Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Selçuklu-Fâtımî Halifeliği İlişkileri

0 15.889

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN

Abbâsî hanedanından kalan Türk gulâmlardan oluşan asker bulundurma geleneğinin takipçisi gibi görünen Buveyhî hanedanı, selefinin düştüğü kötü durumlara düşmekten kurtulamamıştı. Zira, liyakatsiz hükümdarların tahta çıkarak devleti kötü yönettiği dönemlerde, bu askerlerin başında bulunan emîrler hemen harekete geçerek, hükümdar üzerinde baskı kurup denetimi tamamen ellerine geçirmekteydiler. Bu cümleden olarak, Buveyhîlerin son dönemlerinde otorite boşluğu yüzünden Irak’ta hâkimiyet İspehsâlâr Arslan Besâsîrî’nin eline geçmişti. Halife el-Kâ’im, onu hilâfet müessesesinin yönetiminde yetkili ve hâkim kılmak zorunda kalmıştı. Gücü oldukça artan bu Türk emîrinden Arap ve Acem emîrleri korkup, çekinmekteydiler. Adı Irak ve çevresindeki bir çok câminin hutbelerinde okunduğu gibi, buralardan vergi toplama işini de kendisi yürütmekteydi. Halife el-Kâ’im ona danışmadan hiçbir iş yapamaz, kendi başına bir karar veremez hale gelmişti. Kendisi bizzat halifenin sarayında ikâmet etmekteydi. Gittikçe güçlenen ve istekleri ile hedefleri büyüyen bu emîr, sonunda tehditlerini halife üzerine yönlendirip, onu tasfiye etmek isteğini ortaya koymaya başladı. Onun hilâfet sarayını yağmalayarak, kendisini tutsak alacağına ilişkin planlarını öğrenen Halife el- Kâ’im, veziri Reîsu’r-Ruesâ İbnu’l-Muslime aracılığıyla Sultan Tuğrul Bey’e bir mektup göndererek, durumu ona arzetti ve kendisine yardım etmesi için hemen Irak’a gelmesini istedi (1154). Kaynaklarda belirtilmemesine rağmen, Halife’nin, çevredeki Arap emîrlerinden de bu yönde yardım istediği anlaşılmaktadır. Bunların içerisinde bulunan, Tuğrul Bey’e tâbi Mûsul Ukaylî emîri Kureyş b. Bedrân hemen harekete geçerek Enbâr ve Harbâ’yı zaptetti (1054). Buralarda Besâsîrî’ye ait emlâka ve adamlarının el-Hâlis’teki obalarına saldırılarda bulunduktan sonra su bentlerini açarak büyük zararlar görmelerini sağladı. Kureyş b. Bedrân, bu faaliyetlerinden sonra iki adamını gizlice Bağdad’a gönderdi. Durumdan haberdar olan Besâsîrî, bu casusları yakalamak için harekete geçmesine rağmen başarıya ulaşamadı.Bütün bu saldırıların gerisinde halifenin veziri İbnu’l-Muslime’nin bulunduğunu tahmin eden Arslan Besâsîrî, 1154 tarihinde darphaneden para ödenmesini durdurarak, bu vezir ile birlikte halife ve saray görevlilerinin maaşlarının ödenmelerini engelledi. Bütün bu olanlardan dolayı, Tuğrul Bey’in Bağdad’a davet edilmesi ve şehirlerin harap olmasına sebep olarak gösterdiği veziri suçladı. Arslan Besâsîrî ile vezir arasındaki anlaşmazlık, bir soğuk savaş ortamında 1055 tarihine kadar devam etti. Bu tarihte Enbâr’a giden Arslan Besâsîrî, burayı kuşattı ve çevresini tahrip etti. Fazla uzun sürmeyen kuşatmadan sonra burayı eline geçirerek, çok sayıda esirle birlikte Bağdad’a geri döndü. Bundan sonra halife ile bu Türk emîrinin ilişkileri bir daha asla düzelmeyecek duruma geldi.Vezir İbnu’l-Muslime ile Arslan Besâsîrî arasındaki soğuk savaş bundan sonra da devam etti. Bağdad’da yaşayan Türkleri Besâsîrî’nin aleyhine kışkırtan ve onu ayıplamalarını isteyen vezir, onların 1055’de Besâsîrî’nin evini yağmalayıp, bütün emlâkını ateşe vermelerini sağladı. Ayrıca bizzat kendi ağzından ona karşı suçlamalarda bulunarak, Mısır Fâtimî halifesi ile haberleştiği iddiasında bulundu. Bununla da kalmayarak, Buveyhî hükümdarı el-Meliku’r-Rahîm’e bir mektupla durumu bildirip, bu emîri bölgeden uzaklaştırmasını istedi.

A. Büyük Selçuklular Dönemi

  1. Sultan Tuğrul Bey Devri

Bu yaşanan olayların hemen akabinde, Sultan Tuğrul Bey ordusuyla Bağdad’a geldi (1155). Şehirde bulunan gulâm Türkler, çıkarlarının bozulacağını gördükleri için olaylar çıkardılar ve halifelik divanına saldırdılar. Ayrıca Bağdad halkı da korkusundan şehrin batı yakasına sığındı. Durumunun ümitsiz olduğunu gören Buveyhî hükümdarı el-Meliku’r-Rahîm ise Vâsıt’tan Bağdad’a geldi. Halifenin vezirinin isteği doğrultusunda, şehre girmeden önce Arslan Besâsîrî’yi yanından ayırdı. Besâsîrî, akrabası Hille hâkimi Dubeys b. Mezyed’in yanına gitti.

