Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler

0 14.362

Prof. Dr. Baha TANMAN

Osmanlı mimarisi tarihinde tarikat yapılarının diğer yapı türlerine oranla az incelenmiş olduğu dikkati çeker. Bu çalışmamızda tarikat yapılarının, terminolojiye ve mimari tanımlanmaya ilişkin bazı sorunları, içerdikleri fonksiyonlar ve bunun doğurduğu mimari program ele alınmış, ayrıca yerleşim düzenlerine bağlı bir tipoloji teklifi getirilmiş; ancak yazının sınırları dikkate alınarak, söz konusu yapıların barındırdığı çeşitli birimlerin tasarım ve bezeme özelliklerine değinilmemiştir.

1. Terminoloji Sorunu

Osmanlı dönemi tarikat yapıları çeşitli terimlerle ifade edile gelmiştir. Bunlardan “gülşenîhane, kadirîhane, kalenderhane ve mevlevîhane” yapının belirli bir tarikata ya da zümreye aidiyeti, “âsitâne” ve “zâviye” ise yapıların, bağlı bulundukları tarikat içindeki statülerini belirler. Belirli bir tarikatın/tarikat kolunun merkezi olan âsitâneler, genellikle tarikat kurucularının türbelerini barındırdığından “pîr evi/pîr makamı/huzur-u pîr” sıfatını da taşırlar. Zâviyeler ise âsitânelere bağımlı tarikat tesisleridir.[1] “Dergâh”, “hankah” ve “tekke” ise ne belirli bir tarikata, ne kuruluş amacını yansıtan bir fonksiyon şemasına, ne de bunların doğurduğu bir mimari tipe tekabül eder.[2] Erken dönemde “buk’a” ve “imaret” gibi muğlak terimlerin de devreye girmesiyle ortaya çıkan bu terminoloji karmaşası içinde yalnızca “tekke” terimi diğerlerinden çok daha yaygın ve “kapsayıcı” biçimde kullanılmakta, tam teşekküllü âsitânelerden en mütevazı zâviyelere kadar her türlü tarikat yapısını ifade edebilmektedir.[3]

2. Mimari Tanıma İlişkin Sorunlar

“Osmanlı tekkesini” tanımlarken karşılaşılan bir başka sorun da, bu tanımın, devletin siyasî kimliğiyle birlikte mimarinin geçirmiş olduğu evrelere bağlı olarak değişmesidir. Örneğin, devletin henüz Türkmen beyliği kimliğini koruduğu, erken döneme (1300-1453) ait kimi tekkelerle, siyasî ve sosyo-ekonomik şartların güçlendirdiği fütüvvet kurumuyla bağlantılı tabhaneli/zâviyeli camiler arasında belirgin bir yakınlık gözlenir. Selçuklu Dönemi’nin kapalı avlulu medreseleri ve hankahlarına[4] bağlanan bu yapıların yanı sıra, aynı dönemden kaynaklanan iki birimli türbe-zâviye yapıları da varlığını korumuştur. İstanbul’un fethinden 1740’lara kadar uzayan klasik üslup döneminde, erken dönemin tekke tipleri ortadan kalkmakta; buna karşılık, fonksiyon şeması bakımından, dönemin simgesi olan “cami merkezli” külliyelere yaklaşan mescit-tekke veya cami-tekke türünde kuruluşlar yaygınlaşmakta; bazı tekkelerde de, yine klasik dönemde olgunlaşan açık avlulu medrese şemasının türevleri kullanılmaktadır. Lâle Devri’yle başlayan batılılaşma (ıslahat) döneminde-cephe düzenlerinde, mimari ayrıntılarda ve süsleme programında gözlenen Batı etkilerine rağmen-klasik dönemde geçerli olan şemalar sürdürülmüş; ayrıca, geç dönem sivil mimarisiyle kaynaşan, diğerlerinden farklı bir tekke tipi ortaya çıkmıştır.

Diğer bir sorun da, Osmanlı kültür kimliğini benimsemiş olan Anadolu-İstanbul-Rumeli kuşağında, başkentten uzaklaştıkça keskinleşen yerel üsluplara rağmen, tekkeler için de geçerli olan ortak bir “mimari dilden” söz edilebilmesi; buna karşılık, Osmanlı-öncesi gelenekleri sürdüren bölge üsluplarının egemen olduğu Arap eyaletlerinde, çoğunlukla Osmanlı mimarisinin kapsamına girmeyen sûfî tesislerinin gözlenmesidir.

Başka amaçlarla tasarlandığı halde sonradan, eski kaynaklarda “vaz’-ı meşihat” (şeyhlik konulması) olarak anılan usulle tekkeye dönüştürülmüş yapıların varlığı da göz ardı edilmemesi gereken diğer bir husustur. İstanbul’da, özgün tekkelerin yanında önemli bir yekûn tutan bu “dönme tekkelerin” bir kısmı fetihten sonra cami-tekkeye dönüştürülmüş olan Bizans manastırları ve kiliseleridir.[5] Meşihat konulan yapılar arasında camilere, mescitlere, konutlara, dârülhadis türünden eğitim yapılarına, hatta İstanbul-Sultanahmet’teki Düğümlü Baba Tekkesi[6] gibi, bazen bir sarayın (İbrahim Paşa Sarayı) altyapısına rastlanabilmektedir. Sonuçta, dönem, bölge ve yapının özgün işlevi gibi etkenler dikkate alınmaksızın, tek ve değişmez bir “Osmanlı tekkesi” tanımı yapabilmenin pek mümkün olmadığı söylenebilir.

3. Fonksiyon Şeması ve Mimari Program

Osmanlı dönemi tekkelerinde teşhis edilen mimari programın temelinde söz konusu tesislerde ihtiyaç duyulan fonksiyonlar yatmaktadır. Bunlar önem sırasına göre, ibadet, eğitim, ziyaret, barınma, beslenme, temizlenme ve ulaşım olarak sıralanabilir. Bunların (özellikle ilk ikisinin) iç içe geçerek bir bütün oluşturduğu ve çoğunlukla aynı mekânlarda cereyan ettiği, önemle vurgulanması gereken bir husustur. Fonksiyon şemasındaki bu özellik tekkelerdeki eğitim sisteminin, gerek geleneksel medrese eğitiminden gerekse de Batı kökenli laik eğitimden farklı, ağırlığın kuramdan ziyade uygulamaya verildiği, talibe “birtakım şeyler öğretmekten” çok onu “değiştirerek kemâle erdirmeyi” amaçlayan, dolayısıyla “tahsil edilerek” değil ancak “yaşanarak” elde edilebilen ve dervişle şeyhi arasında “sır” olan initiatique bir eğitim türü olmasından kaynaklanır. Sûfîlerce “seyr ü sülûk” olarak anılan bu eğitim, muhabbet, ibadet, hizmet, sohbet, tefekkür, halvet, cezbe gibi, birbirleriyle bağlantılı unsurlardan oluşur.

Bektaşî tekkeleri ve bağımsız mescitleri olan mevlevîhaneler dışında, tekkelerde vakit namazlarının kılındığı, “âyin, âyin-i şerif, âyin-i evliyaullah, mukabele” olarak anılan tarikat ritüelinin icra edildiği, mevlevîhanelerdeki Mesnevî şerhleri gibi, ders türünden faaliyetlerin yürütüldüğü, çeşitli “cemiyetlerin”[7] düzenlendiği, ibadeti ve eğitimi kaynaştıran âyin birimleri Bektaşîlerce meydan/meydan evi (Res. 1), Mevlevîlerce semahane (Res. 2), diğer tarikatların mensuplarınca tevhidhane (Res. 3) olarak adlandırılmıştır.[8] Yalnız mevlevîhanelere özgü olan, sabahları “murakabe”nin gerçekleştirildiği meydan-ı şerif; Bektaşî tekkelerinde, tarikat eşyasının saklandığı kiler evi, ayrıca halvet uygulamasının gözlendiği tarikatların yapılarındaki halvethane de[9] bu meyanda sayılabilir. Tarikat pîrlerinin, postnişinlerinin, bunların aile bireylerinin ve bazı ileri gelen mensupların gömülü oldukları türbe; ayrıca dervişlerin ve muhiplerin kabirlerini barındıran hazire tekkelerde karşılaşılan ziyaret birimleridir.

Barınma birimleri, sivil mimaride olduğu gibi, harem (Res. 4) ve selâmlık olarak adlandırılan iki ana kesimde toplanır. Harem, şeyhin ailesiyle birlikte yaşadığı, ayrıca tekkeye gelen hanımların ağırlandığı bölümdür. Şeyhlerin, gelenek veya vakfiye şartı gereği evlenmediği tekkelerde[10] harem dairesine “şeyh ikametgâhı” adını vermek daha doğrudur. Kapsamı bir iki odalı mütevazı konuttan mükellef konağa kadar gidebilen tekke haremleri salt barınma bölümleri olarak değerlendirilmemelidir. Zira “valide bacı, bacı sultan, şeyh ana” gibi lakaplarla anılan ve erkek kadın bütün dervişlerin “manevî annesi” konumunda olduğu için tekke hayatında -ilk bakışta görülmeyen- büyük bir ağırlığı bulunan şeyh hanımları, sohbet ve zikir gibi faaliyetlerini harem bölümünde yoğunlaştırmaktadır. Tekkeye bağlı olan veya misafir olarak gelen hanımların tekke teşrifatını (hurde-i tariki) ve tarikat hayatının kolektif yönünü uygulamalı olarak öğrendiği yer burasıdır. Harem bölümlerinde, sofalar, odalar ve helâ-abdestlik birimlerinin yanı sıra, tekkenin büyük mutfağından ayrı küçük bir harem mutfağı, küçük bir hamam ya da gusülhane de bulunur.

