Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Türkçesiyle Kaleme Alınmış Edebî Nitelikli Hac Seyahatnâmeler

0 12.945

Dr. Menderes COŞKUN

Ondokuzuncu yüzyıldan önce Türkçe olarak kaleme alınmış hac seyahatnamelerini bir tür olarak ele alan, onları gruplandıran ve tanıtan bu çalışmanın birinci bölümü daha önce yayımlanmıştı. Birinci bölümde özellikle İstanbul-Mekke arasındaki hac konaklarını konu edinen rehber nitelikli manzum ve mensur hac seyahatnameleri içeriklerine göre gruplandırılmış ve tanıtılmıştı.[1] Bu yazımızda hac seyahatnamelerinin üçüncü ve dördüncü gruplarına giren seyahatnameleri tanıttık. Üçüncü grup eserler içinde önce hac seyahatnamelerinin 19 ve 20. yüzyıllardaki modern uzantıları olan ve hatıra, mektup ve rapor tarzında yazılmış eserleri söz konusu ettik. Bu eserler arasında Süleyman Şefîk Söylemezoğlu’nun Hicâz Seyâhat-nâme’si Memdûh Bey’in Surre-nâme’si, Aşçı Dede’nin hatıra nitelikli seyahatnamesi, Cenab Şahabettin’in Hac Yolunda adlı eseri vardır. Daha sonra, 19. yüzyıldan önce kaleme alınan ve elimizdeki en geniş hac seyahatnamesi olan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin dokuzuncu cildini inceledik. Dördüncü grup içinde yer alan eserlerden ilki Hasibe Mazıoğlu tarafından British Library’de bulunan Ahmet Fakih’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş- Şerîfe adlı eseridir. Bu eseri tanıtırken daha önce Mazıoğlu’nun söylediklerini tekrar etmemeye çalıştık. İkinci eser Hicaz Seyahatname’si adı ile Aşık Çelebi’ye atfedilen Fevrî’nin mektup tarzındaki seyahatnamesidir.

1. Hatıra Nitelikli Hac Seyahatnameleri

Yazarların yolculuk gözlem ve izlenimlerini sırf yolculuk hatırına dile getirdikleri eserlere doğrudan seyahatname ve hatıra adı verilir. Hatıra, günlük gibi otobiyografik eserler yazma geleneği Osmanlı Türk Edebiyatında pek oluşmamıştır. Günümüzde bile Türk toplumunda teknolojik kolaylıklara rağmen günlük veya otobiyografi yazma kültürü pek gelişmemiştir. Bu tür eserler aslında sıra dışı hayatların ve maceraların ürünüdür. Kendi hayatını veya yaşadığı bir macerayı sıradışı veya ilgi çekici bulan kişiler de hatıra veya günlük yazabilir. Osmanlıların sekiz-on ay süren hac yolculuklarını pek yazmamalarının sebeplerinden birkaçı şunlar olabilir:[2]

  • Yolculuğun bir macera olarak değil de yapılması gereken bir görev olarak görülmesi (psikolojik),
  • Aynı yolculuğun her sene binlerce hatta on binlerce kişi tarafından yaşanması (bir bakıma sıradanlaşması),
  • Yolculuğun, yolcuların kendi iradelerinde olmaması, diğer bir ifadeyle yolculuğun gidişatında yolcuların birey olarak dahillerinin hemen hemen hiç olmaması,
  • Devlet tarafından organize edilen ve özel bir askerî birlik tarafından korunan bir kervan içinde yapılan yolculuğun monotonlaşması ve sürprizlere açık olmaması,
  • Günlük ve otobiyografi yazma geleneğinin ne kültür olarak ne de edebî bir tarz/tür olarak toplumda pek gelişmemesi.

Öncelikli konuları İstanbul-Mekke arasındaki güzergâh üzerindeki konaklar veya haccın kuralları olmayan seyahatnamelerin elimizde olanları kendilerine özgü özellikler taşırlar. Bunların hemen hemen hepsi için ayrı bir başlık oluşturmak mümkündür. Bu çalışmada bu eserlere, onları katagorize edici bir bakış açısıyla bakarak, onları iki ayrı grup altında incelemeyi uygun bulduk. Yazarın yolculuk boyunca gördüğü, duyduğu ve yaşadığı şeyleri belli bir seçime tabi tutmadan -en azından bunu ifade etmeden- anlattığı eser(ler)i üçüncü grup altında, yolculuk hatıralarını edebî bir üslûpla anlatmayı hedefleyenleri ise dördüncü grup altında inceledik.

Yazarların, hac yolculukları sırasında gördükleri ve duyduklarını istiare ve mecazlardan uzak tabiî bir dil ve üslûpla anlattıkları seyahatnameler yazılış gayelerine ve içeriklerine göre belli oranlarda hatıra veya rapor özelliği taşırlar. Ne hacı adayları için hac konakları ve hac kuralları hakkında hazır bilgi vermek, ne de yolculuklarını edebî bir üslûpla anlatmak bu eserlerin yazılış gayeleri arasında gözükmez. Bu grup içinde yer alan seyahatnameleri, otobiyografik hikâye ve romanların ilkel şekilleri olarak görebiliriz. Çünkü bu seyahatnamelerdeki betimlemelerde yazarın varlığı ya aktif ya da pasif olarak, yani tasvir edilen olayın ya yaşayıcısı ya da izleyicisi ve anlatıcısı olarak daha sık ve belirgin hissedilir.

Burada 19. ve 20. yüzyılda kaleme alınmış ve bu grup içinde incelenebilecek birkaç hac seyahatnamesinden kısaca bahsetmek gerekir. Bunlardan birisi Söylemezoğlu Süleyman Şefik’in Hicâz Seyâhatnâme’si[3] adlı hacimli eseridir. Şu ana kadar tek nüshasına rastladığımız bu seyahatnamede Söylemezoğlu, 1890 yılında surre emini olan babası ile yaptığı hac yolculuğunda gördüğü, duyduğu ve yaşadıklarını anlatır. Aslında eser Arap şehirlerinin durumu hakkında Sultan II. Abdülhamid, (1876-1909) rapor olarak hazırlanmıştır.[4] Söylemezoğlu, uğradığı şehirlerin havası, halkı, dağları, ırmakları, gölleri, kaplıcaları, ürünleri ve binaları hakkında bilgi verir. Yazar, o dönemde Arabistan’da etkin bir role sahip olan Vehhabilerle ilgili olarak da oldukça ayrıntılı bilgi vermektedir.[5] 385 yapraktan oluşan seyahatname, harita ve suluboyalı resimler içermektedir.[6] Sadettin Buluç tarafından 1981’de Türk Tarih Kurumu tarafından düzenlenen bir kongrede tanıtılan bu seyahatname şimdiye kadar ne transkribe edilmiş ne de ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.[7] Rapor nitelikli diğer bir seyahatname Memdûh Bey’in Surre-nâme’sidir. Memdûh Bey, 1335/1916 yılında surre emini olarak yaptığı hac yolculuğunu bu eserde kısaca anlatmaktadır. Eser, V. Mehmed’e (1909-18) sunulmuştur.[8]

Yolculuk izlenimlerinin, rapor olarak değil de bir hatıra olarak veya başka sebeplerle anlatıldığı seyahatnameler de vardır. Bunlardan birisi Aşçı Dede (1828-1910?) tarafından kaleme alınmıştır. Sade bir dil ve üslûpla kaleme alınan Aşçı Dede’nin eseri birinci tekil/teklik şahıs ekleriyle sunulmuştur. Bu bakımdan bu seyahatname otobiyografik bir hikâye olarak kabul edilebilir. Bu seyahatname Carter Vaughn Findley tarafından İngilizceye çevrilmiştir.[9]

20. yüzyılda yazılan hatıra ve mektup nitelikli diğer bir seyahatname, Servet-i Fünûn edebiyatının ikinci önemli şairi olarak kabul edilen Cenab Şahabeddin (1870-1934) tarafından yazılmıştır. Hac Yolunda adını taşıyan ve 1909’da kaleme alınan[10] bu seyahatname on yedi mektuptan oluşmaktadır. Cenab, bu mektupları vapurla İstanbul’dan İskenderiye’ye oradan da Kahire üzerinden Mekke’ye giderken kaleme almıştır.[11]

Farklı bakış açılarıyla rapor, hatıra veya mektup tarzında kaleme alınan bu eserler içerik, üslûp ve yazılış gayeleri bakımlarından bir gelenek oluşturmazlar. Bu eserlerin sayıları az, içerikleri sınırlıdır.

