Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Ordularının İaşe Ve İkmali: I. Ahmed Devri İran Seferleri Örneği

0 13.458

Yrd. Doç. Dr. Ömer İŞBİLİR

Askeri operasyonların başarıya ulaşmalarına, muharib güçlerin teknik donanımı, talim ve disiplinlerinin yanı sıra sefer öncesi yapılan hazırlıklar da te’sir etmektedir. Hususiyle, asrımıza nisbetle nakil ve haberleşme vasıtalarının son derece ilkel ve tamamen insan ve hayvan gücüne dayalı olarak yürütüldüğü devirlerde bu tür hazırlıklar daha da ehemmiyet kazanmaktadırlar. Günümüz lisanında lojistik olarak adlandırılan, sefer öncesi ve sefer sırasında yürütülen bu faaliyetlere Osmanlı literatüründe iâşe, ikmal denilmektedir.

Osmanlı Devleti, tarih sahnesine çıktığından itibaren devamlı savaşması ve gaza ruhunu[1] her vakit canlı tutması münasebetiyle, asırların birikimi neticesinde iâşe, ikmal hususunda bir hayli tecrübe kazanmıştı. Nitekim idari ve mali yapılanması, reâyaya tarh ettiği özellikle fevkalade vergiler, yolların, köprülerin inşa ve tamiri vs. gibi faaliyetlerin toplum hayatının refahından başka harb gücünün idamesi ve müessir olması gibi hedefleri de vardı. Osmanlı Devleti’nde genel olarak üç başlık altında toplanabilecek olan lojistik faaliyetleri, ordudaki muharib güçlerin, nakil ve savaş aracı olarak kullanılan hayvanların beslenmesi için lüzumlu iâşe maddelerinin temin ve önceden belirlenen menzillere ulaştırılması, savaş için gerekli mali kaynağın bulunması ve savaşacak insan gücü ve yardımcı sınıfların toplanarak harb nizamına sokulması olarak sıralamak mümkündür.

I. Ordunun İâşesi

Sefer kararından sonra Osmanlı Devleti’ni en çok uğraştıran meselelerden birisi asker için erzak ve ağırlıkları taşıyan hayvanlar için yem temini olmaktaydı. Bu malzemelerin temini için değişik yollar ve usullere müracaat olunurdu. Savaş kıtlık vs. gibi olağanüstü durumlarda divanın aldığı kararla avarız-ı divaniye, tekalif-i fevkalade gibi ekstra vergiler salındığı gibi normal piyasa şartlarıyla da mübayaalar yapılmaktaydı. Başlangıçta ayni ve bedeni olarak alınan avarız vergisinin zamanla nakdi bir vergiye dönüşmesiyle, un ve arpadan ayni olarak tahsil edilen yeni bir vergi daha ortaya çıkmıştır.[2] Nüzül adındaki bu vergi, sefere yakın olan yerlerden aynî, uzak olan bölgelerde ise nakil güçlüğü dolayısıyla nakdî olarak toplanabilirdi. Toplanan arpa nispeti umumiyetle una göre daha fazladır. Bunda arpanın orduda bulunan hayvanların yemi olarak kullanılmasının tesiri vardır. Buğday yerine un toplanması, buğdayın öğütülmesi ve kalburlanması gibi seferi ordunun hantallaşmasına vesile olacak sebeplerin önüne geçmek fikrinden kaynaklanmaktadır.[3] Nüzül zahiresinin toplanması, çuvallanıp belirlenen menzillere götürülerek ordu nüzül eminine ya da miri zahire anbarlarına teslim edilmesi, zaman zaman merkezden görevlendirilen mübaşirler vasıtasıyla yürütülse de[4] umumiyetle kadıların uhdelerine tevdi edilen bir vazifeydi.[5] XVI. yüzyıl sonlarında yeni bir verginin daha ihdas edildiği görülmektedir. Avarızın ve nüzülün nakde dönüşmesi sonucu ortaya çıkan bu vergiye sürsat adı verilmektedir.

Kendilerine sürsat vergisi salınan kazaların bu vergiye iştiraklerinde her zaman olmamakla beraber avarız ve nüzül hanelerinin sayıları da etkili olmaktaydı.[6] Ancak nüzülden farklı olmak sürsat vergisine tabi olan zahireye, devletin tayin ettiği piyasanın hayli altında olan bir fiyatla da olsa ücret ödenmektedir. Avarız, nüzül ve sürsat vergisine tabi olan haneler, başlangıçta, Osmanlı idaresi altına alınan bölgelerin gelir kaynaklarını tespit etmek maksadıyla fetih, padişah değişikliği ya da 10, 20, 30 senelik fasılalarla yapılan tahrirlere göre tayin edilirken daha sonraları müstakil avarız hanesi sayımları yapılmaya başlanmıştır.[7] Sürsat zahiresi olarak istenen maddeler, nüzüle göre, un ve arpadan başka yağ, bal, koyun, ekmek, saman, ot ve odun gibi malzemeleri de ihtiva etmesi bakımından daha çeşitlidir. XVII. asrın başlarında zaman zaman nakit olarak da tahsil edilebilen sürsat[8] asrın sonlarına gelindiğinde devletin içine düştüğü mali sıkıntıdan dolayı hemen hemen tamamı nakit tahsil olunmaya başlanmıştır.[9] Nüzül ve sürsat toplamanın mümkün olmadığı ya da bu yolla toplanan zahirenin ihtiyaca kafi gelmediği durumlarda ise iştirâ denilen serbest piyasa şartları ile zahire alımına gidilmektedir.[10]

Nüzül, sürsat veya iştira yoluyla toplanan zahire seferin istikametine göre belli menzillerde orduya teslim edilir yahut miri zahire ambarlarına depo edilirdi. Osmanlı Devleti gerek Anadolu’da gerekse Rumeli’de sağkol, ortakol ve solkol olmak üzere üç koldan ilerlemekte, fütuhatını ve yol teşkilatını buna göre tayin etmekteydi. Bu ana kollar daha tali ve küçük olan yollarla birbirine bağlanmaktaydı.[11] Bütün bu yollarda belli menziller tayin edilmekte ve bu menzillerde askeri maksatlı zahire anbarları bulunmaktaydı. Anadolu yakasındaki miri zahire anbarları yol güzergahında bulunan çok küçük yerleşim birimlerine varıncaya kadar bir çok mahalde bulunmakla beraber önemlileri Trabzon, Erzurum, Bayburt, Batum, Karahisar-ı Şarki, Van, Diyarbekir, Haleb, Payas, Erzincan, Sivas, Samsun, Penek, Niğde, Çorum, Karahisar-ı Sahip, Konya ve Tokat şehirlerindeydi.

