Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkistan’dan (Orta Asya) Doğu Avrupa’ya Yapılan Türk Göçleri

0 18.425

Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU

Günümüzde Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkler, Altay Dağlarının kuzeyi ile Sayan Dağlarının güney-batısı arasındaki tespit edilebilen en eski yurtlarından itibaren birçok bölgeyi vatan edinmişlerdir.[1] Zamanımızdaki adları ile bu sahalar doğudan batıya şu şekildedir: Yakutistan, Güney Sibirya-Altaylar, Moğolistan-Kansu-Ordos, Doğu Türkistan, Batı Türkistan, Kuzey Afganistan, Horasan, Kafkaslar ve Azerbaycan, Musul-Kerkük, Halep civarı, Anadolu, Balkanlar, Kırım, Kazan.[2]

Altay-Sayan Dağlarının güneybatı kısmında yaşayan Proto-Türkler, M.Ö. 1700’den itibaren etrafa hakim olmaya ve yayılmaya başlamışlardır. Bu Proto-Türklerden bir kısmı bugünkü Kazakistan üzerinden Maveraünnehr’e (Maveraünnehir) kadar gelerek oradaki Akdeniz ırkları ile temas kurarken, batıya doğru açılan gruplar da Ural (Fin-Ugor) kavimleriyle irtibat sağlamışlardır.[3] Bu ilk hareketlenmeden itibaren çeşitli Türk boyları; kuraklık, nüfusun kalabalıklaşması, otlakların yetersizliği, mevsimlerin değişikliğe uğramaları sonucunda hayat tarzlarının etkilenmeleri ve daha çok hayvancılığa dayalı ekonomik yapılarının bozulmaları, başka bir Türk boyu tarafından yaşadıkları yerlerin istilaya uğraması gibi sebeplerle değişik zamanlarda, değişik yerlere göç etmişlerdir.[4]

Doğu Avrupa sahası da, bazı Türk boylarının Türkistan’dan (Orta Asya)[5] göç ederek devlet kurdukları coğrafyalardan birisi olmuştur. Türk oldukları henüz kesin olarak ispatlanamayan Sakalar (İskit) ile, menşeleri tartışılan Kimmerlerin[6] milattan yüzyıllar önceki göçleri göz önüne alınmazsa, Doğu Avrupa’ya ilk Türk göçü Hunlarla başlamıştır. Anavatan Altaylar civarından başlayan bu göçler Avrupa ile Asya arasındaki tabii sınır olan Ural dağlık bölgesi ile, Ural Irmağı’nı Altay Dağlarına bağlayacak bir coğrafi yolla yapılmıştır.[7]

Altayların eteklerinden başlayan bozkırlar, güney-doğu ve kuzeybatıya gittikçe düzleşmekte ve “step” haline gelmektedir. Aşağı Sir Derya (Seyhun) ve Aral Gölü istikametindeki bozkırlar Güney Sibir ovalarını teşkil etmekte ve Hazar Denizi’nin kuzeyinden Karadeniz’in kuzeyine uzanmaktadır. Bozkırlar, İrtiş Nehri’ne doğru çıktıkça zenginleşmekte, bol su ve bol otları ile hayvan beslemek için çok elverişli bir hal almaktadır. Bununla birlikte Sibirya’nın soğuk dalgalarına açık bulunması hasebiyle, yazları kısa ve kışları da o nispette uzun idi. Nehir mansıpları, sazlıkları ve kamışlıkları ile “kışlak” yeri olarak kullanılmaktadır.[8]

Kışlaklar fazla kar almayan yerlerde yapılırdı. Çünkü hayvanların kurumuş otları kar altından tırnakları ile çıkarıp yemeleri gerekiyordu. İrtiş boyları ile Batı Sibirya’nın bir hususiyeti de, ancak tepeler mahiyetinde olan Orta ve Güney Ural Dağlarından, Kama ve İtil nehirleri boyuna gitmek için tabii bir engel teşkil etmeyişi idi. Balkaş Gölü ve Talas Nehri’nden Seyhun, Yayık, Ukrayna’nın güney bölümü Don ve İtil nehirlerine doğru uzanan bozkırlar ise, Hazar Denizi’nin kuzeyinden, Uralların güneyinden, tarihte “kavimler kapısı” adıyla bilinen kum, çöl sahalarından sonra, İtil’in batısında yeniden bol otlu meralar ve yer yer dağlık-tepelik yaylalar halini almakta ve hakiki bir bozkır olarak Karadeniz’in kuzeyinden ta Karpatlara, Tuna boyuna kadar uzanmakta idi. Karadeniz’in kuzeyindeki bu bozkırlar, Orta Asya ve Batı Sibirya’daki yayla ve bozkırların devamı mahiyetinde idi, orada, geçilmesini güçleştiren yüksek dağlar veya büyük çöller olmadığı cihetle, Türkistan’daki kavimler, doğudan batıya kolayca geçebilirlerdi. Nitekim daha milattan birçok yüzyıllar önceleri “kavimler kapısı” yolu ile birçok kavim Orta Asya’dan Doğu Avrupa’ya gelmişlerdir.[9]

Avrupa’ya ilk göç eden Türk grubu Hunların batıya doğru ilerlemeleri Asya Hunlarının Türkistan’daki hakimiyetlerini kaybetmelerinden sonra vuku bulmuştur. Hunlar, Tanhu Mo-Tun zamanında (M.Ö. 209-174) sınırları doğuda Kore’ye, kuzeyde Kerulan, Tola, Selanga, Yenisey, Ob, İrtiş, İşim nehirlerine, batıda Balkaş Gölü’nün ötesinde Aral gölüne, güneyde ise Çin sınırında Wei Irmağı-Tibet yaylası-Karakurum’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk tesis etmişlerdi.[10] Aradan geçen uzun zaman içerisinde gerek iç huzursuzluklar, gerekse kesif Çin propagandasının tesiri ile kuvvet ve otoriteleri zayıflamaya başlamıştı. Ayrıca başa geçen tanhuların dirayetsizliği, akınların duraklayarak devletin iktisadi bakımdan oldukça sıkıntı içerisine düşmesi ve askeri başarısızlıklar da eklenince toprak kaybetmeye başlayan devlet iyice güçten düşmüştür. Bu olumsuz şartlar altında başa geçen Tanhu Hohan-Yeh’in (M.Ö. 58-31), malî bakımdan rahatlamak gayesiyle Çin himayesine girme teklifi, durumu daha çok karıştırmıştır. Sol Bilge Eligi olan Çi-çi’nin, kardeşinin tanhuluğunu tanımaması ve Çin tahakkümünü reddetmesi üzerine devlet ikiye ayrıldı.[11] Çi-çi’nin kardeşini mağlup ederek Orhon Nehri civarında bulunan başkenti de ele geçirdi. Ho-han-yeh ise kendine bağlı kitlelerle Çin imparatorunun hakimiyetini kabul ederek Çin’in kuzeybatı sınır bölgesine çekildi.[12]