19. yüzyıl, bu çalışmanın ilgi alanının dışında olduğu için bu yüzyılda kaleme alınan eserleri burada söz konusu etmeyeceğiz. Maalesef 19. yüzyıl öncesi dönemde kaleme alınmış eserlerden bu grup altında inceleyeceğimiz tek bir eser vardır: Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinin dokuzuzuncu cildi.

1.1. Evliya Çelebi’nin Hac Seyâhatnâme’si (Dokuzuncu Cilt)[12]

Evliya Çelebi’nin[13] (1611-84) Türk edebiyatındaki seyahatname türünün en ünlü örneği olan on ciltlik Seyahatname’sinin dünya edebiyatındaki seyahatnameler içinde de önemli bir yerinin olduğu ve oldukça ayrıntılı tarihî ve coğrafi bilgi içerdiği bilinmektedir.[14] Yaklaşık elli yıllık seyahatlerinde duyduklarını, gördüklerini ve yaşadıklarını anlattığı on ciltlik Seyahatname’sinin dokuzuncu cildinde Evliya Çelebi, 1082/1671 yılında yaptığı hac yolculuğunu hikâye eder. Evliya’nın Şam ile Mekke arasındaki yolculuğunu anlattığı bölümler Seyahatname’nin belki de en hareketli, en etkileyici, en canlı bölümünü oluşturur.

Dokuzuncu cildin başında anlattıklarına göre Evliya, rüyasında merhum babası Derviş Mehmed Zıllî ve hocası Evliya Mehmed Efendi’den aldığı izin ve cesaretle üç arkadaşı ve sekiz kölesi ile Muharrem 1082/21 Mayıs 1671’de hac yolculuğuna çıkar.[15] Yaşı altmış civarındadır. Evliya, resmî hac kervanına katılmaz ve kendisine özgü uzunca bir güzergâh takip eder.[16] Şam’a varmadan önce Evliya’nın uğradığı bazı yerleşim birimleri şunlardır: Pendik, İznik, İnegöl, Kütahya, Afyon, Uşak, Simav, Kula, Alaşehir, “, Manisa, Menemen, İzmir, Çeşme, Sakız, Sivrihisar, Bodrum, Tire, Nazilli, Denizli, Muğla, Milas, Rodos, Kıbrıs ve bazı diğer adalar, Elmalı, Isparta, Antalya, Alanya, Ermenek, Silifke, Adana, Misis, Maraş, Antep, Kilis, Halep, Beyrut ve Kudüs. Bir yerleşim biriminden diğerine güvenli bir şekilde ulaşmak için Evliya Çelebi bazen mahalli korumalar kiralar.[17]

Şam hac kervanına katılmadan önce Evliya, Kudüs’te Mescid-i Aksa ve diğer kutsal yerleri ziyaret eder. Evliya Kudüs’te iken, dönemin sultanı IV. Mehmed Kudüs’teki Harmuş Paşa’ya bir mektup göndererek Şam hac kervanının bu yıl on gün önce yola çıkmasını emreder. Aynı emir Mısır hac kervanı için de verilir. Hacca Mısır hac kervanı ile gitmeyi plânlayan Evliya, bu durumda Mısır kervanına yetişemeyeceğinden Mekke’ye Şam hac kervanı ile gitmeye karar verir. 1082/1671 Ramazan Bayramı’ndan sonra Evliya, Şam’a doğru yola çıkar.[18] 5 Şevval 1082/4 Şubat 1672’de Şam’a ulaşan Evliya ve arkadaşları Şam’da komutan Hüseyin Paşa tarafından karşılanır. Paşa onların Şam-Mekke arasındaki yol ihtiyaçlarını karşılamak üzere beş deve, bir hecin devesi, bir at, bir çadır ve hizmetli görevliler verir.[19] Evliya’nın hac yolculuğunun asıl maceralı bölümü 20 Şevval 1082/19 Şubat 1672’de başlar.[20]

Öyle gözüküyor ki, Evliya’nın bu riskli ve sıra dışı yolculuğu göze almasının tek sebebi, hac görevini yerine getirmek değildir. Evliya, yolculuğu sırasında Şam kervanının güzergâhı üzerindeki konakların tasviri ile yetinmez güzergâha yakın olan bir çok yere de gidip oraların tasvirlerini de eserine ekler. Bu, Evliya’nın seyahatname yazmak için seyahat yaptığı düşüncesini, diğer bir deyişle, seyahat yapma sebeplerinden bir tanesinin de seyahatname yazmak olduğunu akla getirir. Bu bakımdan seyahatname rapor nitelikli seyahatnamelere de yaklaşır. Güzergâhı bakımından bakılınca da, Evliya’nın hac yolculuğu onun diğer yolculuk silsilesine önemli bir ek veya halka niteliğindedir. Çünkü hacdan ve kutsal yerlerin tasvirini eserine ilâve ettikten sonra Evliya, Şam kervanından ayrılır ve Mısır hac kervanına katılarak Kahire’ye doğru yola çıkar. Bazı Afrika şehirlerine de gittiğini bildiğimiz Evliya, Hindistan’a bile gitmeyi plânladığını söylemiştir.[21] Evliya Seyahatname’sinin dokuzuncu cildinin başında onu niçin kaleme aldığına açıklık getirir. Bu açıklamasında Evliya, seyahat yapmayı sevdiğini ve birçok ülke ve şehir dolaştığından dolayı bilgisinin arttığını söyledikten sonra bu bilgi birikimini değerlendirmek istediği için seyahatname yazmaya karar verdiğini ifade eder. Evliya, bir şehri betimlerken, coğrafya kitaplarında olduğu gibi öncelikle o şehirde bulunan han, hamam, cami gibi önemli binaları söz konusu etmeyi, sonra da başından geçmiş bir olay varsa onu anlatmayı plânladığını söylemektedir.[22] Söylediği gibi Evliya, gittiği şehirleri coğrafik ve ansiklopedik bir eser üslûbuyla tasvir eder. Gördüğü binalar, kaleler vs. hakkında tarihî bilgiler verir. Meselâ, bazen bir kalenin içinde kaç askerin bulunduğu veya bir binânın ne zaman kim tarafından yaptırıldığını bildiği kadarıyla tek tek anlatır. Bu ansiklopedik bilgilerin yanı sıra bazen kendi başından geçen olayları da eserine ekler.

İstanbul-Şam arasındaki yolculuğunu betimlerken Evliya şehirlere ait gözlemlerini, bildiklerini ve duyduklarını çoğunlukla nesnel bir dille anlatır. Ara sıra Evliya başından geçmiş olayları da ilave eder. Şam-Mekke arasındaki yolculuğunda uğradığı yerleşim birimleri, daha çok güzergâh üzerindeki konakları, tasvir ederken Evliya yaşadığı olayları da öznel/şahsî bir üslupla dile getirir. Yani bu bölümdeki tasvirlerde nispeten olay ve hareket tasviri daha fazladır ve bu tasvirlerin içinde yazarın varlığı aktif veya pasif olarak daha belirgindir. Bu bakımdan, birinci kısım daha çok (İstanbul-Mekke arası) coğrafik bir kitap niteliğinde iken ikinci kısmın bazı bölümleri otobiyografik bir hikâye gibidir ve seyahatname özelliğini daha kuvvetle taşır.