Şeyh odası, meydan odası, zâkirbaşı odası, kahve ocağı gibi bölümlerden oluşan selâmlık ise birçok fonksiyonu bünyesinde toplar. Şeyh odası postnişin tarafından erkek misafirlerin ağırlandığı, tasavvuf? eğitimde önemli bir yeri olan sohbet ve meşk toplantılarının gerçekleştirildiği; meydan odası ise, dervişlerin kendi aralarında oturup sohbet edebildikleri mekânlardır. Mevleviyye dışındaki tarikatların âyinlerinde musikiyi idare eden zâkirbaşının dinlendiği, misafir kabul ettiği ve musiki meşklerinin yapıldığı, bu arada âyinlerde kullanılan musiki aletlerinin saklandığı birim zâkirbaşı odası olarak adlandırılmıştır. Kahve ocağı selâmlıkta sunulan kahvelerin kahve nakibi denetiminde hazırlandığı yerdir. Bunların yanı sıra, tekkede ikamet eden dervişler, birçok örnekte, selâmlığın içinde yer alan derviş hücrelerinde barınırlar. Geniş programlı tekkelerde, Bektaşîlerce mihman evi (mihman=misafir), diğer tarikat ehlince misafirhane veya mihmanhane denilen, seyyah dervişler başta olmak üzere, erkek misafirlerin ağırlandığı birimler de genellikle selâmlığın bünyesinde ele alınabilir. Mabeyin odası da selâmlık-harem bağlantısını kaçgöçün gereğine uygun biçimde sağlar. Dökümü yapılmış olan bu birimlerin tamamı, ancak tam teşekküllü büyük tekkelerin selâmlıklarında görülebilir. Boyutları ve mimari programı sınırlı olan tekkelerin selâmlıklarında çeşitli faaliyetler çok amaçlı bir iki mekânda karşılanmaktadır.

Mevlevîhanelerde matbah-ı şerif, Bektaşî tekkelerinde aş evi (Res. 5) olarak adlandırılan ve erkeklerin denetiminde olduğu için, örneklerin büyük çoğunluğunda, selâmlığın bünyesinde ya da onunla bağlantılı olarak tasarlanan mutfak/matbah (büyük mutfak), tekkede barınanların yanı sıra çeşitli vesilelerle (haftalık âyinler, kandil geceleri, Ramazan iftarları, aşûre cemiyetleri vb. ) tekkede yemek yiyenler ve çevredeki yoksullar için yemek pişirilen mekândır. Mevlevîhanelerin matbah-ı şeriflerinde, ayrıca tarikata giren “nevniyazların” ilk eğitimleri ve sema meşkleri yapılır.

Öte yandan, harem halkının ihtiyacına cevap verecek ölçekte tutulan harem mutfağı, büyük mutfaktan dönme dolaplar aracılığıyla hareme aktarılan yemeklerin ısıtıldığı, hanımlar tarafından reçel, şurup, muhallebi türünden yiyeceklerin hazırlanabildiği küçük kapsamlı bir mutfaktı. Büyük mutfağın tamamlayıcısı olan, erzağın saklandığı, Bektaşî tekkelerinde erzak evi denilen kiler; ekmeğin pişirildiği fırın (Bektaşî tekkelerinde ekmek evi); topluca yemek yenilen, mevlevîhanelerde somathane adını alan taamhane/yemekhane; şerbetlerin hazırlandığı şerbethane; şehir dışındaki bazı tekkelerde görülen inek/koyun ahırı, kümes ve arı kovanı (Bektaşî tekkelerinde zenbûr evi) beslenmeye ilişkin diğer birimlerdir.

Selâmlık ve harem bölümlerinde yer alan hamam veya gusülhane; çeşitli abdest alma mahalleri (musluk dizisi, abdest teknesi, şadırvan); helâlar; çamaşırhane; su ihtiyacını karşılayan su haznesi, sarnıç ve kuyu temizliğe ilişkin birimleridir. Ulaşım çoğu zaman atla, merkeple veya atlı taşıtlarla sağlandığından, özellikle kırsal kesimlerde yer alan tekkelerde at ahırı (Bektaşî tekkelerinde at evi), varlığına ihtiyaç duyulan önemli bir birimdir. Ayrıca deniz kıyısında yer alan tekkelerde iskele ve kayıkhane bulunmaktadır. Tarikat faaliyetlerinin yanı sıra toplumun başka ihtiyaçlarına da cevap veren, “tarikat külliyesi” ölçeğindeki kimi tekkelerde, tekke hayatı ve tarikat mimarisiyle doğrudan ilişkisi olmayan muvakkithane, kütüphane, sıbyan mektebi, dârülkurra, çeşme, sebil türünden, talî fonksiyonların gerektirdiği birimlere yer verilmiştir.

4. Yerleşim Düzeni

Yerleşim düzenlerini yönlendiren etkenlerin başında tekkelerin fonksiyon şeması gelmektedir. Bu meyanda mescit-tekke veya cami-tekke niteliğindeki kuruluşlarda, aynı zamanda çevre halkının namaz kılmak için kullandığı âyin birimleri (mescit-tevhidhane/cami-tevhidhane) diğerlerinden kopartılarak “herkesin malı” olan bölüm, belirli bir mahremiyet gerektiren tekke hayatından soyutlanmaktadır. Aynı şekilde şeyhlerin, harem halkının, kadın ve erkek ziyaretçilerin, dervişlerin meydana getirdiği yoğun ve çok yönlü insan trafiğini olabildiğince kolaylaştırmak amacıyla âyin mekânı, selâmlık ve harem bölümlerine yaklaştırılmakta, çoğu zaman aralarında doğrudan bağlantı kurulmaktadır. Bu arada, kadın ve erkek trafiğinin çakışmaması, dönemin deyişiyle “kaçgöçe halel gelmemesi” için bağımsız bir kadınlar girişi ve mabeyin odası gibi tasarım öğeleri devreye sokulmakta, İstanbul’daki geniş kapsamlı tekkelerde bulunan hünkâr mahfilleri de bağımsız bir girişle donatılmaktadır. Öte yandan, şerbethanenin âyin birimleriyle bağlantılı olarak yerleştirilmesi; Bektaşî tekkelerinde kiler eviyle meydan evi arasında irtibat kurulması; saraylarda ve konaklarda olduğu gibi, erkek aşçıların denetiminde bulunan ve genellikle selâmlık kanadında yer alan mutfağın taamhane, selâmlık, harem ve meydan-ı şerif gibi, içinde yemek eyleminin gerçekleştirildiği bölümlere yaklaştırılması; tesisatı kolaylaştırmak amacıyla, su haznesinin, birlikte tasarlanan ıslak mekânların yakınına kondurulması ve buna benzer nice husus tekkelerin fonksiyon şemasını doğuran girift ilişkilerden, kısmen dinî, kısmen yerel adetlerden (örf-ü beldeden), ayrıca belirli bir rahatlık ve kullanışlılık (konfor) arzusundan kaynaklanmaktadır.

Tekkelerde mekânlar-arası ilişkileri biçimlendiren diğer bir önemli husus da tarikatların bünyesinden kaynaklanan bazı telakkiler ve bunların zaman içinde doğurmuş olduğu geleneklerdir. Örneğin, âyin mekânlarıyla türbeler arasında gözlenen ve Osmanlı dönemi tekkelerinin önemli bir kısmını diğer dinî yapılardan ayıran yakınlık, Sûfîlerin ölüme ve velîlere (Allah dostlarına) ilişkin telakkilerinden kaynaklamaktadır.[11]

Tekkelerin yerleşim düzenini yönlendiren etkenler arasında, arsanın topografyasını, boyutlarını, ana sirkülasyon arterleriyle olan ilişkisini, manzaraya açılışını, komşu parsellerdeki binaların yüksekliğini de saymak gerekir. Örneğin az eğimli bir arsada, tekkeyi oluşturan bölümler icabında aynı kitle içinde toplanabilmekte ya da söz konusu kitle kademeler halinde eğime uydurulmakta; buna karşılık eğim arttığında istinat duvarlarıyla oluşturulan setler üzerine bağımsız binalar olarak yerleştirilmektedir. Ayrıca, İstanbul-Beşiktaş’taki Yahya Efendi Tekkesi[12] (1538civ. ’1925) gibi bazı örneklerde, âyin birimini manzaraya açabilmek için-genel olarak gözlenenin aksine-türbe bu mekânın kuzeyine (arkasına) çekilmiştir. İstanbul-Bahçekapı’da, çok katlı ticaret yapılarının kuşattığı Yıldız Dede Tekkesi’nde[13] (XIX. yy. 4. çeyreği), bütün bölümlerin iç içe geçtiği son derecede organik ve karmaşık bir tasarıma gidilmesi, ayrıca mekânları aydınlatabilmek ve havalandırmak amacıyla aydınlık feneri ve havalandırma bacası gibi çözümlere başvurulması da çevre etkenine ilişkin ilginç bir örnek oluşturmaktadır.