Aral Gölü’ne kadar bütün batı bölgesini hakimiyet altına alan Tan-hu Çi-çi, atası Mo-tun zamanındaki imparatorluğu yeniden ihya etti. Devletin ağırlık merkezini Çu-Talas nehirleri arasına kaydırarak, elde ettiği topraklar dolayısıyla İran, Afganistan, Hindistan, Doğu ve Orta Avrupa bölgeleri bakımından Asya tarihinin sonraki gelişiminde devamlı tesiri olacak olan Türkistan sahasına Türk kavminin iyice nüfusunu sağlamış oldu. Fakat Çi-çi’nin hakimiyeti uzun sürmedi. Çin; Vusunlar ve Kang-kü Devleti’nin yardımıyla büyük bir ordu oluşturarak, Talas civarındaki Hun başkentini kuşattı. Tamamen tahrip olan başkenti müdafaa eden Hunlar, başta tanhuları Çi-çi olmak üzere ağır kayıplar verdiler ve müstakil devletlerini de kaybettiler (M.Ö. 36).[13]

Çin tâbiliğini kabul eden Ho-han-yeh’e (ölm. M.Ö. 31) bağlı Hunlar, onun evlatları tarafından toparlanmağa başlanmışlardır. Kuvvetli bir devlet adamı olan Yu Tanhu zamanında (M. 18-46) ise, Çin’e karşı bağımsızlıklarını elde ederek, doğuda Mançurya’ya, batıda Kaşgar’a kadar olan geniş bölgede hakimiyet tesis etmişlerdir. Fakat Tanhu Yu’nun ölümünden sonra iç huzursuzluklar ve iktisadi darlık Hunları oldukça müşkül duruma sokmuştur. Bunun neticesinde, Yu’nun oğlu olan Tanhu P’u-nu’ya karşı mücadele ederek kuzeydeki Hunların arasına çekilen P’u-nu’nun yeğeni Pi’nin, M. 48 yılında kendini tanhu ilan etmesi Hunları bir daha birleşmemek üzere ikiye ayırmıştır. Ayrı ayrı siyasi nitelik taşıyan iki Hun devletinden Güney Hunları (Güney Moğolistan’da) Çin tâbiiyetini devam ettirirken, Kuzey Hunları (Kuzey Moğolistan) bağımsızlıklarını muhafaza etmişlerdir.[14]

Güney Sibirya, Çungarya ötesine kadar batı ve İç Asya’da iktisadi önemi büyük şehirlerin Kuzey Hun Devleti’nin idaresi altında olması, onları Çin saldırılarının odak noktası haline getirmiştir. Hunlar, bir yandan Çinliler ile uğraşırken, doğudan da Sien-pi hücumlarına maruz kalmışlardır. Hakimiyetlerini Güney Sibirya ve Çungarya’ya kadar genişleten Sien-piler, Kuzey Hunlarının topraklarını işgal etmişlerdir. Bunun üzerine kalabalık kitleler halinde batıya çekilen Hunlar, Güney Kazakistan bozkırlarındaki Çi-çi Hunlarının bakiyeleri olan soydaşlarına katılmışlardır (2. asrın ortaları).[15]

Batıya göç eden ve hakkında 200 yıl hiçbir şey bilinmeyen Hunlara dair IV. asrın ikinci yarısından itibaren Çin ve özellikle Roma kaynakları bilgi vermeye başladılar.[16] 355-365 yılları arasında Alanları mağlup ederek kuzey-batı Türkistan’daki Alan ülkesini ele geçirdiler. İtil Nehri’ni geçerek İtil, Don ve Kafkasya arasındaki sahaya hakim olarak Avrupa önlerinde görünmeye başladılar.[17] Balamir idaresindeki Hunlar, 374-5 yılından itibaren Don-Dinyeper arasında yaşayan Doğu Gotlarını (Ostrogot) kendilerine tâbi kıldıktan sonra ilerleyişlerini sürdürerek, onların batısında yaşayan Batı Gotlarını (Vizigotlar) Dinyester kıyılarında mağlup ettiler ve 378 yılında Tuna’yı geçerek Trakya’ya kadar ilerlediler. Doğu Macaristan ve Transilvanya’da da kendilerini hissettirmeye başladılar.[18] Esas kütlenin Güney Rusya ve Don Nehri civarında bulunduğu 395 yıllarında, iki koldan harekete geçtiler.

Merkezi Don nehri civarında bulunan Doğu Kanadı tarafından tertip ve Basık ile Kursik adlı iki bey tarafından idare edilen bir kısım Hunlar ise Kafkasya üzerinden Anadolu (Küçük Asya) ve Suriye’ye saldırdılar. Bu Anadolu akını sırasında Hunlar; bugünkü Erzurum, Karasu ile Fırat’ı geçerek Malatya ve Çukurova bölgesine kadar ilerlemişler, Urfa ve Antalya’yı kuşatıp, Suriye’ye gelerek Kudüs taraflarına varmışlardır. Orta Anadolu’ya Kayseri-Ankara civarına kadar gittikten sonra, Azebaycan- Bakü yolu ile merkezlerine geri dönmüşlerdir. Gerçekleştirilen bu akınlar planlı olmuş ve yerleşilerek vatan haline getirilecek en müsait toprakları bulma gayesi taşımıştır. Bu durum, Doğu Roma İmparatorluğu kadar Sâsanileri de telaşlandırmış ve korkuya sevk etmiştir.[19]

M.S. 375-400 yılları arasında Avrupa’da faal bir harekette bulunmayan Hunlardan küçük bir grup, Tuna’nın güneyindeki toprakları ele geçirdiler ve Pannonia bölgesinde görüldüler. Bu zaman içerisinde Doğu Roma hudutlarındaki Hunların sayısı fazla değildi. Bunlar da Doğu Macaristan ve Transilvanya’da bulunmaktaydılar. Hunların esas kütlesi Güney Rusya’da Don nehri civarındaki merkezlerinde bulunuyordu.[20] Doğu ve Batıda yapılan seferler merkezin kontrolü altında kanatlar tarafından idare edilmekteydi. Anadolu seferinden bahsettiğimiz Hunların, dönüşte 396 yılında Sâsaniler ile mücadeleler yaptığı görülmektedir. Sâsanilerin merkezine yakın bir yerde görülmeleri ahaliye bir korku yaşattı ve Sâsani Kralı IV. Behram Hunlarla şiddetli bir mücadeleye girişti.[21] Prikos bu olaylar hakkında şu bilgileri vermektedir: Priskos, Batı Romalı elçi Romulus ile konuşurken onun anlattıklarına istinaden şunları nakletmektedir: “…İskit ülkesinden İranlIların ülkesine nasıl gidilir diye sorulması üzerine Romulus, İranlıların ülkesinin İskit ülkesinden çok uzak ve İskitlerin bu yolda acemi olmadığını, bir zamanlar memleketlerinde kuraklık olduğundan ve Romalılar o zaman devam eden harplerinden dolayı onlarla savaşamadıklarından, İskitlerin Medlerin ülkesine girdiklerini söyledi.

