Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

XVI-XVIII. Yüzyıllarda Çarlık Rusyası’nda İdil-Ural Tatarları

0 16.416

Prof. Dr. İskender GİLYAZOV

Tatar başkenti Kazan 2 (15) Ekim 1552 tarihinde Rusya tarafından işgal edildi. Kazan’ın düşüşü, İdil boyundaki başka bir Tatar devleti olan Astrahan Hanlığı’nın tarihi kaderini de belirlemiş oldu: o da 1556 yılında Rus birlikleri tarafından işgal edildi. Rusya’nın Orta ve Aşağı İdil boyundaki geniş bölgeleri ele geçirmesi, hem Rus devleti, hem Tatar nüfusu için uzun vadeli sonuçlara yol açtı.

Rusya için, İdil yoluyla ticaret yapılmasının ve bölgenin doğal kaynaklarından faydalanmada geniş imkanlar açılmasının yanı sıra Ural ile Sibirya’nın uçsuz bucaksız enginliğine yayılması için de temel atılmış oldu. Aynı zamanda, Kazan ve Astrahan’ın işgalinden sonra Rus devletine ilk defa farklı dillerde konuşan ve farklı dini mezheplere mensup olan yüz binlerce insan dahil olmuştur. Böylece Rusya, Kazan ve Astrahan’ın işgalinden sonra çok milletli ve çok dinli bir devlet yapısına sahip olmuştur. Bu da, Rusya’nın iç ve dış politikası için, üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmesi ve tedbirler alınmasını gerektiren yeni problemlere yol açmıştır, fakat ilerideki olayların gösterdiği gibi, bu da her zaman başarılı olmamıştır.

Tatarlar için Rus işgali, ilerideki yüzyıllarda hayatın farklı alanlarındaki durumlarını etkileyen geniş çaplı bir trajedi olmuştur.

İlk önce, Tatarlar egemenlikten yoksun bırakılmış ve bambaşka bir devlete dahil edilerek, bağımlı halk durumuna düşmüşlerdir, Altınordu ve Kazan Hanlığı dönemindeki devlette yer aldığı önemli rolü kaybetmişlerdir.

İkinci olarak, Çarlığın uyguladığı net ve belli hedefi olan hükümet politikaları sonucunda Tatarlar, din ve milli kültür alanında şiddetli ve sert baskıya uğramaya başlamışlardır. İkamet ve göç haklarına ciddi kısıtlamalar getirilmiştir.

Üçüncü olarak, işgal edildikten sonra, Tatar halkı şehirlerden atılarak köylere itilmiştir. Şehir elitinin eksikliği, ileriki aşamalarda Tatarların ekonomik ve kültürel hayatının tek taraflı gelişmesine sebep olmuştur.

Dördüncü olarak, yeni iktidar, Tatar feodal sınıfının yavaş yavaş yobazlaşması ve yok olması için gereken şartları sağlamıştır (18. yüzyılın başlarına gerçekleştirilmiştir). Büyük toprak sahipleri, o zamanın en çok örgütlenmiş, okumuş ve aydın tabakasını temsil etmişler ve milletin tarihi sürecini belirlemede büyük önem taşımışlardır. Rus hükümetinin uyguladığı politika da bilinçli olarak bu tabakanın yok edilmesine yönlendirilmiştir.

Böylece, Tatar halkının egemenliğini kaybetmesi fiilen faciaya dönüşmüştür. 16. yüzyılın ortalarında devletini kaybeden ve ikinci plandaki bağımlı bir halka dönüşen Tatar halkı, yepyeni bir devire girmiş oldu.

Tatarların yeni hükümete karşı direnişleri aktif olsa dahi, dağınık olmaları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İşgal edilen hanlığın halkları olan Tatar, Çuvaş, Mari, Udmurtlar yine de 1552-1557 yıllarında bağımsızlıklarını ve devletlerini yeniden kazanmak için mücadeleyi sürdürmüşlerdir. Bu olaylar tarihe “Kazan Savaşı” olarak geçmiştir.[1] Bu savaşı birkaç devre ayırmak mümkündür. 1552 yılının sonbaharı ila 1553 yılının kışındaki olaylar Rusya için özellikle tehlike yaratmış hatta, Çar Korkunç İvan İdil boyundan çekilmeyi bile ciddi bir şekilde düşünmüştür. Fakat farklı sebeplerden dolayı, Tatar halkının ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ayaklanmaların başarısızlığını, İdil boyu halkları için milli bağımsızlık mücadelesini sembolize edecek ortak bir liderin ve Tatarlar arasında birliğin olmamasına dayandırmak mümkündür. Mesela, aralarında Temnikov ve Kasım Tatarları olmak üzere, Rus hizmetinde yer alan Tatar birlikleri de isyancıları bastırmak için kullanılmıştır. Çarlık yönetimi, hile yoluyla ve rüşvet vererek isyancıların yönetimini bölmeyi başarmıştır. Kazanlılara, müttefikleri Türkiye, Astrahan ve Kırım Hanlıkları da önemli yardım gönderememişlerdir. Yerli halkın direnişi acımasızca bastırılmış ve Rus yönetimi İdil boyuna kendi askeri, siyasi ve ekonomik egemenlik sistemini yerleştirmeyi başarmıştır.

