Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Saltuklular

0 25.390

Doç. Dr. Ali ÖNGÜL

Saltuklular, Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da kurulan ilk Türk beyliğidir. Erzurum, Pasinler, Tercan, İspir, Oltu, Tortum, Micingerd, Bayburt ve civarında 1071-1202 yılları arasında hüküm süren Saltukluların başkenti Erzurum idi.

Erzurum (Kâlikala), Hz. Osman zamanında Habib b. Mesleme el-Fihrî tarafından 653 yılında fethedilmiştir.[1] Müslümanlar Erzurum’u ele geçirince burasını Bizans’a karşı yapılan savaşlarda bir üs haline getirdiler. Şehir Abbasîlerin ilk yıllarında bir süre Bizans’ın eline geçtiyse de daha sonra geri alınmıştır. Bizanslılar XI. yüzyılda Müslümanlara karşı saldırılara geçerek güneyde Suriye’ye ve güneydoğuda Diyarbekir’e doğru istilalarını genişlettiler. Doğuda ise Erzurum’u işgal edip Azerbaycan’a kadar ilerlediler. Ancak bu sıralarda başlayan Selçuklu akınları ve Türkmen göçleri nedeniyle Türklerle Bizanslılar arasında uzun yıllar sürecek ve Anadolu’nun kaderini değiştirecek olan çatışmalar başlamış oluyordu.

Horasan’da henüz Selçuklu Devleti kurulmadan önce Çağrı Bey’in bir yurt arama amacıyla 1015-1021 yılları arasında Doğu Anadolu’ya düzenlediği keşif seferinden sonra Arslan Yabgu’ya bağlı Türkmenler, Gazneli kuvvetlerinin takibinden kaçarak Anadolu’ya girmişler ve ağır kayıplar vermelerine rağmen Azerbaycan’a, Bizans topraklarına ve Diyarbekir yöresine kadar yayılmışlardır. Türkmenler 1038 yılında gerçekleştirilen üçüncü bir akınla da Van Gölü havzasına kadar geldiler. Yeni katılmalarla sayıları artan Türkmenler, 1044 yılında büyük kitleler hâlinde Doğu Anadolu’ya girdiler. Süratle Vaspuragan civarına gelen bu Türkmenlerin hedefi Erzurum’u ele geçirmekti. Türkmen akınlarına karşı İmparator II. Basileios doğudaki sınırlarını emniyet altına almak için harekete geçmiş ve İmparatorluğun sınırlarını Azerbaycan ve Kafkasya’ya kadar genişletmişti.

Daha sonra İmparator Kostantinos IX. Monomakhos da aynı siyaseti izleyerek Türkmenlere karşı harekete geçip 1045 yılı sonbaharında Gürcü asıllı kumandanı Liparit komutasında gönderdiği orduyla Şeddâdîlerin elindeki Duvin şehrini ele geçirmek istemiştir. Bunun üzerine Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey, Kutalmış komutasında bir orduyu Bizans kuvvetlerine karşı gönderdi. Kutalmış, Musul ve Diyarbekir yöresindeki Türkmenleri de yanına alarak 1045 yılında Gürcü ve Rumlardan oluşan müttefik Bizans ordusunu bozguna uğrattı. Öte yandan Musa Yabgu’nun oğlu Hasan Bey de 20 bin kişiyle Erzurum ve Pasin ovalarını ele geçirdi. Fakat Bizanslılar Hasan Bey’i takip ederek Büyük Zap Suyu yakınlarında pusuya düşürüp onu ve yakın arkadaşlarını şehit ettiler.

Selçuklu ordusunun bozgununa uğraması, Hasan Bey ve arkadaşlarının ölmesine çok üzülen Tuğrul Bey Azerbaycan Genel Valiliği’ne atadığı kardeşi İbrahim Yınal’ı, Erran (Karadağ) bölgesinde başarılı fetihlerde bulunan Kutalmış ile birlikte Anadolu’da fetihler yapmak ve bozguna uğratılan Selçuklu ordusunun intikamını almakla görevlendirdi. İbrahim Yınal, Türkistan’dan Nişâbur’a gelen yoğun bir Türkmen kitlesini 1047 yılında Anadolu’ya sevk etti. Ertesi yıl Türkmen kitleleri, Erzurum ve Pasin ovalarında toplanmaya başladılar. Türkmenler dalgalar halinde her tarafı istila ettiler. Batıda Gümüşhane ve Trabzon, kuzeyde İspir, güneyde Muş ve Ağrı taraflarına kadar yayıldılar. Türkler daha sonra Siirt ile Meyyâfârikîn (Silvan) arasındaki Erzen üzerine yürüdüler. Bizanslılar ile vuku bulan çok çetin savaşlardan sonra halk Kâlikala (Erzurum) şehrine sığındı. Kâlikala bu tarihten itibaren yakınındaki Erzen şehrinin adını aldı ve Erzen’den ayırmak için de Erzenu’r-Rum, daha sonra Arz-ı Rum ve nihayet Erzurum olarak anılmaya başlandı.

Bizans kuvvetlerini takip eden İbrahim Yınal, Hasankale civarına geldi. Burada 18 Eylül 1048 tarihinde yapılan savaşta Bizans-Gürcü müttefik kuvvetlerini çok ağır bir bozguna uğrattı. Başta Liparit olmak üzere pek çok kişi esir alındı. Daha sonra Tuğrul Bey, kendisi bizzat 1055 yıllarında kuvvetli bir orduyla harekete geçerek Anadolu sınırlarını aşıp, Van Gölü’nün kuzey doğusundaki bugünkü Muradiye’yi (Bergir), daha sonra da Erciş’i kısa bir kuşatmadan sonra fethetti. Malazgirt’i kuşattı ise de almaya muvaffak olamadı ve kuşatmayı kaldırarak geri döndü. 1055 yılında Türkistan’dan gelen bir Türkmen kitlesi Erzurum ve Bayburt civarını ele geçirdi. İbrahim Yınal’ın isyanının bastırılmasından (23 Nisan 1059) sonra Türkler, tekrar büyük kitleler hâlinde aralarında muhtemelen Emîr Saltuk’un da bulunduğu bir grup komutan emrinde Anadolu’ya akınlara başladılar. Tuğrul Bey 1062 yılında Azerbaycan ve Erran’a gelerek buraları yeniden kendisine tâbi kıldıktan ve özellikle sürdürülen Anadolu harekâtını denetledikten sonra Irak’a gitmek üzere bölgeden ayrıldı.

Sultan Alp Arslan zamanında da Anadolu’ya yapılan akınlar devam etti. Malazgirt zaferinden (26 Ağustos 1071) sonra Romanos Diogenes’in tahttan uzaklaştırılarak gözlerine mil çekilmesi ve yeni imparator Mihail Dukas’ın Selçuklular ile yapılan anlaşmayı tanımaması üzerine Sultan Alp Arslan, Saltuk, Artuk, Mengücük, Çavlı, Dânişmend ve Çavuldur gibi emîrlerini Anadolu’ya göndererek fetihlerde bulunmalarını istemiş ve fethedecekleri şehir ve kasabaları kendilerine iktâ edeceğini bildirmiştir.[2]

1. Ebu’l-Kâsım Saltuk[3] (1071-1102)

Anadolu’nun fethinde büyük hizmetleri olan ve Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynayan komutanlardan biri de Emîr Saltuk idi. Malazgirt zaferinden sonra Sultan Alp Arslan Kars’tan Bayburt’a, Bingöller’den Barkal dağlarına kadar uzanan sahada yer alan Kars, Pasinler, Oltu, Erzurum, Tortum, İspir, Bayburt ve yörelerini verâset yoluyla çocuklarına da intikal etmek üzere ona iktâ etmiştir.[4]

Selçuklu topraklarının hemen sınırlarında yer alan Erzurum’un Ebu’l-Kâsım’a iktâ edilmesi onun diğer beylerden daha önde bir mevkide bulunduğunu göstermektedir. Bir Gürcü vekâyinâmesindeki kayıttan İzzeddin Saltuk’un atalarının Selçuklu hükümdarlarına ve Oğuzlara mensup olduğu anlaşılmaktadır.[5]