Bunların içinde iskelelerinden dolayı başta, Trabzon ve İskenderun-Payas, şark seferlerinde adeta merkez üs konumunda olan Erzurum ayrıca Bayburt, Diyarbekir ve Van anbarları öne çıkmaktadır.[12] Erzurum anbarı en büyük anbar olarak bilinmektedir.[13]

Osmanlı Devleti, savaş olsun olmasın bu anbarları her zaman dolu bulundurmaya gayret etmekteydi. Böylece ani bir savaş durumunda ordusunu sevk etmekte gecikmeyecek ve bu sistem sayesinde istikamet değiştirmesi her zaman kolayca mümkün olacağından hareket ve savaş kabiliyeti en üst noktaya ulaşacaktır. Osmanlı Devleti’nin zahire temin ve tedariki hususundaki organizasyonunu Avusturya ile karşılaştıran Majer, Osmanlıların çok daha güçlü olduklarını ifade etmektedir.[14] Anbarlara depolanan zahire için emin ve katibler tayin edilir ve gelen zahirenin muntazam defterleri tutulurdu.[15] Bundan başka hububatın rutubetlenmemesi için anbarların damının ve duvarlarının muntazam olmasına, tamire muhtaç yerlerinin tamirine ihtimam edilirdi.[16] Bazen miri mahzenlerin kifayet etmemesi veya daha başka sebeplerle ücretiyle depo kiralandığı da olurdu.[17]

Anbarlarda bulunan zahireler, kullanılmayarak uzun süre durdurulursa bozulmaya, çürümeye ve böceklenmeye başlardı. Böyle durumlarda ilgili yerlerin idarecilerine eski zahirenin satılması parasıyla yeni mahsul zahire alınıp depolanması emredilirdi. Zahirenin değiştirilmesi işlemi değişik usullerle gerçekleştirilirdi. Bazen devlet satılacak zahirenin birim fiyatını belirleyip o fiyattan satılmasını[18] bazen fiyat hususuna temas etmeden satılarak parasıyla yenisinin alınmasını[19] bazen de “narh-ı rûzî” ile satılarak hububatın tebdilini isteyebiliyordu.[20] Bir değişik şekil ise zahireyle değiştirilmesi usulüydü. Bu da vesikalarda “bir kilesini iki kileye”, “iki kilesini üç kileye” gibi cümlelerle ifade edilmektedir.[21] Askeri gayelerle mühimmat doldurulan bu zahirelerin maksatları haricinde kullanılmasına müsamaha edilmiyordu.[22]

Merkezi kuvvetlerin erzak ihtiyacı devlet tarafından karşılanmakta, yeniçeri ve kapıkulu askerlerine belli bir fiyat mukabilinde tevzi edilmektedir. Ancak bu oldukça düşük bir ücrettir. Sefer esnasında ordu hazinesinin varidat ve masarifini gösteren ruznamçe defterleri ve diğer zahire muhasebesine mahsus defterler incelendiğinde, zahire için harcanan meblâğ ile askere tevzi edilmesinden elde edilen gelir arasında bir hayli fark olduğu görülür. Aradaki bu fark devlet tarafından sübvanse edilmektedir. Eyalet askerleri ise lüzumlu zahireyi kendileri temin etmek zorundaydılar. Ancak zaruret durumunda ücret mukabili miri anbarlardaki zahirelerden de istifade edebiliyorlardı.[23]

Burada incelenen dönemde un, bulgur ve pirinç gibi hububat ürünlerinin askere hangi miktarlarda dağıtıldığı hususunda tam bir açıklık bulunmamaktadır. Uzunçarşılı, sefer esnasında yeniçerilere un verildiğini ve peksimet pişirilerek dağıtıldığını söylerse de miktarlarını göstermez.[24] Marsigli ise her bir nefere günde 100 dirhem ekmek, 50 dirhem peksimet, 60 dirhem koyun ve sığır eti, 25 dirhem yağ ve 50 dirhem pirinç verildiğini ve haftada iki defa pilav yapılmak üzere bulgur dağıtıldığını yazar.[25] Ancak burada verilen rakamlar sıhhatli değildir. Mesela IV. Murad’ın Bağdad seferi esnasında her bir nefere günde 700 gr. peksimet tevzi edildiği tespit edilmiştir.[26]

Osmanlı ordusunun vazgeçilmez yiyeceklerinden birisi de et idi. Bu ihtiyaç da daha ziyade koyun etinden temin edilirdi. Bunda damak zevkinin yanı sıra büyükbaş hayvanların daha ziyade ordunun ağırlıklarını taşımada kullanılmalarının da rolü vardır. Ancak zaman zaman az da olsa sığır etinin kullanıldığı görülürdü.[27] Mora seferi sırasında ise sığır eti kullanılması biraz daha yaygınlaşmıştır.[28] Askere verilen günlük et miktarı hususunda bu dönem vesikalarında sarahat yoktur. Ancak Van muhafazasındaki yeniçerilere tevzi olunan et miktarından hareketle her neferin günlük 160 gr. civarında istihkakları olduğu hesaplanmıştır.[29] XVIII. yüzyıla gelindiğinde ise daha net bilgilere ulaşmak mümkündür. Mesela Mora seferinde askere tevzi edilen et miktarı 200 gr. üzerindedir. Koyun eti yerine sığır eti dağıtıldığında ise günlük istihkakları iki katına çıkmaktaydı.[30] Sefer başlamadan önce et ihtiyacı için lazım olan koyunların bir kısmı sürsat şeklinde evvelden tespit edilen miktarlarda bazı kazalara havale olunduğu gibi[31] gerek seferden önce gerekse sefer esnasında iştira usulüyle de koyun temin edilebilmekteydi.[32] İster iştira ister sürsat isterse başka yollarla temin edilen koyunlar, orduda bulunan koyun eminine teslim olunur, koyunların cemaatlere tevzi, taksim ve icab ettiğinde satılması işi koyun emini nezaretinde yürütülürdü.[33]

Toplanan koyunların bir kısmı sürüler halinde orduyla birlikte götürülür, bir kısmı da belli menzillerde hazır bulundurulurdu. Ayrıca satın alındıkları andan itibaren koyunların beslenmelerine de itina olunur[34], yol esnasında hasta ve güçsüz olan koyunlar satılırlardı.[35] Koyun adedinin ihtiyaçtan fazla olması ya da seferin uzun sürmesiyle kış mevsiminin hududa yakın bölgelerde geçirilmesi halinde koyunlar da kışlaklara tevzi edilir, beslemeleri için muhtelif kimselere dağıtılırdı. Mesela, Nasuh Paşa’nın sadareti ve serdarlığı zamanında Doğu Anadolu’daki Türkmen ve Ekrad ümerasına beslemeleri için toplam 12.914 adet koyun teslim olunmuştur.[36] Bu durum ordunun yeniden çıkacağı sefere bir nevi hazırlık mahiyeti arzetmekteydi. Muhtemelen bu koyunlar, ileriki sefer mevsiminde kuzularıyla birlikte daha fazla olarak tahsil edilmekteydiler.

