Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Büyükleri – 22 : Börü Kun (Moyun) Çor

2 17.972

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

Türk tarihi ne kadar kahramanlıklarla dolu ise de, bu sayfalar o kadar da ibret sahnelerine aracılık etmektedir. Tarihimize şöyle bir baktığımızda, milletimizin birbirini çekememesinin ve küçük menfaat çatışmalarının bir milletin kaderinde ne denli olumsuz tesirler bıraktığını görmek mümkün olur. Peki, netice nedir? Elbette ki beylerin kendi aralarındaki bu kavgalar koca bir milletin sefalete düşmesine sebep olur. Tıpkı bugün Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinin birbirlerine tahammül edememeleri gibi.

Bilge Kağan’ın 734 senesinde ölümünden sonra o muhteşem Kök Türk Kağanlığının içerisinde birtakım çalkantıların yaşandığını hepimiz biliyoruz. Özellikle bu sırada ortaya çok iddialı bir şekilde çıkan Basmıl, Uygur ve Karlukların son Kök Türk beylerine karşı insafsızca hareketleri söz konusudur. Sanki aynı soydan gelmiyorlarmış gibi, zayıf ve parçalanmakta olan Kök Türk ordularıyla, idarecilerine acımasızca katliamlarda bulunuyorlardı. Sanki bu durum çok övünülecek şeymiş gibi, diktirdikleri yazıtlarda, diğer Türk kardeşlerini nasıl öldürdüklerini yazıyorlardı.

Bu hareketin öncülüğünü her ne kadar Basmıllar üstleniyorlarsa da, tarihi kaynaklardan anlıyoruz ki, inisiyatif Uygur Türklerinin elindedir. 739-40 yıllarında, muhtemelen o sıralarda bir Uygur il-teberi olan Kutlug Bilge Köl Kağan’ın oğlu olan ünlü Börü Kun (Moyun Çor), Tokuz Oğuzları da yanına alarak tarihte On Uygur diye anılan yeni bir siyasi teşekkülün başına geçti. Bu esnada Kök Türk Kağanlığının batısında da kendi başının çaresine bakmak isteyen Türk boyları birer birer isyan ediyorlardı. Çin imparatorluğu bu ayaklanmalara yardımda bulunduğu gibi Basmıl, Karluk ve Uygur baş kaldırılarını da teşvikten geri kalmıyordu.

Babasının emriyle 741 tarihinden itibaren binbaşı tayin edilen Moyun Çor yürüyüşe geçerek, birçok Türk boyunu kendine bağladı. Bu durum ise Ötüken’de büyük bir karışıklığa sebep oldu. Bu üçlü ittifakın orduları ilk önce 742’de Kök Türk Devletinin en sadık tebası ve Kutlug Yabgu’nun idaresinde olan Üç Tuglıg Türk Bodun’u bütün karşı koymalarına rağmen yendiler. Bunun arkasından onlar, Basmılların lideri Börü’yü Kağan seçip, aralarında bir idarî taksimata gittiler. Uygurların önderi doğu bölgesini, Karluk il-teberi de On Ok yurdunu yönetmeye başladı. Ama burada tam bir otorite sağlandığı söylenemez.

Her bey ve kabile adeta başına buyruk bir hareket içindeydi ve birbirlerine de hiç güvenmiyorlardı.

Kök Türkler herşeye rağmen kolay lokma olmak istemediklerinden başlarına Ozmış Tigin’i geçirerek, direnişe devam ettilerse de; 743’te Ozmış da yakalandı ve öldürüldü. Aslında müttefiklerin Ozmış’a saldırmasında yine Çin’in parmağı vardı. Kök Türklere karşı onları hep Çin imparatorluğu kışkırtıyordu. Bu hareketi Ozmış’ın kardeşi Begmen (Peymey) Tigin sürdürmek istemiş, ama o da katledilmekten kurtulamamıştı.

Uygurların, Börülüler (Aşina) sülalesine karşı böyle acımasızca bir tavır sergilemesi, bugünkü mantıkla düşünüldüğünde pek bir anlam taşımıyor. Çünkü yapmış oldukları hareket sonuçta kendilerine bir yarar getirmedi. Türk milletinin sağda-solda böyle başı-boş kalması ister-istemez Çin imparatorluğunun ekmeğine yağ sürdü ve Kök Türk Kağanlığından boşalan yeri doldurarak, bir dünya devleti olma yoluna girdiler.

