Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Hakimiyetinin Tuna Nehrinin Kuzeyinde Yayılışı: XIV Ve XVI. Yüzyıllarda Eflak Ve Boğdan

0 19.938

Prof. Dr. Viorel PANAITE

On dördüncü yüzyıl sonu ve XVI. yüzyıl yarısına kadar geçen dönemdeki siyasi ve askeri olaylar, belirli ortak özelliklerle tanımlanabileceği için Güneydoğu Avrupa’daki her olaydan ciddi bir şekilde etkilenmiştir. Osmanlılarla karşı karşıya kalan küçük Balkan devletlerinin Osmanlı’ya karşı koyabilmeleri, içeride iktidar kavgalarına bir son verebilmelerine, dışarıda da, büyük devletlerle, bütün Hıristiyan dünyasının desteğini alan Osmanlı karşıtı bir ittifak kurmalarına bağlıydı.

Geçmişteki askeri ve siyasi uygulamalar bize, XIV. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nda, Yaşlı Mircea’nın 1418’de ölümünü takip eden yıllardaki Eflak’ta ve XV. yüzyıl ortalarında Boğdan’da görüldüğü gibi, Osmanlı yöneticilerinin, hasımlarının dahili taht kavgalarından çok iyi yararlandıklarını gösterir. Tarihçiler bu hususta, Osmanlı padişahlarının Bizans imparatorlarıyla 1322-1328, 1341-1354 ve 1390 yıllarındaki iç karışıklılar sırasında yaptıkları anlaşmaları örnek olarak verirler. Osmanlılarla yapılan bu anlaşmalar sırasında iktidarı ele geçirmiş olan veya iktidarda hak iddia eden Bizans imparatorları, Sultan Orhan, I. Murad ve I. Bayezid’in desteğini alabilmek için -tahta geçmek veya tahttaki hasmının yerini alabilmek amacıyla- bağımsız bir devlete verilemeyecek haklar vermişler, toprak vaadinde bulunmuşlardır.

Osmanlılar, Güneydoğu Avrupa devletlerini kritik anlarda zor durumda bırakan siyasi tecrit edilmişlikten yararlanmayı da bilmişlerdir. Hıristiyan dünyasında benimsenen görüşe göre aslında bu durum, zor durumdaki Balkan prenslerini Osmanlılarla barış görüşmeleri yapmaya zorlayan en önemli faktördür. Ducas’a bakılacak olursa, V. loanner’in 1379’da ve II. Manuel’in 1390-91’de Osmanlılara vergi olarak yıllık 30.000 düka ödemeyi ve 12.000 asker tedarik etmeyi kabul etmelerinin ardında, hiç bir kral veya devlet liderinden bir yardım alamamış oldukları gerçeği yatmaktaydı. Önceleri Eflak, daha geç tarihlerde de Boğdan prensleri kendilerini sık sık, dönemin uluslararası konjonktürüne göre etkin gözüken siyasi ve diplomatik çözümleri benimsemek zorunda bıraktıkları çaresiz durumlarda buldular. Nihayet, kendilerine komşu olan Hıristiyan kralların politikalarını suçlamak, Eflak ve Boğdan kaynaklarının yaygın tavrı haline geldi.

Yukarıda sözü edilen tecrit edilmişlik halini ifade eden kalıplaşmış bir ibareyi, Petru Aron ve Boğdan boyarlarının II. Mehmed’in Osmanlı hakimiyetinin kabul edilmesi için 5 Ekim 1455’te yaptığı çağrı karşısında takındıkları tavrı eleştiren 5 Haziran 1456 tarihli bir belgede bulmak mümkündür: 2.000 dükalık haracın ödenmesi kabul edilmiştir; ancak Vasliu’da bir araya gelen Boğdan temsilcilerinin sığındıkları mazeret “hiç bir taraftan bir yardım ve destek alınamamış olması” olmuştur. Nitekim tarihçi Nicolae Costin de, Petru Aron’un Osmanlı yönetimine boyun eğmesinin en önemli sebebi olarak, Polonya kralının yapılan yardım tekliflerini geri çevirmesini göstermiştir: Polonyalılar verdikleri cevapta Boğdan voyvodalarına yardımcı olamayacaklarını belirtiyorlardı.”

