Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Vekâyinamelerindeki Soykütükleri Hakkında Notlar

0 16.115

Yrd. Doç. Dr. Cezmi KARASU

1. Soykütük Anlayışı Hakkında Genel Değerlendirme

Çoğunluğu XV. yüzyıla ait olmak üzere Osmanlı tarihinin ilk devirlerini anlatan kroniklerde OsmanlIların menşeini göstermek üzere birtakım soykütükler düzenlenmiştir. Ancak bilinen bir gerçektir ki bu soykütükler bilgi ve tarih malzemesi bakımından kroniklerin az güvenilir bölümlerindendir. Bunun en önemli nedeni ise belli bir takım kayıtlar yerine söylentilere, rivayetlere dayalı olarak düzenlenmiş olmaları ve içlerinde kimi uydurma unsurlar kaydedilmiş olmasıdır.[1] Esasen Osmanlıların bu ilk dönemlerine ait bir hayli rivayetin kaynak belirtilmeden vekayinamelere kaydedildiğini görmekteyiz. Daha doğru bir deyişle konumuz olan soykütükleri ilk dönemlere ilişkin bu türden uydurma kayıtların sadece bir bölümüdür. Bilindiği üzere sonradan uydurulmuş soykütüklerle, kendisini daha önce yaşamış olan büyük ve ünlü bir kişiye bağlama geleneği Türk-İslâm dünyasında zaman zaman rastlanan bir gelenektir. Bu yolla soykütüğü düzenlenmiş kişiye bir üstünlük, bir asalet sağlama amacı güdülmektedir. Düzenli nüfus kayıtlarına dayanmaksızın, birtakım uydurmalar ilavesiyle söylentiye göre bir liste oluşturması, genellikle bu türden soykütükler düzenlenmesinde izlenen yol olmaktadır. Ancak bu soykütükler gerçekçi tarih malzemesi sunmamakla birlikte kimi karşılaştırmalarla incelendiği zaman ilginç sayılabilecek birtakım unsurlar ortaya koyarlar. Bu unsurlar özellikle adına soykütüğü düzenlenen kişinin kendisini nereye/neye ait ya da mensup hissettiğini göstermesi bakımından önemlidirler.

Osmanlı kaynaklarındaki soykütükleri üzerine yapılmış fazlaca bağımsız inceleme yoktur. Ahmed Refik,[2] Paul Wittek,[3] Fuad Köprülü,[4] Mükrimin Halil Yinanç[5] ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı[6] gibi araştırmacılar bu konuya yaptıkları bazı incelemelerde kısaca temas etmişler; Hüseyin Namık Orkun[7] gibi araştırmacılar ise bağımsız çalışmalar yapmışlardır.

2. Kroniklerdeki Soykütüklerine Toplu Bir Bakış

Eldeki en eski Osmanlı kroniği sayılan Ahmedî’nin eserlerinde jenealojik (soykütük-bilimsel) bilgi olarak “Gök Alp (koluna mensup) Oğuzlardan çok kişinin Gündüz Alp ve Ertuğrul ile birlikte Konya’dan Sultan Yüki’ne (kaynaklarda Sultan Öyüğü veya Sultanönü şeklinde de geçen bu isim bugünkü Eskişehir ve yöresini ifade etmektedir) geldikleri” yolunda bir kayıt bulunmaktadır.[8]

Şükrullah verdiği kayıtta Kızıl Buğra oğlu Kaya Alp oğlu Süleyman Şah oğlu Ertuğrul’u Oğuz oğullarından birisi olarak tanımlar. Şükrullah’a göre Osmanlı soykütüğünün başında Nuh oğlu Yafes oğlu Kavı Han oğlu Kara Han oğlu Oğuz oğlu Gök Alp vardır ve kırkbeşinci göbekte Ertuğrul’a ulaşmaktadır.[9] Eserinin başında zikrettiğine göre Şükrullah 1449 yılında Sultan II. Murad tarafından

Karakoyunlu hükümdarı Mirza Cihanşah’a elçi olarak gönderilmiştir. Orada Mirza “tarih okuyucu” Mevlana İsmail’e Uygurca Oğuzname okutturarak OsmanlIların Oğuz Han’a Gök Alp yoluyla ve Karakoyunluların da Deniz Alp yoluyla bağlandıkları için akraba olduklarını söylemiştir. İşte Şükrullah, OsmanlIları Gök Alp yoluyla Oğuz’a bağlayan kayıtları, Mirza’nın huzurunda okunan bu Oğuzname’nin etkisiyle eserine almış olmalıdır. Gök Alp yoluyla Oğuz Han’a bağlanma motifi ise bundan sonra artık bir gelenek şekline bürünmüştür.

Nişancı Karamanî Mehmed Paşa diğer kroniklerimize göre hayli farklı kayıtlar verir. Ona göre Ertuğrul Gazi’nin dedesinin dedesi Kayık Alp idi ki 21 göbekte Yafes’in oğullarından Oğuz’a ulaşırdı. Osmanlıların soyundan Anadolu’ya gelen ilk kişi Kayık idi. Yerine Sarkuk Alp bey oldu. Bunu ise Gök Alp ve Gündüz Alp izlediler ki Ertuğrul Gündüz Alp’in oğludur.[10]

Eserinden Oğuz silsilesi hakkında oldukça bilgi sahibi olduğu anlaşılan Bayatlı Hasan diğer soykütüklerinden farklı olarak listesine aldığı kişiler hakkında adlarının nasıl konduğu, kaç yıl yaşadıkları ve kaç yıl hükümdarlık yaptıkları hakkında bazı kayıtlar düşmüştür ki bu kayıtlar şüpheli görünmektedir. Câm-ı Cem Ayin Osmanlı soyunu Gök Alp yerine Gün Alp’e bağlayan tek ve Kayı boyuna bağlayan ilk kaynağımız olup verdiği liste şöyledir:[11] Ertoğrul-Süleyman Şah-Kaya Alp-Kızıl Buğa-Bay Temür-Ay Kutlug-Toğrul-Kara Batur-Sakur-Bulgay-Sungur-Tok Temür-Yasak-Çemendür- Ay Kutlug-Toprak Han-Kara Han-Yasu-Yalvaç-Bay Beg-Toğrul-Toğmış Beg-Küçi Beg-Ortuk-Kurtarı Beg-Çek Temür-Turaç-Kızıl Buga-Yumak-Baş Buğa-Çamur Han-Bay Soy-Sevinç-Çar Buğa- Kurtulmış-Korçak Han-Balçık Han-Kumaş Han-Kara Oğlan-Süleyman Şah-Kokulu-Bozdoğan-Bay Temür-Turmış Han-Kayı Han-Gün Han-Oğuz Han-Kara Han-Dip Tokuy-Bolcas (Türk)-Yafes-Nuh.

Aşıkpaşazade[12] bize diğerlerinden daha farklı bir liste bırakmıştır. Er Dunrıl-Süleyman Şah- Kaya Alp-Kızıl Buğa-Bayıntur-Aykuluk-Toğar-Kaytun-Sunkur-Bakı-Suğar-Tok Temür-Basuk-Gök Alp- Oğuz-Kara Han-Ay Kutluk-Tuzak-Kara Han-Baysub-Karamarı-Kızıl Buğa-Yamak-Baş Buğa-Baybus- Sevünc-Çar Buğa-Kurtulmış-Karaca-Amudı-Karalu Oğlan-Süleyman Şah-Karahul-Karluğa-Yan Temür-Durmış-Çin-Maçin-Yafes-Nuh.

İdris Bitlisî[13] eserinde şöyle bir liste sunmaktadır: Eruğrıl-Süleyman Şah-Kaya Alp-Kızıl Buğa- Bay Temür-Kanlığa-Tuğrul-Kara Yatu-Baysungur-Balgay-Sungur-tok Temür-Yasak-Hamide-Aklık- Dorlak-Kara Han-Tasu-Yalvac-Bay Beg-Tuğra-Toğmış-Güç Beg-Artuk-Kamarin-Çek Temür-Turah- Kızıl Buğa-Mak-Başua-Hormir-Baysu-Tuğra-Sevinc-Çar Buğa-Kurulmuş-Kor Had-Balçık-Kamas-Kara Oğlan-Süleyman Şah-Kara Halu-Burluğan-Bay Temür-Turmış-Gök Alp-Oğuz-Kayı Han.