Kök Türk üstünlüğüne son verildikten itibaren Kağanlık mücadelesinde Basmıl, Uygur ve Karluklar arasında kavgalar başladı; ilk önce Karluklarla anlaşan Uygurlar, Basmıl Kağanını öldürdüler, sonra da Karlukların ortaklığına nihayet verdiler. Aslında bu karışık durum Börülüler (Aşina) sülalesinin lehine idi, ancak ortada ne Kapgan, ne de Köl Tigin gibi kudretli bir kişi olmadığından fırsat değerlendirilemedi.

Nihayet 748 yılında milletinde katıldığı Atalar Mezarlığındaki kurultaydan sonra Türk Devletinin başına Uygurlar geçirildi. Burada; halk ve komutanların Kutlug Bilge’ye Ötüken’i yönetmesi için maruzatta bulunduklarını öğreniyoruz. Kutlug Bilge de hakan olunca büyük oğlu Tay Bilge Tutuk’u yabgu, Börü Kun’u da (Moyun Çor) herhalde şad tayin edip, 748’de ölmüştür. Uygur hakimiyeti vesilesiyle karşılaştığımız bu mezarlık konusu dikkati çekmektedir. Bilindiği gibi Hunlarda kutlu bir ata mağarasının bulunduğunu Çin kaynaklarında görmekteyiz. Yazıttaki bu kayıtlar kutlu atalar mağarasının ve Türk neslinin çoğalmasına sebep olan Türk ataların gerçek veya sembolik kabirlerinin olduğu fikrini çağrıştırıyor. Çin tarihlerinden, Kök Türk Kağanının daima Ötüken’deki bir dağın eteğinde oturduğunu, her yıl kurban kesmek için beylerini Ötüken’in 250 km batısında, üzerinde ne çimen, ne de ağaç olan sarp ve yüksek bir dağ olan atalar mağarasına götürdüğünü öğreniyoruz. Bu da bize Ergenekun Destanı’nı hatırlatmaktadır. Türk tarihi ve kültürü açısından buradan çıkan diğer bir netice ise, hükümdarlık alametleri arasında atalar mezarlığına da sahip olmak vardır.

Kutlug Bilge Köl Kağan’dan sonra Uygur tahtı için iki kardeş, Tay Bilge Tutuk ve Moyun Çor arasında mücadeleler başladı. Aslında tahtın resmî varisi Tay Bilge Tutuk’tur. Fakat Kağanlığın kuruluşunda babasına en çok yardımı sağlayan Börü Kun (Moyun Çor) olduğu için, o ağabeyinin Kağanlığını tanımamış ve onunla mücadeleye girişmiştir. Bu iki kardeş Ötüken’in değişik yerlerinde birkaç kez vuruştular, ama her defasında Tay Bilge yenildi. Her ikisini de destekleyen taraftarları vardı. Ancak bu mücadeleden Börü Kun (Moyun Çor) galip çıktı ve Türk devlet geleneğinde Kağanlık mücadelesi sırasında mağlûp olanın galip gelen tarafından öldürülmesi adetine bağlı olarak, Tay Bilge Tutuk’un da Börü Kun (Moyun Çor) tarafından öldürüldüğü sonucuna varabiliriz.

Börü Kun’a (Moyun Çor) Türkçe, Tengride Bolmış İl Etmiş Bilge Kağan unvanı verildi. O Kağanlığını sağlamlaştırıp, içeride huzuru temin edince, sınırların güvenliği işleriyle meşgul olmuş; Çik, Tatar, Kırgız, Tokuz Oguz, Basmıl, Az, Üç Karluk, Türgiş ve İsiler gibi boyları da yeniden itaat altına almıştı. Ayrıca ticaret ve tarım işlerine de önem verilmişti ki, bizzat Kağan kitabesinde; “Ötüken ülkesi ve çevresi, ikisi arasındaki tarlalarım, Sekiz Selenge, Orkun, Togla, Sebintürdü, Kargu ve Burgu’daki sularımda konar- göçerdim ben”, demektedir. Dolayısıyla Eski Türk devletinde halkın karnının doyurulabilmesi yalnızca savaş gelirleri ve hayvancılıkla sınırlanmamaktaydı. Yerine göre savaşılamayacak ve harp ganimetleri alınamayacak zamanlar görülebileceği gibi, hayvanların da toptan telef olması gibi durumlar ortaya çıkabilirdi. Nitekim Börü Tonga (Mo-tun) Yabgu’dan sonra Türk-Çin savaşları sıklaşınca, onların çiftçilik yapmak zorunda kaldıklarını bizzat Çin belgeleri zikretmektedir. İlk çiftçilik tecrübelerini de herhalde bu yerleşik kavimlerden öğrendiler. Bu yüzden toplum refahının ve hayatiyetinin sürdürülebilmesi amacıyla bunlara ilave bir seçenek olarak tarım, ticaret, el sanatları da ekonomide önemli bir yere sahipti.