İskit kral soyundan Basich ve Cursich idaresindeki İskitler, İran’a kadar giderek buralarda büyük bir kalabalığa hakim olmuşlar. Roma’ya gelmişler ve ittifak etmişlerdir. Onlarla birlikte gidenler anlatıyorlar ki, çölden geçtikten sonra bir gölü de geçerek -Romulus Maeotis’i (Azak Denizi) düşünüyor- on beş gün dağlık bölgelerden gidip İran’a bu suretle gelebilmişlerdi. Etrafı yağma ettikleri bir sırada İran ordusu gelerek gökyüzünü oklarla kaplamış olduklarından, başlarının üzerinde bulunan tehlikeden korkarak pek az ganimet ile geri çekildiler. Bu felaket önünden geri çekilirken, dağlar aşmak mecburiyetinde kalmışlar ve ganimetin pek çoğunu da İranlılar geri almışlar. Düşmanların hücumundan kurtulmak için başka yola saparak bir deniz kenarındaki kayalıklardan ateş çıktığı yerden ilerlemişler, günlerce yolculuk yaptıktan sonra ülkelerine geri dönmüşlerdir…”.[22]

Bundan sonra ağırlık merkezlerini Pannonia ve Karpatlara kaydırarak, İstanbul önlerinden Roma’ya kadar Avrupa coğrafyasının büyük bir bölümüne hakim olan Hunlar, sınırlarını Alpler, Ren ve Viltül nehirlerine kadar genişleterek Atlas Okyanusu üzerindeki adalara, diğer taraftan Sâsani ülkesine ve Altaylar’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk vücuda getirdiler.[23]

Hunlardan sonra Türkistan’dan gelen Türk boyları hakkında Priskos şu enteresan bilgileri vermektedir: “…Saragur (Sarı-Ogur), Urog (Ogur) ve On Ogurlar Doğu Romalılara elçiler gönderdiler. Bu kavimler Sabirlerle yapılan harp neticesinde meskun oldukları yerlerden çıkartılmışlardı ve komşu ülkelerin topraklarını işgal etmişlerdi. Sabirleri Abarlar (Avar) püskürtmüşlerdi. Abarları ise okyanus kıyısında oturan ve bir yandan denizden yükselen büyük buharlarla sislerin, diğer taraftan şimdiye kadar duyulmamış pek çok yırtıcı kuş’un (griffon) yaklaşmasından kaçan kavimler vatanlarından çıkartmışlardı ki, bu yırtıcı kuşların insan soyunu yiyip bitirmeden yok olmayacakları söylentisi vardı ve insanları paralıyorlardı.

Bu felaketler neticesi hareketlenerek komşu ülkelere hücum ettiler. Bütün bu kavimler hücumun şiddetinden dolayı mukavemet edemeden bulundukları yerleri terk edip kaçıyorlardı. Öyle ki yeni bir yurt arayan Saragurlar ilerlediler ve Acatir Hunlarına rastladılar. Onları harple yenerek tâbi kıldılar ve özellikle Romalıların dostluğunu kazanmak maksadıyla elçiler yolladılar. İmparator elçileri iyi kabuk etti ve hediyelerle memnun ederek geri gönderdi”.[24]

Türkistan’dan (Orta Asya) Doğu Avrupa’ya gelen bir diğer Türk boyu da Priskos’un bahsettiği Sabarlar (Sabir)’dır. İlk devir tarihleri pek iyi bilinmeyen Sabarların, Tanrı Dağlarının batısı-İli Nehri sahasında yaşarlarken, Asya Hun İmparatorluğu’nu oluşturan topluluklardan biri olduğu tahmin edilmektedir.[25] Sabarlara ait ilk kesin bilgiler, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki göç hadiseleri ile ilgili Priskos’un yukarıda naklettiğimiz notlarıdır. Daha sonraları bu bilgiler Bizans tarihçileri Prokopios (VI. yy.) ve K. Porphyrogenretos (X. yy.) tarafından da tekrarlanmıştır. Priskos’un anlattıklarına göre Sabarlar, Avar baskısı karşısında İrtiş sahasından çekilerek batıya yönelmişler, Altaylar-Ural Dağları (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güneyi) arasındaki düzlüklerde yaşayan Ogur Türk boylarını yerlerinden etmiş, Tobol ve İşim çevresine yerleşmişlerdir. Bu arada batıda en eski Sabar yerleşim yerinin Batı Sibirya’da olduğu tahmin edilmektedir.[26]

Ayrıca kültür ve medeniyet seviyesi çok yüksek olan Turfan bölgesinde oturmalarının Sabarlar üzerinde büyük tesirler yaptığı düşünülmektedir. Tobol ve İşim çevresindeki Sabarlar, daha sonra Yayık ve İtil’i geçmişler ve İrtiş sahasında samur kürkü avcılığı ile iştigal etmişlerdir. 465 yıllarında Sabarlar ilerleyişlerine devam ederek, Volga (İtil) ile Dinyeper arasındaki geniş bir sahaya yayılmışlardır. Bazı Sabar grupları da 515 yılı sonlarında Kafkaslar’a gelmişler, Kafkaslar’ın kuzeyindeki Kuban Irmağı boyunda yerleşmişler ve Hazar Denizi civarında Ermeni şehirlerini yağma etmişlerdir.[27] Akabinde Anadolu’ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylarına kadar gelmişlerdir. Ellerine geçirdikleri Roma şehirlerinde birçok katliam yapmışlar ve çok zengin ganimetler elde ederek geri dönmüşlerdir. IV. asrın ortalarına kadar İtil, Hazar Denizi, Kafkas havalisinde mühim roller oynamışlar ve Bizans ile İran arasındaki harplerde neticeyi tayin eden kuvvet olmuşlardır. Hakimiyetleri sona erdikten sonra kabileler halinde Kur, Rion, Kuban ve Terek ırmakları civarında yaşamışlardır.[28]