Mehmed Neşri’nin listesi-ki bu liste daha sonraki dönemler için gelenek oluşturmuştur- şöyledir:[14] Ertuğrul-Süleyman Şah-Kaya Alp-Kızıl Buğa-Bay Temür-Aykutluğ-Tuğra-Karaytu-Sakur- Bulgay-Sunkur-Toktemür-Yasak-Çemendur-Aykutluğ-Turak-Kaz Han-Yasuv-Yalvac-Bay Beg-Tuğra- Toğmuş-Güç Beg-Artuk-Karatay-Cem Keymür-Turac-Kızıl Buğa-Yamak-Baş Buğa-Cumur Mir-Bay Suy-Tuğra-Sevinc-Çar Buğa-Kurtulmış-Korhav-Balcuk-Komas-Kara Oğlan-Süleyman Şah-Korhulu- Bozluğan-Bay Temür-Tortumuış-Gök Alp-Oğuz-Kara Han-Zib Bakoy-Bulcas-Yafes-Nuh.

Ruhi bize şu listeyi bırakmıştır:[15] Ertuğrul-Seman Şah-Kaya Alp-Kızıl Boga-Bay Temür-Ay Kutlıga-Tuğra-Karayto-Sakur-Bolgay-Soykur-Buftumuz-Yasak-Cemendür-Aykutluk-Kazı Han-Yasu- Yalvaç-Bay Beg-Tugra-Togmış-Koç Beg-Artuk-Komarı-Cem Giymüz-Toraç-Kızıl Buga-Yımak-Baş Buga-Hamur-Baysu-Togra-Sevinç-Çar Buga-Korolmış-Korçad-Balçık-Komaş-Kara Oğlan-Süleyman Şah-Korhulu-Bozlugan-Bay Temür-Türmiş-Gök Alp-Oğuz-Kazhan-Koyhan-İshak-Sam-Nuh.

Bazı kaynaklarımızdaki soykütükleri eksiktir. Örnek olarak bunlardan Anonim Tevarih-i Al-i Osman Aşıkpaşazade’ye yakın yarım bir soykütüğü vermekte ve bundan sonra otuzaltı batında Yafes’e ulaşıldığını kaydetmektedir. “…Hikayetde getürmişlerdür kim, nesl-i Osman Gazi bin Ertuğrul bin Süleyman Şah Gazi bin Kaya Alp bin Kızıl Boga bin Bayıntur bin Aykutluk Aga bin Togan bin Kaytun Baysunkur bin Bolgay bin Sogancak Aga bin Toktimur bin Yasık bin Gök Alp bin Oğuz bin Karahan bin Kutlucak Aga bin Tozak Ali. Hâzâ otuzaltı nefredür ced be-ced ibn Yafes’e çıkınca, kim Nuh oglıdur, ol nesilden ced be-ced Acem vilayetinde padişahlar idi…”[16]

Hadîdî soykütüğü kaydı olarak sadece Osman Bey’in babası olarak Ertuğrul ve dedesi olarak da Süleyman Şah’ın isimlerini vermektedir.[17]

Osman Bey dönemine ait en geniş bilgilere yer veren İbn-i Kemâl’in eserinde de tam bir soykütük listesi yer almaz. Ancak müellif Reşidüddin’in Oğuz geleneğine ilişkin kayıtlarından alıntılar yapmaktadır.[18] Kitabı yayınlayan Şerafettin Turan İbn-i Kemâl’in bu tavrını “.müellifin diğer kaynaklardaki listeleri beğenmediği, kabul etmediği; kendi eserine böyle bir listeyi almamakla da soykütük düzenlemeyi üstü kapalı bir şekilde de olsa eleştirmiş olduğu.” şeklinde yorumlamaktadır.[19]

Lütfi Paşa ise kitabında tam bir liste vermemekte ve Osman Bey’in ceddine ait olarak şu kaydı düşmektedir: “Tevarihlerde getürmüşler ki nesl-i Osman Gazi b. Ertuğrul b. Süleyman Şah Gazi al-i haza cedberced otuz altı nefedir yafes’e çıkınca tevarihlerde meşhurdur.”[20]

Eserini Fatih’in veziriazamı Mahmud Paşa adına kaleme alan Enverî hayli farklılıkları bulunan bir Osmanlı soykütüğünden bahseder: Oğuz Tümen Han-Kızı Turunc Hatun-Oğuz Süleyman Han- Cemşit Han (Kayı Han)-Tuğrul Han-Çalış Han-Ermiş Han-Gazan Bey-Süleyman Bey-Şah Melik Bey- Gündüz Alp-Ertuğrul Bey-Osman Bey.[21]

XVI. yüzyılın başında artık resmi bir gelenek şeklini alan bu soykütük listeleri daha sonraki eserlerde de yer almaktadır. Örnek olarak Müneccimbaşı,[22] Hoca Sadeddin[23] ve Solakzade[24] gibi esrelerde oluşmuş geleneğe uygun listeler verilmektedir.

XIX. yüzyılda Beyrut’ta kaleme alınmış olan Arapça bir kaynakta, Ebulfevz Muhammed Emin es- Suveydî, OsmanlIların soykütükleri hakkında ilginç kayıtlar vermektedir. Eserinin iki ayrı yerinde bu soyküğü tamamlayan Suveydi, soykütüğünün en başında Nuh-Yafes-Kumer-Türk isimlerini saymakta ve Türk adının yanına düştüğü kayıtta Hayatila (Akhunlar), Guzlar (Oğuzlar), Tatarlar, Ezgişler, Çerkesler ve Rusların da Türk’e mensup sayıldığını söylemektedir.[25] Yazar buradan sonra soykütüğünü Türk’ten değil de onun iki üst ismi olan Yafes ile devam ettirmektedir. Suveydî’nin soykütüğü şöyledir[26]: Bulcas-Maçin-Çin-Kayı Han-Turmuş Han-Baytemür Han-Korlugan Han-Karahul Han-Süleyman Şah Han-Karaoğlan Han-Karmaş Han-Balçık Han-Karacad Han-Kurtulmış Han- Çarpuğa Han-Sevinc Han-Tuğrul Han-Paysub Han-Hamurmir Han-Kayı Han-Başbuğa Han-Yimak Han-Kızıl Buğa-Kamarı Han-Tuvaç Han-Pektemür Han-Kamarı Han-Artuk Han-Güçbeg Han- Aydoğmış Han-Tuğrul Han-Baybeg Han-Yalvac Han-Oğuz Han-Gökalp Han-Basuk-Toktemür Han- Surgad Han-Bakıa-Baysungur Han-Turğar-Aykutluğ-Bayındır Han-Kızıl Buğa-Kaya Alp-Süleyman- Ertuğrul.

Listelerimizin özellikle baş taraflarında benzerlikler görülüyor ise de şunu belirtmemiz gerekiyor ki herhangi bir (nüfus, vakfiye, kronik vb.) kayda dayanmayan bu isimlerin tamamına yakınının uydurma olması mümkündür. Her ne kadar Wittek bazı soykütüklerinde sayıları 52’ye kadar çıkan bu isimlerden 21’nin orijinal olduğunu, 31 ismin ise kronolojik bazı problemleri ortadan kaldırmak amacıyla eklendiğini söylüyorsa da[27] orijinal saydığı 21 ismin de doğru, sağlam ve güvenilir olduğunu belgeleyecek kayıtlara sahip değiliz. Elimizdeki malzemenin daha ziyade rivayetlere dayalı destanî nitelikte olduğu gözden uzak bulundurulmamalıdır.

