Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Mimarisinde Yazı

0 15.057

Yrd. Doç. Dr. Abdülhamit TÜFEKÇİOĞLU

Kültür aktarımında en önemli yere sahip olan yazı, herhangi bir ses ve diyalektik özellik olmadan iletişimi kurmayı sağlayan bütün işaretlere denmektedir. Bir başka ifadeyle, insanların, düşüncelerini başkalarına bildirmek için herhangi bir madde üzerinde çizmek, kazımak veya yazmak suretiyle kullandıkları şekil ve işaretlerin tamamına verilen addır.[1]

Yazı, geçmişteki kültürel oluşumun ve birikimin tanınmasına, değerlendirilmesine ve sonraki nesillere aktarılmasına imkân sağlayan belli başlı vasıtalardandır. İnsanlık tarihi kadar eski olan yazı, yüzyıllar boyunca gelişmiş ve sonuçta harflerden oluşan olgun bir alfabe hâline ulaşmıştır. Kaynağı ve harf şekilleri farklı olsa da, bütün toplumların meydana getirdiği ve ihtiyaçlarını karşılamada kullandıkları yazı, yüksek medeniyetlerin kurulmasına yol açmıştır.

Mimarî eserler, insanların barınma, savunma, ibâdet, eğitim, öğretim, ticaret, seyahat ve su gibi farklı ihtiyaçlarını karşılama amacıyla inşâ edilen yapıların tamamıdır. Dinî, askerî, sosyal ve toplumsal işlevlerin yanı sıra mimarî eserler, plan, malzeme, teknik, üzerindeki her türlü süsleme ve yazı ögeleriyle, insanlığın medenî ve kültürel gelişiminin boyutlarını anlamaya ve değerlendirmeye yardımcı olmaktadır.

Mimarîde yazı konusu ise belki de geçmiş hakkında gerçek bilgi elde edebilmenin en önemli belgeleri arasındadır. Kâğıt, parşömen, kumaş gibi çabuk yıpranan, yanıcı ve yok olma özelliği fazla olan malzeme üzerindeki yazılar ve belgeler, bu sebepler yüzünden maalesef günümüze oldukça zor ulaşmaktadır. İşte bu sebeple Türk Mimarîsinde Yazı konusu, Türk tarihine ait yazılı belge ve bilgilerin toplanıp değerlendirilmesi açısından ayrı bir öneme sahiptir.

Bu çalışmada öncelikle İslâm öncesi Türk mimarîsinde yazı özellikleri ele alınacaktır. Sonra da Türkler’in Müslümanlığı kabulüyle birlikte inşâ ettikleri yapılar üzerinde yer alan yazıların türleri ve içerikleri incelenecektir.

A. İslâm Öncesi Türk Mimarîsinde Yazı

Türkler’in İslâm öncesi dönemlerde Budizm, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Maniheizm gibi dinlere mensup olduğu bilinmektedir. Onlardan kalan tapınak, manastır ve mezar anıtı gibi yapılarda duvar resimlerinin hâkim olduğu görülmektedir.[2]

Türkler’e ait taş ve ahşap gibi malzemeler üzerine yazılmış en önemli kitâbeler, Göktürkler’den kalan yazıtlardır. Göktürk alfabesiyle taş malzemeye yazılmış bu kitâbeler, bugünkü Moğolistan Halk Cumhuriyeti sınırlarında yer almaktadır. Orta Asya’da yaklaşık 550-744 yılları arasında 200 yıla yakın hüküm süren Göktürk Devleti’nin iki dönemine ait kitâbeler günümüze ulaşmıştır. Bunlardan birincisi, takrîben 581 yılında dikilen Bugut Âbidesi, Göktürk Kağanlığı’nın 572-580 yılları arasındaki devresine ışık tutmaktadır.[3] Bu yazıt, Göktürk hânedânının resmî bir yazıtı olmasına rağmen Türk diliyle yazılmamıştır. Kitâbenin üç tarafı Soğdca, bir tarafı ise Sanskritçe yazılmıştır. Kitâbe, ismi başka kaynaklarda geçmeyen Magaz Tekin adında bir Türk şehzâdesinin mezar taşına aittir.[4] Magaz Tekin, Bumin Kağan’ın oğlu ve Mugan Kağan’ın da kardeşidir. Bu anıt, “Boz kurttan süt emen elleri kesilmiş çocuğun kabartma resmi” anlamını taşıyan “Ergenekon Destanı” kabartmasını içermesi açısından da önemlidir.[5]

Bugut Âbidesi’nden sonra Türkler’e ait kitâbeler, 680-745 yılları arasında hüküm süren ikinci hânedan devresine ait “Bengü Taş (Ebedî Taş) ”lardır. Bunlar, 687-692 yılları arasına tarihlenen Çoyren Kitâbesi, 719-720’de dikilen Ongin Kitâbesi, 723-725’te dikilen Köl-İç-Çor Kitâbesi, 724’te yazılan Tekeş Köl Todun İnisi Altun Tamgan Tarkan Kitâbesi, 732’de dikilen Köl Tigin Kitâbesi (Resim 1), 732-734 tarihleri arasında dikilen Tonyukuk Kitâbesi ve 735 yılında dikilen Bilge Kağan Kitâbesi (Resim 2) ’dir. Bu kitâbeler, Göktürk alfabesiyle ve Göktürkçe diliyle yazılmış olup, aynı coğrafyada dikilmiş mezar taşlarıdır. Türk Milleti’ne ait Türk adının kitâbelerde geçen en erken tarihlileri, bu yazıtlarda (Orhun Âbideleri’nde) yer alması bakımından ayrı bir öneme sahiptir.[6]

744’te Göktürk Devleti’nin yıkılışı sonrasında yerine geçen Uygurlardan 750 tarihli Tes Kitâbesi, 741-753 yılları arasındaki olayları içeren Terh/Taryat Kitâbesi ve 759-760 tarihlerinde dikilen Şine-Usu Kitâbesi günümüze ulaşmıştır. Bunlar da Göktürkçe yazılmışlardır. Bu kitâbeler arasında özellikle Terh/Taryat Kitâbesi, Türkler’in yazın ve kışın oturdukları coğrafyanın sınırlarını, önemli şehirlerini, nehir ve dağ adlarını içermesinin yanı sıra Türk ordu teşkilâtına da ışık tutması açısında önemlidir. Günümüzde olduğu gibi o tarihlerde de ordunun onbaşı-yüzbaşı-tümenbaşı sıralamasıyla kademelendiği, kitâbeden öğrenilmektedir.

Uygurlar’a ait 821 yılı civarında dikilen Karabalgasun Kitâbesi ise Göktürkçe, Soğdca ve Çince olarak yazılmıştır. Kırgızlar’a ait Suci Kitâbesi de 840 yıllarından sonraya aittir.

İslâm öncesi Türk sanatının ve kültür tarihinin en önemli yazılı belgeleri durumundaki bu eserler, dönemin Türk yöneticilerinin mezar anıtlarıdır. Yazı tarihi açısından oldukça önemli olan bu kitâbeler, taş malzeme üzerine, oyma tekniğiyle yazılmıştır. Harflerin tipolojisi tek tek dikey karakterli şekil ve işaretlerden oluşmakta ve sağdan sola doğru sıralanmaktadır. Kelimeler arasında, kelimeleri birbirinden ayırmaya yarayan üst üste iki nokta kullanılmıştır. Çince, Göktürkçe, Soğdca ve Sankritçe dil farklılığı görülmektedir. Kitâbelerde her dönemin siyâsî olayları, yönetimin başında bulunan hükümdar ve unvanları, coğrafî yer adları, dağ ve nehir adları, gündelik yaşama dair izler, hayat ve ölüm sonrasına ait töreler, ay, yıl ve tarih gibi zaman kavramları yer almaktadır.[7] Kitâbelerin her birinin yazıcısı bilinmese de Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarını, Köl Tigin’in atısı yani yeğeni Yolluğ Tigin’in yazdığı, kitâbenin güney yüzünün son cümlesinde “…Ebedî taş hakkettirdim. (Burası) yakın bir mevki olduğundan ayrıca kolay erişilir (bir) yer olduğundan, böyle kolay erişilir (bir) yerde ebedî taş hakkettirdim, yazdırttım. Onu görüp öylece bilin (ve öğrenin). O taş (ı… hakkettirdim). Bu yazıyı yazan (Köl Tigin’in) yeğeni Yolluğ T (igin’dir)”[8] ifadesiyle geçmektedir.

B. Türk-İslâm Dönemi Mimarîsinde Yazı

Türk devletleri arasında İslâm dînini, devlet dîni olarak kabul eden ilk devlet, İdil (Volga) Bulgarları’dır. Bulgar hâkânı Almuş, 920-921 yılında Abbasî halîfesi el-Muktedir Billâh’a elçi göndererek, kendilerine İslâm dînini öğretmek üzere fakihler, ülkesinde câmiler ve istihkâm yapacak ustalar ve maddî yardım gönderilmesini istemiştir.[9] Aynı tarihlerde Karahanlı Devleti’nin de İslâm’ı kabulüyle X. asırdan itibaren Orta Asya’da Türk toplulukları ve devletleri arasında Müslümanlık hızla yayılmaya başlamış ve buna paralel olarak başta câmi, mescit, medrese gibi Türk-İslâm dönemi mimarî eserlerinin inşâsı da gerçekleşmiştir.

Türkler, Müslüman olduktan sonra bu dînin kutsal kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’i, dolayısıyla da Arap harflerini ve Arapçayı da öğrenmeye başlamışlardır. Yavaş yavaş gündelik hayatta ve ilmî faaliyetlerde yer almaya başlayan Arapça, bir süre Türkler’in Göktürk ve Uygur alfabeleriyle birlikte kullanılmıştır. Ancak tamamen dînî bir yapı olan câmiler, onların önceki dönemlerde mâbetlerini süsledikleri fresklerin yerini Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sözlerinden seçilmiş âyet ve hadis metinleri almaya başlamıştır. Böylece Türk mimarîsinde yazı hususu yeni bir anlam, muhtevâ, kimlik ve form kazanmıştır. Özellikle Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu Türkleri’nin Müslüman olmaları, kendi kültürlerindeki tezyînat anlayışının mimarîye yansımasında ve yazı ile süslemenin kaynaşmasında etkili olmuştur. Başta câmiler olmak üzere medrese, türbe, kervansaray gibi mimarî yapıların hemen çoğu, kartuş, madalyon ve kuşaklar hâlinde yazılarla süslenmeye başlanmıştır.

Yazının Türk-İslâm mimarîsinde yer aldığı ilk günden beri bazen süsleme (dekorasyon), bazen başlı başına bir sanat ve kimi zaman da tamamen tarihî önemi olan epigrafik bir belge niteliği taşıdığı görülmektedir. Böylece mimarîde yer alan yazı, başta ma’kılî, muhakkak, kûfî, celî sülüs, celî ta’lik gibi yazı türleri olmak üzere gerek süsleme ve gerekse işlev açısından sanat tarihi ve diğer alanlar için en önemli malzemeyi oluşturmuştur.

İçeriği ne olursa olsun, taş, tuğla, mermer, çini, ahşap, alçı, metal gibi malzeme üzerinde mimarîde yer alan bütün yazılar, kitâbe terimiyle de adlandırılmaktadır.[10] Ancak dar ve yaygın anlamda kitâbe, daha çok binânın kimin tarafından yaptırıldığı, ne zaman, hangi amaçla ve kime inşâ ettirildiği, tarih boyunca kimler tarafından kullanıldığı, işlevine yönelik özellikleri, inşâsını izleyen yıllarda geçirdiği onarım ve yenilenmelerin tarih ve nitelikleri gibi daha birçok konuyu açıklayan ve taş, tuğla, çini, ahşap ve metal gibi malzemelerin üzerine işlenen yazılardır.

Bir mimarî eserdeki yazıların tamamı, o eserin yapısında gizlenmiş dînî, tarihî, kültürel, ekonomik ve sosyolojik etkenleri yansıtan en önemli ve güvenilir belgelerdir. Bu yazılar kronolojiyi de içerdiğinden, devletlerin ilerleme, duraklama, gerileme ve yıkılma dönemlerini tespit etmeye de yardımcı olabilmektedir.

