Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Zengiler (1127-1233)

2 21.098

Doç. Dr. Gülay Öğün BEZER

Zengiler, Halep ve Musul merkez olmak üzere, el-Cezire (Kuzey Irak), Doğu Anadolu ve Suriye’de hüküm sürmüş olan bir Atabeyliktir. Kurulduğu yer olan Musul’a nisbetle Musul Atabeyliği olarak da adlandırılır.

Atabeyliğin kurucusu olan İmadeddin Zengi’nin babası Kasimüddevle Aksungur; Sultan Alp Arslan zamanında Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiş, Melikşah tarafından Halep valiliğine tayin edilmişti (1086). Melikşah’ın ölümünden sonra bir ara, Suriye meliki olan kardeşi Tutuş’un hizmetine giren Aksungur, saltanat mücadelesinde onu terk edip Berkiyaruk’un tarafına geçti. Ancak bunun için Tutuş ile savaşmak zorunda kalan Aksungur, bu savaşı ve hayatını kaybetti (26 Mayıs 1094).

Aksungur öldüğü zaman o sırada yedi yaşında bulunan tek oğlu Zengi Halep kalesinde bulunuyordu. Babasının ölümünden sonra Musul valileri tarafından himaye edilip büyütülen Zengi, Musul valisi Mevdud’un 1111 ve 1116 yıllarında Haçlılara karşı düzenlediği seferlerde onun maiyetinde yer aldı. Zengi, Mevdud’un ölümünden sonra, onun yerine Musul’a tayin edilen Aksungur Porsukî tarafından Vasıt’a gönderildi. Burayı ele geçirip düzeni sağlayınca kendisine önce Vasıt ve arkasından da Basra ikta edildi (1125).

Sultan Melikşah ölüp de Selçuklu Devleti zaafa uğrayınca, Abbasi halifeleri dünyevî iktidarlarını güçlendirmek için Sultanlarla kıyasıya bir mücadeleye girdiler. Sultan Sancar’ın emriyle Bağdad’a girmek isteyen Sultan Mahmud, bu yüzden Halifenin direnişi ile karşılaştı. Bağdad’ı kuşatmak zorunda kalan Sultan, Basra valisi olan Zengi’nin sağladığı yardımlar sayesinde şehre girmeye muvaffak oldu. Sultan Zengi’yi Bağdad şahneliğine tayin ederek taltif etti (Nisan 1126).

Musul Valisi Aksungur Porsukî’nin Batınîler tarafından şehit edilmesi (1126) ve onun oğlunun kısa süren valiliğinden sonra, Emir Çavlı adına Bağdad’a giden elçilik heyeti, fikir değiştirerek, Musul valiliği için Zengi namına tavassutta bulundular. Bunun üzerine Sultan Mahmud Zengi’yi Musul valiliğine ve oğlu Alp Arslan’ın Atabeyliği’ne tayin etti (1127). Böylelikle Musul Atabeyliği’nin temelleri atılmış oldu.

Zengi’nin Musul valisi olarak ilk icraâtı, babasının valiliği sırasında dünyaya geldiği Halep şehrini ele geçirmek oldu. Halep bu sırada Mardin Artuklularına bağlı bulunuyordu. Zengi bu sebeple bir kısım kuvvetlerini Halep’e gönderirken, kendisi Mardin Artuklu beyi Timurtaş’ın müdahalesini önlemek düşüncesiyle Musul-Urfa güzergâhının kontrol noktalarından birisi olan Nuseybin’i zapt etti. Atabey, Halep’te babasının hatırasına hürmeten son derece iyi karşılandı.

Selçukluların egemen olduğu coğrafyada, Türk beylerinin Haçlıların varlığına rağmen birbirleriyle, araştırmacılar tarafından çoğu kere mânâsız olarak değerlendirilen mücadelelerinin temelinde, hiç şüphesiz her birisinin bölgeyi kendi idaresinde birleştirme idealleri vardı. Nitekim Dimaşk Atabeyi Zahireddin Toğtegin de bir yandan Haçlılara karşı cansiperane bir mücadele örneği verirken, diğer yandan da bütün Suriye’yi kendi idaresinde birleştirmek istiyordu. Bu durumda aynı hedeflerle yola çıkan Zengi için, Dimaşk Atabeyliği’nin varlığı tabiî bir mania teşkil ediyordu. Fakat Toğtegin’in 1128 yılında ölümü Zengi için bulunmaz bir fırsat yarattı. Zengi Urfa kontu Joscelin ile anlaşma yapıp kendisini bu istikamette emniyete aldıktan sonra, yeni Dimaşk Atabeyi Böri’den Haçlılara karşı yardım talebinde bulundu. Böri Hama’da bulunan oğlu Sevinç’e beş yüz kişilik bir birlik gönderip, kendi kuvvetlerini de alarak Zengi’ye iltihak etmesini emretti. Zengi askerleriyle Halep’e gelen Sevinç’i önce iyi karşıladı ise de, iki gün sonra adamlarıyla birlikte hapsetti. Böylelikle Hama’nın savunmasını zayıflatan Zengi, oraya yürüyüp şehri kolaylıkla ele geçirdi (14 Eylül 1130). Zengi, Hama’nın zaptı sırasında Böri’ye ihanet edip kendi hizmetine giren Kırhan b. Karaca’yı da hapsedip, valisi olduğu Hıms’ı teslim etmeye zorladı. Şehri kırk gün kadar kuşattıktan sonra kışın yaklaşması üzerine buradan ayrılmak zorunda kaldı.

Zengi bundan sonra Antakya prinkepsinin ölümüyle meydana gelen olayları değerlendirerek, Antakya-Halep arasında bulunan Esârib’i fethetti. Bu kalenin zabtı Halep ve havalisinin güvenliği bakımından çok önemli idi. Buradan Harim’e yöneldi ise de, Haçlıların şiddetli mukavemeti ve Artuklular cihetinde cereyan eden olaylar kuşatmayı kaldırmasına sebep oldu (524/1130).

Atabey Mardin Artuklu Beyi Timurtaş ile Hısnıkeyfa Beyi Davud’un kendi aleyhinde tasarıları olduğunu haber alıp Mardin-Nusaybin arasındaki Serci’ye hücüm etti. Davud Timurtaş’tan yardım istemek zorunda kaldı. Ancak Zengi, yirmi bin Türkmen’in de katıldığı birleşik Artuklu ordusunu mağlup etti. Davud bu yüzden Ceziret İbn Ömer’i yağmalayınca Atabey ona ait şehirleri istilâ etmeye yeltendi. Bölgenin çok dağlık olması buna mani oldu ise de, Mardin’e bağlı Dara’yı zapt etti (1129-1130).

Irak Selçuklu sultanı Mahmud’un ölümü üzerine (1131) ortaya çıkan saltanat mücadeleleri Halifenin tahrikleriyle daha da karmaşık bir hâl aldı. Bu arada Zengi de Atabeyi bulunduğu Melik Alp Arslan’ı sultan ilân ettirmek üzere Halifeye müracaât etti, fakat Melikin yaşının küçük olması sebebiyle isteği geri çevrildi. Bu arada Mahmud’un yerine geçen oğlu Davud’un saltanatını tanımayan amcaları Mesud ve Selçukşah da Halife ile işbirliği yaparak Sultan Sancar’ın adını hutbeden çıkardılar. Müttefiklerin kendisine karşı savaşa hazırlandıkları Sultan Sancar, Zengi’den Bağdad’a yürümesini istedi. Bunu fark eden Halife, meliklerden ayrılarak Zengi’yi etkisiz kılmak niyetiyle Abbasiye’de karargâh kurdu. Yedi bin kişilik ordusuyla halifeye nazaran büyük bir kuvvete sahip olan Zengi, rivayete göre Halifeye hürmeten silah çekmediği için yenik olarak Musul’a çekildi. Öbür taraftan Sancar ise yeğenlerini yenilgiye uğratıp esir aldı. Sultanın Irak Selçuklu tahtına diğer yeğeni Tuğrul’u (1132-1134) tayin etmesi de mücadelelerin bitmesine yetmedi.