3. Osmanlı Soykütüklerindeki Etnik Unsurlar

XV. yüzyıldan itibaren başlayan kroniklerde, Osmanlıları birisi genel anlamda Oğuzlara diğeri de bir Oğuz boyu olarak Kayılara mensup gösteren iki ana eğilim görmekteyiz. Ancak bununla birlikte Osmanlıları başka etnik kimlikler altında zikreden kaynaklar da yok değildir. Bunlardan İbn Hacer Osmanlıları Arap aslından sayar.[28] Gibbons ise Osmanlıların Cuk adlı bir çobanın veya Bizanslı Komnenoslar ailesinden ihtida etmiş bir prensin soyundan oldukları gibi iddialar ortaya atmıştır.[29] Marquart’ın Osmanlıları Moğol aslından gelen Kay kabilesine bağlama fikirleri ve Zeki Velidî Togan’ın Osmanlıların Kay kabilesine mensubiyetlerinin mümkün olabileceği yolundaki fikirleri[30] Köprülü tarafından esaslı bir biçimde eleştirilmiştir.[31] Esterabadî “…Sultan ilim ve irfandan, incelikten nasbi olmayan ve basit bir Moğol olan Osmanoğlu’nun…” kaydını veriyor ise de[32] burada bir etnik tanımlama yerine Osmanlıları aşağılama ile karşı karşıya bulunuyoruz. Yine aynı şekilde İbn-î Kemâl’in “.Yafes bin Nuh’un ki lisan-ı Moğolda Ebulca Han adıyla yad olup ol taifenin dilinde mezbur ünvanla mezkûr ve mevsuf olmuşdur.”[33] kaydı da yine etnik bir tanımlama olmayıp Oğuzname’nin Uygurca metni kastediliyor olsa gerektir. Aşıkpaşazade düzenlediği listenin sonunda “.Çin-Maçin- Yafes-Nuh”[34] sırasını zikreder ki burada Oğuz geleneğine aykırı olarak Türk (veya Bolcas) yerine alınmış Çin-Maçin isimleri dikkat çekmektedir. Ruhî de yine Oğuz geleneğine aykırı olarak soykütüğünü “. Koyhan-İshak-Sam-Nuh” sırasıyla bitirir ki[35] buna göre Osmanlıların etnik bakımdan Samî ırka mensup saymak gerekecektir.

A. Soykütüklerinde Türk Motifi

Yukarıda soykütüklerinin genel olarak değerlendirildiği bahiste görüldüğü üzere elimizdeki kaynaklarda Türk adı geçmemektedir (Bayatlı Hasan’ın Bolcas’ın diğer adının Türk olduğu kaydını burada istisna oluşturmaktadır). Ancak daha önceki dönemlerde varlığını bildiğimiz bazı destanî motiflerin elimizdeki soykütüklerinde de yer aldığını görmekteyiz. Eski türeyiş destanları ile elimizdeki soykütükleri arasındaki en önemli bağlantı unsuru Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’tir. Ruhi dışındaki bütün kaynaklarımız Osmanoğullarının soykütüğünü Yafes’e çıkartmaktadırlar. O halde elimizdeki eski destanî motiflerde Yafes’i inceleyelim.

Bu konuda elimizde birbirine yakın iki türeyiş destanı bulunmaktadır. Bunlardan birisi XI. yüzyılda Hemedanlı bir müellif tarafından kaleme alınan Mücmelü’t-Tevârih adlı eseri; diğeri ise Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han tarafından XVII. yüzyılda Türkmen geleneklerinin yazıya geçirilmesiyle meydana gelen Şecere-i Terakime’sidir. Her iki kaynakta da Türklerin Nuh Peygamber’in oğlu Yafes ve onun oğlu Türk’ten türedikleri kaydedilmiştir. Sözünü ettiğimiz kaynaklarda Türklerin türeyişi ile ilgili kayıtlara bir göz atalım.

Mücmelü’t-Tevârih’de Türklerin nesebi hakkında şu bilgiler kayıtlıdır: “.Nuh Peygamber Tufan’dan sonra yeryüzünü çocukları arasında paylaştırdı. Ceyhun taraflarını Yafes’e verdi. Yafes’in yedi oğlu vardı. Bunlardan birincisinin adı Çin, ikincisinin adı Türk, üçüncüsünün adı Hazar, dördüncüsünün adı Saklab (Slav), beşincisinin adı Rus, Ye’cüc’ün babası olan altıncısının Misek, Bulgarların ve Burtasların babası olan yedincisinin adı Kemari idi.

Bu oğulların tabiatlarına gelince, Çin çok akıllı ve terbiyeliydi, Hazar sakin ve az konuşurdu, Rus hilekâr, gafil ve utanmaz (ihtiyatlı idi) biriydi. Saklab yumuşak kalpliydi. Misek pek yaşamamıştı. Onun oğlu Guz (Oğuz) hile ve hurda doluydu (kurnazdı). Dedesi Yafes onu oğullarından daha çok severdi. Kemari oyun seven, av ve işrete düşkün biriydi. Türk edepli ve doğru kalpliydi”.[36]

Şecere-i Terakime ise şu efsaneye yer vermektedir:

“.Nuh Peygamber. Ham adlı oğlunu Hindistan’a, Sâm adlı oğlunu İran’a, Yafes adlı oğlunu Kuzey ülkelerine göndermiş ve onlara söylemişti. (Tufandan sonra) Artık insanoğlundan dünyada hiç kimse kalmadı. Her üçünüzün de, ayrı ayrı nesilleri türesin ve soyları çoğalsın. Gittiğiniz ülkeler de yurdunuz olsun ve oralarda oturun!. Yafes babasının yurdundan ayrıldıktan sonra İtil (Volga) ve Yayık (Ural) nehirlerinin arasındaki bölgeye gitti ve orada 250 yıl oturdu.

Yafes’in 8 oğlu vardı. Bu oğullarının soyları da gittikçe çoğalmaya başladı. Bu çocukların adları da şöyle idi: 1. Türk, 2. Hazar, 3. Saklab, 4. Rus, 5. Ming, 6. Çin, 7. Kimeri, 8. Tarıh.

Yafes ölürken büyük oğlu Türk’ü yerine koydu ve diğer çocuklarına şöyle dedi:-Türkü kendinizin hakanı olarak bilin ve onun sözünden çıkmayın!.

Türk ölürken yerine Tutuk’un geçmesini vasiyet etti.

Bundan sonra yerine oğlu Bulca-Han geçti.”[37]

Burada adı geçen Sam adının Ruhî’de, Çin adının Aşıkpaşazade’de geçtiğini görmüştük. Suveydî’nin eserinde ise bu destanların etkisini daha fazla görebiliyoruz. Türkmen geleneklerini iyi bildiği anlaşılan Bayatlı Hasan eserinde Türk’ün adını Bocas adının Türk olduğunu kaydetmektedir.[38] Bu isme Neşri’nin de soykütüğünde yer verdiğini görmekteyiz.[39] Böylelikle Oğuz geleneğini kaydeden bu destanlar ile elimizdeki soykütükleri arasında ortak ismi bulmuş oluyoruz. Görüldüğü kadarıyla elimizdeki soykütük listelerinde bu eski destanların etkileri hissedilmekle birlikte bu etki oldukça silik durumdadır.

B. Soykütüklerinde Oğuz Geleneği

Yukarıda sözünü ettiğimiz istisna niteliği taşıyan kayıtların dışında elimizdeki kronikler ya doğrudan zikrederek ya da Kayı Han yoluyla Osmanlıları Oğuz Han’a bağlamaktadırlar. Diğer bir deyişle kroniklerimizin buluştukları ortak bir nokta Osmanlıların Oğuz neslinden gelmesi motifidir. Kaynaklarımızdan Ahmedî, Şükrullah, Oruç Bey, Karamanî Mehmed Paşa, Aşıkpaşazade, Neşrî ve İbn-i Kemâl Osmanlıların Oğuz Han neslinden olduğunu söylerken Bayatlı Hasan, Ruhî, İdris Bitlisi ve Lütfî Paşa ise Kayı Han yoluyla Oğuz Han nesli mensubiyetini ortaya koyarlar. Bu son gruptaki müelliflerimizi ikiye ayırmamız mümkündür. Bayatlı Hasan Kayı Han’ı Oğuz Han oğlu Gün Han’a bağlarken diğer müelliflerimiz Oğuz Han oğlu Gök Han (Gök Alp) bağlantısını tercih ederler. Ayrıca ilk gruptaki müelliflerimizden Neşrî, Aşıkpaşazade ve Ruhî Oğuz Han’a Gök Alp yoluyla bağlantıda ikinci grubumuzdakilerle birleşirler.

