Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

18 Mart Çanakkale Zaferi

0 7.760

Prof. Dr. Remzi KILIÇ

Çanakkale savaşı, 1915’te bütün yokluklara ve olumsuzluklara rağmen kazanılmış “bir zafer” olarak tarihimize geçmiştir. Çanak­kale, savaştan çok bir destandır. Müslüman Türk Milleti’nin tarihte kendisini bir kez daha ispat ettiği yer olmuştur. Mehmetçiklerimiz 99 yıl önce göğsündeki iman ile güçlü görünen düşmana, unuta­mayacağı bir ders vermiştir. Allah’ın kendilerine bahşettiği şehitliğe severek kucak açmışlar ve bir gül bahçesine girercesine kara toprağa girmişlerdir.

Fiilen bir yıl kadar süren Çanakkale savaşla­rının seyrine ve bazı kesitlerine yer vermek ge­rekir. I. Dünya savaşı başlamadan önce durum şöyledir: İngiltere’nin toplam 710 bin askeri, 250 savaş gemisi, denizaltı ve kruvazörü bulunmakta­dır. Fransa’nın toplam 3,5 milyon askeri, 105 savaş gemisi, denizaltı ve kruvazörü vardır. Rusya’nın toplam 440 bin askeri, 65 savaş gemisi, denizaltı ve kruvazörü mevcuttur. Türklerin bütün cephele­rinde toplam 2,3 milyon askeri vardır. Kayda değer savaş gemisi, denizaltı ve kruvazörü yoktur. Bir ta­rafta dünyanın en güçlü devletleri ve donanmaları, öbür tarafta bütün cephelerde saldırıya uğramış bir Osmanlı devleti vardır. Çanakkale, Türk ve Dünya tarihinin en büyük savunma savaşıdır.

3 Ocak 1915’te İngiliz Bahriye Nazırı Churchill (Çörçil), Çanakkale önündeki müttefik İngiliz- Fransız filosu Başkomutanı Amiral Karden’den Çanakkale’yi yalnız deniz kuvvetleriyle zorlamanın başarılı olup olmayacağını sorar. Amiral Karden buna 5 Ocakta, Çanakkale’nin bir vuruşla değil, çok sayıda gemi ve geniş ölçüde bir harekât ile ele geçirilebileceği cevabını verir. 8 Ocaktaki toplan­tıda Harbiye Nazırı Lord Kichner, Çanakkale için 150 bin kişilik kara ve deniz kuvvetinin bulun­ması gerektiğini belirtir. Amiral Karden, 11 Ocak 1915’te bu harekâtın dört aşamada yapılması ge­rektiğini bildirmiştir:

  1. Boğazın ağzındaki savunma tesislerinin tah­ribi.
  2. Boğazın içindeki savunma tesislerinin tah­ribi.
  3. Çanakkale dar geçidindeki savunma tesisle­rinin tahribi.
  4. Mayın hattından açılacak bir gedikten iler­lenerek yukarıda bulunan savunma tesislerinin tahribinden sonra, Marmara Denizi’ne ve başkent İstanbul’a girilmesi.

13 Ocakta toplanan İngiliz Harp Meclisi; “siyasi durumun Rusya’ya yardım etmek, Bulgaristan’ın merkezî devletlere katılmasını önlemek, Doğu’da bir şeyler yapıl­madıkça Almanlara kesin bir darbe indirilemez, İstanbul hedef olmak üzere Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirmek fikri üzerine” karar almıştır. Şubat ayı içerisinde ya­pılacak deniz harekâtı ile birkaç hafta içerisinde ke­sin sonuç almayı hesaplamışlardı. Fransa Bahriye Nazırı ile yapılan görüşmeden sonra İngiltere Bah­riye Nezareti 15 Ocakta tasarlanan harekâttan, Rus başkomutanlığını haberdar etti. Rus Hükûmeti, Karadeniz Boğazı önünde yapılacak harekâtta müttefikleri destekleyeceğini ve Rus kara kuvvetle­rinin de hazırlanacağını belirtmiştir.

28 Ocak tarihli harp meclisinin ikinci toplantı­sında Churchill’in ısrarlı tavırları ile İtilaf devletleri, Çanakkale’de savaşa karar verdiler. 3 Kasım 1914’te Çanakkale Boğazı ağzındaki tabyaların kısa bir bombardımanından sonra bu cephede üç buçuk aylık bir durgunluk olmuştu. Bu esnada İtilaf dev­letleri Çanakkale’ye sefer açılmasını tartışıp karar­laştırmışlardır. Türkler de Çanakkale savunmasını pekiştirmişlerdir.