Batıya göçleri Doğu ve Orta Avrupa tarihinde mühim neticeler doğuran, Batı Türkistan, Kuzey Kafkasya arasında, Don-İtil boylarındaki Ogur Türklerine komşu olarak yaşayan diğer bir Türk boyu Avarlar ise, Var ve Hun adlı iki kabileden meydana gelmişlerdir.[29] 350 yıllarında bağlı oldukları Juan- juan idaresinden ayrılıp batı istikametine ilerleyerek, Kazakistan bozkırından güneye dönerek Seyhun ve Ceyhun boyunca Sogdiana’ya ve Toharistan’a girerek, Batı Türkistan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da kurulan Akhun (Eftalit) Devleti’ne katıldılar. 350 yıllarına kadar bu bölgede kaldıkları tahmin edilmektedir. Daha sonra Hazar ile Aral sahasına geldiler. Priskos’un verdiği bilgilere dayanılarak Avarların, 465 yıllarında Barköl havalisinde olduğu ileri sürülmektedir.[30]

552 tarihinde doğuda Göktürk Devleti’nin kurulmasıyla batıya doğru kaçan Juan-Juanların baskısı neticesinde Türk kavimlerinde göç dalgası başladı. Bu sırada Avarlar, uzak batıya doğru harekete başladılar. Sabarları mağlup ederek Kafkaslar’a doğru ilerlediler. Bizans ile diplomatik münasebet kurup 558 yılında İstanbul’a elçi gönderdiler. O sırada Balkanlar ve Dalmaçya’daki Ogur tehlikesinden dolayı Bizans ile anlaştılar. Bu sayede Avrupa yolu Avarlar’a açılmış oldu. 562’de Tuna bölgesine gelerek burada yerleştiler. Buradan Avrupa içlerine, İstanbul önlerine, Galya’ya uzanan akınlar yaptılar. Karpat bölgesini ele geçirerek Macaristan’a yerleştiler. Pannonia bölgesine hakim oldular. Avrupa’da Don Nehri’nden Galya’ya, kuzey Slav bölgelerinden İtalya’ya kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet teşkil ettiler.[31]

Hazarlara, Türkistan’dan çıkarak Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgeye göç ederek buralara yerleşen bir Türk boyudur.[32] Bu göçün ne zaman olduğu bilinmemektedir. Milattan önceki devirlerden başlayarak M.S. VI. yüzyıla kadar Hazarlar hakkında bilgi veren kaynaklardaki bilgilerin karışık ve muğlak olmasından dolayı, bu sürenin aydınlatılması tarihçiler için büyük bir problem oluşturmuştur. Gürcü kaynaklarına göre Hazarlar, Hazar ülkesine milattan önceki devirlerde gelmişlerdi. Gürcü Hükümdarı Mirvan (M.Ö. 167-123) Hazarlara karşı savaşmıştır. Hazarlar hakkındaki daha net bilgiler M.S. II. yüzyıl sonlarına doğru olmuştur. M.S. 198 yılında Ermenistan’a saldırmışlar ve M.S. 363 yılında Bizans İmparatoru Julian’ın, Ermenistan’da bulunan Perslerle yaptığı savaşta Hazarlar Bizans’a yardım etmişlerdir.[33] Kafkas bölgesinde Attila’ya tâbi olarak yaşayan Hazarlar, Hunların dağılmasından sonra 457 yılında Kafkasya’daki Pers savunmasını kırarak Kur ve Aras bölgesini ele geçirmiş, İberya, Gürcistan ve Ermenistan içlerine doğru ilerlemişlerdir.[34]

VI. yüzyıl başlarında Türkistan’dan gelen yeni Türk göç dalgaları Avarları sıkıştırmaya başlamış, bunun neticesinde Avarlar batıya göç etmeye başlamışlar ve bundan Hazarlar da etkilenmişlerdir. Bu sırada Göktürk hakimiyetini tanıyan Hazarlar, VI. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Kafkasya kavimleri arasında hakimiyet tesis ederek, Sabar, Sarıogur, Semender, Belencer gibi kabileleri bünyelerine kattıktan sonra, 558 yılında Hazar Devleti’ni kurmuşlardır. 641’de Bulgarlara saldırarak onları Tuna’ya göçe zorlamış, Dinyeper ve Oka civarındaki Slavları kuzeye sürmüşlerdir. 679 tarihinde Don ve Dinyeper arasındaki bölgeyi ele geçirerek, batıya doğru ilerlemeye başlamışlardır.[35]

VII. yüzyılın sonlarında Kırım’ı topraklarına katarak Azak Denizi’ne kadar ilerlemişler ve Hazar Denizi’nden Dinyester nehrine, Kafkas Dağları’ndan Oka’ya kadar bütün bölgeye hakim olmuşlardır. İtil, Yayık, Kuban, Don gibi nehirlerin arasında; Çin-Türkistan-Karadeniz-Bizans, Anadolu-İran-Harzem (Harezm), Suriye-Mezopotamya-Kafkasya-Doğu Avrupa, Hazar ülkesi-İskandinavya yollarının birleştiği coğrafyayı ellerinde tuttuklarından iktisadi, siyasi, stratejik ve kültürel açıdan Doğu Avrupa’da çok mühim roller oynamışlardır.[36]

400 yıla yakın varlıklarını sürdüren Hazarlar, ana toprakları olan Kafkasya’nın kuzeyi ile Hazar sahilleri yanında; Hazar Denizi, Karadeniz, Kafkas Dağlarınınkuzeyi, Don ve İtil nehirlerinin çevrelediği saha ve Kiyev’i de içine alan geniş bir coğrafyada büyük bir imparatorluk tesis etmişlerdir.[37]

Türkistan’dan batıya 9. ve 11. asırlarda büyük kütleler halinde göç eden Türk boylarından birisi de Peçeneklerdir. Peçeneklerin batıya Emba-Yayık (Çim-Ural) ve İtil boylarına gelmeden önceki yaşadıkları yerler, tarihi kaynakların kifayetsizliğinden tam olarak bilinememektedir. Issık Göl-Balkaş, İli Havza’sı dolaylarında Türgişlerin bir kolunu oluşturdukları tahmin edilmektedir.[38]