Görüldüğü kadarıyla, Tuğrul Bey’in gelişine en çok sevinen Vezir İbnu’l-Muslime olmuştu. Zira, bu vezir uzun bir süredir bölgeyi elinde bulunduran Buveyhîler Devleti’nin, Abbâsî Hilâfetinin istikbâli için ortadan kaldırılmasının şart olduğunu düşünmekteydi. Buveyhî hükümdarı el-Meliku’r-Rahîm, Tuğrul Bey’e elçi göndererek itaat arzetti ve Selçuklu Devleti’ne tâbi oldu ise de, Bağdad’da meydana gelen anarşik olaylardan sorumlu tutularak birkaç gün sonra tevkif edildi. Böylece Buveyhî Devleti tarihe karıştı (1055).

Dubeys b. Sadaka’nın yanına sığınan Arslan Besâsîrî, Tuğrul Bey’in onu yanından uzaklaştırması yönündeki isteği karşısında Hille’yi terk ederek, Fırat üzerinden Rahbe’ye gitmişti. Buradan Mısır Fatîmî Halifesi el-Mustansir’e mektup yazarak, yardım edilmesi halinde Abbâsî hanedanına son vererek, Irak’ta onun adına hutbe okutacağını, ayrıca Suriye’nin Tuğrul Bey tarafından ele geçirilmesini önleyebileceğini bildirdi. Bunun üzerine Rahbe’yi ona iktâ eden Mustansir, para, asker, silah ve zahire yardımında bulundu. Fâtimî Devleti bu isyancı emîri desteklerken, Irak bölgesinde rakibi Selçuklu Devleti ile dolaylı yollarla da olsa ilk defa karşı karşıya geliyordu.

Tuğrul Bey, daha Bağdad’a gelmeden önce, siyasi alanda Fâtimî Devleti’ni yalnız bırakmaya çalışmış ve bu amaçla çevresindeki devletlerle temas kurmuştu. Bu cümleden olarak, uzun bir süredir Fâtimîlerle dostluk ilişkilerini sürdüren Bizans İmparatorluğu’na elçi göndererek, Mısır üzerine yapmayı düşündüğü sefer sırasında topraklarından geçmesi için izin istemiş ise de, aralarındaki dostluğu ileri süren İmparator IX. Konstantin Monomah, buna müsaade etmemişti (1052-53). İmparator, bu kararına rağmen, Tuğrul Bey’in bizzat sefere çıkarak Doğu Anadolu’da büyük başarılar kazanması üzerine Mısır ile olan ilişkilerini gözden geçirmiş ve birkaç yıl önce yapılan antlaşmayı ilga etmişti (1054-55). Halife Mustansir’in buna cevabı, başta Kamame olmak üzere, bütün kiliselere el koyarak Hıristiyan halka karşı tutumunu sertleştirmesi oldu. Bunun üzerine geri adım atmak zorunda kalan İmparator, eski antlaşmayı tekrar yürürlüğe koydu. Böylece Fâtimî-Bizans ilişkileri tekrar eski şekline döndü (1055-56).

Tuğrul Bey, aynı zamanda Kuzey Afrika’daki Müslüman devletlerden birisi olan Zîrî hanedanı ile de ilişki kurmuştu. Bu devletin başında bulunan Mu’izz b. Bâdîs Şerefu’d-Devle, 1043-44 yılından itibaren Şiî hutbesini kaldırarak el-Kâ’im’in adına hutbe okutmakta ve bunun sonucunda Mustansir ile düşmanca ilişkiler sürdürmekteydi. Durumu değerlendiren Tuğrul Bey, Mu’izz b. Bâdîs ile temasa geçerek onu Selçuklu Devleti’ne tâbi kılıp, Fâtimî Devleti’ne karşı yürüttüğü mücadelede, Mısır’ın batısında bulunan İfrikiyye’de kendisine bir müttefik kazandı.

Arslan Besâsîrî ve müttefikleri, yaklaşık beş yıl süren uzun mücadele döneminde birkaç kez Selçuklu güçlerini bozguna uğratmayı başardılar. Bu cümleden olarak, Mustansir’den sağladığı paralarla Rahbe’de bir ordu kuran Besâsîrî, Dubeys b. Mezyed ile birlikte 1057 tarihinde Mûsul hâkimi Kureyş b. Bedrân ve Melik Kutalmış’ı Sincar’da yenilgiye uğrattı. Bunun ardından Mûsul’u işgal ederek, burada Mustansir’in adına hutbe okuttu. Yenilgiye uğrayan Kureyş b. Bedrân sonradan onun tarafına geçti. Mısır’da büyük sevinç yaratan bu zafer üzerine Halife Mustansir hil’atler göndererek, Besâsîrî ve müttefiklerini kutladı. Böylece, Selçuklu-Fâtimî mücadelesinde ilk raund Şiî halifesinin lehine sonuçlandı.

