Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Kültüründe Atlı Hedef Okçuluğu Olarak Kabak Oyunu Ve Osmanlılardaki Görünümü

0 15.886

Prof. Dr. İbrahim YILDIRAN

Kabak oyunu, meydanın ortasına dikilmiş uzun bir sırığın üzerindeki hedefe, dört nala giden at üzerinden geriye dönerek ok atmak esasına dayanır. Oyun, 13.-17. yüzyıllar arası özellikle Türk ya da Türk hakimiyetindeki İslam ülkelerinde yaygın oluşu ve atış biçiminin bozkır savaş taktiğine uygunluğu dikkate alındığında, göçebe Asya halklarından kaynaklanmış olmalıdır. Oyuna adını veren kabak kavramı Türkçe’dir ve Arapça’ya remvü’l-kabak, meydân-ı kabak ve Farsça’ya kabak-bâzî, kabak endâzî terkipleriyle geçmiştir. Nitekim, XIV. Yüzyıl Memlûk okçuluğu hakkında bilgi veren Bugyetü’l- Merâm Gayetü’l-Garâm adlı eserinde Tayboga, “Bu ‘kabagî’tabirini Türkler ve Tatarlar bulmuşlardır; Arab dilinde karşılığı yoktur. Türk beğleri direk dikerler, başına bir kabak geçirirler ve düğünlerinde, eğlence zamanlarında ona ok atarlar” demektedir.[1] Benzer sahneler Oğuz destanlarında da yer almaktadır. Oğuz Han iki altın direk diktirmiş ve oğullarına bunlar üzerindeki altın ve gümüş kuşlara at sürerek nişan aldırmıştı.[2] Mevcut veriler, oyunun kökeninin eski Türk kültür ortamında aranması gerektiğine işaret etmektedir. Bu nedenle, öncelikle, oyuna köken teşkil eden kültürün karakteristik yapısının bilinmesi gerekir.

Oyunun Kültürel Tabanı

Türk kültürü, MÖ 3. binden itibaren Altay ve Tanrı Dağları arasında belirmeye başlamış ve MÖ 1700’lerden sonra Orta Asya’ya yavaş yavaş hakim olmuştu.[3] Bozkır hayat şartlarının, üzerinde yaşayan bütün halklar için ortak olarak biçimlendirdiği bu kültüre, “atlı göçebe kültürü ya da bozkır kültürü”[4] denilmektedir. Atlı göçebelik, atı, oyun arkadaşı ve spor aracı olarak keşfetmiş, biniciliği geliştirmiş ve binicilik becerileri, atlı okçuluğun temeli olan serbest elle at sürebilecek kadar mükemmelleştirilmişti. Atlı savaşçı, şartlar gerektirdiğinde, yayını germek, düşmana nişan almak ve ok atmak için serbest elle at sürebilmeliydi, zira, bir dizi saldırılar, dönüşler, bozgun türü sözde çekilmeler ve yeniden saldırmalardan oluşan bozkır savaş taktiği, at üzerinde her yöne ok atabilmeyi zorunlu kılıyordu.[5] Bu beceriye sahip atlı boylar, dört nala giden at üzerinde hem öne hem arkaya ok atmak maharetiyle ün salmışlar,[6] tarihi süreç içerisinde ürettikleri sanat eserlerinde bu ayrıcalıklarını yansıtmışlardı. Göktürk çağına ait bir eyer kaşı üzerinde,[7] XIII. yüzyıldan bir Kuman Türkü’nün mezarında bulunan seramik kabartmada (Res.1), XIII. yüzyıl Selçuklu minyatüründe (Res. 2) ve XVI. yüzyıl Türk minyatüründe (Res. 3), geriye doğru ok atan atlı figürler tasvir edilmiştir.[8]

Ellerle tutunmaksızın kontrol edilen hareket halindeki at üzerinde geriye dönerek hareketli hedefe isabetli ok atama becerisi, uzun süreli, yoğun bir hazırlık aşamasını gerektirmiş olmalıdır. Atlı okçuluk becerilerinin oyunsal formlarda henüz erken çocukluk çağlarında kazanılmaya başlandığına dair bilgiler mevcuttur. Çin kaynaklarına göre, Hun çocukları erken yaşlarda koyunlar üzerinde biniciliğe alışıyor, yay germeyi öğrendikten sonra, ok atışlarında isabet geliştirmek amacıyla ava giderek çeşitli küçük hayvanlar üzerinde denemeler yapıyorlardı.[9] XIII. yüzyılda aynı yöreleri gezen Plan Carpin de benzer gözlemlerde bulunmuş ve iki üç yaşlarındaki çocukların bile bozkırda dört nala at sürebildiklerini ve kendi boylarındaki yayları gerebildiklerini kaydetmişti.[10] Meyer, oldukça erken yaşlarda başlayan bu tür askerî ve sportif antrenmanların, gençlik ve olgunluk çağlarında sistematik olarak uygulandığı kanısındadır.[11] Türklerin bu alanda ulaştıkları düzey, yeni göründükleri coğrafyalarda hayranlık uyandırıyordu. El-Cahiz (766-869), İslâm alemine esaslı şekilde nüfuz etmeye başladıkları IX. yüzyılın ilk yarısında Türkleri anlatırken sarfettiği: “Türk, vahşi hayvana, kuşa, havadaki hedefe, insana, çömelmiş veya yere konmuş hayvandan hedeflere, avının üzerine pike yapan kuşlara ok atar. O, hayvanını hızla sürdüğü halde, öne, arkaya, sağa ve sola, yukarıya ve aşağıya ok atar”[12] sözleriyle, yüzyıllarca yörede hakim olacak insanın performans profilini çiziyordu.

Okçuluğun toplum içindeki önemi ve yaygınlığı, zorunlu askerî ve ekonomik alan dışında, sosyal hayatta da okçuluk uygulamalarının gelişmesine, ulaşılan ve bireye sosyal bir statü kazandıran performansın[13] yarışma ortamlarında başkalarıyla kıyaslanmasına yol açmıştır. Hayatın büyük ölçüde at üzerinde geçirildiği ve en önemli silahın ok ve yay olduğu bir hayat tarzında, ata ve okçuluğa ilişkin sportif aktivitelerin çeşitlenmesi ve bunlara dayalı farklı yarışma formlarının gelişmesi gayet doğaldır.[14] Nitekim, Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgati’t-Türk’te çok sayıda, yarışma vesilesi yapılmış faaliyetlerden bahseder.[15] Dolayısıyla, atlı okçuluğun, bozkır savaş taktiğinde, avcılıkta ve destansı bir geleneğin devam ettirilmesinde oynadığı rol ile toplumun yarışmacı temel tutum ve davranışı birlikte mütalaa edildiğinde, kabak oyununun ortaya çıkmasını sağlayacak kültürel taban Türk çevrelerinde oluşmuştu.

Türk Kültür Çevrelerinde Kabak Oyunu

Kabak oyununa ilişkin ilk kayıtlar XIII. yüzyıl Memlûk coğrafyasından gelmektedir. Oyunun, ortaya çıkışında Memlûkler tarafından gerçek kabakla oynandığından, kabak oyunu adını aldığına dair bilgiler vardır.[16] Sonraları, değişik Türk kültür çevrelerinde güvercin, ördek gibi kanatlı hayvanlarla, altın ve gümüş top, elma veya kupa gibi değerli eşyalar kullanılmasına rağmen, oyunun orijinal adı muhafaza edilmiştir.