Konstantin Porphyrogennetos, De Administando Imperio adlı eserinde Peçeneklerin yurdu ile alakalı şu malumatı vermektedir: “…Sarkel Kalesi ile Tuna Nehri arası altmış günlük yol tutar; bu saha üzerinde birçok nehirler vardır; bunların ikisi, Dinyester ve Dinyeper en büyükleridir; başka nehirler de vardır ki, bunların adları Sungul, Uvul, Almatay, Kufis, Bogu ve başkaları. Dinyeper Irmağı’nın yukarı kısımlarında Roslar yaşarlar: Bu nehri takiben onlar Bizans’a gelirler. Peçenek yurdu bütün Rosya ve Bosforla hemhudutdur. Chersones, Sarat, Butat ve otuz kısma (?) gelir. Maeotides’nin (Azak Denizi) şark kısmına birçok nehirler akar. Tanais Nehri Sarkel Kalesi yanından akarak gelir ve balığı bulunan

Karakul (Horakul yazılı) ve başka nehirler de vardır, ezcümle Bal (Val?) ve Burlik, Kader (Hader?) ve birçok ırmaklar. Maeotides’ten Pontusa, Bosfor (şehrinin) bulunduğu yerden Burlik denilen ağız (mansıb) akar”.[39]

Akdes Nimet Kuratda, yukarda zikredilen nehir isimlerinin Türkçe olup, Hazarlar ve Peçenekler ile alakalı olduğunu tespit ettikten sonra, bu nehirler hakkında yaptığı çalışmalar sonunda Türkistan’daki izlerini bularak, Peçeneklerin Talas havalisine hareket etmeden önce İli havzasında yaşadıkları sonucuna varmıştır.[40]

V-VIII. asırlarda Batı Göktürk Devleti’ne tâbi olan Peçenekler, Göktürklerin dağılması, 751 yılında Araplarla Çinliler arasındaki Talas savaşında Çinlilerin yenilmesi ve Arapların müttefiki olan Karlukların güçlenmesi üzerine, onların baskısıyla yurtlarını terk eden Uzların tazyiki ile Çu ve Talas havalisinden ayrılarak Emba-yayık kıyılarına gelmiş, Hazar Denizi civarı, Emba-Yayık-İtil boylarında yaşamaya başlamışlardır.[41] Akdes Nimet, Peçeneklerin IX. asrın ikinci yarısına kadar yaşadıkları İtil ve Yayık boylarındaki yurtları hakkında şu bilgiyi vermiştir: “.İtil ve Yayık boyları Peçeneklerin hayatına uygun olan, sürülerini beslemek için kâfi derecede ot yetiştiren bir sahadır. Burası İtil’in, vaktiyle Saray şehrinin bulunduğu mevkiden başlayarak, Samar Nehri’ne kadar gider; Samar Nehri’nden de Yayık Nehri’nin ortalarına kadar varan, bugünkü Orenburg’a yakın, bol otlu nehir ovalarını -mesela Sakmar, İlek gibi- ihtiva eder. Yalnız sıcak mevsimde Ural Dağları eteklerinin yaylak vazifesi gördüğünü kabul edebiliriz”.[42]

Peçenekler, çeşitli siyasi sebeplerden dolayı 860-889 yılları arasında Don nehrini geçerek, Dinyeper’in batısına kadar Deşt-i Kıpçak sahasını işgal ettiler. Don boylarında Sarat ve Burat’dan aşağı Tuna ve Seret’e kadar olan geniş bir sahaya hükmettiler. XI. asrın ortalarına kadar Deşt-i Kıpçak’ın hakimi olarak yaşadılar ve güney Rusya bozkırlarında Rus knezleri ile 1036 yılına kadar mücadele ettiler. 1026 ve 1035-36 senelerinde Tuna’yı geçerek Balkanlar’a doğru akınlara başladılar. Bunu sonucunda Bulgaristan, Makedonya ve Trakya’yı tahrip ettiler.[43] Bu arada Bizanslı tarihçi Kedrenos (XI. asır), Peçeneklerin, Dinyeper Nehri’nden Pannonia (Batı Macaristan)’ya kadar Tuna’nın kuzey sahasını işgal ettiğini kaydetmiştir.[44]

29 Nisan 1091 yılında Bizans’la Meriç Nehri kenarında Lebunium (Omurbey mevkii)’da yaptıkları ve hezimetle neticelenen savaşla siyasi varlıklarını kaybeden Peçenekler, Rus, Bizans ve Macarlarla yaptıkları mücadeleler neticesinde Doğu Avrupa tarih ve coğrafyasında, her ne kadar tam bir devlet kuramamışlarsa da mühim izler bırakarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.[45]

Bizans, Latin, Rus, İslâm, Ermeni kaynaklarında ve Batılı milletlerin dillerinde değişik şekillerde adlandırılan, Doğu Avrupa’da yaşadığı coğrafyaya adını veren (Deşt-i Kıpçak) Kuman-Kıpçakların menşei ve ilk devirleri oldukça münakaşalıdır. Batı Göktürklerini oluşturan topluluklardan biri olan Kıpçaklar, İrtiş boylarında oturan ve Çiklerin devamı olan Kimeklerden, X. asırda İşim-Tobol vadilerinde yerleşen bir kol idi. XI. asrın sonlarında ikili federasyon şeklinde görülen Kimeklerde idare Kıpçaklarda bulunmaktaydı. Kıpçaklar Balkaş’tan İrtiş’e kadar hakim oldukları zamanlarda, güneyden Kumanlar’ın (Kun) gelmesiyle güçlenmişler ve İtil (Volga) üzerinden batıya yönelmişlerdir.[46]

1048 yılında Uzların Balkanlar’dan çekilmesi üzerine Güney Rusya sahasına gelmişlerdir. Hakimiyetlerini Dinyeper’e kadar genişletmişler ve Kuman-Kıpçak olarak adlandırılmaya başlanmışlardır.[47] Moğol istilasına kadar Karadeniz bozkırlarına yani Deşt-i Kıpçak bölgesine hakim olan Kuman-Kıpçaklar, ilk defa 1030-1050 yılları arasında Doğu Avrupa’da görülmüşlerdir. 1060-1064 yılları arasında Tuna ve Transilvanya (Erdel)-Macaristan istikametine ilerlemişlerdir. 1080’lerde hakimiyetlerini, ağırlık merkezi Don-Dinyester olmak üzere, Balkaş Gölü-Talas havalisinden Tuna ağzına kadar yaymışlar ve Güney Rusya, Moldova, Eflak bölgelerini tamimiyle ele geçirmişlerdir. Sınırları Oka-Sura nehirleri boyuna yani İtil Bulgarları hududuna kadar uzanmıştır. Doğu Avrupa-batı Sibirya bölgelerinin tamamını kapsayan Kuman-Kıpçak toprakları, Deşt-i Kıpçak olarak adlandırılmıştır. Bu geniş coğrafyada bir buçuk asırdan fazla hüküm süren Kuman-Kıpçaklar, Rus, Bizans devletleri ile çeşitli Balkan ve Avrupa topluluklarının, Peçenek ve Uz gibi çeşitli Türk boylarının tarihinde derin izler bırakmışlardır.[48]