12 ve 13 Şubat 1915’te Boğaz önündeki düş­man filosu atış eğitimleriyle meşgul oldu. 14 Şubatta, Midilli Adası’nın bir haftadan beri İngiliz işgalinde olduğu öğrenildi. Fransızlar müttefik filonun Amiral Karden emrine verilmesini kabul ettikten sonra Karden’in yanına ikinci komutan olarak De Robek ve Komodor Keysi’yi de kurmay başkanı olarak verdiler. Fransızlar da Şubat baş­larında Çanakkale üzerine geldiler. 15 Şubat’ta yapılması kararlaştırılan taarruz deniz uçakları ve mayın arama tarama gemilerinin henüz hazır olmamasından dolayı 19 Şubata bırakılmıştı.

Türk tarafı, bu taarruz karşısında; Barbaros ve Turgut muharebe gemileri ile boğazdaki mayın en­gelleri gerisinde yer alarak düşmanı karşılayacaklar ve kendilerini feda edercesine karşı koyacaklardı. Yavuz gemisi ve hafif kuvvetler, İstanbul Boğazı’nı savunacaklardı. Sarayburnu-Kız Kulesi arasında mayın engelleri kurulacak ve bunlar, harp gemile­riyle kıyı topları tarafından korunacaktı. Torpido­botlar, Marmara’da gece hücumları yapacak, buna rağmen düşman İstanbul Boğazı’na girerse sonuna kadar çarpışılacaktı.

Düşman kuvvetleri, vaktiyle 19 Şubat 1807’de Marmara’ya girmiş olan bir İngiliz filosunun bu hareketinin tam 108. yıldönümü günü olan 19 Şubat 1915’i Boğaza yapacakları büyük taarruzun başlangıç günü olarak seçmişlerdi. Saat 09.35’de Kumkale ve Orhaniye tabyalarına ateş açılmasıyla başlayan bombardımandan, sonra Ertuğrul Koyu ve Seddülbahir’i de içine aldı. Menzil 1700 metrenin üstünde olduğu için tabyalar bir karşılık veremediler. O gün akşama kadar bom­bardıman sürmüştür. İki üç gün boyunca fırtına olmuştu. 24 Şubatta öğleden önce sekiz İngiliz, dört Fransız savaş gemisi, Çanakkale Boğazı girişine yaklaşıp geri çekilmişlerdir. 25 Şubatta yeniden bombardımana başlamışlardır. Donanma başarılı olmadıkça kara birliği kullanılmayacak­tı. 25 Şubat saat 11.00’de bütün boğaz ağzında­ki tabyalar düşmanın şiddetli ateşi altındaydı. İlk hücum Amiral de Robek tarafından yapılmıştı. Akşam düşman gemileri Bozcaada’ya doğru çe­kilip giderken, Boğazı zorlama planının birinci safhası sona ermiş ve bu iş bir hafta içinde tamam­lanmıştı.

19-25 Şubat arasında yapılan saldırıda, Boğaz ağzındaki dört tabya tahrip olmuş, düşmana boğa­za giriş yolu açılmış oluyordu. 26 Şubatta hareke­te geçen düşman kuvvetleri Çanakkale-Kilitbahir bölgesine kadar bulunan bataryaları tahrip ede­cekti. 28 Şubat, şiddetli poyraz fırtınasıyla başladı. Mart ayı da kötü hava ile girmişti. Düşman gemile­ri, Türk savunma hattına yaklaşınca şiddetli karşılık alıyordu. Anadolu ve Rumeli kıyılarındaki batarya­lar ile 3-6 km’den savaşa başladılar. Düşman her iki kıyıdaki bataryaların tedirgin edici ateşine uğradı.

İngilizler: Kuin Elizabeht, Infıleksıbıl, Agamemnon, Lord Nelson, Vencens, Oşın, Irizistıbıl, Macestik, Konopaş, Kornvolis, Suviftşur, Albion, Tiriyamf ve Prens Corc muharebe gemileri ve Dablin Safir, Minevra, Ametist kruvazörleri ile; Fransızlar Sufren, Golva, Buve ve Şarlman muha­rebe gemileriyle gelmişlerdi. İngilizler aynı tarih­lerde Limni’ye iki deniz piyade taburu ile gelmiş­lerdi. 3. Avusturalya Tugayı da İskenderiyye’den Çanakkale’ye hareket etmişti. Fransızlar, Yakındo­ğu seferi kuvveti adı altında önden bir tümen gön­dermişlerdi.