Diğer taraftan tekkelerin, vakıf veya bağış yoluyla sahip oldukları gelir kaynakları yapıların hacmini, mimari programını, inşaat ve bezeme kalitesini büyük ölçüde etkilemektedir. Ayrıca Türk İslâm mimarisinde yüzyıllar içinde şekillenmiş birtakım şemalar, bunların yanı sıra tekkelerin inşa edildikleri dönemde Osmanlı mimarisine egemen olan üslup da tasarımı ve süslemeyi biçimlendiren etkenler arasındadır.

5. Sınıflandırma Sorunu ve Yerleşim Düzenine Dayalı Bir Tipoloji Denemesi

Osmanlı dönemi tekkeleri, farklı ölçütler kullanılarak çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. İlk akla gelen, bu sınıflandırmayı, tekkelerin bağlı oldukları tarikatlara göre yapmaktır. Belirli bir zaman diliminde, Osmanlı dünyasındaki tasavvufî hayatın niteliğini araştırmak açısından ilginç olabilecek bu sınıflandırma mimarlık tarihi açısından birtakım sakıncalar içerir. Şöyle ki, tasarımında, bağlı bulunduğu tarikata özgü simgelerin birinci derecede etkili olduğu sınırlı örnek dışında, tekkelerin büyük çoğunluğunda yerleşim düzeni ve tasarımın anahatları, “tarikatlar üstü” bir nitelik arz eden fonksiyon şemasına bağlanır. Kaldı ki tekkelerin önemli bir kesimi, kuruluşunu izleyen yüzyıllar içinde çeşitli tarikatlar arasında el değiştirmiş, birçok yeniden yapım, onarım, tadilat ve ekleme sonucunda yığışımlı (cummulatif) bir mimari kimliğe sahip olmuş, bu aşamaların bazıları da, söz konusu tekkelerin farklı tarikatlara ait oldukları zaman dilimlerinde gerçekleşmiştir.

Osmanlı tekkelerini âsitâneler ve zâviyeler olarak sınıflandırmak da mimari özelliklerin tanımlanması açısından yanıltıcı olmaktadır. Başta değinilen sebeplerden ötürü, mevlevîhaneler dışında, âsitâne-zâviye ayırımı çoğu zaman mimari programa ve tasarıma pek fazla yansımamakta, icabında iktisadî altyapı ve sosyal çevre bakımından güçlü olan bir zâviyenin, idarî açıdan tabi olduğu âsitâneyi gölgede bırakabildiği gözlenmektedir.[14]

Sonuçta, Osmanlı tekkeleri için teklif ettiğimiz tipolojide, yerleşim düzenlerinin ölçüt olarak kabul edilmesi, örneklerin, içerdikleri bölümlerin birbirleriyle olan ilişkilerine göre gruplandırılması, mimari tarihi açısından daha tutarlı olacaktır. Osmanlı dönemi tekkelerini, yerleşim düzenlerine göre üç grupta toplamak mümkündür:

I. Grup

I. grubu oluşturan tekkeler yerleşim düzeni bakımından açık avlulu, revaklı Osmanlı medreseleri ve bunların bir türevi olan ortak avlulu cami-medrese gruplarıyla paralellik arz ederler. Sayıca sınırlı olan bu tekke tipinin yönetici sınıfa mensup baniler (padişah, valide sultan, sadrazam, şeyhülislâm, kapı/dârüssaade ağası vb. ) tarafından inşa ettirildiği dikkati çeker. Bunun rastlantı olmadığı, aynı zümre tarafından üretilen ve bir anlamda devletin “resmî” mimarisini temsil eden medreselerle aralarındaki benzerliği etkilediği söylenebilir.

Örneklerin hepsinde âyin birimiyle dervişlerin barınmasına ayrılmış olan hücreler üstü açık bir avlunun çevresinde toplanır. Avluyu bir, iki veya üç yönden kuşatan derviş hücreleri bazen (U) biçiminde yekpare bir kitle meydana getirmekte, bazen avlunun kuzeyinde, âyin biriminin mihrap- taçkapı ekseninde yer alan bir giriş tarafından (L) biçiminde iki kitleye bölünmekte, bazı örneklerde de avlunun bir kenarı boyunca uzanmaktadır. Tasarımın çekirdeğini oluşturan bu avlu, bir yandan tekke hayatının iç dünyasını meydana getirmekte, diğer yandan çevresinde sıralanan birimler arasındaki iletişimi kurmakta, ayrıca bütün bu hacimlerin aydınlanmasını ve havalandırmasını sağlamaktadır. Hücrelerin önünde, insan trafiğini güneşten, yağmurdan, kardan koruyan bir revak veya sundurma uzanır. Revak, tonoz ve kubbe gibi kâgir örtü birimleri ya da tek eğimli bir çatıyla (sakıf) donatılmaktadır.

I. gruptaki tekkelerde gözlenen diğer bir ortak özellik de, şeyh ailesinin ikametgâhı olan haremin, tekkede barınan (hücrenişin) ve hemen daima bekâr (mücerred) olan dervişlerin kullandığı ana binadan kopartılarak belirli bir uzaklıkta bağımsız olarak tasarlanmasıdır. Genellikle ahşap olan ve yapıldığı dönemin sivil mimari özelliklerini sergileyen harem binaları, yüksek duvarların “nâmahrem” gözlerden gizlediği bağımsız bir bahçe ile (harem bahçesi) donatılır. Ayrıca ana binanın merkezindeki avluya şadırvan veya bir dizi abdest musluğu yerleştirilir. Helâlar ise, malum sakıncalardan ötürü bağımsız küçük bir avlu etrafında toplanarak mümkün olduğunca ibadet, barınma ve yemek birimlerinden soyutlanmıştır.

Çoğunluğu bir külliyenin bünyesi içinde yer alırlar. Bu külliyelerin bazıları (İstanbul’da bulunan Koca Mustafa Paşa, Şeyh Vefa, Sokollu Mehmed Paşa, Piyale Paşa ve Atik Valide külliyeleri ile Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Külliyesi, ayrıca Eskişehir Mevlevîhanesi’nin ait olduğu Kurşunlu Cami Külliyesi ile Ankara Mevlevîhanesi’nin içinde yer aldığı Cenabî Ahmed Paşa Külliyesi) geniş kapsamlı, bazıları ise (İstanbul’daki Küçük Ayasofya, Bayram Paşa, Çorlulu Ali Paşa ve Hacı Beşir Ağa külliyeleri) dar kapsamlı yapı topluluklarıdır. Külliyelerde imaret ve hamam bölümleri mevcut ise, tekkede barınanlar da bu birimlerden yararlanmakta, dolayısıyla tekkenin mimari programında yeme- içme ve yıkanma ihtiyaçlarına cevap veren birimler yer almamaktadır. Aksi takdirde bu ihtiyaçlar tekkenin bünyesi içinde çözümlenmekte, mutfak, kiler, hamam veya gusülhane türünden servis birimleri bazı örneklerde avluyu kuşatan kitle içine alınmakta, bazılarda da bu kitleden bağımsız olarak tasarlanmaktadır.

Bu grupta toplanan tekkelerden bazılarında,[15] aynı külliyedeki medrese hücrelerinden farklı olarak, derviş hücrelerinin dışa kapalı tasarlandıkları dikkati çeker. Bu hususu, medrese ve tekke eğitimleri arasındaki nitelik farkının, başka bir deyimle tasavvufî hayatın gerektirdiği içe dönüklüğün tasarıma yansıması şeklinde değerlendirmek gerekir. Bütün bu ortak özelliklere rağmen, söz konusu tip kendi içinde iki alt gruba ayrılmaktadır.