İdris Bitlisî ise Kayı Han’ı Gök Alp’in oğlu değil de Oğuz Han’ın babası olarak zikreder. Görüldüğü gibi kaynaklarımız (büyük bir çoğunlukla) Osmanlıların Oğuz neslinden olduğu konusunda birleşmekle birlikte bunun izlediği silsilede üzerinde anlaşabilmiş değildirler. O halde şimdi Oğuz (Türkmen) geleneğini ortaya koyarak bir karşılaştırma yapmalıyız. Şimdi Türkmen boyları hiyerarşisini bir tablo halinde görelim:

Türkmenlere ait düzenlenen boy hiyerarşisini dikkatle gözden geçirdiğimizde bir nokta dikkatimizi çekmektedir. Gerek Reşidüddin’de, gerek Yazıcıoğlu Ali’de ve gerekse Ebulgazi Bahadır Han’da gördüğümüz Türkmen boyları listelerinde[40] Kayı boyu Gün Han’a (Gün Alp) ve dolayısıyla Bozoklara bağlanmıştır. Bu hiyerarşiye uygun yani Oğuz Han-Gün Han-Kayı sıralamasına sadece Bayatlı Hasan’da rastlayabiliyoruz. Diğer kaynaklarımız ise Oğuz Han’a Gök Han (Gök Alp) yoluyla bağlanmaktadır. Üstelik Gök Alp yoluyla Oğuz Han’a bağlama kaynaklarımızın sadece soykütük listeleri bahislerinde yer almakla kalmaz başka konularda da kendisini gösterir. Buna örnek olarak şu rivayeti nakledebiliriz:

Osman Bey, Karacahisar’ın fethinden sonra Dursun Fakih’i buraya kadı atar ve ondan kendi adına hutbe okumasını talep eder. Dönemin anlayışı içerisinde kendi adına hutbe okutmak bağımsızlık alameti sayıldığından Dursun Fakih Konya Selçuklu sultanından izin alınması gerektiğini ileri sürer. Bundan sonrasını Aşıkpaşazade’nin üslubuyla izleyelim: “ Osman Gazi eyidür: “Bu şehri ben hod kendi kılıcım ile aldum. Bundan Sultanun ne dahli var kim andan izin alam. Ona Sultanlık veren Allah bana da dahı gazayile hanlık verdi” dedi. “ Ve eger minneti şu sancağ ise ben hod dahı sancak götürüb kafirler ile uğraşdum” der. “Ve eger iderse kim ben Al-i Selçukum dirse ben hod Gök Alp nesliyim. Eğer bu vilayete be anlardan öndin geldim dirse Süleyman Şah anlardan hod öndin geldi.”[41] bu diyalog içerisinde dikkat etmemiz gereken isim işaretlediğimiz Gök Alp olmalıdır. Yukarıda da sözünü ettiğimiz üzere kayda göre bizzat Osman Bey kendisini Gök Alp’e nesli saymakta dolayısı ile kendisinin Kayı boyuna mensup olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu ayrımın genellikle Osmanlı tarihi incelemelerinin dikkatinden kaçmıştır. Bir ölçüde Ahmed Refik (o da Üçok-Bozok ilişkisi çerçevesinde) bu çelişkili kayıtlar üzerine fikir yürütmüştür.[42] Osmanlıların Kayı boyuna mensup olmaları konusunda her kayıdı dikkatle değerlendiren Köprülü bu noktayı dikkatinden kaçırmış olmalıdır. Zira tanıdığımız kadarıyla Köprülü bu noktaya dikkat etmiş olsaydı gerekli eleştiriyi yaparak önemli ya da önemsiz oluşu üzerine bir sonuca varırdı.

Böylelikle kaynaklarda yer alan bu türden Gök Alp yoluyla Oğuz Han’a bağlama anlayışına göre Osman Bey dolaylı olarak kendisinin Kayı boyu mensubu olmadığını ortaya koyuyor. Demek ki XV. yüzyılın ikinci yarısında Oğuz geleneğinin sistematiği tam anlamıyla yaygınlaşmış değildi. Bu düşünce tarzı Oğuz geleneğini dışlamayan ancak Kayı boyu mensubiyetini henüz kabul etmeyen bir nitelik göstermekteydi. Kroniklerimizin en erken dönemlerine ait olanlarında genel yaklaşım tarzı işte bu işaret ettiğimiz Kayı fikrinin ortaya çıkmadığı Oğuz geleneği fikridir. Esasen daha sonraki bazı kaynaklarda da Gök Alp yoluyla Oğuz Han’a bağlılığı öngören Türkmen geleneğine uymayan kayıtlara da rastlıyoruz.

C. Kroniklerde Kayı Boyu Mensubiyeti Anlayışı

II. Murad Devri’nde artık Osmanlıların kendilerini Kayı boyu mensubu saydıklarını ve Kayı boyu tamgasının paralara ve silahlara vurulduğunu biliyoruz.[43] Burada akla gelen bir ihtimal II. Murad Devri’nde başlayan Kayı boyu mensubiyeti fikrinin artık resmi bir nitelik kazanmasıdır. Burada Şükrullah’ın Karakoyunlu hükümdarı Mirza Cihanşah nezdindeki elçiliğinde edindiği fikirlerin etkisi olsa gerekir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi Türkmen geleneğindeki hiyerarşiye uygun olarak bir soykütüğü listesi düzenleyen tek kaynağımız Bayatlı Hasan’ın Cam-ı Cem Ayin’idir. Bayatlı’dan itibaren Gök Alp gibi yanlış bir isimle de olsa Osmanlıların Kayı boyuna mensubiyeti fikrinin kroniklere girmeğe başladığını görüyoruz.

Osmanoğullarının Kayı boyu mensubu olmaları artık bir “tarihi gerçek” şeklinde kabul görmektedir. XX. yüzyılın ilk yarısında yapılan incelemeler ve tartışmalar sonucunda özellikle Fuad Köprülü’nün çalışmaları sonucunda bu fikir bilim dünyasında kabul edilir olmuştur. Köprülü “Oğuz Etnolojisine Dair Tarihi Notlar”, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu”, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Mes’eleleri” gibi incelemelerinde yaptığı eleştiriler ve belirlemelerle Osmanlıların Kayı boyu mensubiyeti fikrini “çok kuvvetli bir ihtimâl olarak” ortaya koymuş ve bu fikir “tarihi gerçek” halinde yayılmıştır.

Fuad Köprülü “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Mes’eleleri” adlı incelemesinde Osmanlıların Kayı boyuna mensubiyeti üzerine başlıca şu noktaları savunmaktadır:

I- Osmanlıların Kayı boyuna mensup oldukları ileri sürdükleri devirde (XV. yüzyıl) kabile gelenekleri canlılığını koruyordu. Bu geleneklere bağlı olarak ortaya atılan soykütükleri bütün bir kabileye aitti. Hükümdarlar sadece Kayı boyundan değil diğer boylardan da meselâ Salur, Bayındır, Kınık vs. çıkabiliyordu. Eğer Osmanlılar uydurma bir soykütük düzenletseler bunda meselâ Kınık boyuna mensup olduklarını söyleyerek daha fazla siyasi meşruiyet sağlayabilirlerdi. Uydurma bir soykütüğüne sadece Kayı aşiretine mensup diğer oymaklar değil hatta diğer aşiretler de inanmayacaklardı.[44]

II- Osmanlıların devletin kuruluşundan bir yüzyıl sonra kendilerini Kayılara çıkaran soykütükler düzenlemelerinin nedenleri şunlar olabilir:

1- Hakimiyetleri altındaki sahalarda yaşayan Oğuz kabileleri üzerindeki saltanatlarının kabile geleneklerine uygun olduğunu göstermek,

2- Osmanlı sınırları dışındaki Oğuz kabileleri arasında kendilerine karşı bir sevgi yaratmak,

3- Bunlardan daha önemli olmak üzere o sırada seçkin tabaka arasında yaygın olan fikirlerin etkisiyle kendilerini asil bir sınıfa mensup saydırmak.[45]

Bu unsurlardan hangisi ya da hangileri etkili olursa olsun kabile gelenekleri canlıdır. II. Murad Devri’nde görülen millî romantizm uyanışı da kabile geleneklerinin canlılığı ile açıklanabilir. Kayılara bağlama da bu romantik akım nedeniyle ortaya çıkmış olabilir. Çünkü Ankara yenilgisinden sonra birlik sağlama düşüncesindeki II. Murad bu fikirleri bir taviz olarak görüyordu.

III- XV. yüzyıl başlarında Osmanlı sarayında kuvvetle mevcut olan Kayı mensubiyeti fikri Anadoluda’ki Oğuz geleneklerinin bütün canlılığıyla yaşadığını gösteriyor. Ebulgazi’nin aktardığı bilgiler[46] ve Abdulkadir İnan’ın tetkikleri[47] bunun güçlü delilleridir. Köprülü sözün burasında jenealojilerdeki geleneklerin yaşadığına ilişkin olarak iki örnek vermektedir. Bunların birincisi Ruhî’de ve ondan naklen Müneccimbaşı’nda yer alan bir rivayettir. Buna göre Konya Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhusrev 1277’de Hatiroğlu isyanını[48] bastırdıktan sonra uc beylerinin sadakatini sağlamak üzere onlardan rehineler almıştı. Bu arada Ertuğrul Bey de Osman’ın oğullarından birisini[49] Sultana yollamış; bir müddet Kahta kalesinde hapsedilen bu çocuk, daha sonra buradan çıkarılmış kendisine Pıgı nahiyesi tımar olarak verilmiş, Yıldırım Beyazid Malatya’ya geldiği zaman, bunun torunlarından Hayli (Halil), Bayat ve Ahmed beyler gelip “akraba olduklarını” bildirmişler ve hükümdarın ihsanlarına mazhar olmuşlar.