Halife, bu mesele dolayısıyla Zengi’ye karşı beslediği kinin etkisiyle Musul’u zapt etmeye yeltendi (Temmuz, 1133). Bu kuşatmada Halifenin yanında yer alan Türk beyleri arasında Artuklu Davud da bulunuyordu. Halife otuz bin kişilik ordusuna rağmen, Musul nâibi Çakır’ın şehri başarıyla müdafaa etmesi ve Zengi’nin Halifenin ikmâl yollarını kesmiş olması dolayısıyla Bağdad’a döndü. Halife ile barışık olmayı maslahata uygun bulan Zengi, daha sonra Bağdad’a değerli hediyeler göndermek suretiyle dostluk kurmaya çalıştı.Ancak Zengi, Halifenin Musul seferi sırasında onun hizmetinde bulunan Artuklu beyi Davud’u mutlaka cezalandırmak istiyordu. Bu maksatla harekete geçen Zengi onun amcazâdesi Timurtaş’ı bu defa kendi saflarına çekmeye muvaffak oldu. Ağır bir yenilgi alan (26 Nisan 1134) ve canını zorlukla kurtaran Davud’un bütün Artukluları birleştirme hayalleri de böylece sona erdi. Zengi yine Halifenin Musul muhasarasında bulunan Emir İsa’ya ait Akr el-Humeydiye, Kevaşa ve Şuş ile ona ait bütün kaleleri fethetti.

Sancar’ın tayin ettiği Irak Selçuklu Sultanı Tuğrul’un ölümü (24 Ekim 1134), tahmin edileceği üzere yeni saltanat mücadelelerine yol açtı. Halife Müstarşid, faâl olarak içerisinde yer aldığı bu kavgalardan birisinde, Hemedan’da kendisini sultan ilân eden Mesud’a karşı giriştiği savaşta mağlup ve esir oldu. Halife savaşa girmeden önce bu sırada Dimaşk’ı muhasara etmekte olan Zengi’den acil yardım istemişti. Ancak Atabey geldiğinde artık çok geçti. Sultan Mesud’un harp tazminatı ödemesi kaydıyla serbest bıraktığı Halife, daha Sultanın karargâhında iken Batınîler tarafından öldürüldü. Kaynaklar Sultan Sancar’ı ve Mesud’u bu ölüm olayında dahli bulunduğu gerekçesiyle itham ederler. Halife Selçuklulara karşı siyasî bir mücadele yürütmekte olduğu için, kavgasının mahiyetine uygun bir bedel ödemiş olması doğal ise de, devrin kaynaklarından cari dinî anlayış dolayısıyla, meselenin yorumunda böyle bir hoşgörü beklemek doğru olmaz.

Müstarşid’in yerine oğlu Raşid hilâfet tahtına oturdu. Sultan Mesud ondan babasının vaad etmiş olduğu savaş tazminatını ödemesini istedi. Halife para ödemeyi reddettikten başka, ilişkilerin daha da gerginleşmesi üzerine Bağdad şahnesini şehirden kovdu. Bundan sonra Sultana karşı bir ittifak oluşturmaya çalışan Halife, Zengi’ye de yanındaki Melik Alp Arslan’ı sultan ilân etme sözü verdi. Bununla birlikte sözünü tutmayarak, Bağdad’a gelen Melik Davud adına hutbe okuttu. Mesud’a küskün olan bir çok Türk komutan da Halifeye katıldılar. Bu gelişmeler üzerine Sultan 1136 yılı Haziran ayı başında Bağdad’ı muhasara etti. Elli bir gün devam eden bu kuşatma sırasında Melik Davud’un Bağdad’dan ayrılması Halife’nin ordusunun çözülmesine sebep oldu. Şehrin Mesud’un eline geçmesi artık an meselesi haline gelince, Zengi de Halife Raşid’i yanına alarak Musul’a döndü (14 Ağustos, 1136).  Sultan Mesud ise şehre girdikten sonra Raşid’den hemen Bağdad’a dönmesini istedi. Aralarındaki münaferet yüzünden Sultandan korkan Halife dönmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine görevlerini yerine getirmediği gerekçesi ve Sultan Sancar’ın da onayı ile Raşid azledilip Muktefi Liemrillah halife ilân edildi. Buna rağmen bir müddet daha Raşid’e ve Davud’a tâbi olmaya devam eden Zengi, Sancar’a rağmen bu tavrını sürdürmenin mümkün olamayacağını gördü. Sabık Halife ise Sultan Mesud’un kendisini teslim almak üzere gönderdiği kuvvetler Musul’a varmadan önce, Zengi’nin tavsiyesiyle şehri terk etti. Azerbaycan’a doğru kaçarken Melik Davud ve Bozaba’nın da kendisinden ayrılmasından sonra İsfahan civarında Batınîler tarafından katledildi. (Haziran 1138). Müstarşid’in öldürülmesinde olduğu gibi, kaynaklarda bu defa da Raşid’i öldüren katillerin Sultan (Sancar veya Mesud) tarafından gönderildiği rivayeti vardır. Öyle olup olmadığı bir tarafa bu olayların Halife-Sultanlar mücadelesinin en şiddetli safhalarından birisi olduğuna şüphe yoktur.

Atabey Zengi de bir süre sonra Sultan Mesud ve Halife Muktefî adına hutbe okutmak suretiyle Sultan ile olan anlaşmazlığına son vermiş oldu. Böylece Dımaşk Atabeyliği istikametindeki faaliyetlerini yoğunlaştırmak imkânı bulan Zengi, daha önce kuşattığı hâlde alamadığı Hims’a hareket etti (Mayıs 1137). Ancak şehrin çok iyi takviye edildiğini görerek Dimaşk Atabeyi Mahmud ile anlaşmayı tercih etti. Buradan Haçlıların elinde bulunan Ba’rin üzerine yürüdü. Şehri yardıma gelen Kudüs kralı Zengi’nin düzenlediği ani bir baskından hayatını güçlükle kurtarırken, Trablus kontu Raimond esir düştü. Kral Fulk, Bizans İmparatorunun kendilerini hedef alan bir sefere çıktığını haber alınca Ba’rin’i teslim ederek anlaşma yapmaya mecbur oldu. Zengi Ba’rin’i fethiyle muvazi bir harekât yürüten Halep nâibi Savar da Kefertab ve Maarratünnuman’ı fethetti. Böylece Atabey Zengi, şimdiye kadar özellikle, Toğteginlilerin ve Artuklu beylerinin Haçlılara karşı büyük ölçüde başarıyla yürüttükleri mücadeleyi sürdürmeye namzet güçlü bir lider olduğunu ortaya koyuyordu.

Bu sırada Bizans İmparatoru İoannes Komnenos I. Haçlı Seferi başladığında liderlerine vasallık yemini ettirdikten sonra İstanbul’dan Doğu’ya yolcu ettiği Haçlıların tâbiyet şartlarını hatırlatmak, Ermenileri yeniden itaât altına almak ve Suriye’ye Zengi üzerine bir sefer yapmak amacıyla Antakya’ya geldi. Antakya’yı bir süre kuşattıktan sonra Prinkeps Raimond ile yapılan anlaşmaya göre, Antakya İmparatorluğa iade edilecek, bunun karşılığında Halep, Hama, Hıms ve Şeyzer gibi çoğu Türklerin elinde bulunan şehirler zapt edildikten sonra, Raimond’a verilecekti. Kışı Çukurova bölgesinde geçirdikten sonra 1138 yılı baharında yeniden Antakya’ya gelen İmparator Haçlı kuvvetleri ile birlikte ortak harekâta başladı. Zengi, İmparatorun yalnızca Haçlıları tedip etmekle yetinmeyeceğini tahmin ederek yardım talebiyle bir yandan Sultan Mesud’a başvururken, diğer taraftan da ilk hedef olacak olan Halep şehrini takviye etti. Bu maksatla emirlerinden Ali Küçük idaresinde beş yüz kişilik seçme bir birliği Haleb’e yolladı. Şehrin yakınlarında bulunan Buzaa’yı zapt ettikten sonra, 20 Nisan 1138’de Halep’i kuşatan İmparator Türklerin müdafaası karşısında acze düşerek buradan ayrıldı. Ancak zayıf bir garnizonu bulunan Esarib teslim olmak zorunda kaldı. Bundan sonra Şeyzer’e gelen İoannes şehri çok tazyik etmesine rağmen, sahibinin verdiği bir miktar parayı alarak, başarısız bir şekilde ülkesine döndü. Bu sefer sırasında İmparatorun kazanması durumunda kendi üzerlerindeki egemenliğinin de güçleneceğini bilen Haçlı liderleri de ona gerekli desteği vermediler. Bu savaşlar sırasında aralarındaki düşmanlığa rağmen Artuklu beyi Davud’un ve Diyarbekir bölgesinden başka Türkmenlerin takviyelerinin değeri ise her türlü değerlendirmenin üzerindedir. Zengi’ye yardım için gelmekte olan on beş bin kişilik Selçuklu ordusu da İmparator’un çekildiğini öğrenince geri döndü.