Seyahatnâme’de tarihî, coğrafik ve otobiyografik bilgilerin dışında 17. yüzyılın bazı önemli simaları hakkında önemli ölçüde biyografik bilgiler vardır. Çünkü Evliya ya yolculuklarının bir bölümünü üst rütbeli bir devlet adamı ile yapmış ya da gittiği yerlerde oraların idarecileri ile muhatap olmuş ve vaktinin önemli bir bölümünü onlarla geçirmiştir. Bu yakınlık Evliya’ya o kişilerin iç ve dış dünyalarını tasvir etme imkânı sağlamıştır. Nitekim Dankoff’un Melek Ahmed Paşa[23] adlı monografisi Evliya’nın bu çeşit tasvirlerinin bir sonucudur. Evliya’nın hac yolculuğu tasvirlerin kahramanı olan devlet adamı da Sarı Hüseyin Paşa’dır.[24] Evliya, kelimelerle övdüğü Hüseyin Paşa’yı bazen kasıtlı veya kasıtsız olarak anektodlar vasıtasıyla yerer.[25]

Evliya, İbn Battuta, İbn Cübeyr ve Marco Polo gibi diğer ünlü seyahatname yazarları gibi seyahat notlarını yolculuktan sonra kitaplaştırmış olmalıdır. Fakat onun yolculuk sırasında notlar aldığı vurgulanmalıdır. Meselâ, Hud, Salih ve Semud gibi peygamberlerin yaşadıkları yerleri betimlerken Evliya, bu kısımların daha müsvedde olduğunu ve daha sonra tashih edileceğini söyler.[26] Evliya’nın bu ifadesinin hâlâ eser içinde yer alması onun seyahatnamesinin en azından bu kısımlarını tashih etmediğini gösterir.

Evliya’nın gittiği veya uğradığı bir şehir hakkında olabildiğince ayrıntılı bilgi ve belge topladığını, daha sonra Mısır’da veya başka bir yerde bu yolculuk notlarını kendi bilgi ve hatıraları ile birleştirdiğini, birleştirirken de kendi hikâyecilik sanatını ustalıkla kullandığını söyleyebiliriz. Meselâ, bir keresinde Evliya, Haleb’e daha önce on bir kere geldiğini fakat bu son gelişine kadar seyahatlerinin sıklığından dolayı onu tasvir etmeye imkân bulamadığını söyler.[27] Bu, Evliya’nın Haleb’i tasvir ederken yalnız hac yolculuğu sırasında topladığı bilgilere bağlı kalmadığına, şehir hakkında önceden beri birikmiş bilgilerini de kullandığına işaret eder. Dokuzuncu cilt, yazarın ifadesine göre Mısır’da[28] tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır.[29]

Eserde bunu doğrulayan bir çok ifadeye rastlamak mümkündür. Yolculuğunun önceki aşamalarındaki şehirleri betimlerken, kronolojik bakımdan bakılınca, onun daha sonra göreceği binalar ve yerler hakkında bilgi vermesi, eserin yolculuktan sonra yazıldığına veya oluşturulduğuna işaret edebilir. Meselâ, yazarın Manisa’daki kahvehanelerden bahsederken Şam’daki ve Mısır’daki kahvehaneleri de söz konusu etmesi, onun Manisa tasvirini Mısır’a gittikten sonra yaptığına bir kanıt olabilir.[30] Yine, 1075/1664’te gördüğü Bec kalesindeki bir kiliseyi yedi sekiz yıl sonra göreceği İskenderiye’deki bir kilise ile karşılaştırması Seyahatname’nin yolculuktan sonra Mısır’da kaleme alındığının veya en azından gözden geçirilerek kitaplaştırıldığının bir göstergesidir.[31]

Burada Evliya Çelebi’nin bu oldukça hacimli olan eserini yazarken başvurduğu yazılı kaynakların olup olmadığını da söz konusu etmek gerekir. Evliya, Seyahatname’sinin dokuzuncu cildinin sonunda, elli bir yıldır seyahat ettiğini ve yolculuklarının sıklığından ötürü, tarih kitaplarına danışacak vakit bulamadığını söylemekte ve kimsenin eserinden alıntı yapmadığını iddia etmektedir. Yalnız Mısırlı Şeyh Ali el-Şabramallisi’nin bilgi ve yorumlarından yararlandığını ve Kur’an, hadis gibi temel kaynaklardan faydalandığını itiraf etmektedir.[32] Halbuki, Evliya’nın, Seyahatname’sinde birçok yazılı kaynağı kullandığı, Meşkure Eren tarafından Seyahatnâme’nin birinci cildinin üzerinde yapılan bir doktora çalışması ile ortaya çıkarılmıştır. Belki de Evliya diğer eserleri kullanmadığını söylerken onlardan doğrudan alıntı yapmadığını kast etmiş olabilir.

Seyahatname’sinin birinci cildinde Evliya’nın kullandığı kaynaklar Eren tarafından üç gruba ayrılmıştır. Dokuzuncu cilt için de geçerli olan bu gruplar şunlardır:

  1. Seyahatnâme’de adı geçen ve Evliya Çelebi tarafından faydalanılmış eserler,
  2. Seyahatnâme’de zikredilmediği halde Evliya Çelebi’nin istifade ettiği eserler,
  3. Seyahatnâme’de mehaz olarak gösterildiği halde seyyahın istifade etmediği eserler.[33]

Dokuzuncu ciltte bir yerin tarihî geçmişini anlatırken Evliya, adlarını söylemeden bazı tarih kitaplarını[34] referans olarak gösterir.[35] Bu, onun yazılı kaynaklardan doğrudan yararlanmadığına işaret etmektedir. Evliya, bazen de Târîh-i İskender, Kitâb-ı Siyer ve Tevârîh-i Taberî gibi kullandığı eser isimlerini söyler.[36] Evliya’nın bilgisi yalnız kitaplardan ve tecrübelerinden gelmemekte, kendi ifadesine göre, o dedelerinden kendisine ulaşan oldukça fazla sözlü bilgi ve hatırayı da yeri geldiğinde kullanılmak üzere belleğinde saklamaktadır.[37]

Evliya’nın eserinde boşluklar bırakması ve bir nesne ile ilgili bazı bilgileri (tarih, ad gibi) sonradan yazacağını söylemesi, onun daha sonra yazılı kaynaklara başvurmayı plânladığını akla getirmektedir.[38] MacKay’ın şu saptaması doğru gözükmektedir: ‘Eğer Evliya daha uzun yaşasaydı, Seyahatname’yi yalnız bırakmayacak; ona Kanun-nâme’lerden ve tarih kitaplarından yapacağı alıntı ve intihallerin yanı sıra kendi uydurmalarını ekleyecekti.[39]

Evliya yolculuğu sırasında uğradığı kimi şehirlerde, o şehirlerin idarecileri tarafından bilgilendirilmiş ve onların yardımı ile şehirler hakkında bazı resmî bilgi ve belgelere ulaşmış olabilir. Bu düşünceyi Nathan Schur da bir makalesinde destekler. Schur’a göre ‘17. yüzyıl yazarlarından Evliya Çelebi ve Abdülgânî el-Nablûsî uğradıkları şehirlerin valileriyle daha kolayca ilişki içine girip, oralardaki yönetimin işleyişi hakkında daha isabetli sonuçlara ulaşmışlardır’.[40] Gerçekten de Evliya, Seyahatname’sinde bazen uğradığı bir şehrin nüfusu, şehirdeki askerlerin sayısı, görevlilerin maaşı, bina ve dükkânların sayısı gibi sıradan bir yolcunun kolayca öğrenemeyeceği bilgiler verir. Meselâ, Muğla’daki evlerin sayısının 2.170, asker sayısının 2.000 olduğunu ve valinin 408.000 akçe maaş aldığını söylemektedir.[41] Halep hakkında bilgi verirken şehirde görev yapan askerlerin sayısını verdikten sonra Evliya, bu bilgiyi, akrabası Melek Ahmed Paşa’nın bu şehirde valilik yaptığı sırada Defter-i Hakânî’den aldığını söylemektedir.[42] Başka bir yerde Evliya, Koca Hüsrev Paşa Sicili’ne göndermede bulunur.[43]