I-A Alt Grubu

Bu alt grubu meydana getiren örneklerde, âyinlerin icra edildiği bölüm aynı zamanda herkesin kullanımına mahsus bir cami olarak tasarlanmış, söz konusu mekânın bu çift fonksiyonlu niteliği vakfiyelerde belirtilmiştir. “Cami-tekke” olarak nitelendirilebilen bu kuruluşların İstanbul’daki ilk örnekleri Şeyh Vefa Tekkesi’nde (1476/77-1490 civ. ), ayrıca Bizans dönemine ait dinî yapılar olup II. Bayezid döneminde, yeni fonksiyonları doğrultusunda tadil edilen ve ek yapılarla donatılan Küçük Ayasofya Tekkesi (1486-1490) (Çiz. 1) ile Koca Mustafa Paşa Tekkesi’nde (Halvetiyye-Sünbüliyye Âsitânesi) (XVI. yy. başı’1925) (Çiz. 2) karşımıza çıkar.[16] Aynı tasarım XVI. yüzyılda Konya Pirî Mehmed Paşa Zâviyesi (1523/24), Eskişehir Mevlevîhanesi (1524/25), Ankara Mevlevîhanesi (1565/66), yine İstanbul’dan Kasımpaşa Piyale Paşa Tekkesi (1573), XVIII. yüzyılda da Çemberlitaş’ta Çorlulu Ali Paşa Tekkesi (1707-1709) ile Edirnekapı dışında Mustafa Paşa Tekkesi’nde (1753) (Res. 6) devam ettirilmiştir.[17]

Şeyh Vefa Tekkesi ve Piyale Paşa Tekkesi gibi bazı örneklerde, avluyu kuşatan hücreler dervişlerle medrese talebesi arasında paylaştırılmış, ibadet mekânı üçüncü bir fonksiyonla donatılarak “cami-tevhidhane-dershane” olarak kullanılmıştır. Bu cami-tevhidhaneler, bazı örneklerde gözlenen ve tarikat erkânından kaynaklanan ek birimler hariç,[18] tasarım açısından Osmanlı cami mimarisinin kapsamına girmekte ve genellikle şadırvan avlusunun kıble yönünde bulunmaktadır. İki istisnaî örnek olarak Çorlulu Ali Paşa Tekkesi ile (avlunun batısında) Mustafa Paşa Tekkesi (avlunun doğusuna) verilebilir. Avluyu kuşatan hücrelerin oluşturduğu kitle/kitleler, yan avlu girişleriyle cami-tevhidhaneden kopartılmış, böylece tekke mensuplarının tasarrufu altında bulunmayan bu yapının çevreyle olan ilişkisi güçlendirilmiştir.

I-B Alt Grubu

Bu alt grupta yer alan örneklerde, ibadet ve âyin fonksiyonlarını karşılayan mescit-tevhidhane birimi, tekkede yaşayan dervişlerin, ayrıca muhiplerin ve âyinleri izlemeye gelenlerin (züvvârın) kullanımı için tasarlanmıştır. Klasik dönem üslubunu yansıtan örneklerden, Gebze Çoban Mustafa Paşa Tekkesi (1522), Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Tekkesi (vakf. 1531) (Çiz. 3), İstanbul-Kadırga Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi (1573/74 civ. ) (Çiz. 4) ile İstanbul-Üsküdar Atik Valide Tekkesi (1579) (Res. 7) sayılabilir.[19] Bunlardan son ikisi Koca Sinan’ın tasarladığı külliyeler içinde yer alır. Saraybosna Hacı Sinan Tekkesi (IV. Murad dönemi: 1623-1640) (Çiz. 5), İstanbul’dan Haseki Bayram Paşa Tekkesi (1634/35) (Çiz. 6) ile Eyüp Şeyhülislâm Tekkesi (1744/45) (Res. 8), Sinan-sonrası klasik üslup döneminde;[20] İstanbul’dan Bâbıâli Hacı Beşir Ağa Tekkesi (1745) (Çiz. 7) ile Fatih- Haydar Tâhir Ağa Tekkesi (Halvetiyye-Uşşakiyye/Salâhiyye Âsitânesi) (1760/61) (Çiz. 8) de Osmanlı barok üslubu içinde[21] bu tipin özelliklerini sürdürürler.

Mısır’da ve Libya’da I-B alt grubuna giren ve Anadolu-İstanbul-Rumeli kuşağı örneklerinden farklı özellikler sergileyen bazı yapılar ayrıca dikkate değer. Örneğin Mısır’daki ilk Osmanlı tarikat yapısı ve “tekke” olarak adlandırılan ilk sûfî tesisi olan Kahire İbrahim Gülşenî Tekkesi[22] (Gülşeniyye Âsitânesi) (1519-1524) (Çiz. 9a-b), yerel üslubu sürdüren cepheleri ve üstyapısına rağmen, Osmanlı kökenli avlulu plan şemasıyla Memlûk geleneğinden ayrılır. Yine de, fevkânî konumu ve türbenin alışılmamış yerleşimiyle Osmanlı mimarisine “aykırı” bir yapıdır. Yoğun bir ticaret bölgesinde bulunan tekke, Fatimî dönemine inen bir geleneğe uygun olarak, altında dükkânların bulunduğu yüksek bir platformun üzerine oturtulmuştur. Pîrin türbesi de, avlunun merkezinde yükselmekte, tekke birimleri adeta etrafında “halkanişîn” olmaktadır.

Aynı şehirdeki Süleyman Paşa (Süleymaniye) Tekkesi (1543) ile I. Mahmud Tekkesi de (1750) İbrahim Gülşenî Tekkesi’nin fevkânî konumunu sürdürür.[23] Süleymaniye Tekkesi, Memlûk hankahlarında gözlenen avlulu-eyvanlı şemayla avlulu-revaklı Osmanlı şemanın karışımından doğmuş melez bir plana sahiptir. Aynı karışım, arsanın köşesine yerleştirilmiş sebilküttâpta, yapının cephelerinde, ayrıntılarında ve bezemelerinde de gözlenir. Trablusgarp yakınlarında Zanzur vahasındaki Sidi Amura Zâviyesi[24] (1721) (Çiz. 10) ise, plan kurgusu bakımından bu gruba giren, üstyapısıyla yerel üslubu yansıtan ilginç bir örnektir.

I-A alt grubundaki cami-tevhidhanelerden daha ufak boyutlu olan âyin birimlerinin bir kısmı (Gazi Hüsrev Bey, Sokollu Mehmed Paşa, Atik Valide, Hacı Sinan, Hacı Beşir Ağa ve Tahir Ağa tekkelerinde bulunanlar) Osmanlı mescitlerinin özelliklerini yansıtır. Kare veya kareye yakın dikdörtgen planlı olan bu birimler, kubbe, tonoz veya kırma çatıyla örtülmüştür. Bayram Paşa ve Şeyhülislâm tekkelerindekiler ise, sekizgen prizma biçimindeki gövdeleri ve kubbeleriyle, Osmanlı türbelerini hatırlatmakta, fonksiyon açısından da tarikat âyinlerinin dairesel koreografisine uyum göstermektedir. Tekkeyle ilişkisi olmayanlarca pek kullanılmayan bu mescit-tevhidhaneler, dışa kapalı biçimde tasarlanmış, avluyu kuşatan diğer tekke birimleriyle aynı kitle içine alınmış ve yegâne girişleri bu avluya açılmıştır. Bayram Paşa Tekkesi’ndeki mescit-tevhidhane, avlunun ortasında yükselen bağımsız kitlesiyle, Hacı Beşir Ağa Tekkesi’ndeki ise fevkânî konumuyla diğerlerinden ayrılır.

II. Grup

II. gruba giren tekkelerde âyin mekânı, bazen de buna bitişik olan türbe diğer tekke birimlerinden tamamen soyutlanarak şadırvan avlusunun kıble yönüne yerleştirilmiş, harem dışında kalan bölümler, avlunun diğer yönlerine serpiştirilmiştir. Dağınık yerleşimli küçük külliyeler oluşturan bu kuruluşların büyük çoğunluğunda harem bölümü avlunun çevresinden soyutlanmış, genellikle bağımsız bir bahçeye (Harem bahçesi) sahip olan bu bölüm ayrı bir girişle donatılmıştır. Çoğu zaman ibadet-âyin binalarının batı, doğu ve güney yönleri hazirelere ve türbelere tahsis edilmektedir. Bu yapıları kendi içinde iki alt gruba ayırmak mümkündür:

II-A Alt Grubu

Büyük çoğunluğu, aynı zamanda cami olarak kullanılmak üzere tasarlanmış olan bu örneklerde cami-tevhidhane binaları tek başına yer alır. Tekkelerin kapatılmasından sonra, yalnızca söz konusu bölümlerle türbeler ayakta kalmış, fonksiyonlarını yitiren diğer birimler çoğu zaman tarihe karışmıştır. Gerek bu yüzden gerekse de Osmanlı döneminin kâgir duvarlı, kırma çatılı mescitleriyle ufak boyutlu camilerinin özelliklerini sergilediklerinden, şimdiye kadar sanat tarihi literatüründe söz konusu yapıların çift fonksiyonlu olduklarına hemen hiç değinilmemiştir.

İznik Yakub Çelebi Zâviyesi (XIV. yy. 4. çeyreği), Bursa Ebû İshak Kazerûnî Zâviyesi (1389-1399), Tokat Hamza Bey Zâviyesi (XV. yy. başı), ayrıca Edirne ve Tire mevlevîhanelerinin çekirdek yapıları (cami-semahaneleri) olan Muradiye Camii (1426) (Çiz. 11) ile Yeşil İmaret Camii (1441) bu tipin erken örneklerindendir.[25] Tabhaneli/zâviyeli cami tasarımını sergileyen bu yapılar, fütüvvet geleneğine bağlanan bu cami tipiyle tarikat yapıları arasındaki yakınlığı yansıtmakta ve bu tekke tipinin erken Osmanlı mimarisine özgü bir türevini temsil etmektedir.