İmparatorun bu seferini ciddi bir kayba uğramadan atlatan Zengi, yeniden Dimaşk Atabeyliği topraklarına girdi. Atabey Mahmud ile yaptığı görüşmeler neticesinde onun annesi Safvetü’l-Mülk Zümürrüt Hatun ile evlenmesi ve Hıms’ın da Hatunun çeyizi olarak Musul’a bağlanmasına karar verildi. Zengi ise Mahmud ile evlendirdiği kızının çeyizi olarak Barin’i Dimaşk Atabeyliğine bıraktı (Mayıs 1138). Buradan yoluna devam eden Zengi, İmparatorun Suriye seferi sırasında Haçlıların eline geçen Kefertab, Esarib ve Buzaa’yı geri aldı (Eylül-Ekim 1138).

Dimaşk Atabeyliği ile sulh sağlanmış gibi görünmesine rağmen, ertesi yıl Atabey Mahmud’un kendi adamlarınca öldürülmesi (23 Haziran 1139) Zengi’ye bir kere daha Dimaşk’a müdahale imkânı verdi. Karısı Zümürrüt Hatun’un teşviki ve Dimaşk’dan gelen davetler üzerine harekete geçen Zengi önce Baalbek’i kuşatıp aldı. Ancak teslim olmaya karar veren müdafileri, sözünü tutmayarak öldürtmesi kendisine karşı olan güveni ciddi biçimde sarsan kötü bir olay oldu. Zira buradan Dimaşk önlerine geldiği zaman, casusları vasıtasıyla ele geçirmek niyetinde olduğu şehirde, kendisine karşı ciddi bir direniş olacağını anlayarak, çekilmek zorunda kaldı. Ancak ertesi yıl, Dimaşk Atabeyi Cemaleddin Muhammed’in ölümü ve yerine oğlu Mücireddin Abak’ın geçirilmesi Zengi’yi yeniden harekete geçirmeye yetti. Zengi’nin baskısından dolayı çok müşkül durumda kalan vezir Üner, Kudüs kralı Fulk’dan ancak her ay yirmi bin dinar ödemek ve Banyas’ı Zengi’nin elinden aldıktan sonra Haçlılara vermek karşılığında yardım temin edebildi.

Nitekim müttefik Dimaşk-Haçlı ordusu Banyas’ı zapt ettikleri zaman şehir bu anlaşma gereği Haçlılara terk edildi. Bu arada bütün Haçlı liderlerinin Zengi’ye karşı tereddütsüz hareket etmeleri onlar açısından da ne denli büyük bir tehlike olduğunu göstermektedir. Dimaşk önlerinden Hama’ya çekilen Zengi, Ba’albek’i muhtemel bir saldırıya karşı, Şehrizor bölgesinden getirttiği Türkmenlerle takviye etti. Bundan sonra her şeye rağmen şehri yeniden kuşatan Atabey, gördüğü mukavemet karşısında, meseleyi barış yoluyla çözmenin yollarını aradı. Dimaşk’da hutbenin kendi adına okunması kaydıyla buradan ayrılmayı kabul etti. Bundan önceki anlaşmada hutbenin Melik Alp Arslan adına okunması şartının olduğu hatırlanacak olursa, Zengi’nin kendi egemenliğini kurumsallaştırmak bakımından bir hayli mesafe katettiği anlaşılmaktadır.

Musul’a dönen Zengi, Kıfçakoğlu Arslan Taş’ın elinde bulunan ve Musul Hemedan yolunun kontrol noktalarından birisi olan Şehrizor’u topraklarına kattı (Temmuz 1140). Atabey bundan sonra Artuklular ve Haçlıların kendi aralarındaki ihtilâflarından istifade etmek düşüncesiyle Musul’un kuzeyine yöneldi. Hısn Keyfâ beyi Davud’un ülkesine girip ona ait Bahmurd’u ele geçirince, Mardin beyi Timurtaş Zengi’ye itaât arz etmek zorunda kaldı (1141-1142).

Atabey ertesi yıl yeniden kuzeye, Hakkâri bölgesine ilerledi. Müstahkem Aşib kalesini alıp yıktırdıktan sonra, kendi adına nisbetle İmadiye olarak anılan yeni bir kale inşa ettirdi. Bu havalideki Bitlis, Karah ve Zaferani gibi bazı kalelerin fethini ise Musul nâibi olan Nasireddin Çakır tamamladı. Atabey bu istikametteki fetihlerine devamla Van Gölü’nün güneybatısındaki Hizan’ı, arkasından da Amid’e bağlı Maden’i ele geçirdi. Davud’un ölümünden sonra yerine geçen oğlu Kara Arslan’a karşı onun kardeşini desteklemek suretiyle Hısn Keyfâ Artuklularını zorlamaya devam etti. Kara Arslan bu durumda Zengi’ye karşı Türkiye Selçuklu sultanı Mesud ve Urfa kontu Joscelin ile ittifak yaptı. Zengi ise Şabahtan bölgesinden Yukarı Habur kıyısına kadar Ergani, Çermük, Tell-Mevzen, Tanza ve Siirt gibi bir çok yeri topraklarına kattı. Atabey böylece Musul’un kuzeyden tehdit edilmesi ihtimâlini en aza indirmek istiyordu. Zira Zengi’nin esas hedefi, Atabeyliğin Halep ve Musul toprakları arasına bir hançer gibi sokularak büyük tehdit oluşturan Urfa kontluğu olduğu hâlde, Artuklu arazisinde yoğun faaliyet göstererek onları hedef almadığı izlenimini yaratmak istiyordu.

Irak Selçuklu Sultanı Mesud ise, bir kısım ümeranın devamlı surette kendisine karşı faaliyetler düzenlemesinin faili olarak gördüğü Zengi’nin üzerine ordu sevk etmeye karar verdi. Bu husus bir su-i zandan ibaret olmayıp, hiç şüphesiz Zengi’nin Sultan muarızlarıyla meşgul iken kendisinin faaliyetlerini serbestçe yürütmek istemesinden kaynaklanan şuûrlu bir siyasetti. Fakat böyle bir durumda sultanı açıkça karşısına alması hiç de akılcı bir tercih olmazdı. Bu yüzden derhâl büyük oğlu Seyfeddin Gazi’yi Sultanın nezdine rehin olarak gönderip, kendisi de yüz bin dinar para vermeyi teklif etti. Zengi’nin gücünün farkında olan Sultan Mesud da, doğrudan onunla bir savaşa girmeyi göze alamıyordu. Bu yüzden Zengi’nin bir kısmını ödediği paranın kalanını bağışlayarak Zengi’yi kendi yanına çekmeye çalıştı. Ayrıca ona hemen hemen bütün Musul valilerine tevdi edilen Urfa’nın fethi görevini verdi. Çünkü bu sıralarda Urfa kontu Joscelin Nusaybin’den Mardin ve Amid’e, Harran’dan Rakka’ya kadar geniş bir alanı ciddi biçimde tehdit ediyordu.