1. Türk-İslâm Mimarîsinde Kullanılan Yazı Türleri

Yazı türlerinin oluşumunda, yazı malzemelerinin farklılığının yanı sıra sanatkârların daima güzel olanı tercih ederek bunu teşvik etmeleri ve zamanın ihtiyacına göre en uygun yazı kompozisyonunu geliştirmeleri etkili olmuştur. Ayrıca mimarînin fizikî büyüklüğü, yazıların da uzaktan görülebilmesi ve okunabilmesi amacıyla iri (celî) yazılmasını gerekli kılmıştır. Türk-İslâm mimarîsinde görülen belli başlı yazı türleri ve özellikleri şunlardır:

Ma’kılî: Bu yazı türünde harflerin hepsi düz, köşeli, geometrik ve donuktur. Harfler sert ve keskin görünüme sahiptir. Mim, vav, fe, kaf, he gibi gözlü harflerin başları düzgün kareler hâlinde yazılmaktadır. Bu yazı türüne Hatt-ı Satrancılî adı da verilmektedir.[11] Daha çok mimarîye bağlı olan bu yazı, el ve kalem hareketleri yerine cetvel, gönye, pergel gibi mimar âletleriyle çizilerek yapılır. Harfler arasında özellikle hareke kullanılmayıp noktaya ise çok az yer verilmektedir.

Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu devletlerinin mimarîsinde inşâ malzemesinin kerpiç ve tuğla olması, dış ve iç mekân yüzeylerinde bu malzemelerin farklı diziliş şekilleriyle ma’kılî yazıyı da yaygın biçimde kullanmalarına imkân sağlamıştır. Karahanlı Devleti’ne ait Namazgâh Câmii (1119-1120) ’nin mihrap duvarındaki bordürde, Büyük Selçuklu Devleti’ne ait Isfahan Mescid-i Cumâ (1072-1092) ’sının portalinde, Isfahan Gez Câmii (XII. yy.) mihrâbiyesinde (Resim 3), İlhanlı devrine ait Natanz Hânikâhı (1316-17) portalinde, Mardin Ulu Câmi (1176-1180) minâresinde, Anadolu Selçuklu dönemi yapısı olan Konya Karatay Medresesi (1251) kubbesi, Konya İnce Minâreli Medrese (1258) kubbesi, Aksaray Sultan Hanı (1229) portali ve Sivas Çifte Minâreli Medrese (1271) minâresi, ma’kılî yazının görüldüğü yapılardan bazılarıdır.

Beylikler dönemine ait Beyşehir Eşrefoğlu Câmii (1297)’nin minberine ait ahşap kapıda da dört halîfenin adları ma’kılî yazı ile işlenmiştir. Erken dönem Osmanlı yapısı olan Muğla-Milas Fîruz Bey Câmii (1394) ’nin taç kapısının alınlığında “Muhammed” lafzı ve Bursa Yıldırım Câmii (1400) ’nin kuzey cephesi pencere sövelerinde altıgenler içinde “Ali” ibâreleri görülmektedir. “Ali” kompozisyonlarının aynısı, 1443-1444 tarihli Edirne-Uzunköprü’nün kemerlerinde, Aydınoğulları dönemine ait Selçuk İsa Bey Câmii (1374) ’nde ve Akşehir Ulu Câmi (1213) mihrâbında da yer almaktadır. Ayrıca Amasya Bayezid Paşa Câmii (1414) revâkında kuşak hâlinde “el-hamdü lillâh” lafzı, Edirne Şah Melek Paşa Câmii (1429) portali bordürlerinde “Allâhü Ganiyyün” cümlesi, İstanbul Sultan II. Bayezid Câmii (1505) ’nin minâre kâidelerinde “el-hamdü lillâh” ve İhlâs sûresinin tamamı (Resim 4), Van Hüsrev Paşa Câmii (1567) ’nin minâre kâidesinde “Allah-Muhammed” lafızları, Bitlis Ulu Câmi (1150) ’nin minâre kâidesinde “Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” ibâresi ma’kılî yazı türüyle yazılmıştır.

Burada anılan Amasya Bayezid Paşa Câmii revâkı, Bitlis Ulu Câmi ve İstanbul Sultan II. Bayezid Câmii minâre kâidelerindeki gibi bazı örneklerde dikey harflerin uzantılarıyla geometrik desenlerin de meydana getirildiği görülmektedir.

Kûfî: Bu yazı türünde harfler, hem düz ve hem de yuvarlak özelliklere sahiptir. Yuvarlak karakterlerin bulunması yönüyle ma’kılî yazıdan farklılık göstermektedir. Gözlü ve başlı harfler, üçgene benzer şekilde yapılmaktadır. Yazma ve yapma kûfî olarak iki kısımda değerlendirilebilir. Kamış kalem ve el hareketleriyle yazılıp harfler arasında ve uçlarında süsleme özellikleri bulunmayan türüne yazma kûfî denilmektedir. Bu türde yuvarlak kısımlar ve eğri çizgiler daha çoktur. Diğer tür ise ma’kılî gibi mimar âletleriyle çizilerek meydana getirilen yapma kûfî türüdür. Harfler daha keskin ve köşeli olup, harf uçlarında tezyînî unsurlar yoğundur. Dikey harflerin uzantılarında geçmeler, düğümler, kilitlenmeler ve dolanmalarla geometrik motifler oluşturulmaktadır. Harfler arasında görülen bu motiflerin yoğunluğuna göre çiçekli kûfî, örgülü kûfî ve yapraklı kûfî (ya da başka bir ifadeyle her üç türüne topluca tezyînî kûfî) adları da verilmektedir.[12]

Özellikle Anadolu Selçuklu Devleti öncesinde mimarîde en yaygın kullanılan yazı türü yapma kûfî ve tezyînî kûfîdir. Harflerin baş ve sonlarının uçlarına rûmî, palmet, çiçek ve yaprak gibi bitkisel motiflerin işlenmesiyle çiçekli kûfî; elif, lâm, tı, kef gibi dikey uzantıları bulunan harflerin ortalarında düğüm ve geçmelerin yapılmasıyla da örgülü kûfî türleri yapılmıştır. Fakat bütün motiflerin ortak özelliği, harfler arasında boşlukları doldurmak, dengeyi ve âhengi sağlamaktadır. Harfler bizzat kalemle yazılmadığı için kalem hareketleri ve cereyânı bulunmamaktadır. Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu devletlerinde bu tür kûfîler daha çok tuğla, kerpiç, alçı ve çini malzemeye işlenmiş, Anadolu’da ise ahşap, sırlı tuğla, taş, mermer ve çiniye uygulanmıştır.

Karahanlılar dönemine ait Özkent Celâleddin Hüseyin Türbesi’nin (1152) portalinde, Şah Fâzıl Türbesi’nin iç mekânında, Gazneliler döneminde inşâ edilen Sultan III. Mesud minâresinde, Gülpâyegân minâresinde (Resim 5), Aslan Câzib Türbesi’nin içinde kubbe kasnağında ve pencere alınlıklarında, Leşker-i Bâzâr Sarayı’nın taht salonunda, Ribat-ı Mâhî’nin eyvanlarında tuğladan kesilen parçalarla işlenmiş tezyînî kûfîler görülmektedir. Büyük Selçuklu yapıları olan Hargird Nizâmiye Medresesi, Damgan Çihil Duhterân minâresi (Resim 6) ve Afganistan’da İmam Hurd Türbesi’nde bol miktarda tezyînî kûfî örnekleri bulunmaktadır.

Anadolu’da inşâ edilmiş yapılar arasında özellikle Diyarbakır Ulu Câmi (1091-92) revaklarında (Resim 7), Diyarbakır surlarındaki Sultan Melikşah Burcu’nda, Bitlis Ulu Câmi (1150) inşâ kitâbesinde, Divriği Kale Câmii (1080) portalinde, Kayseri Gülük Câmii (1207) mihrâbında, Sivas İzzeddin Keykâvus Türbesi (1220) ’nde, Konya Alâaddin Câmii (1220) mihrâbının kitâbeliğinde, Tercan Mama Hâtun Türbesi (XIII. yüzyıl) portalinde, Konya Karatay Medresesi kubbe kasnağında, Sivas Gök Medrese (1271) mihrâbında ve Erzurum Kale Mescidi (1124-1132) minâresi gibi daha birçok yapıda tezyînî kûfîye yer verilmiştir.[13] Bunların dışında Ahlat,[14] Erciş Çelebibağı[15] ve civarındaki bu döneme ait mezar taşlarında kûfînin örgülü, çiçekli ve yapraklı tarzlarıyla işlenmiş zengin örnekler bulunmaktadır.

Osmanlı dönemindeki yapılar arasında İznik Yeşil Câmi’nin (1378-1392) mihrap kitâbeliği ile son cemaat yeri pencere alınlığında, Bursa Ulu Câmi (1400) minberinde, Bursa Yeşil Câmi (1419) pencere alınlıklarında, Bursa Yeşil Türbe (1421) portalinin sol mihrâbiye bordüründe, Edirne Üç Şerefeli Câmi revaklı avlu kubbelerinde, Gebze Çoban Mustafa Paşa Câmii mihrâbı ile son cemaat yerinde ve İstanbul Kadıköy Zühdü Paşa Câmii gibi yapılarda kullanılmıştır.

Celî Sülüs: Sülüs, 3-4 mm. ölçülerinde açılmış kamış kalemle yazılan ve bütün harfleri yuvarlak ve eğri karaktere sahip olan bir yazı türüdür. Daha çok kitap yazımında ölçüsü 3-4 mm. olan sülüs, mimarî eserlerin büyüklük ve ihtişamına paralel olarak uzaktan görülebilme ve okunabilme amacıyla celî (=iri) yazılır. Harflerindeki yuvarlak, yumuşak ve eğri çizgilerin yoğunluğuyla birlikte farklı malzeme türlerine ve değişik kompozisyonlar oluşturmaya en uygun yazı, celî sülüstür. Çünkü el ve kalemle yazılmakta ve harflerin formu, terkîbi, âhengi ve gelişimi rahatlıkla takip edilebilmektedir. İnşâ kitâbeleri, kuşak yazıları, müsennâ istifler ve tuğralar çoğunlukla celî sülüs ile yazılmıştır.

Celî sülüs yazının özellikle Anadolu Türk mimarîsinde daha yaygın kullanım alanı bulmasıyla ma’kılî ve tezyînî kûfî yazı türlerinin kullanımı azalarak devam etmiştir. Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu devletleri dönemi yapılarındaki celî sülüsler, tezyînî kûfîde olduğu gibi zemininde ve harflere bitişik halde kıvrık dal helezon ve rûmîlerle süslenmiştir. Türk mimarîsinde celî sülüs yazıya ilk kez Karahanlı dönemi yapısı olan Muhammed b. Nasr Türbesi (1012) portalinde rastlanmaktadır. Büyük Selçuklu dönemi yapılarında ise celî sülüs biraz daha fazla kullanılmıştır. Örneğin Ardistan Mescid-i Cumâsı (1158-1160) tromplarının alt kısımlarında (Resim 8) ve Belh Devletâbâd Minâresi’nde (1108-1109) celî sülüslere yer verilmiştir.

Başta Diyarbakır surları Yedi Kardiş Burcu kitâbesi (Resim 9) olmak üzere Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi mimarî yapıları arasında Konya Alâaddin Câmii mihrâbında, Konya Sırçalı Medrese mihrâbında, Antalya Atabey Armağan Medresesi inşâ kitâbesinde (Resim 10), Beyşehir Eşrefoğlu Câmii mihrâbında, Konya İnce Minâreli Medrese portalinde, Konya Karatay Medresesi taç kapısında, Konya Sâhib Ata Câmii portalinde (Resim 11), Ankara Aslanhâne Câmii mihrâbında, Aydınoğlu Tire Süleyman Bey Türbesi inşâ kitâbesinde, Karamanoğlu Hacı Beyler ve Arabzâde Câmii inşâ kitâbelerinde, Gevaş Halime Hâtun Kümbedi inşâ kitâbesi ile külâhın kornişinde kuşaklar hâlinde, Ilgın Sâhib Ata Kaplıcası inşâ kitâbesinde ve daha birçok yapı ve mezar taşında celî sülüs yazı türünün kullanıldığı gözlenmektedir.