Osmanlı mimarisinin erken ve klasik dönemlerinde bu tip, Anadolu’da Ankara Hacı Bayram-ı Velî Tekkesi (Bayramiyye Âsitânesi) (1427/29’1925) ile Kastamonu Şaban-ı Velî Tekkesi[26] (Halvetiyye-Şabaniyye Âsitânesi) (XV. yy. sonu 1925); Balkanlar’da da, özellikle Bulgaristan’ın (Rumeli-i Şarkî’nin) kırsal kesimlerinde yoğunlaşan, Kıdemli Baba Sultan Tekkesi (I. Mehmed dönemi: 1413-1420), Akyazılı Sultan Tekkesi (XV. yy. sonu-XVI. yy. başı), Demir Baba Tekkesi (XVI. yy. ) gibi,[27] tarikat külliyesi ölçeğinde, geniş programlı kuruluşlarca temsil edilmiştir.

Fakat klasik dönemde bu tipin asıl yaygın olan türevi, ibadet-âyin mekânının kâgir duvarlı ve çatılı tipik Osmanlı mescidi biçiminde tasarlandığı mescit-tekkeler ve cami-tekkelerdir. İstanbul’daki birçok örnek arasında, Koca Sinan’ın tasarlamış olduğu Fatih Dırağman Tekkesi (1541), Balat Ferruh Kethüda (Balat) Tekkesi (1562/63), Yedikule Hacı Evhad Tekkesi (1585) ile Kocamustafapaşa Bezirgân (Ramazan Efendi) Tekkesi (Halvetiyye-Ramazaniyye Âsitânesi) (1586) (Çiz. 12), ayrıca Topkapı dışında Takkeci Tekkesi (1591/92) (Res. 9) verilebilir. Batılılaşma Dönemi’nde de yaygınlığını koruyan bu tekke tipinin temel özellikleri İstanbul’da, Mevlanakapı dışında Merkez Efendi Tekkesi (XIX. yy. 2. çeyreği), Üsküdar Selimiye Tekkesi (1835 civ. ) (Çiz. 13) ile aynı semtte Devatî Mustafa Efendi Tekkesi (1886/87) gibi kuruluşlarda izlenebilir.[28]

Öte yandan, Makedonya-Kalkandelen (Tetovo) Harabatî Baba Tekkesi[29] (XIX. yy. 1. çeyreği), Rumeli’de geniş kapsamlı ve dağınık yerleşimli Bektaşî tekkesi geleneğinin geç dönemde sürdüğünü kanıtlamaktadır. Araziyi kuşatan yüksek duvarlarla cümle kapısının üzerinde yer alan “cihannümâ” türündeki köşk, Rumeli’de fetih dönemlerinin yarı askerî nitelikli Bektaşî tekkelerine bağlanan bir geleneğin kalıntıları olsa gerektir. Asırlık ağaçların arasına ustaca serpiştirilmiş tekke birimleri, bunların arasındaki sundurmalar Osmanlı tekke mimarisinin Makedonya’daki en göz alıcı örneklerini teşkil eder.

II-B Alt Grubu

Bu alt grubu oluşturan örneklerin diğerlerinden farkı türbelerin âyin mekânlarına bitiştirilmiş olmasıdır. Böylece söz konusu tekkeler mescit veya cami mimarisinin çerçevesinden çıkarak tarikat yapılarına has bir özellik kazanmış olmaktadır. Yine de örneklerin önemli bir kısmında, âyin bölümleri tek başına ele alındıklarında, tasarım açısından kâgir duvarlı, kırma çatılı mescitleri andırır. Ancak, Bahariye Mevlevîhanesi gibi geç tarihli bazı örneklerde, âyin mekânıyla türbeyi bünyesinde toplayan ana bina, ahşap malzemesi, ayrıntıları ve cephe düzenlemeleriyle, dönemin sivil yapılarıyla büyük benzerlik arz eder.

Erken Osmanlı mimarisinde, Orhan Gazi dönemi eserlerinden Bursa-Yenişehir Postinpûş Baba (Seyyid Mehmed Dede) Zâviyesi (Çiz. 14) ile Bursa-Babasultan Geyikli Baba Zâviyesi[30] (Çiz. 15) bu tipin iki farklı türevini temsil ederler. Postinpûş Baba Zâviyesi, ters (T) biçimindeki kitlesiyle ilk bakışta, aynı dönemin tabhaneli camilerden birisi gibi görünür. Ne var ki, tabhaneli camilerde dağılım mekânı olan sofanın yerini, beşik tonozlu giriş eyvanına yanlardan saplanan kubbeli dehlizler almıştır. Eyvanın ekseninde, kare planlı ve kubbeli âyin mekânı, dehlizlerin sonunda da dikdörtgen planlı ve kubbeli, sohbet, barınma, yeme-içme gibi fonksiyonlara mahsus birer mekân yer alır. Geyikli Baba Zâviyesi’nde ise, mescit-tevhidhaneyle bunun doğu duvarına bitişik olan türbe bağımsız girişlerle donatılmış, aradaki duvara bir niyaz penceresi açılmıştır. Bu pencerenin varlığı, herhangi bir erken Osmanlı mescidi ve türbesinin özelliklerini sergileyen bu bölümleri, tarikat mimarisine özgü bir kurguya kavuşturmaktadır.

Çorum-Abdalata köyünde bulunan Abdal Ata Tekkesi’nde[31] (XV. yy. sonu-XVI. yy. başı?), birbiriyle bağlantılı, kare planlı ve kubbeli mescit-tevhidhane ve türbe birimleriyle, bu alt grubun “erken klasik” döneme ait ilginç bir uygulamasına tanık olunur. Kahire Şeyh Sinan Tekkesi[32] (1585), üstyapıda gözlenen Memlûk etkilerine rağmen, Anadolu kökenli bu şemayı tekrar etmesiyle Osmanlı tekkelerinin gelişme çizgisine girmektedir.

Söz konusu tipin İstanbul’da pek çok örneği bulunur. Türbe birimi Eyüp Şah Sultan Tekkesi[33] (1555) ile Sütlüce Hasırîzade Tekkesi’nde (yeniden inşa: 1888/89) cami-tevhidhanenin güneydoğu köşesine bitişmekte, Kasımpaşa Haşimî Osman Efendi (Saçlı Emîr) Tekkesi (XVI. yy. sonu) ile Eğrikapı dışı Cemâlîzade (Cemâleddin Uşşakî) Tekkesi’nde[34] (Halvetiyye-Uşşakiyye/Cemâliyye-i Sâniye Âsitânesi) (XIX. yy. 4. çeyreği) (Çiz. 16) kıble cephesi boyunca uzanmakta, Silivrikapı dışı Seyyid Nizam Tekkesi (yeniden inşa: 1872) ile Karagümrük Nureddin Cerrahî Tekkesi[35] (Halvetiyye- Cerrahiyye Âsitânesi) (XX. yy. 1. çeyreği) (Çiz. 17) gibi örneklerde de tevhidhanenin batı yönüne, Bahariye Mevlevîhanesi’nde (1877) (Çiz. 18, Res. 10) de doğu sınırı boyunca gelişmektedir. Bu arada, türbenin zemin katta, semahanenin de bunun üzerinde yer aldığı Üsküdar Mevlevîhanesi (1872), bu düzeniyle Osmanlı-öncesi Anadolu Türk mimarisindeki kümbetleri hatırlatır.[36]

III. Grup

Osmanlı mimarisinde en fazla örnekle temsil edilen III. grupta ibadete ve ziyarete ilişkin bölümler (tevhidhane/semahane/meydanı türbe), gündelik hayatın cereyan ettiği bölümlerin (derviş hücreleri, selâmlık, harem, mutfak, taamhane vs.) tamamı veya bir kısmıyla aynı kitlenin içine, fonksiyon şemasının gerektirdiği biçimde yerleştirilmiştir. Özellikle geç dönemde, tasarımları, cephe düzenleri ve ayrıntıları bakımından, bulundukları bölgenin ve inşa edildikleri dönemin sivil mimarisiyle büyük yakınlık gösteren bu yapılar-birkaç istisnaî örnek dışında-“ev-tekkeler” olarak adlandırılabilir. Tekkelerdeki eğitim-ibadet-barınma birlikteliğini en çarpıcı biçimde tasarıma yansıtan bu yapılar, tarihteki ilk tarikat yapılarının “şeyh evlerinden” kaynaklandığı düşünülecek olursa, Osmanlı dönemi tekkeleri içinde en köklü geleneğe bağlanan örnekler olmaktadır.

Bu tipin en eski örneklerden birisi Amasya Yakub Paşa Tekkesi’dir[37] (XV. yy. başı) (Çiz. 19). Erken Osmanlı mimarisinin, üretmiş olduğu bu “nev’i şahsına mahsus” Halvetî tekkesini doğu-batı doğrultusunda kat eden koridor, birimler arasındaki bağlantıyı kurar. Koridorun kuzeyinde, kubbeli eyvan biçimindeki tevhidhane batıda türbeyle, doğuda şeyh odasıyla kuşatılmış, koridora göre yüksekte kalan güney yönüne, ortaya mescit, yanlara derviş hücreleriyle halvethaneler yerleştirilmiştir. Aynı yöreden Havza Mustafa Bey Zâviyesi[38] (1429/30), kıble ekseninde sıralanan sofa ve mescit birimleriyle tabhaneli/zâviyeli camilere yaklaşmakla birlikte, sofanın doğu cephesindeki kubbeli giriş eyvanıyla ve bu eyvanla sofanın kuzeyine yerleştirilmiş üç hücresiyle kendine özgü bir tasarım sergiler. Anadolu’dan klasik döneme ait nadir bir örnek olan Gaziantep Şeyh Fethullah Cami- Tekkesi[39] (vakf. 1559) (Çiz. 20) ise, tevhidhaneye açılan derviş hücreleriyle, Osmanlı-öncesi Anadolu mimarisindeki kapalı avlulu hankah tasarımının başkent üslubu dışında yaşadığını gösterir.