Bu döneme ait arşiv malzemesinden, Cıgalazade Sinan ve Kara Mehmed Paşaların serdarlıkları zamanında ordu için muhtelif yollarla tahsil edilen koyun adedini tespit edebilmek tam olarak mümkün olmamıştır. Ancak Kuyucu Murad Paşa ve onun halefi Nasuh Paşa zamanlarında temin edilen koyun adetlerini gösteren muhasebe defterleri mevcuddu. Buna göre, Kuyucu Murad Paşa zamanında 24 Mayıs 1610-14 Mayıs 1611 tarihleri arasında, Tebriz seferi için bir senede toplam 87.194 adet koyun sarf olunmuştur.[37] Nasuh Paşa’nın Sadareti sırasında 1 Ra 1020-30 B 1020 tarihleri arasında dört ay zarfında orduya giren koyun miktarı 48.870 adeddir.[38] Koyun fiyatları cinslerine ve iştira usullerine göre farklılıklar arz etmektedir. Bu dönemde satın alınan koyun fiyatları 120 akçe ile 420 akçe arasında değişmektedir.[39] Koyun fiyatlarının bu şekilde farklı olması muhtemelen cinsine, temindeki güçlüğe ve mevsimden kaynaklanan zorluğa bağlı olsa gerektir. Et fiyatları ne olursa olsun kanun gereği yeniçeri cemaatlerine okkası 3 akçeden tevzi olunur, fazlası devlet tarafından sübvanse edilirdi.[40] Kuyucu Murad Paşa zamanında hazırlanan bir muhasebe defterine göre koyun iştirası için hazineden çıkan para ile cemaatlere et tevziinden hazineye giren para mukayese edildiğinde devletin et fiyatlarına verdiği bu destek daha iyi anlaşılacaktır.[41]

Ekmek ve peksimet de iaşe maddelerinin önemlilerindendir. Menzillerde depolanan unlardan fırıncılara parası ödenmek suretiyle ekmek pişirtildiği gibi muhtelif kazalara sürsat olarak ekmek teklif olunduğu da görülmektedir. Mesela Kuyucu Murad Paşa’nın Tebriz seferi için çeşitli kazalara 76.310 adet ekmek pişirmeleri ferman olunmuştur.[42] Bunun yanı sıra orduyla birlikte sefere katılan orducu esnafı arasında ekmekçilerin de bulunması ekmeğin sadece belli kazalarda değil seyyar fırınlar vasıtasıyla ordu içinde de pişirildiğini göstermektedir[43], Askerler de taze ekmek bulunması mümkün olan yerlerde ekmeği tercih edip peksimet istememekteydiler.[44] Çok uzun süre dayanması dolayısıyla daha ziyade deniz seferlerinin vazgeçilmez besin maddesi olan peksimete, özellikle savaş alanlarına yakın yerlerde ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu sebeble peksimet pişirilmesi ve menzillerde hazırlanması da devletin ehemmiyetle üzerinde durduğu bir husustur. Merkezden gönderilen hükümlerde ilgili yerlerin kadılarından peksimetin usulüne uygun olarak pişirtilmesi istenirdi.[45] Anbarlara konulan peksimet en fazla bir yıl bekletilir, bu müddet zarfında kullanılmazsa değiştirilirdi.[46] Ne miktar undan ne kadar peksimet pişirileceğine de gönderilen hükümlerde işaret olunurdu.[47]

İncelenen dönemde askere tevzi olunan günlük ekmek ve peksimet istihkakı hakkında bir açıklık yoktur. IV. Murad zamanındaki Bağdad seferinde günlük 700 gr. peksimet dağıtıldığından yukarıda bahsedilmişti. Marsigli’ye göre 100 dirhem (320 gr) ekmek ve 50 dirhem (160 gr) peksimet verilmektedir.[48] Mora seferindeyse, sefere katılan yeniçeri, cebeci, topçu ve arabacı neferlerine günlük 641 gr. ekmek verilmiştir.[49] Burada ele alınan seferler sırasında ne kadar peksimet hazırlandığını tam olarak tespit etmek mümkün olmamıştır. Ancak Kuyucu Murad Paşa’nın Tebriz seferi döneminde yoğunlaşan bazı kayıtlara dayanarak bir fikir sahibi olabilmekteyiz. Kayseri, Erzurum, Tokat, Urfa, Ceziret, Bağdad, Van, Trabzon, Karaman vs. kadılarına gönderilen hükümlerden anlaşıldığına göre bu sefer için toplam 66.500 kantar (3.754 ton) peksimet pişirilerek istenen yerlere nakl olunup depolanması emredilmiştir.[50]

Ordunun iaşesi için kullanılan maddelere revgan-ı sade (tereyağı), bal, çavdar, darı ve tavuk gibi şeyler ilave edilebilir. Ancak bunlara dair teferruatlı kayıtlar mevcut değildir. Ruznamçe defterlerinde çoğu defa miktar belirtilmeksizin gösterilmişlerdir. Tebriz seferi için 10.000 okka[51], Revan seferine ait ruznamçe defterinde bulunan kayıtlardan yaptığımız hesaba göre de bu sefer için 17.434 kg. tereyağı satın alınmıştır.[52]

Yine orduda kullanılması pek muhtemel olan Türk insanının vazgeçilmez yiyeceklerinden yoğurt, peynir, soğan, sebze ve meyve gibi malzemeler hakkında – Kuyucu Murad Paşa’nın Tebriz seferi esnasında Diyarbekir Beylerbeyisi Nasuh Paşa’nın orduya bol miktarda bostan kavunu getirdiğine dair Topçular Katibi’ndeki kayıt istisna edilirse[53] -şimdilik herhangi bir bilgiye ulaşılamadı.

İçme ve temizlik için gerekli suyun temini saka neferleri tarafından yapılmaktaydı. Kapıkulu piyadesinin son kısım neferlerinin oluşturduğu sakaların ordudaki sayıları tam olarak belli değildir. Topçular Katibi Revan seferine hareket olunmadan önce saka başına 400 adet beygir, meşk ve musluk teslim edildiğini yazar.[54]

Seferi bir ordunun beslenmesini temin etmek için iaşe maddelerinin bulunması yetmiyordu. Bu malzemenin savaşın cereyan edeceği mahalle ve ordu güzergahında olan menzillere vaktinde ulaştırılması da gerekmektedir. Bunun için kara, deniz ve müsait olan yerlerde nehir yolu kullanılırdı. 1578 yılına kadar İran üzerine yapılan seferlerde ordunun erzak ve diğer mühimmatı kara yoluyla nakl edilirdi. Bu tarihte icra edilen İran seferleri sırasında daha önce çekilen sıkıntılar göz önüne alınarak Rumeli’den deniz yoluyla Trabzon ve Batum’a zahire sevk edilmişti. Yine Mısır’dan gönderilen zahire de gemilerle Trablus iskelesine getirilmiş, buradan develerle Birecik’e, daha sonra Fırat nehri vasıtasıyla Bağdad’a nakl edilmiştir.[55]

Burada incelenen seferlerde de, Rumeli’den Trabzon’a zahire nakl edildiği görülmektedir. Mesela, 1017 senesinde Boğdan’dan 50.000 kile[56], 1025 senesinde Vidin, Niğbolu ve Silistre sancaklarından 170.000 kile zahire Trabzon iskelesine sevk olunmuştur.[57] Hükümet merkezi bu tür sevkiyatın titizlikle ve zamanında yapılmasına itina ederdi.[58] Bu şekilde Trabzon’a gelen zahire deve ve katırlarla Bayburt ve Erzurum anbarına gönderilir, buradan da ihtiyaca göre ordunun bulunduğu bölgelere sevk olunurdu.