Fakat yine de burada ayaklanmalar daha uzun zaman devam etmiştir. Tatar feodallerinin temsilcileri, yeni isyanlar hazırlamak amacıyla Kırım’la görüşmeleri sürdürmüştür. 1569 yılında Kazan ve Astrahan’ın bağımsızlığını yeniden kazanması amacıyla Kırım-Türk birlikleri İdil Boyu’na sefer düzenlemişlerdir. Bu sefer, Rus Çarı Korkunç İvan’ı o kadar korkutmuştu ki, Kırım Hanı Devlet Giray’a yakın zamanda Astrahan Hanlığı’nın bağımsızlığını geri verme vaadinde bulunmuş, fakat siyasi durumun hızlı değişimiyle Rus Çarı verdiği sözü unutmuştur.[2]

1570-80’li yıllarda bazı bölgelerde yeni halk ayaklanmaları oluyor, onlara, Mari-Çeremislerin aktif bir biçimde katılması sebebiyle “Çeremis Savaşları” adı verilmiştir. Halkın faal kılınmasında, sadece Kazan Hanlığı’nın bağımsızlığa kavuşması arzusu değil, bölgede güçlenen yeni yönetimin zulmü artırması da büyük rol oynamıştır. Fakat Rus yönetim sistemi o kadar güçlenmişti ki, bu ayaklanmalar çabuk bastırılmıştır.

Kazan Hanlığı’nın işgalinden sonra 16. yüzyılın ikinci yarısında Çarlığın ilk ve öncelikli amacı bölgeye iktidarını yerleştirmek olmuştur. Bunun için yerli halkın direnişini kırma gayretleri ile paralel olarak eski askeri merkezler güçlendirilmiş (Kazan, Zöye-Sviyajsk) ve yenileri inşa edilmeye başlamıştır (Layış, Teteş, Şçupaşkar-Çeboksar, Urjum). Bu arada 1555’te İdil boyunda Müslüman ve putperestlerden Hıristiyanlaştırılmasını hedefleyen kilise yönetimi-Kazan Piskoposluk Dairesi kurulmuştur.

Savaş hareketleri esnasında fiziksel olarak yok edilme tehlikesini atlatan Tatar nüfusu, yaşadığı topraklardan sürülmeye başlanmıştır. Kazan başta olmak üzere, şehirlerde hiç Tatar kalmamış, az sayıda (150 aile) Tatara, Çar’ın “hoşgörüsü” ile Kazan yakınlarında Kaban Gölü ardındaki bataklık yerlerde yerleşme izni verilmiş ve böylelikle, orada “Tatar (Eski Tatar) bistesi” (kasabası) kurulmuştur. Oturma izni alanlar yeni yönetime bağlı, devlet hizmetinde bulunanlar olmuştur.[3] Rus kaynaklarına göre, bu Tatar kasabasındaki hayat koşulları hiç de kolay olmamıştır. Zamanında kalabalık bir nüfusa sahip olan Kazan’da sadece 150 aile kalmıştır.

Tatarlar büyük nehir kıyılarından ve stratejik önem taşıyan yollardan uzaklaştırılmışlardır. Kazan’ın 30 kilometre yakınlarında tüm Tatar köyleri yok edilmişti;, bütün bu tedbirler mahalli halkın ayaklanma ihtimallerini ortadan kaldırmak için alınmış idi.

Bundan sonra yerli halkın topraklarının yağma ve bölme işine girişilmiştir. Böylece, Tatarların yaşamının ekonomik temeli yok edilmiştir. Toprakların istimlaki önceleri ihtiyatla yürütülmüştür. İlk olarak öldürülmüş veya bölgeden kaçmış feodallerin topraklarına el konulmuş ve bu toprakların devlet hazinesine ait olduğu ilan edilip, manastır veya Rus toprak sahiplerine taksim edilmiştir. Hayatta kalan toprak sahiplerine (Çarlık yönetimine bağlılıklarını koruma şartı ile) önceleri oldukça iyi davranılmıştır. Bu davranışın izahı kolaydır, zira Rusya hükümetleri daha uzun bir süre Tatarların bu tabakasının askeri, diplomatik ve idari hizmetlerine muhtaç olmuştur. Böylece Tatar nüfusunun yeni sosyal yapısı oluşturulmuş ve yapı 18. yüzyıla kadar oldukça iyi muhafaza edilmiştir.

Tatarların alt tabakasını, yasak (vergi) ödemiş olan Tatar köylüleri-Yasaklı Tatarlar oluşturmuştur. Uzun zaman Kazan Hanlığı’na yasak ödemiş olan Yasaklı Tatarlar için Çarlık hükümeti, kendisine ödenecek vergiyi aynı miktarda bırakmaya özen göstermiştir. Görüldüğü gibi, Tatar köylülerinin alışılmış yaşamlarında, onları mağdur edecek ekonomik sonuçları istemeyip, sert uygulamalardan kaçınılmıştır.

Üst tabakayı oluşturan Yomışlı Tatarlara (görevli, memur Tatarlar) karşı da önceleri yok etme siyaseti uygulanmamıştır.[4] Rus yönetimine bölgede kökleşmede yardımcı olan Tatarlara ödül olarak toprak verilmiştir. Yomışlı Tatarlar, tılmaç (tercümen), kadastro memuru, elçi olarak Rusya’da devlet hizmetinde veya askeri hizmette bulunmuşlardır. Burada Rus hükümeti, bölgedeki gelenekler, uluslararası durum, Tatar dilinin ülkelerarası ilişkilerde (özellikle Rusya’nın Doğu ülkeleri ile ilişkilerinde) statü ve rolünün yanısıra, Yomışlı Tatarların daha az maliyetle devlet hizmetinde kullanılması gibi birçok faktörü göz önünde bulundurmuştur.

Ancak en bağımlı Tatar feodalleri dahi Rus yönetiminde tam güven uyandıramamıştır. Rus yönetimi onları kendisine daha sıkı bir şekilde bağlamak için, daha itaatkar olmalarını beklemiştir. Bu amaca ulaşmak için araç olarak Hıristiyanlaştırma politikası seçilmiştir. Sosyal, hukuki ve ekonomik faaliyetlerin genelde dini motiflere dayandırıldığını da belirtmek gerekiyor. Yani Tatar nüfusunun sadece kültürel, manevi hayatı değil, sosyo-ekonomik hayatı da Çarlık yönetiminin din alanındaki politikasına doğrudan bağımlı olmuştur.