Memlûkler, Arap-İslâm alemindeki varlık ve yükseliş nedenlerinin başlıcalarından olan okçuluk ve binicilik maharetleriyle temayüz etmişlerdi. Bu maharetlerin geliştirilmesi ve sergilenmesinde kabak oyununun önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Memlûk sultanı I. Baybars, Kahire’de 1267’de inşa ettirdiği meydanda savaşa hazırlık manevraları esnasında ordusuna at üzerinde okçuluk alıştırmaları yaptırıyor, kendisi de çalışmalara bizzat katılıyordu.[17]

Meydan, Kabak Meydanı (Meydanü’l-Kabak) olarak da adlandırıldığına göre,[18] daha çok kabak okçuluğunun uygulandığı bir mekan olmalıdır. Oyun, Memlûklerde Sultan I. Baybars’tan sonra, Sultan Kalaun ve El-Eşrefü’l Halil devirlerinde de moda idi. Sultanların ve emirlerin, doğum ve sünnet törenlerinde kabağa ok atış yarışmaları düzenleniyordu.[19]

Taberî, XIII. Yüzyılda yazdığı Kitabü’l-Vazıh fi’r-Remi ve’n Nuşşâb adlı eserinde, Memlûk dönemi kabak okçuluğuna ait en eski tasviri vermektedir. Oldukça yalın çizimde, iki atlı bir direğin üzerindeki küresel hedefe ok atmaktadır (Res.4). Kabak oyununun Memlûklerde değişik varyantları vardı. Bunlardan birinde, en az 20 metre yüksekliğindeki bir direğin üzerine ağaç bir disk ve altına yatay olarak bağlanmış bir çember konuluyor, atlı okçular dört nala at sürerek oklarını çemberden geçirmek kaydıyla disklere vurmaya çalışıyorlardı. Diğer bir uygulamada da, direğin tepesinde bulunan içi ince altın levhalarla donatılmış ve içine canlı bir güvercin kapatılmış kabak biçimindeki küreye ok atılıyor, hedefi delerek güvercinin serbest kalmasını sağlayan atıcıya, altın bezemeli kabak ödül olarak veriliyordu.[20] Savaş ve av şartlarına daha uygun, ilginç bir kabak atış formu daha vardır ki, kaynaklarda gerçekleşmesi en zor atış olarak vurgulanmaktadır. Kabak okçuluğunun bu varyantında, atlı, eyerinin arkasına tutturduğu üç-dört metre yüksekliğindeki bir sırığın tepesine kabak geçirmekte, sonra dört nala sürdüğü at üzerinde vücudun üst kısmıyla geriye dönerek kabağa ok atmaktaydı.[21] Taberî, bu atışa ilişkin bir antrenman yöntemine yer vermektedir.[22] Buna göre, eyerin arka tarafına bağlanan iki kargı boyundaki bir kuşağın diğer ucuna, içi talaş dolu deri veya kumaştan bir torba bağlanmakta ve at koşarken havalanan torbaya atış talimleri yapılmaktadır.

XV. yüzyıl ortalarında Memlûk-Kıpçak Türkçesine çevrilen Münyetü’l-Guzat’ta, atlı okçuluğun geliştirilmesine yönelik, basamaklamalı bir hazırlık antrenmanı modeli sunmaktadır.[23] Antrenman, basitten zora prensibinden hareketle, değişik sertliklerdeki yay ve kalınlıklardaki oklarla, beceri kazanıldıkça aralarındaki mesafeler daraltılan ve gittikçe sayıları arttırılan direkler üzerindeki hedeflere, hızla giden at üzerinden her iki yana ok atmayı esas almaktadır.

Kabak oyunu, XVI. yüzyıl başlarında, Timurlular tarafından Hindistan’da da aynı adla oynanıyordu. Babür, hatıratında, amcası Sultan Ahmet Mirza’nın kabak atışındaki ustalığından söz etmektedir.[24] Yine, otuz-kırk batmanlık kuvvet isteyen yayı çekip, oku tahtadan geçirebilen İslim Barlas da, nişan (kabak) meydanının bir başından at koşturarak girer, yayını eline alıp gerer ve atıp nişana isabet ettiri rdi.[25]

Beveridge, Babür döneminde hedefin bir ördek olduğunu kaydeder.[26] Oyun, Timurlular döneminde yaşayan Ali Şir Nevaî’nin (1441-1501) Türkçe Divanı’ndaki minyatürlerde de açık bir şekilde tasvir edilmiştir.[27] Minyatürlerden birinde, büyüklü küçüklü davullar ve trompetlerin müziği eşliğinde dört nala at süren biniciler direk üzerindeki hedefe ok atmaktadır (Res.5).

Oyun, XVI.-XVII. yüzyıllarda İran’da da rağbet görmekte, Safevî ülkesinin bütün şehirlerinde uygulanmaktaydı.[28] 1511-1520 yılları arasında İran’da bulunan bir İtalyan gezgin, savaş hazırlığı içindeki Safevî hükümdarı Şah İsmail’in, Tebriz’deki Çevgan Meydanı’nda maiyetiyle birlikte her gün okçuluk antrenmanları yaptığına şahit olmuştu.

Meydanın ortasındaki direğe asılan on altın ve on gümüş elmaya, dört nala koşturulan at üzerinden ok atışı yapılıyor, altın ve gümüş elmalar vuranın oluyordu.[29]

Şah Abbas döneminde, 1618’de İran’a gelen İspanyol elçi Figueroa, İsfahan’daki meydanda, direğin üzerine konulmuş elmaya yapılan ok atışlarını tasvir etmektedir. Elçi, benzer oyunları Şiraz’da da müşahede etmişti.[30]

XVII. yüzyıl ortalarında İsfahan’da bulunan Huguenot’un tanıklığına göre, sıklıkla kabak okçuluğu faaliyetlerine sahne olan İsfahan Meydanı’nda (Res. 6), Şah Sâfi, gemi direğinin tepesindeki altın kupaya, at üzerinde dört nala gelip, direği geçtikten sonra geriye dönerek ok atmış, beş atıştan üçünde kupayı vurarak düşürmüştü.[31]

Safevî sarayındaki kadınlar da, Göktürklerde olduğu gibi iyi binici ve okçu idiler.[32] Şah Süleyman döneminde, 1683’te İran’a gelen Nikolaus Sanson, Amazonlara benzettiği saray kadınlarının da usta biniciler olduğunu ve at üzerinden okla gayet isabetli atışlar yaptıklarını bildirmektedir.[33]

Osmanlılarda Kabak Oyunu

Osmanlılarda okçuluk, kurumsal yapısı ve bağlayıcı kuralları ile modern bir spor kuruluşu niteliği kazanmıştı. Okçuluk faaliyetleri, hedef vurma (puta atışı), cisim delme (darp vurma) ve mesafeye atma (menzil atışı) gibi değişik disiplinlerde gerçekleştirilmekteydi. Hedef okçuluğu çerçevesinde değerlendirilebilecek olan kabak okçuluğu, ayrıca binicilik becerisi gerektiriyordu. Özellikle, XV.-XVII. yüzyıllarda Osmanlılarda çok tutulan bir gösteri sporu olan kabak oyunu, hünerli binici (cündî) yetiştirme eğitiminde, çeşitli nedenlerle düzenlenen şenliklerin biçimlendirilmesinde ve eğlenceli bir oyun olarak, seferde ordunun moralinin yükseltilmesinde önemli yer tutuyordu.