Ayrıca Evliya’nın hac yolculuğu sırasında uğradığı illerin idarecileri tarafından sıcak karşılandığını da fark etmemek mümkün değildir. Meselâ, Evliya Kudüs’te Harmuş Paşa, Şam’da ve Şam-Mekke arasında Hüseyin Paşa tarafından himaye edilir. Özellikle Şam-Mekke arasındaki yolculuğunda güzergâh dışındaki bazı yerleşim birimlerine asker koruması ile gidip oralar hakkında bilgi toplayıp onları eserine aktarması, sanki onun saray tarafından görevlendirilmiş ve yerel idareciler tarafından korunup kollanmış bir raporcu olduğu izlenimini vermektedir. Ayrıca Evliya’nın bazen devlet idarecilerine yapılması gerekli olan işlerle ilgili mesajlar vermesi dikkat çekicidir. Buraya Evliya’nın bu yolculuklarını kendi istek ve ailesinden kalan mirasla yaptığının söylendiğini kaydedelim.

Evliya, betimlemelerine edebî bir çeşni katmak için Türkçe, Farsça ve Arapça şiir alıntıları da yapsa da onun Seyahatname’de kullandığı dil, gramer bakımından yanlışlıklar içeren oldukça işlenmemiş bir dildir.[44] Dildeki bu işlenmemişlik, eserin 19. yüzyılda Hammer tarafından keşfine[45] kadar fark edilmemesinin sebeplerinden birisi olabileceğini akla getirmektedir. Burada Seyahatname’yi dünya edebiyatının diğer önemli seyahatnameleri ile karşılaştırmak aydınlatıcı olabilir. 13. yüzyıl Avrupalı yazar Marco Polo seyahat hatıralarını Cenovalı bir esir arkadaşına 1298’de dikte ettirmiştir. Bu Cenovalı esir adı Rusticello olan bir roman yazarıdır.[46] Polo’nun seyahatnamesinin yazılması için diğer yazarlarla da işbirliği yaptığı söylenmektedir.[47] 14. yüzyıl Faslı seyyah İbn Battuta’nın seyahatnamesi de dönemin sultanının sekreteri İbn Cüzeyy tarafından kaleme alınmıştır. Evliya Çelebi’ye gelince onun, seyahat hatıralarını yazması için edebî kimliği olan birisini bulamadığı açıktır. MacKay’a göre Seyahatname bir kölenin kaleminden çıkmıştır. Köle Seyahatname’yi bazen Evliya’nın dikte ettirmesi ile bazen de notlarından yararlanarak yazmıştır.[48]

2. Edebî Hac Seyahatnameleri

Hac yolculuğu hatıralarını edebî bir üslûpla anlatmayı hedefleyen ve öncelikli konuları menâzil veya menâsik olmayan eserleri ‘Edebî hac seyahatnameleri’ başlığı veya grubu altında inceleyeceğiz. Bu grup altında topladığımız eserlerin öncelikli yazılış gayeleri arasında okuyucuya belli bir konuyla ilgili ayrıntılı bilgi verme gayesi yoktur. Bu eserlerin yazarlarının hedefi, okuyucuya ayrıntılı bilgi vermekten ziyade edebî ve hisli bir üslûpla kutsal yerleri betimlemektir. Dolayısıyla bu eserlerin yazarlarının edebî kimlikleri daha açık ve daha belirgindir.

Aslında edebî bir kimlik taşıyan dolayısıyla bu başlık altında incelenebilecek eser sayısı daha çoktur. Yukarda farklı gruplar altında verilen eserlerin manzum olanları edebî kimlik taşırlar. Meselâ, Cûdî’nin kaside nazım şekliyle yazdığı seyahatnamesinin, Bahrî ve Sulhî’nin konakları tanıtan manzumelerinin ve Bahtî’nin ve Gubârî’nin haccın kuralları ile ilgili mesnevi nazım şekliyle yazılmış eserlerinin edebî bir kimlik taşıdıkları açıktır. İbrahim Hanîf’in Menâzilü’l-harameyn adlı eseri de kesinlikle edebî bir eserdir. Fakat içeriği ve özellikle başlığındaki ‘menâzil’ kelimeleri bu eserleri rehber nitelikli hac seyahatnameleri başlığı altında incelememize neden oldu. Kısacası bu edebî nitelik taşıyan eserleri, konuları ve yazılış gayeleri bakımından yukarıda belirlediğimiz gruplara daha uygun düştükleri için, onların içinde vermeyi uygun bulduk. Burada Neccârzâde Rızâ’nın Hac-nâme[49] adlı manzum eserinin bir seyahatname olmadığını, eserde yazarın hacla ilgili fıkhî ve kelâmî bilgilerini aktardığını söylemek gerekir.

2.1. Ahmed Fakîh’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’si [50]

15. yüzyılın başlarında vefat ettiği sanılan Ahmed Fakîh’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe adlı eseri elimizdeki hac seyahatnamelerinin en eskisidir. Eserde Ahmed Fakîh, hac yolculuğu sırasında uğradığı üç mukaddes şehir ve bu şehirlerdeki kutsal yerlerle ilgili izlenim, bilgi ve görüşlerini anlatır.

Son zamanlara kadar Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe’nin şairi Ahmed Fakîh’in Anadolu Türkçesi ile eser veren en eski şairlerden olduğu, 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı ve Mevlânâ’nın babası Bahâ’üddîn Veled’in bir öğrencisi olduğu söyleniyordu. Bunun yanlış olduğunu iddia eden Osman Fikri Sertkaya, Ahmed Fakîh adını taşıyan beş ayrı kişinin olduğunu ortaya çıkardı. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe’de kullanılan Türkçenin özelliklerinden hareketle Sertkaya, bu eserin yazarı olan Ahmed Fakîh 14. yüzyılın ikinci yarısı veya 15. yüzyılın birinci yarısında yaşamış olduğu yargısına ulaşmaktadır.[51]

Hasibe Mazıoğlu tarafından British Library’deki Türkçe yazmalar içinde (Or. 9848) bulunan Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe, 339 beyitten oluşmaktadır ve yazma 21 varaktır. 339. beyitten sonra Mescid-i Aksa’yı konu edinen üç şiir daha vardır. Eser Hasibe Mazıoğlu tarafından yeni harflere çevrilmiştir. Burada söylenilenlerin büyük çoğunluğu Mazıoğlu’nun çalışmasının ‘giriş’ bölümünde söylediklerine bir ek niteliğindedir.

Eserin büyük bir bölümü mesnevi nazım şekliyle yazılmış iken, eserdeki bazı şiirler gazel şeklindedir. Eser ilk bakışta belli bölümlere ayrılmış düzenli bir eser görünümünde olsa da okunduğu zaman bu bölümler içinde ve arasındaki konu akışının düzgün olmadığı anlaşılır. Meselâ, şair Medine’yi anlatırken Yusuf peygamberin hikâyesini anlatmaya başlar ve içinde ve etrafında Peygamberlerin gömülü olduğu bir camiden bahseder. Burada bahsi geçen cami belki de Kudüs civarında Yusuf peygamberin kuyusu yakınlarında bulunan camidir.[52] Çünkü bu sözlerden sonra Fakîh otuz beş günde Mekke’ye ulaştıklarını söylemektedir. Halbuki Medine-Mekke arasında rahat bir kervan yürüyüşüne göre on günlük bir yol vardır.