1555 yılında kurulmuş olan ve yerli halkın ideolojik açıdan bağımlı hale getirilmesini hedefleyen Kazan Piskoposluğu, Hıristiyanlaştırma politikasını uygulamada önemli bir merkez haline gelmiştir. Hükümet ilk zamanlarda Hıristiyanlaştırma politikasında oldukça mülayim tedbirlere başvurmuştur. Bölgenin vaftiz olacak sakinlerine bazı muafiyetler vaat edilmiştir. Devlet memuriyetindekiler için daha büyük muafiyetler planlanmıştır. Bunlara örnek olarak Hıristiyan toprak sahipleri ile toprak sözleşmeleri akti ve Rus kölelerini (serf) çalıştırma hakkı gibi uygulamaları verebiliriz. Yalnız hükümet, Hıristiyanlaştırmak için attığı ilk adımlarında dahi İdil boyunda oldukça kuvvetli ve tesirli olan İslam dini ile karşılaşacağını tahmin etmemiştir. Bunun nedeni, 16. yüzyıla kadar sadece putperestlerle karşılaşan Rus hükümeti ve Kilisesinin siyasi tecrübesinin olmamasıdır. Dolayısıyla Hıristiyanlaştırma sürecinde çok az bir başarı kaydedilmiştir. 1593’da Piskopos Germogen’in ifade ettiğine göre “yeni vaftiz olanlar Hıristiyanlığın şartlarını benimsemiyorlardı ve Tatar örf-adetlerinden vazgeçmedikleri gibi Ortodoks dininde de kökleşememişlerdir”. Bundan sonra Çar I. Feodor’dan gelen talimatta ilk olarak Hıristiyanlaştırmada şiddetin kullanılması motifi görünüyor: “Yeni vaftiz olanları Hıristiyan dininde kökleştirmek ve İslam dininden vazgeçirtmek ve uzaklaştırmak.” Talimata karşı gelenleri ise hapsetme, zincire vurma ve dövme emri gelmiştir.[5]

Rus hükümeti ve Kilisesi, İdil boyu halklarının geniş çapta Hıristiyanlaştırılmasına 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başlarında başlayamamışlardır, zira devletin temelini tehdit eden ve adı smuta (isyan, karanlık) olarak geçen halk ayaklanmaları tüm dikkatleri toplamıştır. Yönetim dini-ideolojik meselelere yeniden döndüğünde, artık bu alandaki politikanın yeni anlayışı, daha çok ekonomi ile bağlantılı olmaya başlamıştı. Hıristiyanlığı benimsemek istemeyen Tatarlar, ağır ekonomik şartlara düşürülmüşlerdi. Bu, örneğin, Çar Alexis’in 1649 yılında kabul ettiği Katedral Düsturu ve hatta 17. yüzyılın ikinci yarısına ait birçok Çar talimatlarında görülüyor. Katedral Düsturu’nda Müslümanların kanunlara karşı gelmesi halinde en sert tedbirlere başvurulacağı belirtilmiştir. Katedral Düsturu, vaftiz olmayan ile Hıristiyan arasında toprak sözleşmelerinin yapılmasını yasaklamıştır. Vaftiz olmayan bir toprak kölesi, vaftiz olmaya niyetlendiğinde, kendisine Müslüman efendisi tarafından 15 ruble ödenecektir. Yeni vaftiz olan kölesi, efendisi kendisini satmaya kalkışırsa, özgürlüğüne kavuşabiliyordu. Bir kişi şu veya bu şekilde bir Hıristiyan’ı İslam dinine geçmeye ikna eder ise, en sert cezayla-ateşte yakılmakla cezalandırılabilirdi (22. bölüm, 24. madde).

Katedral Düsturu kabul edildikten sonra Tatar halkının durumu oldukça kötüleşmiş, çok taraflı baskı arttırılmıştı. Yasaklı Tatarların toprakları yağmalanıyor, bu yağmada manastır ve kiliseler önde geliyordu. Yomışlı Tatarlardan oluşan asil tabaka da parçalanıp, bölünmüştür. Bu işlem, bilinçli bir şekilde yapılmıştır, çünkü, Yomışlı Tatarlara, toprak sahipliği, hizmet sırası için verilmiş geçici bir hak olduğundan kendilerinin toprak sözleşmelerini bağımsız bir biçimde yapmaları yasaklanmıştı. Zira Çarlık yönetiminin mutlakiyetini kuvvetlendirmesini müteakip, Müslüman olmaları sebebiyle güvenmediği Yomışlı Tatarların hizmetine ihtiyacı kalmamıştır. Bütün bunların yanısıra, Yomışlı Tatarların Rus toprak kölelerini kullanması mutlak surette yasaklanmıştı, kendi Müslüman toprak köleleri ise ya hiç olmamış ya da çok az sayıda olmuştu. Böylece Yomışlı Tatarlar kendilerine verilmiş olan topraklarını tamamıyla kullanma imkanına sahip değillerdi. O yüzden de çoğu topraklarını satmaya, kiraya vermeye, değiştirmeye çalışmıştır.

Öte yandan bu tür toprak sözleşmelerini önlemesi gereken hükümet ise hiçbir tepki göstermiyordu. Hükümet, Yomışlı Tatarların toprak sahipliğinin er ya da geç parçalanma ile sonuçlanacağını, yani Tatar feodal sınıfının ekonomik temelinin yıkılacağını öngörüyordu. 18. yüzyılın başlarında feodal Tatar sınıfı yok edilerek Rusya’da hükümete karşı güçlü bir Tatar muhalefet oluşturabilecek güç unsuru ortadan kaldırılmıştı. Yomışlı sınıfı sadece şeklen devam etmiştir, fakat o kendi adını artık yansıtmamıştır. Prenslik (morzalık-mirzalık) unvanlarını koruyabilmiş olsalar dahi, sefalete düşmüşlerdi. Halk arasında bunlara “Çabatalı Mirzalar” (çarıklı mirzalar-asilzadeler) denmiştir. Bu, tabi ki, Tatarlar arasında büyük toprak sahiplerinin kalmadığı anlamına gelmiyor, ancak sayıları o kadar azdı ki, onları bir sosyal tabaka olarak kabul etmek doğru olmazdı.