Sultanın emriyle düzenleyeceği bir sefer olduğu için geniş katılımlı bir ordu toplaması da mümkün olan Zengi, hemen hazırlıklara girişti. Atabeyin Artuklu topraklarındaki faaliyetleri, rehavete kapılan II. Joscelin’in ihtiyatsızca Urfa’dan ayrılmasına sebep oldu. Casusları vasıtasıyla şehrin durumu yakından takip eden Zengi, Harran sahibinin kontun ayrıldığını haber vermesi üzerine, bir öncü birlik yolladıktan sonra, kendisi de süratle Urfa önlerine geldi. Şehir üç piskopos idaresindeki zayıf bir garnizon tarafından savunuluyordu. Zengi’nin İslâmî usûllere uygun olarak yaptığı teslim olma teklifi reddedilince Urfa, Atabeyin Türkmenlerle takviye ettiği ordusuyla şiddetli bir şekilde kuşatıldı. Surlar büyük mancınıklarla dövülürken, lağımcıların surlarda açtığı gediklerden içeri giren (24 Aralık 1144) Türk askerleri kısa sürede iç kaleyi de ele geçirdiler. Urfa iki gün yağmalandıktan sonra, Atabey bu güzel şehrin daha fazla tahrip edilmesini istemediği için, askerlerine her şeyin iade edilmesi emrini verdi. Şehirdeki yerli Hıristiyan topluluklarına karşı hiçbir düşmanlık gütmeyen Zengi, Frankların tasfiyesi hususunda ise çok şiddetli davrandı. Urfa valiliğine komutanlarından Ali Küçük’ü tayin edip emrine yedi komutanla birlikte kuvvetli bir garnizon verdi ve birkaç gün sonra buradan ayrıldı.

Anadolu yaylası ile el-Cezire ve Suriye arasındaki stratejik konumu dolayısıyla, Urfa’nın savunması bütün Haçlı hâkimiyetlerini yakından ilgilendiriyordu. Zengi bu hususu dikkate alarak fethi, Haçlıların Bizans İmparatorluğu ile kavgalı oluşları ve Urfa-Antakya kontları arasındaki gerginliği de hesaba katarak, Haçlıların birleşip yetişmesine imkân bırakmayacak bir zamanda gerçekleştirdi.

Haçlılara karşı bu zamana kadar Türkiye Selçukluları, Danişmenliler, özellikle de Artuklular ve Böriler, kralları, kontları esir aldıkları, düşmanın ordularını imha ettikleri parlak zaferler kazanmışlardı. Bu başarılar Urfa-Antakya-Kudüs güzergâhının Haçlıların elinde birleşmesini engelleyen büyük hizmetler olmakla birlikte, Urfa’nın fethi bu süreçte gerçek bir dönüm noktası oldu. Zengi’den sonra mücadele bayrağını devralacak olan oğlu Nureddin Mahmud ve diğer hâlefleri, bu avantajlı noktadan ileriye hareket edeceklerdir. Urfa’nın fethi İslâm dünyasında büyük sevinç yaratırken, Hıristiyanları büyük üzüntü ve korkuya sevk ederek yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesine yol açtı.

Urfa’da gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra Seruç’a yürüyen Zengi, korkudan garnizonu tarafından terkedilmiş olan şehri hiçbir mukavemet görmeden teslim aldı (Ocak 1145). Bundan sonra Fırat’ın doğusunda kalan bütün kaleleri fetheden Atabey, buradaki son ve en müstahkem kale olan Bire’yi de kuşattı. Kalenin düşmesi an meselesi iken, Musul nâibi Çakır’ın, Zengi’nin Atabeyi bulunduğu Melik Ferruhşah tarafından öldürüldüğü haberi üzerine kuşatmayı bırakarak buradan ayrılmak zorunda kaldı. Zengi, Musul’daki olayların bir Selçuklu şehzâdesi tarafından başlatılmış olması ve isyanın daha tehlikeli boyutlara varabileceği endişesiyle, Musul’a değil, Atabeyliğin ikinci önemli şehri olan Halep’e gitti. Urfa valisi Ali Küçük’e ise Musul’a giderek duruma el koymasını emretti. Bu arada Ferruhşah Çakır’ı öldürmekle birlikte, kaleyi korumakla görevli garnizonun Zengi’ye bağlı kalması sebebiyle iç kaleyi ele geçirememişti. Musul’a varan Ali Küçük, vaziyete el koyduktan sonra Melik dahil olmak üzere, bu isyanda dahli bulunan herkesi, şüphesiz ki Zengi’nin emriyle, bertaraf etti (1145). Bundan sonra Musul’a gelen Zengi, Ali Küçük’ü şehrin valiliğine tayin etti.

Urfa’yı fethi dolayısıyla Haçlılar arasında büyük korku, Müslümanlar nezdinde ise saygınlık kazanan Zengi, bu itibarlı konumundan yararlanarak, bütün Suriye’yi kendi idaresine almak arzusuyla, bir kere daha Dimaşk üzerine yürümek istiyordu. Ancak daha önce onun el-Cezire ve Suriye’deki toprakları arasında bir engel oluşturan ve Arap Ukayloğullarının elinde bulunun Caber Kalesi’ni zept etmesi gerekiyordu. Ali Küçük idaresinde bir orduyu Ceziret İbn Ömer yakınlarındaki Fenek’i kuşatmak üzere yollayan Atabey, kendisi de Caber önlerinde karargâh kurdu (6 Mayıs 1146). Kale sahibi, Zengi’nin bütün vaatlerine rağmen teslim olmuyordu. Kuşatmanın ağırlaştırıldığı sıralarda, 14-15 Eylül 1146 gecesi kendi Frank asıllı kölelerinden Yarınkuş Zekevî tarafından şehit edildi. Yarınkuş’un Zengi’yi öldürdükten sonra cinayet delilleriyle birlikte Caber’e koşması, kaynaklarda böyle bir bilgi olmamakla birlikte, kale sahibini su-i zan altında bırakmaktadır.

Rakka’da gömülen Zengi, sert mizacına rağmen adâleti dolayısıyla halk tarafından seviliyor ve Haçlılara karşı kazandığı zaferler dolayısıyla da büyük saygı görüyordu. Öldüğünde Seyfeddin Gazi, Nureddin Mahmud, Kutbeddin Mevdud ve Nusreteddin Mirmiran adlı dört oğlu bulunuyordu. Zengi’nin yerine kimin geçeceği meselesi münazaasız bir şekilde, Nureddin Mahmud’un Halep’e, Seyfeddin Gazi’nin Musul’a sahip olması kararlaştırılarak hâlledildi. Caber kuşatmasında Zengi’nin yanında bulunan Melik Alp Arslan’ın Sincar’a çekilerek Musul’u ele geçirmeye tevessül etmesinden başka da nahoş olay olmadı. Atabey öldüğünde muhasara etmekte olduğu Finik’ten süratle dönen Musul nâibi Ali Küçük, Zengi’nin vasiyetine uygun olarak, ikta alanı olan Şehrizor’da bulunan büyük oğlu Seyfeddin Gazi’yi durumdan haberdar etti. Melikin yakalanıp hapsedilmesinden sonra Musul’a giren Gazi, bir süre yanında kaldığı Sultan Mesud’a da hakimiyetini onaylatmakta da güçlük çekmedi.

Musul Atabeyi İmadeddin Zengi’nin ölümü onun bütün düşmanlarına harekete geçme fırsatı yarattı. Urfa’da çıkan isyan sonunda II. Joscelin kısa bir süre için de olsa şehri yeniden ele geçirdi. Bunu haber alan Gazi, Urfa’ya Ali Küçük idaresinde acil kuvvet sevk etti. Fakat daha önce davranan Nureddin Mahmud isyanı bastırdığı gibi, şehirde Hıristiyanların özellikle de Ermenilerin bir daha toparlanmasına imkân bırakmayan bir tasfiye yaptı. Durum anlaşılınca Musul kuvvetleri geri döndüler. Fakat böylelikle Urfa, Nureddin Mahmud’un idaresine geçmiş oldu. Bundan dolayı Nureddin ile Seyfeddin Gazi arasında bir gerginlik yaşandı ise de, yaptıkları görüşmede Musul Atabeyi’nin şehir üzerindeki hakkından feragat etmesiyle mesele kapandı. Gazi’nin Urfa’nın kaybına bu kadar tepkisiz kalması, Artukluların Zengi’nin onlardan zapt ettiği yerleri istirdata girişmiş olmaları ile yakından ilgili gibi görünmektedir.