Özellikle 8. asrın ikinci yarısından sonra Türk asıllı olduğu söylenen An Lu-shan’ın Çin’e karşı isyan bayrağını açması üzerine Türk-Çin münasebetlerinde yeni bir devreye girildiğini görmekteyiz. Çinliler, An Lu-shan karşısında uğradıkları büyük bir mağlûbiyetten sonra, Uygurlardan yardım istediler. Onlar, Uygurların bu teklife olumlu cevap vermesine çok sevindiler. Ancak ayaklanma bir süre sonra çığırından çıkınca, Çin’de yaşayan Türkler de, An Lu-shan’ın ordusuna cephe almaya başladı. Yine öyle anlaşılıyor ki, bir aralık Türk ordularının başında Börü Kun (Moyun Çor) Kağan da bulundu, ama sonradan ülke güvenliği düşünülerek, o geriye başkente döndü. Çin’deki askerlerin komutanlığını önce büyük oğluna, sonra da küçüğüne havale etti. Ne acıdır ki, bir zamanlar bizim başımıza, şimdi de dünyaya bela olan Çin imparatorluğu tamamen tarihten silinecekken, iki Türk beyinin birbirlerine düşman olmaları sebebiyle büyük bir tehlikeden kurtulmuştur.

Uygur Kağanı Çin’deki bu isyanları bastırmak ve Çinli askerlere yardımcı olmak amacıyla yukarıda da belirttiğimiz üzere önce büyük oğlu Ulug Bilge Yabgu’yu Çin’e gönderdi. O, bu memlekete ulaştığında Çin ordularının komutanı, Ulug Bilge’nin şerefine bir ziyafet hazırlamıştı. Türk yabgusu; komutana, devletlerinin içinde bulunduğu bu kötü zamanda eğlenceye ve ziyafete nasıl vakit bulabildiklerini sorup, kızmıştı. Ancak Çinlilerin Ulug Bilge’ye daha sonra bir hükümdar gibi davranmaları, onun da belki bu iltifatlardan hoşlanması yüzünden babasıyla arasının açıldığını düşünüyoruz. Dolayısıyla Ulug Bilge Yabgu’nun, ya babasının emriyle veyahut da bilinmeyen bir sebeple hayatı sona erdi. Arkasından aynı vazifeyi kardeşi Bögü üstlendi. O, da Çin sarayına gittiğinde; kendisini karşılamaya gelen Çin veliahtını, önünde saygı göstermediği için azarladı. Prens de bunu Çin yasta olduğu için yapmadığını söyleyerek, Bögü’nün öfkesinden kurtulabildi. Fakat veliahtın emrindeki bir memurun bu duruma itirazı, kendisinin ve bir-iki kişinin daha meydan dayağı yemesine sebep olmuştur ki, bunlardan ikisi ertesi gün ölmüştür.

O zamanki zor vaziyetten dirlik ve düzeni bozulmuş bu Çin’in kendi imkânlarıyla kurtulması mümkün değildi. Hatta bir keresinde Uygurlar, Çinli yetkililerden Chang-an’da oturan erkeklerin T’ang hanedanının, hazinenin ve kadınların da kendilerinin olmasını istediler; tabi ki bu dilek reddedildi. Bunun üzerine onlar Çin’in doğu başkentini ele geçirdikten sonra, şehri üç gün yağmadılar. Bunu kendilerinde hak olarak görüyorlardı, çünkü binlerce km öteden gelmişlerdi ve bunun da bir bedeli olmalıydı. Hem bu şehirleri resmi Çin devletinden değil, ayaklananların elinden kurtarmışlardı. Esasında onlar da kendi soydaşları olan Türklerden başka birisi değildi. Artık Çin ile yeni anlaşmalar yapmanın zamanı gelmişti. Buna göre Çin, Uygurlara vergi olarak her yıl 20.000 top ipek vermeyi kabûl etti. Karşılık olarak Uygurlar da, onlara atlar göndereceklerdi. Tabiki bunlar belli bir ücret mukabilindeydi. Atların nasıl, ne cins, hangi özelliklerde olacağının üzerinde durulmuyordu.