Sincar yenilgisi Tuğrul Bey’i bir hayli üzmüştü. Bunun intikamını almak için sefer hazırlıkları yaptı ve kardeşi İbrahim Yınal’a haber göndererek ordusu ile kendisine katılmasını istedi. 1056 tarihinde Bağdad’dan ayrılarak Mûsul’a yöneldi. Aynı yıl içinde Tekrît’i ele geçirdikten sonra Bezâvîc’e gitti ve 1057-58 yılına kadar İbrahim Yınal’ın ve diğer Selçuklu güçlerinin kendisine katılmasını bekledi. Melik Yakûtî’nin askerleriyle burada kendisine katılmasından sonra Mûsul’a yöneldi. Kendisi ile bir savaşı göze alamayan Besâsîrî ve müttefiklerinin bulundukları yeri terk ederek geri çekilmeleri üzerine, hiç bir direnme ile karşılaşmadan Mûsul’a girdi (1057). Beled şehrini Hezâresb b. Bengîr’e iktâ etti. Bu emîrin kuvvetleriyle, Tuğrul Bey’e karşı oluşturulan ittifaka mensup Arapların önemli bir kısmını çölde yakalayarak bozguna uğratması sonucu, bölgedeki muhalefet dağıldı. Bunun üzerine Dubeys ile Kureyş, Hezâresb’in vasıtasıyla Tuğrul Bey’den özür dileyip, bağışlandılar. İbrahim Yınal da sonradan sultanın ordusuna katıldı. Bölgenin güvenliğini sağladıktan sonra Mûsul ve çevresinin yönetimini ona bırakan Tuğrul Bey Bağdad’a geri döndü (1057).

Yalnız kalarak Rahbe’ye çekilmek zorunda kalan Besâsîrî, Mısır ile irtibatını devam ettirdi. Rakibi Tuğrul Bey’e karşı kullandığı iyi bir koz olan bu Türk emîrini yalnız bırakmayan Mustansîr, mücadeleye devam edebilmesi için gereken 60 bin dinarı ona gönderdi. Bu paralarla ordu kurarak tekrar güçlenen Besâsîrî, Tuğrul Bey’e tâbi olan Kureyş b. Bedrân’ı da yanına alarak, birlikte Fırat’ı geçip Cezîre taraflarına saldırılarda bulundu (1058). Saldırıların yoğunlaşması üzerine, Telli A’fer’deki Selçuklu emîri İnanç Bey Mûsul’a çekilmek ve sultandan yardım istemek zorunda kaldı. Bunun sonucunda, İbrahim Yınal halifenin de isteği doğrultusunda bir orduyla bölgeye gönderildi. Onun Mûsul yerine Irak-ı Acem’e doğru yönelerek isyan hareketine başlaması üzerine, savunması zayıflamış bulunan bu şehir Besâsîrî ve Kureyş tarafından ele geçirilip tahrip edildi (1058). Bu şehrin düştüğünden henüz haberi olmayan Tuğrul Bey, halifenin muhalefetine rağmen yanında bulunan az sayıdaki askeri ile birlikte buraya yöneldi. Onun yaklaştığını haber alan Besâsîrî ve Kureyş, savaşı göze alamadıkları için şehri boşaltarak, bölgeden uzaklaştılar. Mûsul’a giren Tuğrul Bey, fazla kalmayarak işgalcilerin peşinden Nusaybin’e hareket etti. Buraya geldiğinde, İbrahim Yınal’ın isyan ederek Hemedân’a gittiğini öğrendi ve harekâtını yarıda bırakarak İran’a yöneldi.

Basâsîrî’nin etkisiyle belli bir süredir Fâtimî halifesi ile mektuplaşan İbrahim Yınal, telkinler ve vaadler neticesinde kardeşi Tuğrul Bey’e karşı isyan ederek, İran’a doğru hareket etmişti. Bütün kaynaklar onun bu hareketinin gerisinde Basâsîrî ve Halife Mustansîr’in olduğunda hem fikirdirler. Kuvvet yoluyla Selçukluları yenemeyeceğini anlayan Mustansîr, kaleyi içten çökertmek için böyle bir taktiğe başvurmuştu. Saltanatı için ciddi bir tehlike olan bu isyan karşısında hemen harekete geçen Tuğrul Bey, uzun bir mücadeleden sonra bastırmayı başardı.

Tuğrul Bey, kardeşinin isyanı ile meşgul iken, Irak’ın savunmasız kaldığını gören Besâsîrî ve yandaşları Bağdad’ı işgal ettiler (1058). Abbâsî Hilâfetinin ve Selçukluların şehirdeki yöneticileri, halife de dahil olmak üzere tutuklandılar. Vezir İbn Muslime ve şehrin Selçuklu valisi Ebû Nasr Ahmed öldürüldü. Halife ise Hadîsetu Âne’de sürgüne gönderildi. El-Kâ’im’in adına okunan hutbeler kaldırılarak el-Mustansir adına okutulmaya başlandı. Ayrıca darphanede Fâtimî halifesi adına dinarlar bastırıldı. Sadece bu şehirle yetinilmeyerek, hareketin sınırları genişletildi. Bu cümleden olarak, Basra ve Vâsit zaptedildi. Ahvâz ise vergi vermek zorunda bırakıldı. Böylece, Irak’taki hâkimiyet tamamen Fâtimîlerin eline geçti.