Osmanlı döneminden önce inşâ edilen Türk mimarîsindeki celî sülüslerin genel karakteri şöyle özetlenebilir:

Öncelikle celî sülüs yazı türü, zaman ilerledikçe mimarîde daha fazla tercih edilmeye başlanmıştır. Genel olarak harflerin bünyeleri cılızdır. Elif, lâm, tı, kef gibi dikey harfler sık yazılmış ve yukarıdan aşağıya doğru incelerek yapılmıştır. Nun, kaf, lâm, sin, sad gibi harflerin kâseleri derin olmayıp düz ve geniştir. Genellikle kef harfinin kolu meyilli ya da dalgalı yapılmıştır. Elif harflerinin alt kısımları ise sola doğru kıvrıktır. Tezyînî kûfîde olduğu gibi celî sülüste de bazen zemin, bazen de sadece harflere bitişik kıvrımdal, helezon, rûmî ve yaprak gibi motifler görülmektedir. Harflerin okunmasına ve kompozisyondaki boşlukları doldurmaya yardımcı olan hareke, nokta, şedde ve mühmel harflere sıkça yer verilmiştir.[16] Ancak zaman zaman yazının zemini ve harfler süsleme ögelerinden arındırılarak kompozisyonun tamamen harflerin şekillendirilmesiyle elde edildiği dikkat çekmektedir.

Osmanlı mimarîsinde kullanılan celî sülüsler, yaklaşık olarak Fâtih devrine kadar Selçuklu tesirini taşımaktadır. Ancak özellikle Bursa Yeşil Câmi, Yeşil Türbe, Bursa Yıldırım Câmii ve Yıldırım Türbesi, İznik Nilüfer Hâtun İmâreti, Kütahya Fakih Mescidi, M. Kemâl Paşa Ayaz Köyü Ayaz Bey Türbesi ve Edirne Uzunköprü, inşâ kitâbelerinde Selçuklu tesirinden bâriz bir şekilde ayrılma ve Osmanlı celî sülüs üslûbunun ortaya çıkış belirtileri hissedilmektedir. Fâtih devrinden itibaren bilhassa Yahyâ es- Sûfî ve oğlu Ali b. Yahyâ es-Sûfî ile Şeyh Hamdullah elinde Osmanlı celî sülüs üslûbunun oluşmaya başladığı söylenebilir. Edirne Üç Şerefeli Câmi (Resim 12), İstanbul’da Fâtih Câmii, Mahmud Paşa Câmii, Murad Paşa Câmii, Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyun, Edirne ve Amasya’da Sultan II. Bayezid câmileri (Resim 13) bu üslûbun en belirgin örneklerini içermektedir.

Osmanlı’nın erken dönemi celî sülüs yazılarında dikkati çeken bir özellik de kûfî-celî sülüs birlikteliği, yani her iki yazının tek satırda alt ve üst olacak şekilde kullanımıdır. Bu tip örnekler, Milas Fîruz Bey Câmii taç kapısı alınlığında, Bursa Yeşil Câmi (Resim 14) ve Yeşil Türbe yazılarında, Edirne Üç Şerefeli Câmi inşâ kitâbesi ve çinilerinde, İstanbul Fâtih Câmii revaklı avlu içindeki pencere alınlıklarında görülmektedir. Bu şekil kûfî-celî sülüs birlikte kullanım Timurlu dönemi mimarîsinde de sıkça kullanılmıştır.

Celî sülüs yazının farklı istifte (kompozisyon) en uygun yazı türü olması, yazı sanatkârlarının (hattatların) orijinal kompozisyon arayışlarına ve denemelerine yol açmıştır. Müsennâ (aynalı/ikili) kompozisyonlar (örneğin ilk kez Edirne Üç Şerefeli Câmi portalinin sağ-sol kapı yuvaları üzerinde uygulanmıştır (Resim 12). Daha sonra İstanbul Murad Paşa ve Kılıç Ali Paşa câmileri (Resim 15) ile Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyun’da sevilerek tercih edilmiştir), dâirevî kompozisyonlar (Tokat Hâtûniye Câmii taç kapısında ve Geyve Sultan Bâyezid Köprüsü’nde olduğu gibi) ve Anadolu Selçuklu kitâbelerinin başında dönemin hükümdarının yaptırdığına işâret olarak konulan “es-Sultânî” ifadelerinin yerini alan Osmanlı’nın klasik dönem mimarîsindeki padişah tuğraları (İstanbul Nişancı Mehmed Paşa Câmii tâmir kitâbesindeki (Resim 17) gibi) bu farklı kompozisyonların oluşumuna ve gelişimine örnektir.

Mimarîdeki celî sülüs yazı, Osmanlı mimarîsinde en çok kullanılan ve özellikle Şeyh Hamdullah (ö. 1520), Ahmed Karahisârî (Resim 16) (ö. 1556), Hâfız Osman (ö. 1698), İsmâil Zühdü (ö. 1806), Şevki Efendi (ö. 1887), Mustafa Râkım (ö. 1826), Mahmud Celâleddin (ö. 1829), Kazasker Mustafa İzzet Efendi (ö. 1876) ve Sâmi Efendi (ö. 1912) ’lerin üstün gayretleriyle gelişimini tamamlayıp olgun ölçülerine ulaştırılmıştır.[17] Bu dönemden sonra Kâmil Akdik, Necmeddin Okyay (ö. 1976) ve Hâmid Aytaç (ö. 1982) gibi sanatkârlar ve talebeleri sayesinde günümüzde inşâ edilmiş İstanbul Şişli Câmii, Ankara Kocatepe Câmii gibi yapılar da celî sülüs yazı türüyle süslenmiştir.

Celî Ta’lik: Her harfi yuvarlak olan ve içinde düz harf bulunmayan yazı türüdür. Harfler yer yer incelerek kalınlaşır ve sağa doğru meyillidir. Her türlü hareke ve işâretten uzak olup sade görünümlüdür.

Şimdiye kadar yapılan araştırmalar sayesinde Türk mimarîsinde celî ta’lik yazının ilk kullanıldığı yapılar Edirne Dâru’l-Hadis Câmii (1435) ve Edirne Selçuk Hâtun Mescidi (1455) inşâ kitâbeleri olduğu tespit edilmiştir.[18] Ancak bunlar oldukça ibtidâî halde olup ölçüleri tam oturmamıştır. Fakat ta’lik yazının başlangıçtaki durumu ile XX. yüzyıla kadar geçireceği gelişimi takip etme açısından bu kitâbeler önem taşımaktadır.

Celî ta’lik yazı, XVI. asırda inşâ edilen İstanbul Sokollu Mehmed Paşa Çeşmeleri (1568, 1569 ve 1570 tarihli üç çeşme), İstanbul Küçük Emir Efendi Türbesi (1528) gibi yapılar başta olmak üzere Kânûnî Sultan Süleyman devrinden itibaren câmi, medrese, çeşme, sebil, saray, mektep ve mezar taşı gibi birçok mimarî eserde yoğun biçimde tercih edilmiştir. Örneğin İstanbul Fâtih Nişancı Mehmed Paşa Câmii tâmir (Resim 17) kitâbesi, Beşiktaş Dolmabahçe Câmii, Tophâne Câmii, Kapalı Çarşı Nûr-i Osmâniye Kapısı üzerindeki tamir kitâbesi ve İstanbul Kirazlıbend 1818 tarihli inşâ kitâbesi (Resim 18), Yıldız Sarayı Câmii bahçesindeki Saat Kulesi, Dolmabahçe Sarayı inşâ kitâbesi sayılabilir.

Osmanlı mimarîsinde celî ta’lik yazının kullanımına ve gelişmesine yön veren belli başlı yazı sanatkârları arasında özellikle Üveysî Osman Efendi (Resim 17), Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi, Yesârî Mehmed Efendi, Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi, Mustafa Râkım (Resim 18) ve Sâmi Efendi zikredilebilir.

Rik’a: Osmanlı yazı sanatkârlarının icâdı olan rik’a yazısı, dîvânî yazının dikey harflerinden bazılarının küçülmesi, sadeleşmesi, kavis ve meyillerinin azalması yoluyla elde edilmiştir.[19] Harflerin noktalarının çizgi hâlinde konulması ve harekelerinin olmaması, rik’a yazının süratli yazabilmek amacıyla tercih edilme sebebi olmuştur. İlk örneklerine XVIII. asrın ortalarında rastlanan rik’anın Dîvân-ı Hümâyun’da doğduğu, genellikle günlük yazışma ve müsveddelerde kullanıldığı bilinmektedir. XX. yüzyılın başlarında belli kâidelere göre yazılan rik’a, bu tarihlerde Mümtaz Efendi (ö. 1871) ve İzzet Efendi (ö. 1903) rik’ası adlarıyla iki ayrı koldan gelişip ölçülü ve sanat değeri ifade eden bir yazı hâline getirilmiştir.

Rik’anın Türk mimarî eserlerinde kullanımı, celî sülüs ve celî ta’like oranla çok azdır. Özellikle Sultan II. Mahmud’dan sonra ve Sultan II. Abdülhamid döneminde onarılan yapılarda, çeşmelerde ve mezar taşlarında sıkça görülmektedir. Örneğin İstanbul Dizdariye Câmii’ne ait onarım kitâbesi, Aksaray Çeşmesi, Beşiktaş İbrâhim Paşa Câmii kitâbesi, rik’a yazının kullanıldığı mimarî eserlere örnek gösterilebilir.

2. Yazılarda Kullanılan Dil

Türk mimarî eserlerindeki yazılarda, dönemlerine göre farklı olarak Arapça, Farsça ve Türkçenin kullanıldığı gözlenmektedir. Karahanlılar devrinde inşâ edilmiş Ribat-ı Melik’te ve Gazneli yapısı olan Leşker-i Bâzâr Sarayı kabul salonunda tezyînî kûfî ile yazılmış Farsça ilk kitâbe örneklerine rastlanmaktadır.[20] Diğer yapılarda ise Arapça’ya yer verilmiştir.

Anadolu Selçuklu yapılarında da çoğu kitâbenin Arapça olarak yazıldığı, pek azının ise Farsça olduğu sonucuna varılmıştır. Örneğin Konya Alâaddin Câmii avlu duvarındaki yuvarlak çini madalyonun ortasında, II. Kılıç Arslan Türbesi külâhı altındaki ikinci kuşakta, Mevlânâ Türbesi içinde Mevlânâ’ya ait ahşap sanduka üzerinde, Sâhib Ata Türbesi içinde pencere alınlıklarında ve I. İzzeddin Keykâvus Türbesi’nin kapı kemerinde Farsça kullanılmıştır. Diğer yapılardaki yazıların tamamı Arapça olup, Türkçe kitâbeye rastlanmamıştır.[21]

Osmanlı’nın erken döneminde Arapça’nın yanı sıra Türkçe kitâbelerle de karşılaşılmaktadır. Amasya Gümüş’te Hacı Halil Paşa Medresesi (1413-1415) ’nin pencere alınlıklarında, Bursa Umur Bey Câmii (1460) kuzey cephesindeki taş vakfiyede, Çanakkale Çardak Yâkub Bey Hanı (1462-1464) inşâ kitâbesinde, Bursa Mihraplı (Nilüfer Hâtun) Köprüsü inşâ kitâbesinde, Germiyanlı Beyliği’ne ait Kütahya Yâkub Bey İmâreti taş vakfiyesinde tamamen Türkçe kullanılmıştır. Farsça kitâbeler ise Topkapı Sarayı Çinili Köşk (1472) inşâ kitâbesi, Tokat Fîruz Ağa Hamamı (1489) inşâ kitâbesi, Amasya Gümüşlü Defterdar Ahmed Bey Câmii inşâ kitâbesi, Tire Hoca Emir Câmii (1498) ve Bursa Yeşil Câmi’nin mihrâbı, tabhâneleri ile hünkâr mahfilinde yer almaktadır.