Daha sonra Petru Rareş de, Kanuni Sultan Süleyman döneminde OsmanlIlara teslim olmasıyla ilgili olarak doğrudan doğruya Hıristiyan dünyasını suçlamıştır. Boğdan Voyvodası, Polonya Kralı I. Sigismund’a yazdığı mektupta padişahın hizmetine girmesinin gerekçesini açıklarken şunları yazmıştır: “Dinsizler, yani Türkler karşısında Hıristiyanlar yüzünden çaresiz bırakıldık”. Askeri yardım sağlayanlar, özellikle de komşu durumdaki hükümdarlar, Eflak ve Boğdan’ın siyasi tecrit edilmişliğinin nelere mal olacağını biliyorlardı. Bu hususla ilgili olarak Macar Kralı Lüksemburglu Sigismund (1387¬1437) 23 Mart 1399’da Paszto kontu loan’a şunları söylemiştir: “Ulahlar bizden bir destek alamazlarsa (…) pek yakında Türk hakimiyetine boyun eğmek zorunda kalacaklar.” Voyyodaların Osmanlı hakimiyetine boyun eğmelerine haklı gerekçeler arayan bazı Romen tarihçileri de, voyvodaların Eflak ve Boğdan eyaletlerinin menfaatleriyle bağdaşmayan kendi kısa veya uzun vadeli çıkarlarını gözettiklerini görmezden gelerek, komşu kralların takip ettikleri tarafsızlık ve uzlaşma politikalarını suçlamışlardır.

Osmanlı hakimiyetinin Güneydoğu Avrupa’da genişlediği esnada Hıristiyan prenslerin mevcut tehlikeden daha ağır sonuçlara maruz kalınabileceği veya istila ile karşılaşabilecekleri korkusu, Osmanlı üstünlüğünü kabullenmelerinde ve dolaylı olarak vergi ödemeye razı olmalarında belirleyici olmuştur. Sırp knezi Lazar Hrebljanovit’in (1371-1389) I. Murad’a biat edip haraç ödemeyi kabullenmesi, ancak Niş kalesinin fethiyle gerçekleşmiştir. Ertesi yıl Tırnova hakimi Ivan Şişman (1371-1393) da padişahın askeri gücüne karşı durmanın mümkün olmadığını anlamış ve padişahın bir haraçgüzarı olmayı tercih etmiştir. Eflak voyvodaları XIV. yüzyıl sonları XV. yüzyılın ilk yarısından itibaren Tuna nehri çevresine yönelik Osmanlı tehlikesinin farkına varmaya başladılar. Bu hususla ilgili olarak Yaşlı Mircea 1399 yılında Macar kralına yazdığı bir mektupta I. Bayezid’in Edirne’de “5 gün içerisinde Tuna nehrine ulaşabilecek büyük bir ordu bulundurduğunu” yazmaktaydı. Daha sonra bazı Osmanlı kroniklerine göre 1416-1417 (H. 819)’de Sultan I. Mehmed Tuna boylarındaki askeri faaliyetlere bizzat iştirak etti ve bölgeye akıncılar gönderdi (Sultan devletle yürüyüb Rumeli’ye geçti ve Tuna’yı geçti kenarında durub Yerköyü’nü yaptırıb…). İşte Eflak voyvodasının, Osmanlı kayıtlarında harac veya cizye olarak geçen para miktarını ödeyerek barışa razı olmaları sadece bu şartlar altında gerçekleşmiştir.

Şimdi tarihi kaynaklardan edindiğimiz başka bir yaygın kanaat üzerinde duralım. Osmanlılarla barışa razı olunması ve haraç ödemenin kabul edilmesi, diğer Hıristiyanlarca, özellikle de komşu prensler tarafından, Eflak ve Boğdan prensleri tarafından başlatıldığı düşünülen ve bu yüzden yerilen bir uygulama olmuştur. Bu yüzden Macar kralı Sigismund Osmanlı hakimiyetini kabul etmesini müteakip Eflak voyvodası II. Dan’la ilgili olarak kaleme aldığı 5 Aralık 1433 tarihli bir mektupta: “majesteleri varken o yukarıda adı geçen Türklerin hizmetine girmeyi tercih etti” ifadelerini kullanmıştır. Nitekim I. Alexandru Aldeau ülkeye dönüşü sırasında, “Macar kralını bırakıp Türk hakimiyetini kabul etmesi” nedeniyle Sibiu halkı tarafından suçlanmıştır.