1059 tarihinde kardeşinin isyanını bastırarak onu yayının kirişi ile boğduran Tuğrul Bey, fitnenin kaynağını kurutmak için Irak’a yöneldi. Bir yandan da Kureyş’e bir mektup yollayarak halifenin serbest bırakılıp, makamına iadesini istedi. Onun zaferi ve Irak’a hareketi Bağdad’da duyulunca Besâsîrî ve müttefiklerinin cesaretleri kırıldı. Bu arada Halife Mustansir, izni alınmadan, kendi başına karar veren ve bağımsız hareketlerde bulunan Besâsîrî ile ilişkilerini kesme noktasına getirilmişti. Kureyş b. Bedrân, uğruna mücadele edip, adına hutbe okuttukları Fâtimî halifesinin bu karşı tavrı üzerine durumdan şikâyetçi olarak, Halife el-Kâ’im’in makamına iadesi için Vâsit’te bulunan Besâsîrî’ye mektup gönderdi ve pişmanlık tezahürleri sergiledi. Fakat Besâsîrî’nin fikrini değiştirmemesi üzerine Bağdad’ı terk ederek çöllere çekildi. Irak’a gelerek Halife el-Kâ’im’i kurtaran Tuğrul Bey Bağdad’a girdi (1060). Meselenin kaynağı olan Besâsîrî’nin peşini bırakmayarak, ardından bir ordu yolladı. Oldukça zor bir duruma düşerek Dubeys’e sığınmak zorunda kalan Besâsîrî, sonunda kıstırılarak öldürüldü. Başı Bağdad’a getirilerek, halifenin sarayının karşısına kurulan bir sırığın ucuna asılıp halka teşhir edildi (1060).

  1. Sultan Alparslan Devri

Tuğrul Bey devrinde Selçuklu Devleti’nin batıdaki devletlerle olan siyasetinin merkezi Fâtimî Halifeliği iken, Alparslan devrinde bu ikinci plana düşerek, yerini Bizans İmparatorluğu aldı. Fâtimî Devleti’nin yönetiminde etkili olan Nâsiru’d-Devle b. Hamdan, Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ve davet etti (1069-70). Bunun üzerine bölgeye bir sefer düzenleme gereğini duyan Alparslan hemen harekete geçti (1070). Büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya girerek müstahkem Malazgirt kalesini fethedip, ardından Erciş’i ve Diyarbekir çevresindeki bazı kaleleri aldıktan sonra Urfa’ya ulaştı. Burası kuşatıldı ise de ele geçirilemedi. Zaman kaybetmemek için kuşatma kaldırılarak ileri harekâta devam edildi ve Haleb önlerine gelindi. Burayı elinde tutan Mirdasî hükümdarı Mahmud, Sultan’a tâbiiyetini arz ederek şehrin anahtarlarını teslim etti. Böylece 1071 tarihinde bütün Kuzey Suriye’de Şiî Fâtimî hutbesi kaldırılarak, yerine Sünnî Abbasî halifesinin ve Selçukluların hutbeleri okutulmaya başlandı. Suriye’de ilerleyen Sultan Alparslan, Bizans imparatoru Romanos Diogenes’in büyük bir orduyla İstanbul’dan İran’a doğru hareket ettiği haberinin gelmesi üzerine Mısır seferini yarıda kesmek zorunda kaldı. Bu seferi devam ettirerek Fâtimîlere ait bütün şehirleri zaptetmeleri için oğullarından birisini, Bağdad şahnesi Aytegin es-Süleymanî’yi ve kendisine tâbi olan Haleb hâkimi Mahmud’u görevlendirerek, geri dönmek zorunda kaldı.

Sultan Alparslan devri Selçuklu-Fâtimî ilişkileri açısından önemli bir olay da Suriye’ye ilk Türkmen akınlarının bu dönemde gerçekleşmesidir. Hanoğlu Harun, Mirdasoğlu Esedu’d-Devle Atiyye tarafından yardıma çağırılınca yaklaşık bin Türkmen atlısıyla birlikte Anadolu’dan Haleb taraflarına gitmişti (1064-65). Yeğeni Mahmud ile yaptığı taht mücadelesinde Harun’dan yararlanan Atiyye, daha sonra ihanet edip bu Türkmenlere saldırınca Emîr Mahmud’un tarafına geçen Harun, Atiyye’yi Mercidâbık’ta bozguna uğratmayı başardı (1065). Kuşatılan Haleb, Mahmud’a teslim oldu. Bu emîr, hizmetlerinden dolayı Harun’a Maarratu’n-Nûman’ı iktâ etti. Türkmenlerin Suriye’deki varlığına tepki gösteren Halife el-Mustansir, kendisine tâbi olan Emîr Mahmud’a haber gönderip onları bölgeden uzaklaştırmalarını istedi ise de bu kabul edilmedi. Harun, daha sonra Suriye’deki Bizans güçleriyle mücadele ederek Artah ve İmm kalelerini fethetti (1068). Romanos Diogenes, Bizans İmparatorluğu tahtına geçtikten hemen sonra karşı saldırıya geçerek Türkleri Anadolu ve Suriye’den atmaya çalıştı. Bu yönde Suriye’ye yaptığı seferde Menbic’i ele geçirdi. Sıranın Haleb’de olduğunu gören Harun ve Mahmud, Bizans birliklerine karşı vur-kaç saldırıları ile ağır kayıplar verdirdiler. Buna rağmen İmparator Artah ve İmm kalelerini geri almayı başardı (1068-69). Harun, Emîr Mahmud ile arasının bozulması üzerine Sûr’da Fâtimîlere karşı ayaklanarak yönetimi ele geçiren Aynu’d-Devle Ebû’l- Hasan ile işbirliğine başladı. Bunun üzerine Halife Mustansir’in emriyle bu isyanı bastırması için bölgeye gönderilen Akkâ valisi Bedru’l-Cemâlî’nin tarafına geçen Harun, Aynu’d-Devle’nin teşvikleri sonucu kendi adamları tarafından öldürüldü (1070-71).