Değişik uygulama alanları arasında, kabak oyununun sergilenmesi için en önemli vesileyi şenlikler teşkil ediyordu. Kanunî Sultan Süleyman döneminde, 1524 yılında yapılan Damat İbrahim Paşa’nın düğününde Metris Köyü civarında yayalar altın ve gümüşten yapılmış toplara,[34] 1530’da, şehzadeler Mustafa, Mehmet ve Selim’in sünnet töreninde atlı okçular, At Meydanı’nda dikilen direğin üzerindeki gümüş kabağa ok atmışlardı.[35] III. Murad’ın, oğlu III. Mehmet’in sünnet düğünü için 1582’de düzenlettiği, Osmanlı tarihinin en görkemli şenliğinde de atlı okçular, At Meydanı’nın ortasına dikilmiş direğin üzerindeki altın topa atış gösterileri yapmışlardı.[36] Bir çok gününde kabak oyunu oynanan 1582 şenliği, biraz da İran Elçisi’ne gözdağı vermek ve İmparatorluğun gücünü göstermek amacı güdüyordu.[37]

“Altın topa ok atma”, yabancı gözlemcilerin üzerinde en çok durdukları gösterilerden biriydi[38] (Res.7). 1554-1562 yılları arasında İstanbul’da bulunan İngiliz elçisi Busbecq, Türklerin savaş taktiklerine uygun okçuluk gösterilerinin olduğunu, at üzerinde dört nala kaçarken birden geriye dönerek direğin üzerindeki topa ok attıklarını, bu manevraları pek sık ve uzun müddet yaptıklarından, savaşta at sırtında kaçarmış gibi yapıp geriye dönerek düşmanı okla vurmak melekesi kazandıklarını kaydetmektedir.[39]

Elçi ya da yabancı gözlemcileri etkilemek amacı da güden kabak okçuluğu faaliyetlerinin en ilginci, şüphesiz, II. Murad’ın (1421-1451) yabancı elçiler önünde kabağa ok atışıdır. Bu sahneyi tasvir eden Hünernâme minyatüründe, Sultan, dört nala at sürerken tam direğin hizasında geriye dönmüş ve adeta atın boynuna yatmış olarak altın yaldızlı bir hedefe ok atmaktadır (Res.8). Herkes sultanı izlerken, elçilerin yanında bulunan devlet adamının, onların tepkisini izlemeyi uygun bulması minyatürde dikkat çekmektedir.[40] Yabancı elçiler önünde rahatlıkla kabağa ok atabilen II. Murad’ın atlı okçuluk becerisinin ardında, avcılığı[41] ve Edirne’de Mamak köşkü önünde yaptığı kabağa ok atma idmanları[42] yatıyor olmalıdır.

Sefer sırasında da, konak yerlerinde uygun bir alanın ortasına kabak direği dikilerek kabak oyunu oynanmaktaydı. Cündilerin becerilerinin korunması ve askerlerin morallerinin yükseltilmesine yönelik olması gereken bu tür faaliyetlerden birine, Lala Mustafa Paşa’nın Kafkasya, Azerbaycan ve Şirvan’a yaptığı seferde rastlanılmaktadır. Erzurum yakınlarında, çok sayıda atlının katılımıyla gerçekleştirilen oyun, Gelibolulu Ali’nin Nusretnâme’sindeki 1584 tarihli bir minyatürde tasvir edilmektedir (Res. 9).

Ateşli silahların yaygınlaşmasından sonra, ok ve yayın, XVI. yüzyıl sonlarına doğru artık savaş silahı olma özelliğini kaybetmesine rağmen, kabak okçuluğunun XVII. yüzyılın ikinci yarısında da bir gösteri sporu olarak varlığını devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim, IV. Mehmet’in 1675’te Edirne’de düzenlettiği sünnet ve düğün şenliklerinde, şenlik alanına konulan bir ok nişangâhı üzerindeki gümüş tası vurma yarışması yapılmıştı.[43]

1720 yılında Okmeydanı’nda yapılan III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnet şenliklerinde meydanda bir kabak direği ve üzerinde bir gümüş maşrapa görülüyorsa da, şenliği anlatan Surnâme-i Vehbi minyatürlerinde, gümüş maşrapayı direğe tırmanarak almaya çalışan canbazlar tasvir edilmektedir.[44] On beş günlük şenlik programında, yaya ve atlı cirid, at koşuları, güreş, gümüş maşrapa yarışmaları gibi sportif aktiviteler arasında kabak oyunu yer almamaktadır.[45] Vehbi’nin minyatürlerinde tasvir edilen şenliğe katılan askerlerin ellerinde sadece tüfek bulunduğu[46] da dikkate alındığında, askeri eğitimde anlamını kaybeden ve sivil tabanı bulunmayan atlı okçuluk faaliyetlerinin, dolayısıyla kabak oyununun, XVIII. yüzyıl başlarında ortadan kalkmış olması muhtemeldir.

Osmanlılarda Kabak Oyunu Alanları

Kabak oyunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli şehirlerindeki Kabak, Cirid, Çevgan ya da At Meydanı adı verilen özel spor alanlarında uygulandığı gibi, mesire yerlerinde ya da herhangi bir uygun arazide direk dikilerek oluşturulan geçici mekânlarda da oynanabiliyordu.

İstanbul ve Kahire şehirleri, kabak oyunlarının merkezi konumundaydı. İstanbul’da atlı oyunlar için yaygın olarak kullanılan alan, XVI.-XVII. yüzyıllarda At Meydanı’ydı (Res. 10). 1530 ve 1582 şenliklerinde kabak oyunu, At Meydanı’na bir kabak direği dikilerek gerçekleştirilmişti.[47] 1623-1625 yılları arasında İstanbul’da bulunan Fransız konsülü Gedeyn “Le Turc”, At Meydanı’nda Türklerin, çok yüksek bir gemi direğinin üzerindeki bakır gülleye, at üzerinde geriye dönerek ve çoğu kez nişan alınmadan ok atışı yaptıklarını izlemişti.[48]

Kabak oyun için meydanın tamamı kullanılmıyor, kabak direğinin etrafında belirlenen bir dikdörtgen alanla sınırlandırılıyordu. Oyunun oynandığı alan ölçüleri yörelere göre farklılık gösterdiğinden, 1582 şenliği için İstanbul’a gelen Mısırlı cündilerle İstanbul cündileri arasında meydan uzunluğu konusunda tartışma çıkmıştı. İstanbul cündileri 13 tutam yay[49] ile 240 yay uzunluğu (~ 350 m.), Mısır cündileri ise yine 13 tutam yay ile 170 yay uzunluğu (~ 248 m.) olan alanlarda kabağa ok atıyorlardı. Sonunda, mutabakata varılan 190 yay boyu (~ 276 m.) uzunlukta yarışmalar yapılmıştı.[50]

Topkapı Sarayı’nın en eski ve en büyük alanı olan Gülhane Meydanı, Gülhane Kasrı inşa edilinceye kadar Kabak Meydanı olarak anılıyordu. Sarayın Marmara Denizi’ne bakan yönünde, birinci yer ile mutfakların arasındaki sur içinde bulunan ve Cirid Meydanı da denilen bu alanda, Enderun ve Bîrun’daki cündilerin eğitimi yapılıyordu. Temel binicilik becerilerini kazanan acemi cündiler, daha sonra at üzerinde tablalara vurma ve direğin tepesine bağlanmış kabağı okla vurma antrenmanlarına başlıyorlardı.[51]

Eski İstanbul’un en cazip spor, eğlence ve mesire yerlerinden biri olan ve Cirid Meydanı da denilen Kağıthane Meydanı’nda da, şehzadelerin sünnet ve sultanların evlenme törenlerindeki at ve yaya yarışlarıyla, kabağa ok atma yarışmaları yapılıyordu.[52] İstanbul’da kabak oyunu oynanan diğer bir alan ise Edirnekapı’daki Cirid Meydanı idi.

XVII. yüzyıla ait bir minyatürde, Şair Kadri’nin XVI. yüzyılda Edirnekapı surları önünde inşa ettirdiği bu meydanda,[53] sipahilerin cirit oyunları ve meydana dikilmiş yüksek bir direğin tepesindeki küresel hedefe at üzerinden ok atışları tasvir edilmektedir (Res. 11).

