî İrade düşmanlarına…
Egemenliğin millete ait olduğu bir devlette Meclis yalnızca milletin lehine yasalar çıkartır, hükümet yalnızca milletin lehine işler yapar, mahkemeler yalnızca milletin lehine olan kararlar alır; bir şahsın, bir zümrenin veya yabancı güç odaklarının değil!…