Zemin katta barınma ve sohbet birimlerinin, üst katta tevhidhane-dershane mekânının, arkalarında da iki kat yüksekliğinde türbenin bulunduğu Bosna-Akhisar (Prusac) Şeyh Hasan Kâfî Efendi Tekke-Medresesi[40] (XVII. yy. başı) (Çiz. 21a-b) benzeri olmayan bir yapıdır. Rumeli’den kayda değer bir başka tesis de Makedonya-Ohri Hayatî Tekkesi’dir[41] (Halvetiyye-Hayatiyye Âsitânesi).

Cami-tevhidhaneye bitişik selâmlık kanadı, bunun az ilerisindeki harem binası, avlunun kuzeyindeki türbe ve bunun köşesine yerleştirilmiş şadırvan, ayrıca medrese ve imaret birimlerinden oluşur.

İstanbul’da bu gruba giren, XIX. yüzyılda inşa edilmiş veya son şeklini almış çok sayıda tekke bulunur. Bunlardan Yenikapı Mevlevîhanesi (1816/17-1837/38), Tophane Kadirîhane Tekkesi (1823/24), Kasımpaşa Mevlevîhanesi (1834/35) (Çiz. 22), Eyüp Kaşgârî Tekkesi (1843), aynı semtte Ümmî Sinan Tekkesi (XIX. yy. 2. çeyreği) ve Galata Mevlevîhanesi (1859/60), Beylerbeyi Şeyh Hüseyin Efendi Tekkesi (1854/55-1916/17) dış görünümleri ile geçen yüzyıla ait ahşap konakları;[42] Merdivenköy Şahkulu Tekkesi (1850civ. ) ile Aksaray Oğlanlar Tekkesi (1870/71) (Res. 11) Tanzimat Dönemi’nin kâgir konaklarını;[43] Bebek Durmuş Dede Tekkesi (XIX. yy. 2. yarısı) (Res. 12) bir Boğaz yalısını;[44] daha mütevazı yapılar olan Beylerbeyi-Havuzbaşı Şeyh Nevruz Tekkesi (XIX. yy. 3. çeyreği), Sultanahmet Abdurrahman Şamî Tekkesi (XIX. yy. 3. çeyreği), aynı semtte Kaygusuz Tekkesi (1863/64) (Çiz. 23a-b), Vezneciler Derunî Mehmed Efendi Tekkesi (XIX. yy. 2. yarısı), Süleymaniye Helvaî Tekkesi (XIX. yy. sonu), Aksaray Kırkağacî Mehmed Emin Efendi Tekkesi (XIX. yy. sonu), Silivrikapı Körükçü Tekkesi (XIX. yy. sonu), Eyüp Şeyh Selâmî Efendi Tekkesi (XIX. yy. sonu), Kasımpaşa Aynî Ali Baba Tekkesi (1902), Vezneciler Keşfî Osman Efendi Tekkesi (1902) (Çiz. 24a-b) de aynı dönemin iddiasız meskenlerini andırır.[45]

Rumeli’de XIX. yüzyıla ait geç tarihli “ev-tekkeler” olan Üsküp Haznedar Baba Tekkesi’nde, tevhidhane, türbe ve selâmlık birimleri tek katlı yayvan bir kitle içinde toplanmakta; Kiçevo Hayatî Baba Tekkesi, Prizren Kukli Mehmed Bey Tekkesi, Yakova Acize Baba Tekkesi ile Rifa’î Tekkesi, Mostar-Bilagay (Blagaj) Sarı Saltuk (Açıkbaş) Tekkesi[46] de kendi bölgelerinin sivil mimarisini yansıtmaktadır.[47]

IV. Grup

Tam olarak hiçbir tipe girmeyen, karmaşık düzenli kuruluşlardır. Konya Mevlânâ Tekkesi (Çiz. 25), Nevşehir-Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi,[48] Eskişehir-Seyitgazi Seyyid Battal Gazi Tekkesi, Selçuklu Dönemi’ne ait bir çekirdeğin etrafına, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde birçok birimin eklenmesi suretiyle, yüzyıllar içinde oluşmuş yığışımlı (cummulatif) ve organik yapı topluluklarıdır. Revaklı avlular çevresinde toplanan birimleriyle I. gruba, ibadet ve ziyaret birimleri arasındaki yakın ilişkiden ötürü II-B alt grubuna, hemen bütün fonksiyonların, birbirine bitişen kitleler içinde toplanmasıyla da III. gruba yaklaşırlar. Geç döneme ait tarikat külliyelerinden İstanbul- Silivrikapı Bâlâ Tekkesi[49] (1862/63) (Res. 13), cami-tevhidhane, türbe ve harem bölümlerini barındıran ana binasından bağımsız avlulu selâmlığı, sebil-muvakkithane-çeşme-şadırvan manzumesi ve mektebiyle bu gruba dahil edilebilir.