Deniz uçakları şu âna kadar bir iş görme­mişlerdi. Kara birliklerine şiddetle ihtiyaç vardı. 4 Martta düşmanlar, Kumkale ve Yenişehir ile Ertuğrul ve Orhaniye tabyalarını tahrip etmişler ve buraları dörder makineli topla donatmış, birer deniz piyade bölüğü çıkarmaya karar vermişlerdi. Bu arada yukarıda adı geçen gemiler devamlı tak­viyeli bombardımana devam ediyorlardı.

6-7 Mart 1915 günleri Boğaza giren gemile­rinin mayın tarama ekibi, bu aramada Mesudiye, Soğanlı, Muinizzafer, Havuzlar ve Kepez batarya­larının şiddetli ateşi karşısında hiçbir şey yapamadı­lar. 8 Mart günü, Nusret Mayın Gemisi‘nin Erenköy Koyu’na yaptığı bir mayınlama hareketi, tarihî bir önem taşır. Nusret Mayın Gemisi’ni ve onun yü­rekli askerlerini rahmetle anmak bir minnet bor­cudur. Türk tarafında 46 adet mayın vardır. Öyley­se Çanakkale’nin güneyinde 400’den fazla mayın, denize nasıl serpilmişti? Rus savaş gemileri sık sık Karadeniz boğazına mayın döşüyorlardı. Bunla­rın bir kısmı akıntıya kapılarak boğaza geliyor ve toplanıyordu. Diğerleri de, Alman ve Türk mayın tarayıcı gemiler aracılığı ile birer birer toplanıp Çanakkale’ye getiriliyordu.

19 Şubatta başlayan yoğun bombardıman 18 Marta kadar bütün şiddeti ile devam etmiş, sürek­li Kumkapı ve Gelibolu ile boğazın içindeki Türk tabyaları, İngiliz-Fransız savaş gemileri ve uçak­ları tarafından bombalanıyordu. Bu durum bir ay sürmüştür. 14-15 Mart 1915 gecesi boğazda yapı­lan mayın arama taramasında gemilerin persone­li gönüllü deniz erlerinden teşekkül edilmişti. Bu harekâtta dört balıkçı gemisi ile iki istimbotları hasara uğradı. Düşman kuvvetleri bu arada 27 ölü 43 yaralı vermişlerdi. Bu mayın aramaları sonunda düşman mayın arama tarama gemilerinin üçte biri batmış veya kullanılmaz hâle getirilmişti.

17-18 Mart gecesi saat 22.00’den itibaren, üç muhrip ile yedi İngiliz ve Fransız arama tarama ge­misi, 18 Mart saat 02.00’ye kadar Karanfil burnu ile Akyarlar arasında mayın aramasına devam etti. Bir şeye rastlamadıklarını ve bu bölgenin temiz ol­duğunu rapor etmişlerdi. 18 Martta müttefik düş­man kuvvetleri; üç tümen deniz gücü ile en ünlü ve son teknoloji ürünleri olan on sekiz büyük savaş gemisi ile ve savaş uçaklarıyla Çanakkale boğazına yüklendiler. Düşman filosunun amacı 18 Martta yapacakları büyük taarruzda Çanakkale ve Kilitbahir tabyaları ile mayın bölgesini savunan sabit ve seyyar bataryaları bir anda susturmaktı. Mayınları tarayarak 800 metre genişliğinde serbest geçit oluş­turarak Marmara’ya girmeyi planlamışlardı.

18 Martta Çanakkale Boğazı muharebesi çok şiddetli bir şekilde cereyan etmiştir. Yedi saat sü­reyle, düşman birlikleri bütün kuvvetiyle Türk tabyalarına ateş yağdırmışlardı. Kesin neticeyi ala­rak Marmara’ya girmeyi hedeflemişlerdi. Düşman tümeni özellikle 2. tümen müthiş bir manzara ile karşılaşmıştı. Nusret’in Erenköy açıklarına döşedi­ği mayınlar etkisini göstermeye başlamıştı. Sonuçta müttefik düşman filosu üç büyük gemisini, Irizistıbıl, Oşın ve Buve’yi kaybetmişti. Üçü de (Infıleksıbıl, Golva ve Sufren) ağır yara alarak devre dışı bırakılmıştı. Havranlı Seyyit onbaşı 275 kg’lık top mermisi ile İngiliz savaş gemisine geçit vermemiş­tir. Düşman kuvvetlerinin üçte biri imha edilmişti. Düşman için büyük bir hayal kırıklığı olan bu so­nuç, Türk askeri için büyük bir deniz zaferi olmuş­tur.