Memlûklerden beri kabak oyununun bilindiği Osmanlı Kahire’sinde Kabak Meydanı, İç Kale’nin dışında ve alt tarafındaydı. Gelibolulu Ali, XVI. yüzyılın ikinci yarısında iki kez gittiği Kahire’de, Ramazan ve Kurban bayramlarının ikinci günleri meydanda kabak oyunu oynandığını kaydetmektedir.[54] İbrahim Paşa’nın Mısır valiliği sırasında (1661-1665) Kahire’yi ziyaret eden Evliya Çelebi’ye göre, Kabak Meydanı’nın zemini tamamen kum döşeliydi ve 700 adım uzunluğunda, bir meydan[55] enindeydi. Ortasında, tepesinde altın yaldızlı bir top bulunan bir gemi direği duruyordu.[56]

Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde bir kabak meydanı da Edirne’de bulunuyordu. Evliya Çelebi 1653’te ziyaret ettiği Edirne’deki bu meydanın, Yeni Saray’ın Hasbahçe bölümüne ait geniş bir alanda olduğunu, ortasında, üzerinde altın top olan göklere uzanmış bir direk bulunduğunu ve bütün okçu ve silahşörlerin padişahın önünde altın topa ok ve tüfek attıklarını kaydeder.[57] Evliya Çelebi’nin gezileri esnasında tespit ettiği bir kabak oyun alanı da Bitlis’teki Çevgan Meydanıdır. Çelebi’nin tanıklığına göre, meydandaki göklere uzanan bir çam direğinin tepesinde bulunan gümüş tasa başarılı atış yapan okçulara, Han, gümüş bir tas hediye etmekteydi.[58]

Trabzon’da, doğrudan Kabak Meydanı olarak adlandırılan bir spor alanı vardı. Meydan, Roma İmparatoru Hadrianus (MS 117-138) tarafından yaptırılan Hipodrom’un bir parçasını oluşturuyor, diğer parçasına Gavur Meydanı deniliyordu.[59] Evliya Çelebi’nin tasvirine göre: “Zağanos kapısından dışarıda Kavak Meydanı vardır ki, bütün paşalar tatil günleri askeri ile o geniş meydana çıkıp cirit oynarlar. Gayet geniş bir meydan olduğundan ortasında üç kat gemi direklerini birbirine ekleyerek dikmişlerdir. Tâ tepesinde altın yaldızlı bir top vardır. Cündiler at sürüp o topa ok atarlar; top, vuran pehlivana ihsan olunur.”[60] Evliya Çelebi’nin “Kavak Meydanı” olarak bahsettiği meydan, diğer kaynaklarda “Kabak Meydanı” adıyla zikredilmektedir. Nitekim, Katip Çelebi de, Trabzon’da, Süleyman Bey Camii yanındaki Kabak Meydanı’ndan söz etmektedir.[61] 1874’te Trabzon’da bulunan Perunak Peruhan Bey’de, şehirde Gavur Meydanı ve Kabak Meydanı adlarını taşıyan iki büyük meydan olduğunu ve Kabak Meydanı’nın, 280 adım uzunluğu, 150 adım eni olan Gavur Meydanı’ndan altı kat daha büyük olduğunu belirtir.[62] Milli mücadele yıllarına kadar kabak meydanı olarak anılan alanda, İnönü savaşlarındaki başarıların şerefine 23 Aralık 1921’de spor karşılaşmaları düzenlenmiş ve aynı gün meydanın adı İnönü Meydanı olarak değiştirilmiştir.[63]

Osmanlılarda Hedef Okçuluğu Antrenmanları

Klasik dönemde, Osmanlılarda iyice yaygınlık kazanan değişik okçuluk türleri ciddi hazırlık antrenmanlarını zorunlu kılıyordu.

Yeni okçuların yetiştirilmesi, yetişkinlerin becerilerini korumaları ve halkın okçuluk heveslerinin tatmin edilmesine yönelik talepleri karşılayacak sivil ve askeri tâlimhâneler kurulmuştu. Ordu bünyesindeki okçuların idman yaptıkları askerî tâlimhâneler dışında, İstanbul’un çeşitli semtlerinde, hedef atışları yapılan ve birer ticarethane hüviyeti taşıyan 45 kadar sivil tâlimhâne bulunuyordu.[64] Edirne ve Bursa gibi eski İmparatorluk merkezlerinde de bu tür ücretli tâlimhâneler vardı.[65] Spor salonu görünümündeki sabit tâlimhânelerden başka, açık alanlarda ya da şehir dışı mesire yerlerinde hedef atış hizmeti veren ücretli gezici tâlimhâneler de mevcuttu.

Busbecq, bu tâlimhânelerde okçuluk antrenmanlarının yedi-sekiz yaşlarında başlayıp, on-on iki sene devam ettiğini ve böylece en küçük hedeflere dahi isabet kaydedilecek düzeye ulaşıldığını ifade etmektedir. Bir tâlimhânedeki gözlemlerini aktaran Busbecq, Türklerin, tahta ayaklı bir sehpa üzerine konmuş bir kalkanın üzerindeki bir talerden daha küçük beyaz dairenin etrafına, beş altı oku birbirine değmeyecek şekilde, otuz kadem uzaklıktan dizebildiklerini kaydeder.[66] 16. yüzyıl sonlarına doğru İstanbul’a gelen Alman gezgin Lubenau da, Bayezıt meydanındaki küçük bir binada çok az bir ücret karşılığında okçuluk eğitmeninin yay tutma ve nişan alma hünerlerini öğrettiğine şahit olmuştu.[67]

Fransız seyyah Thevenot, 1655-56 yıllarına ait notlarında, Türklerin ok atışlarını daha ziyade “hareket halinde” yaptıklarını, atlarını koşturup duvara yerleştirilmiş bir toprak kaba hayli uzaktan isabetle ok attıklarını belirtir.[68] Toprak ya da deri putalara at üzerinden yapılan atışların, aynı zamanda kabak okçuluğuna da hazırlık teşkil etmesi soz konusudur. III. Murad’ın düzenlettiği sünnet düğününe katılan bir İngiliz seyyahın gördüğü atlı puta atışı gösterisi, tamamen kabak oyununu andırmaktadır: ’’Meydanın iki başına aynı yükseklik ve uzaklıkta dörder çakıl yığını yapılıp, tepelerine ağaç saplı hedefler dikildi. 50 kadar okçu sipahi, bu iki öbek hedef arasında dört nala at sürerek ve tam dönüş sırasında geriye ok atarak putaları vurdular. Tirkeşlerinden ok çıkarıp gezleyip atmaları o kadar çabuk oluyordu ki, gözle takip etmek hemen hemen imkânsızdı. Atışları bazen sağ, bazen sol elleriyle yapıyorlardı.”[69]

Gülhane Kasrı önündeki Kabak Meydanı’nda ise Enderun ve Bîrun halkından acemilerin cündilik eğitimleri kapsamında, haftanın çarşamba ve cumartesi günleri, sırığın tepesindeki kabağı okla vurma çalışmaları yapılıyordu.[70] Cuma öğleden sonraları da At Meydanı’nda düzenlenen cirit ve atlı okçuluk gösterilerinde, keskin cündiler becerilerini sergiliyorlardı.[71]

Kabak Oyununa İlişkin Detaylar

Amacın, dört nala at sürerek, yüksek bir direğin tepesine iliştirilmiş kabak adı verilen hedefe, direği geçer geçmez üst gövdeyle geriye dönerek ok atışı yapmak olduğu kabak oyununun, kurallar bütününü ortaya koyan net bilgiler mevcut değildir. Ancak, oyunun yaygınlık kazandığı anlaşılan 13.-17. yüzyıllarda, değişik Türk kültür çevrelerine ait görsel malzeme ve yazılı tasvirler, uygulamaya ilişkin bazı detayları açıklar mahiyettedir.