Kara yoluyla yapılan nakliyat hem çok vakit almakta hem de pahalıya mal olmaktadır. Mesela Boğdan’dan kilesi 8 akçeye[59] alınan arpanın, ortalama 12 sefine navlunu ödenmekle[60] Trabzon’a teslimi 20 akçeye gelmektedir. Buradan Erzurum’a nakli için ise kile başına 100 akçe kira ücreti ödenmektedir.[61] Bazı durumlarda nakliye ücretlerinde fevkalade bir artış da görülmekteydi. Mesela 7 Haziran 1611 tarihini taşıyan bir vesikada Trabzon-Erzurum arası için 160 akçe nakliye ücreti tayin olunduğu ifade edilmektedir.[62]

Nakliyenin maliyeye getirdiği yükü hafifletmek maksadıyla bazen bu iş tımar ve zeamet tasarruf edenlere mükellefiyet olarak havale edilir[63], işini aksatanlar ise cezalandırılırdı.[64] Bazı kimseler mansıb karşılığı zahire sevkiyatına memur olundukları gibi[65] nüzül bedeli karşılığında da taşıma yaptırılabilirdi.[66]

II. Harbin Finansmanı

Savaşlarla ekonomi yakından alakalıdır. Savaş münasebetiyle birçok ekonomik kaynak seferber edilmekte, tükenmeye maruz kalmaktaydı. Savaşın zaferle sonuçlanması ise bu kaynakların telafisine imkan tanımaktaydı.[67] XVII. yüzyıl Avusturya devlet adamlarından Raimund Montecuccoli’ye göre harbi devam ettirebilmek için üç şeye ihtiyaç vardır: para, para ve tekrar para. Erzak organizasyonunda olduğu gibi mali bakımdan da Osmanlı Devleti ile Avusturya kıyaslandığında birincisinin daha üstün olduğu görülmektedir. Avusturya, halktan harb zamanlarına mahsus “Türk vergisi” adıyla bir vergi aldığı gibi zaman zaman Papa tarafından da desteklenmekte, buna mukabil Osmanlı Devleti savaşı kendi öz kaynaklarıyla devam ettirebilmektedir.[68]

Padişahların bizzat katıldığı seferlere devletin esas hazinesi olan Hazine-i amire götürülür, padişahın katılmadığı seferlere ise ordu hazinesi tayin olunurdu.[69] Sefer için devlet merkezinden verilen hazineden başka muhtelif eyaletlerden de ordu hazinesine muavenette bulunmaları istenirdi. Mesela, Cıgalazade Sinan Paşa’nın serdarlığında icra olunun sefer için Trablusşam, Haleb[70], Diyarbekir hazineleri ve umumen Anadolu aklamı[71], Kuyucu Murad Paşa’nın Tebriz Seferi için ise Aydın, Saruhan, Diyarbekir, Trablus[72], Haleb[73], Trablusşam[74] vilayetlerinin gelirleri tahsis edilmişti. Nasuh Paşa zamanında, yine Diyarbekir, Haleb, Aydın, Saruhan ve Karesi hazineleri ordu hazinesine yardıma memur olmuşlardı.[75] 1615-1616 senelerinde Aydın, Saruhan, Menteşe ve Germiyan vilayetlerinden tahsil olunan mukataa bedelleri ordu hazinesine teslim edilmiştir.[76]

Ordu hazinesine tahsis edilen gelirler şüphesiz bunlarla sınırlı değildi. Nitekim seferler esnasında ordu hazinesinin günlük olarak gelir ve giderlerini ihtiva eden Hazine ruznamçe defterleri[77] incelendiğinde birçok vilayetten ve çok değişik kalemlerden hasıl olan paranın ordu hazinesine teslim edildiği görülecektir.[78] Bununla birlikte söz konusu sefer ruznamçe defterleri ordu hazinesinin gelirlerini ve savaş için yapılan masrafları tam olarak göstermezler. Zira bu defterler, ordunun İstanbul’dan hareketi anından itibaren günlük olarak tutulurlar. Dolayısıyla hudutlara yığınak yapılması, menzillerin düzenlenmesi, zahire ve mühimmat nakli gibi ordunun hareketinden önce yapılan masrafları ihtiva etmezler. Ayrıca sefer organizasyonu ile ilgili birçok işler ayni ve bedeni vergilendirme usulüyle yapıldığından bunlar hazinenin masraf kayıtlarına aks etmemektedirler. Bu münasebetle bir savaşın gerçek maliyetinin hesaplanması bir hayli zordur.

Ordu hazinesinin gelir kalemlerini[79] mukataa, nüzül, sürsat ve kürekçi bedelleri, muhallefat, cizye, askere tevzi edilen zahireden elde edilen zahire bahası, koyun eti satışından gelen para, istikraz vs. oluşturmaktadır. Bunların içinde en fazla yekünü mukataa teşkil etmektedir. Bu seferlere ait ruznamçe defterlerinden yapılan hesaba göre dört seferin sonunda mukataa gelirleri toplam 142.676.527 akçe, nüzül, sürsat ve kürekçi bedelleri 111.962.070 akçe, vefat eden devlet adamlarının terekelerinden hasıl olan muhallefat gelirleri 34.884.779 akçe, cizyeden 41.852.851 akçe, askere zahire tevziinden 11.385.939 akçe, yine askere koyun eti satışından 7.616.419 akçe, borçlanmadan 24.638.409 akçe, iştiradan artan paranın hazineye iadesinden 4.932.390 akçe ve diğer müteferrik gelirlerle birlikte hazinenin yekün geliri 550.819.872 akçeye ulaşmaktadır.[80]