XII. yüzyılda yazılmış Kitâbu’l-İnbâ’da geçen bir kayıt hânedanın 1122/1123 yılından itibaren Saltukoğulları (Benî Saltuk) olarak tanındığını göstermektedir. Yine bu kayda göre Irak Selçuklu sultanı Mahmud’un Gürcülerle meşgul olması nedeniyle Bağdat’tan uzakta bulunmasını fırsat bilen Dübeys b. Sadaka, Hille’ye saldırarak ele geçirmiş ve bir hafta gibi kısa bir sürede yanında sayısız insan toplanmıştı. Onun bu durumundan korkan Abbasî halifesi el-Müsterşid Billah’ın bu ezelî düşmanına karşı etraftaki beylerden yardım istemesi üzerine Zengi b. Aksungur ve Togan Arslan ile beraber Saltukoğulları da Bağdat’a gitmişlerdi. Halifenin bu çağrısı üzerine Bağdat’ta 12 bin süvari toplanmıştı.[6] Halifenin çağırdığı beylerden çoğunun Türkmen olması da dikkate değer bir durumdur. Bağdat’a gelen, Saltukoğullarından Ziyâeddin Gazi olmalıdır.[7]

2. Ali B. Ebu’l-Kâsım Saltuk (1102-1124)

Ebu’l-Kâsım Saltuk’un ölümü üzerine yerine oğlu Ali geçti. İbnü’l-Esîr, 1102/1103 yılı olaylarını anlatırken Ali b. Ebu’l-Kâsım’ın bu tarihte beyliğin başında bulunduğunu kaydeder.[8]

Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’ın ölümünden (19 Kasım 1092) sonra hânedan üyeleri arasında taht mücadelesi başladığında Türkmen beylerinin çoğu Suriye ve Filistin hükümdarı Tutuş’un etrafında toplanmışlardı. Ancak Tutuş’un Rey civarında Berkyaruk’a yenilip öldürülmesinden (26 Şubat 1095) sonra bu beyler Berkyaruk’un karşısına taht iddiacısı olarak çıkan kardeşi Gence ve Errân meliki Muhammed Tapar’ın tarafında yer aldılar. Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasında saltanat mücadelesi için yapılan savaşlardan beşincisi ve sonuncusu 19 Mart 1103’te Hoy şehri önünde yapıldı. Savaşı kaybeden Muhammed Tapar önce Erciş’e, oradan da Sökmen el-Kutbî’nin hâkimiyetinde bulunan Ahlat’a çekildi. Yanında Sökmen el-Kutbî, Muhammed b. Yağısıyan ve Kızıl Arslan gibi emîrler vardı. Erzenu’r-Rum hâkimi Emîr Ali de Ahlat’a gelerek onlara katıldı ve birlikte Sultan Alp Arslan tarafından Menûçehr’e verilen Ani üzerine yürüdüler.[9]

Ocak 1104’te Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasında barış yapıldı. Buna göre, Sepîdrûd (Kızılören) sınır olmak üzere, Irakeyn, Fars ve Huzistan Berkyaruk’un; Azerbaycan, Kafkasya, Diyarbekir, el-Cezîre, Musul ve Suriye Muhammed Tapar’ın hâkimiyetinde kalacaktı. Bu anlaşmaya göre sınır boylarındaki beyler, bu arada Saltuklu Ali de Sultan Muhammed Tapar’a tâbi oldu. Sultan Muhammed Tapar 14 Şubat 1105’te Meyyafarikîn’e giderken kendisine tâbi Doğu Anadolu’daki beyler yanındaydı. Bunlar Erzenu’r-Rum beyi Emîr Ali, Diyarbekir (Âmid) beyi İbrahim b. Yınal, Siirt emîri Kızıl Arslan, Sökmen b. Artuk, Erzen-Bitlis beyi Hüsâmeddin Toğan Arlan ve Harput emîri Çubuk’un oğlu Mehmed ve Hani emîri Şahruh idi.[10]

Bu sıralarda Büyük Selçukluların aralarındaki iç çekişmeler ve Haçlı istilalarıyla uğraşmalarından faydalanan Gürcü kralı II. David (1089-1125) Türklere karşı saldırıya hazırlanıyordu. Nitekim David, 1115 yılında Türklere karşı harekete geçti. Rostof’u aldıktan sonra Çoruh nehri vadisinde ilerlemeye başladı. Hatta 1116 yılında Saltukluların hâkimiyetindeki topraklara girip Pasinler’e kadar geldi ve çok sayıda Türkü öldürdü. 1118 yılında da Azerbaycan taraflarına akınlar yaptı.[11] Bunun üzerine İlgazi b. Artuk, Sultan Muhammed Tapar tarafından Gürcülerle cihat yapmakla görevlendirildi. İlgazi b. Artuk 1121 yılında Erzen beyi Toğan Arslan’ı yanına alarak Erzurum’a geldi. Saltuklu Emîr Ali de burada onlara katıldı ve birlikte Tiflis’e hareket ettiler. Fakat bu Türk beyleri Gürcülere mağlup oldular ve kral David de Tiflis’i zaptetti. Bu arada Ani şehri hükümdarı Menûçehr’in oğlu Ebu’l-Evsâr (1118-1124), Ani’yi Gürcülere karşı savunamayacağını anlayarak 60 bin dinar karşılığında Saltuklulara satmaya karar verdi. Fakat şehirdeki Hıristiyan ahali daha erken davranıp kral II. David’i durumdan haberdar ederek 1124 yılında şehri ona teslim ettiler. Ebu’l-Esvâr’ı da âilesiyle birlikte Abhasiztan’a götürdüler. Ani’de cami olarak kullanılan büyük kilise tekrar eski haline çevrildi ve daha önce Ahlat’tan götürülerek kubbesi üzerine konmuş olan hilâlin yerine haç dikildi ve idaresi de İvani’ye verildi. Böylece Sultan Alp Arslan’ın 1064 yılında fethettiği Ani, 60 yıl sonra Hıristiyanların eline geçmiş oldu.[12]

Bununla beraber Büyük Selçuklu sultanı Sencer 1126 yılında diğer bir şeddâdî emîri olan Fazlun’u mühim bir kuvvetle göndermesiyle Ani kurtarıldı ve burada âilenin hâkimiyeti tekrar başladı.

Saltuk’un oğlu Emîr Ali’nin 1124 yılında öldüğü tahmin edilmektedir.

3. Ziyâeddin Gazi (1124-1132)

Ali’nin ölümünden sonra beyliğin başına kardeşi Ziyâeddin Gazi geçti. 1126 yılında Gürcülere karşı düzenlenen sefere Ziyâeddin Gazi de katılmıştır. Gürcüler, 1124 yılında Şirvanşah’ın sarayını işgal etmişler, Dağıstan’da Şaburan şehrine saldırmışlar; Haziran ayında dönüşlerinde de İspir ve Pasin ovasına kadar ilerleyerek Türkmenleri öldürüp esir almışlardı. Türk beyleri 1131 yılında İvani’yi büyük bir bozguna uğrattılar.[13]

Artuklu hükümdarı Timurtaş 1124 yılında Meyyâfarikîn’i (Silvan) aldıktan sonra Erzurum hükümdarı Ziyâeddin Gazi’nin kızı ile evlenmiş, Meyyafarikîn’e gelin gelen bu hanımdan 1126 yılında Necmeddin Alpı ve 1127’de Emîr Cemâleddin Sevti doğmuştur.[14]

Kitâbelerden anlaşıldığına göre Erzurum’daki Kale Camii ve Tepsi Minare’yi Ziyâeddin Gazi yaptırmıştır. İbrahim Hakkı Konyalı tarafından okunan Tepsi Minare kitâbesinde onun adı ve lakapları şöyle sıralanmaktadır: “Mevlâna Ziyâeddin Kutbü’l-İslâm Nasîruddevle, Zahîru’l-Mille, Şemsü’l-(Mülûk) ve’l-Ümerâ İnanç Beygu (Yabgu) Alp Tuğrul Bey Ebu’l-Muzaffer Gazi b. Ebi’l-Kâsım”.[15]

Ebû Bekir Rebî’ b. Ahmed el-Ahaveyn en-Neccârî tarafından yazılan Kitâbu’l-hidâye fî’t-tîb adlı bir eserin ilk sahifesinde kimin adına istinsah edildiğine dair şöyle bir kayıt vardır: “Li hizâneti’l-Emîri’l- İsfehsalâr el-Ecell es-Seyyid Ziyâeddin Kutbü’l-İslâm, Nasîru’d-Devle ve Zahîru’l-Mille, Fahru’l-Ümme, Şemsü’l-Mülûk, Tâcü’l-Ümerâ, İnanç Beygu (Yabgu) Alp Tuğrul Bey Ebi’l-Muzaffer Gazi b. Ebi’l- Kâsım, Seyf-i Emîri’l-Mü’minîn Etâle’l-Lahu fi’l-İzzi’d-dâim bi-kâihi kam’i a’dâihi bi-hakkın ve Âlih”.[16]

Eserdeki bu takdim kaydı ile Tepsi Minare’deki kitâbenin eksik bir yeri de tamamlanabilir. Buna göre, “Şems” kelimesinden sonra “el-Mülûk” ibaresinin geleceği anlaşılıyor.

