Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlının Acı Günleri

2 13.630

Dr. M. Galip BAYSAN

Yöneticilerimizin Osmanlı hayranlığı ve Cumhuriyet devrimlerini dışlayarak yeniden Osmanlının son dönemine dönme arzuları şaşkınlık yaratıyor. İnsan gayriihtiyarî bu dönemin iyi incelenip anlaşılmadığı izlenimine kapılıyor. Ülkeyi yönetmek için seçilen liderlere bu dönemin daha derinden incelenmesini tavsiye ediyor ve bizde kendilerine bu aydınlanmada yardımcı olmak istiyoruz. Bu konuda bizlere ışık tutacak en önemli kaynak şüphesiz o dönemin önde gelen isimlerinin anılarıdır.

Kamuoyunca 1908 yılında iyice tanınacak olan ünlü hürriyet kahramanı Yüzbaşı (Geyikli) Niyazi Bey, Türk Halkına adını ilk defa 1897 Türk-Yunan savaşında duyurmuştu. O günlerde henüz Teğmen rütbesinde olan Resneli Niyazi, muharebe meydanında adeta tek kişilik bir ordu gibiydi. Savaşta gösterdiği inanılmaz başarıları birkaç yıl geçmeden Harp Okulunda öğrencilerine örnek olarak anlatılacaktır. Mesela 1903 yılında Harp Okulu askeri coğrafya öğretmenlerinden Yarbay Muhittin Bey öğrencilerine “1897 Türk-yunan Savaşında Beş pınar kalesinin düşürülmesinde, elinde kılıcı askeri önünde aslanlar gibi ilerleyip büyük kahramanlık gösteren ve tek başına savaşın kazınılmasında etkisi olan Resneli Teğmen Niyazi’nin” harekâtını coşkuyla anlatmıştır.

Bu savaşta Niyazi Bey, önemli sayıda (kendi birliğinin mevcudunun birkaç misli) esir de ele geçirmişti. Gösterdiği olağanüstü başarı üst kademelere bildirildi ve kendisi sekiz aylık teğmenken bir üst rütbeye (üsteğmenliğe) terfi ettirildi. Başkentten gelen talimatla Halka moral vermek için, ele geçirdiği bu esirlerle birlikte İstanbul’a gönderildi. Niyazi Beyin bu olayla ilgili anıları ibret vericidir ve dönemin özelliklerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu anılar aynı zamanda bu günlerde ballandırıla ballandırıla anlatılan Osmanlı devletinin içinde bulunduğu perişanlığı anlatan bir belge gibidir. İzliyoruz:

“…Beş pınar savaşında bölüğümle tutsak ettiğim Yunanlıları İstanbul’a götürmekle görevlendirilmiştim. Görevimi bitirip İstanbul’dan döndükten sonra ülkemin devrime olan ihtiyacını daha iyi anlamış oluyordum. Önce, yolun üstünde Manastır’a varışımda, buradaki komutanlar ve üst subayların bu görevimden faydalanarak oğullarını, yakınlarını kayırmak, hazineden bir şeyler koparmak kaygısında olduklarını gördüm. Selanik’teki koskoca Müşir bile bundan faydalanmaya koşmaktan geri kalmıyordu. Ulusun avuç dolusu parasını alan büyükleri, gördüm ki, ulus ve devletin çıkarından çok kendilerini düşünmekteydiler. Saray çevresine sığınanlardan alay alay kordonlular savaş başlayıp başarı belirtileri göründükten ve hatta sona erdikten sonra bile gönüllü adıyla rütbe ve maaşlarını arttırmak için akın akın savaş alanına koşuyorlardı. Savaşın bütün yükünü omuzlarında taşıyanlara karşı gizli bir çekişme başlamış, rütbe ve nişan yağmasında ön safa geçmişlerdi… Özellikle saray çevresinde Harp Okulu’ndan çıkmış subaylara karşı gösterilen güvensizlik ve davranış beni çok üzmüştü… Padişaha takdim edildiğimizde üsteğmenliğe yükseltildiğim bildirilmiş, on altın padişah ödülü almıştım. Oysa müşir Kazım Paşa’nın benimle birlikte gelen ve tutsakları alıp orada burada kendini gösteren onüç yaşındaki oğlu, iki yüz lira ödül ve iki derece terfi suretiyle değerlendirildi ve yaverliğe alındı… Bu olaylar karşısında devletin kendi kendini düzeltemeyeceğini anlıyor ve bir inkılâba olan zorunluluğu düşünüyordum…

Savaş bitmeden önce komutanlardan ve Kurmay subaylardan Ordu ve yönetiminde yenileşme ile ilgili teklifler istendi. Sonradan bunların da uydurma manevralar olduğu ortaya çıktı. Böylece devlet bünyesinde batıya dönük atılımlar yapmak isteyenlerin avlanması için bir tuzak kurulmuştu. Bu tuzağa düşen aydın kişiler birer birer yok oldular. Devlet yönetimi gibi ordu da eskisinden daha kötü duruma geldi” (Resneli Niyazi Beyin Anıları, s.31–32)

Milli kahraman Üsteğmen Niyazi’nin anılarından da anlaşılacağı gibi, maddi çıkar sağlama arzusu her hareketin önünde geliyordu. Bunun en önemli nedeni, maaş düzensizliğiydi. Subaylar bazen aylarca maaş alamıyorlar, kendileri birliklerinde bazen kümes misali bir odada aylarca konuşacak bir insan bulamadan görevlerini yapmaya çalışırken, onları en çok uzakta bıraktıkları aile mensuplarına para gönderememek üzüyor, ezik bırakıyordu.

Niyazi Beyden bahsederken bir konuyu belirtmeden geçmek istemiyoruz.1940 ve 50 lerin ünlü aktörlerinden Gary Cooper’in Gönüllü Kahramanlar filmindeki tek başına yüzlerce Alman askerini esir alan Sergant York (York Çavuş) tiplemesinin Niyazi Beyin kahramanlığından esinlenmiş olması muhtemeldir. Ancak Niyazi Bey bir hayali kahraman değil, o dönemin en zor şartları altında görevini en iyi bir şekilde yapmaya çalışan genç bir Türk subayıdır.

2 Yorumlar
  1. Nazan Sezgin diyor

    Resneli Niyazi bey Arnavuttur. Genç yaşta bir kan davasına kurban gitmiştir. Hatırat bırakacak yaşta değildi bence, bıraksa bile hatıralar subjektif olabildiği gibi uydurma hatırat kitapları da olabiliyor.
    İbni Haldun İmparatorluklar da doğar büyür ve ölür demiştir. Resneli ve arkadaşları kuşağı İmparatorluğun terminal safhasına yetişmişti. O çağda Çarlık Rusyası ve Habsburg Avusturyası da aynı derten muzdaribti. Bizde karşılaştırmalı Tarih öğretimi diye bir şey söz konusu olmadığı için bütün musibetler yalnız bize mahsus sanıyoruz.

  2. ali diyor

    Galip bey sende 13 sene evvel imf kapisinda dilencilik yapiyordun,hemde devlet olarak.
    600 senelik imparatorlugun çöküşünden bahsediyorsun dikkatini çekerim. O kadar da gürültü olsun yani. Vijdanli ol……

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.