14. yüzyıl Memlûk devri kabak okçuluğu hakkında bilgi veren Tayboga’ya göre, oyuna başlamadan önce süvari, atın eğerini yoklamalı, eğri veya gevşekse, düzeltip sıkılamalıdır. Atın üzerinde doğru durmalı, ayakları üzengiye sıkı basmalıdır. Başını çok kaldırmasın diye ata takılan gemin yuları bir ilmekle sol elin serçe parmağına geçirilmelidir. Meydan ise, atışa ilişkin hazırlık, uygulama ve sonuç safhalarının gerçekleştirileceği üç bölüm halinde düşünülmelidir. Hazırlık safhasında at rahvan sürülerek ok gezlenmeli, uygulama safhasının başladığı ikinci bölüme gelindiğinde dörtnala geçilmeli, direğe yaklaşıldığında yay kaldırılıp hedef gözlenmeli ve direği geçer geçmez geriye dönülüp, atın boynuna kaykılarak ok atılmalıdır. Üçüncü bölümün başında atın hızı kesilmeli ve birinci atlı meydanın sonuna varmadan ikinci atlı meydana girmemelidir.[72]

Atlı-okçuların, üç bölümde düşünülecek meydana tek tek girerek hedefe atış yapmalarının tavsiye edildiği Memlûk kabak oyununun daha somut ve detaylandırılmış bir benzeri 16. Yüzyılda Osmanlılarda görülmektedir. Atmeydanı’nda düzenlenen 1582 şenliğinde, Mısırlı cündîlerin de katıldığı Kabak Oyunu için oyun alanının uzunluğu 190 yay boyu olarak sınırlandırılmıştı. “Kopuş” ve “konuş” çizgisi arasında belirlenen at koşu yolunun her iki yanına, 70, 130 ve 190 yay boyu mesafelerine kum yığınları konulmuş, üzerlerine beyaz işaret gülleleri yerleştirilmişti. Kabak direği ise, 135 yay boyu uzaklığa, ikinci kum yığınının iki yay boyu sol dış tarafına dikilmişti. Yarışmacılar, kopuş yerinden atını bırakıyor ve kabak direğinin yanından geçerken geriye dönerek okunu atıyordu.[73]

Genellikle, oyunu pek tanımayan yabancı gezginlerin eserlerinde yer alan, hedefe atışın “direği geçer geçmez” yapıldığına dair kapalı ifadeler, oyunun detaylarına değinen kaynaklarda açıklık kazanmaktadır. Tayboga, direğin hemen bir arşın dibinden yapılan atışların makbûl sayıldığına işaret etmektedir. Öngörülen mesafe hususunda hassasiyet kazanılarak direğe çarpma tehlikesinin bertaraf edilebilmesi için de, antrenmanlarda direğin iki yanından birer arşın mesafeye ip gerilmesi önerilmektedir. Ayrıca, atışlarda direğin etrafına daire çizmenin faydalı olacağı da vurgulanmaktadır.[74]

Direğin iki yanına da ip gerilmesinden söz edildiğine göre, her iki yandan da atış yapılabilmekteydi.[75] Bu düzenlemenin, gerek direğin bir yanından at sürerek sadece sağ veya sol elle atış yapabilen okçulara, gerekse her iki elini de kullanabilme becerisi kazanmaya çalışanların gidiş ve dönüşte uygun mesafeden atış yapmalarına yönelik olduğu düşünülebilir. Diğer taraftan, atışların, merkezi direk olan bir çember içinden çıkılmadan yapılabilmesi için, direk etrafına çizilen atış alanının sınırlandırılmasına yönelik daire, aynı zamanda, değişik yönlerden gelen atlılara görsel destek sağlayarak, “makbûl” atış imkânı tanıyor olmalıdır.

Güçlük derecesi yüksek bir kabak oyunu formu da, hedef direğini geçer geçmez geriye dönülüp bir kez sağdan, ardından okluktan hızla ikinci bir ok çekilerek bir kez de soldan olmak üzere peş peşe iki atış yapmaya dayanıyordu.[76] 17. yüzyılın ikinci yarısında, Şah Süleyman döneminde İran’a gelen Fransız gezgin Chardin, bu oyun kurgusuna sahip bir kabak atış egzersizine şahit olmuştu.[77] Her iki yandan yapılan atışların aynı zamanda farklı ellerle mi yapıldığı belirtilmemiştir. Ancak, yayın sol elle tutulup kirişin sağ elle gerildiği atış pozisyonunda vücudun anatomik yapısı, sadece öne, sola ve soldan geriye sıhhatli ok atışını mümkün kılabilmektedir. Sağ tarafta oluşan kapalı alana atış yapabilmek ise, yay ve okun el değiştirmesini gerektirir. Savaş ve av şartlarında bu tür bir eksikliğin kabul edilemeyeceği düşünüldüğünde, solak atış egzersizlerinin okçu halklarda mutat olduğu söylenebilir.

O halde, Chardin’in gördüğü, her iki yandan geriye dönerek ok atan Safevî Türkmen okçuları, atış yönüne uygun olarak her iki ellerini de kullanıyor olmalıydılar. Sistemli hedef okçuluğu antrenmanlarının söz konusu olduğu cündîlik eğitiminin verildiği Osmanlılarda, bu yönde becerilerini geliştirmiş cündîlerin varlığı bilinmektedir. Nitekim, 1530 şenliğinde okçular at sağrısına yatarak, sağ ve soldan geriye ok atıp nişana vurmuşlar,[78] 1582 şenliğinde de, her iki elleriyle de ustalıkla yay çekip oku hedefine ulaştırabilen iki yüz kadar sipahi at koştururken ok atarak yarışmışlardı.[79]

Oyunun, kabak direğinin etrafında yapılan dairesel dönüşler esnasında atışların yapıldığı varyantları da mevcuttur. Kabak oyununun tasvir edildiği 16. yüzyıla ait bir Türk minyatüründe, atlıların her iki yönden gelerek ya da direğin çevresinde dönerek, altın bezemeli bir kâseye ok attıkları görülmektedir (Res.12). Yaylarını değişik elleriyle tutan atlı figürler, atlılardan bazılarının sol, bazılarının sağ elleriyle ok attıklarını ifade etmektedir. Atışın gerçekleştirildiği dönüş esnasında sırtlar tamamen direğe dönüktür. Yere düşen okları toplayan ve oklukları yanlarında olmasına rağmen atlılara ok yetiştiren çocuk figürleri, burada, direk etrafındaki dönüşler esnasında hedefe yapılan seri atışlara dayalı bir oyunun sergilendiği kanaati uyandırmaktadır. Benzer bir sahne, Ali Şir Nevai Divanı’ndaki bir minyatürde de tasvir edilmektedir (Res. 5). Resimde atlı okçular, üzerinde hedef olarak top veya ters çevrilmiş şişe bulunan direğin etrafında dörtnala dönmekte, atış yapmakta ve ok toplayan figürden ok temin etmektedirler.[80]

Her iki tasvirde de, kabak direğinin etrafında dörtnala dönerek atış yapan atlıların arasında ok toplarken vurgulanan çocuk figürleri, görüntünün, yalın bir hedef okçuluğu gösterisi olmaktan ziyade, iddialı bir yarışmayı yansıttığı izlenimi vermektedir. Yarışmanın, iki takım arasında ve belirlenen bir zaman içerisinde hedefe daha çok ok isabet ettirme esasına dayalı olması muhtemeldir. Oklukları boşalan atlılara çocukların ezilme tehlikesini göze alarak ok yetiştirmelerinin nedeni, oyundaki bu “yarışma” esprisi olmalıdır. Nusretnâme minyatüründe de, yarışma karakterli bir kabak oyunu tasvir edilmektedir (Res.9). Seyhan’a göre, atlardan bazılarının kuyruklarının bağlı olmasından oyunun karşılıklı iki takım arasında oynandığı anlaşıldığı gibi, hangi oyuncunun hangi takımdan olduğu da belirlenebilmektedir. Her takımdan birer oyuncu hedefe nişan alabilmekte, diğer oyuncular ise karşı takımın nişancısını engellemek ve kendi oyuncusunun rahatça atış yapabilmesini sağlamak için mücadele etmektedir.[81]