Doğu Avrupa’ya gelen Türk kütlelerinin bir diğerini de Oğuzlar oluşturmuştur. Rus kaynaklarında Tork, Turkmen; Bizans kaynaklarında Uz olarak adlandırılmışlardır. Türk dünyasını temsil eden beş büyük elden (kavimden) biri olan Oğuzlar, tarihte kurulan birçok Türk devletinin temel unsurunu teşkil ettiği gibi, Asya Hunlarından beri Asya coğrafyasının değişik sahalarında da yaşamışlardır.[49] Büyük Oğuz boylarının batı kanadını teşkil eden ve Uz olarak adlandırılan bu Türk boyu, Peçenekleri 860-870 senelerinde İtil ötesi yurtlarından atıp oraya yerleşmeden önce, Yayık-İtil sahasında bulunmuşlardır. Ayrıca Kama Bulgarları bölgesine kadar gittikleri ve Samar Nehri boyuna ve daha kuzeye çıkmış olabilecekleri de tahmin edilmektedir.[50]

Uzlar, Volga bölgesini ele geçirdikten sonra batıya doğru ilerlemeye başlamışlardır. 985 yılında Kiyev Knezi Vladimir’in İtil Bulgarlarına yaptığı sefere katılmışlar, XI. yüzyılın ilk yarısında Kiyev Knezliği’nin sınırlarına göçmüşlerdir. 1068 yılında Dinyeper bölgesine, Kiev Rusyası’nın güneyine kadar yayılmışlardır. 1060 yılında Rus Knezlerinin baskısı neticesinde batıya çekilen ve sayılarının altı yüz bin olduğu söylenen Uzlar, 1065’de Tuna’yı geçerek Trakya ve Makedonya’yı yağmalamışlar, Selanik’e hatta Peloponezos’a kadar ilerlemişlerdir. Doğu Avrupa’da siyasi güçlerini kaybettikten sonra Bizans ordusunda ücretli asker olarak yer almışlar ve Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu ordusu ile karşı karşıya gelmişlerdir.[51]

Türkistan kökenli olup, Doğu Avrupa’ya gelen ve orada uzun ömürlü devlet kuran Türk gruplarından birisi de Bulgarlardır. Bulgarlar, Attila’nın bakiyesi Hun Türkleri ile, Ogur Türkleri’nin (Saragur=Ak-Ogur, On-Ogur=10 Ogur, Urog=Ogur) karışmasından meydana gelmiş bir topluluktur.[52] Ogurların tarihi milattan önceki yüzyıllara kadar gitmektedir. Asya Hun İmparatorluğu’nun batı kanadını teşkil eden bir Türk kavmi olup, Tarbagatay bölgesinin kuzeyi ve Koptu havalisinde oturuyorlardı. Ogurlar yani Batı Türkleri, M.Ö. III. asırlarda Orta Asya’dan batıya, Hazar-Ural Dağları yönüne göç etmeye başladılar. Batı Türkleri (Ogurlar) ile, anavatanda kalan Doğu Türkleri lehçeleri arasındaki fonetik farklılıklar da bu zamanlarda oluşmaya başlamıştır. Ogurların milat sıralarındaki yurtlarının tespit edilmesinde Grek coğrafyacısı Ptolemaios’un (II. asır) verdiği bilgiler önem taşımıştır. Ptolemaios eserinde, Hazar Denizi’ne kuzeyden dökülen ırmaklardan birinin adını “Daikh” olarak kaydetmiştir. Bu isim Türkçede “Yayık” olarak bilinen Ural Nehri’dir. Bu bilgiler milat sıralarında Ogur Türklerinin; Hazar-Ural Dağları arası, Orta Volga ve Kama bölgesinde oturduklarını göstermektedir. M.S. II. yüzyılda Ogurlar, Volga (İtil) ve Ural Nehirleri arasında, III.-IV. yüzyıldan itibaren ise Kafkasya ve Karadeniz kuzeyi bölgelerinde bulunmuşlardır.[53]

Hun Türkleri ile Ogur Türklerinin oluşturduğu Bulgarlar, daha sonraki yıllarda değişik Ogur gruplarının (5 Ogur, 6 Ogur, 9 Ogur, 30 Ogur) katılmasıyla kalabalıklaşmaya ve güçlenmeye başlamışlar, Kafkaslar kuzeyi-Azak doğusu, Don-Volga dirsekleri bölgesi ile Dinyeper’e kadar geniş bir alanda Batı Göktürk hakimiyetinde yaşamışlardır. Göktürk hakimiyetinin çökmesinden sonra Avarlara tâbi olan Bulgarlar, onların zayıflamasından istifade ederek Kafkaslar’ın kuzeyi ve Azak Denizi havalisinde Büyük Bulgar Devleti’ni kurmuşlardır (635).[54] Büyük Bulgar Devleti’nin çökmesinden sonra bazı Bulgar grupları kuzeye çekilerek Kazan etrafında İtil Bulgar Devleti’ni, Esperük liderliğindeki Bulgarlar da batıya yönelerek Tuna Bulgar Devleti’ni kurmuşlardır. Bulgarlar; Orta İtil (Volga) bölgesi yanında, Dinyeper’den Kafkas Dağlarına kadar uzanan sahada, Dinyester ile Karpatlar arasında, Transilvanya-Güney Macaristan ve Sardika (Sofya), Niş (Naissus), Belgrat şehirleri başta olmak üzere İstanbul surlarına kadar Trakya ve Balkanlar’ın büyük kısmında siyasi ve askeri faaliyetlerde bulunarak Doğu Avrupa tarihinde mühim roller üstlenmişlerdir.[55]