Köprülü’nün sunduğu ikinci örnek Behcet üt-Tevarih adlı kroniğin yazarı Şükrullah’ın Karakoyunlu hükümdarı Mirza Cihanşah’a elçi olarak gönderildiği sırada yaşadığı bir olaydır.[50]

IV- Elde XIV. yüzyıla ait diğer kaynaklar bulunmadığı için XV. yüzyıldan önce Kayı geleneğinin olmadığını ileri sürmek doğru değildir. Eğer bu rivayet uydurulmuş olsa idi hiç olmazsa saraya mensup tarihçiler bu fikri savunurlardı. Oysa bu konuda bir fikir birliği yoktur.

Bütün bu sonuçlara dayanarak Köprülü Osmanlıların Kayı aşiretinin uclarda yaşanan küçük bir parçasına mensup olduğu “çok kuvvetli bir ihtimalle” söylenebileceği sonucuna varmaktadır.

Fuad Köprülü’nün Osmanlıların menşei üzerinde yapmış olduğu bu kapsamlı incelemeden sonra, onun kullandığı ihtiyatlı dile rağmen Osmanlıların Kayı boyuna mensup oldukları fikri kayıtsız şartsız bir tarihi gerçeklik şeklinde kabul edilmeğe başlanmıştır. Ancak Köprülü’nün tezindeki ana düşünce ile hareket edildiği zaman, yani soykütüğü düzenlettirme yoluyla bir asalet sağlama fikri göz önünde bulundurulduğu zaman da Osmanlıların kendilerini Kayı boyu mensubu göstermeleri yanlış bir hareket sayılmaz. Zira gerek Reşidüddin’in gerek Yazıcıoğlu Ali’nin ve gerekse de Ebulgazi Bahadır Han’ın verdiği Türkmen hiyerarşisinde Kayı boyu 24 boyun en başında yer almaktadır (Divan-ü Lügat it-Türk’teki kayıtta ise Kayı adı ilk sıradaki Kınık boyundan sonra yer almaktadır ki bu eserin yazılması sırasında Kınık boyu mensubu Selçuklu hanedanının Türk-İslâm dünyasında hakim olduğu düşünülmelidir). Kayı boyu mensubu olmak da aşiret gelenekleri hafızalarında canlı olarak yaşayan Türkmen kitleleri arasında özel bir önem kazanacaktır. Bu nedenle bir ihtimal olarak Osmanlıların kendilerini Kayı boyu mensubu gösteren soykütüğü düzenlettirmiş olmaları düşünülebilir. Bununla beraber düşünülmesi gereken konu ise şudur: Kayı boyu Artuklu Devleti’nin kurucu boyu olarak

Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir miktar yoğunlaşmış ancak bunun dışında kalan Anadolu coğrafyasında çok dağınık bir şekilde yayılmıştır. Bir beylik teşkil edecek yoğunlukta Anadolu’nun bir başka yerinde toplanmamıştır (Belki de bu nedenle Osmanlı Beyliği’ni kuran topluluğun 4000 çadır halkından meydana geldiği rivayeti ortaya çıkmıştır)[51] Böylesine dağınık bir manzara arzeden Kayı boyu, XV. yüzyılın ortalarında artık Rumeli’de iyice varlığını kabul ettirmiş, Bizans ülkesinin en güçlü varisi olmaya aday, güçlü durumda bulunan Osmanlılar tarafından sahiplenince muhtemeldir ki bu durumu memnuniyetle karşılamışlardır.

Mevcut kaynaklardaki kayıtlardaki kayıtlar genel olarak değerlendirildiğine bir-iki istisna ile sistemleşmiş Oğuz geleneği ile bir paralellik kurmanın zor olduğu görülmektedir. Bu nedenle Köprülü’nün savunduğu “Türkmen geleneklerinin bütün canlılığı ile yaşadığı” fikrini elimizdeki soykütüksel malzeme ile desteklememiz kolay değildir. Buna karşılık sanıyoruz ki resmî bir Kayı boyu geleneği oluşturmak için gerekli ortam mevcuttur. Böyle olunca da diğer aşiretlerin buna inanmayacakları gibi bir problem gündemde fazlaca yer işgal etmeyecektir. Osmanlı kroniklerinden anlaşıldığı kadarıyla Anadolu’da mevcut bulunan küçük Türkmen beylikleri Konya Selçuklu sultanlarından umutlarını kesince “Oğuz resmince” zaten Osman Bey’e bağlılıklarını sunmuşlardı.[52] XV. yüzyılın ortalarında Anadolu’da Osmanlı Devleti’ne rakip olarak artık Karamanoğullarından başka kayda değer bir rakip kalmamıştı, onlar da oldukça yıpranmış durumda idiler. Bu nedenle Osmanlılar Kayı boyuna mensup olduklarını ortaya atınca muhtemelen kayda değer bir itirazla karşılaşmamış olabilirler.

Şimdi Köprülü’nün delil olarak verdiği rivayetleri değerlendirelim:

Birinci Rivayet: Rivayetin naklinden sözü edilen çocuğun rehine olarak verilmesinden sonra artık geri dönmediği anlaşılıyor. Elimizdeki kayıtlarda Osman Bey’in büyüğü Orhan küçüğü Alaaddin olmak üzere iki oğlunun olaylar içerisinde rol oynadıklarını görmekteyiz. Her ne kadar Orhan Bey’e ait olan ve Uzunçarşılı tarafından yayınlanan vakfiyede Osman Bey’in bu iki oğlundan başka Pazarlı Bey, Çoban Bey, Melik Bey ve Hamid Bey adlı dört oğlundan ve Fatıma adlı bir kızından bahsediliyor[53] ise de bu çocuklarının anneleri, doğum tarihleri ve akıbetleri hakkında fazlaca bilgimiz yoktur. Ayrıca dikkatimizi çeken daha başka kronolojik çelişkiler de mevcuttur. Osman Bey’in doğum tarihi olarak genellikle 1258 tarihi kabul edilmektedir.[54] Demek oluyor ki Hatiroğlu isyanı ile O’nun doğumu arasında 19 yıl vardır. Diğer bir deyişle rivayete göre Osman Bey 19 yaşında bir baba iken; kimliğini bilmediğimiz bir oğlu, Ertuğrul Bey tarafından Konya Selçuklu sultanına rehin olarak gönderilmiştir.

Rivayette gönderildiği kaydedilen Osman Bey’in oğlu Orhan ve Alaaddin dışında birisi olmalıdır. Kaynaklara göre Osman Gazi iki defa evlenmiştir ve bu iki çocuğun anneleri ayrıdır.[55] Gönderildiği rivayet edilen çocuk Osman Bey’in ilk karısından olmuş olsa bile (bu arada Yazıcıoğlu’nda küçük oğulun gönderildiği rivayeti gözden ırak tutulmamalıdır) Osman Bey’in erken yaşlarda (hatta 13-14 yaşında) evlendirilmiş ve hemen çocuk sahibi olduğu sonucuna varılır. Orhan Bey’in yaklaşık olarak H. 680 (1281-1282) yılında doğmuş olduğu göz önüne alındığında[56] bu rivayet bize çok şüpheli görünmektedir. Kaynak eleştirisi konusunda çok titiz davranan ve benzeri rivayetleri tereddütsüz reddeden Köprülü’nün, bu rivayeti eleştirisiz olarak incelemesine dahil etmesi ve bunu Osmanlıların Kayı boyuna mensubiyeti konusunda güçlü delillerden birisi olarak sunması gerçekten kolay anlaşılabilecek bir durum değildir. Ayrıca bu rivayeti (Hatiroğlu yerine Cimri olayını koyarak küçük bir farkla) Köprülü gibi eleştirisiz olarak kitabına alan Uzunçarşılı’nın[57] tutumu da bizi şaşırtmıştır. Kitabında daha Orhan Bey doğmadan-belki de Osman Bey henüz evlenmeden- geçmiş gibi nakledilen bu rivayeti eleştirisiz olarak kaydetmektedir ki bu kayıt, değerli yazarın (daha önce yayınladığı Orhan Bey Vakfiyesi’nin sağladığı bilgilere rağmen) burada Köprülü’ye kayıtsız şartsız uyduğu izlenimini vermektedir.