Yine Alparslan’ın saltanatı sırasında Fâtimilerin hâkimiyeti altında bulunan Filistin’e Türkmen akınları başladı. Bu cümleden olarak, daha önceden Anadolu’da akınlarda bulunan Nâvekiyye Türkmenlerinden 3-4 bin çadırlık bir grup bölgeye gelerek Taberiyye gölünün doğusunda bulunan Balkâ’yı ele geçirdiler (1069-70). Buradan hareketle Remle ve çevresini alarak, Kurlu Bey’in yönetiminde bir Türkmen beyliği kurdular. Bölgede faaliyetlerini arttıran Kurlu Bey, kendisinden yardım isteyen Fâtimîlerin Akkâ valisi Bedru’l-Cemâlî’ye yardım etmişti. Daha sonra araları bozulunca Trablusşam civarlarına giden Kurlu Bey ve emrindeki Türkmenler buraya yerleştiler. Kurlu Bey burada isyan eden Fâtimîlerin Sûr valisi Aynu’d-Devle’ye yardım ederek, isyanı bastırmakla görevlendirilen Bedru’l-Cemâlî’yi başarısızlığa uğrattı. Daha sonra Filistin’e dönen Kurlu Bey, Mirdasoğulları Mahmud ve Atiyye arasındaki saltanat mücadelesine katıldı. Burada Mahmud’un tarafında mücadele eden Kurlu Bey, Atiyye’nin yenilgiye uğrattıktan sonra Mahmud’dan aldığı at ve paralarla Filistin’e geri döndü (1071). Bunun hemen ardından Fâtimîlerin hâkimiyetinde bulunan Dımaşk’ı kuşatan Kurlu Bey, 50 bin altın karşılığında kuşatmayı kaldırdı (1071). Ardından Akkâ’yı kuşatıp sıkıştıran Kurlu Bey aniden vefat etti. Onun ölümü üzerine yakınlarından bir Türkmen beyi buraya gelerek kuşatmayı devam ettirdi ve uzun süren kuşatmadan bir sonuç alınamayınca Filistin’e geri döndü.

Türkmen beylerinden Atsız, Kurlu Bey’den sonra Filistin’deki Türkmenlerin başına geçti ve beyliğin topraklarını büyütmeyi sürdürdü. Bu amaçla Remle’yi Fâtimîlerin elinden aldıktan sonra Kudüs’ü de fazla zorlanmadan ele geçirip Türkmen beyliğinin başşehri yaptı (1071).

  1. Sultan Melikşah Devri

Alparslan’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Melikşah zamanında, Fâtimîlerle ilişkileri Suriye ve Filistin’de hâkimiyet mücadelesi veren Türkmen beyliği yürütmekteydi. Suriye’deki faaliyetleri devam eden Atsız, bölgenin en büyük şehri konumundaki Dımaşk’ı ele geçirmeye uğraşmaktaydı. Bu amaçla 1070-71 yılında Şam’ı kuşattı ise de ele geçirmeye muvaffak olamadı. 1075 tarihinde ikinci bir defa daha kuşattı ve yine başarılı olamadı. Bundan bir yıl sonra yaptığı üçüncü kuşatmada şehir nihayet teslim oldu (1076). Burada ve Fâtimîlerden alınan diğer şehirlerde Abbâsî halifesi ve Sultan Melikşah adına hutbeler okunmaya başlandı.

Atsız’ın emîrlerinden birisi olan Şöklü, Suriye’nin Akdeniz’deki önemli limanlarından birisi olan Akkâ’yı ele geçirmişti (1074). Dımaşk’ın Atsız’ın eline geçmesi üzerine, onun burayı merkez yapıp yeni bir devlet kuracağından endişelenen Şöklü, bölgedeki çıkarlarının zedeleneceğini hesaba katarak, bunu engellemek için güney Anadolu’da fetihlerle meşgul olan Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın kardeşleriyle ittifak kurdu. Güçlerini Taberiyye’de bir araya getiren müttefikler, Atsız’ın üzerine yürüdüler. Bunun üzerine harekete geçen Atsız, Şöklü ile müttefiklerini yenilgiye uğratmayı başardı (1075). Savaş sonrasında Şöklü ve bir oğlu öldü, diğer oğlu ise Mısır’a kaçtı. Süleymanşah’ın kardeşleri ise esir düştü. Durumu öğrenen Melikşah, esirleri derhal İsfehân’a getirtti.