Azîmî’ye göre, Ziyâeddin Gazi 1131/1132 yılında ölmüştür.[17]

4. İzzeddin Saltuk (1132-1168)

Ziyâeddin Gazi’den sonra beyliğin başına kardeşi Ali’nin oğlu İzzeddin Saltuk geçti. İzzeddin Saltuk Devri’nde Ahlatşahlar ve Erzen beyleri ile ittifak yapılmış, sıhriyet yoluyla birbirlerine bağlanmış ve Gürcülere karşı birlikte cihat yapılmıştır. Nitekim İzzeddin Saltuk kızlarından Şahbânu’yu Ahlak şahı II. Sökmen ile evlendirdi. Diğer bir kızını da Erzen beyi Toğan Arslan’ın oğlu Kurtı veya Yakup Arslan ile evlendirmiştir. Ani emîri Fahreddin Şeddâd da Saltuk’a elçi gönderip bu kızı kendisine istemiş ise de o kızını Erzen beyinin oğluna verince elçisi uzun bir bekleyişten sonra memleketine başarısız dönmüştü.[18]

Buna içerleyen Fahreddin Şeddâd ondan intikam almaya karar verdi ve 1153/1154 yılında Saltuk’a elçi gönderip “Ben zayıfladım, Gürcülere karşı Ani’yi müdafaa edecek gücüm yoktur. Bu şehri sana teslim edip hizmetine girmek istiyorum” dedi. Aslında Fahreddin, kızını vermediği için ondan intikam almak istiyordu. Nitekim Fahreddin, bir günlük uzakta bulunan Gürcü kralı Dimitri’ye gizlice haber gönderip onu da ülkesine davet etti. İzzeddin Saltuk Ani’ye varınca kral da ordusu ile oraya gelmişti ve durumdan habersiz olan Saltuk’un ordusuna saldırdı. Bu baskın üzerine Türkler ağır bir bozguna uğramış, sayısız asker esir düşmüştü ki, İzzeddin Saltuk da bunlar arasında idi. Ahlat şahı Sökmen ile Artuklu hükümdarı Necmeddin Alpı krala elçiyle 100 bin dinar fidye gönderip Saltuk’u kurtardılar. Bu paranın toplanmasında kızı Şahbânu’nun da önemli rolü olmuştu.

Esaretten kurtulup ülkesine dönen Saltuk da diğer Türk esirlerini kurtarmak için büyük meblağlar ödemek zorunda kaldı.[19]

Fakat Gürcüler Saltuklu ordusuna yaptıkları baskına ve zaferlerine rağmen Ani’yi alamadılar. Bunun üzerine Ani keşişleri 1155/1156 yılında Fahreddin Şeddâd’ı yakalayıp şehri tekrar kardeşi Fazlun’a teslim ettiler. Fahreddin buradan Şam’a kendi hânedanından olan Esededdin Şirkuh’un yanına gitti. Fakat papazlar 1160/1161 yılında tekrar isyan ederek Fazlun’u bozguna uğrattılar. Gürcü kralı III. Giorgi (1156-1184), Şeddâdîlerin topraklarını yağmaladıktan sonra Ani’yi de ele geçirdi. Bu şehirde doğmuş ve büyümüş olan Kadı Burhâneddin Anevî bu olayı ve Ani’den ayrılarak Selçuklu ülkesine gelişini şöyle anlatır:

“Ben 18 yaşında iken birden bire Abhaz (Abaza) askeri gelip Ani’yi kuşatarak aldı. Birçok Müslüman, kadın-erkek, genç-ihtiyar kılıçtan geçirildi. O zaman ben ve ailem Gürcü Yuvan (İvani)’a esir olduk. Ben onların dilini ve İncil’i bildiğim için kurtuldum ve hemen o memleketten uzaklaşarak Anadolu’ya geldim”.[20]

Ani’nin Gürcüler tarafından işgal edilmesine çok üzülen komşu Türk beyleri bir sefer düzenlemeye karar verdiler. Ahlat şahı II. Sökmen, Erzurum emîri İzzeddin Saltuk, Erzen ve Bitlis beyi Devletşah, Mardin Artuklu emîri Necmeddin Alpı ve diğer bazı Türk beyleri askerlerini toplayarak Temmuz 1161’de harekete geçtiler. Fakat müttefik Türk kuvvetleri Necmeddin Alpı gelmeden Ağustos 1161’de Ani’yi kuşattılar. Gürcü kralı III. Giorgi de bunu haber alınca süratle Ani’ye hareket etti. Savaş başlamak üzereyken İzzeddin Saltuk âniden habersiz olarak ordugâhtan ayrıldı. Çünkü o daha önce Gürcülere esir düştüğünde hayatta kaldığı müddetçe bir daha kral Dimitri ve çocuklarına saldırmayacağına dair yemin etmişti. Onun diğer beylerle istişare etmeden gizlice ayrılması ve Necmeddin Alpı’nın da beklenilmemesi yüzünden Türk ordusu mağlup ve perişan oldu. Pek çok Müslüman öldürüldüğü gibi 9000 kişi esir düşmüş ve Ahlatşah’ı Sökmen de ancak 400 askeriyle geri dönebilmişti. Bu sırada henüz Malazgirt’te bulunan Necmeddin Alpı da mağlubiyeti duyunca buradan Meyyâfarikîn’e döndü. Daha sonra o devrin meşhur ve nüfuzlu âlimlerinden Ebû Cafer Muhammed Cemâleddin b. Ali’yi Gürcü kralına gönderip Sökmen’in esir düşen komutan ve askerlerini kurtardı. Kimsesiz fakir askerleri kurtarmak için de 5000 dinar fidye gönderdi. Kral, Muhammed Cemâleddin’in hatırı için bazı esirleri de fidyesiz serbest bıraktı.[21]

Türklerin mağlubiyeti üzerine Gürcüler Kars’ı aldıktan sonra Temmuz-Ağustos 1162’de Duvin’i istilâ ettiler. Çok sayıda Müslümanı öldürdüler ve esir ettiler. Cami ve evleri yıktıktan sonra Tiflis’e döndüler. Bir süre sonra da Gence’yi kuşatarak yağma ve tahrip ettiler, Müslümanları kılıçtan geçirdiler. Aldıkları ganimetleri arabalara yükleyerek esirlerle birlikte döndüler. Duvin Camii’ndeki hilâli indirip bir mollanın sırtında Tiflis’e naklettiler. Gürcülerin eline geçen esirlerin sayısı 30 bine ulaşıyordu.[22]

İbnü’l-Esîr’de bu olayı şöyle anlatır: “Gürcüler bu yıl Temmuz-Ağustos 1162’de sayıları 30 bini bulan büyük bir ordu toplayarak İslâm ülkelerine girdiler. Azerbaycan’a bağlı Duvin üzerine yürüyerek şehri zapt ve yağma ettiler. Duvin ve köylerinde 10 bin kişiyi öldürdüler. Kadın-erkek pek çok kişiyi esir aldılar. Kadınları soyup çırılçıplak ve yalın ayak vaziyette götürdüler. Bu arada cami ve mescitleri de yaktılar. Gürcüler kendi ülkelerine varınca Gürcü kadınları bile Müslüman kadınlarına yapılanları yadırgadılar ve: “Müslümanları, sizin onların kadınlarına yaptığınız şeylerin aynısını bize yapmaya mecbur ettiniz” dediler ve Müslüman kadınları giydirdiler”.[23]