İngiliz Churchill, yıllar sonra 1 Ağustos 1930 tarihli Paris’te yayınlanan bir dergide; “Fırtınalı bir günde 8 Mart 1915 sabahı, İngiliz muhriplerinin geri çekilmiş olduğu bir saatte, NUSRET adındaki “Türk Mayın Gemisi” bilinen mayın hatları önüne, boğazın orta hattına paralel yeni bir hat kurdu… 1915 yılında bütün Avrupa’da milyonlarca insan bir ölüm kalım mücadelesine girmişti. Büyük ta­arruzlar yapılmaktaydı. İki-üç milyon asker ölü ve yaralı idi. Dört-beş bin harp gemisi denizlerde hareket hâlindeydi. Fakat Nusret mayın gemisinin gizlice döktüğü bu 20 demir kap, harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımdan diğer bütün gayretler­den daha mükemmel ve daha keskin sonuçlu he­deflere varmak içindi. Bu engel, İngilizler tarafın­dan başarı ile başlanmış olan Çanakkale harekâtını durduran ve yalnız başına Çanakkale’nin geçilmesi­ni önleyen bu engel, Türkiye’yi bir bozgundan kur­tardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar Avrupa da sarsıldı. Polonya, Galiçya, Suriye, Bal­kanlar, Filistin ve Kuzey İtalya topraklarının örttü­ğü altı-yedi milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleriyle değil 18 Mart sabahı Çanakkale’de tel hatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzün­den yok olup gitti” demekteydi.

23 Mart 1915’ten sonra sadece deniz harekâtı ile Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri, kara harekâtına ağırlık vermeyi, de­nizlerde de takviye eylemeyi kararlaştırdılar. 25 Ni­san 1915’te başlayan kara harekâtı öncesi düşman kuvvetleri 60 taşıt gemisi, 30 kadar balıkçı gemisi, 90 kadar harp gemisi, birçok römorkör ve yardımcı araç dâhil tamamı 200 parça civarında olup hepsi faaliyet hâlindeydi. Sayısı bilinemeyen savaş gemi­leri himayesinde Arıburnu, Kabatepe arasında düş­manın çıkarma yaptığını görmekteyiz. Seddülbahir ve Hisarlık sırtları ve Kumkale-Yenişehir arasında birçok gemi ve çıkarma kuvvetleri bulunmaktaydı. Sırasıyla; Arıburnu, Seddülbahir, Kumkale, Saros Körfezi ve Beşike çıkarmalarından sonra, 1. 2. ve 3. Kirte savaşlarını zikredebiliriz. Burada Ecabât burnundaki Ertuğrul koyunda 63 arkadaşıyla İn­giliz alaylarını perişan eden Ezineli Yahya çavuşu dua ile anıyoruz.

7 Haziran 1915’te İngiliz Harp Meclisi; Çanakkale seferinin devam ettirilmesine karar vermişti. Düşman kuvvetleri hazırlıklarını tamamlayarak 7 Ağustosta Anafartalar’a çıkarma yaptı. 8 Ağus­tosta burada bir adım dahi ilerlemeleri mümkün olmadı. Bu başarılar 8-9 Ağustos gününde Anafartalar grubu komutanlığına atanan Albay Mustafa Kemal‘in eseri idi. Çünkü o, askerlerine: “Ben size ta­arruzu değil, ölmeyi emrediyorum” diyordu. 1915 yılının Ağustos, Eylül, Ekim ayları boyunca kara savaşları bütün şiddetiyle devam etmiştir. Düşman tarafının Anafartalar harekâtı başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Gelibolu Yarımadasını terk etmek zorunda olduklarını görüyoruz.