Çoğu zaman dil kurallarına uygunluk bulunmayan bu kitâbelerden İstanbul Fâtih Câmii, Bursa Sultan II. Murad Türbesi, Amasya Sultan II. Bayezid Câmii, Geyve Sultan II. Bâyezid Köprüsü gibi bazılarının oldukça edebî bir lisanla yazıldığı dikkat çekmektedir.

Sultan II. Murad devrinin sonuna doğru kitâbelerde ebcedle tarih düşürme geleneği ve manzum ifadeler yer almaya başlamış, Fâtih ve II. Bayezid zamanında kullanımı hızla artmış ve klasik dönemin belirgin ve vazgeçilmez özelliği hâline gelmiştir. Tespitlerimize göre ebcedle tarih düşürülen ve manzum olarak yazılan ilk kitâbe, Edirne Sultan II. Murad (Murâdiye) Câmii inşâ kitâbesidir.[22] Böylece mimarîdeki yazılarda şâirlerin beyitleri etkili olmaya başlamıştır. Buna paralel olarak Osmanlı mimarîsindeki yazılarda Türkçe’nin kullanımı diğer dillere oranla yaygınlaşmıştır. Sürûrî, Sadrazam Râgıp Paşa, Şâdî (Yekçeşm Hüseyin Ağa), Mîrî, Nüzhet, Hâfız, Zîver, Aynî, Şâkir, Muhtâr gibi daha birçok şâirin şiirleri mimarî eserlere yansımıştır.

3. Türk Mimarîsindeki Yazıların İçeriği

Mimarî yapılardaki yazıların metin ve mekân seçimi incelendiğinde, hat sanatının en önemli amaçlarından biri olan şekil ve mânâ bütünlüğüne özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Yazıların, mimarî eserleri tarihlendirmede, kimliklerini ve işlevlerini tespit etmede taşıdığı fonksiyon kadar, yapı türünü belirlemeye ve insanın fert ve toplum hayatını da düzenlemeye yönelik mesajları içeren ibârelerden meydana geldiği görülmektedir. Bu anlamda Türk mimarîsindeki yazıların amacının, salt bir dekorasyon ve süsleme olmadığı ortaya çıkmaktadır.

3.1. Âyet-i Kerîmeler

Türk mimarîsinin çoğunda Kur’ân-ı Kerim’den seçilmiş âyetler yazılmıştır. Yapı türüne ve yapının işlevine yönelik âyetlerin seçimi, onların sadece mimarî eseri süslemeye yönelik olmadığını göstermektedir. Tevbe ve Cin sûrelerinin 18. âyetleri genellikle câmi ve mescitlerin giriş kapısı alınlıklarına yazılmıştır. Bu âyetlerde Allah için mescit inşâ etmenin fazîleti ve mescit îmar eden kişilerde Allah’a ve âhiret gününe iman, namazı dosdoğru kılma, zekâtı verme gibi özelliklerin bulunmasının gerekliliği, mescitlerin Allah’a ait olduğu ve ondan başkasına yalvarılmaması vurgulanmaktadır. Bu âyetlere örneğin Divriği Ulu Câmi minberinde, Konya Sâhib Ata Câmii portalinde ve Milas Fîruz Bey Câmii taç kapısında yer verilmiştir.

Câmilerin mihraplarında çoğunlukla Âl-i İmrân Sûresi’nin 37.-40. âyetleri yazılmıştır. Osmanlı döneminin sonuna doğru bu âyetten sadece “Küllemâ dehale aleyhâ Zekerriyya’l-mihrâbe” kısmının yazılması gelenekselleşmiş olup, bugün de aynı geleneğin sürdürüldüğü görülmektedir.

Yıldırım Bayezid ve Timur arasındaki savaş sonucunda toplumda meydana gelen dağınıklığı önlemek, devletin siyâsî bütünlüğünü ve istikrarını sağlamak amacıyla Bursa Yeşil Câmi ve Türbe’de, sosyal dayanışma içerikli âyet ve hadislerle Allah’ın varlığına ve birliğine davet eden metinler tercih edilip portal, pencere alınlığı ve söveleri, eyvanlar, kubbe etekleri ve tabhânelere işlenmiş, mihrâba ise zafer ve fethi müjdeleyen Fetih Sûresi yazılmıştır. Osmanlı’da yaşanan Fetret döneminin mimarîdeki yazı metinlerinin seçimine yansıması, daha önce Anadolu Selçukluları ile Moğollar arasında yaşanan ve Anadolu’da meydana gelen siyâsî istikrarsızlığın giderilmesine yönelik anlayışla paralellik göstermekte olup, bunun izleri o dönemde inşâ edilen mimarî yapılardaki yazılarda da görülmektedir. 1258 tarihli Konya İnce Minâreli Medrese’nin portali, benzer olayın en çarpıcı örneğidir (Resim 19). Anadolu Selçukluları’nın ağır Moğol yenilgisinin etkisinde olduğu devrede inşâ edilen bu eserin taç kapısına, Allah’ın büyüklüğünü, affediciliğini konu alan ve inananlara fethi müjdeleyen Fetih ve Yâsin sûrelerinin bir bölümü yazılmıştır. Aynı üslup ve seçim, Konya Sâhib Ata Câmii (1258) ’nin taç kapısında da uygulanmıştır (Resim 11).[23] Böylece hem siyâsî olaylar ve hem de seçilen metinlerin muhtevâsı açısından Yeşil Câmi ve Yeşil Türbe ile İnce Minâreli Medrese ve Sâhib Ata Câmii arasındaki benzerlik tespit edilmektedir.

Aynı anlamdaki konuları işleyen Haşr Sûresi’nin 10.-14. âyetleri de İznik Mahmud Çelebi Câmii’nin harimindeki kuşak yazıda yer almaktadır. Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyun’da İstanbul’un fethine ve kalenin (sarayın) ihtişâmına uygun biçimde Saf Sûresi’nin 13. âyeti ve Bakara Sûresi’nin 201. âyeti müsennâ istifle hakkedilmiştir.

Allah’ın varlığını, birliğini ve eşi-benzeri olmadığını konu alan İhlâs Sûresi, İstanbul Fâtih Câmii’nin revaklı avlusunun dış pencere alınlıklarına, Bursa Yeşil Câmi’nin eyvanlarına ve son dönemlerde ise İstanbul Şişli Câmii’nin pencere alınlıklarına işlenmiştir.

Türbe ve lahitlerde ise Âyete’l-Kürsî adıyla bilinen Bakara Sûresi’nin 255. âyeti yer almaktadır. Allah’ın sıfatlarının sayıldığı bu âyet, Bursa Devlet Hâtun ve Yeşil Türbe’deki Selçuk Hâtun’un lahitlerinin üzerine yazılmıştır. Bu âyetin Ahlat ve Erciş Çelebibağ mezar sandukalarında da tezyînî kûfîlerle işlendiği dikkati çekmektedir. Bunun dışında Ankara Arslanhâne ile Beyşehir Eşrefoğlu câmilerinin mihraplarında, Birgi Ulu Câmi’nin portalinde ve Kayseri Huand Hâtun Türbesi’nde de aynı âyetin tercih edildiğine rastlanmaktadır. Ankebût Sûresi’nin 58. âyetinde vurgulanan her canlının ölümü tadacağı ve sonradan Allah’a döndürüleceğine dâir âyet, Bursa Yeşil Türbe’nin pencere alınlıklarına tekrar tekrar yerleştirilmiştir.

3.2. Hadîs-i Şerifler

Türk mimarîsinde âyetler kadar hadis metinlerine sıkça yer verilmiştir. Yapı türüne ve işlevine göre uygun anlam içeren hadisler, yapıların taç kapı, pencere alınlığı, mihrap, minber gibi göze sıkça ilişecek yerlere yazılmıştır.

Mescitlerin ve câmilerin çoğunda, mescit inşâ eden kişiye Allah’ın da cennette bir köşk yapacağını müjdeleyen hadis tekrarlanmıştır. Bununla birlikte insanların en hayırlısının onlara faydası dokunan kişi olduğu; namazı kılmakta ve tövbe etmekte acele edilmesi; kelime-i tevhid cümlesini söyleyenin cennete gireceği; hayırlı işe vesîle olan kişinin onu meydana getiren kimse gibi olduğu; cennetin cömertlerin yurdu olduğu; dünyanın gelip geçiciliği, âhiretin ise ebedîliği; Allah’ı zikretmenin, yatsı ve sabah namazlarına devam etmenin, sadaka vermenin önemi gibi daha birçok konuyu ele alan hadislerin kısa ve zihinde kalabilecek türleri tercih edilmiştir.

1251 tarihli Konya Karatay Medresesi portali, sanki böyle bir amaçla oluşturulmuş bir albüm gibidir. “İşler niyetlere göre değerlendirilir; Hazırlık öğüttür; Harp hîledir; Birlik ve beraberlikte rahmet vardır; Ayrılık azaptır; Din nasihattir; Şeref mal ile cömertlik takvâ iledir; Konuşmaya başlamadan önce selâm verilmelidir; Borç dînin utancıdır; Tedbir hayatın yarısıdır; Sevgi aklın yarısıdır; Kötülük karanlıktır; Müsâmaha ve hoşgörü kazançtır; Güven kötü zannı yok eder…” anlamında hem dînî ve hem de dünyevî ihtiyaçlara yön veren kısa ve özlü metinlerle donatılmıştır.[24]

Özellikle bazı medreselerin ihtisas amacıyla inşâ edildiği, seçilen hadis metinlerinden anlaşılmaktadır. Örneğin Kayseri’de 1267 tarihli Sâhib Ata Medresesi taç kapısında “Hz. Peygamber (as), ‘Dinde fıkıhtan daha üstün bir şey yoktur. Şeytana karşı tek bir fakih, bin âbidden daha çetindir. Her şeyin bir direği vardır; bu dînin direği de fıkıhtır’ buyurmuştur” hadîsi,[25] bu yapının, Fıkıh (İslâm Hukûku) ilminin öğretiminin yapılması amacıyla inşâ edildiğine işâret etmektedir.

Hadis metinleri arasında en ilginç olanları ve dönemin güncel olaylarına çözümler üretebilecek ibârelerin yazılmış örnekleri, Bursa Yeşil Câmi ve Türbe’de yer almaktadır. Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki savaş sonrasında meydana gelen Fetret devrinin yaralarının sarılabilmesi, toplumda aç, susuz ve açık kimselerin gözetilmesi, insanlar arasında toplumsal barışın sağlanıp birlik ve bütünlüğün tekrar canlandırılması, devlet ve millet olarak dimdik ayakta olunduğunun vurgulanması amacıyla Yeşil Câmi ve Türbe’nin mimarî prestijine verilen önem, yazılarının anlam bakımından seçiminde de görülmektedir. Bu maksatla komşuya ve misafire ikramda bulunma, aç ve sefil durumdaki kimselere bol bol sadaka verme, insanlara cömertçe ve yumuşaklıkla muâmele etme, Allah’ı çokça zikretme ve onun ihsan ettiği nimetleri hatırlama konulu hadisler, yapının portaline, pencere alınlıklarına, eyvanlarına, harim duvarlarına, kubbe eteklerine uzun kuşaklar hâlinde ve farklı malzeme ve yazı türleriyle işlenmiştir. Böylece yazı sanatının ana hedeflerinden biri olan şekil ve anlam bütünlüğü vasıtasıyla insanlığa verilecek mesaj en güzel şekilde sunulmuştur.

Türbe ve mezar taşlarında ise dünyanın fânî, âhiretin bâkî olduğu, dünyaya fazla önem verilmemesi gerektiği, kabir ziyaretinin ölümü hatırlatmadaki faydası bakımından serbest bırakıldığı, mü’minlerin ölmeyip sadece bu dünyadan diğerine göç ettiği anlamlarını içeren hadislere yer verilmiştir.