Bu felâket haberi İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı. Ahlat şahı Sökmen, Erzen beyi Devletşah, Erzurum meliki İzzeddin Saltuk, Azerbaycan atabegi İldeniz, Irak Selçuklu sultanı Arslanşah, Meraga emîri İbn Aksungur ve diğer Doğu Anadolu beyleri birlikte Gürcülere karşı sefere çıktılar. Müttefikler Arslanşah’ın emrinde Gence’de toplandılar. Doğu Anadolu beyleri de Nahcivan’dan Gence’ye vardılar. Sadreddin el-Hüseynî’ye göre Sultan Hemedan’da iken Gürcü kralı, İldeniz’e elçi gönderip Gence ve Beylekan’ın haracını isteyecek kadar ileri gitmiş, İldeniz de cevaben Tiflis’de vereceğini söylemişti.[24] Türk hükümdarlarının bu seferi karşısında Gürcü kralı elçi gönderip barış istedi. İldeniz bu isteği sultana ve Ahlat şahına bildirdi. Fakat bir yandan Duvin felâketinin intikamı, diğer yandan bu seferin hazırlığı dolayısıyla bu teklife yanaşmadılar ve Gürcü elçisini geri çevirdiler. Azerbaycan’da bulunan çok sayıda Türkmen de bu kuvvetlere katıldı. Sayıları 50 bini aşan bu Türk kuvvetleri Ocak-Şubat 1163’de Gürcistan topraklarına saldırdılar. Gürcü ülkesini yağma edip, kadın, erkek ve çocukları esir aldılar. Savaş bir aydan fazla sürdü. Sonunda Müslümanlar galip geldi ve çok sayıda Gürcü öldürüldü ve esir alındı. Kralın ordugâhı ve ağırlıkları da yağmalandı. Kral kaçarak güneş görmeyen sık çam ormanlarına sığındı. Türkler yağma ve tahriple Ani kapılarına kadar ilerlediler. Gürcüler burasını müdafaa ettilerse de sonunda atabeg İldeniz’e teslim etmek zorunda kaldılar.[25]

İbnü’l-Esîr, Gürcülerin bozguna uğramasının sebebini şöyle anlatır: “Gürcülerden biri İldeniz’in yanına gelip huzurunda Müslüman olmuş ve ona ‘Bana asker ver, bildiğim bir yolu takip ederek Gürcüler hiç farkında olmadan arkadan üzerlerine saldırayım’ demişti. İldeniz teminat aldı ve onunla bir askerî birlik gönderdi. Gürcülerin yanına varacağı günü de tespit edip sözleştiler. O gün Müslümanlar Gürcülerle savaşa girdiler. Tam savaşta oldukları sırada Müslüman olan Gürcü de İldeniz’in askerleriyle oraya varıp tekbir sesleriyle arkadan Gürcülere saldırdı. Bunun üzerine Gürcüler mağlup oldular, pek çok kişi öldürüldü ve esir alındı. Müslümanlar Gürcülerin sayılamayacak kadar çok mallarını ele geçirdiler. Gürcüler sayıca fazlalıklarına güvendiklerinden zaferden emindiler. Fakat Allah onların umutlarını boşa çıkardı. Müslümanlar onları takip edip üç gün, üç gece boyunca öldürmeğe ve esir almağa devam ettiler. Nihayet galip ve muzaffer olarak döndüler.”[26]

Türk hükümdarları, Gürcülere karşı düzenledikleri bu seferi zaferle tamamladıktan sonra ganimet yükleri ile memleketlerine döndüler. Türk beylerinin zaferle dönüşlerini bizzat yaşayan İbnü’l-Ezrak bu olayı şöyle anlatır: “Ben olay günü Bitlis’te idim. Zafer müjdesi gelince Ahlat’a varmıştım. Bu büyük günün şerefine 300 sığır kesilerek fakirlere dağıtıldı ve bir müddet sonra da Sökmen Ahlat’a döndü. Kendisine görülmemiş bir karşılama töreni yapıldı; şehir donatıldı”.[27]

Anadolu Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan da 1164/1165 yılında İzzeddin Saltuk’un kızına talip olmuş ve nikahları kıyıldıktan sonra gelin çeyizi ile birlikte Erzurum’dan Konya’ya gitmek üzere yola çıkarılmıştı. Selçukluların düşmanı olan Danişmendli beyi Yağıbasan bunu haber alınca, gelin alayına saldırarak ele geçirmiş ve yeğeni Kayseri meliki olan Zünnun’a nikahlamak üzere götürmüştü. Gelin II. Kılıç Arslan’a nikahlı olduğu için İslâm hukukuna göre başkasıyla evlenmesi caiz değildi. Yağıbasan fakihlerden bir hile yapmalarını istedi. Buna göre gelin İslâmiyet’ten çıktıktan ve yeniden Müslüman olduktan sonra Zünnun ile evlendirildi. Bu ağır saldırı karşısında öfkelenen II. Kılıç Arslan, Yağıbasan’ın üzerine yürüdüyse de mağlup olup geri döndü.[28]

İzzeddin Saltuk Nisan-Mayıs 1168 tarihinde öldü.[29] İzzeddin Saltuk âdil ve merhametli bir hükümdardı. Hıristiyanlara da iyi davranırdı. Bu sebeple onlarında sevgi ve saygısını kazanmıştı. Onun devrinde Erzurum’dan başka Bayburt, Micingert, Avnik, İspir ve Oltu gibi şehir ve kasabalar da Saltuklu hâkimiyetine girmişti. Hatta Kars dahi bir müddet Saltuklu hâkimiyetine girmiş ve vezir Firuz Kars Kalesi’ni tamir ettirmişti. İzzeddin Saltuk’a ait tarihsiz bir sikkeden onun Irak Selçuklu sultanı Mesud b. Muhammed Tapar’ı metbû tanıdığı anlaşılmaktadır.[30]

5. Nâsıreddin Muhammed (1168-1191)

İzzeddin Saltuk’un ölümünden sonra yerine oğlu Nâsıreddin Muhammed geçti. Onun hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Ancak birkaç kayıttan ibarettir. Nâsıreddin Muhammed’in 1189/1190 tarihli bir sikkesi vardır. Bu sikkeden onun, Irak Selçuklu sultanı Tuğrul ile asıl iktidarı elinde tutan atabeg İldeniz’in oğlu Kızıl Arslan’ı metbû tanıdığı anlaşılmaktadır.[31]

Nâsıreddin Muhammed devrinde de Gürcülerin Saltuklu iline saldırıları devam etti. Kraliçe Tamara’nın (1184-1213) kocası David; Kars, Sürmeli ve İspir’i istilâ ettikten sonra Erzurum üzerine yürüdü. Nâsıreddin Muhammed iki oğlu ile beraber surlardan dışarı çıkarak süvari ve yaya askerleriyle bir sabah vakti Gürcülerle karşılaştı. Akşama kadar süren savaşta Gürcülere mağlup olup şehre kapanmak zorunda kaldı. Ancak ertesi gün şehir halkı birleşip Erzurum’u tüm güçleriyle savunmak için seferber oldular. David, Türk halkının cesaretini ve ülkelerini savunmada azim ve kararlılıklarını görünce çevreyi yağmaladıktan sonra geri çekildi.[32]

Erzurum Ulu Camii’ni Nâsıreddin Muhammed yaptırmıştır. Nâsıreddin Muhammed’in 1191 tarihinden bir müddet önce öldüğü tahmin edilmektedir.

Gürcü vekayinâmesine göre, Nâsıreddin Muhammed’in oğlu Muzaffereddin, Gürcü kraliçesi Tamara’ya âşık olmuş, onunla evlenmek için asker, köle ve hizmetçilerinden oluşan önemli bir maiyetiyle mücevherat, değerli kumaşlar ve daha birçok hediye ile birlikte Erzurum’dan Gürcistan’a gitmiş ve orada muhteşem bir törenle karşılanarak sarayda misafir edilmiştir. Muzaffereddin sarayda kraliçe Tamara ile bir süre kalmış, fakat âdeti üzere Saltuklu beyinden de çabuk usanan kraliçe bir süre sonra onu ülkesine uğurlamıştır. Rivayete göre sık sık koca değiştiren Tamara, David ile evlendikten sonra bu Saltuklu şehzadesini de âilesinden veya cariyelerinden biriyle evlendirmiştir.[33]

6. Mama Hatun (1191-1201)

Nâsıreddin Muhammed’den sonra Saltuklu Beyliği’nin başına kız kardeşi Mama Hatun geçmiştir. 1191 tarihinde Erzurum’a Mama Hatun’un hâkim olduğu görülüyor. Nitekim Salâhaddin Eyyubî bu tarihte yeğeni Meyyâfarikîn hâkimi Takiyyedin Ömer b. Şahinşah’ı Ahlat’ı almağa göndermiş, o da Muş ovasına varıp bir kalede hapis bulunan Ahlat vezirini çıkarttıktan sonra Ahlatşahlara ait bulunan Malazgirt Kalesi’ni kuşatmıştır. Bunun üzerine Selçuklu hükümdarları gibi azametli ve ihtişamlı olan Mama Hatun da Erzurum askerleriyle akrabaları olan Ahlatşahlara yardıma gitmiştir. Kuşatma uzun süre devam etmiş, fakat Takiyyeddin’in ölümü üzerine Eyyubîler bir netice elde edemeden çekilmişlerdir.[34]