Sefer hazinelerinin masraflar kısmını ise, genel olarak mevacib, teslimat, mübayaa, in’am, âdât, eda-yı düyun ve diğer müteferrik harcamalar teşkil etmektedir.[81] Masraflarda en büyük pay her zaman yeniçeri ve diğer kapıkulu askerlerinin mevaciblerine aittir. Nitekim burada ele alınan dönemde mevacib ödemeleri, sırasıyla ordu hazinelerinin umum masraflarının yuvarlak olarak %76, %65, %87 ve %65’ine tekabül etmekteydi. Mevacibin zamanında ve tam olarak dağıtılması önemliydi. Lütfi Paşa buna dikkat edilirse mağlubiyet olmayacağından bahsetmektedir.[82] Bu seferlerde, toplam 460.303.771 akçe mevacib dağıtılmıştır[83] teslimat başlığı altında, arpa, un, buğday, peksimet, tereyağı, koyun vb. yiyecek maddeleri; at, deve, katır, sığır gibi yük hayvanları, bunların yemleri ve her türlü koşumları, top arabaları ve top mühimmatı, hazine, defterhane, cephane levazımı, nakliye ücretleri vs. gibi çok çeşitlilik arzeden hususlar için yapılan masraflar toplanmaktadır. Mübayaa için yapılan harcamalar hil’at ve çeşitli kumaş alımlarına ödenen paralardan meydana gelmektedir. Sefer sırasında yararlık gösterenlere dağıtılan paralar in’am adı altında toplanır. Başta Sadrazam olmak üzere rütbelerine göre devlet adamlarına, acemi oğlanlarına ve yeniçerilere dağıtılan paralara ise âdât denilmektedir.[84] Hazine mali bakımdan zor duruma düştüğünde gerek orduda bulunan devlet adamlarından gerekse muhtelif vilayetlerin esnaf ve ileri gelenlerinden borç para alınmaktaydı. Daha sonra sıkıntı atlatıldığında bu paralar geri ödenirdi. Ruznamçe defterlerinde bu ödemeler “eda-yı düyun” olarak adlandırılır. Burada ele alınan dört sefer boyunca 24.638.409 akçe borç alınmış ve 29.814.362 akçe ödeme yapılmıştır.[85]

Ruznamçe defterlerine göre bu seferler için toplam 651.108.520 akçe sarf edilmiştir.[86]

III. Askerî Organizasyon ve Seferberlik

Kuruluş döneminde düzenli bir ordusu bulunmayan Osmanlı Devleti’nde savaşlar, Osman Bey’in yakın arkadaşları olan tamamen atlı aşiret kuvvetleri ve gazilerle gerçekleştirilirdi. Dellallar vasıtasıyla belli bir merkezde toplanan bu kuvvetler savaş bitiminde tekrar işlerinin başlarına dönerlerdi. Ancak zamanla sınırların genişlemesi ve savaşların artması düzenli bir ordunun kurulmasını zaruri kılmıştı. Böylece I. Murad zamanında Çandarlı Kara Halil’in teklifiyle Yeniçeri teşkilatı kurulmuştur.[87]

İstanbul’da bulunan kışlalarda ikamet eden kapıkulu askerleri, III. Murad zamanına kadar padişahla birlikte sefere katılırlar, padişahın bizzat icra etmediği seferlere gitmezlerdi. Ancak bu tarihten sonra bu usulden vazgeçilerek sadrazam ve serdar-ı ekrem maiyetinde de seferlere katılmaya başlamışlardır. Ordunun esas nüvesini de merkezden tayin edilen kapıkulu askerleri oluştururdu. Muhafaza ve daha başka sebeplerle İstanbul dışında bulunan yeniçerilere hükümler gönderilerek belirlenen tarih ve menzilde orduya katılmaları emredilirdi.[88] Merkezdeki yeniçeriler savaş zamanı kul kethüdası tarafından harb nizamına sokulurken[89] taşrada bulunanların sefere iştirakleri umumiyetle kadılar vasıtasıyla[90] bazen de beylerbeyi, sancakbeyi gibi ümera vasıtasıyla[91] temin edilmeye çalışılırdı. Memur oldukları halde sefere gelmeyenler için tehdidi havi hükümler gönderilirdi.[92]

Merkezi kuvvetleri teşkil eden kapıkulu askerleri yeniçerilerin dışında, cebeci, topçu, top arabacı ve kapıkulu askerlerinin süvarilerini oluşturan sipah, silahtar, sağ ve sol ulufeciler, sağ ve sol gariplerden meydana gelmekteydi. Altı bölük halkı savaş zamanlarında üzengi ağaları da denilen zabitlerin nezaretinde orduya katılırlardı. Taşrada bulunan altı bölük efradı ise ağaları tarafından bulundukları yerlerin kadılarına mektup yazılarak veya merkezden bölük çavuşları gönderilerek toplanılmaya çalışılırdı.[93]

Bu döneme ait mühimme ve ahkam defterleri tedkik edildiğinde, aslında merkezi kuvvet olan kapıkulu askerlerinin bile toplanmalarının devleti bir hayli meşgul ettiği görülür. Öyle anlaşılıyor ki artık sefer için asker toplamak pek kolay olmamaktadır.

Kapıkulu askerlerinin haricinde orduda muharib kuvvetler olarak eyalet askerleri, kırım kuvvetleri ve ekrad ümerasına bağlı birlikler de bulunmaktadır. Tımarlı sipahilere yanlarında tam techizatlı cebelüleriyle birlikte belli menzillerde orduya katılmaları emredilirdi. Küçük yerleşim birimlerindeki eyalet askerleri, çeribaşılar vasıtasıyla toplanıp alaybeyine, alaybeyi sancak beyine ve nihayet sancakbeyi beylerbeyine ulaştırırdı.[94] Böylece İstanbul’dan yola çıkan ordu yol boyunca yukarıdaki zümrelerin iltihakıyla giderek kalabalıklaşmaktadır. Savaşların aynı anda iki cephede birden yapılması durumunda ise işler daha da zorlaşır. Sefer masrafları için daha fazla kaynak seferber edilmek zorunda kalındığı gibi muharib ve yardımcı kuvvetlerinde ikiye taksimi zarureti doğardı. I. Ahmed devri İran harblerinde, yukarıda yazılan askeri zümreler haricinde ulufeli olarak Fransız menşe’li askerler de kullanılmıştır. Bunlar kaynaklarda “taife-i efrencan-ı Fransa”, “efrenciyan-ı Fransa”,”cemaat-ı efrenciyan” gibi isimlerle anılırlardı.[95]

Top arabacıları ve cebeciler de yardımcı sınıf olarak sefere katılırlardı. Mehteran-ı alem, mehteran-ı hayme, ıstabl-ı âmire hademeleri, Divan-ı hümayun katib, şagird, meşaleci ve sakaları, sarraçlar, cerrahlar, dellallar ve münadiler de orduya iştirak eden diğer yardımcı sınıflardır.[96]

Sefer sırasında askerlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere muhtelif meslek gruplarına mensup esnaf ve sanatkarlar da orduyla birlikte götürülürdü. Umumiyetle İstanbul, Edirne ve Bursa gibi büyük şehirlerden karşılanmaya çalışılan orducu esnafının[97] sayısı, ordunun mevcuduyla yakından alakalıdır.[98] Efradın manevi ihtiyaçlarının karşılanması için ise vaiz, nasih ve şeyh gibi dini kimlikleri ön planda olan şahısların da seferlere iştirak ettikleri anlaşılmaktadır.[99] Bunlar zaman zaman yaptıkları vaaz ve nasihatlerle askeri savaşa hazırlarlar, gaza ve cihad ruhunu canlı tutarlar ve orduda birtakım dini vecibelerin yerine getirilmesine yardımcı olurlardı.