Osmanlılarda, kabak oyununun yaya olarak da uygulandığına dair bilgiler mevcuttur. Celâlzâde Mustafa, Damat İbrahim Paşanın 1524’te yapılan düğün törenini anlatırken; Metris Köyü civarında dikilen bir sırığın tepesine, üzerinde altın ve gümüş topların olduğu bir kabağın konulduğunu, okçulardan kiminin ayakta ya da diz çökerek, bir çoğunun da yere yatarak hedefe ok attıklarını yazmaktadır.[82] Büyük şenliklerde alışıldık olmayan yaya kabak atışlarının halk arasında daha yaygın olması muhtemeldir.

Nitekim, Kanunî döneminde Türkiye’ye gelen Serrano Y. Sanz, Türklerin düğün geleneklerinden de bahsettiği eserinde, düğünlerde damadın kapısının önüne, üzerinde gümüş para kesesi asılı oldukça yüksek bir direk dikildiğini ve keseyi okla indirenin ona sahip olduğunu yazmaktadır.[83] Kapının önündeki direğe hareket halindeki at üzerinden atış yapmak pek mümkün olamayacağına göre, burada bahsedilen, isteyen davetlilerin katılımını mümkün kılacak yaya atışlar olmalıdır.

Sonuç olarak, Atlı Bozkır Kültürünün askerî ve ekonomik zorunluluklar karşısında geliştirdiği, at üzerinde her yöne isabetli ok atabilme becerisi, kabak okçuluğu formunda, gerek askerî bir idman aracı, gerekse sosyal aktivitelerin biçimlendiren eğlenceli bir oyun olarak XV.-XVII. yüzyıllar arası Osmanlı hayatında önemli bir yer tutmuştur.

Ok ve yayın XVI. yüzyıl sonlarına doğru askerî alandaki önemini kaybetmesinden sonra, atlı- okçulara olan ihtiyacın ortadan kalkması ile zayıflayan kabak okçuluğu ve buna dayalı oyun, bir yüzyıl kadar daha sosyal ve sportif aktiviteler içinde yer aldıktan sonra, XVIII. yüzyıl başlarında tarih sahnesinden çekilmiştir. Polat Kaya’nın, Türkiye’de düzenlenecek muhtemel Olimpiyat oyunlarında sergilenmesi amacıyla, “Akıncılar Yarışması” adı altında atlı hedef okçuluğunu yeniden ihya çabaları da,[84] ne yazık ki yankı bulmamıştır.