Mama Hatun’un 1200/1201 yılına kadar Saltuklu Beyliği’nin başında bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Mama Hatun bu tarihte Eyyubî hükümdarı Melik Âdil’e (1200-1218) haber gönderip meşhur bir şahısla evlenmek istediğini bildirmişti. Bunun üzerine Melik Âdil de Nâblus emîri Fâriseddin Meymûn el-Kasrî’ye yazdığı mektupta: “Erzurum’a git, sâhibesi Mama Hatun ile evlenip bu ülkeyi idare et, çünkü o benden daha büyük bir emîr ile evlenmek ister” demiştir. Fâriseddin, Mama Hatun ile evlenmek için hazırlık yaptığı sırada, onun Saltuklu tahtından uzaklaştırılıp nezaret altına alındığını öğrendi ve bu nedenle de evlilik gerçekleşmedi.[35] Mama Hatun güçlü ve ihtiraslı bir kadın idi. Erzurum-Erzincan yolu üzerinde, Tercan’da bir kervansaray ve türbe yaptırmıştır. Kervansaray ve türbenin ihtişamı Mama Hatun’un kudretini göstermektedir.[36]

7. Alâeddin Melikşah (1201-1202)

Mama Hatun’un Saltuklu tahtından uzaklaştırılması üzerine yerine kardeşi Nâsıreddin Muhammed’in oğlu Alâeddin Melikşah geçti. Ancak Alâeddin Melikşah’ın beyliği fazla sürmedi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki beyliklerin bağımsızlıkları ve varlıkları bilhassa XII. yüzyılın ikinci yarısının ortalarından itibaren Anadolu Selçukluları ve Eyyubîler tarafından tehdît edilmeye başlanmıştı. Bu iki devlet söz konusu beyliklere hâkimiyetlerini kabul ettirmek veya ülkelerini ele geçirmek için âdeta birbirleriyle yarış halindeydiler. Nitekim Anadolu Selçukluları Dânişmendlileri ortadan kaldırdıktan sonra (1174), Mengücükler ile Artukluların Harput kolunu tâbiiyetleri altına almışlardı. Bu sırada Saltuklular da diğer beylikler gibi Anadolu Selçuklu Devleti’nin tehdîdine maruz kalmıştı. Bununla beraber Anadolu’nun fethinde, Rumlar ve Gürcülerle yapılan savaşlarda, Azerbaycan ve Türkistan’dan gelen göç ve ticaret yollarının açık tutulmasında önemli rol oynayan Saltuklu hânedanı, son zamanlarda Gürcü saldırılarına karşı direnemez olmuştu. Azerbaycan atabegi Kızıl Arslan (1191) ve Ahlat şahı Begtimur’un (1193) ölümlerinden sonra Gürcüler Kafkaslar’dan inerek Türk topraklarını işgal ve yağma etmeye, masum halkı öldürmeye başlamışlardı. Nitekim Nâsıreddin Muhammed devrinde Erzurum’a kadar gelerek surlar dışındaki halkı esir etmeleri üzerine şehirlerini canla başla savunan Erzurumlular karşısında geri çekilen Gürcülerin daha sonra Kars üzerine yürüyerek şehri istilâ etmeleri, Türkler için büyük bir felâket oldu.

Anadolu Selçuklu sultanı II. Rükneddin Süleymanşah kardeşlerinin mülklerini ellerinden alarak veya onları kendisine tâbi kılarak parçalanmış olan Selçuklu ülkesini Ankara dışında yeniden birliğe kavuşturmuştu. Bundan sonra Rükneddin Süleymanşah 1202 tarihinde Gürcülere karşı sefere çıktı ve Doğu Anadolu’daki tâbi hükümdar ve beylere haber gönderip kendisine katılmalarını istedi. Bu arada Saltuklu hükümdarı Alâeddin Melikşah’ı da huzuruna çağırdı. O da sultanın istediği şartlar dahilinde bir anlaşma yapmak üzere Erzurum yakınlarında onu törenle ve tevazu ile karşıladı. Ancak sultan onu yakalayarak tutukladı. İbn Bîbî onun sultanı karşılamada kusurlu davrandığını, geç kaldığını ve bu yüzden tutuklandığını söylerken, diğer kaynaklar barış müzakereleri sırasında tutuklanıp hapsedildiğini kaydederler. 25 Haziran 1202 tarihinde Erzurum’a ulaşan Sultan Rükneddin, son Saltuklu hükümdarı Alâeddin Melikşah’ı hapsetti. Topraklarını da daha önce Elbistan meliki olan ve elinden mülkünü aldığı kardeşi Mugîseddin Tuğrulşah’a teslim ederek Saltuklu hanedanlığına son verdi.[37]

Pasin Ovası’ndaki Aşağı Micingerd köyünde bir evin duvarında bulunan ve köyün yanındaki tarihî Micingerd kalesinden getirilmiş olan tahminen 1232/1233 tarihli bir kitâbeden anlaşıldığına göre, Selçuklular, Saltuk ilini ilhak ettikten sonra Ebû Mansur adlı bir Saltuklu beyi Pasinleri hakimiyeti altında tutmaya devam etmiştir. Rivayete göre Nâsıreddin Muhammed’in oğlu Melikşah’ın ahfadı, Yavuz Sultan Selim Devri’ne kadar Çemişkezek’de hüküm sürmüştür.[38]

Elbistan’daki mülküne karşılık olarak Saltuklu toprakları kendisine verilen Mugîseddin Tuğrulşah uzun yıllar (1202-1225) Erzurum’da bağımsız bir melik olarak hüküm sürdü. Onun bu bağımsızlığını Erzurum’da 1216/1217 tarihinde bastırdığı dinârlar üzerinde “Mugîsüddin Ebu’l-Feth Tuğrul b. Kılıç Arslan” ve halifenin ismi yazılı olup bu sırada Selçuklu tahtında oturan yeğeni I. İzzeddin Keykâvus’un adının bulunmaması da teyit etmektedir. Bununla beraber Tuğrulşah sultan unvanını alamamıştır. Tuğrulşah, Erzurum’da 23 yıl hüküm sürdü ve II. Kılıç Arslan’ın hayatta kalan son evladı olarak 1225 yılında öldü. Mugîseddin Tuğrulşah’ın ölümünden sonra yerine oğlu Rükneddin Cihanşah geçti. Ancak onun hükümdarlığı kısa sürdü. Cihanşah, Celaleddin Hârezmşah’a itaat etmiş ve Ahlat kuşatmasında ona yardımcı olmuştu. Yassıçimen Savaşı’nda (10 Ağustos 1230) da Celaleddin’in tarafında yer alan Rükneddin Cihanşah onun mağlup olup kaçması üzerine Alâeddin Keykubâd’a esir düştü. Alâeddin Keykubâd onu affetti ise de elinden Erzurum’u alarak kendisine Aksaray’ı iktâ etti. Bununla beraber daha sonra onu attığı ve öldürdüğü de rivayet edilmektedir. Nitekim kendisinden bir daha bahsedilmemiştir.[39]

Daha sonra Saltuk ilinin bütün kale ve şehirlerinin bir tahriri yapılıp Selçuklu ülkesine katıldı. Alâeddin Keykubâd, Saltuk ilinden sonra Eyyubîlerin işgalinde kalan Sökmen ilini de, Ahlat, Bidlis, Van, Erciş, Adilcevaz ve Malazgirt şehirleri ile birlikte Tiflis hududuna kadar Selçuklu idaresine aldı. Böylece Alâeddin Keykubâd zamanında Erzurum dahil Gürcistan’a kadar uzanan topraklar Anadolu Selçuklu Devleti’nin sınırları içine alınmıştır.[40]

Saltuklu hânedanı başlangıçta Büyük Selçuklu sultanlarına, sonra da sırasıyla Azerbaycan atabeglerine, Irak Selçuklularına ve nihayet Anadolu Selçuklularına tâbi olmuşlardır.