Yrd. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 522-529


Dipnotlar :
[1] B. Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1984, s. 23-26; M. Kafalı, Türkler’in Anayurdu, bk. Tarihte Türk Devletleri, I, Ankara, 1987, s. 1-2; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1997, s. 49.
[2] Türk Dünyası Kültür Atlası, I, İstanbul, 1997, s. 2.
[3] B. Ögel, aynı eser, s. 5 vd.; W. Eberhard, “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, DTCF Dergisi, I, 4, 1943, s. 25 vd.; Ayn. Mülf., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942, s. 144 vd.; L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 1-8; Gy. Nemeth, “Türklüğün Eski Çağı”, Ülkü, 88, 1940, s. 299 vd.
[4] İ. Kafesoğlu. aynı eser, s. 53-56.
[5] Türkistan yani Orta Asya; Moğolistan ve Sibirya’nın güneyi, bugünkü Kazakistan ve Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan topraklarının büyük bir bölümünü, Afganistan’ın kuzeyini, hem Merv’e hem de Herat’a baglı olan İran Horasan’ını, Tibet, Doğu Türkistan ve Kansu’yu kapsayan bölgenin adıdır. Jean-Poul Roux, (Türk. terc. L. Arslan), Orta Asya, İstanbul, 2001, s. 14; Baymirza Hayit, “Türkistan Terimi Üzerine”, Türk Dünyası Araştırmaları, 53, 1988, s. 23-24; A. Yalçınkaya, Türkistan, İstanbul, l997, s. 21-92; W. Barthold, İA., mad. Türkistan, 12/11, s. 140-142.
[6] R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu, İstanbul, 1980, s. 21-92; S. Cöhce, Türk Kültür Tarhine Giriş, Elazığ, 1995, s. 25-26; İ. Durmuş, İskitler (Sakalar), Ankara, 1993, s. 45-72; T. Tarhan, “İskitler’in Dini İnanç ve Adetleri”, Edebiyat Fakültesi Dergisi, 23, 1969, s. 145-170; Ayn. Mülf., “Eskiçağ’da Kimmerler Problemi”, VIII. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, I, Ankara, 1981, s. 355-369.
[7] K. Czegledy, (Türk. terc.), Bozkır Kavimlerinin Batı’ya Göçleri, İstanbul, 1998, s. 13 vd.; L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Ankara, 1986, s. 16; K. Demirci, DİA., mad. Avrupa, C 4, s. 127-135.
[8] A. N. Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 6; F. Altheim, (Türk. terc. E. T. Eliçin), Asya’nın Avrupa’ya Öğrettiği, İstanbul, s. 37-38.
[9] A. N. Kurat, aynı eser, s. 6; K. Czegledy, aynı eser, s. 29 vd.; L. ligeti, aynı eser, s. 17-18; A. Ardel, İA. mad, Karadeniz, VI, s. 230-238.
[10] L. Ligeti, Attila Hunları’nın Menşei, bk. Attila ve Hunları, Ankara, 1982, s. 33; B. Öğel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, I, Ankara, 1981, s. 246-252; F. Altheim, Attila Et Les Huns, Paris, 1952, s. 14-16.
[11] J. Deguignes, Büyük Türk Tarihi, II, İstanbul, 1976, s. 226 vd.; L. Hambis, Attila Et Les Huns, Paris, 1971, s. 5-10.
[12] İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1997, s. 65.
[13] W. M. Mcgovern, The Early Empires of Central Asia, Chapel  Hill-North Carolina, 1939, s. 185-187.
[14] İ. Kafesoğlu, aynı eser, s. 66-67; W. M. McGovern, aynı eser, s. 213-230; H. Schreiber, Die Hunnen, Münih, 1978, s. 17-80.
[15] D. Sinor, The Hun Period, Editör D. Sinor, the Cambridge History of Early İnner Asia, Sdney, 1987, s. 167-170; İ. Kafesoğlu, aynı eser, s. 68-70; O. Pritsak, The Goths and The Huns, Teoderico ei Goti tra Oriente e Occidente, Editör A. Carile, Ravenna, 1995, s. 27-30; H. W. Hauussıg, “Das Problem Der Herkunft Der Hunnen”, Materialia Turcica, 3, 1977, s. 1-10.
[16] F. Altheim, Geschichte Der Hunnen, I, Berlin, 1959, s. 8-21; I. Kiszely, Honnan Jöttünk?, Budapest, 1992, s. 117 vd.; H. W. Haussig, (Türk. Terc. M. Kayayerli), İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, Kayseri, 1997, s. 172 vd.
[17] Hunların Kazakistan Bozkırlarından Batıya ilerlemelerine, Altaylar’dan hareket eden Avarların sebep olduğu tahmin edilmektedir. K. Czegledy, aynı eser, s. 18; Iordanes, Romana et Getica (neşr. Th. Mommsen), Berolini, 1882, s. 90-91; B. S. Bachrach, A History of The Alans in The West, Minneapolis, 1973, s. 26-27; F. Altheim, Attila Et Les Huns, s. 80 vd.; Ammianus Marcellinus, III., Books, XXVII-XXXI Excerpta Valscona, J. C. Rolfe, London, 1939, s. 380-381.
[18] Iordanes, s. 91-95; A. Marcellinus, s. 394 vd.; I. Bona, Das Hunnenreich, Stuttgrat, 1991, s. 9 vd.; B. Szasz, A Hunok Törtenete, Attila Nagykiraly, Budapest, 1943, s. 114 vd.; P. Vaczy, Hunlar Avrupa’da, bk. Attila ve Hunlari, Ankara, 1982 s. 60; A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara, 2001, s. 25-43.
[19] D. Sinor, ayni eser, s. 381 vd.; G. A. Willamson, Procopius The Secret History, Middlesex, 1966, s. 50.
[20] W. M. McGovern, The Early Empires of Central Asia, Chopel Hill-North Carolina, 1939, s. 375; E. Gibbon, Roman Empire, I, 1764, s. 268 vd.
[21] I. Bona, ayni eser, s. 19.
[22] Priskos’un C. Müler tarafından neşredilen tarihi eseri tarafımızdan yayınlanmıştır. Ahmetbeyoğlu, Grek Seyyahı Priskos’a (V. Asır) göre Avrupa Hunları, İstanbul, 1995, s. 46.
[23] A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu, s. 60-115.
[24] Priskos, s. 65-66.
[25] K. Czegledy, aynı eser, s. 25; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 157;  L. Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 77.
[26] Ş. Baştav, “Sabir Türkleri”, Belleten, 17-18, 1941, s. 59.
[27] Ş. Baştav, aynı eser, s. 60 vd.; K. Czegledy, aynı eser, s. 25, 77-79; A. Taşağıl, “550-627 Yılları Arasında Töles Boylarının Coğrafi Dağılımına Bir Bakış”, s. 238; P. B. Golden, Khazar Studies, Budapest, 1980, s. 34-35.