Güneydoğu Avrupa topraklarında XIV ve XV. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin haraçgüzarı olup yıllık vergi ödemek zorunda kalan devletler ve bu devletlerin vergi ödedikleri dönemler şöyledir:

Bizans Devleti (1372-1453); Sırbistan (1372-1459); Bulgar Çarlığı (XIV. yüzyılın 80 ve 90’lı yıllarında); Bosna (1389-1463); Arnavutluk (çeşitli aralıklarla 1385-1478 arası); Mora Despotluğu (XIV. yüzyıl); Limni, Midilli ve İmroz adalarından müteşekkil Siklad takımadaları (XV. yüzyıl). Bu bölgelerin her birinde tesis edilen Osmanlı hakimiyetini, her iki eyaletin siyasi ve hukuki konumları esas alınarak XV. yüzyıl boyunca Eflak ve Boğdan’da benimsenen Osmanlı hakimiyeti ile karşılaştırmak mümkündür. Eflak ve Boğdan voyvodaları ile diğer Balkan prenslerinin Osmanlı Devleti’nin haraçgüzarı olmaları bakımından gösterdikleri benzerlik, zaman zaman kaynaklarda açıkça dile getirilmiştir. Mesela 1371¬1393 yılları arasında Tırnova çarı olan Ivan Şişman “Eflak voyvodası gibi Hüdavendigârun (I. Murad) haraçgüzarı” olarak tasvir edilmiştir.  Ancak bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, Eflak ve Boğdan haricindeki bölgeler, bir müddet sonra doğrudan doğruya merkezden yönetilir hale gelmişlerdir.

Bu noktada Ege’nin güneyinde yer alan Siklad takımadaları (Paroz ve Androz ile birlikte), XV- XIX. yüzyıllar arasında Eflak ve Boğdan gibi uzunca bir süre vergi ödeme mükellefiyetinden muaf tutulan Dubrovnik ve 1541-1699 yılları arasındaki dönemde Erdel’in ayrı bir önemi vardır. Adı geçen bölgelerin ortak özelliği, hukuki ve siyasi konumlarının birbirlerinden farklılık göstermesine rağmen, varlıklarını özerk eyaletler olarak muhafaza edebilmeleridir. Nihayet, Osmanlı idaresi altında oldukça geniş iç özerkliğe sahip olan Kırım Devleti’nin konumu da, Kırım hanlarının Osmanlı Devleti’ne vergi ödemekle mükellef olmamalarına rağmen, Eflak, Boğdan ve Erdel’le benzerlik göstermektedir.

Eflak

Osmanlı-Eflak ilişkilerine dair ilk kayıt, Macarlara sırtını dönen ve Osmanlılardan yardım isteyen Prens I. Vladislav ile ilgilidir. Ancak erken döneme ait ilk esaslı ilişkiler, XV. yüzyıl kronik yazarı Kemalpaşazade’nin “kendi döneminde yaşayaşan kafirlerin en şöhretli prensi (rüzg|rında olan diyar-ı küffar şehriyarlarının şehiriydi) ” olarak tanımladığı Yaşlı Mircea’nın idaresi sırasında (1386-1418) kurulmuştur. Mehmed Neşri ve İdris-i Bitlisi’ninki gibi XV-XVI. yüzyıllara ait bazı Osmanlı kroniklerdeki kesin verilere rağmen Eflak ve Boğdanlıları 15 Haziran 1389 tarihli Kosova Savaşı’nda Osmanlılara karşı savaşan Hıristiyan prensleri oldukları görüşüne, Romen tarihçilerinin çoğu karşı çıkmaktadırlar. Öte yandan Dobruca’nın Osmanlılar tarafından Kosova Savaşı’nın akabinde ilhak edildiği de kabul edilen bir gerçektir. Türklerin Tuna nehrinin ötesine ilk defa geçtikleri 1391 yılında Firuz Bey tarafından Eflak üzerine yapılan akınlar, tarihlerde farklılıklar görülmekle birlikte, XV. yüzyıl kroniklerinin çoğunda yer almıştır.

1391-1395. Bazı Osmanlı kroniklerine ve mahalli inanışlara bakılacak olursa, daha 1390’lı yıllardaki ilk temaslardan önce Eflak prenslerinden birisi Osmanlılara vergi ödemeye başlamıştı. Daha geç tarihli bazı rivayetler de, Yaşlı Mircea’nın, daha 1393 yılındaki Karınovası Seferi ve 1395 yılındaki Argeş Savaşı’ndan önce padişahın haraçgüzarı olmayı kabul ettiğini zikretmektedirler. Ancak şu ana kadar bu hususu aydınlığa kavuşturacak belge ile ilgili daha fazla bilgi yoktur. Yine, bir boyarın 1372 yılına ait niyaz ve yakarışlarına yer veren Eflak mahalli ananelerinden birisine bakılacak olursa, Eflak prenslerinden ikisi halihazırda Osmanlı yönetimine biat etmişlerdi. İlkinin biatı I. Bayezid’le yapılan Argeş savaşından önceydi; ancak verilen tarih büsbütün yanlış olmalıdır, zira bu dönemde Mircea Eflak’ta iktidarda değildi. Yaşlı Mircea’nın 1393 yılında Karınovası’ndaki akıncılar üzerine gerçekleştirdiği sefer ise, XV. ve XVI. yüzyıl kroniklerinin çoğu tarafından doğrulanan bir vakıadır.