Bu sırada Fâtimî Halifesi Mustansir, Suriye’de otoriter uygulamalarıyla tanınan Akkâ valisi Bedru’l-Cemâlî’yi, devletin durumunu düzeltmesi için vezirlik makamına tayin etti. Ermeni asıllı bir gulâm olan bu vezir, daha önceden ırktaşlarından oluşturduğu bir askeri birlik refakatinde Kahire’ye geldiğinde yaptığı ilk icraat, devleti baskı altında tutan gulâm Türk askerlerini ani bir saldırı ile ortadan kaldırmak oldu. Anarşinin kaynağı gibi görünen bu grubun tasfiyesi ile birlikte iç barış sağlandı. Bu durumdaki Mısır’ı ele geçirmek isteyen Atsız, hazırlıklarını tamamlayarak sefere çıktı. Oldukça kurnaz ve mahir bir komutan olan Bedru’l-Cemâlî, bir takım oyalamalarla zaman kazanıp kuvvetlerini toparladı ve Kahire yakınlarına kadar gelen Atsız’ı bir gece baskını ile yenilgiye uğrattı. Çok az bir kuvvetle canını kurtaran Atsız, Dımaşk’a döndü (1076-77).

Bu yenilgiden sonra Atsız, kendisine itaatsizlik eden başta Kudüs olmak üzere bir çok Filistin şehriyle uğraşırken, askerlerinin büyük bir kısmını kaybettiği gibi, kendisine bağlı olan Dımaşk’ın her yönüyle mahvolup, son derece küçülmesine yol açmıştı. Bu durum karşısında harekete geçen Bedru’l-Cemâlî, Nasru’d-Devle komutasında bir ordu göndererek Dımaşk’ı muhasara etti ise de ele geçiremedi. Bir yıl sonra aynı komutan büyük bir orduyla tekrar bölgeye gönderilerek Filistin şehirlerinin bir kısmı ele geçirilip, Dımaşk tekrar kuşatıldı. Oldukça sıkışan Atsız, Melikşah tarafında Suriye’ye gönderilen Melik Tutuş’tan yardım istemek zorunda kaldı. Bu sırada Haleb’i kuşatmış olan Tutuş’un, işini yarım bırakarak ordusuyla birlikte süratle bölgeye ulaşması üzerine Fâtimî ordusu geriye çekildi. Şehri bu Selçuklu melikine teslim eden Atsız ve kardeşleri, daha sonra onun tarafından öldürtüldü. Melik Tutuş hiçbir çaba sarfetmeden Suriye’nin tek hâkimi oldu (1078-79).

Tutuş’un Süleymanşah’ı ortadan kaldırması, peşinden de Haleb’i kuşatması üzerine, karışıklıkları gidermek için büyük bir orduyla Suriye’ye giren Sultan Melikşah, Mûsul’dan başlayarak Harran, Câber, Menbic, Haleb, Şeyzer, Lazkiye, Kefertâb, Efâmiye, Urfa ve Antakya’yı ele geçirip, Akdeniz kıyılarına ulaştı. Bölgede idari açıdan gerekli düzenlemeleri yaptıktan ve Selçuklu hâkimiyetini tam olarak yerleştirip, sükûneti sağladıktan sonra Bağdad’a döndü (1086-87).

B. Suriye Selçukluları Dönemi

  1. Tutuş Devri

Sultan Melikşah, Fâtimîlere karşı yürütülen mücadeleleri düzenlemesi ve bölgenin Selçuklu Devleti’nin kontrolüne girmesini çabuklaştırmak için kardeşi Melik Tutuş’u Azerbaycan’daki iktâsından alarak Suriye’de görevlendirmiş, kardeşinin emrine girmeleri için bölgedeki Türkmen beyleri ve yerli Arap emîrlerine de haber göndermişti (1077-78). Atsız’ın elindeki Güney Suriye’ye müdahale etmeyen Melikşah, kardeşinin Kuzey Suriye’de Haleb bölgesine yönelmesini istemişti. Böylece Selçuklu hâkimiyetindeki Suriye, yönetim açısından iki kısma ayrılmış oluyordu.

Tutuş’un Kuzey Suriye’deki ilk faaliyeti Mirdasîlerin yönetiminde olan Haleb’i kuşatmak oldu (1078 ortaları). Yaklaşık altı ay boyunca sıkıştırmasına rağmen, Mûsul emîri Muslim b. Kureyş ve Haleb hâkimi Sâbık’ın gayretleri sonucu başarıya ulaşamadı (1078 sonu). Kış aylarını Diyarbekir’de geçiren Tutuş, baharla birlikte tekrar Haleb’e yönelerek, çevresindeki kaleleri ele geçirdi. Bu cümleden olarak, Menbic ve Azâz kaleleri alındı. Çevresiyle irtibatını kestiği Haleb’i kuşatması sırasında Atsız’ın yardım çağrısını alarak Dımaşk’a gitti.

Tutuş, Atsız’ı tasfiye edip Selçuklu melikliğine sahip olduktan ve Suriye’deki Türk varlığını kendi hâkimiyetinde birleştirdikten sonra Mûsul emîri Muslim b. Kureyş ile bölgenin hâkimiyeti için mücadele etti. Tutuş’un devamlı olarak sıkıştırdığı Haleb şehri bu Arap emîri tarafından ele geçirildi (1080).