Nitekim Mardin ve Hısn Keyfâ Artuklu beyleri de Zengi’nin ölümünden istifade ederek kaybettikleri yerlerin bir kısmını geri almışlardı. Gazi bunun üzerine Hani, Silvan, Cebel-i Cur, Zülkarneyn, Şabahtan, Tell-Mevzen, Dara ve başka bazı yerleri de aldıktan sonra Mardin üzerine yürüdü. Artuklu ülkesinde büyük tahribat yaptı. Timurtaş bu vesile ile Zengi’nin şedid bir insan olmasına rağmen, ahaliyi incitmediğini, oğlunun yaptıklarının yanında Zengi’nin zamanının bayram sayıldığı kıyaslamasını yaparak Musul Atabeyini eleştirmişti. Timurtaş bu durumda bir elçi göndererek Atabey ile anlaşma yaptı, Gazi de daha ileri gitmeyerek Musul’a döndü (1148).

Bu arada Zengi’nin Urfa’yı fethi üzerine heyecana kapılan Avrupa’da, krallar idaresinde sevk edilen yeni bir Haçlı seferi düzenlendi. 1148 Nisan ayından itibaren Filistin’de karaya çıkmaya başlayan Haçlıların başlıca hedefleri, Zengi’nin Suriye’deki topraklarını ve manevî mirasını tevarüs eden Nureddin Mahmud ile Dimaşk Atabeyliği idi. Haçlıların ilk olarak Dimaşk’ı kuşatması üzerine Nureddin Mahmud ve Seyfeddin Gazi de ordularıyla Dimaşk’ın yardımına koştular. Bu kuvvetlerin azameti yanında Vezir Üner’in bazı Haçlı liderlerine verdiği rüşvetler ve erzak sıkıntısı Haçlılar’ı Dimaşk önlerinden ayrılmaya mecbur bıraktı. Kendisine ait olan Hıms’a dönen Seyfeddin Gazi, bundan sonra da Nureddin Mahmud ile Üner’in Arima kuşatmasına bin kişilik seçme bir yardım birliği gönderdi.

Musul Atabeyi Gazi’nin zaten kısa olan iktidarına dair kaynaklarda daha fazla bilgi bulunmamaktadır. Hastalığı ağırlaşıp öleceğini anlayınca yerine kardeşi Kutbeddin Mevdud’un geçirilmesini vasiyet ettikten sonra vefat etti (Ekim-Kasım 1149). Hastalanmadan önce Atabeyin Timurtaş’ın kızı Zümrüt Hatun ile evlenme hazırlıkları yapılıyordu. Onun ölümü üzerine Hatun, Timurtaş’ın rızası alınarak Mevdud ile evlendirildi.

Musul Atabeyliği’nin başına Seyfeddin Gazi’nin vasiyetine uygun olarak, Musul nâibi Ali Küçük ve diğer ileri gelenler tarafından Mevdud getirildi. Ancak Atabeyliğin Nureddin’e taraftar ümerasından olan İbnü’l-Mukaddem, Sincar’ı teslim etmek üzere Halep Atabeyini davet etti. Nureddin hiç vakit kaybetmeden Sincar’a girdi. Mevdud bunun üzerine veziri ve ordu komutanı olan Ali Küçük ile birlikte Sincar’a doğru hareket etti. Tell-Afer’de savaşmak niyetiyle karargâhını kuran Atabey, daha önceden de üstünlüğünü tanıdığı ağabeyi ile anlaşma yapmaya razı oldu. Buna göre Nureddin Mevdud’un Musul üzerindeki egemenlik hakkını onaylıyor; Sincar karşılığında, Suriye’de bulunan Rakka ve Hıms Nureddin’e terk ediliyordu. Bu durumda Atabeyliğin Suriye’deki toprakları tamamen Nureddin’in, el- Cezire’deki toprakları da, Urfa hariç olmak üzere, Mevdud’un idaresine girmiş oluyordu.

Irak Selçuklu Sultanı Mesud’un ölümü (1152) üzerine yerine geçen Muhammed’in saltanatı Halife Muktefî tarafından onaylanmıyordu. Halife daha da ileri giderek ona karşı başka melikleri kışkırtamaya devam edince, Bağdad’ı kuşatmaya karar veren Sultan, tâbilerinden olan Musul Atabeyi ile onun nâibi Ali Küçük’ten de yardım istedi. Halife’nin adına hutbe okuttuğu, fakat Sultan Muhammed’e yenilerek, yanında Halife’nin kendisine verdiği kuvvetlerden kalan az miktardaki askerle Bağdad’a kaçmakta olan Süleymanşah, Ali Küçük’ün ikta sahası Kara-Beli’de yakalanarak Musul’da hapsedildi (Haziran-Temmuz 1156). Durum Sultana bildirilince kendisinden emir gelene kadar şehzâdenin mahpus tutulması, fakat hürmetle muamele edilmesini bildirdi. Buna rağmen Halifenin kararında bir değişiklik yapmaması Sultan Muhammed’i Bağdad’ı muhasara etmeye mecbur bıraktı. Ocak-Şubat 1157’de Selçuklu ordusu Bağdad’ı kuşattıktan kısa bir süre sonra, Ali Küçük idaresindeki Musul ordusu da oraya ulaştı. Ehemmiyetli miktardaki bu ordunun gelişi büyük sevinç yarattı. Musul kuvvetlerinin de yardımıyla muhasara iyice şiddetlendiği sırada, başka bir şehzâdenin Hemedan’ı ele geçirdiği haberi üzerine, Selçuklu ordusu panik içerisinde çekilmek zorunda kaldı. Musul kuvvetleri Sultanın Bağdad’dan güvenle çekilmesini sağladığı gibi, Hulvan’a kadar da ona eşlik ettiler.

Sultan Muhammed Kasım-Aralık 1159 tarihinde ölünce Selçuklu ümerası, Musul Atabeyi Mevdud ile onun nâibi Ali Küçük’e haber göndererek Süleymanşah’ın serbest bırakılmasını istediler. Müzakereler sonucunda Mevdud’un yeni sultanın Atabeyi ve Ali Küçük’ün de Selçuklu ordusu komutanı olması şartlarıyla anlaşma yapıldı. Süleymanşah asker, mühimmat ve kıymetli hediyelerle teçhiz edilerek Hemedan’a doğru yola çıkarıldı. Ancak Bilad-ı Cebel’de Süleymanşah’ı karşılamaya gelen Selçuklu ümerasının taşkınlıkları ve Sultana karşı saygısızlıkları, Ali Küçük’ü Musul Atabeyliği adına bile endişeye düşürdü. Bu yüzden daha ileri gitmeyerek Musul’a döndü.

Musul Atabeyi Mevdud, üstünlüğünü kabul ettiği Nureddin Mahmud’un Haçlılarla olan savaşlarına da, asker göndermek suretiyle yardımlarda bulunmuştur. Nitekim Nureddin 1157 yılında ağır bir hastalığa yakalandığında Haçlıların Halep üzerine bir harekât hazırlığında olduklarını öğrenen Mevdud, derhâl Ali Küçük idaresinde bir ordu gönderdi. Musul kuvvetlerinin Halep askeriyle birleşmesinden çekinen Haçlılar, bunun üzerine geri çekildiler. Ancak hastalığı giderek daha ciddi bir hâl alan Nureddin, biraz da bu karşılıksız yardım teşebbüsünün etkisiyle, ölümesi durumunda ülkesini kardeşi Mevdud’a vasiyet etti. Fakat bir müddet sonra iyileşen Nureddin, Halep’i ele geçirme girişiminde bulunup sonra Harran’a kaçan kardeşi Mirmiran’ı cezalandırmaya karar verdi. Mevdud’un Ali Küçük idaresinde gönderdiği ordunun da yardımıyla Harran zapt edildi. Nureddin Harran’ı, bir süredir büyük yardımlarını gönrdüğü Ali Küçük’e ikta etti. Böylece Urfa’ya bağlı önemli merkezlerden birisi Musul’a tâbi oluyordu.

Haçlılar Nureddin’in hastalığından istifade ile Harim’i ele geçirmiş; daha sonra da 1162-1163’de, kendisini Hısnü’l-Ekrad önlerinde yenilgiye uğratmışlardı. Bunun üzerine cihad çağrısı yapan Halep Atabeyi, bölgedeki Müslüman-Türk hâkimlerden yardım istedi. Bu orduya Artuklular ve kardeşi Mirmiran’dan daha önce Musul ordusuna kumanda eden Ali Küçük katıldı. Harim önlerine gelen ordu, şiddetli bir muhasaradan sonra şehri ele geçirdi (Ağustos, 1164). Bir ara bozgun emareleri görülen ordu Musul kuvvetlerinin üstün gayretleriyle savaşın kaderini değiştirdi.