Macarları sindirmek ve Ulahlara hakimiyetini kabul ettirmek isteyen I. Bayezid, 1395 yılı baharında Macaristan ve Eflak’a bir sefer düzenledi. Bayezid’in ordusu önce Macaristan’ın güneyini yağmaladı, ardından Eflak’a girdi. Bayezid’in Timurlenk ile yaptığı yazışmalar ve XV. ve XVI. yüzyıl kronikleri bu seferle ilgili bilgi vermektedirler. İdris-i Bitlisi’nin kaydettiğine göre (ö. 1520), ulemanın vermiş olduğu bir fetva Bayezid’in seferini Eflak prensinin akıncı yuvası Karınova’ya yaptığı saldırı üzerine gerçekleştirilen ve Tuna’daki İslam sınırlarını güçlendirmeyi hedef alan bir gaza olarak niteliyordu.

Bütün kaynakları ittifak ettikleri husus, I. Bayezid ile voyvoda Mircea arasında Eflak topraklarında gerçekleşen bir savaş olduğudur, ancak bu savaşın tarihi ve yeri tam olarak belirlenebilmekten uzaktır. Oldukça iyi donanımlı bir tarihçi olduğu bilinen Richard Knolles’e göre, Bayezid Eflak’a iki sefer yapmıştır. Eğer bu bilgi doğru kabul edilecek olursa, kronoloji tartışmasına açıklık getirilebilir. Kronik yazarlarının çoğu, Argeş nehri yakınlarında (Arciş nâm suyın üzerinde) bir savaş yapıldığında hemfikirdirler. Öte yandan İdris-i Bitlisi savaş yerini dağlık ve tehlikeli bir yer olarak tarif eder. Romen tarihçiler tarafından dikkate alınan iki tarih vardır: 25 Kasım 1394 ve 17 Mayıs 1395. 1395 yılı baharında yapılan savaştan önce, 7 Mart 1395’te Yaşlı Mircea ile Macar Kralı I. Sigismund arasında bir ittifak kurulduğundan da şüphe yoktur. Eflak prensi bu ittifakla eskiden beri mevcut olan Macar desteğinden yararlanmış ve Osmanlılar ve taraftarlarına karşı Macar kralının yanında yer almıştır. Aynı zamanda bu ittifakın padişahın sefere çıkmasına da mazeret teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Ancak Bayezid’in çıktığı sefer, “çarpışmalara çabuk son verilmesi ve padişahın muzafferen Bursa’ya geri dönülmesi nedeniyle” kısa sürmüştür.

Bu savaşın sonuçları, tarihçiler arasında da tartışmalara konu olmuştur. Argeş Savaşı ve akabinde varılan barışın, Osmanlı tarihi açısından bakıldığında fazla önemli olmadığı görülmektedir. Halil İnalcık ve Colin Imber I. Bayezid’in Eflak’a düzenlemiş olduğu seferi, 1389-1402 yılları arasında Osmanlılar ile Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve Bizans arasında sürmekte olan çekişmelerin bir parçası olarak değerlendirmişlerdir. Bu araştırmacılar Sultan Bayezid’in Eflak’a yaptığı seferin sonuçları üzerinde durmamışlar, sadece padişahın Tuna’yı Niğbolu’da geçtiğini ve Şişman’ın yakalanıp öldürülmesiyle Bulgaristan Krallığı’nın son bulduğunu kaydetmekle yetinmişlerdir. I. Bayezid ile Eflak voyvodası arasında bir barış anlaşması yapıldığından şüphe yoktur, ancak bu prensin adı (Yaşlı Mircea veya I. Vlad’dan birisi olabilir) ve barış maddeleri tam olarak bilinmemektedir. Bu döneme yakın tarihli bir belge olan Macar kralının Aralık 1395 tarihli bir mektubunda Vlad I, tahta Osmanlıların yardımıyla gelmesi ve Osmanlı ve Eflak birlikleri tarafından açıktan açığa desteklenmesi nedeniyle Macaristan’ın düşmanı olarak tasvir edilmişti. Aynı imaj, 1397 yılı baharına kadarki kayıtları ihtiva eden bütün Macar vesikalarında görülebilir.