Fakîh yolculuğu ile ilgili sınırlı sayıdaki bilgiyi betimlemelerine serpiştirir. Bu bilgiler daha çok eserdeki temel bölümler arasında bağ görevini üstlenir. Bu serpiştirilmiş bilgilere göre Fakîh, Anadolu’dan (muhtemelen memleketi olarak bilinen Konya’dan) bir grup hacı adayı ile yola çıkar. Güney Anadolu şehirleri ve Şam’dan sonra Fakîh Kudüs’e gelir.

Vatan gurbet idüben yola girdük
Bi-hamdi’llâh ki geldük Kudse irdük[53]
Rûm ile Şâm’ı geçdüm Arab illerine düşdüm
Şükür kim sana kavışdum i cânum Kuds-i mübârek[54]
Kudüs’te bir grup arkadaşı ile birlikte iki ay kadar kalır: [55]
Oturdum anda iki ay temâmet
Çu yoldaşlar çıkup gitdi selâmet[56]
Kudüs’ten sonra Fakih’in kervanı, Halîlüllâh (Halîlürrahmân)’a gider:

Gidüp Kuds’den Halîlü’llâh’a irdük Bi-hamdi’llâh mübârek yiri gördük[57]

İbrahim, İshak, Yakup, bu perygamberlerin eşlerini, ve Yusuf peygamberinin kabirlerini ziyaret ettikten sonra[58] otuz beş günde Mekke’ye ulaşır (Yolda Medine’ye de uğramış olmalıdır):

Pes andan ıruban yola düşdük

Otuz biş günde Mekke’ye irişdük [59]

Bu beyti Medine’deki kutsal yerlerin tasvirinden söylemesi onun Medine-Mekke arası yolculuğunun otuz beş gün sürdüğüne işaret etmez. Çünkü Medine-Mekke arasında on günlük bir mesafe vardır. Nitekim bunu kendisi başka bir beytinde söyler. Mekke’ye Şam kervanından yedi gün önce gelen Fakîh, Mekke’de Mısır’dan gelen hacı adayları ile vakit geçirir. Hac görevini yerine getirdikten sonra Fakîh Mekke’den Şam hac kervanı ile ayrılır ve on günde Medine’ye ulaşır:

Çü Mekke’den geçüben yola düşdük

Biz on günde Medîne’ye ulaşduk[60]

Üç gün Medine’de kaldıktan ve oradaki ziyaret yerlerini ziyaret ettikten sonra Şam’a doğru yola çıkar. Şam’a varınca halk onları yolda karşılar. Yedi gün Şam’da kaldıktan sonra[61] evini ve çocuklarını iyice özleyen Fakîh atla Anadolu’ya gelir:[62]

Mısırlu durdı bir gün göçdi gitdi
Girü geldügi yola Bedre yitdi
Biz anda çünki üç gün turduk i cân
Görüben nûrı kılduk şükr-i Yezdân
Mübârek türbeyi hem yine gördük
Varup yine yüzümüzü ana sürdük
Kamu hâcet dileyüp şükr iderler
Hem ağlaşup kaçan dönüp giderler
Çün ağlaşup çıkuban yola girdük
Bi-hamdi’llâh ki geldük Şâm’a irdük
FÎ Zikri Vasfı’ş-Şâmi’l-mübârek
Çıkup Şâm ehli bizi karşıladı
Görüben bizi hiş şazılık itdi
… … …
Alınduk armağan ile birer at
Ki ol günde seçilür Rûm ile Tat
Yidi gün turduk irtesi gönüldük

Zamân ile ki bir gün eve irdük[63]

Fakîh, eserini hacdan döndükten sonra kendisini sevinçle karşılayan dostlarını ve hemşehrilerinin kendisinden yolculuğunu anlatmasını istemeleri üzerine yazdığını veya ortaya çıkardığını ifade etmektedir:

Yarenler sordı bana (ki) ne gördün
Hikâyet eyle bize sen ki gördün
Bu medhi çün hakınca dinlemişdüm
Aluban hem bilemce gizlemişdüm
Sunuvirdüm okurlardı işitdüm

Muhabbet şavkı düşdi bir ah itdüm

Fakîh eserinde kutsal yerleri betimlerken ve kendi yolculuk izlenimlerini anlatırken okuyucuya sıkça öğüt de verir. Genellikle sözlerini bir öğütle bitirir. Fakîh betimlemelerini canlı bir üslûpla yaparak okuyucuya kutsal yerleri ziyaret etme arzusu vereceğine inanır.[64] Aynı düşünceye ve uygulamaya 17. yüzyıl şairi Nâbî’de de rastlarız.[65] Eserinde sade ve kişisel bir üslûp kullanan Ahmed Fakih’in dilinin eski Anadolu Türkçesinin özelliklerini taşıdığı Mazıoğlu tarafından örnekleriyle açıklanmıştır.[66]

2.2. Fevrî’nin Risâlesi Risâle-i Mekkiyye [67]

Bu Risâle’de 16. yüzyılın önemli şairlerinden olduğu söylenen Fevrî (öl. 1571), 952/1545-6 yılında yaptığı hac yolculuğunu anlatmaktadır. Fevrî’nin Risâle’si Süleymaniye Kütüphanesinde değişik eserleri içeren bir yazmanın içinde 16b-29b yapraklarında yer almaktadır. Yazmanın başında Fevrî’nin bu seyahatnamesi için muhtemelen müstensih tarafından konulan başlık Risâle Fi’l-menâsiki Hacc’dır. Diğer yandan Flugel, Fevrî’nin Risale-i Mekkiye adlı bir eserinin olduğundan bahsederken herhalde elimizdeki bu seyahatnamenin adını söylemektedir.[68] Bu seyahatname, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Hicaz Seyahatnâmesi başlığı konularak Fevrî’nin yakın arkadaşı ve Meşâ’irü’ş- şu’arâ yazarı Aşık Çelebi’ye atfedilmiştir. Aşık adının yazmada sıkça geçmesi, katalogcuyu bu seyahatnamenin Aşık Çelebi’ye ait olduğunu zannetmesine neden olmuştur. Halbuki eserdeki bir beyitte hacca gidenin ve dolayısıyla seyahatnameyi yazanın Fevrî olduğu açıkça söylenmektedir:

Tâ‘if-i beyt-i Hudâ ve zâyir-i bâb-ı Rasûl

Fevrî ya’nî hâk-i râh-ı âl u ashâb-ı Rasûl [69]

Asıl adı Ahmed olan Fevrî, Arnavut asıllıdır. Esir olarak İstanbul’a gelen ve azat edilen Fevrî; Taşköprî-zâde Efendi, Arab-zâde Abdülbâkî Efendi ve Bostân Efendi gibi dönemin ünlü üstatlarından ders alarak iyi bir öğrenim görür. 951/1544’te Bursa kadısına mülâzım olan Fevrî 952/1544 yılında hacca gider. 960/1552 yılında Kanunî Sultan Süleyman’ın Nahçivan seferine katılan Fevrî bu, seferden dönüşünde önce Kapluca’ya sonra da Sultaniye Mederesesi’ne müderris olarak atanır. 978/1571’de Fevrî Şam müftisi iken vefat eder.[70]

Fevrî 16. yüzyılın önemli tezkirecilerinden Aşık Çelebi ve Hasan Çelebi’nin ifadelerine göre dönemin büyük alim ve şairlerindendir. Sadef-i Sad-güher mesnevisinde dönemin büyük şairlerini eleştirirken Mustafa Âlî, Fevrî’nin adını Necâtî ve Zâtî gibi şairlerin yanında anar:

Biri Fevrî biri Necâtî idi

Birisi vâridât-ı Zâtî idi[71]