İlerlemesine devam eden Muslim, Tutuş’un elindeki Esârib, Azâz ve çevredeki diğer kaleleri de zaptetmeyi başardı. Bunun hemen ardından oğlunu İsfehân’a göndererek, metbûu Sultan Melikşah’a durumu arzederek, ele geçirdiği yerler için yıllık vergi ödemek istediğini bildirdi. Suriye’deki bu yeni durum Selçuklu hükümdarı tarafından da kabul edildi.

Tutuş, Haleb’in Muslim’in eline geçmesini kabul etmeyerek, çevredeki Arap emîrlerinin de kışkırtmaları sonucu Haleb bölgesine akınlarda bulundu ve şehri aç bırakmak için tarlalardaki ürünleri yağmaladı. Ayrıca emrindeki Türkmen beylerinden Artuk, şehre yardıma gelen Muslim’in kuvvetlerini bozguna uğrattı. Anlaşıldığı kadarıyla, bu durum sultana şikâyet edilmiş, bunun üzerine de Tutuş’a emir gönderilerek Dımaşk’a dönmesi istenmişti. Bunun üzerine geri dönmek zorunda kalan Tutuş, bir müddet sonra tekrar Kuzey Suriye’ye yöneldi ve Fâtimîlerin elinde bulunan Baalbek’i ele geçirdikten sonra Antakya bölgesinde akınlarda bulundu. (1083).

Artuk Bey’in sultan tarafından İran’a çağrılmasını da fırsat bilen Muslim, Suriye’yi Türklerin elinden alarak kendi yönetiminde bir devlet kurmak için başta Fâtimî halifesi el-Mustansir olmak üzere, çevredeki bütün yerli emîrlere haber göndererek, onları ittifaka davet etti ve ardından da Dımaşk’ı kuşattı (1083 sonları). Fakat Fâtimî yardımının gelmemesi ve Harran’da isyan çıkması üzerine başarılı olamayarak, kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı.

Bu sıralarda, Anadolu’da Bizans’a karşı büyük başarılar kazanarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin temellerini atan Kutalmışoğlu, Süleymanşah’ın Kuzey Suriye’ye yönelmesiyle bölgedeki durum daha da karışmaya başladı. Ermeni Philaretos’un hâkimiyetindeki Antakya’ya saldıran Süleymanşah, bu önemli şehri ele geçirdi (1084). Beklenmedik bir rakibin daha ortaya çıkması üzerine zor durumda kalan Muslim, sıranın Haleb’e geleceğini görerek tedbir almaya çalıştı ve bu amaçla Artuk Bey ile bir ittifak anlaşması yaptı. Bu anlaşmaya göre Muslim, Melikşah’ın tâbiyetinden çıkarak, Tutuş’u sultan olarak tanıyacak ve taraflar Abbasî halifeliği ile ilişkilerini sona erdirerek, Fâtimî Halifeliğine bağlanacaktı. Bu anlaşma Tutuş’un Melikşah’a isyanı anlamına geldiği gibi, aynı zamanda da Fâtimî Halifeliğinin bölgede kaybettiği nüfuz ve prestijinin yeniden kurulmasına zemin hazırlamaktaydı.

Böylece kendisine sağlam bir müttefik bularak durumunu güçlendiren Muslim, Süleymanşah’ı bölgeden atmak için faaliyetlere girişti. Onu bir savaşa kışkırtmak için gönderdiği elçisi vasıtasıyla Antakya’nın vergilerini istedi. Süleymanşah, bu isteğe karşılık olarak Haleb çevresini yağmaladı. Bir iç ihanetten çekinerek bu şehrin Süleymanşah’a tesliminden korkan Muslim, büyük bir orduyla Antakya üzerine yürüdü. Amik ovasında bulunan Kurzâhil’de Muslim’in ordusunu karşılayan Süleymanşah, büyük bir zafer kazandı (1085). Muslim yenilip savaş alanından kaçarken öldürüldü. Böylece, Suriye bölgesindeki Türk hâkimiyeti için bu sinsi ve büyük tehlike ortadan kalktı.

Muslim’i tasfiye eden Süleymanşah, Haleb’i kuşattı (1085). Şehirdeki askeri birliklerin komutanı Şerif el-Huteytî, Sultan Melikşah’ın onayını aldıktan sonra şehri teslim edebileceğini bildirince, bunu kabul eden Süleymanşah kuşatmayı kaldırdı. 1086 yılında şehri bir daha kuşattı. Şerif el-Huteytî ve kale komutanı Sâlim b. Mâlik el-Ukaylî birlikte Melikşah’a bir mektup yollayarak, kendilerini kuşatan Süleymanşah’ın bölgeden uzaklaştırılmasını ve şehrin sultan tarafından teslim alınmasını istediklerini bildirdiler. Melikşah’tan herhangi bir karşılık alamayınca aynı teklifi kardeşi Tutuş’a yaptılar. Bunun üzerine Tutuş ordusuyla birlikte Haleb’e hareket etti. Tarafların güçleri Haleb yakınlarında bulunan Ayn Seylem’de karşılaştılar. Çok kanlı bir savaştan sonra Süleymanşah yenilgiye uğradı ve buna dayanamayarak intihar etti (1086). Savaştan sonra Süleymanşah’ın dağılan ordusunu toparlayan Tutuş, kendisine teslim edilmeyen Haleb’i kuşattı ve zorlu bir mücadeleden sonra ele geçirdi (1086).