3.3. Esmâ-i Hüsnâ ve Çâryâr-ı Güzîn Levhaları

Allah’ın 99 ismini ihtivâ eden ibârelerin de mimarîde kullanıldığı görülmektedir. Allah, Muhammed ve Çâryâr-ı güzîn isimleri (Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, nâdiren Hasan ve Hüseyin) bazen tek halde, kimi zaman da tamamı bir arada kullanılmıştır. Bu ibâreler çoğu zaman ma’kılî yazı türüyle yapıların dış cephelerinde, pencere sövelerinde, ahşap kapı ve pencere kanatlarında, minâre kâidelerinde işlenmiştir. Aksaray Sultan Hanı taç kapısında ve Bursa Yıldırım Câmii pencere sövelerinde sadece Ali, Beyşehir Eşrefoğlu Câmii ahşap minber kapısında ise tamamı birlikte yer almaktadır. Bunların yazılmasındaki amaç, Allah’ı, Peygamber’i ve ashâbın önde gelenlerini hatırlamak, saygı göstermek ve örnek almaktır. Osmanlı’nın klasik dönem mimarîsinde ise özellikle câmilerin kubbe pandantiflerine celî sülüs yazı türüyle ve kalemişi tekniğiyle işlenmesi gelenekselleşmiştir.

3.4. Duâlar

İnsanoğlu, ne kadar yüksek makam ve mevkide bulunsa ve mal-mülk sahibi olsa da inancının gereği olarak kendisine bu nimetleri veren yaratıcısına duâ, yakarış, kulluk ve sığınma ihtiyacı duyar. Kitâbelerde de yapıları inşâ ettiren bânîlerin bu tür duâ cümlelerine yer verdiği görülmektedir. Sultan

II. Murad’ın inşâ ettirdiği Edirne Murâdiye Câmii’nin mihrâbındaki bordürün sağında alttan yukarı düz olarak, solunda ise ters halde, Üç Şerefeli Câmi’nin de revaklı avlusunun pencere alınlıklarındaki çinilere “Allâhümme tekabbel mine’s-Sultân Murad Hân bin Muhammed Hân” duâ cümlesi işlenmiştir. 1488 tarihli Kütahya Hisarbeyoğlu Mustafa Bey Câmii’nin kitâbesinde bânî, eserin yıkılmaktan ve yanmaktan muhâfaza buyurulmasını Allah’tan niyaz etmektedir.

Çelebi Mehmed döneminin siyâsî bütünlüğüne ve devletin ebedîliğine duyulan ihtiyaç, Bursa Yeşil Câmi’nin tabhânelerindeki çinilere bedduâ ifadeleriyle yansımıştır. Burada “imâretin ebedî devamı ile sahibinin düşmana karşı zafer kazanmasını engelleyen ve devletin pâyidâr olmamasını dileyen bulunursa, dünyada kahrolması için” bedduâ edilmektedir (Resim 20).

Samsun Kalesi’ne ait kitâbe de muhtevâ bakımından bedduâ içermektedir. Burada Pontus Rumları ile Türkler arasındaki savaş sonrasında, yenilen Rumlar’ın kalesinin tahrip edilmesi emredilmekte, sonradan onarmak isteyen kişilerin Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetine uğraması için bedduâ edilmektedir.[26]

Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi kitâbelerinde padişahların, vezirlerin ve bânîlerin isimlerinden sonra devletin ve yönetimin devamını dileyen duâlar da bulunmaktadır.

3.5. Mimarî Yapıyla İlgili Bilgiler

Türk mimarîsindeki yazıları içeriklerine göre âyet-i kerîmeler, hadîs-i şerifler, esmâ-i hüsnâ ve duâ cümleleri gibi sınıflandırdıktan sonra, mimarî yapı hakkında bilgi veren yazıları da inşâ ve bânî kitâbeleri, tâmir ya da yenileme kitâbeleri, mimar ve sanatkâr kitâbeleri, taş vakfiyeler ile vergi ve ferman kitâbeleri şeklinde değerlendirmek mümkündür:[27]

3.5.1. İnşâ ve Bânî Kitâbeleri

Bir mimarî eserin kimin tarafından, ne zaman ve hangi amaçla yaptırıldığı, işlevine yönelik bilgilerin yer aldığı kitâbelerdir. Özellikle Osmanlı döneminde Fâtih-Kânûnî devirlerine kadar inşâ ve bânî kitâbelerinin tipolojisi sâbit ve klişeleşmiş özellikler göstermektedir. Öncelikle yapının yaptırılmasını emreden “Emera, amera, benâ, bede’e 1i-binâ’i hâze’l-binâ, rassasa, essese, vaka‘a hâze’l-binâ’e imâreten, ecrâ, temme hâze’l-binâ” gibi fiillerle başlamaktadır.

İnşâ fiillerinden sonra yapının türü ya da işlevini ifade eden câmi, mescit, imâret, medrese, han, köprü, türbe, çeşme gibi kelimelerden oluşmaktadır. Köprü için “Kantara, cisr”, türbe için “ravzâ, buk‘a, kubbe, türbe”, çeşme için “‘ayn, sikâye”, kale için “hısn, kal‘a”, han için “ribât, hân” gibi kelimeler tercih edilmiştir.

Yapının işlevinden sonra kitâbelerde dönemin padişâhı bütün hükümranlık sıfat, lakap ve unvanlarıyla yer alıp isminin ve soy silsilesinin sonunda yönetiminin devamı için duâlar bulunmaktadır. Şâyet eser bizzat padişah tarafından yaptırılmamışsa, “Filan hükümdârın yönetimi günlerinde” ifadeleri kullanıldıktan sonra asıl bânînin adı, unvanı ve lakabı yer almaktadır. Bazen dönemin padişâhı zikredilmeden doğrudan yaptıran kişinin ismine de geçilebilmektedir. Kitâbelerde, Selçuklu sultanlarının şu unvanları kullandıkları görülmektedir: “es-Sultânü’l-A‘zam (En Büyük Sultan), es- Sultânü’l-Mu‘azzam (Yüce Sultan), Ebu’l-Feth (Fethin Babası), es-Sultânü’l-Kâhir (Yok Edici Sultan), es-Sultânü’l-Gâlib (Gâlip/Yenen/Üstün Gelen Sultan), Şâhenşâh (Şahlar Şâhı), Gıyâsü’d-Dünyâ ve’d-Dîn (Dünyanın ve Dînin Yardımcısı), ‘Izzü’d-Dünyâ ve’d-Dîn (Dünyanın ve Dînin Şeref Kaynağı), ‘Alâü’d-Dünyâ ve’d-Dîn (Dünyanın ve Dînin Yücesi), Ruknü’d-Dünyâ ve’d-Dîn (Dünyanın ve Dînin Direği), Burhânü Emîri’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Emîrinin Delîli), Nâsıru Emîri’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Emîrinin Yardımcısı), Kasîmü Emîri’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Emîrinin Ortağı) ” gibi. Ayrıca Vezir, Bey gibi diğer devlet adamlarına ait “Atabey, Hacib, Emîr-i Âhur, Sâhib, Sâhibü’l-A‘zam, Hâcibü’l-Ecel, Sâhibü’d-Dîvân, Melikü’l-Ümerâ, Emîru’l-A‘zam” gibi unvanlar da geçmektedir. İstanbul Fâtih Câmii inşâ kitâbesinde ise Sultan Fâtih Mehmed’den itibaren Osman Gâzi’ye kadar Osmanlı padişahlarının silsilesi sayılmaktadır.

Klasik tarz kitâbelerde, bânî adı ve duâ cümlelerinden sonra gün, ay, yıl sıralamasına uygun biçimde çoğu zaman yazıyla yapının inşâ tarihi verilmektedir. Beylikler dönemi ve sonrasında rakamla tarih verme artmaya başlamıştır. Kimi zaman da hem yazı ve hem de rakamla tarihlerin yazıldığı görülmektedir.

Sultan II. Murad dönemi sonlarına doğru inşâ ve bânî kitâbelerinin bu klasik ve klişeleşmiş biçimi yavaş yavaş yerini manzum şekle bırakmıştır. İlk örneği Edirne Murâdiye Câmii inşâ kitâbesinde görülen bu uygulama ile inşâ kitâbelerine artık şiir de dâhil olmuştur. Bununla birlikte ebcedle tarih düşürme geleneği yaygınlaşıp rakam ve yazıyla tarih verme geleneği nispeten azalmıştır. Amasya ve Edirne Sultan Bâyezid Câmii inşâ kitâbeleri, İstanbul Murad Paşa, Davud Paşa, Mahmud Paşa ve Üsküdar Rum Mehmed Paşa câmileri ile Üsküdar Sultan III. Ahmed Çeşmesi (1728-29) (Resim 21) gibi daha birçok yapının kitâbesinde ebcedle tarih düşürülmüştür. Bu usul, Osmanlı’nın sonuna kadar hem mimarî yapılarda ve hem de mezar taşlarında yaygın biçimde kullanılmıştır.

3.5.2. Tâmir ya da Yenileme Kitâbeleri

Yapıların zaman içinde geçirdiği deprem, yangın gibi doğal âfetlerle tahrip olması sonrasında gerçekleştirilen onarım veya tamamen yenilenme durumları için yazılan kitâbelerdir. Bu tür kitâbeler, inşâ ve bânî kitâbeleriyle aynı üslupta olup tek farkı, onarımı ve yenilemeyi emreden “‘Ammera (tâmir etti), ceddede (yeniletti), emera bi-tecdîdi (yenilenmesini emretti) ” gibi fiillerle başlamasıdır.

Bursa Orhan Câmii ile Kütahya Yâkub Bey İmâreti’nin onarılmasına dâir kitâbelerde tâmirini gerektiren sebep açıkça yazılmıştır. Örneğin, kitâbesine göre Bursa Orhan Câmii’nin ilk önce 1339’da inşâ edildiği, sonra “Karamanoğulları’nın câmiyi yakarak tahrip etmesi sebebiyle” 1417’de Çelebi Mehmed’in emriyle Vezîr-i A‘zam Bayezid Paşa tarafından tâmir edildiği anlaşılmaktadır (Resim 22). Kütahya Yâkub Bey İmâreti de kitâbesinde belirtildiği gibi, “mâhiyeti belli olmayan bir fesat sırasında zarara uğramış”, bunun üzerine mütevellî tayin edilen İshak Fakih nezâretinde onarılmıştır.

3.5.3. Mimar ve Sanatkâr Kitâbeleri

Yapılarda rol alan mimar, mühendis, bennâ (mimar), sengtraş (taş ustaları), neccâr (marangoz ve ahşap ustaları), nakkâş (kalemişi veya kapıdaki bütün süsleme ögeleriyle uğraşan ustalar), kâşî (çini ustaları), hattât, kâtip (yazı ustaları) ve şâir gibi daha birçok sanatkârın adı bazen inşâ kitâbelerinin içinde, kimi zaman da ayrı bir kitâbe ile belirlenmiştir.

Anadolu Selçuklu dönemi mimarlarından Kâluk b. Abdullâh’ın adı, Konya Sâhib Ata Câmii portalinde ve Ilgın Kaplıcası inşâ kitâbesi ortasında, bennâ (mimar) Hacı b. Mûsâ’nın adı İznik Yeşil Câmi kapısında, neccâr (ahşap ustası) Mehmed b. Abdülazîz b. ed-Dükkî’nin adı Bursa Ulu Câmi minberinde, mimar muallim Ebû Bekir b. Muhammed ed-Dimeşkî’nin adı Amasya Bayezid Paşa Câmii ve Merzifon Çelebi Mehmed Medresesi inşâ kitâbesinde, nakkâş Ali b. İlyas Ali’nin adı Bursa Yeşil Câmi’de, hattat Ali b. Yahyâ es-Sûfî’nin adı İstanbul Fâtih Câmii, Topkapı Sarayı ve Amasya Sultan Bayezid Câmii inşâ kitâbelerinde, Osmanlı’nın klasik dönem mimarîsine damgasını vuran Mimar Sinan’ın adı “Amel-i Yûsuf bin Abdullah” imzasıyla İstanbul Büyükçekmece Köprüsü kitâbesinde (Resim 23) ve mimar Dalgıç Ahmed Ağa’nın adı Sultan III. Murad Türbesi ahşap kapısında geçmektedir.[28]

3.5.4. Taş Vakfiyeler

Türk milletinin toplumsal dayanışmasını gösteren vakıf müesseseleri, başta padişahlar, vezirler, diğer devlet yöneticileri ve zengin kişiler tarafından Yaratan’ın insanoğluna bahşettiği nimetlerden O’nun hoşnutluğunu kazanmak ve öldükten sonra kendi adına hayır duâ okutmak amacıyla inşâ edilmiştir.