Prof. Dr. İbrahim YILDIRAN

Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 625-634


Kaynaklar:
♦ And, Metin, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1982.
♦ Arat, Reşit Rahmeti (Haz.), Baburnâme. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1985.
♦ Arslan, Mahmut, Step İmparatorluklarında Sosyal ve Siyasi Yapı. İstanbul: İ.Ü. Ed. Fak. yay., 1984.
♦ Arslan, Mehmet, Türk Edebiyatında Manzum Surnâmeler (Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri). Ankara AKM yay., 1999.
♦ Baş, Bülent, “Trabzon’da Spor”, Bir Tutkudur Trabzon. Haz.: İ. Gündağ Karaoğlu, Ömer Ciravoğlu, Cüneyt Akalın, İstanbul: YKY, 1977, s. 431-7.
♦ Beşir Çelebi, Hikayet-i Beşir Çelebi: Edirne Tarihi. Yay. İsmail Hikmet Ertaylan, İstanbul, 1960.
♦ Beveridge, H., “Kabak-bâzî”, İslam Ansiklopedisi. Cilt 6, İstanbul: MEB, 1967, s. 5.
♦ Bölükbaşı, Atilla, “Tarih İçinde Spor”, Trabzon 2000, İstanbul, [ty], s. 386-401.
♦ Busbecq, Ogier Ghiselin de, Türkiye’yi Böyle Gördüm. Haz.: Ayşe Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser no: 31, [ty, yy].
♦ Cahiz, Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Fazîletleri. Çev.: R. Şeşen, Ankara: TKAE yay., 1967.
♦ Celâlzâde Mustafa, Tabakat-ül Memalik ve Derecât-ül Mesalik. Sadeleştiren: Sadettin Tokdemir, İstanbul 1937.
♦ Chardin, Jean de, Voyages en Perse. Amsterdam 1735.
♦ Dankoff, Robert, Evliya Çelebi in Bitlis. Leiden, New York, Kobenhavn, Köln: E. J. Brill, 1990. Diem, Carl, Asiatische Reiterspiele. Hildesheim, Zürich, New York: Olms Presse, 1982. Divitçioğlu, Sencer, Kök Türkler. İstanbul: Ada yay., 1987.
♦ Esin, Emel, Türk Kültür Tarihi: İç Asya’daki Erken Safhalar. Ankara: TTK yay., 1985.
♦ Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. Cilt 2-3, Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, Haz.: Zekeriya Kurşun, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, 1. Baskı (İstanbul: YKY, 1999.
♦ Evliya Çelebi, Seyahatnâme, Cilt 10, Dersaâdet [İstanbul], 1314 [1898].
♦ Figueroa, Garcias de Silva, L’Embassade en Perse. Paris 1667.
♦ Francke, A. H., A History of Western Tibet. London 1907.
♦ Gedeyn, Louis “Le Turc”, Journal et Correspondance (1623-1625). Publ.: A. Boppe, Paris 1909.
♦ Genç, Reşat, “Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. yüzyılda Türklerde Oyunlar ve Eğlenceler”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. III, Ankara: MFAD yay., 1977, s. 231-242.
♦ Goeseke, Gudrun, “Die Miniaturen im Divan von Mir Ali Şir Navai der Bibliothek der Deutschen.
♦ Morgenlaendischen Gesellschaft in Halle”, ZDMG, 111, NF 36 (1961), s. 288-307.
♦ Gökbilgin, Tayyib, XV. – XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası. İstanbul 1952.
♦ Hammer-Purgstall, Josef de, Geschichte der Osmanischen Dichtkunst. Bd. III, Pest, 1837.
♦ İrepoğlu, Gül, “Osmanlı Sanatında Spor Dünyası ve Spor Betimlemeleri”, P, 10 (Yaz 1998), s. 32-57.
♦ Kahraman, Atıf, Osmanlı Devleti’nde Spor. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1995.
♦ Katip Çelebi, Cihannüma. İstanbul: Müteferrika Basımevi, 1732.
♦ Kaya, Polat, “Akıncılar Yarışması”, Türk Kültürü, XXVI, 298 (Şubat 1988), s. 112-116.
♦ Köymen, M. Altay, Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı. [Ankara]: A.Ü. Basımevi, 1970.
♦ Latham, J. D., Notes on Mamluk Horse-Archers”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 32, 2. (1969), s. 257-267.
♦ Lubenau, Reinhold, Beschreibung der Reisen des Reinhold Lubenau. I, Ed.: W. Sahm, Königsberg 1912.
♦ Mercier, Louis, La Chasse et les Sports chez les Arabes. Paris 1927.
♦ Ligeti, L., “Asya Hunları”, Atilla ve Hunları, İstanbul, 1962.
♦ Meyer, Heinz, “Zur Kultursoziologie der Leibesübungen der früheren Reitervölker”, İn: Geschichte der Leibesübungen, Bd. 2, Ed.: Horst Uberhorst, Berlin, München, Frankfurt, 1978, s. 11-81.
♦ Nutku, Özdemir, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği (1675). 2. Baskı, Ankara: TTK yay., 1987.
♦ Nutku, Özdemir, “Eski Şenlikler”, İstanbul Armağanı 3: Gündelik Hayatın Renkleri, Haz.: Mustafa Armağan [İstanbul], 1977, s. 97-143.
♦ Ögel, Bahaeddin, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi. 2. Basım, Ankara: TTK yay., 1984.
♦ Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi. I. Cilt, 2. Baskı, Ankara: TTK yay., 1993.
♦ İbrahim Peçevî, Peçevî Tarihi. I, Çev.: Murat Uraz, İstanbul 1968.
♦ Reyhanlı, Tülay, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da Hayat (1582-1599). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1983.
♦ Sanson, Nikolaus, Voyage ou Relation de l’Etat Présent du Royaume de Perse. Amsterdam 1695.
♦ Sanz, Manuel Serrano Y., Türkiye’nin Dört Yılı (1552-1556), Çev.: Ayşe Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, Nr. 18, [yy, ty].
♦ Seyhan, Nezihe, “Türk Kültüründe At Tasvirleri”, Türk Kültüründe At ve Atçılık, Ed.: Emine Gürsoy-Naskali, İstanbul 1995, s. 165-176.
♦ Tayga, Yunus, Türk Spor Tarihine Genel Bakış. Ankara, GSGM yay., 1990.
♦ Thevenot, Jean de, Travels in to the Levant. London 1687.
♦ Thorau, Peter, Sultan Baibars I. Von Aegypten. Ein Beitrag zur Geschichte des Vorderen Orients im 13 Jahrhundert. (Diss.), Eberhard-Karls-Universitaet, Tübingen 1987.
♦ Titley, Norah M., Sport and Pastimes: Scenes from Turkish, Persian and Mughal Paintings. London: British. Library, 1979.
♦ Uğurlu, Mustafa, Münyetü’l-Guzat. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1987.
♦ Usta, Veysel, Anabasis’ten Atatürk’e Seyahatnamelerde Trabzon. Trabzon: Serander Yay., 1999.
♦ Yıldıran, İbrahim, “Uygulama Nedenleri ve Fonksiyonları Bakımından Türk Kültürünün Erken Devirlerinde Bazı Sportif Aktivitelerin Görünümü”, Gazi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, I, 2 (1996), s. 47-57.
♦ Yücel, Ünsal, Türk Okçuluğu. Ed.: Dursun Ayan, Ankara: AYK Atatürk Kültür Merkezi Başk., 1999.
♦ Zeyrek, Yunus, IV. Murâd’ın Revân ve Tebriz Seferi Rûz-nâmesi. Ankara: Kültür Bakanlığı yay., 1999.
Dipnotlar:
[1] Bkz. Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu (Ankara: AYK Atatürk Kültür Merkezi Başk., 1999), s. 38.
[2] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi. I. Cilt, 2. Baskı (Ankara: TTK yay., 1993), s. 52, 212.
[3] Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi. 2. Basım (Ankara: TTK yay., 1984), s. 7.
[4] Mahmut Arslan, Step İmparatorluklarında Sosyal ve Siyasi Yapı (İstanbul: İ.Ü. Ed. Fak. yay., 1984), s. 2.
[5] Heinz Meyer, “Zur Kultursoziologie der Leibesübungen der früheren Reitervölker”, İn: Geschichte der. Leibesübungen, Bd. 2, Ed.: Horst Überhorst (Berlin, München, Frankfurt, 1978), s. 67.
[6] Emel Esin, Türk Kültür Tarihi: İç Asya’daki Erken Safhalar (Ankara: TTK yay., 1985), s. 2, 3.
[7] Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 141, Levha 13.
[8] Belgelenebilmiş ilk atlı-okçu görüntüsü, Batı Tibet’te, Ladak bölgesinde bulunan ve M.Ö. 1200 olarak tarihlendirilmiş bir kaya resmidir; Bkz. A.H. Francke, A History of Western Tibet. London 1907, Levha III.
[9] L. Ligeti, “Asya Hunları”, Atilla ve Hunları (İstanbul, 1962), s. 37 vd.
[10] Bkz. Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler (İstanbul: Ada yay., 1987), s. 200.
[11] Meyer, a.g.e., s. 52.
[12] El-Cahiz, Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Fazîletleri, Çev.: R. Şeşen (Ankara: TKAE yay., 1967), s. 67.
[13] Hem öne hem arkaya ok atabilenler, toplumda başlarına taktıkları çift şahin kanadıyla tanınıyorlardı; Bkz. Esin, a.g.e., s. 3.
[14] Erken devir Türk kültüründe sportif aktiviteler için; bkz. İbrahim Yıldıran, “Uygulama Nedenleri ve. Fonksiyonları Bakımından Türk Kültürünün Erken Devirlerinde Bazı Sportif Aktivitelerin Görünümü”, Gazi. Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, I, 2 (1996), 47-57.