18. yüzyıl Rusya Devleti’ne olduğu kadar onun halklarına da pek çok değişiklik getirmiştir. yüzyılın başında Çar I. Petro’nun reformları, doğrudan Tatarların hayatını da etkilemiştir. Tatar nüfusuna sosyal, ekonomik ve hukuki baskı fiilen I. Petro’nun 1713 ve 1715 yıllarına ait iki meşhur fermanından sonra başlamıştır. Bu fermanlara göre, Hıristiyan toprak kölelerine sahip olup, kendileri vaftiz olmamış Tatar toprak sahiplerinin 6 ay içinde vaftiz olmaları emredilmiştir. I. Petro’nun fermanları bu şekilde Yomışlı Tatarların eski imtiyazlı durumuna son darbeyi vurmuştur. Burada söylenenler, aşağıdaki örnekle de doğrulanmaktadır. Yomışlı Tatarlar o derecede zayıf düşürülmüşlerdi ki, 1718 yılında çıkartılmış bir ferman ile Rus deniz kuvvetlerine bağlı gemilerin ihtiyacı olan kereste kesme, işletme ve taşıma işlerine sevk edilmişlerdir. Yomışlı Tatarlar ile daha alt tabakadaki vergi ödeyen Yasaklı Tatarlar arasında ne yasal ne de pratik yönden hemen hemen hiçbir fark kalmamıştır, hatta birincilerin durumu ikincilerinkinden daha da zorlaşmıştır. Ayrıca 1724 yılında Yasaklı Tatarlar vergiye bağlı nüfusa katılmış, fiilen köylü sınıfının öğelerini oluşturmuşlardır. Daha sonra “Yasaklı” ve “Yomışlı” terimleri Tatarlar arasında ancak geleneksel olarak kullanılmıştır. Gördüğümüz gibi, 18. yüzyılın birinci çeyreğinde hükümet, ülkeyi optimal idare edebilmek için yasal alanda sosyal eşitlemeyi hedeflemiştir.

Kerestecilik başlı başına zor bir iş idi. Yomışlı Tatarlar kışın ekimden Nisan ayına dek kendi atları ve aletleriyle sıra ile çalışmışlardır. Mahalli idareciler ve “Waldmeister” olarak adlandırılan ormancılar tarafından uygulanan korkunç kanunsuzluklar yüzünden iş şartları daha da ağırlaşmıştır. Rüşvet, hakaret ve çeşitli kanundışı işler köylüleri mağdur etmiştir. Saint Petersburg, Kronştadt, Ladoga Kanalı, Riga Limanı’nı inşa etmek için de Yomışlı Tatarları gönderilmişlerdir.

Kelle başına ödenen vergi ve devlet topraklarının kullanımı için rüsum da ağır olmuştur. Askerlik yapma mecburiyeti halkta ayrıca hoşnutsuzluk uyandırmıştır. Her yıl belli hane başından birer kişi (bazen 300, savaş yıllarında 50 ila 100 hane başından) askere çağrılmaya başlamıştır.

Hükümet, feodal baskıyı arttırmakla beraber belirli bazı vazifeleri yapmaktan kaçınanları vaftiz olmaya razı etmek için kendilerine bir takım ayrıcalıklar tanınmıştır. Mesela 1722’de hiçbir devlet görevini yapmadan yeni vaftiz olanlar görevden muaf tutulmuşlardır (daha sonraları zaman bakımından bazı sınırlamalar getirilmiştir).[6] Nitekim bilahare yeni vaftiz olanlara ayrıcalık tanıyan daha birçok ferman çıkartılmıştır.

17. yüzyıl boyunca sürdürülen Hıristiyanlaştırma politikası yönetim kolaylığı sağlamak ve Rus devletine muhalif güçleri yok etmek üzere devletin tüm nüfusunu bir araya toplayarak aynı dinde birleştirmeyi amaçlamıştır. 18. yüzyılın başlarında bu amaç sadece Hıristiyanlaştırma ile sınırlı kalmamış, Ruslaştırma gayesini de gütmüştür. Bu düşünceye zamanın önde gelen politikacısı İvan Posoşkov’un bir yazısında rastlanmaktadır. Adı geçen kişi herşeyden evvel halkın hangi yoldan Ruslaştırabileceğini araştırmaktadır: çocukların ancak ana babalarından ayrıldığı, Rusların yanına hizmete verildiği, öz dillerini unutuncaya dek büyüklerinin kendilerine öz dillerinde konuşmalarını yasakladıkları vakit gerçek Hıristiyan olacağını yazmaktadır.[7]