Bu müsait gidişatı değerlendirmek isteyen Nureddin Mahmud, Haçlılara karşı ertesi yıl da büyük bir sefer düzenledi. Musul Atabeyi Mevdud, bu defa da nâibi Ali Küçük idaresinde iyi donatılmış bir ordu gönderdi. Suriye’deki Haçlı hâkimiyetlerine karşı düzenlenen bu sefer sonunda Arka, Arima, Safisa, Hunin ve Banyas gibi önemli kaleler Türklerin eline geçti. Haçlılarla olan savaşlarında Musul ordusunun hizmetlerini değerlendiren Nureddin, daha önce Sincar karşılığında kendi topraklarına kattığı Akka’yı Musul Atabeyi Mevdud’a iade etti.

İmadeddin Zengi zamanından beri Musul valisi, Atabey nâibi ve ordu komutanı olarak hizmet eden ve Erbil Beyliği’nin de kurucusu olan Ali Küçük, Erbil haricindeki bütün iktalarını Atabey Mevdud’a devrettikten sonra 1167-1168’de öldü. Atabey Mevdud onun yerine Hıristiyan iken sonradan müslüman ve fakat müslümanlığı da şaibeli olan Fahreddin Abdülmesih’i tayin etmiş; hastalığı sırasında yerine büyük oğlu İmadeddin Zengi’nin geçirilmesini vasiyet ettikten sonra da 1169 -1170’te ölmüştü.

Mevdud’dan sonra Musul Atabeyliği’nin başına, Mevdud’un karısı ile iş birliği yapan Musul Valisi Abdülmesih tarafından, onun vasiyeti hilafına, diğer oğlu Seyfeddin Gazi’yi getirdi. Ancak amcasının yanında Halep’te büyümüş olan Zengi’nin şikâyeti ve valinin tahakkümünden bıkan halkın hoşnutsuzluğu Nureddin’in Musul’a müdahalesine yol açtı. Eylül-Ekim 1170 tarihinde Fırat’ı geçen Atabey Habur, Nusaybin, Rakka ve Harran’ı işgâl etti. Sincar’ı da alıp Zengi’ye ikta ettikten sonra Musul’a hareket etti. Musul Atabeyi II. Seyfeddin Gazi’nin diğer kardeşi İzzeddin Mesud amcasından çekindiği için, Azerbaycan Atabeyi İldeniz’e müracaat ederek tavassutta bulunmasını istedi. Ancak Nureddin Mahmud İldeniz’in Gürcülerle meşgul olmasını tavsiye ederek elçisini geri gönderdi. Niyetinin Musul’u almak değil, yeğenleri arasındaki ihtilâfları çözmek olduğunu söyleyen Atabey, bu sırada Halifenin kendisine gönderdiği hil’ati de II. Gazi’ye giydirerek onun Musul hakimiyetini onayladı. Musul valiliğine kendi adamlarından Sadeddin Gümüştekin’i tayin etti. Nureddin Mahmud’un zapt ettiği şehirler de kendisinde kalırken, bundan daha önemli olmak üzere, Musul Atabeyliği Nureddin Mahmud’a tâbi oluyor ve Sincar’da da Musul Atabeyliği’nin bir şubesi kurulmuş oluyordu.

Halep Atabeyi 1173-1174’de Haçlılara karşı yeni bir sefere hazırlanırken Musul Atabeyi II. Gazi’nin de kendisine katılmasını istemişti. Musul Atabeyi ordusuyla Suriye’ye doğru ilerlemekte iken amcasının ölüm haberi geldi. Bu habere çok sevinen II. Gazi, Nureddin’in eline geçmiş olan toprakların istirdadına girişti. Harran, Nusaybin, Habur, Urfa, Suruç, Rakka ve Ceziret İbn Ömer’i yeniden Musul’a bağladı. Musul Atabeyi böylelikle Halep Atabeyliği ile aralarındaki tâbilik-metbûluk bağlarını da koparmış oldu.

Diğer taraftan Musul’dan kaçan vali Gümüştegin, Halep’te Nureddin Mahmud’un oğlu Melik Salih İsmail’i başa geçirerek onu tahakkümü altına aldı. Nureddin’in emirlerinden Selahaddin Eyyûbî de İsmail adına hutbe okutmakla birlikte, o da Atabeyi nüfuzu altına almak istiyordu. Bu maksatla Dimaşk’ı ele geçirmek üzere Mısır’dan hareket ettiğinde, II. Gazi’den yardım talep edildi. II. Gazi bu şekilde Musul Atabeyliği’nin bütün topraklarını kendi idaresinde birleştirmek imkânı yakaladığı hâlde, bir kısım emirlerin Selahaddin ile mücadele konusundaki tereddütleri yüzünden girişimde bulunamadı. Selahaddin ise Dimaşk’tan sonra Hama, Hıms, Rakka ve Seruç’u da aldı (1174).

Sincar’da bulunan İmadeddin Zengi, Selahaddin ile işbirliği yaptığı için Sincar, Atabey II. Gazi tarafından muhasara edildi. Bu meyanda Halep’i kuşatan Selahaddin’e karşı da diğer kardeşi İzzeddin Mesud idaresinde yardım gönderdi. Ancak Musul-Halep birleşik kuvvetleri Selahaddin’e mağlup oldular (13 Nisan 1175). Bunun üzerine zapt ettiği bütün yerler elinde kalan Selahaddin bağımsızlığını da ilan etti ve hakimiyeti Halife tarafından da onaylandı (Mayıs 1175). Bundan sonra Musul-Halep Atabeyliği ordularının 22 Nisan 1176’da Cibabü’t-Türkman Savaşı’nda da yenilgiye uğramaları Azaz, Menbic ve Buzaa gibi müstahkem mevkilerin de Selahaddin’in eline geçmesine yol açtı. Onun esas hedefi Halep olmakla birlikte şehir halkının Zengi ailesine olan sadakâti dolayısıyla bunun kolay olmayacağını biliyordu. Ancak II. Halep muhasarasını Mısır ve Güney Suriye’deki egemenliğinin tanınması kaydıyla kaldırdı. Yapılan anlaşmanın Musul Atabeyliği tarafından da tanınması şartını koydu (Temmuz-Ağustos 1176). Bu anlaşma Seyfeddin Gazi’nin 29 Haziran 1180’de ölümüne kadar yürürlükte kaldı.

II. Seyfeddin Gazi’den sonra Musul Atabeyi olan kardeşi İzzeddin Mesud Selahaddin’den el- Cezire üzerindeki hakimiyetinin tanınmasını isteyince, o Halifenin bu yerleri II. Gazi’ye kaydı hayat şartıyla verildiğini ve bölgenin taklidinin Halife tarafından kendisine verildiğini söyleyerek onun isteğini geri çevirdi. Bu sırada Halep Atabeyi Melik Salih İsmail’in hastalığı artınca topraklarını Musul Atabeyine vasiyet etti. Halep Atabeyi öldüğü zaman (Aralık 1181) Mısır’da bulunan Selahaddin duruma müdahale edemezken İzzeddin Mesud Halep’in idaresini ele geçirdi. Böylece Halep Zengi zamanında olduğu gibi, Musul’a bağlanmış oldu (24 Aralık 1181). Ancak bu durum uzun sürmedi. Hanedan mensupları ve ümera arasındaki çekişme, Halep’in önce Sincar karşılığında II. İmadeddin Zengi’ye verilmesi, sonra da Selahaddin tarafından işgâl edilmesiyle sonuçlandı.