Kültür ve Medeniyet

Saltuklular devrinde Erzurum bölgesi de Anadolu’nun diğer yerleri gibi iktisadî ve ticarî açıdan oldukça müreffeh bir bölge idi. Bölge Akdeniz limanlarından ve Suriye’den hareket edip Konya, Kayseri, Sivas ve Erzincan yoluyla Azerbaycan’a, İran’a giden veya Türkistan’dan Erzurum’a gelip aynı yoldan Akdeniz veya Trabzon limanlarına giden büyük bir kervan yolunun üzerinde bulunduğu için ticarî hayat çok canlıydı. Bunun yanında bizzat şehir de komşu bölgeler tüccarlarının toplanıp alışveriş ettiği bir mübadele merkezi idi.

Erzurum’da yerleşip ticaret yapan Kazvinli Emîr Şemseddin Ömer bu şehirde geçen hayatının başlangıcını hikâye ederken şehir hakkında önemli bir tasvir yapar: “Günün hadiselerinden bir hadise ve zamanın olaylarından bir olay nedeniyle ana yurdum, doğum yerim, iyiliklerin kaynağı ve hür kimselerin toplandığı yer olan Kazvin’i terk ederek ticarete başladım. Ticareti geçim temini için kendime meslek edindim. Erzurum’a varınca orayı her çeşit nimetlerle dolu ve her türlü imkanı olan bir şehir olarak gördüm. Kendi kendime, bu şehirde oturmalısın, yüce cennetin kıskandığı bu yeri mesken tutmalısın dedim ve hemen o gurbet elini yurt seçtim. Bir çok vefalı dost edindim. Yolculuk defterini dürerek, güzellikle dolu olan bu şehirde yaşamaya başladım. Geçimimi arzuladığım şekilde temin ederek vakit geçirdim. Çok miktarda mala, kumaşa ve nimete sahip oldum…” der ve böylece 1236 yılından önceki Erzurum hakkındaki kendi müşahede ve duygularını bize nakleder.[41]

Erzurum bölgesi ayrıca sahip olduğu geniş otlaklarıyla zengin bir hayvancılık potansiyeline sahipti. Kışın Mardin-Musul arasında yaşayan Türkmenler de yazın otu bol Erzurum bölgesinin yaylalarını şenlendiriyorlardı.

Saltuklu topraklarında Erzurum merkezinden sonra en önemli şehir Bayburt idi. İlgili kaynaklarda gösterilen diğer şehirler ise küçük kale ve kasabalardan ibaretti. Bu şehir miladın ilk asırlarında mahallî derebeylerin mücadeleleri esnasında, müstahkem bir mevki olarak Paypert veya Papert adı ile ortaya çıkar. Bizans ve Sasanî Devletleri arasında cereyan eden savaşlar dolayısıyla Justinianus zamanında Bayburt, Baiberdon adını taşıyarak tahkim edilmişti. Fakat bugüne kadar ihtişamını koruyan Bayburt kalesinin Saltuk ilinde hüküm süren Selçuklu Mugîseddin Tuğrulşah tarafından yapıldığını surlar üzerinde bulunan bütün kitâbeler göstermektedir. Müslümanlar Erzurum ile beraber Bayburt’u da fethetmişlerdi. Fakat Bayburt X. yüzyılda tekrar Bizans’ın eline geçmişti.

Bayburt, Türklerin ilk Anadolu akınlarında fetih ve iskân ettikleri şehirlerden biridir. Tuğrul Bey 1054 yılında çıktığı Anadolu seferinde ordusunu üç kısma ayırıp bir kısmını Parhar dağları ve Canit ormanları istikametinde sevk ederken göçebe Türkmenlerden bir grup da Bayburt yöresini ele geçirmişti. Bu istila devamlı olmamış, ancak Malazgirt zaferini müteakip Bayburt fethedilip Türk yurdu olmuştur.

Türk devri Bayburt’un kaleden taşarak Çoruh kenarındaki düzlüğe yayıldığı anlaşılıyor. Kitâbesi olmayan Ulu Câmii’nin ilk Selçuklu ve Dânişmendli câmileri uslûbunda yapılması, üzeri çatı ve toprakla örtülü bulunması da bunu ifade ederek binanın Saltuklular veya Mugîseddin Tuğrulşah Devri’nde yapıldığını gösterir. Bayburtlu bir fıkıh bilgininin sözlerine dayanan Yâkut el-Hamevî, XIII. yüzyıl başlarında, Erzurum’a bağlı olan Bayburt’un mamûr ve güzel bir şehir olduğunu yazar.[42] Bayburt, birtakım istilalara ve yağmalara uğramasına rağmen Orta Çağ’da iktisadî ve kültürel bakımdan ileri ve mamûr bir şehir idi. Diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi Bayburt’ta da Ahilik teşkilatı kuvvetli idi. Onlar ticarî ve sosyal hayata nizam veriyorlardı. Bayburtlu Ahi Ahmed bu şehrin büyüklerinden ve zenginlerinden idi. Saltuk ilinde ve bilhassa Bayburt’ta Türkmen ozan ve babalarının tasavvuf? halk şairleri ile devamı ve bugün de onların “baba” lakabı taşıması kendilerine “Hak âşıkı” sıfatı verilmesi de dikkati çeker.

Saltuklular diğer çağdaş Türk devletleri gibi, Oğuzlara mensup oldukları ve onlara dayandıkları için Türkistan’dan getirdikleri millî kültürlerini burada yaşatmışlardır. Yakın Doğu ve Anadolu’da hüküm süren diğer Türk devletleri gibi Saltukluların da kendi hükümdarlarına Arapça melik yanında Türkçe karşılığı olan yabguyu kullanmış oldukları üçüncü hükümdar Emîr Gazi’ye ait bir kitâbeden anlaşılmaktadır. İslâm’dan önceki devirde hakandan sonra gelen bu unvan Saltuklularda da sultandan sonra gelen melikin karşılığı idi.[43]

Saltuklulardan zamanımıza kadar gelen başlıca mimarî eserler:

Kale Camii ve Tepsi Minare: Melik Gazi tarafından yaptırılmıştır. Erzurum’da İçkale’ye güneyden yarım silindirik bir burca dayalı kümbet şeklinde değişik yapısı olan bir camidir. Caminin hemen yanında burç duvarının uzandığı yerde, “Tepsi Minare” olarak bilinen silindirik kule yükselmektedir. Sur hizasına kadar kesme taştan bir kaide üzerine altı sıra kuşak halinde kırmızı-beyaz taşlarla çevrilmiş, sonu tuğla ile örülmüş, yukarı doğru incelen kalın silindirik bir kuledir. Üst kenara yakın yükseklikte, taş üzerine tuğladan kesme harflerle oldukça geniş bir kûfî kitâbe kuşağı bulunmaktadır. Kitâbede Melik Gazi’nin adı ve lakapları şöyle sıralanmaktadır: “Mevlâna Ziyâeddin Kutbü’l-İslâm Nasîruddevle, Zahîru’l-Mille, Şemsü’l-(Mülûk) ve’l-Ümerâ İnanç Beygu (Yabgu) Alp Tuğrul Bey Ebu’l- Muzaffer Gazi b. Ebi’l-Kâsım”. Fakat kitâbenin tarihi yoktur.

Ulu Cami: 1179/1180 yılında Nâsıreddin Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan ve dıştan çok sade görünümlü avlusuz bir yapıdır. Kitâbelerinde belirtildiği üzere birçok tamir sonrası bozulmuş halde günümüze kadar gelebilmiştir. Plânına göre esasında kıble duvarına dikey uzanan yedi neften ibarettir. Boyuna, kareye yakın dikdörtgen bir mekân oluşmaktadır.

Üç Kümbedler: Üç Kümbetler olarak bilinen bu türbelerden biri İzzeddin Saltuk’a ait olup türbenin yanında bir de zaviye vardır.

Mama Hatun Kervansaray ve Türbesi: Erzurum-Erzincan yolu üzerinde Tercan’da bulunan kervansaray ve türbe Mama Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapının ihtişamı Mama Hatun’un kudretini göstermektedir.