1730’lu yıllarda Sviyajsk kentinde Kazan ve Nijniy Novgorod Müslümanlarını Vaftiz Etme Komisyonu kurulmasıyla (1732 yılında bu komisyonun adı-Yeni Vaftiz Olanların İşleri Bürosu olarak değiştirilmiştir) Hıristiyanlaştırma politikası hızlandırılmıştır. 1740-1755 yıllarında Büroya başkanlık eden Piskopos Luka Kanaşeviç icraatlarıyla “ün” kazanmış bir kişidir. Onun yönetimi altında Hıristiyanlaştırma politikası en merhametsiz ve vahşi noktasına ulaşmıştır. İslamiyet’in, misyonerlerin esas düşmanı olmaya devam ettiği müddetçe, zulüm vaftiz olmayan Tatar nüfusunu hedeflemiştir. Misyonerler asker eşliğinde Tatar köylerine baskın yapıp yerli ahaliyi zorla vaftiz etmişlerdir. Hıristiyanlık ruhu içinde eğitilmek üzere misyonerlerin sokakta oynayan çocukları yakalayıp, beraberlerinde götürdükleri, aynı şekilde bazen erişkinleri de götürüp vaftiz olmaya zorladıkları, işkence ettikleri, aç bıraktıkları vakalar olmuştur. Misyonerler Müslümanların bayram günlerinde Haçlı ayinleri düzenlemiş, yapılmakta olan kilise temellerine söktükleri mezar taşlarını döşeyip, Müslüman mezarlarını kirletmişlerdir. 1742 yılında ise, Kazan Hanlığı’nın işgalinden sonra inşa edilen camileri yıkma fermanı çıkmıştır. Bunun sonucunda Kazan vilayetlerindeki 536 caminin 418’i, Simbir ve Astrahan vilayetlerindeki camilerin büyük çoğunluğu yıkılmıştır. Tatar halkına yapılan bu zulmün beklenen neticeyi bir türlü vermeyen bir dini soykırım idi. Tüm bu tedbirlere rağmen Rus hükümeti istediği sonuçlara ulaşamamıştır. Halkın dini hayatına yapılan korkunç baskıda başka tedbirlere de başvurulmuştur: 1723’te Kazan’da Piskoposluk Slav-Latin Okulu açılmıştır, 1733 yılında burası Papaz Okulu’na dönüştürülmüştür. Aynı zamanda yeni vaftiz olanlar için birkaç okul da açılmıştır (Kazan, Sviyajsk, Alabuga, Tsivilsk ve Tsarevokokşaysk’ta). Bu devirde vaftiz olmayı kabul edenlere bazı muafiyetler vaat eden kararlar çıkmaya devam etmiştir.

Müslüman nüfus, hükümetin uyguladığı insanlık dışı tedbirlere karşı daha aktif bir şekilde direnmiş ve protesto etmiştir. Dini soykırıma karşı 30 ila 50’li yıllarda birçok ayaklanmalar olmuştur (Tatar-Başkurd isyanları). Ve sonunda da hükümet taviz vermek zorunda kalmıştır. Tatar halkının nefretini kazanmış Luka Kanaşeviç, 1758 yılında Belgorod şehrine nakledilmiş ve Tatar köylerinde camilerin inşasına izin verilmiştir (ancak bu izin 200 erkek nüfusu olan köyler için geçerli olmuştur). Yeni Vaftiz Olanlar Bürosu ise 1764 yılında tamamen kapatılmıştır.

Seküler idare yapısı II. Katerina döneminde kuvvetlenerek, Hıristiyan Kilisesi’ni tamamen hakimiyeti altına almıştır (18. yüzyılın 60’lı yıllarında). Kilise toprakları, seküler idarelere terkedilmiş olup, Kilisenin ekonomik gücünün sarsılmasına neden olmuştur. İslam’a karşı güdülen politika da değişmeye başlamıştır. Sert baskıların istenilen sonuçları elde edilmedikçe, İslam’ı hakimiyet altına almak için dini liderleri kendi tarafına devşirmeyi amaçlayan başka tedbirlere gidilmiştir. 1773’te II. Katerina Hükümeti Dinsel Hoşgörü Kararı çıkartmıştır.[8] Bu karar ile fiilen din ve mezhep hürriyeti ilan edilmiş, zorla vaftiz edilme olayları nihayete erdirilip, Müslümanların yalnız camiler değil, camiler nezdinde okullar açmalarına da izin verilmiştir. 1788 yılında II. Katerina, özel bir kararla Ufa kentinde, tüm Rusya Müslümanlarını belli bir kontrol altında tutan Orenburg Dini İşler İdaresi’ni açmıştır.[9] İlk Müftü olarak Muhammet Can Huseyinov tayin olmuştur. Kendisine senede 1200 ruble maaş ve yardımcı olarak Kazan Tatarlarından 3 imam (molla) da verilmiştir. Müftü tayin salahiyetini hükümet kendisine bırakmıştır.

Görüldüğü gibi, 18. yüzyılda Çarlık hükümetinin İslam’a yönelik politikaları tamamıyla değişmiştir. (1730-1740’lı yıllardaki sert tedbirlerden sonra bir Müslüman idareyi kurma iznine kadar). Bunların yanısıra Hıristiyanlaştırma hedefi II. Katerina döneminde de devam etmiştir.

Tatar halkının ekonomik, sosyal ve kültürel-dini alanlarındaki zor durumu halkın farklı şekillerdeki protestolarına yol açmıştır. 18. yüzyılda en aktif silahlı ayaklanmalar 1705-1711, 1737-1740, 1755 ve 1773-1775 yıllarında meydana gelmiştir. Bu ayaklanmalara milli-dini baskılar kadar sosyal baskıların şiddetlenmesi de neden olmuştur. Ayaklanmalar veya ayaklanma hazırlıkları sırasında, Tatar halkının Hıristiyan bir ülkede, yani Rusya’daki mevcut durumunu ve geleceğini ciddi bir şekilde irdeleyen çok ilginç liderler ortaya çıkmıştır. Örnek olarak, 1755 ayaklanmasının ideolojik lideri Molla Batırşa (İmparatoriçe Elizabeth’e yazdığı ünlü mektubunda, adil ve adaletsiz hakimiyet hakkında fikirlerini ortaya koymuş, ve Müslüman halklara karşı Hıristiyanlara olduğu gibi adil davranma çağrısında bulunmuştur) ve 60’lı yıllarda İdil boyunda Türk devletini yeniden kuruma fikrini ortaya çıkaran Molla Murat’ı göstermek mümkündür.

18. yüzyılda Tatar halkının ekonomik hayatı da oldukça ilginç gelişme göstermiş ve medeniyet ve toplum fikrinin gelişmesini büyük ölçüde etkilemiştir.