Bu gelişmeler olurken Mısır’dan dönen Selahaddin Musul ümerasından bazılarının hizmetine girmesi, Hısn Keyfâ Artuklu emirinin de onun tâbiyetini kabul etmesiyle durumunu iyice güçlendirdi. Onların tahrikleri ile 10 Kasım 1182’de, başarısızlıkla sonuçlanan Musul muhasarasına girişti. Musul önlerinden başarısızlıkla ayrılmakla birlikte hemen akabinde Sincar’ı ele geçirmesiyle Atabeyliğin güvenliği büyük ölçüde hâleldar oldu. Mardin ve Hısn Keyfâ Artuklularının da Selahaddin’e tâbi olmaları Musul Atabeyliğini tam bir yalnızlığa itiyordu. 13 Haziran 1183’de Halep’in düşmesiyle rakipsiz bir duruma gelen Selahaddin Nureddin Mahmud zamanında olduğu gibi, el-Cezire ve Suriye’yi tek elde birleştirmek isteği ile ikinci defa Musul’u kuşattı (Haziran 1185). Musul Atabeyi İzzeddin Mesud ona elçiler göndererek boş yere müslüman kanı dökmemesini istedi. Şiddetli muhasaraya rağmen bir netice alamayan Selahaddin, Ahlat Beyi II. Sökmen’in ölümü üzerine ortaya çıkan yeni şartlar dolayısıyla kuşatmayı kaldırdı.

Ancak varılan anlaşmaya göre Musul Atabeyliği Selahaddin’e tabi olacak, hutbeden Irak Selçuklu sultanının adı çıkarılıp Selahaddin’in adı konulacak ve Zap suyunun ötesindeki topraklar da kendisine verilecekti. Musul Atabeyliği ile Selahaddin Eyyûbî arasındaki bu anlaşmanın en önemli tarafı hiç şüphesiz, el-Cezire’de zaten artık sözde kalan Selçuklu egemenliğinin sona ermesi ve Selahaddin’in davasının sınırlarının iyi anlaşılması bakımından verdiği ipuçlarıdır.

Bundan sonra Selahaddin’in hizmetinde, onun Haçlılara karşı düzenlediği savaşlara katılan Musul Atabeyi İzzeddin Mesud, Selahaddin’in 4 Mart 1193’de ölmesi üzerine Atabeyliğe ait topraklara geri almak için Sincar emiri olan kardeşi II. Zengi ve Erbil Beyi Kökbörü’ye ittifak teklif etti. Atabey, Nusaybin’den Tell-Mevzen’e geldiği sırada hastalanarak dönmek zorunda kaldı ve bir süre sonra da öldü (29 Ağustos 1193).

İzzeddin Mesud’un yerine oğlu Nureddin Arslanşah geçirilmiş ve Musul valisi Kaymaz da onun atabeyliğine tayin edilmişti. Sincar Emiri olan amcası II. Zengi, atabeyliğe ait bazı toprakları işgâl etmişti. Arslanşah amcasının 1197 yılında ölümünden sonra da yerine geçen oğlu Kutbeddin Muhammed ile mücadele etmeye devam etti. Musul atabeyi bu gerekçe ile Kutbeddin’e ait Nusaybin’i işgâl ettiği zaman Eyyûbî meliki Adil’in müdahalesi üzerine çekilmek zorunda kaldı. Selahaddin’in ölümünden sonra, onun sağlığında ülkesini paylaştırdığı hanedan mensupları arasında mücadeleler ve bölünmeler oldu ise de, Eyyûbîlerin Musul Atabeyliği’ne müdahâleleri sonuna kadar sürdü. Melik Adil’in bundan sonra Mardin Artuklularının topraklarına girmesini kendi toprak bütünlükleri açısından tehlikeli bulan Musul ve Sincar Atabeylerini ona karşı birleşmeye zorladı. Ayrıca Musul valisi ve Arslanşah’ın Atabeyi Kaymaz’ın ölümü (1198-1199), Musul Atabeyliği’ni, Kaymaz’ın yerine tayin edilen Bedreddin Lü’lü’nün tahakkümü altına düşürdü.

Musul ve Sincar arasındaki anlaşmayı kendi aleyhine bir gelişme olarak değerlendiren Melik Adil, Sincar Atabeyini yeniden kendi adına hutbe okutmaya ikna etti. Musul Atabeyi Arslanşah bunun üzerine Nusaybin’i zapt etti (Nisan 1204). Bu mücadelede Sincar Atabeyini destekleyen Erbil Beyi Kökbörü de bunu fırsat sayarak Musul Atabeyliği topraklarında büyük tahribat yaptı. Arslanşah Kökbörü’yü cezalandırmak niyetiyle döndüğünde, o çoktan Erbil’e çekilmişti. Arslanşah’ın bir süre sonra da Sincar’a tâbi Tell-Afer’i ele geçirmesi onun aleyhinde büyük bir ittifakın kurulmasına yol açtı. Melik Adil’in oğulları, Hısn Keyfâ Artuklu beyi, Ceziret İbn Ömer sahibi olan Zengilerden Sencerşeh ve Kökbörü’nün kuvvetlerinden müteşekkil büyük bir ordu Kefr-Zemmar denilen yerde Musul Atabeyini hezimete uğrattılar. Atabey Musul’a çok az bir kuvvetle ve büyük güçlüklerle dönebildi (Eylül-Ekim 1204). Asker ve emirlerinin çoğu esir edildi. Daha sonra karşılıklı elçiler gönderen Atabey Arslanşah ve Melik Adil, Tell-Afer’in Kutbeddin’e iadesi şartıyla anlaştılar.

Nureddin Arslanşah topraklarını genişletmek maksadıyla, Sincar Atabeyliği’ne karşı Melik Adil ile gizli bir anlaşma yaptı. Halbuki ne Musul Atabeyleri, ne de Eyyûbîler birbirlerinin kuvvet kazanmasını istemiyorlardı. Melik Adil mahalli hakimiyetler arasındaki anlaşmazlıklardan istifade edebilmek için bu tür ittifaklara sık sık katılıyordu. 1209 yılında Ahlat’ı yağmalayan Gürcülere karşı sefere çıkmışken düşmanın geri çekildiğini haber alan Melik Adil, Sincar’ı kuşatarak bu seferi değerlendirmek istedi. Aralarındaki gizli anlaşma gereği de Musul Atabeyinden yardım istedi. Arslanşah sıranın Musul’a geleceği endişesiyle yaptığına çoktan pişman olduğu bu anlaşma dolayısıyla sıkıntıya düştü. Kutbeddin ise Erbil beyi Kökbörü’ye haber göndererek, kuşatmanın kaldırılması hususunda tavassutunu istedi. Kökbörü, daha önce Musul Atabeyine karşı Adil ile işbirliği yapmış olmasına rağmen; Eyyûbîlerin bu denli güçlenmesini menfaâtlerine aykırı bularak, ondan kuşatmayı kaldırmasını istedi. Kökbörü bunu sağlayamadı ise de, Arslanşah’ı, Melik Adil’e karşı kendisine yardım edeceği vaadiyle yardım göndermekten alıkoydu. Melik Adil’e karşı Türkiye Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, Erzurum Selçuklu meliki Tuğrulşah ve Halep Eyyûbî meliki Zahir’in de dahil edildiği büyük bir ittifak oluştu. Melik Adil, Sincar kuşatmasını ancak Halifenin tavassutu ile kaldırmaya razı oldu. Arslanşah, İzzeddin Mesud ve İmadeddin Zengi adlı iki oğlunu Kökbörü’nün kızları ile evlendirmek suretiyle bu ittifak biraz daha pekiştirmiş oldu. Musul Atabeyinin Kökbörü ile olan dostluğu oğlu II.İzzeddin Mesud zamanında da devam etmiştir. Ancak Erbil beyi bu akrabalık dolayısıyla Musul Atabeyliğinde cereyan eden hakimiyet mücadelelerine faâl bir şekilde katılacaktır.

II. Mesud’un tamamen Atabeyi Lü’lü’nün tahakkümü altında geçen devri, bir rivayete göre atabeyinin onu zehirleyip öldürmesi ile son buldu (Mayıs-Haziran 1218). Lü’lü onun yerine on yaşındaki oğlu II. Nureddin Arslanşah’ı geçirdi ve Halifenin de hâkimiyetini onaylamasını sağladı. Ancak Şuş ve Akr el-Humeydiye’de hüküm süren amcası III. Zengi onun Atabeyliğini tanımadı. Lü’lü nezdindeki girişimleri de netice vermeyince Musul’a bağlı İmadiye kalesini ele geçirdi. Erbil beyi Kökbörü de Lü’lü’nün Zengi hanedanı üzerindeki nüfuzunu kırmak arzusuyla, aralarındaki anlaşmaya rağmen, damadı Zengi’yi destekliyordu. Zengi bu sayede Hakkâri ve Zevzan’ı da zapt etti. Ancak Lü’lü’nün Eyyûbîlerden sağladığı yardım sayesinde Zengi yenilgiye uğratıldı. Zengi Erbil’e sığınırken, taraflar arasında Halife Nasir Lidinillah’ın girişimi ile yeniden sulh sağlandı.