Ordunun hareketinden evvel seferin istikameti kararlaştırılır, ordunun hangi yolu takip edeceği tayin edilir ve buna göre ordunun geçeceği yolların tamir ve bakımları yapılırdı. Kadıları gönderilen hükümlerden anlaşıldığına göre bu hususta yapılan işler, yolların temizlenip genişletilmesi, harap köprülerin tamiri, yeni köprü yapılması icap eden yerlere köprüler yapılması ve ordunun rahatça bulabilmesi için yol üzerine alametler konulması gibi faaliyetlerdi.[100] Ayrıca yol üzerine izinsiz olarak inşa edilen binalar da yıktırılırdı.[101]

Ordunun merkezden itibaren savaş alanına kadar olan hareketine yürüyüş denilmektedir. Emniyetli arazideki yürüyüş, yorucu olacağından alay tertibi ve harb nizamında yapılmazdı. Ancak hudut bölgeleri ve düşmanla karşılaşmanın her an muhtemel olduğu yerlerde gerek yürüyüş gerekse konaklama sırasında harb nizamının bozulmamasına dikkat edilirdi. Yürüyüş hazırlıkları gün ağarmadan meşale ışıkları altında başlar ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte harekete geçilirdi. Öğleye kadar yürüyen ordu bundan sonra istirahate çekilirdi. Yürüyüş ve hazırlıklar son derece sessiz ve disiplinli bir şekilde gerçekleştirilirdi. Ordunun sefere gidiş ve dönüşü sırasındaki intizam ve disiplini, geçtiği mahallerde yağma, tecavüz ve taarruzda bulunmaması, ordugahın ve efradın temizlikleri, karargahta hakim olan sükunet ve sessizlik Batılı müelliflerin nazar-ı dikkatlerini ve hayranlıklarını celb etmiştir.[102]

Konaklama mekanı seçiminde, hayvanlar için otlak ve ordu efradı için suyun mevcudiyeti etkili olur, bunun için de ekseri nehir kenarları tercih edilirdi. Savaş alanlarındaki konaklamada ise tabii istihkamların bulunduğu yerler aranırdı. Yürüyüş, konaklama ve muharebe sırasında padişah ve serdar-ı ekrem ordunun merkezinde bulunurlar, özellikle padişahın etrafı adeta bir kale gibi kuşatılarak korunurdu.

Savaş alanına yakın yerlerde ordu esas yürüyüş düzenine girerdi. Bir iki konak önde akıncı kuvvetleri, esas ordunun hemen önünde azebler, merkezde yeniçeriler ve kapıkulları, kanatlarda ise tımarlı sipahiler yer alırlardı. Savaş malzemeleri ve zahire ordunun arka tarafında bırakılır, orducu esnafı ve diğer yardımcı zümreler tarafından muhafaza edilirdi. Akıncı teşkilatının çöküşünden sonra genellikle Kırım kuvvetleri öncü olarak kullanılmışlardır.[103] Azeblerin yerine ise XVI. yüzyıldan itibaren topçular ve top arabacılarının aldıkları görülmektedir.[104]

Savaş öncesi ve savaş sırasında firar hadiselerine mani olmak için bir takım tedbirler alınırdı. Harb nizamındaki ordunun arkasında ve yanlarında elleri topuzlu birçok süvari çavuşu firar ve ricatlara mani olmakla görevlendirilirdi.[105] Ele geçen firariler ise en sert şekilde cezalandırılırdı.[106] XVI. yüzyıl sonu ve XVII. yüzyıl başlarında uzun yıllar devam eden savaşların sebebiyet verdiği bıkkınlık ve bozulan disiplin firar hadiselerinin artması sonucunu doğurmuştur. Firariye verilen cezalar dirliğinin veya ulufesinin kesilmesi ve mallarının miri için kabz olunmasından başlayıp mucib-i ibret olmak üzere idamlarına kadar varmaktadır.[107]

Seferin bir yılda tamamlanamaması durumunda ordu terhis edilmez, efrad ve hayvanlar bir sonraki yıl daha erken toplanabilmeleri için savaş mahalline yakın güvenli bölgelere dağıtılarak kış mevsimini burada geçirmeleri istenirdi. Böylelikle mesafenin uzaklığından kaynaklanacak ekstra masrafların önüne geçilecek ve zaten kısa olan sefer mevsimi daha verimli bir şekilde değerlendirilebilecektir. Ancak kışlak uygulamasının, gerek kışlak tayin edilen yerlerin idarecilerini gerekse devlet merkezini bir hayli uğraştırdığı anlaşılmaktadır. Askerlerin kışlaklara dağıtılmasında, buraların nüfus ve hane sayısı, zenginlik ve fakirlik durumları göz önünde bulundurulurdu. Kışlak uygulaması umumiyetle reayaya mükellefiyet olarak yüklenirdi.[108] Kışlaklara tayin edilen efrada ise kışlakçı reayaya kötü davranmamalarına, tayin edilenden fazla erzak ve zahire istememelerine, almak istedikleri şeyleri parasını ödemek suretiyle almalarına dair çok sıkı tenbihatta bulunulur; zabitlerine ise askerlerini kışlaklara ber-vech-i adalet tevzi etmeleri, bunları her zaman zabt u rabt altında tutup halkı himayeleri emredilirdi.[109]

Alınan bütün tedbirlere rağmen kışlak mahallinin ahalisi ve idarecileri bazen kışlakçıları memleketlerini sokmak istemezler bazen de kendileri memleketlerini tamamen terk ederek başka mahallere kaçarlardı.[110]

Batı tarafına yapılan seferlerde kışlak olarak genellikle Belgrad ve civarı kullanılırken şark seferleri için tercih şansı daha fazladır. Bu seferlerde başta Erzurum olmak üzere Haleb, Diyarbekir, Musul, Sivas, Trablusşam, Urfa, Antep, Maraş, Karahisar-ı şarki gibi vilayetler ve buralara tabi nahiye ve köyler kışlak mahalleri olarak kullanılan yerlerdir.