Halkın çoğunluğu eskisi gibi köylerde oturduğundan dolayı, tarımcılık, özellikle sabancılıkla uğraşmıştır. 18. Yüzyılda tarımcılık Tatarlarda, Rus İmparatorluğu’nun diğer halklarında olduğu gibi, önemli değişmelere uğramıştır. Fakat ticaret ve sanayi alanında daha değişik bir durum söz konusu olmuştur.

Ticaret, eski zamanlardan beri Tatarların önemli uğraşılarından olmuştur. Tatar halkının İdil (Volga), Çulman (Kama), Nokrat (Vyatka), Ak İdil (Belaya) gibi büyük nehirlerin kenarlarında oturması ticari ilişkileri teşvik edici unsurlardan biri olmuştur. İlginçtir ki, Rus devletindeki durumlarının tüm olumsuzluklarına rağmen Tatarlar kendi ticari geleneklerini koruyabilmişlerdir. Tatar ticaretinin gelişmesinde değişik faktörlerin etkisi olmuştur. Devletin kendisi de, bu tür ticari faaliyetlerin getirisinin farkına varmış ve bu faaliyetleri belirli ölçüde teşvik etmiştir. Çar hükümeti ileriye dönük hesaplar da yapmıştır: Tatar tacirler kendi isteklerinin ne olduğu sorulmadan, bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullanılmış ve Rusya’nın Doğu ülkelerine yayılmasının zeminini hazırlamışlardır.

Rus kanunlarına göre, bölgenin Tatar nüfusu arasında ticari faaliyet için özellikle Kazan’ın Tatar mahallelerinde oturanlar teşvik edilmiştir. Çar Fyodor Alekseyeviç’in 1677 yılındaki kararı doğrultusunda, Kazan Tatarlarına her çeşit mal ile ticaret etme hakkı verilmiştir. Bu hak daha sonra Senato’nun 7 Ağustos 1763 tarihli kararıyla onaylanmıştır.[10] Kazan’da 1750 yılında daha bir Tatar bistesi-Yana biste (Yeni kasaba) kurulmuş olup, burada oturanlar da bu hakka tabi tutulmuştur. Ayrıca Rusya’nın Orta Asya ile ticaretinin canlandırılması için 1744 yılında 200 Kazanlı Tatar ailenin Orenburg kenti civarında hususi bir ticaret merkezi olarak Kargalı (Seyit) kasabasını oluşturmalarına izin verilmiş, sakinlerine de buna benzer haklar tanınmıştır. 1749’da Hive, Buhara, Kabil’e ilk ticaret kervanlarını götürenler işte bu Tatarlar olmuşlardır.

Rusya’nın 18. yüzyılda Doğu ülkeleriyle ticareti esas Tatar tacirleri yardımıyla yürütülmüştür. Tatarlar birçok dile vakıf olup, Orta Asya halklarının örf-adetlerine de aşinaydılar; ayrıca Müslüman olarak bu ülkelerde oldukça düşük vergi ödüyorlardı. Bu nedenle de Moskova, Tula, Tver ve Avrupa Rusyası’nın diğer kentlerinden Rus tüccarları, kahya olarak Tatarları tercih etmişler ve onları ticari kervanlarla Orta Asya, Hindistan, İran ve Afganistan’a göndermişlerdir.

Tatar tacirleri, Doğu ülkelerine bez (dokuma), deri, şeker, bal, işlenmiş maden satmışlar, Rusya’ya ise kilim, süs malzemeleri, baharat, kumaş, çay, porselen getirmişlerdir.

Kazan Hanlığı’nın işgalinden sonra onun tüm devlet kuruluşlarının kapatılması ve ticaretin daha etkili bir şekilde yürütülmesi için Rusya’da ilk defa muhtar bir Tatar idari teşkilatı oluşturulmuştur. 1782’de Kazan’da Tatar tacirlerinin işlerini yürütme amacıyla Kazan Tatar Kasabaları Şehir Belediyesi (Ratuşa) kurulmuştur. Belediye yöneticileri Tatarların kendileri tarafından seçilmiştir (500 rubleden az olmayan sermaye sahipleri seçme hakkına sahip olmuştur). Belediye, tüccar ve küçük burjuva sınıfına kayıt yapma, ticari pasaportlar verme, tacirlerden vergi toplama gibi işleri yürütmüştür. Daha sonra Belediye Tatar tacirlerini tüccar ve zanaatçı birlik odalarına kaydetme hakkı elde etmiştir. Bu ise devletin, Tatar tacirlerinin haklarını tanıması ve onları Rus tacirleriyle hukuken aynı seviyeye koymasına sebebiyet vermiştir. Ticaretin oldukça başarılı gelişmesi 18. yüzyılda Tatarlarda manifatura sanayiinin oluşmasına yol açmıştır. Sermaye biriktirmiş olan tacirler işte ilk Tatar sanayici sınıfını teşkil etmişlerdir. O güne kadarki mevcut zanaatçılık, nüfusun tüm ihtiyaçlarını tatmin edemeyip, manifaturacılığa dönüşmüştür. Bunun yanında Tatarlarda manifaturacılık şu özellikleri taşımıştır:

  1. Tatarlar arasında toprak köle (serf) sayısının az olmasından dolayı, Tatar fabrika sahipleri, fabrikalarına kayıtlı ve onlara hizmet etmek mecburiyetinde olan toprak kölelerin hizmetinden yararlanamamışlardır, sadece kiralık işçileri çalıştırabilmişlerdir. Öte yandan Rus manifatura sahiplerinin ise toprak kölelerini kullanması çok yaygın olmuştur.
  2. yüzyılda Tatarların büyük kısmını köylüler teşkil ettiğinden, manifatura işletmelerinin çoğu da köylerde kurulmuş olup, ziraatçılık mamüllerinin işletilmesine yönelik olmuştur.