Vakıf sahipleri, toplumun istifadesine arz ettikleri mal varlıklarının uzun yıllar ayakta kalabilmesi, gelirlerinden ve işlevlerinden faydalanılabilmesi için, günün ihtiyaçlarına göre birtakım dînî ve ictimâî şartlar koymuşlardır. İşte bu amaç doğrultusunda vakıf mallarının korunması, yaşatılması ve fonksiyonlarının eksiksiz gerçekleştirilebilmesi için vakıf sahiplerinin, kendi arzularına göre hazırlayıp kadılara ve şâhitlere onaylattırdıkları hukûkî belgelere ve yönetmeliklere vakfiye denmektedir.[29] Taş vakfiyeler ise, bu vakfiyelerde yer alan ve daha çok onların özetini içeren bilgilerin taş ya da mermere hakkedilerek doğrudan yapının üzerine konulmuş türleridir. Bu anlamda taş vakfiyeler, bir bakıma kitâbe teriminin de içinde yer almaktadır.

Taş vakfiyeler, muhtevâ olarak vakıf sahibinin kimliğini, amacını, yapıların işlevinin nasıl ve kimler tarafından yürütüleceğini, maddî kaynakların nereden temin edileceğini, amaca uygun hareket edenlerin sevap, aksine davrananların ise bütün varlıkların lânetine ve bedduâsına müstehak olacağını bildirmektedir. Böylece taş vakfiyeler, yapıların üzerinde yer alıp diğer vakfiyelere göre birer taşınmaz belge niteliği göstermektedir.[30]

Vakfedilen malın kalıcı ve devamlı olma özelliğiyle bir bakıma özdeş olan taş vakfiyelere, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminin mimarî yapılarının yanı sıra az da olsa mezar taşlarında rastlanmaktadır. Yapılarda taş vakfiye bulunan örnekler arasında 1271 tarihli Sivas Burûciye Medresesi, Konya Sadreddin Konevî Câmii (1271), Bolu Mudurnu Yıldırım Bayezid Hamamı (1382), Ankara Ahi Yâkub Câmii (1392), Kütahya Yâkub Bey İmâreti (1411), Tokat Hamza Bey (Çekenli) Câmii (1412), Amasya Bayezid Paşa Câmii (1414), Karaman İbrâhim Bey İmâreti (1433), Bursa Umur Bey Câmii (1461), İstanbul’da Bâlî Paşa Câmii (1592), İstanbul Vefâ Defterdar Âtıf Efendi Kütüphânesi (1741), İstanbul İstinye Neslişah Sultan Câmii, İstanbul Sultan Ahmed Câfer Ağa Medresesi (1844-1846 tarihli), Bağdat Mercan (Örtme) Han (1358), Mardin Latîfiye Câmii (1371), Erzurum Yâkutiye Medresesi ve Diyarbakır Ulu Câmii (XVI. yy) de sayılabilir.[31]

Örneğin Diyarbakır Ulu Câmi’nin avlusundaki Arapça yazılmış taş vakfiyede “Bağışlayıcı ve merhamet edici olan Allah’ın adıyla. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’e salât ve selâm olsun. Diyarbakırlı (Âmidî) Seyyid Şemseddin oğlu, saygın ve değerli insan Seyyid İbrâhim, Amid şehrinde Uzunçarşı’daki bütün dükkânlarını ve on iki bin gümüş parayı vakfetmiştir. Dükkânların satışından elde edilen para ile câmide içenlere sebil su dağıtılacaktır. Buz ve kar ile soğutulmuş su, Haziran ayının ilk gününden itibaren doksan gün mevcut olacaktır. Mütevellî, imamdır. Buz ve kar ücreti ve mütevellî ile sâkînin ücretleri vakfiyede belirlenmiştir. Bu câminin suyundan içenlere Allah rahmet eylesin” anlamındaki cümleler yer almaktadır.[32]

Yine İstanbul Vefâ Defterdar Âtıf Efendi Kütüphânesi’ndeki 1741 tarihli Türkçe taş vakfiyede ise “Kütüphâneye üç hâfız-ı kütüb tâyin edildiği ve bunların kendi yerlerine vekil bırakamayacakları; kitapları istinsah (çoğaltma) amacıyla rehn etseler bile kesinlikle kütüphânenin dışına çıkaramayacakları; bu kişilerin kütüphânenin yanında bulunan lojmanlarda ikâmet edecekleri; hâfız-ı kütüblerin sürekli kütüphânenin hizmetinde bulunmaları ve buradan ayrılamayacak oluşları sebebiyle müderris, kadı, imam, müezzin gibi ikinci bir göreve sahipler arasından seçilmemesi gerektiği; kütüphânenin Salı ve Cuma günleri dışında haftanın beş günü hizmet vereceği; açık olduğu günlerde güneşin doğuşundan bir saat sonra açılıp, güneşin batışına iki saat kalınca kapatılacağı” tarzında bilgiler yer almaktadır.

Özetle taş vakfiyeler, mimarîdeki yazılar arasında güncel hayatın, toplumsal dayanışmanın, günlük çalışma prensiplerinin ayrıntılarını anlamak ve hayır sahiplerine sürekli duâda bulunmak için ayrıntılı bilgiler içeren önemli belgelerdir.

3.5.5.  Vergi ve Ferman Kitâbeleri

Mimarîdeki yazılar ya da bir başka ifade ile kitâbeler, sadece yapı hakkında bilgi veren, onları tarihlendirmeye yardımcı olan elemanlar değildir. Bu fonksiyonlarının yanı sıra zaman zaman halkı ve toplumu bilgilendirme, uyulması gereken hükümler, ödenmesi istenen ya da devletin kaldırdığı vergiler, savaş ve barış anlaşmaları, salgın hastalıklara karşı tedbirler gibi konular da kitâbelere yazılıp binâ üzerine asılmışlardır.

Bu amaçla Anadolu Selçuklu, Beylikler, İlhanlı ve Osmanlı dönemlerine ait vergi ve ferman içeren kitâbelere rastlanmaktadır. Artuklu dönemi yapısı olan Harput Ulu Câmi avlusunun kuzey duvarındaki vergi kitâbesi 1156-57 tarihli olup, örnekleri arasında en eskisidir. Kûfî yazı türüyle ve oyma tekniğiyle 11 satır hâlinde Arapça yazılmış kitâbede, Artukoğlu Kara Aslan’ın şehrin emniyeti için âciz kimselerden bâc, öşür, tartılan ve başka ölçü ile satılan şeylerden alınan vergilerin kaldırılmasını emrettiği belirtilmektedir.[33]

Aynı şekilde Diyarbakır Ulu Câmi avlusunda II. Gıyâseddin Keyhüsrev’e ait 1241 tarihli kitâbede “Allah’a hamd olsun ki, kaygımızı giderdi. Amid halkına bir lutuf te’yid olunmuş, mübarek bir sadaka olarak Su kapısı (Mardin kapısı), Rum (Urfa) kapısı, Yeni kapı (Evsel kapısı) bahçelerinin haracının kaldırılması hususunda Sultan Gıyâseddin’in en büyük ve yüksek emirleriyle bu kitâbe buraya yazıldı. Allah onun saltanatını devamlı kılsın. Bunu işittikten sonra tebdil edenin günahı kendisine olsun. Allah gören ve bilendir. Hâkim devletin devamı müddetince uygun duâları Cenâb-ı Hak kabul eder. Bu iş 639 senesinde meydana geldi…”[34] cümleleriyle harac vergisinin kaldırıldığı ilân edilmektedir. Aynı yapıda Artuklu hükümdarı Melik Sâlih’in 1331 tarihli yine vergilerin kaldırılmasına yönelik bir kitâbesi mevcuttur.[35]

İlhanlılar devrinde Gazan Mahmud Han, yaptığı vergi düzenlemelerinin maden, taş veya tahta levhalara yazılmasını emretmiştir. Bu çerçevede Ankara, Kırşehir ve Ani şehri yapılarında bulunan kitâbelerde kaldırılan vergiler ve hükümlerin aksine davrananlar hakkındaki cümleler halka tebliğ edilmektedir.[36]

Osmanlı döneminde birisi saldırı ve yağmalama olayları, diğeri ise kolera, tifo gibi salgın hastalıkları içeren iki kitâbe bulunmaktadır. Bunlardan ilki, 1548 tarihli olup Bayburt’un Çayıryolu (Sünür) köyünde bulunmakta, İran Şâhı Tahmasp’ın Erzurum, Tercan, Bayburt ve Erzincan yöresine ânî hücumlarla halkın mallarını, hayvanlarını yağmalama ve binâlarını yakıp yıkmasını dile getirmektedir.[37] İkincisi ise 1915 tarihli olup Edirne’de toplum arasında tehlikeli boyutlara ulaşan tifo, humma, kolera gibi salgın hastalıkları ifade eden ve çeşme üzerine yerleştirilmiş kitâbedir.[38]

Bunların dışında Osmanlı döneminde de halktan alınması ya da kaldırılması istenen bazı vergilerle Sultan IV. Mehmed’in fermanları Erzurum Lala Mustafa Paşa Câmii son cemaat yerine (1671 tarihli ferman)[39] ve Diyarbakır Ulu Câmi avlusu duvarına[40] celî sülüs yazı türüyle hakkedilmiştir.

Bayburt Ulu Câmi’nin son cemaat yerinde, celî sülüsle yazılmış fermanda da “yerli kişilerden nâib ve kâtib olmak yasaklanmışken, yerli olan Abdullah adlı şahsın her tayin olunan kadıya nâib ve kâtib olup, ehl-i örf tâifesi ile iş birliği yaparak reâyâya zulm etmesi sebebiyle ilgilinin görevden alınması” istenmektedir.

3.5.6. Mezar Taşlarındaki Yazılar

Bir milletin varlığını sürdürmesi, kendine ait kültürünü devam ettirmesi ile mümkündür. Kendi kültüründen soğutulan, kendi öz değerlerine sahip çıkmayan milletler, başka kültürlerin ve milletlerin sömürgesi olmaya mahkûmdurlar. Bu sebeple Türk-İslâm dönemi mezar taşları, millî kültürümüzün nesiller boyunca devam edegelmiş belgeleridir. Onlar, halkın duygu ve düşüncelerinin, sanat zevkinin günümüze kadar ulaşan akisleridir. Mezar taşları, sadece o milletin yayıldığı ülkelerdeki kültür birliğini ortaya çıkarmakla kalmayıp, aynı zamanda mezar taşlarıyla çevrelenen şehirlere, ait oldukları milletin damgasını da vurmaktadırlar. Bu yüzden belki de mezar taşlarının bir bakıma “milletin tapu senedi” anlamını taşıdıkları söylenebilir.

Mimarî formları, değişik hat (yazı) örnekleri, geleneksel süsleme çeşitleri ile mimarlık ve sanat tarihi bilim dallarının araştırma sahasına giren mezar taşları, içerdiği ikonografik anlamlarıyla da din ve mezhepler tarihinin konusu olmaktadır.

Üzerlerinde tarih ibâreleri taşımaları sebebiyle mezar taşları, hem etnografik, hem filolojik hem de sanat tarihi konuları için birer belge niteliği taşımaktadır.[41] Kitâbelerinde Arapça, Farsça ve Türkçenin dil özelliklerinin yanı sıra celî sülüs, kûfî, ma’kılî, celî ta’lik ve rik’a gibi farklı dönemlerde yaygınlaşan yazı türlerinin gelişimine de ışık tutmaktadır. Süsleme sanatı açısından ise hangi motiflerin hangi dönemlerde tercih edildiğini belgelerler. Mezar taşları, orada yatan kimselerin kimliklerini, rütbe ve derecelerini, sosyal statülerini, sanatkârlarının adlarını ve unvanlarını tanımamıza yardımcı olmaktadır.