6 Aralık 1915’te düşman kuvvetleri “Çanakkale’yi geçilmez” olarak boşaltma kararı al­mışlardır. 6-7 Aralıkta Anafartaları ve Arıburnu’nu boşaltmak üzere harekete geçip 17-18 Aralık 1915 gecesine kadar 6 feribot, 13 layter, 10 çeşitli araç, 44.000 asker, 130 top, 3000 hayvan, çeşitli gereç ve mühimmat geceleri taşındı. 25 Nisan 1915’ten Ocak 1916’ya kadar sekiz ay boyunca yapılan çok şiddetli taarruz ve 4 kara taarruzu da düşmanın he­zimeti ile sonuçlanmıştır.

Çanakkale savaşı, Türk ve Dünya tarihinde eşi­ne ender rastlanır emsalsiz bir zaferdir. 1914-1918 yılları arasında süren 1. Dünya savaşının en kanlı cephesi şüphesiz ki Çanakkale cephesidir. Çanak­kale savaşı küçücük bir kara ve deniz parçası üze­rinde cereyan eden müthiş bir ölüm kalım müca­delesidir.

İtilaf devletlerinin (İngiltere, Fransa ve Rusya) amaçları Çanakkale Boğazını geçerek bir an evvel İstanbul Hükûmetini savaş dışı bırakarak Rusya ile Karadeniz’de birleşerek Akdeniz ve Karadeniz arasındaki kuvvetlerin birbirine irtibatını sağla­maktı. Düşman kuvvetleri gerek sayı gerek teçhizat bakımından Türk kuvvetlerinden kat kat üstündü. Dünyanın en güçlü filosuna ilaveten, Fransız De­niz Kuvvetleri ve bu iki devlet ordularının yanı sıra sömürgelerden topladıkları kuvvetlerle ezici bir sayı ve teknolojiye sahiplerdi.

Müslüman Türk’ün en büyük aşkı, vatanına duyduğu aşktır. Bu yüce millet Allahını sevdiği gibi, vatanını canından çok sever ve ona hizmet eder. Vatan için ölmek, şehitlik mertebesine ulaşmak, her Türk için elde edilebilecek en büyük şereftir. Elbette yaşamak ve hayatın bütün nimetlerinden yararlanmak herkesin en doğal hakkıdır. Fakat Türk’ün bütün benliğini, yurdunu korumak ve ba­ğımsızlığını yaşatmak inancı sardığı an, ateş yağ­muru altında dahi olsa, o ölesiye savaşır, mücadele eder.

İşte Türk ordusu yüzyıllardan beri sadece yüce Türk milletini hür, bağımsız ve müstakil olarak ya­şatabilmek için milletini, vatanını, bağımsızlığını, bayrağını düşünmüş ve bu uğurda ölmekten çekinememiştir. Tarihimizin altın sayfalarından biri olan Çanakkale Zaferi, Türk askerinin tarihimiz­de kazandığı en büyük zaferlerden biridir. Ölüm saçan düşman topları, tüfekleri karşısında, Türk ordusu var gücüyle savaşmış, vatan toprağını düş­man çizmesi ile çiğnetmemiştir. Çanakkale, imanı ve gönlündeki vatan sevgisinden başka savunma aracı olmayan Türk milletinin çağın en gelişmiş araç gereçleriyle donatılmış güçlere karşı, Türk’ün kahramanlığını, yiğitliğini bir kez daha gösterdiği ve vatanı, milleti, hürriyeti için kıyasıya mücadele verdiği yerdir. İşte bu özellikleri benliğinde taşı­yan milletimizin tarihi, kahramanlık örnekleri ile doludur. Bunların içinde Çanakkale, tarihimizde abideleşmiş, kahramanlığımızla destanlaşmış say­falardan biridir. Çanakkale güçler arası dengenin olmadığı bir cehenneme dönüşmüştür.

Mehmet Akif, bu tabloyu şöyle ifade etmekte­dir:

“Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkaz-ı beşer.
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vadilere sağanak sağanak”.

İşte bu cehennemî ateşin içinde destanlaşan Türk ordusu, düşmana geçit vermez. Çanakkale’de karşılıklı savaşan askerler arasındaki siperlerin 6-8 metre kadar çok yakın olduğu, günlerce karşı kar­şıya süngü harbi yaptıkları, sabahtan akşama kadar savaşıp akşamları yaralı arkadaşlarını tedavi için yanlarına taşıdıkları, hatta zaman zaman biri birileriyle (tütün alışverişi gibi) dostane tavırlar içinde bulundukları bilinmektedir.