Kendisini Çin imparatorundan daha yüksek gören Börü Kun (Moyun Çor) Kağan, ondan bir gelin istedi. Bu vesileyle imparatorun kızlarından birisi yollandı ki, bu kız beraberinde ipekli kumaşlar, altın ve gümüş kaplar getirdi. Prensesle gelen heyet Orkun’a ulaştığında, Börü Kun (Moyun Çor) onları tahtında oturarak karşıladı. Çinli sefirlerin hoşuna gitmese de, bu durum onun kendisini ne kadar büyük gördüğünü açıklıyor. Hatta onlar Çin imparatorunun yakınları olduğundan huzura çağrıldıkları söylenir. Yoksa Kağanın yüzünü bile göremeyeceklerdi. Zaten Çin elçilerine verdiği cevapta; “ben Kağan ve imparator eşit derecedeyiz” diyordu. Araya diğer devlet adamlarının girmesiyle, sonradan tatsız bir olayın çıkmaması için elçinin gönlü alındı. Arkasından muhteşem bir törenle prenses katunluğa yükseltildi. Bunun şerefine gösterişli bir düğün oldu. Çin’den gelen hediyeleri de kumandanlarına dağıttı. Çin imparatorunun armağanlarının altında kalmak istemeyen Türk Kağanı da, ona 500 at, dört tane samur kaftan gönderdi.

Börü Kun (Moyun Çor) Kağan her ne kadar Kök Türk Kağanlığının mirası üzerine oturmuşsa da; onların ihtişamını devam ettiremedi. Ama öyle veya böyle Çin’i kendine bağımlı kıldı. Onun dönemi Türk tarihinde şehirleşme, tarım, ticaret vs. gibi konularda bir gelişmenin başlangıcı olarak görülebilir. Bu sırada özellikle Orkun Vadisinde çeşitli kentler ve kasabalar inşa edildi. Bunların en meşhurlarından birisi, Moyun Çor’un kendi yazıtı olan Şine Usu’da da zikredildiği üzere Bay Balık’tır. Nihayet bu büyük Türk Kağanı 759 senesinde öldü.

Börü Kun’un (Moyun Çor) kendi adına dikilen kitabelerinde birçok Türk boyunu (Tokuz Oguz, Kasar, Bars İl, Üç Karluk, Türgiş, Kırgız, Çik~Sek El, Basmıl, Çigil vs.) ve yabancı kavmi (Kıtan, Tibet, Çin vs.) itaata aldığı, Türk devletinin sınırlarını doğu ve güney-doğuda Sarı Nehir (ki bu yıllarda Çin’in Türk hâkimiyetinde olduğunu da söyleyebiliriz) ile Kerulen’e, batıda Tanrı Dağlarına, kuzeyde Yenisey’in (Enesey) orta mecralarına, güneyde de Künlün Dağlarına kadar genişlettiği anlaşılmaktadır.

Maalesef Börü Kun’un (Moyun Çor) ne oğlu Bögü, ne de sonraki torunları bu devleti yönetecek kudret ve kabiliyette olmadıklarından, seksen yıl zarfında yıkılmaktan kurtulamadılar.

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

“Türk Tarihinin Kahramanları: 23- Moyun Çor”, Orkun, Sayı 78, İstanbul 2004

2 Yorumlar
  1. Altayli diyor

    Börü Kun’un (Moyun Çor) kendi adına dikilen kitabelerinde birçok Türk boyunu (Tokuz Oguz, Kasar, Bars İl, Üç Karluk, Türgiş, Kırgız, Çik~Sek El, Basmıl, Çigil vs.) ve yabancı kavmi (Kıtan, Tibet, Çin vs.) itaata aldığı, Türk devletinin sınırlarını doğu ve güney-doğuda Sarı Nehir (ki bu yıllarda Çin’in Türk hâkimiyetinde olduğunu da söyleyebiliriz) ile Kerulen’e, batıda Tanrı Dağlarına, kuzeyde Yenisey’in (Enesey) orta mecralarına, güneyde de Künlün Dağlarına kadar genişlettiği anlaşılmaktadır.

    Maalesef Börü Kun’un (Moyun Çor) ne oğlu Bögü, ne de sonraki torunları bu devleti yönetecek kudret ve kabiliyette olmadıklarından, seksen yıl zarfında yıkılmaktan kurtulamadılar.

  2. Hasan tutuk diyor

    Benim yorum yerine bilgi alabileceğim kaynak gösterme ye ihtiyacım olduğunu bildirmek isterim onun için yazıyorum
    Adım Hasan Tutuk
    Tay Bilge Tutuk Kutluk bilge kül kaan in oğlu burada soy yürütme takip konusunda bilgi alabileceğim kaynak göstermeniz umudu ile yazıyorum
    Selam ve saygilarimla

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.