Prof. Dr. Baha TANMAN

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 149-161


Dipnotlar :
[1] M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarihi Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, I, 94, III, 648; “Âsitâne”, İSTA, II, 1108; A. Gölpınarlı, Mevlevî Âdab ve Erkânı, İstanbul 1963, 13-14; ay, Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, 28-29; ay., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983 (2. baskı), 334-338. Osmanlı topraklarındaki belli başlı âsitâneler için bkz. M. B. Tanman, “Âsitâne”, TDVİA, III, 485-487. Ne var ki, İslâm dünyasında, bölge ve dönem etkenlerine bağlı olarak farklı şeyler ifade eden “zâviye” teriminin bu tanımı, özellikle XV. yüzyıldan sonraki Osmanlı kültür ortamı için geçerlidir. Osmanlı Devleti’nin erken döneminde, fetih hareketlerine katılan -Ö. L. Barkan’ın tabiriyle- “kolonizatör dervişlerin”, kırsal alanlarda kurdukları geniş kapsamlı tesisler de “zâviye” adıyla anılmaktaydı. Bkz. Ö. L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler. I. İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeleri. II. Vakıfların Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Kullanılmasında Diğer Şekiller”, Vakıflar Dergisi, II (1942), 279-365; A. Y. Ocak, “Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, XII (1978), 247-269.
[2] Nitekim aynı yapının kitabelerde, belgelerde, yayınlarda, ayrıca halk ağzında farklı biçimlerde anıldığına sıkça tanık olunur. Örneğin İstanbul’daki Yenikapı Mevlevîhanesi, hünkâr mahfili girişinin üstünde bulunan 1253 (1837/38) tarihli manzum yenileme kitabesinin 9. mısraında dergâh, cümle kapısı kapısı üzerindeki 1232 (1816/17) tarihli diğer manzum yenileme kitabesinin ilk mısraında tekke, 3. mısraında hankah, 19. mısraında mevlevîhane, 20. mısraında da yine dergeh (dergâh) olarak anılmaktadır.
[3] A. I. Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarîkat Yapıları, Tekkeler, Zaviyeler ve Benzer Nitelikteki Fütuvvet Yapıları, İstanbul 1977, 58-97.
[4] Doğan, a.g.e., 72-77; İ. Bilgin, “Über die Tekke-Architektur des 13. Jahrhunderts in Anatolien”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest 1978, 183-199; S. Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok İşlevli Yapılar: Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler, İzmir 1994, I, 25-33, 42-50; M. B. Tanman, “Hankah/Mimari”, TDVİA, XVI, 43-46.
[5] S. Eyice, “Fetih’ten Sonra İstanbul’daki Kiliselerin Durumu”, Türk Yurdu, 307 (Ocak 1965), 33-34; Y. Ötüken, “İstanbul Kiliselerinin Fetihten Sonra Yeni Görevleri, Banileri ve Adları”, Hacettepe Üniversitesi Beşerî Bilimler Dergisi, X/2 (Haziran 1979), 71-85.
[6] M. B. Tanman, “Düğümlü Baba Tekkesi”, DBİSTA, III, 107-108.
[7] Örneğin mevlid ve hatim cemiyetleri, hilafet cemiyeti (bir dervişe hilafet verilmesi), post cemiyeti (yeni şeyhin posta oturması), Muharrem aylarına özgü aşûre cemiyeti.
[8] İstanbul’da söz konusu terimler arasında “semahane”nin, Mevleviyye tarikatının yanı sıra, Bektaşîler hariç, diğer tarikatların arasında da yaygın biçimde kullanılmıştır. Aynı şey “meydan” terimi için de geçerlidir.
[9] M. B. Tanman, “Halvethane”, TDVİA, XV, 388-393.
[10] Örneğin, Balım Sultan’ın tesis ettiği “mücerredlik erkânına” uyan babaların denetiminde olan Bektaşî tekkeleri; öte yandan, İstanbul-Eyüp’te Nakşibendiyye’ye bağlı Kalenderhane (Özbekler) Tekkesi (T. Zarcone-M. B. Tanman, “Kalenderhane Tekkesi”, DBİSTA, IV, 398-400).
[11] M. B. Tanman, “Relations entre les semahane et les türbe dans les tekke d’Istanbul”, Ars Turcica/Akten des VI. Internationalen Kongresses für Türkische Kunst, München 1979, 312-322; ay, “Settings for the Veneration of Saints”, The Dervish Lodge: Architecture, Art and Sufism in Ottoman Turkey, Berkeley 1992, 130-171.
[12] Tanman, “Settings…”, 149, 152, 154; ay, “Yahya Efendi Tekkesi”, DBİSTA, VII, 409-412.
[13] M. B. Tanman, “Yıldız Dede Tekkesi”, DBİSTA, VII, 516-518.
[14] Bu gibi durumlara İstanbul’dan bir örnek olarak, Sa’diyye tarikatının âsitânesi olan Koska’daki Abdüsselâm Tekkesi (M. B. Tanman, “Abdüsselâm Tekkesi”, DBİSTA, I, 55-56) ile aynı tarikata bağlı bir zâviye olan Sütlüce’deki Hasırîzade Tekkesi (M. B. Tanman, “Hasırîzade Tekkesi”, ae, IV, 6-9) gösterilebilir.
[15] Şeyh Vefa, İbrahim Gülşenî, Gazi Hüsrev Bey, Sokollu Mehmed Paşa, Atik Valide, Bayram Paşa ve Hacı Beşir Ağa tekkeleri.
[16] İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, 16, 159, 366-369; E. H. Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinde Fâtih Devri, III, İstanbul 1973, 502-506; İ. A. Yüksel, Osmanlı Mimârîsinde II. Bâyezid-Yavuz Devri, V, İstanbul 1983, 258-269, 273-281, 294; M. B. Tanman, “Şeyh Vefa Külliyesi”, DBİSTA, VII, 173-176; W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, 172-183; S. Eyice, “Kapu Ağası Hüseyin Ağa’nın Vakıfları”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, IX (1978), 170-185; S. Eyice, “Küçük Ayasofya Camii”, DBİSTA, V, 146-149; M. B. Tanman, “Küçük Ayasofya Tekkesi”, ae, V, 149-150; J. L. Bacque-Grammont-H. P. Laquaur-N. Vatin. “Stel^ Turcica, I. Küçük Aya Sofya”, Istanbuler Mitteilungen, 34 (1984), 141-503; S. Eyice, “İstanbul’da Koca Mustafa Paşa Camii ve Osmanlı-Türk Mimarisindeki Yeri”, Tarih Dergisi, V/89 (1953), 153-182; T. Yazıcı, “Fetih’ten Sonra İstanbul’da İlk Halvetî Şeyhleri: Çelebi Muhammed Cemaleddin, Sünbül Sinan ve Merkez Efendi”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, II (1956), 87-113; S. Eyice-M. B. Tanman, “Koca Mustafa Paşa Külliyesi”, DBİSTA, V, 30-34; M. B. Tanman, “Sünbül Efendi Tekkesi”, a.e, VII, 105-107.
[17] B. Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimarî Özellikleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış doktora tezi, Konya 2000, 119; M. B. Tanman, “İstanbul/Kasımpaşa’daki Piyale Paşa Külliyesi’nin Medrese ve Tekkesi İçin Bir Restitüsyon Denemesi”, Sanat Tarihinde Doğudan Batıya-Ünsal Yücel Anısına Sempozyum Bildirileri, İstanbul 1989, 87-94; Y. Demiriz-M. B. Tanman, “Piyale Paşa Külliyesi”, DBİSTA, VI, 254-258; M. B. Tanman, “Çorlulu Ali Paşa Külliyesi”, TDVİA, VIII, 371-373; ay, “Çorlulu Ali Paşa Külliyesi”, DBİSTA, II, 527- 529; M. N. Haskan, Eyüp Tarihi, İstanbul 1993, I, 70-73; M. B. Tanman, “Mustafa Paşa Tekkesi”, DBİSTA, V, 564-565.
[18] Bu meyanda Koca Mustafa Paşa Tekkesi’nin, kiliseden dönme olan cami- tevhidhanesinde, bir payenin içinde sonradan oluşturulmuş halvethaneyle Şeyh Vefa Tekkesi’nin cami-tevhidhanesinde, mihrabın arkasına yerleştirilmiş ve mihrabın içinden geçilen halvethane zikredilebilir.
[19] M. Sözen, Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, 163-165; E. H. Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri-Yugoslavya, II/3, İstanbul 1981, 350; M. İbrahim, “Gazi Hüsrev Bey Külliyesi ve Bosna-Hersek’teki Son Durum”, X. Vakıf Haftası Kitabı/Türk Cumhuriyetlerindeki Kültür Varlıkları ve Değerleri; Bosna-Hersek’deki Vakıf Varlıkları ve Yılmaz Önge Restorasyon Seminerleri (7-10 Aralık 1992 Ankara), Ankara 1993, 181-206; M. B. Tanman, “Sinan’ın Mimârîsi/Tekkeler”, Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İstanbul 1988, I, 313-319; D. Kuban, “Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi”, DBİSTA, VII, 32-34; G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, 288-291; E. Yücel, “Eski Valide Camii ve Külliyesi”, İSTA, X, 5300-5303; Müller-Wiener, a.g.e., 402-404; A. Kuran, “Üsküdar Atîk Valide Külliyesi’nin Yerleşim Düzeni ve Yapım Tarihi Üzerine”, Suut Kemal Yetkin’e Armağan, Ankara 1984, 231-248; ay, Mimar Sinan, İstanbul 1986, 175-192,; M. B. Tanman, “Sinan’ın Mimârîsi/Tekkeler”, 319-322; ay, ”Atik Valide Külliyesi”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2 (Nisan 1988), 3-19; ay, “Atik Vâlide Sultan Külliyesi”, TDVİA, IV, 68-73; ay, “Atik Valide Külliyesi”, DBİSTA, I, 407-412.
[20] Ayverdi, a.g.e., 387-389; H. Göktürk, “Bayrampaşa Medresesi, Mektebi, Sebili, Tekkesi, Tekke Mescidi ve Türbesi”, İSTA, IV, 2306-2308; Z. Nayır, “İstanbul Haseki’de Bayram Paşa Külliyesi”, Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara 1976, 397-410; M. B. Tanman, “Bayram Paşa Külliyesi”, TDVİA, V, 267-268; ay, “Bayram Paşa Külliyesi”, a.e., II, 101-103; Haskan, a.g.e., I, 93-97, 290-291; M. B. Tanman, “Şeyhülislam Tekkesi”, DBİSTA, VII, 177-178.