Gelibolu’da karadan saldırıya geçildiği zaman, Türk askeri düşmana çok şiddetli bir mukavemet göstermiştir. İngilizler, önce Fransızları öne sür­müşler. Fransızlar, daha ilk hamlede on binlerce askerini kaybetmişlerdir. Durumun vahametini kavrayan Fransızlar, bu sefer İngilizlerle müşterek taarruz etmişlerdir. Buna rağmen iki buçuk ayda (75 gün) ancak, üç km ilerleyebilmişlerdir. Ağustos 1915, Çanakkale savaşlarının Anfartalar’da en kan­lı çarpışmalarının olduğu ve düşman ilerlemesinin durdurulduğu ve 9000 şehide karşılık düşmanlara üç haftada 45.000 kayıp verdirildiği, Çanakkale Zaferi’nin dönüm noktası olmuştur.

Çanakkale savaşlarında bütün taraf devletler­den bir milyonun üzerinde asker savaşmıştır. Anadolu yakasındaki Kumkapı ve Çanakkale Boğazı’nın Gelibolu yarımadasında siperlerde dağlar gibi yığıl­mış kemikler bulunmaktadır. Kaynakların belirt­tiğine göre Çanakkale’ye İngilizler 300 bin asker, Fransa’dan ve Fransız sömürgelerinden 350 bin ci­varında asker getirmiştir. Düşman kuvvetlerinden toplam 300 bin asker öldürülmüş, Türkler 253 bin şehit, 100 binden fazla yaralı vererek Çanakkale’yi geçilmez yapmışlardır. Çanakkale’yi geçilmez kılan Türk’ün sarsılmaz imanı ve vatan sevgisidir. Ba­ğımsızlığı uğruna şehit olma inancıdır.

Mustafa Kemal Atatürk diyor ki

“Bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim, karşılıklı siperler arasında mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına kamilen şehit düşüyor. İkinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne gıptaya şayan bir soğukkanlılık ve güven anlayışı biliyor musunuz? Öleni görmüyorlar, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okumayı bilenler elle­rinde Kuran-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyor­lar. Bilmeyenler şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kudretini gösteren hayrete değer ve tebrike şayan bir misaldir. Emin olmalısınz ki Çanakkale savaşlarını kazanan bu yük­sek ruhtur”.

Çanakkale’de iman kuvvete, Türk askeri yedi düvele, insan çeliğe zırha ve ateşe galip gelmiş­tir. Bir Türk anası “Yiğit oğlum Hüseyin’im, dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağabeylerin Çanakkale’de şehit düştüler. Eğer minarelerden ezan sesi kesilecekse, ca­milerin kandilleri sönecekse, sütüm sana haram olsun. Öl de köye asla dönme” diyerek oğlunu yollamıştır. Özellikle 15 yaşındaki çocukların savaşa gönüllü olarak gittiklerini bilmeliyiz. Sultani denilen liselerde oku­yanların çoğu Anadolu’dan Çanakkale’ye gitmiş ve şehit oldukları için birçok lise 1915’te mezun verememiştir.

Çanakkale’ye gençlerimizi mutlaka götürmeli­yiz. Şehitlikleri ve tarihî mekânları gençlere gezdirmeli ve yaşanan acı geçekleri onlara anlatmalıyız. Çanakkale, Türk milletinin aydınlarını, âlimlerini, gençlerini, hatta çocuklarını şehit verdiği bir yerdir. Sorumluluğumuz bugün dünden daha çoktur. Ba­şarmak, çalışmak, üretmek ve birlik beraberliğimizi muhafaza etmektir. Aziz vatanımızın her karış top­rağı nasıl şehit kanlarıyla sulanmış ise, Çanakkale’de de metre kareye 22 litre kan dökülmüştür. Aramız­da acaba Çanakkale’de dedesi şehit olmayan var mıdır? Bütün şehitlerimizi rahmetle anarken, güzel vatanımızı, Türkiye Cumhuriyeti’ni birlik ve bera­berlik içerisinde ebediyete kadar barış ve kardeşlik inancıyla yükseltmeli ve korumalıyız…

Alıntı Kaynak: Erciyes Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Mart-2014 Yıl:37 Sayı:435


KAYNAKLAR
♦ Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Çanakkale Cephesi, C V, 2. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1978.
♦ Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Harekatı, C V, 3. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1980.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.