Yazı sanatının yüzyıllara göre gelişimini mezar taşlarından takip etmek mümkündür. Örneğin Merv şehrinde Büreyde el-Esleme’nin sandukasında celî sülüs ve ma’kılî yazılar,[42] Erciş Çelebibağı[43] ve Ahlat mezar taşlarında[44] yaygın biçimde tezyînî kûfî ve celî sülüs, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde celî sülüs, Osmanlı döneminde ise daha çok celî sülüs (Resim 24), celî ta’lik ve son asırlarda rik’a yazı türleri[45] kullanılmıştır.

Mezar taşları, Türk dili ve edebiyatının da en önemli kaynaklarını oluşturmaktadır. Özellikle Osmanlı dönemine ait örneklerde manzum ve mensur ifadeler yoğunluktadır. Âyet, hadis, vecîze, atasözü, ağıt, temennî, duâ gibi birçok söz, mezar taşlarının içeriğini oluşturmaktadır. Kelimelerin imlâ yapısı, şahısların isimleri, yer adları, halkın meslek dağılımı, zaman içinde değişen tarih ibâreleri gibi birçok konu bu taşlardan takip edilebilmektedir.

Mezar taşlarının farklı alanlar ve araştırmalar için öneminin yanı sıra İstanbul Mevlânâkapı Mezarlığı’nda yer alan “Zâlim avrat elinden fevt olan Hacı Mehmed’in rûhu için Fâtiha” ve İstanbul Süleymâniye Câmii hazîresindeki “Hüve’l-1Bâkî, Beylikçi-i Dîvân-ı Hümâyun Merhûm Mahmûd Râif Efendi’nin vefâtının ertesi günü müteessiren vefât eden ikinci haremi Merhûme Dürrinev Hanım’ın rûhîçün Fâtiha sene 1316 gurre-i Muharrem” örneklerinden de anlaşılacağı gibi, bazı kişilerin duygularını da yansıtması sebebiyle[46] sosyolojik ve psikolojik tahlillere de yardımcı olduğunu söylemek gerekmektedir.

4. Yazılarda Malzeme ve Teknik

Türk mimarîsinde yazı, genel olarak mimarî eserin inşâ malzemesine bağımlılık göstermektedir. İslâm öncesi Türk sanatından beri en çok taş, tuğla, kerpiç, çini, ahşap, mermer, alçı ve metal malzemenin yazılarda kullanıldığı söylenebilir. Yüzyıllara göre ise özellikle Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu yapılarında kerpiç ve tuğla, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde ise taş, ahşap ve mermer malzeme daha yoğun olarak kullanılmıştır.

Yapıların dış cepheleri ve iç mekânlarında farklı yerlerde yazının yer alması, bunların hangi teknikle uygulandığı problemini oluşturmaktadır. Bazı araştırmacılar portallerde tamamlanmamış yazı ve süsleme örneklerinden hareketle ustaların iskele kurarak yapı üzerinde çalıştıklarını söylerken,[47] kimisi de malzemenin inşâ sırasında örgüye girecek şekilde yerde hazırlanıp uygun yere konduğunu kabul etmektedir.[48] Belki de Osmanlı’nın klasik dönemi öncesinde yazıların da ikinci görüşe uygun biçimde işlendiği kabul edilebilir. Fakat özellikle Samsun Havza Yörgüç Mustafa Bey İmâreti, Amasya Yörgüç Paşa Câmii, İznik Çandarlı Hayreddin Paşa Türbesi sandukaları, Edirne Üç Şerefeli Câmi gibi yapıların inşâ kitâbelerindeki yazılarda harfleri sınırlayan kurşun kalem izlerinin varlığı, yazının malzeme üzerine ya hattat ya da taş ustasınca çizilip hakkedildiğini göstermektedir. Klasik dönem sonrasında ise hattatların önce yazı kalıpları hazırlayıp taş-mermer ustalarına teslim ettiği ve yapıya yerleştirdikleri bilinmektedir.

Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu dönemi yapılarında tuğla kullanımına bağlı olarak farklı dizilme ve örme yöntemleriyle ma’kılî ve kûfî yazılar yazılmıştır. Fakat celî sülüs yazılar ise alçı ve tuğlanın eğri kesimiyle işlenmiştir. Çinilerdeki yazıların, çini malzemenin fırınlanma yöntemlerine bağlı olarak, yapıların duvarlarına ve ahşap malzemelere ise kalemişi tekniğiyle yazıldığı söylenebilir.

Göktürk kitâbelerindeki oyma tekniği, Ahlat ve yöresindeki mezar taşlarında da sıkça uygulanmıştır. Ancak özellikle Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde kabartma tekniğinin gittikçe yaygınlaştığı görülmektedir.

Metal malzemeyle kitâbe yazımı, İstanbul Fîruz Ağa Câmii inşâ kitâbesinde ilk kez görülürken,[49] el sanatlarında ise şamdan, kılıç, kalkan, tepsi, tabak, ayna gibi malzemelerde kullanılmıştır.

Sonuç olarak Türk mimarîsinde yazı, başta mimarî eserlerin kimliğini veren bir bilgi ve belge kaynağı olmalarının yanı sıra, devletlerin ve toplumların dil, kültür, tarih ve yaşayış özelliklerini yansıtan ve yapıların estetik bütünlüğünü tamamlayan birer şaheser durumundadır. Bu yönüyle onların sanat tarihi, şehir tarihleri ve genel olarak da Türk tarihi için büyük önem taşıyan güvenilir belgeler olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Abdülhamit TÜFEKÇİOĞLU