Sultan Melikşah’ın bölgeye yaptığı seferden sonra Kuzey Suriye doğrudan Selçuklu yönetimine bağlanırken, Tutuş ise kendisine iktâ edilen Güney Suriye’de hâkimiyetini sürdürmeye devam etti. Melikşah’ın dönmesinden sonra, Fâtimîlerin elinde bulunan Akdeniz kıyı şeridindeki önemli limanlardan Sayda ve Beyrut, Tutuş tarafından ele geçirildi (1087).

Fâtimîler, Dımaşk’ı kuşatarak Atsız’ın elinden almaya çalıştıkları tarihten yaklaşık on yıl sonra Suriye ve Filistin’de Selçuklulara karşı tekrar harekete geçtiler (1089). Vezir Bedru’l-Cemâlî’nin gönderdiği büyük bir ordu Sur, Sayda, Beyrut, Akkâ ve Cubeyl’i zaptetmeyi başardı. Baalbek ise, Fâtimî Devleti’ne tâbi olmak suretiyle bu işgalden kurtuldu. Ele geçirdiği şehirlerde hâkimiyetini kuran Fâtimî Devleti, yöneticiler atayıp, bölgeyi kendisine bağladı.

Suriye kıyı şeridini Fâtimîlere kaptıran Tutuş durumu Melikşah’a bildirmiş, kendisine yardım etmeleri için komutanlarına emir vermesini istemişti (1090). Bu isteğinin kabul edilmesi üzerine Haleb valisi Aksungur, Urfa valisi Bozan ve Antakya valisi Yağısıyan ile birlikte harekete geçen Tutuş, Humus, Irka ve Efâmiye’yi ele geçirdi. Trablusşam kuşatıldı ise de Tutuş ile Selçuklu emîrleri arasında meydana gelen anlaşmazlık sebebiyle ele geçirilemedi. Emîrler ayrılarak bölgelerine geri dönünce yalnız kalan Tutuş da Dımaşk’a geri dönmek zorunda kaldı (1092 başı).

  1. Fahru’l-Mulûk Rıdvan Devri

Tutuş’un, kardeşi Melikşah’ın ölümünden sonra ortaya çıkan taht mücadeleleri sırasında Rey yakınlarında Berkiyaruk’a yenilerek öldürülmesi (1095), Suriye ve Filistin’deki Selçuklu varlığını da etkilemişti. Onun oluşturduğu siyasi yapı, oğulları Rıdvan ve Dukak tarafından yaşatılamamıştı. Zira, Suriye ve Filistin Selçukluları Devleti Haleb ve Dımaşk merkezli iki kısma ayrılmıştı. Bunlar yine Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olarak varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Haleb’de hâkim olan Rıdvan, babasının bıraktığı mirasa tek başına hâkim olarak, bütün Suriye’yi hâkimiyeti altında birleştirmek için Dımaşk’ta hâkim olan kardeşi Dukak ile mücadeleye girişti. Suriye’deki bu durumdan yararlanmak isteyen Fâtimî Devleti, karşı saldırıya geçerek Kudüs’ü ele geçirdi (1096). Fâtimî Halifesi el- Musta’lî, 490/1097 yılında Melik Rıdvan’a elçi yollayarak kendisine tâbi olması karşılığında yardım vaadinde bulundu. Bunu kabul eden Rıdvan, hâkim olduğu yerlerde el-Musta’lî adına Şiî hutbesi okuttu (1097). Böylece ilk defa bir Selçuklu meliki Fâtimî halifesi adına hutbe okutup, ona tâbi oluyordu. Bu durum ancak bir ay kadar devam edebildi. Zira bazı Türk beyleri ile emîrlerinin baskıları ve Fâtimî halifesinin vaadetmiş olduğu yardımları yapmaması sebebiyle hutbe tekrar eski şekline getirildi (1097).

Sonuç

Tuğrul Bey’in 1055 yılında Bağdad’a girişiyle başlayan ve ilk yıllarda oldukça hareketli geçen Büyük Selçuklu Devleti-Fâtimî Halifeliği ilişkileri, sonraki dönemde oldukça durağan bir hale bürünmüş ve önemini kaybetmişti. Türkmen gruplarının Suriye ve Filistin topraklarını ele geçirerek buralarda bir Türkmen beyliği kurmaları ve Sultan Melikşah’ın buradaki oluşumu kontrol altına almak için kardeşi Tutuş’u Azerbaycan’dan Suriye’ye göndermesinden sonra bölgenin kaderi değişmişti. Tutuş’un kurduğu Suriye Selçukluları Devleti, Fâtimîler ve bölgedeki yerli Arap emîrleri ile mücadeleleri yürüttü. Onun ölümü ile birlikte kurduğu devlet ikiye ayrılınca, Fâtimîlerle mücadelelerde gerilemeler yaşandı ve bu durum Haçlı seferlerinin başlamasına kadar bu şekilde devam etti. Orta-Doğu’daki Türk-Arap ilişkileri açısından önemli bir devre olan Selçuklu-Fâtimî mücadeleleri Yakın-Doğu’nun kaderinin belirlenmesinde de birinci derece etkili oldu.

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 753- 759

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.