Aşık Çelebi Meşâ’irü’ş-şu’arâ’sının Fevrî maddesinde Fevrî’nin hacca gidişine uzun bir yer ayırır. Fevrî hacca gitmeye niyet ettiği zaman ona bir şiir yazdığını söyleyen Aşık Çelebi söz konusu şiiri tezkiresine almıştır. Aşık’ın mektup şeklindeki bu manzumesine cevap olarak Fevrî hacdan dönerken müjdecibaşı ile kendi yolculuğunu anlatan uzunca bir mektup gönderir. Bu bilgi, birinci olarak Fevrî’nin resmî hac kervanı ile İstanbul’a döndüğünü, ikinci olarak da mektup tarzındaki bu seyahatnamesini yolculuğu esnasında kaleme aldığını göstermektedir. Eserin sonundaki iki beyit de Fevrî’nin izlenim ve tecrübelerini yolculuğu sırasında hemen kaydettiğinin başka bir delilidir:

Vakfe burda tamâm olsun
Bizi bilenlere payâm olsun[72]
Sağ olursak buluşmadır maksûd

Biz ölürsek size selam olsun[73]

Fevrî, mektup tarzındaki seyahatnamesine muhatabı olan Aşık Çelebi’yi överek başlar. Bu manzum ve mensur övgülerinde Aşık’ın Peygamber’in soyundan geldiğini vurgulayan Fevrî, onu Ali b. Sînâ, Sa‘d-ı Taftazânî, Kâşânî, Farazdak, Buhârî, Batlamyos (Ptolemy), Taberî ve Nu‘mân (Ebu Hanife) gibi ünlü ilim adamlarına ve şairlere benzetir.

Yolculuğun tasviri eserin 19. (a) yaprağında başlar. Fevrî, 9 Rebiülevvel 952/21 Mayıs 1545 tarihinde İstanbul’dan gemi ile hareket eder. Bilindiği gibi resmî hac kervanı İstanbul’dan genellikle Recep ayında ayrılır. Fevrî, Gelibolu’da yatan şehitlerin yanı sıra Muhammediye adlı ünlü manzum siyer kitabının şairi olan Yazıcıoğlu’nun kabrini ziyaret eder. İskenderiye, Reşid, Karafe, Süveyş, Tur ve Cidde’de bulunan Daniyel, Zekeriyya, Musa, Havva, İbn el-Fariz, İmam Şâfi’î, Şeyh San’ân ve Şeyh Garîbî gibi peygamber ve veli mezarlarını (?) ziyaret eder. Fevrî’nin İstanbul’dan Mekke’ye kadarki bu tehlikeli yolculuğu 31 gün sürer.[74] Mescid-i Haram’a 8 Receb 952/15 Eylül 1545’te giren Fevrî, Şevval ayının ortalarına kadar Mekke’de kalır. Bu süre içinde Fevrî, umre eder ve bazı alimlerin sohbetine katılır. Daha sonra Medine’ye giden Fevrî, orada bir ay kaldıktan sonra hac etmek üzere tekrar Mekke’ye gelir. Hac ettikten sonra 27 Zilhicce/1 Mart 1546 tarihinde Fevrî Medine’ye doğru yola çıkar. Yolda Bedir ve Huneyn savaşlarında şehit olan ashabın mezarlarını (?) ziyaret eder.

7 Muharrem 953/10 Mart 1546 tarihinde Medine’ye ulaşan Fevrî, burada üç gün kalır ve 10 Muharrem/13 Mart’ta Şam’a doğru yola çıkar. Bu bilgiler, Fevrî’nin Şam hac kervanı ile yolculuk yaptığını ima etmektedir. Şam’da Fevrî, oranın alimleri ile görüşür ve oradaki kabirleri ziyaret eder.

Eserde mesnevi nazım şekliyle yazılmış bir şiirde Fevrî yolculuğunu tekrar özetler. Yolculuğunu anlatıp bitirdikten sonra Fevrî’nin tekrar Arafat’taki izlenimlerini anlatmaya başlaması şaşırtıcıdır. İkinci Arafat tasvirinde Fevrî, Kanunî’nin yanı sıra vezirler, valiler, alimler, kadılar ve öğrencilere dua eder. Sonra, yirmi beyitlik mesnevi şeklindeki bir şiirle Aşık Çelebi’yi över. Bu ikinci Arafat tasviri ve Aşık Çelebi övgüsü, bize Aşık’ın Fevrî’ye yazdığı mektupta kendisine Arafat’ta dua etmesini istemesini hatırlatır.[75]

Fevrî yolculuk izlenimlerini anlattığı seyahatnamesinde oldukça tumturaklı bir üslûp kullanır. Sanatkârane nesir ve şiir parçalarından oluşan eserdeki nesir parçaları âlî üslûbun bütün özelliklerini taşır. Nâbî gibi Fevrî de konusunu ayrıntılı bir şekilde anlatmaktan ziyade, konuyu edebî ve sanatkârane bir üslûpla anlatmayı hedeflemektedir. Fevrî’nin üslûbu özellikle Arafat, Ka’be ve Ravza-i Mutahhara gibi kutsal yerlerin tasvirinde ve Aşık Çelebi’yi övdüğü şiir ve nesirlerde daha da sanatkârane bir hal almaktadır. Şiirleri, nesir bölümlerine göre çok daha sade ve anlaşılır bir dille yazılmıştır.

2.3. Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i

Eski Türk Edebiyatındaki seyahatname türündeki eserlerin en edebîsi olan bu eser ayrıntılı olarak ayrıca ele alınmıştır.[76]

Sonuç

19. yüzyıldan önce kaleme alınan elimizdeki hac seyahatnameleri gösteriyor ki, Osmanlılar hac yolculuğu izlenimlerini daha çok bir edebiyat türü olarak değil de okuyucuya faydalı olma gayesiyle yani pratik sebeplerle kaleme almışlardır. ‘Rehber’ kimliğinden ‘eser’ kimliğine doğru gelişen bu eserlerin manzum olanları veya sanatkârane bir nesirle yazılanları, ‘edebî eser’ ünvanını hak etmişlerdir. Bu tavır veya gelişim çizgisi diğer müslüman milletlerin modern öncesi edebiyatlarında da göze çarpar.[77] 19. yüzyıldan itibaren pratik gayelerin dışında bir edebiyat türü olarak bir kaç tane seyahatname yazılmıştır. Fakat bu eserler 19. yüzyılda İran Edebiyatı’nda özellikle Kaçar döneminde hac seyahatnamesi türünde kaleme alınan eserlerle kıyaslanabilecek nicelik ve nitelikte değildirler.[78] Yine Hindistan gibi Güney Doğu ülkelerinin edebiyatlarında da 19. yüzyıldan itibaren hac seyahatnamesi türünde birçok otobiyografik, romansı eserler kaleme alınmıştır.[79]

Gerek Türk ve gerekse diğer Müslüman milletlerin edebiyatlarında hac seyahatnamelerinin ilkel şekillerini Menâzil-i Hac adlı güzergâh el kitapları oluşturur.[80] Yazma eser kütüphanelerinde Menâzil-i Hac ve Menâsik-i Hac adlı eserlerin sayısı oldukça fazladır. Çoğunluğu itibariyle seyahatname özelliği taşımayan bu eserlerin edebî olmayanları bu çalışmada konu dışında bırakılmıştır. Fakat, yine okuyucuya yol hakkında pratik bilgiler verme niyetiyle yazılmış olmasına rağmen yazarının yolculuk izlenim ve gözlemlerini içeren ve dolayısıyla seyahatname özelliği taşıyan eserler de kaleme alınmıştır. Diğer bir ifadeyle menâzil-i haclar, bazı yazarların elinde seyahatname ve tarihî eser sınıfına yükselmiştir. İçerikteki ve özdeki bu yükselme veya gelişme eserlerin adlarına da yansımış ve yazarlar artık eserlerine menâzil-i hac yerine daha özgün adlar koymaya başlamışlardır. Şu anki bilgilerimize göre bu yazarların ilki 17. yüzyıl müderris ve tarihçilerinden Abdurrahman Hibrî’dir ve rehber nitelikli seyahatnamesinin adı Mesâlik-i Menâsik’tir. İkinci eser Kadrî’nin Menâzilü’t-tarîk ilâ beyti’llâhi’l-atîk’i, üçüncüsü de Mehmed Edîb’in Nehcetü’l-menâzil’idir. 18. yüzyıl yazar ve şairlerinden İbrahim Hanîf’in Menâzilü’l-haremeyn adlı eseri ise içerik ve yazılış gayesi bakımından içinde bulunduğu rehber nitelikli seyahatnameler tipinden biraz uzaklaşmıştır. Menâzilü’l-harameyn seyahat sırasında yolcuları eğlendirme gayesiyle kaleme alınmış seyahatname türünde bir eserdir. Eserin gerek birçok şiir parçalarıyla gerekse nesrinin yer yer sanatkârane oluşu ile edebî bir çehresi olduğu da inkâr edilemez.