Yrd. Doç. Dr. Ömer İŞBİLİR

Mimar sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 151-158


Dipnotlar:
[1] Feridun Emecen, “Gazaya Dair-XIV. Yüzyıl Kaynakları Arasında Bir Gezinti” Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, İstanbul 1995, s. 191-197.
[2] Bruce Mc Gowan “Osmanlı Avarız-Nüzül Teşekkülü 1600-1800” VIII. Türk Tarih Kongresi, (Ankara 11-15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, II, Ankara 1981, 1327.
[3] Lütfü Güçer, XVI. -XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 76.
[4] Mesela bakınız BA, MD, LXXIX, s. 162/401.
[5] BA, MD, LXX, s. 49, 103; BA D. MKF, s. 4/33; BA MD. LXXVIII, s. 477/1226; BA MD, LXXX, s. 518/1222.
[6] Ömer İşbilir, XVII. Yüzyıl Başlarında Şark Seferlerinin İaşe, İkmal ve Lojistik Meseleleri (Basılmamış Doktora Tezi) İstanbul 1997, s. 11.
[7] Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, s. 123/124, not 40; a. mlf, “Kayacık Kazasının Avarız Defteri” Tarih Enstitüsü Dergisi, XII, İstanbul 1982, s. 159/160.
[8] İşbilir, s. 13.
[9] M. Yaşar Ertaş, Mora’nın Fethinde Osmanlı Sefer Organizasyonu (1714-1716), Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2000, s. 84-85.
[10] İşbilir, s. 25.
[11] İsmet Miroğlu, “Osmanlı Yol Sistemine Dair”, TED, sayı. 15, İstanbul 1997, s. 241-242; Yusuf Halaçoğlu, “Anadolu (Ulaşım ve Yol Sistemi) DİA, III, İstanbul 1997, s. 127.
[12] İşbilir, s. 27.
[13] BA.MD, LXXXI, 265/601.
[14] Hans Georg Majer, “XVII. Yüzyıl Sonlarında Avusturya ve Osmanlı Ordularının Seferlerdeki Lojistik Sorunları”, Osmanlı Araştırmaları, II, İstanbul 1981, s. 193.
[15] BA. MD, LXXVIII, s. 664.
[16] BA. MD, LXXVIII; s. 605; D. BŞM, nr: 6/86.
[17] BA. D, BŞM, nr: 5/17.
[18] Msl. bk. BA. MAD, nr: 3260, s. 108.
[19] BA. MD, LXXVIII, s. 70/187; BA. MAD, nr: 3260, s. 2, 97; BA. A. DVN. MHM. Nr: 939, s. 17.
[20] BA. MAD, nr: 2011, s. 163.
[21] BA. MAD, nr: 539, s. 7; BA. MD. LXXIX, s. 94/235.
[22] BA. MAD, nr: 539, s. 2, 7; BA. MAD, nr: 2001, s. 51-53, 58.
[23] M, Yaşar Ertaş, “Osmanlı Devleti’nde Sefer Organizasyonu”, Osmanlı, VI, Ankara 1999, s. 592-593. Not: 38.
[24] İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1943, s. 373.
[25] Luigi Marsigli, Osmanlı İmparatorluğu’nun Zuhur ve Terakkisinden İnhitatı Zamanına Kadar Askeri Vaziyeti (trc. M. Kaymakam Nazmi), Ankara 1934, s, 188-189.
[26] Rhoads Murpay, The Function Of The Ottoman Army Under Murad IV (1623-1639, 1032-1049) (Basılmamış Doktora Tezi), I, Chicago1979, s. 125.
[27] Caroline Finkel, The Administration Of Warfare: The Ottoman Military Campaigns in Hungary, 1593-1606, Vien 1988, s. 174-178.
[28] Ertaş, Mora, s. 123 vd.
[29] Van Kalesi muhafızlarına günlük verilen toplam et miktarı için bk. BA. MAD. nr: 3260, s. 45; Bu sırada Van Kalesi’nde bulunan yeniçeri adedinin tesbiti için bk. BA. D. BRZ, nr: 20661, s. 124.
[30] Ertaş, Mora, s. 125-127.
[31] BA. MAD, nr: 2011, s. 176-178, 182-183; BA. MAD, nr: 3260, s. 53; BA. MAD, nr: 539, s. 407.
[32] BA. MD, LXXIX, s. 13/33.
[33] BA. KK, nr: 1794, s. 10; BA. KK, nr: 1902, s. 32, 44, 93, 177.
[34] BA. MD, LXXVIII, s. 188, 228, 552.
[35] BA. KK, nr: 1902, s. 95; BA. MAD, nr: 7174, s. 6-7.
[36] BA. MAD, nr: 7174, s, 28.
[37] BA. MAD, nr: 7174, s. 6-7.
[38] Aynı defter, s. 20-28; BA. MAD, nr: 2011, s. 92-94; BA. BEO, Sadaret Defterleri, nr: 435, s. 20-23.
[39] İşbilir, Şark Seferleri, s. 43, ta. lo X.
[40] Uzunçarşılı, Kapıkulu, I, s. 254.
[41] İşbilir, s. 47-48.
[42] BA. MAD, nr: 539, s. 211-220.
[43] BA. KK, nr: 71, s. 255. Ayrıca bk. Marsigli, s. 188.
[44] Finkel, a.g.e., s. 169-170.
[45] Arpa, darı, çavdar unundan değil, buğday unundan pişirilmesine dair bk. BA. MAD, nr: 539, s. 3; Peksimet numunesi istendiğine dair bk. BA. MAD, nr: 3260, s. 104; iyice kurutulmasına dair bk. BA. MD, LXXIX, s. 87/220.
[46] BA. MD, LXXVI11, s. 70/186.
[47] BA. MAD, nr: 539, s. 8, 195; BA. MAD, nr: 2011, s. 162.
[48] Marsigli, s. 188.
[49] Ertaş, Mora, s. 115.
[50] BA. MAD, nr: 539, s. 8, 195; BA. MAD, nr: 2011, s. 162-163; BA. MAD, nr: 3260, s. 104-105, 130.
[51] BA. MAD, nr: 539, s. 91-99; BA. MAD, nr: 2011, s. 176-178.
[52] BA. KK, nr: 1902, muhtelif yerler.
[53] Topçular Katibi Abdülkadir Efendi, Tarih (Basılmamış Doktora Tezi, Haz. Ziya Yılmazer) İstanbul 1990, s. 461.
[54] Keza, s. 508.
[55] Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münesebetleri, İstanbul, 1993, s. 33-35.
[56] BA. KK, nr: 71, s. 208.
[57] Topçular Katibi, s. 508.
[58] BA. KK, nr: 71, s. 234, 270-271; BA. MD, LXXVI11, s. 289, 604-605, 638, 726, 8033, 848
[59] BA. MD, LXXVI11, s. 289.
[60] Topçular Katibi, s. 507.
[61] Trabzon’dan Bayburd’a nakl edilen arpa miktarı ve nakliye ücretleri için bk. İşbilir, s. 60.
[62] BA. MAD, nr: 3260, s. 125.
[63] BA. MD, LXXIX, s. 88/224; BA. KK, nr: 71, s. 294; BA. MD, LXXVIII, s. 190.