[15] Bkz. Reşat Genç, “Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türklerde Oyunlar ve Eğlenceler”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. III (Ankara: MFAD yay., 1977), s. 234-241.
[16] Bkz. J. D. Latham, Notes on Mamluk Horse-Archers”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 32, 2 (1969), s. 258.
[17] Peter Thorau, Sultan Baibars I. Von Aegypten. Ein Beitrag zur Geschichte des Vorderen Orients im 13. Jahrhundert. (Diss.), Eberhard-Karls-Universitaet, Tübingen 1987, s. 184.
[18] Bkz. Yunus Tayga, Türk Spor Tarihine Genel Bakış (Ankara, GSGM yay., 1990), s. 55, 56.
[19] Bkz. Tayga, a.g.e., s. 56; Bkz. Yücel, a.g.e., s. 56.
[20] Louis Mercier, La Chasse et les Sports chez les Arabes (Paris 1927), s. 218;  Haçlı seferleri sırasında Memlûklerden Batıya transfer edilen kabak oyunu, buralarda kuş vurma/kuşa atma (Alm.: Vogelschiessen) adıyla anılıyordu. Önceleri, Memlûklerde olduğu gibi canlı bir güvercin ya da başka bir kuş hedef olarak kullanılırken, sonraları ağaçtan, genellikle papağan formunda bir kuş maketi hedef edinilmişti; Bkz. Gudrun Goeseke, “Die Miniaturen im Divan von Mir Ali Şir Navai der Bibliothek der Deutschen Morgenlaendischen Gesellschaft in Halle”, ZDMG, 111, NF 36 (1961), s. 298, dipnot 3.
[21] Mercier, aynı yer.
[22] Bkz. Yücel, a.g.e., s. 37.
[23] Bkz. Mustafa Uğurlu, Münyetü’l-Guzat (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1987), s. 116-7.
[24] Reşit Rahmeti Arat (Haz.), Baburnâme (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1985), s. 28.
[25] Arat, a.g.e., s. 269.
[26] H. Beveridge, “Kabak-bâzî”, İslam Ansiklopedisi, 6. Cilt, 2. Baskı (İstanbul: MEB, 1967), s. 5, 6.
[27] Bkz. Norah M. Titley, Sport and Pastimes: Scenes from Turkish, Persian and Mughal Paintings (London:.British Library, 1979), s. 10; Divan’da yer alan bir başka kabak oyunu minyatürü için; Bkz. Goeseke, agm, Tafel II.
[28] Jean Chardin, Voyages en Perse (Amsterdam 1735), s. 58.
[29] Bkz. Carl Diem, Asiatische Reiterspiele (Hildesheim, Zürich, New York: Olms Presse, 1982), s. 68; 11 Eylül 1635 tarihinde Tebriz’e giren IV. Murad, çevgan oynanan ve kabağa ok atılan bu meydanda at oynatıp, cirit oynamıştı; Bkz. Yunus Zeyrek, IV. Murâd’ın Revân ve Tebriz Seferi Rûz-nâmesi (Ankara: Kültür Bakanlığı yay., 1999), s. 92.
[30] Garcias de Silva Figueroa, L’Embassade en Perse (Paris 1667), s. 183.
[31] Bkz. Yücel, a.g.e., s. 39.
[32] Göktürkler devrinde (550-745), Hakan eşi Hatunların maiyetinde ok atmakta mahir, atlı kadın birlikleri vardı; Bkz. Esin, a.g.e., s. 7.
[33] Nikolaus Sanson, Voya.g.e. ou Relation de l’Etat Présent du Royaume de Perse (Amsterdam 1695), s. 48, 86, 87.
[34] Celâlzâde Mustafa, Tabakat-ül Memalik ve Derecât-ül Mesalik. Sadeleştiren: Sadettin Tokdemir (İstanbul 1937), s. 61.
[35] İbrahim Peçevî, Peçevî Tarihi. I, Çev.: Murat Uraz (İstanbul 1968), s. 86.
[36] Bkz. Tülay Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. yüzyılda İstanbul’da Hayat (1582-1599) (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1983), s. 55; 1582 şenliğini izleyen Gelibolulu Ali, Surnâme’sinde kabak oyununu, kabağı muma, güneşe ve aya, okları ise pervane ya da yıldızlara benzettiği güzel teşbihlerle anlatır; Bkz. Mehmet Arslan, Türk Edebiyatında Manzum Surnâmeler (Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri) (Ankara: AKM yay., 1999), s. 257.
[37] Özdemir Nutku, “Eski Şenlikler”, İstanbul Armağanı 3: Gündelik Hayatın Renkleri, Haz.: Mustafa Armağan ([İstanbul], 1977), s. 109.
[38] Reyhanlı, a.g.e., s. 82, dipnot 169.
[39] Ogier Ghiselin de Busbecq, Türkiye’yi Böyle Gördüm. Haz.: Ayşe Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, no: 31, [ty, yy], s. 126.
[40] Gül İrepoğlu, “Osmanlı Sanatında Spor Dünyası ve Spor Betimlemeleri”, P, 10 (Yaz 1998), s. 49.
[41] Bkz. Kahraman, a.g.e., s. 48.
[42] Beşir Çelebi, Hikayet-i Beşir Çelebi: Edirne Tarihi. Yay. İsmail Hikmet Ertaylan (İstanbul 1960), s. 2-5.
[43] Özdemir Nutku, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği (1675). 2. Baskı (Ankara: TTK yay., 1987), s. 104.
[44] Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., 1982), Resim 71, 72.
[45] And, a.g.e., s. 54, 55.
[46] a.g.e., Resim 46, 57, 59, 60.
[47] Peçevî, a.g.e., s. 86; Reyhanlı, a.g.e., s. 55.
[48] Louis Gedeyn “Le Turc”, Journal et Correspondance (1623-1625). Publ.: A. Boppe (Paris 1909), s. 126.
[49] Bir tutam yay uzunluğu yaklaşık 11. 2 cm; 13 tutam yay 145 cm’dir. Bkz. Yücel, a.g.e., s. 254.
[50] Bkz. Atıf Kahraman, Osmanlı Devleti’nde Spor (Ankara: Kültür Bakanlığı yay., 1995), s. 472.
[51] Kahraman, a.g.e., s. 64, 68, 469; İrepoğlu, agm, s. 38.
[52] Kahraman, a.g.e., s. 97, 99.
[53] Josef de Hammer-Purgstall, Geschichte der Osmanischen Dichtkunst. Bd. III (Pest, 1837), s. 88.
[54] Bkz. Kahraman, a.g.e., s. 456.
[55] “Meydan” kelimesi at koşu alanları için bir birimdir. Orta boy bir meydanın eni  ve boyu 1000 arşın [~700m. ]’ dır; Bkz. M. Altay Köymen, Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı ([Ankara], 1970), s. 63, 1 nolu dipnot.
[56] Evliya Çelebi, Seyahatnâme, Cilt 10 (Dersaâdet [İstanbul], 1314 [1898]), s. 176.
[57] Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. Cilt 3, Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, Haz.: S. A. Kahra man, Y. Dağlı, 1. Baskı (İstanbul: YKY, 1999), s. 256.
[58] Robert Dankoff, Evliya Çelebi in Bitlis (Leiden, New York, Kobenhavn, Köln: E. J. Brill, 1990), s. 150.
[59] Bkz. Atilla Bölükbaşı, “Tarih İçinde Spor”, Trabzon 2000 (İstanbul [ty]), s. 386-7.
[60] Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. Cilt 2, Topkapı Sarayı Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu- Dizini, Haz.: Z. Kurşun, S. A. Kahraman, Y. Dağlı, 1. Baskı (İstanbul: YKY, 1999), s. 54.
[61] Katip Çelebi, Cihannüma (İstanbul: Müteferrika Basımevi, 1732), s. 429-431.
[62] Bkz. Veysel Usta, Anabasis’ten Atatürk’e Seyahatnamelerde Trabzon (Trabzon: Serander Yay., 1999), s. 132.
[63] Bülent Baş, “Trabzon’da Spor”, Bir Tutkudur Trabzon. Haz.: İ. G. Karaoğlu, Ö. Ciravoğlu, C. Akalın (İstanbul: YKY, 1977), s. 435.
[64] Yücel, a.g.e., s. 44, 45.
[65] Tayyib Gökbilgin, XV. – XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası (İstanbul 1952), s. 21.
[66] Busbecq, a.g.e., s. 124.
[67] Reinhold Lubenau, Beschreibung der Reisen des Reinhold Lubenau, I, Ed.: W. Sahm (Königsberg 1912), s. 183-4.
[68] Jean de Thevenot, Travels in to the Levant (London 1687), s. 108-9
[69] Bkz. Yücel, a.g.e., S. 46.
[70] Bkz. Kahraman, a.g.e., s. 469.
[71] Gedeyn, a.g.e., s. 126.
[72] Bkz. Yücel, a.g.e., s. 41.
[73] Bkz. Kahraman, a.g.e., s. 472.
[74] Bkz. Yücel, a.g.e., s. 41.
[75] Yücel, a.g.e., s. 42.
[76] Goeseke, agm, s. 298, dipnot 3.
[77] Chardin, a.g.e., s. 58.
[78] Celâlzade, a.g.e., s. 61.
[79] Nutku, a.g.e., s. 104.
[80] Titley, a.g.e., s. 8.
[81] Nezihe Seyhan, “Türk Kültüründe At Tasvirleri”, Türk Kültüründe At ve Atçılık, Ed.: Emine Gürsoy-Naskali, İstanbul 1995, s. 175; Yücel, iki okçunun kabağa, diğerlerinin değişik yönlere ok attıkları bu minyatürün sağ ve sol elle her yöne atışı göstermek amacıyla tasarlandığını tahmin etmekte ve sağ alttaki oyuncuların “kıgaç atışı” yaptıklarını savunmaktadır; Bkz. Yücel, a.g.e., s. 40, 43.
[82] Celâlzâde, a.g.e., s. 61.
[83] Manuel Serrano Y. Sanz, Türkiye’nin Dört Yılı (1552-1556), Çev.: Ayşe Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, Nr. 18, [yy, ty], s. 92.
[84] Bkz. Polat Kaya, “Akıncılar Yarışması”, Türk Kültürü, XXVI, 298 (Şubat 1988), s. 112-116.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.