Bahrî, Sulhî, Cûdî, Kâmil gibi bazı şairler seyahatnamelerine edebî bir kimlik verme gayesiyle onları kaside veya mesnevi nazım şekilleriyle manzum olarak kaleme almışlardır.

Müstakbel yolculara yardımcı olmak gayesi dışında değişik hedeflerle yazılmış seyahatnameler de vardır. Bu eserler ne yukarıdaki rehber ve rehber nitelikli seyahatnameler geleneğinin bir devamıdırlar ne de kendileri bir gelenek oluştururlar. Bu eserlerin yazarları çoğunlukla yolculuklarının en azından bazı safhalarını geleneksel hac kervanlarından bağımsız olarak gerçekleştirmişlerdir ve kısmen farklı bir güzergâh izlemişlerdir. Hemen hemen her birisi kendine has özellikler taşıyan bu seyahatnamelerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan birisi yolculuğu ve yolculuğunda uğradığı yerler hakkında olabildiğince ayrıntılı bilgi vermeyi hedefleyen Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sidir.

Elimizdeki diğer eserler şairlik kimlikleri daha belirgin olan ve seyahatnamelerine de bilinçli bir şekilde edebî bir çehre vermek isteyen yazarların eserleridir. Bu eserlerden ilki 14. yüzyılın sonlarında yaşamış Ahmed Fakih’in Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe adlı eseridir. İkincisi Fevrî’nin hac yolculuğu sırasında kaleme alarak arkadaşı Aşık Çelebi’ye mektup olarak gönderdiği Risâle’dir. Üçüncüsü de Eski Türk Edebiyatının en önemli şair ve nesircilerinden Nâbî’nin Tuhfetü’l-harameyn’idir ki tarafımızca ayrıntılı bir şekilde müstakil olarak incelenmiştir.