İkinci Rivayet: Köprülü’nün önemli bir delil olarak sunduğu diğer olay yukarıda kroniklerimizin genel olarak gözden geçirildiği bahiste Şükrullah ile ilgili olarak zikrettiğimiz olaydır.[58] Köprülü çok önem verdiği bu olayın Farsça metnini daha önce de bir eserinde kullanmıştır.[59] Fakat Şükrullah’ın anlatımından Osmanoğullarının Kayı boyuna mensup olduklarına ilişkin bir işaret ya da ima çıkarmak zor görünmektedir. Belki her ikisinin de Oğuz boyu olması dolayısıyla akraba oldukları ileri sürülebilir ancak bu akrabalık Oğuz motifi olan bir akrabalıktır yoksa Köprülü’nün anlatmak istediği gibi Kayı boyu ilişkisini içeren bir akrabalık değildir. Ayrıca Köprülü her ne kadar ileri sürdüğü fikri Oğuz- Name’ye dayandırmak istiyor ise de Oğuz-Name de bize Osmanlıların soykütüğünü vermez. Gerçi Köprülü bir incelemesinde[60] “.Cihanşah nezdindeki Oğuz-Name Osmanlı hükümdarlarını Gün-Han evlâdı saydığı halde, Cam-ı Cem Ayin yine Oğuz-Name’ye dayanarak onları Gök-Han sülalesi olarak gösteriyor. Demek oluyor ki Oğuz-Name öyle bir tek belli esere değil, bütün Türk-Oğuz tarihlerine verilmekte olan umumi bir isimdir.” diyorsa da burada da bazı yanlışlar görmekteyiz. Bu kayıtta isim yanlışları olduğu gibi (buradaki kaydın tersine olarak Cihanşah Gök Alp silsilesini, Cam-ı Cem Ayin ise Gün Han silsilesini öngörür) bize göre anlayış bakımından da bir yanlışlık varmış gibi görünmektedir. Köprülü’nün bu kaydından sanki Oğuznameler bütün Oğuz boylarının soykütüklerini (hatta XV. yüzyıla kadar) kaydediyorlarmış gibi bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Oysa Oğuznameler -çeşitli nüsha farklılıklarına rağmen- genel olarak Oğuz Han ve onun birkaç göbek neslinin menkıbelerini kaydederler. Oğuz boylarının Oğuz Han neslinden hangi isme mensup olduklarını genel olarak Oğuznameler değil boylar tarafından düzenlenen soykütükleri ortaya koyar. Köprülü’nün zikrettiği her iki kaynakta da Oğuzname’den yararlanıldığı görüldüğü halde “aynen alıntı” söz konusu değildir. Dolayısıyla delil olarak aktarılan Şükrullah’ın bu rivayeti de Osmanlıların Kayı boyuna mensup olmaları konusunda bir kesinlik ifade etmez.

Görüldüğü üzere her iki rivayetin de Osmanlıların Kayı boyuna mensubiyetleri konusunda destekleyici nitelikleri yoktur.

Osmanlıların kendilerini XIV. yüzyılda Kayı boyuna mensup hissedip hissetmediklerini tam olarak bilemiyoruz. Köprülü’nün temas ettiği gibi bu çağa ait başka kaynaklar ortaya çıkarsa belki yeni bilgilere sahip olabiliriz. Köprülü Kayı mensubiyeti konusunda hiç olmazsa saray mensubu tarihçilerin fikir birliği içinde olmaları gereği üzerinde durmaktadır. Burada bir yandan henüz resmî tarihçilik kurumunun henüz oluşmadığını, diğer yandan Kayı mensubiyeti fikrini destekleyen II. Murad’ın fikirlerini kitaplaştıran Şükrullah’ın etkisini de göz önünde bulundurmalıyız.

Köprülü’ye ayrıca çalışmasında toponomi denemesi de yaparak Türkiye’de Kayı boyuna mensup oymaklar tarafından oluşturulmuş yerleşim birimlerini bir harita eşliğinde ortaya koymuştur. Bu deneme ve haritada Anadolu’nun pek çok yerinde (ve hatta Trakya’da) Kayı adını taşıyan yerleşimler görülmekte, bu gibi yerlere Osmanlı Devleti’nin temellerinin atıldığı Eskişehir ve Bilecik çevresinde de rastlanmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla Kayı boyu Anadolu’nun pek çok yerinde dağınık bir yerleşim göstermektedir. Bu toponomi çalışmasının Osmanlıların Kayı boyuna mensup olduğunu göstermesi bize göre zordur. Çünkü harita öncelikle Kayı boyu mensubiyeti fikrine inanılarak sadece Kayı boyunu esas alarak yapılmıştır.

Şimdi Söğüt ve çevresinde yaşayan ve kendilerini Osmanlıların akrabaları sayan Karakeçili oymağından[61] hiç söz edilmemektedir. Oysa kendilerini Osmanlı Devleti’nin kurucusu sayan ve görüşleri Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid tarafından da desteklenen Karakeçeli aşiretinin yerleşim yerleri Kayı boyunun yerleşim yerleri ile örtüşmektedir. Yapılacak esaslı bir toponomik çalışmanın daha sağlam verileri ortaya çıkacağına inanıyoruz.

Yine Osmanlıların başka bir Oğuz boyuna mensup olmaları ihtimâli hiç düşünülmemiştir. Belki bütün Oğuz boylarının Türkiye’deki yerleşimini gösteren veya en azından Osmanlı Devleti’nin temellerinin atıldığı Ankara-Eskişehir-Bilecik çevresindeki yerleşimi esas alan bir toponomi çalışması yapılmış olsaydı daha yararlı olabilirdi. Her ne kadar bu dediğimiz türden bir toponomi denemesi Hüseyin Namık Orkun tarafından yapılmış ise de yetersiz bir görünüm arzetmektedir.[62]

Bu konuda söylediklerimizi toparlayacak olursak, elimizdeki soykütüklere dayanarak Osmanlıları kesin biçimde Kayı boyuna mensup saymak oldukça zordur. Faruk Sümer’e göre bu ilişki “şüpheli görülmekle birlikte imkânsız da değildir”.[63]

4. Osman Bey’in Babası ve Dedesi Hakkında

Elimizdeki soykütüklerinde Osman Bey’in[64] babası olarak Ertuğrul adı geçmektedir. Ertuğrul bazı küçük imlâ farklılıklarıyla (Erdunrıl, Ertuğrıl gibi) en kesin şekilde bildiğimiz tek isimdir.

Oysa Ertuğrul’un babası hakkında kaynaklarımızdaki bilgiler arasında bir birlik yoktur. Ertuğrul Bey’in babası olarak rivayetlerde biri Süleyman Şah diğeri ise Gündüz Alp olarak iki ismin geçtiğini görmekteyiz. Çalışmamızın başında arzettiğimiz soykütük listelerinin hemen hemen tamamında Ertuğrul Bey’in babası olarak Süleyman Şah adı geçmektedir. Ancak bu rivayetin Anadolu’nun fethinde önemli bir şahsiyet olan Kutalmış oğlu Süleyman veya tarih literatüründe yer alan diğer suda boğulma motifleri ile karıştırılmış olması kuvvetle mümkündür.[65]

İlk kroniğimizin yazarı olan Ahmedî, Ertuğrul Bey ile ilgilerini belirtmeden Gündüz Alp ve Gök Alp ile birlikte pek çok Oğuzun Anadolu’ya geldiklerinden söz eder. Karamanî Mehmed Paşa ise Osman Bey’in dedesi olarak Gündüz Alp adını zikreder ve onun Kızılsaray’da öldüğünden bahseder.[66] Öte yandan Fehameddin Başar yeni bir incelemesinde “.Nitekim ele geçen Osman Bey’e ait bir sikkede Osman b. Ertuğrul b. Gündüz Alp ibaresinin bulunması bu fikri daha da güçlendirmiştir.” diyorsa da sikkenin üzerinde Gündüz Alp’in adının geçtiği bir ibare mevcut değildir.[67] Sonuç olarak her iki isim konusunda da çok kesin dayanaklara sahip değiliz. Nitekim Mükrimin Halil Yinanç İslâm Ansiklopedisi’ndeki incelemesinde kaynaklardaki bilgileri aktardıktan sonra, bu konuda kesin bir yargıya varmak için eldeki kayıtların yetersiz olduğunu zikretmiş ve iki isim arasında bir tercihte bulunmamıştır.[68]