[21] A. Arel, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İstanbul 1975, 52-53; G. Goodwin, a.g.e., 377-379; M. B. Tanman, “Hacı Beşir Ağa Külliyesi”, DBİSTA, III, 469-473; ay, “Tahir Ağa Tekkesi”, a.e, VII, 189-190.
[22] D. Behrens-Abouseif-L. Fernandes, “Sufi Architecture in Early Ottoman Cairo”, Annales Islamologiques, XX (1984), 103-114 (109-10); D. Behrens-Abouseif, “The Takiyyat Ibrahim al- Kulshani in Cairo”, Muqarnas, 5 (1988), 43-60.
[23] H. A. Pacha, “L’Influence Ottomane sur l’Architecture Musulmane en Egypte”, Proceedings of the Twenty-Second Congress of Orientalists held in Istanbul September 15th to 22nd 1951. II. Communications, Leiden 1957, 645-650 (646-647); D. Behrens-Abouseif, Islamic Architecture in Cairo-An Introduction, Cairo 1989, 158-160.
[24] G. Messana, L’Architettura Musulmana della Libia, Castelfranco Veneto 1972, 155-156.
[25] E. H. Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinin İlk Devri, I, İstanbul 1966, 328-332, 396-398; ay, Osmanlı Mi’mârîsinde Çelebi ve II. Murad Devri, II, İstanbul 1972, 201-204, 405-415, 542-548.
[26] M. B. Tanman, “Hacı Bayram-ı Velî Külliyesi”, TDVİA, XIV, 448-454; F. Çifçi, Kastamonu Camileri-Türbeleri ve Diğer Tarihi Eserler, I, Ankara 1995, 35-48.
[27] M. Kiel, “Bulgaristan’da Eski Osmanlı Mimarisinin Bir Yapıtı Kalugerevo-Noca Zagora’daki Kıdemli Baba Sultan Bektaşî Tekkesi”, Belleten, XXXV/137 (1971), 45-60; ay, “A Monument of Early Ottoman Architecture in Bulgaria: The Bektashi Tekke of Kıdemli Baba Sultan at Kaligerovo-Nova Zagora”, Studies on Ottoman Architecture in the Balkans, Variorum 1991, 53-60; D. (Sezer) Acar, Bulgaristan’ın Deliorman Bölgesi’ndeki Babai ve Bektaşi Tekkeleri, İTÜ Fen Bilimleri Ens. yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Mayıs 1999, 20-45, 77; S. Eyice, “Varna ile Balçık Arasında Akyazılı Sultan Tekkesi”, Belleten, XXXI/124 (1967), 551-600; F. Babinger, “Das Bektaschi-Kloster Demir Baba”, Aufstatze und Abhandungen zur Geschichte Südosteuropas und der Levante von Franz Babinger, I, München 1962, 88-96.
[28] M. B. Tanman, “Dırağman Külliyesi”, DBİSTA, III, 49-51; İ. H. Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, İstanbul 1950, 86-88; M. B. Tanman, “Balat Camii”, İSTA, IV, 1965-1966; Müller- Wiener, a.g.e., 381; A. Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, 28, 34, 36, 115, 125, 252, 259-260, 276; M. B. Tanman, “Balat Camii ve Tekkesi”, TDVİA, V, 7-8; ay, “Ferruh Kethüda Camii ve Tekkesi”, ae, III, 294-295; ay, “Hacı Evhad Külliyesi”, a.e, III, 473-475; S. Eyice, “Mimar Sinan’ın İhmal Edilmiş Bir Eseri: Ramazan Efendi Camii (Hacı Hüsrev) ”, Kültür ve Sanat, Türkiye İş Bankası, 2 (Nisan 1989), 12-      18; ay, “Bezirgânbaşı Camii”, TDVİA, VI, 104-105; M. B. Tanman, “Ramazan Efendi Camii ve Tekkesi”, DBİSTA, VI, 301-303; İ. A. Yüksel, “Takkeci İbrahim Ağa Camii”, ae, VII, 194-195; M. B. Tanman, “Merkez Efendi Külliyesi”, ae, V, 396-400; İ. H. Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Üsküdar Tarihi, İstanbul 1976, I, 264-269, 294-296, 344-347, 403-404; M. B. Tanman, “Selimiye Tekkesi”, DBİSTA, VI, 516-518; H. K. Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, İstanbul 1982, 278-279; M. B. Tanman, “Devatî Mustafa Efendi Tekkesi”, DBİSTA, III, 42-43.
[29] E. H. Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri-Yugoslavya, III/3, İstanbul 1981, 78-80; M. İbrahimî, “Kalkandelen’deki Harabatî Baba (Sersem Ali Baba) Bektaşî Tekkesi”, Millî Kültür, 49 (Temmuz 1985), 54-59.
[30] E. H. Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinin İlk Devri, I, İstanbul 1966, 22-29, 208-216; M. B. Tanman, “Geyikli Baba Külliyesi”, TDVİA, XIV, 47-49.
[31] Söz konusu tekkenin Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde, çeşitli tasarım varyantlarını gösteren çizimler bulunmaktadır. Bkz. G. Necipoğlu-Kafadar, “Plans and Models in 15th-and 16th-Century Ottoman Architectural Practice”, Journal of the Society of Architectural Historians, XLV/3 (September 1986), 224-243.
[32] Behrens-Abouseif-Fernandes, agm, 113.
[33] Kuran, a.g.e., 34, 255, 264, 302; Haskan, a.g.e., I, 85-89, 263-265; M. B. Tanman, “Şah Sultan Camii ve Tekkesi”, DBİSTA, VII, 125-127.
[34] Tanman, “Settings.”, 163; E. Işın-M. B. Tanman, “Saçlı Emir Tekkesi”, DBİSTA, VI, 383-385; Haskan, a.g.e., I, 79-82, 276-279; M. B. Tanman, “Cemâlîzâde Tekkesi”, TDVİA, VII, 318-319; ay, “Cemaleddin Uşşakî Tekkesi”, DBİSTA, II, 399-400,
[35] M. B. Tanman, “Nureddin Cerrahî Tekkesi”, DBİSTA, VI, 97-99.
[36] M. B. Tanman, “Üsküdar Mevlevîhanesi”, DBİSTA, VII, 348-349; ay, “Relations…”, 315-316; ay, “Settings.”, 148-149; ay, “Bahariye Mevlevîhanesi”, TDVİA, IV, 471-473; Haskan, a.g.e., I, 112-116; E. Işın, “İstanbul’un Mistik Tarihinde Beşiktaş/Bahariye Mevlevihanesi”, İstanbul, 6 (Temmuz 1993), 129-137; E. Işın-M. B. Tanman, “Bahariye Mevlevîhanesi”, DBİSTA, I, 537-540; M. B. Tanman, “Hasırîzade Tekkesi”, Sanat Tarihi Yıllığı, VII (1977), 107-142; ay, “Relations.”, 316-317; ay, “Hasırîzade Tekkesi”, DBİSTA, IV, 6-9; R. Lifchez, “The Lodges of Istanbul”, The Dervish Lodge- Architecture, Art and Sufism in Ottoman Turkey, Berkeley 1992, 73-129 (88-94).
[37] E. H. Ayverdi, Osmanlı Mi’mârîsinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri, II, İstanbul 1972, 26-33.
[38] Ayverdi, a.g.e., II, 497-503.
[39] M. Sözen, “Eine Moschee von seltenem Typ in Anatolien: Die Şeyh Fethullah Moschee in Gaziantep”, Anatolica, III (1969-1970), 177-185.
[40] E. H. Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri-Yugoslavya, II/3, İstanbul 1981, 6-7.
[41] Ayverdi, a.g.e., III/3, 142-144.
[42] M. Erdoğan, “Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhaneleri”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, IV-V (1975-1976), 15-46; E. Işın, “İstanbul’un Mistik Tarihinde Mevlevîhaneler”, İstanbul, 4 (Ocak 1993), 119-131; E. Işın-M. B. Tanman, “Yenikapı Mevlevîhanesi”, DBİSTA, VII, 476-485; M. B. Tanman, “Kadirîhane Tekkesi”, ae, IV, 369-372; ay, “Kasımpaşa Mevlevîhanesi”, a.e, IV, 482-485; T. Zarcone, “Histoire et croyances des derviches turkestanais et indiens a Istanbul”, Anatolia Moderna-Yeni Anadolu/Derviches et Cimetieres Ottomans, II (1991), 137-200 (164); T. Zarcone-M. B. Tanman, “Kaşgarî Tekkesi”, DBİSTA, IV, 485-487; Tanman, “Relations.”, 316; ay, “Veneration.”, 149-151; ay, “Ümmî Sinan Tekkesi”, DBİSTA, VII, 336-338; Haskan, a.g.e., I, 143-144; C. Kerametli, Galata Mevlevîhanesi, İstanbul 1977; E. Işın-M. B. Tanman, “Galata Mevlevîhanesi”, DBİSTA, III, 362-367; M. B. Tanman, “Şeyh Hüseyin Efendi Tekkesi”, ae, VII, 167-168.
[43] G. Akın, “Merdivenköy Bektaşî Tekkesi’ndeki Dünya Ağacı”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, 4 (Nisan 1989), 68-74; Lifchez, agm, 117-124; M. B. Tanman, “İstanbul, Merdivenköyü’ndeki Bektaşi Tekkesi’nin Meydan Evi Hakkında”, Semavi Eyice Armağanı/İstanbul Yazıları, İstanbul 1992, 317-342; ay, “Şahkulu Sultan Tekkesi”, DBİSTA, VII, 128-132; ay, “Oğlanlar Tekkesi”, DBİSTA, VI, 123-124.
[44] M. B. Tanman, “Durmuş Dede Tekkesi”, DBİSTA, III, 106-107.
[45] M. B. Tanman, “Şeyh Nevruz Tekkesi”, DBİSTA, VII, 169-170; ay, “Abdurrahman Şamî Tekkesi”, ae, I, 19-20; ay, “Kaygusuz Tekkesi”, ae, IV, 500; ay, “Derûnî Mehmed Efendi Tekkesi”, ae, III, 37-38; ay, “İstanbul Süleymaniye’de Helvaî Tekkesi”, Sanat Tarihi Yıllığı, VIII (1978), 173-201; ay, “Relations…”, 317; ay, “Settings…”, 156, 159; E. Işın-M. B. Tanman, “Helvaî Tekkesi”, DBİSTA, IV, 49-51; N. İşli, “Mehmed Emin Efendi Tekkesi”, DBİSTA, V, 361; M. B. Tanman, “Körükçü Tekkesi”, ae, V, 95-96; E. Demirel-İşli, “Körükçü Tekkesi”, Arkitekt, 427 (Temmuz 1995), 54; Haskan, a.g.e., I, 137-140; M. B. Tanman, “Şeyh Selamî Efendi Tekkesi”, DBİSTA, VII, 170-172; ay, “Aynî Ali Baba Tekkesi”, a.e, I, 486-488; E. Demirel-İşli, “Osman Keşfî Efendi Tekkesi”, DBİSTA, VI, 163-164.
[46] Ayverdi, a.g.e., II/3, 63-66.
[47] E. H. Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri-Yugoslavya, III/3, İstanbul 1981, 84, 211, 292-293, 316-317.
[48] M. B. Tanman, “Hacı Bektaş-ı Velî Külliyesi”, TDVİA, XIV, 459-471.
[49] M. B. Tanman, “Bâlâ”, Külliyesi, TDVİA, IV, 554-556; ay, “Bâlâ Külliyesi”, DBİSTA, II, 6-9.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.