Dr. Menderes COŞKUN

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 11 Sayfa: 806-814


Dipnotlar:
[1] Menderes Coşkun, “Osmanlı Türkçesiyle Kaleme Alınmış Hac Seyahatnameleri – I”, Journal of Turkish Studies/Türklük Bilgisi Araştırmaları, 24 (2000): 91-108
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Menderes Coşkun, “Ottoman attidutes towards writing about the pilgrimage experience” yayıma hazır makale.
[3] Söylemezoğlu Süleyman Şefik b. Ali Kemali, Hicaz Seyahatnamesi, İstanbul üniversitesi Ktp. (TY. 4199)
[4] Yaklaşık on yıl sonra 1900 senesinde hac yolu üzerindeki Arab yerleşim yerleri hakkında Şamlı alim Seyyid Muhammed ‘Ârif b. el-Münîr tarafından Arapça olarak yazılan bir eser yine Sultan Abdülhamid hukümetine sunulmuştur. bkz. Menderes Coşkun, “Pilgrimage narratives in Arabic and Persian literature”, The Great Ottoman – Turkish Civilisation, Vol. II Editör Kemal Çiçek. (Ankara: Yeni Türkiye, 2000), s. 514
[5] Atalar, s. 157-159
[6] Söylemezoğlu, y. 58
[7] Münir Atalar, Osmanlı Devletinde Surre-i Humayun ve Surre Alayları, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1991), s. 126
[8] Bu seyahatname hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Münir Atalar (s. 164-5) ve Fehmi Edhem Karatay, TSMKTYK 1 (İstanbul: Topkapı Sarayı Müzesi, 1961), s. 603
[9] Carter Vaughn Findley, A Muslim’s pilgrim’s progress: Aşçı Dede İbrahim Halil on the hajj 1898’ C.E. Bosworth et al. (hzr.), The İslâmic World from Classical to Modern Times: Essays in honor of Bernard Lewis (Princeton: Darwin Press, 1989), s. 479-512
[10] ‘Cenab Şahabeddin’, TDEA 2, s. 44-8
[11] Cenab Şahabeddin, Hac Yolunda (İstanbul: Matba‘a-i Amire-i İhsan, 1325/1907)
[12] Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi: Anadolu, Suriye, Hicaz (1671-1672), 9 (İstanbul: Devlet Matbaası, 1935)
[13] Evliya Çelebi’nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Cavit Baysun, ‘Evliya Çelebi’ İA 4, s. 400-412; J.H. Mordtmann [H.W. Duda], ‘Ewliya Çelebi’ EI2, 2, s. 717-720
[14] Mustafa Bilge, Arabia in the work of Awliya Chalaby (The XVIIth century Turkish Muslim traveller)’, in Abdelgadir Mahmoud Abdalla, Sami Al-Sakkar, Richard T. Mortel, Abd Al-Rahman, T. Al- Ansari (hzr.), Sources for the history of Arabia 1 (1979), s. 215
[15] Evliya, 9, y. 5
[16] Evliya’dan önce dünyaca ünlü seyatahatname yazan on birinci yüzyıl İranlı şair Nasır-ı Hüsrev, 12. yüzyıl Endülüslü şair İbn Cübeyr ve 14. yüzyıl Faslı seyyah İbn Battuta da yolculuklarını zorunlu kalmadıkça resmî hac kervanından bağımsız olarak yapmayı yeğlemişlerdir. Yolculukları da sıradan bir hacının yolculuğundan hem daha uzun sürmüş hem de daha maceralı geçmiştir. Yani sıra dışı veya bir bakıma olağanüstü bir yolculuk sürüvenleri olmuştur ve bu bakımdan yolculuk izlenimleri kaydedilmeyi hak etmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için doktora tezimizin ‘Pilgrimage narratives in Arabic and Persian literature’ bölümüne (s. 17-37) bakınız.
[17] Evliya, 9, y. 324, 326
[18] Evliya, 9, y. 518
[19] Evliya, 9, y. 566
[20] Bu yolculuğun bazı bölümlerinin İngilizce çevirisi için bkz. Bilge, s. 216.
[21] Evliya, 9, s. 4
[22] Evliya, 9, s. 5
[23] Robert Dankoff, The intimate life of an Ottoman statesman Melek Ahmed Pasha (1588-1662) as portrayed in Evliya Çelebi’s book of travels (Seyahat-name), (Albany: State University of New York Press, 1991)
[24] Hüseyin Paşa ile şerif Sa’d b. Zeyd arasındaki entrikalalı mücadelelerin arka plânı için bak: Carl Max Kortepeter, A source for the history of Ottoman-Hijaz relations: the Seyahatname of Evliya Chalaby and the rebellion of Sharif Sa’d b. Zayd in the years 1671-1672/1081-1082’, in Abdalla et al. (hzr.), Sources For The History of Arabia 1, s. 229-246
[25] Bu tavır Meşâ’irü’ş-şu’arâ yazarı Aşık Çelebi’de de vardır. bkz. Menderes Coşkun, “A comparison of two dictionaries of literary biography: Aşık Çelebi’s Meşâ’ir üş-şu’arâ Hasan Çelebi’s Tezkiret üş-şu’arâ” (basılmamış yüksek lisans tezi), The University of Manchester, 1996, s. 60.
[26] Evliya, 9, s. 597
[27] Evliya, 9, s. 381
[28] Bilindiği gibi Evliya hacdan sonra Mısır’a gitmiş ve orada sekiz on yıl kalmıştır (Baysun, s. 400-412).
[29] Evliya (9, s. 841) “Evrak-ı Perişanı”nın Mısır’da tamamlandığını açıkça söylerken tamamlanma yılını ve [muhtemelen eserini sunmayı düşündüğü] Mısır idarecisinin adını sonradan yazılmak üzere boş bırakır.
[30] Evliya, 9, s. 78
[31] Meşkure Eren, Evliya Çelebi seyahatnamesi birinci cildinin kaynakları üzerinde bir araştırma (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1960), s. 11
[32] Evliya, 9, s. 841
[33] Eren, s. 37
[34] Evliya, 9, s. 596, 603
[35] Evliya, 9, s. 367, 592, 597,
[36] Evliya, 9, s. 603, 604 ve 829 (sırasıyla)
[37] Baysun, s. 402; ve Evliya, 3, s. 444
[38] Bak Evliya, 9, s. 182
[39] Pierre A. MacKay, ‘The Manuscripts of the Seyahatname of Evliya Çelebi’, Der İslam 52 (1975), s. 292
[40] Nathan Schur, ‘Itineraries by pilgrims and travelers as source material for the history of Palestine in the Ottoman period’, in David Kushner (haz.), Palestine in the late Ottoman period: political, social and economic transformation (Jerusalem, Leiden 1986), s. 384
[41] Evliya, 9, s. 201
[42] Evliya, 9, s. 368
[43] Evliya, 9, s. 381
[44] Diğer yandan, Seyahatname 17. yüzyıldaki konuşma dilini yansıtması bakımından önemli sayılmıştır (M.M. Lazarescu-Zobian, ‘Evliya Çelebi and the language of the rebellious Eflaks’, Archivum Ottomanicum VII (1983), s. 330).
[45] Şinasi Tekin, Gönül Alpay Tekin, The Seyahatnâme of Evliya Çelebi, İntroduction by Fahir İz , (Harvard Üniversitesi Basımevi, 1989), s. 11
[46] Peter Jackson, ‘Marco Polo and his Travels’ Bulletin of the School of Oriental and African Studies 61 (1998), 82-101, s. 84
[47] Jackson, s. 84
[48] Pierre A. MacKay ‘The manuscripts of the Seyahatname of Evliya Çelebi, part I: the Archetype’, Der Islam 52 (1975), 278-98, s. 292
[49] Rızâ Neccârzâde, Hacnâme, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud  no: 3292/5
[50] Ahmed Fakih, haz. Hasibe Mazıoğlu, Kitabu Evsafı Mesacidi’ş-şerife (Ankara 1974), s. 7
[51] O.F. Sertkaya, Ahmed Fakih’, DİA 2, s. 65-67
[52] Yusuf kuyusuna yakın bir camiden Evliya da bahseder, bkz. Evliya, 9, s. 523.
[53] Ahmed Fakih, s. 33
[54] Ahmed Fakih, s. 45
[55] Mazıoğlu’na (s. 8) göre Fakih hacdan sonra Kudüs’e gelmiş ve orada iki ay kalmıştır. Bu yorum mantıklı gözükmekle birlikte Fakih’in bazı sözleri bizim bu sonuca ulaşmamıza engel olmaktadır. Belki de Fakih hem hacca gidişte hem de dönüşte Kudüs’e uğramıştır ve Fakih ve bir grup arkadaşı dönüşte iki ay orada kalmıştır. Fakat dönüş yolculuğunu anlattığı beyitler Fakih’in Mekke’den sonra doğrudan Şam’a geldiğini açıkça dile getirmektedir.
[56] Ahmed Fakih, s. 33
[57] Ahmed Fakih, s. 35; Evliya Çelebi’nin kayıtlarına göre Halilürrahman Kudüs’ten yedi saat uzaklıktadır (bak Evliya, 9, s. 504).
[58] On birinci yüzyıl İranlı seyyah Nâsır-ı Husrev Sefâretnâme adlı eserinde Anadolu, İran ve Suriye’den gelen hacı adaylarının Mekke’den önce Kudüs’e uğradıklarını söylemektedir (Huda Lutfi, Al-Quds al-Mamlukiyya, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 1985, s. 221).
[59] Ahmed Fakih, s. 25
[60] Ahmed Fakih, s. 22
[61] Ahmed Fakih, s. 40
[62] Ahmed Fakih, s. 41
[63] Ahmed Fakih, s. 40
[64] Ahmed Fakih, s. 33:
İşit imdi sana vasfın diyeyin
İşidicek çü dirsin ben gideyin
[65] Bak “Nâbî’nin, Tuhfetü’l-Harameyn’inde kullandığı dil ve üslûp”
[66] Ayrıntılı bilgi için bkz. Mazıoğlu, s. 14-16
[67] Fevrî (kütüphanenin katalogunda Aşık Çelebi adı yazılıdır), Risâle fi’l-menâsik, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, no: 2828, ya. 16b-29b
[68] Ali Nihat Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII. Asır Divan Şiiri Rahmi ve Fevri, Seri 1, (İstanbul: üçler Basımevi, 1948), s. 57
[69] Fevrî, Risale fi’l-menâsik, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, no: 2828
[70] Fevrî’nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bak: Aşık Çelebi, haz. G.M. Meredith-Owens, Meşâ‘ir üş-şu‘arâ or Tezkere of Aşık Çelebi, (London 1971), ya. 203a-208b; Latîfî, haz. Mustafa İsen, Latîfî Tezkiresi (Ankara: Akçağ, 1999), s. 173; Ali Nihat Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII Asır Divan Şiiri Rahmi ve Fevri, Seri 1 (İstanbul: üçler Basımevi, 1948); Abdülkadir Karahan, ‘Fawri’ EI2 2, s. 869; TDEA 3, s. 212; Mehmet Kalpaklı, ‘Fevri’, DİA 12, s. 505-6; Walter G. Andrews, Najaat Black ve Mehmet Kalpaklı, Ottoman Lyric Poetry: an Anthology (Austin: University of Texas press, 1997), s. 232-3
[71] Gelibolulu Âli, Sadef-i Sad Güher, Millet Ktp. Manzum, No: 978, y. 235; bkz. Mustafa İsen, “Şairlerce meslekdaşlarına yazılan mersiyeler”, Ötelerden Bir Ses, (Ankara: Akçağ, 1997), s. 481; İ. Hakkı Aksoyak, Türklük Bilimi Araştırmaları, 5 (Sivas 1997), s. 293
[72] Fevri, y. 29b
[73] Fevri, y. 29b
[74] ‘müdde-i sefer-i bahr u berr ve zamân-î tayy-ı tarîk-i havf u hatar otuz bir gün olunca, Nazm fî sıfatü’l-Ka‘be…’
[75] Aşık Çelebi, y. 205b
[76] Bak Menderes Coşkun, ‘The most literary Ottoman pilgrimage narrative: Nâbî’s Tuhfetü’l- harameyn’, Turcica, 32, 2000 (yayımlanacak)
[77] Bosworth, C.E. ‘Travel literature’, in Julie Scott Meisami and Paul Starkey (hzr.), Encyclopedia of Arabic Literature, 2, Routledge, London 1998, s. 778-80; Metcalf, Barbara D. ‘The pilgrimage remembered: South Asian accounts of the hajj’, Eickelman and Piscatori (hzr.), Muslim travellers, s. 85-107
[78] Farmayan, Hafez and Elton L Daniel, A Shi’ite Pilgrimage to Mecca: the Safarnameh of Mirza Mohammad Hosayn Farahani, (Austin: University of Texas Press, 1990), s. xxiv
[79] Metcaff, s. 88
[80] Bosworth, s. 77
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.