Micingerd Kalesi: Erzurum’un doğusunda bulunan Micingerd kalesi 1232/1233 yılında Ebû Mansur tarafından yaptırılmıştır. Kale, Saltuklulara âit önemli eserlerdendir.[44]

Doç. Dr. Ali ÖNGÜL

Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 461-470


Kaynaklar:
♦ Abdurrahman Şerif (Beygu), Erzurum Tarihi, Anıtları ve Kitâbeleri, İst. 1936.
♦ Ahmed Tevhid, Meskûkât-i Kadîme-i İslâmiye Kataloğu, IV, İstanbul 1321.
♦ Aksarâyî, Kerîmeddin Mahmud, Musâmeretü’l-ahbâr ve musâyeretü’l-ahyâr (nrş. O. Turan), Ankara 1944; trc. Mürsel Öztürk, Ankara 2000.
♦ Anevî, Kadı Burhâneddin Ebû Nasr b. Mesud, (Enîsü’l-kulâb nşr. Fuad Köprülü), Belleten, VII/27 (1943), s. 459-521.
♦ Aslanapa, Oktay, Türk Sanatı, İstanbul 19974.
♦ Aynî, Bedreddin Mahmud b. Ahmed, Ikdu’l-cumân fî târih-i ehli’z-zaman, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2389, c. XVII.
♦ Azîmî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali, Azîmî Tarihi (Selçuklularla ilgili bölümler: h. 430-538), Yay. Ali Sevim, Ankara 1988.
♦ Bosworth, C. E., İslâm Devletleri Tarihi (trc. E. Merçil-M. İpşirli), İstanbul 1980.
♦ Bundârî, Feth b. Ali b. Muhammed el-İsfehânî, Zübdetü’n-nusra ve nuhbetü’l-usra (nşr. M. Th Houtsma), Leiden 1889; trc. Kıvâmeddin Burslan, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul 1943.
♦ Cahen, C., Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İst. 1979.
♦ Cenâbî, Ebû Muhammed Mustafa b. Hasan, el-Aylemü’z-zâhir fî ahbâri’l-evâil ve’l-evâhir, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3098.
♦ Ebu’l-Ferec, Gregory (Bar Hebraeus) İbnü’l-İbrî, Ebu’l-Ferec Tarihi (çvr. Ö. Rıza Doğrul), II, Ankara 1950.
♦ Ebu’l-Fidâ, el-Melikü’l-Müeyyed İmâdeddin İsmail b. Ali, el-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer (nşr. Edib Ârif ez-Zeyyin), II-V, Beyrut 1375-81.
♦ Gaffârî, Ahmed b. Muhammed, Târih-i Cihân-ârâ (nşr. Hasan Nurakî), Tahran hş. 1342.
♦ Halil Edhem (Eldem), Düvel-i İslâmiye, İstanbul 1927, s. 227-228.
♦ Hamdullah Müstevfî Kazvinî, Târih-i Güzîde (nşr. Abdülhüseyin Nevâî), Tahran hş. 1330-39.
♦ İbn Bîbî, el-Evâmiru’l-Alâ’iyye fi’l-Umûri’l-Alâi’yye (nşr. Adnan Sadık Erzi, Tıpkı basım), Ankara 1956; trc. Mürsel Öztürk, Ankara 1996.
♦ İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali, el-Muntazam ve mültekatü’l-multazam fî târihi’l- mülûk ve’l-ümem, IX (nşr. F. Krenkow), Haydarâbâd 1359/1940.
♦ İbnü’l-Esîr, İzzeddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-tarih (nşr. C. J. Tornberg) Leiden 1851-1876, c. X-XII, trc. A. Özaydın, İslâm Tarihi el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, X-XII, İstanbul 1987.
♦ İbnü’l-Ezrak, Ahmed b Yusûf el-Fârikî, Târihu Meyyâfârikîn ve Âmid, Biritish Museum Or. 5803, P. 23694.
♦ İbnü’l-Kalânisî, Ebû Ya’lâ Hamza b. Esed, Zeylü Târih-i Dımaşk (nşr. H. F. Amedroz), Leiden 1908.
♦ Kırzıoğlu, M. Fahreddin, Kars Tarihi I, İstanbul 1953.
♦ Kitâbü’l-İnbâ fî târihi’l-hulefâ, Leiden 1973; Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 4189.
♦ Merçil, E., Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1991.
♦ Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel. Selçuklular Tarihi II. Anadolu Selçukluları ve Beylikler (Yay. Ali Öngül), İzmir 2001.
♦ Özaydın, Abdülkerim, “Saltuklular”, DGBİT, VIII, 155-169, İstanbul 1989.
♦ Râvendî, Râhatü’s-sudûr ve âyetü’s-sürûr (trc. Ahmed Ateş), Ankara 1960.
♦ Sadreddin el-Hüseynî, Ebu’l-Hasan Ali b. Nâsır, Ahbâru’d-Devleti’s-Selçûkiyye (nşr. Muhammed İkbâl), Lahor 1933, trc. Necati Lugal, Ankara 1943.
♦ Sevim, A., -Merçil, E., Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara 1995.
♦ Sümer, F., Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1990.
♦ Turan, O., Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 19803.
♦ Turan, O., Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 19842.
♦ Turan, O., Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 19802.
♦ Turan, O., “Kılıç Arslan”, İA, VI, 690.
♦ Urfalı Mateos, Vekâyi-nâme (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), (çvr. Hrant D. Andreasyan; notlar: Edouard Dulaurer, M. H. Yınanç, çeviren), Ankara 19872.
♦ Vardabert Vardan, “Cihân Tarihi: Türk Fütûhâtı Tarihi (889-1269)”, trc. H. D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, sayı, 1-2, İstanbul 1937.
♦ Yınanç, M. H., Türkiye Tarihi Selçuklular Devri I. Anadolu’nun Fethi, İst. 1944.
♦ Yınanç, M. H., ’’Erzurum”, İA, IV, 340-357.
♦ Zahîreddin Nişâbûrî, Selçuk-nâme (nşr. Muhammed Ramazânî), Tahran hş. 1332.
Dipnotlar :
[1] Belâzurî, Fütûhu’l-büldan (trc. Mustafa Fayda), Ankara 1987, s. 282-285; M. H. Yınanç, “Erzurum”, İslam Ansiklopedisi, IV, 346; O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 19802, s. 29.
[2] Reşideddin, Câmiu’t-tevârih (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1960, s. 33, 39; Zahîreddin Nişâburî, Selçuknâme, Tahran 1332, s. 25, 28; Müneccimbaşı, Câmiu-d-düvel. Selçuklular Tarihi II. Anadolu Selçukluları ve Beylikler (Yay. Ali Öngül), İzmir 2001, s. 145.
[3] Bu isim, kaynaklarda Saltuk veya Salîk (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-tarih, trc. Abdülkerim Özaydın, İstanbul 1987, XI, 116, 185; Müneccimbaşı, II, metin, 180; Gaffarî, Tarih-i Cihân-ârâ, nşr. Hasan Nurakî, Tahran 1343, s. 134) şeklinde; kitâbe ve paralarda ise Salduk olarak geçmektedir.
[4] Bk. Zahîreddin Nişâburî, Selçuknâme, s. 134; Reşîdeddin, Câmiu’t-tevârih, s. 38-39; Gaffârî, Tarih-i Cihân-ârâ, s. 134; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, II, s. 145, 207; Ahmed Tevhid, Meskukât-ı Kadime-i İslâmiyye Kataloğu, İstanbul 1321, IV, s. 70-73; M. H. Yınanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri I. Anadolu’nun Fethi, İstanbul 1944, s. 110, 134, 190; a. mlf., “Erzurum”, İA, IV, 348-349; O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 29-31; a. mlf., Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul 1980, s. 78, 82-85; F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi I, İstanbul 1953, s. 356, 373; A. Özaydın, “Saltuklular”, DGBİT, İstanbul 1989, VIII, s. 157.
[5] Bk. M. Brosset, Histoire de la Georgie, St. Petersburg 1849, I, 3, 87-88, ve 419’dan naklen O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 5; Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1990, s. 19-20; A. Özaydın, “Saltuklular”, DGBİT, VIII, s. 157.
[6] Kitâbu’l-İnbâ, Leiden 1973, s. 214-215’den naklen F. Sümer, a.g.e., s. 19.
[7] Bk. F. Sümer, a.g.e., s. 20.
[8] İbnü’l-Esîr, X, 294; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, I, 92, II, 207.
[9] İbnü’l-Esîr, X, 292-294; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, I, 91-92, II, 207.
[10] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam ve mültekatü’l-multazam fî tarihi’l-mülûk ve’l-ümem, Haydarâbâd 1359/1940, IX, 134; Sadreddin el-Hüseynî, Ahbâru’d-Devleti’s-Selçukiyyi (trc. Necati Lügal), Ankara 19992, s. 54; Bundarî, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi (trc. Kıvameddin Burslan), Ankara 19992, s. 237.
[11] M. Brosset, I, 350-360.
[12] M. Brosset, I, 370; Vardan, “Türk Fütûhâtı Tarihi (889-1269)”, trc. Hrant Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, I, İstanbul 1937, s. 195; O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 6-7; E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 282.