II. Arslanşah 1219 yılında vefat edince, Musul Atabeyliği’ne Lü’lü tarafından onun çocuk yaştaki kardeşi Nasıreddin Mahmud tayin edildi. III. Zengi Atabeyliğin kendi hakkı olduğu iddiasıyla bir kere daha harekete geçti. Kökbörü’nün yardımıyla Musul’a bağlı yerleri almaya başladı. Lü’lü’nün Melik Eşref’ten sağladığı kuvvetler Kökbörü tarafından hezimete uğratılıp (1 Ekim 1219) Musul’a kadar takip edildiler. Halife’nin arabuluculuğu sayesinde sağlanan yeni anlaşma da, ancak III. Zengi’nin Kevaşa’yı zaptına kadar sürdü. Lü’lü’nün talebi üzerine Melik Eşref’in bizzât ordusuyla gelmesine karşılık, Kökbörü de Artuklular ve Türkiye Selçuklu sultanı Keykavus’un desteğini sağladı. Fakat Melik Eşref’e karşı sefere çıkmış bulunan Keykavus’un ölümü, ittifakı zayıflattı. Melik Eşref Sincar’ı ele geçirip buradaki Atabeyliğe son verdi (Temmuz 1220). Musul’da Lü’lü tarafından istikbâl edilen Melik Eşref, Halifenin III. Zengi’nin aldığı yerleri iade etmesi kaydıyla anlaşma yapılması yolundaki isteğini bu defa reddetti. Eşref’in asıl hedefi olayların müsebbibi olarak gördüğü Kökbörü olduğu için Erbil’e yürüdü. Eşref’in Zab suyu kıyısındaki karargâhında yapılan görüşmeler sonunda Zengi’nin zapt ettiği yerleri Musul Atabeyliği’ne geri verilmesi, iade gerçekleşene kadar Şuş ve Akr el-Humeydiye’nin Lü’lü’nün idaresinde ve Zengi’nin de Eşref’in yanında rehin olarak kalması kararına varıldı (Ağustos, 1220). Ancak artık bu kadar olaylar içerisinde adları dahi zikredilmeyen Musul Atabeyleri adına kendisi için bir hâkimiyet tesisinin peşinde koşan Lü’lü ona ait Şuş’a da el koydu. Zengi buradan ayrılarak bir süre Azerbaycan Atabeyi Özbek’in himayesinde yaşadı. Lü’lü ise bölgenin yeni siyasî aktörlerinden birisi olma yolunda bir merhale daha katetmiş oldu.

Bu arada başlayan Moğol istilâsı dolayısıyla tarih yeni ve büyük gelişmelere gebe iken, bölge hâkimleri birbirleriyle kıyasıya rekabet etmeye devam ediyorlardı. Erbil çevresini teğet geçen bir Moğol tehlikesini henüz atlatmış olan Kökbörü, Musul Atabeyine ve onun hâmisi Melik Eşref’e karşı, bazı Eyyûbî meliklerinin de katıldığı bir ittifaka girdi. Bu çerçevede 12 Temmuz 1224 tarihinde Kökbörü tarafından kuşatılan Musul, neredeyse düşecek iken ittifakın Eyyûbî kanadı Eşref’le anlaşınca şehir ve Lü’lü’nün istikbâli de kurtulmuş oldu. Ancak Musul ve çevresinde bu savaş sebebiyle büyük pahalılık yaşandı.

Moğol istilâsının genişlemesine muvazi olarak hâkimiyet alanı sürekli batıya kaymakta olan Celâleddin Harzemşah kendi iddiasına göre, Moğollara karşı asker toplamak gayesiyle el-Cezire’ye geldiğinde, karşısına çıkan Halifenin ordusunu mağlup etmişti. Halifenin yardım istediği Kökbörü ise bu durumda Harzemşâh ile anlaşma yapmayı uygun buldu. Böylece Melik Eşref’e karşı; yine Eyyûbî meliklerinin ve Artuklu beylerinin de bulunduğu bir ittifaka Celaleddin Harzemşah da katılmış oldu. İttifakın her bir üyesi kendi payına düşen yerleri işgâl edecekti. Buna göre Harzemşah’ın Ahlat’a yürümesi, Musul’u Ahlat sahibi olan Eşref’in yardımından mahrum bırakacaktı. Böylece Musul’u kolaylıkla zapt edecek olan Kökbörü, Lü’lü’nün Musul Atabeyliği üzerindeki baskısına da son verebilecekti. Kendisiyle akrabalığı olan hanedan mensupları vasıtasıyla Musul Atabeyliği’ne, belki bu defa da Kökbörü tahakküm edecekti. Kökbörü bu maksatla Erbil’den Zap Suyu kenarına geldiği sırada, Harzemşâh’ın bir isyan dolayısıyla Kirman’a gittiğini öğrendi. Lü’lü yine Eşref’ten yardım isteyince o, önce Artuklu müttefikleri saf dışı bıraktı. Sonra bazı tavizler karşılığında Eyyûbî meliklerini tesirsiz hâle getirdi. Bu durumda Kökbörü’nün Musul’u zapt etme şansı yok oldu ve o da memleketine döndü (Mayıs-Haziran 1226).

Bu olaylar Lü’lü’nün Musul hakimiyetini sağlamlaştırdığı hâlde bölgenin, tam tersine savaşlarla tahrip edilmesine, fiyatların artmasına ve insanların bölgeden göç etmesine sebep oluyordu. Zaten oyun çağında bir çocuk iken Musul atabeyliğine getirilen Nasıreddin Mahmud on yedi yaşı civarında, bu sırada Erbil beyi Kökbörü de ölmüş olduğu için, artık bölgede hiçbir ciddî rakibi kalmamış olan Lü’lü tarafından feci şekilde öldürüldü (1233). Böylece zaten uzun zamandır sönük bir hayat geçirmekte olan Musul Atabeyliği tarihe intikâl etti.

Musul Atabeyliği, özellikle İmadeddin Zengi ve atabeyliğin Halep şubesini kurmuş olan Nureddin Mahmud zamanında Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerle İslâm dünyasının ümidi, Hıristiyanların ise korkulu rüyası oldular. Haçlıların İslâm dünyasının ortasında siyasî teşekküller kurdukları bu devirde hem siyasî muhaliflerine, hem de Haçlılara karşı büyük mücadeleler verdiler. Yine Zengi ve Nureddin zamanında el-Cezire, Suriye ve hattâ Mısır’da siyasî birlik sağlanmış olması, sosyal ve iktisadî gelişme yanında Haçlılara karşı zaferlerin de zeminini oluşturdu.

Musul Atabeyleri zamanında bir çoğu günümüze kadar ulaşamayan muazzam mimarî eserler vücuda getirilmişti. Zengiler zamanında sadece Musul şehrinde on üç kadar medresenin varlığı tespit edilmiştir. Atabeyliğe bağlı diğer şehirlerdekiler de ilâve edildiğinde bunca yoğun siyasî mücadelelere rağmen eğitime de gereken değerin verildiği anlaşılıyor. Ayrıca birçok cami ve mescit, köprü ve saray inşa edildiğine dair kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır. Musul Atabeyliği’nin Urfa, Musul ve Halep gibi, mühim yolların kavşağında bulunan şehirlere sahip olmaları iktisadî seviyenin yükselmesine katkıda bulunuyordu.

Doç. Dr. Gülay Öğün BEZER

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 803-813

2 Yorumlar
  1. berat diyor

    Kaynakçası nedir bu makalenin ödevim için lazım da

    1. Altayli diyor

      Maalesef ki kaynakçası bizde de yok… Bulabilirseniz; Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 803-813 sayfalara bakabilirsiniz…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.