Tatar manifatura sanayicinin esas sektörlerini dericilik, tekstil ve sabunculuk teşkil etmiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısında kurulmuş manifatura işletmelerinin çoğu, genellikle büyük olmayıp, bazıları farklı sebeplerden dolayı sürekli çalışmamış, ayrıca çalışan işçi sayısı da sınırlı olmuştur. Manifaturalarda imalat miktarı büyük olmamıştır. Ancak Tatar manifaturalarının kuruluşu ve gelişmesi bile Tatar halkının ekonomik hayatında ilerici ve önemli bir adım olmuştur.

Ekonomide oldukça hızlı ve kökten değişmeler, İdil-Ural Tatarlarının kültürel gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Aslında Tatar kültürü Rusya’da elverişli bir konumda olamamıştır, çünkü:

  1. Devleti, halkın kültürel gelişmesini büyük ölçüde belirlediğinden, devletçiliğin yitirilmesi, halkın kültürünü olumsuz bir şekilde etkilemiştir.
  2. Feodal toplumda feodal sınıf, iktidar, idare, ekonomi ve siyaset dizginlerini elde bulundurduğundan, kültürel değerlerin başat gücü ve kullanıcısı olmuştur. Rusya’da Tatar feodal sınıfının dikkati, kültürün kaderinden daha çok kendisinin hayatta kalabilmesi problemi üzerine odaklanmış durumdaydı.
  3. Kent tabakasını kaybeden Tatar halkı, kent kültürünü de kaybetmiştir. Kentler ise her halk için kültürel değişimin önemli merkezleri olmuşlardır. Tatar kültürü köy kültürüne dönüşerek, içeriği zayıflamış ve tek taraflı gelişmiştir.
  4. Hıristiyanlaştırma politikası, özellikle onun sert usulleri, Tatar halkının kültürel-manevi gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir. Tatarların kültürel değerlerinin çoğu da dini baskı devrinde yitirilmiştir.

Böylece, 17-18. yüzyıllarda Tatar kültürü son derece zor duruma düşürülmüş olup, bu da onun başarılarını etkilemiştir ve sadece feodallerden ayrıcalıklı olarak kendisi bünyesini korumayı başaran Müslüman din adamları kültürel değerlerin gerçek hakimi ve kullanıcısı olmuştur. Bu da doğal olarak Tatar kültürünün dünyevi başlangıcının yavaş yavaş sönmesine ve tek taraflı gelişmesine yol açmıştır. Tatar kültürü bu objektif koşullardan dolayı dünyevi motifleri bir kenara bırakarak sadece dini motifleri geliştirmiştir.

Bu tek taraflı gelişme, 17-18. yüzyıllardaki Tatar kültürünün belirli bir durgunluğunun ve krizinin göstergesidir. Bu sebeplerden dolayı da, Tatar halkının manevi gelişmesi bu devirde önemli bir iz bırakan, parlak şahıslar üretememiştir. Bu devirdeki eserlerinde Sufi motifleri kullanmış olan Kulıy’ı örnek olarak göstermek mümkündür.

Değişiklikler ancak 18. yüzyılın ortalarında, Tatar topluluğunda sosyal değişikliklerin başlamasından ve profesyonel tacirler ile sanayiciler başta olmak üzere, yeni sosyal gruplar oluşmasından sonra meydana gelmiştir. Kültürün eski durumu ve içeriğinin ağırlıkla dini olması artık yeni sınıfların ihtiyaçlarını tatmin etmiyordu. Pratik ihtiyaçlardan çıkarak, onlar artık kültürün, toplulukta meydana gelen değişiklikleri yansıtmasını gerektiğini, kültürde dünyevi başlangıcın da olmasının gerektiğini anlamışlardır. Somut veriler de yukarıda yazılanları tasdik ediyorlar.

Tatar edebiyatında yeni “Seyahatname” üslubu şekillenmiştir, bu ise farklı ülke ve halklar ile ticari ilişkilerin sağlamlaşmasına karşı artan ilgiyi sergilemektedir. Bu üslubun en ünlü eserlerinden biri İsmail Bikmuhammedov’un Hindistan’a gezisi (1751-1752) hakkında seyahatnamesidir.

Tatar bilim adamı Said Halfin’de Tatar dilini araştırmada çok hizmet vermiştir. Bunu pratik ihtiyaçlara bağlamak mümkündür. 1769 yılında o Kazan Rus Gimnaziyası’nda (Lise) Tatar dili dersleri vermeye başlamış, 1778’de Tatar dilinin ilk baskılı Alfabesi’ni yayınlamıştır, 1785’te 20 binden fazla Tatar kelimesinin Rusçaya tercümesini içeren 2 ciltlik “Tatar Sözlüğü ve Kısa Tatar Grameri” çalışmasını tamamlamıştır. Halfin’in işini, daha ilerideki yıllarda oğulları İshak ile İshan ve torunu İshak’ın oğlu İbrahim devam ettirmiştir.

Edebiyatın motifleri de değişme göstermiştir. 18. yüzyılda Tatar edebiyatının en büyük seması olan Abdurrahman Utuz İmeni’nin şiirlerinde yeni motifler, yeni konular yer almıştır. Devletin yitirilmesiyle resmi Tatar tarihinin kaybolmasına rağmen, tarihi bilgiler de belirli ölçüde gelişmiştir. Buna örnek olarak, Kadir Alı-bek’in “Camig at-tavarih” (1602), adı belli olmayan 18. yüzyılın bir yazarının “Caffar-ı Çigri-name” ve Hüsameddin Müslimi ile Tacüddin Yalçıgul’un İdil-Bulgaristan’ı tarihi üzerine (18. yüzyılın sonu) yazılarını göstermek mümkündür.

Büyük Tatar ilahiyat alimi Abdunnasir Kursavi (1776-1812), 18. yüzyılda ilk olarak akılcılık ve reformculuk fikirleriyle ortaya çıkarak, Tatar maarifçiliğinin babalarından biri olmuştur.