[28] Ş. Baştav, aynı eser, s. 60, 64 vd.; Prokopius, Corpus Scriptorum Historyae Byzantinae, neşr. G. Dindorf, Bonn, I-III, 1833-1838, s. 509 vd.; K. Czegledy, “Pseudo-Zacharios on the Nomats”, Studio Turcica, Budapest, 1971, s. 147-148.
[29] H. W. Haussig, “Uber Die Bedeitung Der Namen Hunnen and Awaren”, Ural-Altaische Jahrbücher, 47, 1975, s. 95-103; Gy. Györffy, Tanulmanyok a Makyar alam eredeteröl, Budapest, 1959, s. 49; K. Czegledy, Bozkır Kavimlerinin Batıya Göçü, s. 79.
[30] K. Czegledy, aynı eser, s. 58, 81; A. N. Kurat, aynı eser, s. 25; Gy. Moravcsik Byzantino Turcica, I, Berlin, 1958, s. 70-72; İ. Kafesoğlu, aynı eser, s. 160 vd.; R. Grousset, aynı eser, s. 172.
[31] I. Bona, “Völberwanderung und Frühmittelalter (271-895)”, Kurze Geschichte Siebenbürgens, Budapest, 1990, s. 90-97; A. Vasiliev, Bizans İmparatorluğu Tarihi, I, İstanbul, 1943, s. 176 vd.; L. Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 79-82.; Ş. Baştav, Avar İmparatorluğu, bk. Tarihte Türk Devletleri, I, s. 195-199; İ. Kafesoğlu, “XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından Muhasaraları”, İstanbul Enstitü Dergisi, III, 1957, s. 6-10.
[32] D. M. Dunlop, The History of The Jewish Khazars, Princton, 1967, s. 4 vd.
[33] Ş. Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara, 1993, s. 51-52.
[34] P. B. Golden, Khazar Studies, Budapest, 1980, s. 51-52.; Philip. L. Gell, “Chazars”, The Encyclopedia Britanica, XV, London, 1911, s. 775; D. M. Dunlop, aynı eser, s. 21.
[35] D. M. Dunlop, aynı eser, s. 171 vd.; A. N. Kurat, aynı eser, s. 30-31.; R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s. 180 vd.; H. N. Orkun, Türk Tarihi II, Ankara, 1946, s. 144.
[36] Ş. Kuzgun, aynı eser, s. 58-70.
[37] D. M. Dunlop, aynı eser, s. 171-221; P. Golden, aynı eser, s. 107-111; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 168-173.
[38] A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937, s. 26 vd.; F. Sümer, Oğuzlar, İstanbul, 1980, s. 10.
[39] De Administrando Imperio’dan naklen bk. A. N. Kurat, aynı eser, s. 27.
[40] A. N. Kurat, aynı eser, s. 27-30.
[41] J. P. Roux, Orta Asya, s. 198; A. N. Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 44-45.
[42] A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, s. 35-36.
[43] Karadeniz kuzeyindeki bozkır, Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkır bölgelerinin tamamına Deşt-i Kıpçak denilmektedir. A. N. Kurat, aynı eser, s. 81 vd.; L. Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 130-131.
[44] A. P. Horvath, Pechenegs, Cumans, Iasians, Budapest, 1989, s. 7-38.
[45] Boylar halinde yaşayan Peçenekler, bir devlet vücuda getirememişlerse de, savaş zamanlarında aralarında siyasi birliğini sağlayarak bir liderin önderliğinde teşkilatlanmışlardır. IX. yüzyılda sekiz boy halinde yaşadığını bildiğimiz Peçeneklerde, XIII. asırda bu boy sayısı onüçe yükselmiştir. A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, s, 55 vd., 107-227; R. Grousst, aynı eser, s. 182-184.
[46] P. B. Golden, “Kıpçak Kabilelerinin Menşeine Yeni Bir Bakış”, Uluslararası Türk Dili Kongresi (1988), Ankara, 1996, s. 47-63; A. N. Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 69 vd.; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 186-188.
[47] M. Uydu Yücel, “Rus Kaynaklarına Göre: Kuman-Kıpçakların Güney Rus Bozkırlarında Yaşadıkları Sahalar”, Türk Dünyası Araştırmaları, 132, 2001, s. 59-68; S. Göhce, “Doğu Karadeniz Bölgesi’nin Türkleşmesinde Kıpçakların Rolü”, s. 478 vd.
[48] A. Gökbel, Kıpçak Türkleri, İstanbul, 2000, s. 41-87; A. P. Horvath, aynı eser, s. 39-62; L. Rasonyi, “Tuna Havzası’nda Kumanlar”, Belleten, III, 11-12, s. 405; B. Kossanyi, “11-12. Asırlarda Uzlar ve Kumanların Tarihine Dair”, Belleten, VIII, 29, 1944, s. 120-126.
[49] F. Sümer, İA. mad., Oğuzlar, C 9, s. 378-380; Ayn. Müelf., Oğuzlar, s. 1-199.
[50] A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, s. 150 vd.; B. Kossanyi, aynı eser, s. 120 vd.
[51] M. Uydu Yücel, İlk Rus Yıllıklarında Türkler, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1998, s. 21-24; A. N. Kurat, aynı eser, s. 152 vd.; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 182-183.
[52] İ. Kafesoğlu, Bulgarların Kökeni, Ankara, 1985, s. 2-3.
[53] G. Feher, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara, 1985, s. 4-15. ayrıca Karoly Czegledy, Bizans Tarihçisi Theophyaktas Simokattes’in; Onogurların bir zamanlar deprem sonucu harabeye dönen Bakath adını taşıyan bir şehirleri olduğu kaydından yola çıkarak Bakath’ın Soğdca bir isim olduğundan, bu şehrin Soğd sınır bölgesinde, Onogur topraklarının güney ucunda bulunduğunu, Onogurların Avrupa’ya göç etmeden önce Soğd sınırı civarında Sir Derya bölgesinde yaşadığını söylemiştir. K. Czegledy, Bozkır Kavimlerinin Batıya Göçleri, s. 72-76.
[54] St. Runciman, A History of the First Bulgarian Empire, London, 1930, s. 3-21; A. N. Kurat, Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 108-110; A. Ahmetbeyoğlu, “Bulgar Hakanlar Listesi”, Tarih Enstitü Dergisi, 14, 1994, s. 1-8.
[55] St. Runciman, aynı eser, s. 47 vd.; İ. Kafesoğlu, aynı eser, s. 11-32; A. Ahmetbeyoğlu, “Tervel Han”, Prof Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul, 1991, s. 563-568; Ayn. Mülf., “Kurum Han”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, 25, 1989, s. 45 vd; Ayn. Mülf., “Omurtağ Han (814-831)”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, 34, 1989, s. 40-46.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.