[64] BA. MD, LXXVI11, s. 192, 491.
[65] BA. MAD, nr: 3260, s. 125.
[66] Aynı defter, s. 116; BA. MAD, nr: 2030, s. 4.
[67] Mehmet Genç, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş”, Yapıt, Toplumsal Araştırmalar Dergisi, sayı 49/4, Nisan-Mayıs 1984, s. 56.
[68] Majer, s. 186-188.
[69] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara 1948, s. 370.
[70] BA. MD, LXXV, s. 20/247, 88/174, 121/250, 243/541.
[71] Topçular Katibi, s. 312.
[72] BA. MAD, nr: 3260, s. 41, 51, 132; BA. MD, LXXIX, s. 515/1312.
[73] BA. MAD, nr: 3260, s. 130; BA. MAD, nr: 2030, s. 8-9.
[74] BA. MD, LXXIX, s. 106/267.
[75] Topçular Katibi, s. 478.
[76] BA. MAD, nr: 15654, s. 1-19.
[77] Ruznamçe defterleri hakkında bk. Halil Sahillioğlu, “Ruzname” Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri 30 Nisan-2 Mayıs 1986 Bildiriler, İstanbul 1988, s. 113-139; Nejat Göyünç, “Tarih Başlıklı Muhasebe Defterleri”, Osmanlı Araştırmaları X, İstanbul 1990, s. 1-37; a. mlf, “XVI. Yüzyılda Türk Askeri Tarihi İle İlgili Yeni Kaynaklar” Birinci Askeri Tarih Semineri Bildiriler, I, Ankara 1983, s. 121-128.
[78] Bu dönem harblerini ihtiva eden ruznamçe defterleri şunlardır: BA. D. BRZ, nr: 20645, BA. D. BRZ, nr: 20661, BA. KK, nr: 1794, BA. KK, nr: 1902.
[79] Tafsilat için bk. İşbilir, s. 72 vd.
[80] İşbilir, s. 110.
[81] Keza, s. 112 vd.
[82] Lutfi Paşa, Asafname (Neşr. Mübahat S. Kütükoğlu), Prof. Dr. Bekir Kütükoğlun’a Armağan. İstanbul 1991, s. 87.
[83] İşbilir, s. 158.
[84] Adetler hakkında tafsilat için bk. İşbilir, s. 143 vd.
[85] Keza, s. 14
[86] Keza, s. 160.
[87] Abdülkadir Özcan, “Osmanlı Askeri Teşkilatı” Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, (Ed. E. İhsanoğlu) I, İstanbul 1994, s. 339; Mücteba İlgürel, “Yeniçeriler”, İA, XIII, s. 386; Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, s. 2.
[88] BA. MD, LXXVIII, s. 818, 333/865; BA. MD, LXXIX, s. 265/665; BA. KK, nr: 71 s. 374; BA. MD, LXXXI, s. 157/348.
[89] Özcan, a.g.m., s. 341.
[90] BA. MD, LXXIX, s. 149/371, 258/644, 260/652, 274/687; BA. KK, nr: 71, s. 502.
[91] BA. MD, LXXIX, s. 262/657; BA. KK, nr: 70, s. 19.
[92] BA. KK, nr: 70, s. 230; BA. MD, LXXIX, s. 210/522, 252/630, 260/653, 330/831, 370/939, 465/1160; BA. MD, LXXXI, s. 52/116-118.
[93] BA. MD, LXXVIII, s. 288, 297, 541, 745; BA. MD, LXXIX, s. 142/354; BA. KK, nr: 71, s. 598.
[94] Abdülkadir Özcan, “Çeribaşılık Müessesesi”, MSÜ, Fen/Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı 1, İstanbul 1991, s. 197; Ayn Ali, Kavanin-i Âl-i Osman der-hulasa-i mezamin-i defter-i Divan (neşr: Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, IX, İstanbul 1996, s. 25-68), s. 64; Sofyalı Ali Çavuş Kanunnamesi (Haz. Mithat Sertoğlu) İstanbul 1992, s. 20.
[95] BA. D. BRZ, nr: 20661. s. 32, 152, 162, 233, 245, 260, 271, 303, 325; BA. KK, nr: 1794, s. 17, 20, 50, 60, 86, 171; BA. KK, nr: 1902, s. 32, 41, 91, 131. Ayrıca bu zümrenin Osmanlı Devleti maiyetine girişleri için bk. Caroline Finkel, “French Mercenaries in The Habsburg-Ottoman War Of 1593-1606: the desertion of the Papa Garrison to the Ottoman in 1600”, Bulletin Of The School Of Oriental and African Studies, University Of London, C. bölüm, part 3, 1992, s. 453 vd.
[96] I. Ahmed devri İran harblerine iştirak eden ulufeli muharib ve   yardımcı kuvvetlerin mevcudları için bk. İşbilir, s. 209-213, tablo LII-LV.
[97] Topçular Katibi s. 509; BA. KK, nr: 70, s. 80, 270; BA. MD, LXXVIII, s. 532.
[98] Mesela 21 M 1018 tarihinde İstanbul kadısına yazılan hükümde şark seferi için hangi zümrelerden ne kadar orducu hazırlaması gerektiği bildirilmektedir: BA. KK, nr: 71, s. 255.
[99] BA. KK, nr: 1902, s. 231; BA. D. BRZ, nr: 20645, s. 51.
[100] BA. Mühimme Zeyli nr: 8, s. 2/7; BA. MD, LXXXII, s. 131/281; BA. MD, LXXXVII, s. 73, 82.
[101] BA. A. DVN. MHM, nr: 940, s. 105.
[102] Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, II, s. 259; V. J. Parry, “İslam’da Harb Sanatı” (trc. Erdoğan Merçil ve Salih Özbaran) TD, sayı 28-29, İstanbul 1974-75, s. 211-212.
[103] Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, II, s. 255.
[104] “Kitabu mesalihi’l-müslimin ve menafi’ü’l-mü’minin” (neşr: Yaşar Yücel) Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar, Ankara 1988, s. 97-98, 101; Topçular Katibi, s. 319, 469.
[105] Orhan F. Köprülü, “Çavuş”, DİA, VIII, s. 237.
[106] Topçular Katibi, s. 468.
[107] BA. MD, LXXV, s. 165/359; Sâfî, Zübdetü’t-tevarih, II, vr. 49a-49b; Peçuylu, Tarih, II, s. 265-266; Topçular Katibi, s. 321.
[108] BA. MAD, nr: 3260, s. 85, 89, 91, 98, 102-104, 107, 123, 139, 143.
[109] BA. MD, LXXIX, s. 371/943, 426/1072.
[110] BA. MD, LXXIX, s. 360/910, 426/1072, 435A/1148, 484/1243
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.