Tatar kültürünün gelişmesi yukarıda dile getirilenlerle elbet sınırlanmamıştır, burada sadece 18. yüzyılın ikinci yarısında kültür alanında değişiklikleri kanıtlayan en parlak veriler getirilmiştir. Sözlü halk sanatı, halk müziği gelişmesini sürdürmüş, el yazılı kitaplar Tatarlar arasında yaygın olmuş, maarif de olduğu yerde kalmamıştır. Nerdeyse her köyde camiler nezdinde mektepler (okullar), bazılarında medreseler bile mevcut olmuştur. Tatarlar arasında okuryazarlık oranı çok yüksek olmuş ve bunu zamanın bir çok ünlüsü dile almıştır. Ve en önemlisi, Tatarların tüm okulları halkın kendi parasıyla çalışmış, devletten herhangi bir yardım almamıştır. Okumayazmaya, kitaba, marifete Tatarların gösterdiği saygı, diğer halkların temsilcilerinin hayranlığını kazanmıştır.

Yukarıda yazılanlardan şöyle bir sonuç çıkartabiliriz: 17-18. yüzyıllarda Tatar halkı Rus devleti sınırları içinde zorluklar ve karışıklıklarla dolu bir gelişme yolu izlemiştir. Hayatın farklı alanlarında pek çok zorluklar ve kayıplarla karşı karşıya gelmiş olmasına rağmen Tatar halkı kendi özünü ve öz bilincini, kaybetmemiştir. Bunun da ötesinde, belirli derecede ekonomik temele, kendine özgün bir kültürel gelişme düzeyine sahip olan Tatar halkı, iyimser bir çerçevede 19. yüzyılına ayak basmıştır.

Prof. Dr. İskender GİLYAZOV

Kazan Devlet Üniversitesi Tatar Dil ve Tarih Fakültesi / Tataristan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 408-414


Dipnotlar :

[1] ”Kazan Savaşı” hakkında ayrıntılı bilgi için bak: Yermolayev İ. P., Sredneye Povoljye vo vtoroy polovine XVI-XVII vv., Kazan, 1982, s. s. 16-28; Yermolayev İ. P., XVI. -XVII. Yüzyılların İkinci Yarısında Orta İdil Boyu, Kazan, 1982, s. 16-28. (Rusça).
[2] Bunun hakkında bak: Göbeydullin G., Tarihi Sehifeler Açılganda, (İdil buye öçen köreş tarihınnan), Kazan, 1989, 43-63 b., Gubaydullin G., Tarihi Sayfalar Açılırken, (İdil Boyu İçin Mücadele Tarihinden), Kazan, 1989, s. s. 43-63. (Tatarca).
[3][3] “Biste”, Rusça “Sloboda” (kasaba) sözünün Tatarca telâffuzu, Rus kelimesi “Mesto”nun (yer) değiştirilmiş hali olduğu tahmin ediliyor. Korkunç İvan kendisi, Tatarlara yerleşmek için toprak ayırtarak: “Vot vam mesto!” (İşte size yer!) diye haykırmışmış. Tatar bistelerinin tarihi hakkında bak: Tatarskiye slobodı goroda Kazani vo 2-oy polovine XVI-seredine XIX vv. (XVI. Yüzyılın 2. Yarısı-XIX. Yüzyılın ortalarında Kazan Kentinin Tatar Kasabaları) Das mittlere Wolgagebiet in Geschichte und Gegenwart/Klaus Heller; Herbert Jelitte (Hrsg.)-Frankfurt am Main; Berlin; Bern; New York; Paris; Wien: Lang, 1994 (=Beitrage zur Slavistik, Bd. 22), s. 33-46.
[4] Yomışlı (Slujilıy) Tatarlar hakkında bak: Gubaydullin G. S., K istorii razlojeniya feodalnogo klassa u povoljskih tatar, İzvestiya Vostoçnogo fakulteta Azerbaydjanskogo gosudarstvennogo universiteta, 1928, No: 2, s. 1-26; Stepanov R. N., K voprosu o slujilıh i yasıçnıh tatarah, Sbornik aspirantskıh rabot Kazanskogo gosudarstvennogo universiteta: Pravo, istoriya, filologiya, Kazan, 1964, s. 52-70.; Gubaydullin G. S., İdil Boyu Tatarlarında Feodal Sınıfının Parçalanması Tarihinden, Azerbaycan Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi Haberleri, 1928, No: 2, s. 1-26. (Rusça). Stepanov R. N., Yomışlı ve Yasaklı Tatarlar İle İlgili Sorunlar, Kazan Devlet Üniversitesi Hukuk, Tarih, Felsefe bölümlerinin doktora adaylarının çalışmaları, Kazan, 1964, s. s. 52-70. (Rusça).
[5] İstoriya Tatarskoy ASSR, C. I., Kazan, 1955, s. 157. Tataristan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Tarihi, Kazan, 1955, C. I., s. 157. (Rusça).
[6] Polnoye sobraniye zakonov Rossiyskoy imperii (PSZ)-Vıp. 1., SPb., 1830, T. VI., No: 3637, 4123.; Rusya İmparatorluğunun Yasalar Külliyatı (RİYK), Saint Petersburg, 1830, 1. Cüz, C. VI, No: 3637, 4123. (Rusça).
[7] Posoşkov İ. T., Zaveşçaniye oteçeskoye, SPb., 1893, s. 320-328.; Posoşkov İ. T., Atalar Vasiyeti, Saint Petersburg, 1893, s. s. 320-328. (Rusça).
[8] PSZ, T. 17., No: 13996.; RİYK, C. 17., No: 13996. (Rusça).
[9] PSZ, T. 18, No: 16710, 16711.; RİYK, C. 18., No: 16710, 16711. (Rusça).
[10] PSZ, T. 37, No: 28535.; RİYK, C. 37., No: 28535. (Rusça).
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.