Yüzüncüyıl Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 106-119


Kaynaklar:
♦ ALPARSLAN, Ali, “İslâm Yazı Sanatı”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, XIV, İstanbul, 1993, 441-522.
♦ ALPARSLAN, Ali, “Mimarî Yapıların Yazı Sanatı Bakımından Önemi”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, 4-5, İstanbul, 1976-1977, 1-14.ARSEVEN, C., Sanat Ansiklopedisi, V, İstanbul, 1994.
♦ ASLANAPA, O., “İslâmiyet’ten Önce Türk Sanatı”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1972, 295-309.
♦ BARIŞTA, Örcün, “Eyüp’te Bazı Çocuk Mezar Taşları”, I. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, trs., 172-181.
♦ BAYBURTLUOĞLU, Zafer, Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum, 1993.
♦ BAYÇAROV, S., Avrupa’nın Eski Türk Runik Âbideleri, Ankara, 1996.
♦ BAZIN, Louis, “Başlangıcından Bugüne Türk Yazı Dili”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), Cilt 2, Sayı 1, Elazığ 1988, 61-73.BERK, Süleyman, “Fîruz Ağa Câmii Kitâbesi”, Art Decor, Sayı: 90, İstanbul, 2000, 130-133.
♦ BAZIN, Louis, “Eyüpsultan Sınırları İçerisinde Hattat Mustafa Râkım’a Ait Mezar Taşı Kitâbeleri”, III. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, 2000, 242-250.BEYGU, A. Şerif, Erzurum Tarihi, İstanbul, 1936.
♦ BEYSANOĞLU, Şevket, Anıtları ve Kitâbeleri İle Diyarbakır Tarihi, I, Ankara, 1996.
♦ BOMBACİ, A., “Türkler ve Gazneli Sanatı”, (Çev.: Kâmuran Birand), Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi, Ankara, 1962, 87-91.CANTAY, Gönül, “Türkler’de Vakıf ve Taş Vakfiyeler”, XI. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara, 1994, 147-162.CEZAR, M., Anadolu Öncesi Türkler’de Şehir ve Mimarlık, İstanbul, 1977.
♦ ÇAL, Halit, “İstanbul Eyüp’teki Erkek Mezar Taşlarında Başlıklar”, III. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, 2000, 206-226.ÇORUHLU, Yaşar, Erken Devir Türk Sanatının ABC’si, İstanbul, 1998.
♦ ÇAL, Halit, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul, 1995.
♦ ÇAL, Halit, Türk Mitolojisinin ABC’si, İstanbul, 1998.
♦ ÇAL, Halit, “Türk Hayvan Takvimi”, M. Uğur Derman 65. Yaş Armağanı, İstanbul, 2000, 221-252.
♦ DEMİR, Aydoğan, “Bir Mezar Taşının Düşündürdükleri”, Tarih ve Toplum, Sayı: 74, İstanbul, 1990, 40-41.
♦ DERMAN, M. Uğur, “Mezar Kitâbelerinde Yazı Sanatımız”, TTOK Belleteni, 49/328, İstanbul, 1975, 36-47.
♦ DERMAN, M. Uğur, “Selçuklu’dan Osmanlı’ya Celî Sülüs Hattının Gelişimi”, IV. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1995, 91-95.
♦ DIJKEMA, F., The Ottoman Historical Monumental Inscriptions in Edirne, Leiden, 1977.
♦ DOĞAN, M., Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 1996.
♦ DOĞANAY, Aziz, “Eyüp Sultan Câmii Civarındaki Bazı Mezarların Natüralist Üslupta Klasik Devir Süslemeleri”, II. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, 1998, 260-267.
♦ Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (Çağ Yayınları), İstanbul, 1992.
♦ ERGİN, M., Orhun Âbideleri, İstanbul, 1970.
♦ ESİN, Emel, İslâmiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâm’a Giriş, İstanbul, 1978.
♦ GÜN, Recep, Anadolu Selçuklu Mimarîsinde Yazı Kullanımı, (Basılmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Samsun, 1999.
♦ GÜNDOĞDU, Hamza, Erzurum Lala Mustafa Paşa Külliyesi, Ankara, 1992.
♦ GÜNÜÇ, Fevzi, XV-XX. yüzyıl Dînî Mimarîsinde Celî Sülüs Hattı Uygulama ve Teknikleri, (Basılmamış Doktora Tezi, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü), Konya, 1991.
♦ GÜNÜÇ, Fevzi, “Anadolu Selçuklu Mimarîsinde Celî Sülüs Hattı”, V. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1996, 185-198.
♦ HINZ, Walther, “Ortaçağ Yakınşarkına Ait Vergi Kitâbeleri”, (Çev.: F. Işıltan), Belleten, c. XI-XII, Sayı: 53, Ankara, 1949, 775-785.
♦ KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1986.
♦ KARAMAĞARALI, Beyhan, Ahlat Mezar Taşları, Ankara, 1992.
♦ KAZICI, Ziya, İslâm Müesseseleri Tarihi, İstanbul, 1996.
♦ KONYALI, İ. Hakkı, Âbideleri ve Kitâbeleri İle Erzurum Tarihi, İstanbul, 1960.
♦ KUBAN, Doğan, Batıya Göçün Sanatsal Evreleri, İstanbul, 1993.
♦ KUŞOĞLU, M. Zeki, Mezar Taşlarında Hüve’l-Bâkî, İstanbul, 1984.
♦ LAQUEUR, Hans-Peter, Hüve’l-Bâkî, İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları, İstanbul, 1997.
♦ ORAL, M. Zeki, “Harput Ulu Câmi Duvarındaki Vergi Kitâbesi”, VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1967, 140-145.
♦ ORKUN, H. N., Eski Türk Yazıtları, Ankara, 1986.
♦ ÖGEL, Bahattin, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971.
♦ ÖGEL, Semra, Anadolu Selçuklularının Taş Tezyînâtı, Ankara, 1987.
♦ ÖNDER, Mehmet, “Konya’da Karatay Medresesi Portali”, Vakıflar Dergisi, XXV, Ankara, 1995, 267-271.
♦ ÖNKAL, Hakkı, “Osmanlı Türbelerinin Kitâbeleri Hakkında”, Dokuz Eylül Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI, İzmir, 1989, 307-343.
♦ SAYAN, Yüksel, Türkmenistan’daki Mimarî Eserler, Ankara, 1999.
♦ SERİN, Muhittin, Hat Sanatımız, İstanbul, 1982.
♦ SERTKAYA, O., Göktürk Tarihinin Meseleleri, Ankara, 1995.
♦ SERTKAYA, O., “Göktürk Harfli Uygur Kitâbelerinin Türk Kültür Tarihi İçerisindeki Yeri”, Türk Kültürü Araştırmaları, XXVIII/1-2, Ankara, 1992, 325-334.
♦ SÖNMEZ, Zeki, Anadolu Türk-İslâm Mimarîsinde Sanatçılar, Ankara, 1989.
♦ SUBAŞI, M. Hüsrev, “Hat Sanatı ve Tarih Açısından Eyüp Mezar Taşı Kitâbeleri”, I. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, trs., 181-197.
♦ SUNGUROĞLU, İshak, Harput Yollarında, I, İstanbul, 1958.
♦ ŞAHİNOĞLU, Metin, Anadolu Selçuklu Mimarîsinde Yazının Dekoratif Eleman Olarak Kullanılışı, İstanbul, trs.
♦ TEKİN, Talat, Orhon Yazıtları, Ankara, 1988.
♦ TİKA, Orhun (Moğolistan Tarihi Eserleri Atlası), Ankara, 1995.
♦ TOGAN, Zeki Velidi, Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981.
♦ TUNCER, Orhan Cezmi, “Taşın Bezeme Şekli Üzerine Düşünceler”, VII. Vakıf Haftası, Ankara, 1990, 231-247.
♦ TURAN, Osman, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941.
♦ TÜFEKÇİOĞLU, Abdülhamit, Erken Dönem Osmanlı Mimarîsinde Yazı, Ankara, 2001.
♦ TÜFEKÇİOĞLU, Abdülhamit, “Medeniyet Tarihimizde Taş Vakfiyeler”, Yüzüncü Yıl Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: I, Van, 2000, 33-52.
♦ TÜFEKÇİOĞLU, Abdülhamit, “Türk-İslâm Dönemi Türbe ve Mezar Taşı Kitâbelerinde Tarih İbâreleri”, Geçmişten Günümüze Mezarlık Kültürü ve İnsan Hayatına Etkileri Sempozyumu, İstanbul, 1999, 394-404.
♦ ULUÇAM, Abdüsselâm, Eski Erciş-Çelebibağı Mezarlığı ve Mezar Taşları, Ankara, 2000.
Dipnotlar :
[1] C. Arseven, Sanat Ansiklopedisi, V, İstanbul, 1994, 2226; M. Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 1996, 1138.
[2] M. Cezar, Anadolu Öncesi Türkler’de Şehir ve Mimarlık, İstanbul, 1977, 72-83; O. Aslanapa, “İslâmiyet’ten Önce Türk Sanatı”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1972, 295-309.
[3] O. Sertkaya, “Göktürk Harfli Uygur Kitâbelerinin Türk Kültür Tarihi İçerisindeki Yeri”, Türk Kültürü Araştırmaları, XXVI11/1 -2, Ankara, 1992, 325.
[4] Louis Bazın, “Başlangıcından Bugüne Türk Yazı Dili”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), Cilt 2, Sayı 1, Elazığ 1988, 61.
[5] O. Sertkaya, Göktürk Tarihinin Meseleleri, Ankara, 1995, 303.
[6] Bu yazıtların metin çözümleri ve yorumları için bk.: H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara, 1986; M. Ergin, Orhun Âbideleri, İstanbul, 1970; Talat Tekin, Orhon Yazıtları, Ankara, 1988; TİKA, Orhun (Moğolistan Tarihi Eserleri Atlası), Ankara, 1995; S. Bayçarov, Avrupa’nın Eski Türk Runik Âbideleri, Ankara, 1996.
[7] Gerek kitâbelerden ve gerekse diğer kültür varlıklarından hareketle Türk kültür tarihine ait çalışmalar için bk.: Emel Esin, İslâmiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâm’a Giriş, İstanbul, 1978; İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1986; Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971; Osman Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941; Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981; Yaşar Çoruhlu, Erken Devir Türk Sanatının ABC’si, İstanbul, 1998; a. mlf., Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul, 1995; a. mlf., Türk Mitolojisinin ABC’si, İstanbul, 1998; a. mlf., “Türk Hayvan Takvimi”, M. Uğur Derman 65. Yaş Armağanı, İstanbul, 2000, 221-252; Doğan Kuban, Batıya Göçün Sanatsal Evreleri, İstanbul, 1993.
[8] Tekin, a.g.e., 5-7.
[9] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (Çağ Yayınları), c. VI, İstanbul, 1992, 26-27.
[10] C. Arseven, a.g.e., II, 1101-1102.
[11] Muhittin Serin, Hat Sanatımız, İstanbul, 1982, 34.
[12] Ali Alparslan, “Mimarî Yapıların Yazı Sanatı Bakımından Önemi”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, 4-5, İstanbul, 1976-1977, 3.
[13] Anadolu Selçuklu mimarîsindeki kûfî yazı örnekleri hakkında değerlendirmeler için bk.: Metin Şahinoğlu, Anadolu Selçuklu Mimarîsinde Yazının Dekoratif Eleman Olarak Kullanılışı, İstanbul, trs., 16-21; Recep Gün, Anadolu Selçuklu Mimarîsinde Yazı Kullanımı, (Basılmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1999), 164-166.
[14] Ahlat mezar taşları için bk.: Beyhan Karamağaralı, Ahlat Mezar Taşları, Ankara, 1992.
[15] Çelebibağı mezar taşları için bk.: Abdüsselâm Uluçam, Eski Erciş-Çelebibağı Mezarlığı ve Mezar Taşları, Ankara, 2000.
[16] Celî sülüs yazının Anadolu Selçuklu çağındaki gelişimi için bk.: Fevzi Günüç, “Anadolu Selçuklu Mimarîsinde Celî Sülüs Hattı”, V. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1996, 185-198.
[17] M. Uğur Derman, “Selçuklu’dan Osmanlı’ya Celî Sülüs Hattının Gelişimi”, IV. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1995, 91-95; Fevzi Günüç, XV-XX. yüzyıl Dînî Mimarîsinde Celî Sülüs Hattı Uygulama ve Teknikleri, (Basılmamış Doktora Tezi, Selçuk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü), Konya, 1991.
[18] A. Tüfekçioğlu, Erken Dönem Osmanlı Mimarîsinde Yazı, Ankara, 2001, 224-227, 309-311.
[19] Ali Alparslan, “İslâm Yazı Sanatı”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, XIV, İstanbul, 1993, 520-522; Serin a.g.e., 76.
[20] A. Bombaci, “Türkler ve Gazneli Sanatı”, (Çev.: Kâmuran Birand), Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi, Ankara, 1962, 89-90; Recep Gün, a.g.e., 2-3.
[21] Recep Gün, a.g.e., 164.
[22] Tüfekçioğlu, a.g.e., 227-233.
[23] Konya İnce Minâreli Medrese ve Sâhib Ata Câmii taç kapılarındaki yazı düzeni için bk.: Şahinoğlu, a.g.e., 22, 44-48; Gün, a.g.e., 61-64, 110-113.
[24] Konya Karatay Medresesi’nin portalindeki yazılar için bk.: Mehmet Önder, “Konya’da Karatay Medresesi Portali”, Vakıflar Dergisi, XXV, Ankara, 1995, 267-271; Gün, a.g.e., 86-92.
[25] Yapının kitâbeleri için bk. Gün, a.g.e., 92-93.
[26] Tüfekçioğlu, a.g.e., 167-169.
[27] Kitâbelerin sınıflandırılması hakkında bk.: Hakkı Önkal, “Osmanlı Türbelerinin Kitâbeleri Hakkında”, Dokuz Eylül Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI, İzmir, 1989, 308-311.
[28] Mimar ve sanatkârlar için bk.: Zafer Bayburtluoğlu, Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum, 1993; Zeki Sönmez, Anadolu Türk-İslâm Mimarîsinde Sanatçılar, Ankara, 1989.
[29] Ziya Kazıcı, İslâm Müesseseleri Tarihi, İstanbul, 1996, 187-188.
[30] Gönül Cantay, “Türkler’de Vakıf ve Taş Vakfiyeler”, XI. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara, 1994, 147-162; Abdülhamit Tüfekçioğlu, “Medeniyet Tarihimizde Taş Vakfiyeler”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: I, Van, 2000, 33-34.
[31] Tüfekçioğlu, a.g.m., 33-52.
[32] Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitâbeleri İle Diyarbakır Tarihi, I, Ankara, 1996, 286-287.
[33] İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, I, İstanbul, 1958, 304; M. Zeki Oral, “Harput Ulu Câmi Duvarındaki Vergi Kitâbesi”, VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1967, 140-145.
[34] Beysanoğlu, a.g.e., I, 283.
[35] Beysanoğlu, a.g.e., I, 283-284.
[36] Walther Hinz, “Ortaçağ Yakınşarkına Ait Vergi Kitâbeleri”, (Çev.: F. Işıltan), Belleten, c. XI-XII, Sayı: 53, Ankara, 1949, 775-785.
[37] A. Şerif Beygu, Erzurum Tarihi, İstanbul, 1936, 255-256.
[38] F. Dijkema, The Ottoman Historical Monumental Inscriptions in Edirne, Leiden, 1977, 192-193.
[39] İ. Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri İle Erzurum Tarihi, İstanbul, 1960, 283; Hamza Gündoğdu, Erzurum Lala Mustafa Paşa Külliyesi, Ankara, 1992, 64-66.
[40] Beysanoğlu, a.g.e., 287-288.
[41] Abdülhamit Tüfekçioğlu, “Türk-İslâm Dönemi Türbe ve Mezar Taşı Kitâbelerinde Tarih İbâreleri”, Geçmişten Günümüze Mezarlık Kültürü ve İnsan Hayatına Etkileri Sempozyumu, İstanbul, 1999, 394-404.
[42] Yüksel Sayan, Türkmenistan’daki Mimarî Eserler, Ankara, 1999, 101-107.
[43] Uluçam, a.g.e., Resim 109-240.
[44] Karamağaralı, a.g.e., Resim 185-430.
[45] Osmanlı dönemi mezar taşları için bk.: A. Sacit Açıkgözoğlu, Eyüp Sultan Civarında İmzalı Mezar Taşı Kitâbeleri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü), İstanbul, 1995; Örcün Barışta, “Eyüp’te Bazı Çocuk Mezar Taşları”, I. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, trs., 172-181; M. Hüsrev Subaşı, “Hat Sanatı ve Tarih Açısından Eyüp Mezar Taşı Kitâbeleri”, I. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, trs., 181-197; Aziz Doğanay, “Eyüp Sultan Câmii Civarındaki Bazı Mezarların Natüralist Üslupta Klasik Devir Süslemeleri”, II. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, 1998, 260-267; Halit Çal, “İstanbul Eyüp’teki Erkek Mezar Taşlarında Başlıklar”, III. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, 2000, 206-226; Süleyman Berk, “Eyüpsultan Sınırları İçerisinde Hattat Mustafa Râkım’a Ait Mezar Taşı Kitâbeleri”, III. Eyüpsultan Sempozyumu, İstanbul, 2000, 242-250; Hans-Peter Laqueur, Hüve’l-Bâkî, İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları, İstanbul, 1997; Uğur Derman, “Mezar Kitâbelerinde Yazı Sanatımız”, TTOK Belleteni, 49/==328, İstanbul, 1975, 36-47; M. Zeki Kuşoğlu, Mezar Taşlarında Hüve’l-Bâkî, İstanbul, 1984.
[46] Aydoğan Demir, “Bir Mezar Taşının Düşündürdükleri”, Tarih ve Toplum, Sayı: 74, İstanbul, 1990, 40-41.
[47] Semra Ögel, Anadolu Selçuklularının Taş Tezyînâtı, Ankara, 1987, 153.
[48] Orhan Cezmi Tuncer, “Taşın Bezeme Şekli Üzerine Düşünceler”, VII. Vakıf Haftası, Ankara, 1990, 235; Gün, a.g.e., 152-155.
[49] A. Tüfekçioğlu, a.g.e., 533-534; S. Berk, “Fîruz Ağa Câmii Kitâbesi”, Art Decor, Sayı: 90, İstanbul, 2000, 130-133.AÇIKGÖZOĞLU, A. Sacit, Eyüp Sultan Civarında İmzalı Mezar Taşı Kitâbeleri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü), İstanbul, 1995.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.