Sonuçlar

Kaynaklardaki soykütük bilgileri belirli bir geleneğin oluşması yönünde gelişim gösterirler. XV. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı kronikleri XVII. yüzyıla kadar gösterdiği gelişim çizgisi ile artık gelenekleşmiş bir soykütük listesi ortaya çıkarmıştır. Bu liste XV. yüzyılın ilk yarısında görülen Oğuzculuk ve özellikle II. Murad Dönemi’nin resmî “Kayı Boyu mensubiyeti” akımının etkilerini taşımaktadır. Bununla birlikte listelerde zikredilen isimlerin büyük bir çoğunluğu kuşkuludur. Elimizdeki kayıtların önemli bir çoğunluğu Oğuz geleneğinin bütün canlılığıyla yaşadığı ileri sürülen bir çağda kaleme alınmış olmalarına rağmen sistematik Oğuz geleneği ile pek uyuşmazlar. Ayrıca diğer dikkat çekici noktalar arasında Osmanlıları Yafes oğlu Türk’e bağlamayan hatta Yafes’e bile değil de Sam’a bağlayan kayıtlar bulunmaktadır ki bunlar münferit bilgiler olmakla birlikte Türkmen geleneği tamamen aykırı bir nitelik arzetmektedirler.

Elimizdeki soykütük malzemesinde Osmanlı geleneği eski türeyiş destanları ile birleştirecek unsurlar fazla değildir. Diğer bir deyişle soykütük listelerimizde Türk unsuru göze çarpmaz. Bu durum devşirme sisteminin oluşum devresi için fazlaca yadırganmayacak niteliktedir.

Soykütüklerimizin ortak noktalarından birisi Osmanlıları Oğuz nesli sayma motifidir. Sistematik Oğuz geleneğine pek uymasa da anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı kronik yazarları Osmanlıları Oğuz nesli sayma konusunda hem fikirdirler. Ancak Kayı boyu mensubiyeti konusunda bir birlik söz konusu değildir. Bu fikir kroniklere XV. yüzyılın son çeyreğinde girmiştir. Bu konudaki kayıtlar resmî nitelikteki yaklaşımının yansımaları gibi görünmektedir. Osmanlıları kayı boyuna mensup gösteren incelemelerin de soykütük bilgilerimiz bakımından sağlam dayanakları yoktur.

Eldeki kaynaklara göre Osman Bey’in babasının Ertuğrul Bey olduğunda kuşku yoksa da dedesi hakkında kesin hüküm vermemizi sağlayacak esaslı dayanaklardan yoksunuz.

Ortada mevcut bulunan Süleyman Şah veya Gündüz Alp isimlerinden hangisinin doğru olduğu, bu iki isim arasında bir birlik olup olmadığı veya başka bir ismin varlığı gibi konular şimdilik spekülasyon görünümündedir.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere çalışmamıza esas olan kaynaklar daha çok geleneklere ve rivayetlere dayalı olduğu için soykütük bilgisi açısından ulaştığımız sonuçlarda da geniş bir ihtiyat payı düşünülmelidir.