[13] Vardan, a.g.e., s. 199-200.
[14] İbnü’l-Ezrak, Tarih-i Meyyafarikîn, 171a’dan naklen O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 8; İbnü’l-Kalânisî, Zeylü Tarih-i Dımaşk (nşr. H. F. Amedroz), Leiden 1908, s. 267; Vardan a.g.e., s. 199-200; F. Sümer, a.g.e., s. 26.
[15] Abdurrahman Şerif (Beygu), Erzurum Tarihi, Anıtları ve Kitâbeleri, İstanbul 1936, s. 38; İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Erzurum Tarihi, İstanbul 1960, s. 495; F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 392; F. Sümer, a.g.e., s. 23.
[16] Ebû Bekir en-Neccârî, Kitâbu’l-Hidâye fî’t-tîb, Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 3646, vr. 1a.
[17] Bk. Azîmî, Tarih (Selçuklularla İlgili Hal Tercümeleri h. 430-538), Yay. A. Sevim, Ankara 1988, s. 47. Krş. F. Sümer, a.g.e., s. 27. E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 280.
[18] İbnü’l-Esîr’e göre (XI, 229), Şahbânû, Saltuk’un kız kardeşidir. Müneccimbaşı (Câmiu’d- düvel Selçuklular Tarihi, II, 209) da kız kardeşi olarak kaydediyor. Vardan ise (a.g.e., s. 201), II. Sökmen’in kızını Saltuk’a verdiğini kaydeder. Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 10.
[19] İbnü’l-Kalânisî, Zeylü Tarih-i Dımaşk, s. 328; İbnü’l-Esîr, XI, 164, 229-230; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, II, 208-209. Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 10; F. Sümer, a.g.e., s. 30; A. Özaydın, a.g.e., s. 160.
[20] Burhâneddin Anevî, Enîsü’l-kulûb (nşr. Fuad Köprülü), Belleten, VII/27 (1943), s. 466. Ayrıca bk. Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekâyinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli (trc. Hrant D. Andreasyan), Ankara 1987, s. 331-332; İbnü’l-Esîr, XI, 228; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, II, 208-209. Kşr. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 12. A. Özaydın, a.g.e., s. 160.
[21] İbnü’l-Kalânisî, s. 361-362; İbnü’l-Esîr, XI, 228; Vardan, a.g.e., s. 205; Ebu’l-Fidâ, el- Muhtasar, II, s. 386-387; O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 12; F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, 395-396.
[22] O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 13-14.
[23] Bk. İbnü’l-Esîr, XI, 234.
[24] Sadreddin el-Hüseynî, Ahbâru’d-Devleti’s-Selçukiyye, s. 110-111.
[25] Sadreddin el-Hüseynî, Ahbâru’d-Devleti’s-Selçukiyye, s. 111-114; İbnü’l-Esîr, XI, 234-235. Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 14-15.
[26] İbnü’l-Esîr, XI, 234-235. Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 15; A. Özaydın, a.g.e., s. 162.
[27] İbnü’l-Ezrak, Tarih-i Meyyafarikin’den naklen O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 16.
[28] İbnü’l-Esîr, XI, 257-258; Ebu’l-Fidâ, el-Muntasar, V, 58; Aynî, Ikdu’l-cumân, XVII, s. 377; Cenâbî, el-Aylem, vr. 296b; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, II, 19. Krş. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 201 vd.; F. Sümer, a.g.e., s. 31-32; E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 125, 281.
[29] İbnü’l-Ezrak, Tarih-i Meyyafarikin’den naklen O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 16; F. Sümer, a.g.e., s. 32.
[30] Vardan, a.g.e., s. 201; Ahmed Tevhid,a.g.e., IV, s. 70-71; F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 388-380; O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 17; F. Sümer, a.g.e., s. 30.
[31] Ahmed Tevhid, a.g.e., IV, s. 72. Krş. F. Sümer, a.g.e., s. 33.
[32] F. Sümer (a.g.e., s. 34), olayın 1191’den önce, 1183-1184 yıllarında arasında geçtiğinin tahmin edildiğini belirtirken, O. Turan (Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 19, not, 54), 1193 yılında vuku bulduğunu kaydediyor.
[33] O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 254-255; a. mlf., Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 19-20; F. Sümer,a.g.e., s. 34-35.
[34] İmâdeddin el-İsfehânî, el-Fethu’l-kutsî (nşr. C. De Landberg), Leiden 1888, s. 405. Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 17; F. Sümer, a.g.e., s. 35. E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 282.
[35] İbn Vâsıl, Müferricü’l-kurûb (nşr. Cemâleddin es-Seyyâl), Kahire 1960, III, s. 118; Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 17-18; F. Sümer, a.g.e., s. 36. E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 282.
[36] O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 18; F. Sümer, a.g.e., s. 36; E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s. 282; A. Özaydın, a.g.e., s. 165.
[37] İbnü’l-Esîr, XII, 146-147; Ebu’l-Ferec, Tarih (trc. Ömer Rıza Doğrul), Ankara 1950, II, 474; İbn Bîbî, el-Evâmiru’l-Alâ’iyye fi’l-Umûri’l-Alâi’yye (nşr. A. S. Erzi Tıpkı basım), Ankara 1956 s. 73; trc. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, I, s. 93; Aksarayî, Müsâmeretü’l-ahbâr ve müsâyeretü’l-ahyâr (nşr. O. Turan), Ankara 1944, s. 32; trc. Mürsel Öztürk, Ankara 2000, s. 24; Gaffârî, Cihân-ârâ, s. 114, 134; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel, Selçuklular Tarihi, II, 30, 210. Krş. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 251-254; a. mlf., “Süleymanşah”, İA, XI, 219-231; M. H. Yınanç, “Erzurum”, İslam Ansiklopedisi, IV, 349; F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 413; F. Sümer, a.g.e., s. 38. İbnü’l-Esîr (XII, 146-147) ile Cenâbî (el-Aylem, vr. 297a)’nin kayıtlarına göre, Rükneddin Süleyman Ramazan Haziran- Temmuz 1201’de Malatya’yı aldıktan sonra Erzurum üzerine yürümüş ve burasını ele geçirmiştir. İbn Bîbî (s. 73, trc. I, 93) ile Gaffârî’nin (Cihân-ârâ, s. 114, 134) ifadelerine göre ise, Rükneddin Malatya’yı aldıktan sonra Gürcistan seferine çıkmış, önce Erzincan’a varıp burada etraftaki beylere kendisine katılmaları için haber göndermiş, Erzurum meliki gelmekte tereddüt gösterdiğinden Rükneddin, Erzurum üzerine yürümüş ve burasını 1201/1202 yılında alarak Elbistan’a karşılık olarak kardeşi Tuğrulşah’a vermiştir. O. Turan (Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 254), ikinci grup müelliflerin kayıtlarının daha sağlam olduğunu belirtiyor.
[38] O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 21; F. Sümer, a.g.e., s. 39-43. Micingerd kalesi hakkından bk. Abdurrahman Şerif (Beygu), Erzurum Tarihi, Anıtları ve Kitâbeleri, s. 38; İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Erzurum Tarihi, s. 495; F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 392.
[39] İbnü’l-Esîr, XII, 450-455; İbn Bîbî, s. 391 vd., trc. I, 394 vd.; Müneccimbaşı, Câmiu’d- düvel, Selçuklular Tarihi, II, s. 71-72.
[40] O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 21-28; A. Özaydın, a.g.e., s. 167.
[41] İbn Bîbî, s. 452-453, trc. I, 488-489. Krş. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 31-34; F. Sümer, a.g.e., s. 43.
[42] Mu’cemü’l-büldan, I, s. 307. Yâkut da diğer Arap kaynakları gibi şehrin adını Bâbirt şeklinde yazmaktadır.
[43] Bk. O. Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 31-52.
[44] Saltuklu mimarî eserleri hakkında geniş bilgi için bk. Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 19772, s. 109-111; F. Sümer, a.g.e., s. 43-44. Micingerd kalesi hakkında ayrıca bk. F. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, I, s. 373.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.