Yrd. Doç. Dr. Cezmi KARASU

Osmangazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 89-98


Dipnotlar :
[1] Şunu da hemen belirtmemiz gerekiyor ki, Osmanlıların menşei ile ilgili uydurma rivayetler sadece Osmanlı kroniklerinde yer almaz. Rum soyluların veya korsanların soyundan vb. geldiklerini ileri süren hayli rivayet mevcuttur.
Bu rivayetlerin genel bir değerlendirmesi için bkz: İsmail Hami Danişmend, “Osman Gazi’nin Nesep ve Hüviyeti”, Türklük Mecmuası, c. I (1939), s. 207-223.; Aynı yazar, “Osmanoğullarına İsnad Edilen Sahte Milliyetler” Aynı dergi, s. 367-382.
[2] Ahmed Refik, “Osmanoğulları”, Türk Tarihinin Ana Hatları, İstanbul, tarihsiz. Seri: II, No. I, s. 12 vd.
[3] Paul Wıttek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, (çev: Fatmagül Berktay), İstanbul, 1985, s. 17 vd.
[4] Köprülüzade Mehmed Fuad (Köprülü), “Oğuz Etnolojisine Dair Tarihî Notlar” Türkiyat Mecmuası, c. I. (1925) s. 187 vd; ayrıca “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Mes’eleleleri” Belleten, VII/28 (1943) s. 286 vd.
[5] Mükremin Halil Yinanç, “Ertuğrul Gazi” mad. İA. c. IV s. 328 vd.
[6] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I 4. bs. Ankara, 1982, s. 100 vd.
[7] Orkun. a.g.e., s. 345 vd.
[8] Ahmedi, Dâstân ve Tevârih-i Mülûk-ı Al-i Osman, s. 8; aynı müellif, İskendername, İnceleme-Tıpkıbasım (haz: İsmail Ünver) Ankara, 1983. Varak:65 b.
[9] Şükrullah, Behcetü’t-Tevârih (haz: Nihal Atsız) Osmanlı Tarihleri içinde, İstanbul, 1949. s. 51.
[10] Karamani Mehmed Paşa, Tevârih-i Selâtin-i Osmaniyye (çev: İbrahim Hakkı Konyalı) Osmanlı Tarihleri içinde, İstanbul, 1949. s. 343.
[11] Bayatlı Mahmudoğlu Hasan, Câm-ı Cem-Ayîn (yay:Fahrettin Kırzıoğlu) Osmanlı Tarihleri içinde, İstanbul, 1949. S. 381 vd.
[12] Aşıkpaşazade, Tevârih-i Al-i Osman (H. 1332 Ali Bey neşrinin tıpkı basımı) Farnborough, 1970. S. 92 vd.
[13] M. Şükrü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Bitlisli İdris’in “Heşt Behişt” adlı Eserine Göre, Kısım-I. Ankara, 1934. S. 29 vd.
[14] Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihannümâ (yay: Faik Reşit Unat-Mehmet Altay Köymen) 1. cilt. 2bs. Ankara, 1987. S. 55 vd.
[15] Yaşar Yücel-Halil Erdoğan Cengiz, “Ruhi Tarihi, Oxford Nüshası” Belgeler, XIV/18 (1989¬1992) Ankara, 1992. S. 375. Osman Bey hakkında bu soykütüğünü düzenlemiş olan Ruhi eserinin başka bir yerinde (s. 369) şu bilgiyi aktarmaktadır: “Selâtin-i Mezkure Oğuz Han oğlanlarından Kayı Han evladındandır. Ve Kayı Han Oğuz Han’ın ulu oğlı idi ve Oğuz Han şöyle vasiyyet itmiş idi ki kendüden sonra han Kayı ola idi. Andan sonra Kayı’nın evladı ola, madem ki anın evladından bir kimse ola ki hanlığa yaraya gayri taifeden han olamaya idi. Bir nice zaman vasiyyet mucibince hanlık Kayı neslinde kaldı. Amma sonra Selçukiler ve sayir Türk begleri galabeyile han oldular Osman Beg devrine dek.” Görülüyor ki Ruhi çeşitli rivayetleri eserine alırken aralarında bir seçim yapmamış ve kendi kendisiyle çelişkiye düşmüştür. Çünkü verdiği soykütüğü listesinde Oğuz Han’ın adını Kayı izlemez.
[16] Anonim Tevârih-i Al-i Osman-F. Giese Neşri- (haz:Nihat Azamat) İstanbul, 1992. s. 8.
[17] Hadidi, Tevârih-i Al-i Osman (haz: Necdet Öztürk) İstanbul, 1991. s. 22 vd.
[18] İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman, I. Defter (yay:Şerafettin Turan) Ankara, 1970. S. 201 vd.
[19] İbn-i Kemal, s. 28.
[20] Lütfi Paşa, Tevarih-i Al-i Osman, (neşr: Ali Bey) İstanbul, 1341. s. 17.
[21] Enveri, Düsturnamei Enverî, (neşr: Mükrrimin Halil), İstanbul, 1929. s. 94.
[22] Müneccimbaşı Ahmed Dede soykütükleri konusunda daha önceki kaynaklarda zikredilen iki ayrı listeyi aralarında herhangi bir seçim yapmaksızın kaydetmektedir. Bkz: Sahaifü’l-Ahbar fî Vekayiül-Asar (çev: İsmail Erünsal) c. I. İstanbul, tarihsiz. s. 52-53.
[23] Hoca Sadeddin Efendi Tacüt’t-Tevarih, (Sad: İsmet Parmaksızoğlu), c. I. İstanbul, 1974. s. 27 vd.
[24] Solakzade Mehmed Hemdemî Çelebi, Solakzade Tarihi, (Haz: Vahid Çabuk), c. I, Ankara, 1989. s. 27 vd.
[25] Ebulfevz Muhammed Emin es-Suveydî, Sabaikü’z-Zeheb fî Maarifü’l-Kabailü’l-Arab, Beyrut, 1823. Varak: 3. Yeri gelmişken bu kaynağın mikrofilm fotokopilerini Köln Üniversitesi İslâm Bilimleri Enstitüsü Kütüphanesi’ndeki nüshadan temin eden değerli dostum Alman İslâmbilmci Thomas LİER’i şükranla anmalıyım.
[26] Aynı eser, varak, 23.
[27] Wittek, s. 18 vd.
[28] Şevkiye İnalcık, “İbn Hacer’de Osmanlılara Dair Haberler”, DTCFD, cilt VI, sayı 3 (Mayıs- Haziran 1948), s. 190.
[29] Herbert Adams Gıbbons, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, (tere: Ragıp Hulusi), İstanbul, 1929. S. 239.
[30] Zeki Velidî Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, 3. bs. İstanbul, 1981. s. 320.
[31] Köprülü, “Osmanlıların Etnik Menşei”, s. 219 vd.
[32] Aziz b. Erdeşir-i Esteabadi, Bezm ü Rezm, (çev: Mürsel Öztürk), Ankara, 1990. s. 353.
[33] İbni-i Kemal, s. 201.
[34] Aşıkpaşazade, s. 2.
[35] Ruhi, s. 375.
[36] Eşref Buharlı, “İslâm Kaynaklarındaki Türklerin Nesebi ile Alakalı Bilginlerin Göktürk Türeyiş Efsaneleri ile İrtibatlandırılması” Türk Kültürü, sayı 357 (Ocak 1993), s. 20.
[37] Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, (haz: Muharrem Ergin), İstanbul, tarihsiz. S. 23 vd.
[38] Bkz: Bayatlı Hasan, s. 382.
[39] Neşri, s. 55.
[40] Bu listeler için bkz: Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, 3. bs. İstanbul, 1980. s. 210 daki ekler.
[41] Aşıkpaşazade, s. 18.
[42] Ahmed Refik, s. 12-13.
[43] Sümer, Oğuzlar, s. 220.
[44] Köprülü bu görüşlerini başka bir incelemesinde de ileri sürmektedir: Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, 5. bs. Ankara, 1994, s. 69.
[45] Esasen Osmanlıların Kayı boyuna mensup oldukları görüşünü yaptığı çalışmalarla bilim dünyasına kabul ettiren Köprülü daha önce Kayıları Salurlar, Bayatlar ve Çepniler hakkında yayınladığı bir incelemede de bu görüşü ileri sürmektedir. bkz: “Oğuz Etnolojisine Dair Tarihi Notlar”, s. 186 vd.
[46] Türkmenlerin soykütüğü üzerine geniş bir soykütük kitabı yazan Ebulgazi Bahadır Han’ın eseri ile Osmanlı vekayinamelerinde verilen soykütükleri arasında (Yafes ve Oğuz Han kısımları dışında) bir paralellik kurmamız zor görünmektedir. Karşılaştırınız: Ebulgazi Bahadır, s. 29 vd.
[47] Köprülü burada örnek olarak Abdülkadir İnan’ın şu makalesini örnek olarak veriyor: “Orun ve Ülüş Mes’elesi”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, C. I, İstanbul, 1931. s. 121-131. Ancak bu makalede Köprülü’nün vermek istediği izlenime uyacak doğrudan bilgiler bulunmaz. İnan genellikle, Hazar ötesi Türkmenler arasındaki geleneklerden söz eder ve bunların kimilerinin günümüze kadar yaşadıklarını vurgular.
[48] Hatiroğlu isyanı hakkında bkz: Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1971. s. 537 vd.
[49] Uzunçarşılı Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuknamesi’ne dayanarak bu çocuğun Osman Bey’in küçük oğlu olduğunu kaydeder. bkz: Osmanlı Tarihi, c. I, s. 99. dn 3.
[50] Şükrullah, s. 51. yukarıda Şükrullah’ın soykütük kayıtlarını verirken bu olayı anlatmıştık.
[51] Gibbons Osmanlı Devleti’nin bu 400 Türkmenin uctaki Rumları Müslüman yaparak yeni bir milletin doğması yoluyla kurulabildiği düşüncesindedir. bkz. Osmanlı Devletinin Kuruluşu, s. 13 vd.
[52] Ruhî, s. 377-378.; Lütfi Paşa, s. 21-22.
[53] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi724Rebiülevvel-1324 Mart”, Belleten, V/19, s. 283).
[54] Tayyib Gökbilgin, “Osman I. ” Mad. İA, c. IX. s. 433. Kiraz Hamdi Paşa’nın Hanedan-ı Al-i Osman adlı eserinde (Süleymaniye Küt. Yazmalar No: 2173 varak: 3) Osman Gazi’nin doğum tarihi h. 656 (M. 1257) olarak veriliyor. Bu kaynak için değerli meslektaşım Selahattin Önder’e teşekkür borçluyum.
[55] Uzunçarşılı, “Gazi Orhan Vakfiyesi”, Belleten, V/19, s. 284 vd.
[56] Tayyib Gökbilgin, “Orhan” mad. İA, c. IX, s. 399; ayrıca Kiraz Hamdi Paşa, aynı eser, varak: 5; Hammer Orhan Bey’in doğum tarihini 1288 olarak verir. Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1993. I/71.
[57] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, s. 99. dn. 3.
[58] Şükrullah, s. 51. Burada yazarımızın Karakoyunlu hükümdarı Mirza Cihanşah’a yaptığı elçilik sırasındaki yaşadıklarına ilişkin olarak anlattıklarını kastediyoruz.
[59] Bkz: Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, 4. bs. Ankara, 1981. S. 249.
[60] Aynı eser, s. 250. dn: 105.
[61] Faruk Demirtaş (Sümer), “Osmanlı Devrinde Anadolu’da Kayılar”, Belleten, XII/47. (Temmuz 1948) s. 598-599; aynı yazar, Oğuzlar, s. 221.
[62] Orkun, s. 355.
[63] Bkz: Oğuzlar, s. 220.
[64] Her ne kadar Adnan Erzi Osmanlı Devleti’nin kurucusunun adının Otman veya Ataman biçiminde de okunabileceğini ileri sürüyor (“Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun İsmi Meselesi” Türkiyat Mecmuası, VII-VIII/1 (1942) s. 323-326. ) ise de bu okunuşlar kuşkuludur.
[65] Yinanç, “Ertuğrul Gazi”, s. 334-335.
[66] Hüseyin Namık Orkun çalışmasında Beypazarı’na bağlı olan Kızılsaray’da yaptığı alan çalışmasında Gündüz Alp’in türbesini gördüğünü belirterek türbenin bir de fotoğrafını verir. Aynı eser, s. 351.
[67] Fahamettin Başar, “Ertuğrul Gazi” mad. TDVİA, c. IX s. 314. Yazar yukarıda zikredilen ifadesinde Osman Bey’in elimizde bulunan yegâne sikkesine atıfta bulunuyor ki bu sikkenin ön yüzünde Osman bin Ertuğrul Abdullah arka yüzünde ise Osman bin Ertuğrul ibareleri bulunmakta olup sayın yazarın Gündüz Alp adını kaydetmesi herhalde bir yanlış anlama sonucu olsa gerektir. Osman Bey’in sözü edilen sikkesi için bkz: İbrahim Artuk, “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Gazi’ye Ait Sikke” Birinci Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920) Kongresi Tebliğleri, Ankara, 1980. S. 27. Burada unutmadan sikkenin üzerindeki ibarenin Hadîdî’nin kaydına aynen uyduğunu belirtmemiz gerekiyor. Karş: Hadîdî, s. 43.
[68] Yinanç, aynı yer.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.