Burada vurgulanması gereken bir diğer husus da, Osmanlı kroniklerinin I. Vlad’ın Eflak tahtını ele geçirmesiyle ilgili hiç bilgi vermemeleridir. Sadece Argeş nehrindeki savaştan sonra Eflak voyvodası ile barış yapıldığının (Eflâk voyvodasıyla sulh edüb) kayıtlı olduğu ve tarihçilerin XIV. yüzyıl sonlarına ait bir resmi belge veya XVI. yüzyıl sonlarına ait bir kroniğin yaptığı iktibas olarak değerlendirdikleri bir tarihi metin vardır. XV. ve XVI. yüzyıl Osmanlı kronikleri içerisinde, “itaat ve ubudiyyet anlaşmasının yenilendiğini” ve Eflak prensinin ödeyeceği haracın iki katına çıkarıldığını kaydeden, bunu yaparken de ahd’üz-zimmet, cizye gibi XIV. yüzyıldan ziyade XVI. yüzyıla mahsus şer‘î-hukukî bir terminoloji kullanılan İdris-i Bitlisi’nin dışında yapılan barışın şartları ile ilgili bilgi veren tarihi metin yoktur. Bu geç dönem Osmanlı görüşü, XVIII. yüzyıl Eflak kroniklerinde yazılanlarla çelişmektedir. Bu döneme ait Osmanlı görüşüyle uyuşan tek yazar, XIX. yüzyıl başlarında konuyla ilgili yazan Radu Popescu’dur. Popescu, “Rovine” savaşı sonrasında bir barış anlaşması yapıldığını ve Yaşlı Mircea’nın, “Türklerin kendilerinden çok emin olduklarının farkına vararak kendileriyle anlaşma yoluna gittiğini ve ülkenin geri kalan kısmına dokunmamaları için kendilerine bir hediye verdiğini” kaydeder. Popescu’nun bu yaklaşımı, ilk Osmanlı-Eflak anlaşmasını geçici bir barış ve Osmanlılara verilen ilk parayı da sadece bir hediye olarak (plocon) değerlendiren tarihçiler tarafından sık sık kullanılmıştır. Ancak Richard Knolles’ın, savaşı kaybettikten sonra I. Bayezid’e boyun eğmek ve yıllık vergi ödemeyi kabul etmek suretiyle elde ettiği barışın Eflak voyvodası için memnun edici olduğunu ima eden ve akla daha yatkın gelen görüşünü de unutmamak gerekir.

Osmanlı ordusu Tuna’yı geçip, Niğbolu I. Bayezid tarafından 1395 yılında ele geçirildiğinde, Osmanlılar Rumeli’den Eflak’a kadar olan bölge içerisinde Tuna nehri üzerindeki geçitlerin çoğunu kontrolleri altına almışlardı. I. Bayezid, 25 Eylül 1396 tarihinde Osmanlı kroniklerinde Osmanlı sınırında (serhadd-i İslâmda) bir hisar olarak tasvir edilen Niğbolu yakınlarında, Hıristiyan dünyasının dört bir tarafından gelen askerlerden oluşan ve Macar Kralı I. Sigismund tarafından kumanda edilen bir orduyla karşılaştı. Mircea’nın Niğbolu Savaşı’na katılması ve savaşta ilk saldıran taraf olmaya çalışması, sadece Hıristiyan kaynaklarında (Johann Schiltberger’in eserinde olduğu gibi) zikredilen bir husustur; Osmanlı kaynaklarında (sözgelimi Şükrüllah’ın eseri) bu konuda bilgi yoktur. Ancak Hıristiyanların savaş sonunda uğradığı hezimete bütün kaynaklar yer vermiştir. Zaferden sonra, 1396 güzünde, I. Bayezid Bulgar Çarı Stratzimir idaresindeki Bulgar Krallığı’nı istila ve ilhak etmiş ve dolayısıyla Tuna nehrinin güneyindeki toprakların büyük bölümü Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Kuzeyde ise, çok geçmeden Osmanlı hakimiyeti yok olmuştur. Zira 1399 yılına ait resmi mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla hem voyvoda Mircea, hem de Macar kralı, Eflak’ı henüz Osmanlı hakimiyeti dışındaki bir bölge olarak görmekte; Tuna nehrini de Osmanlılarla Hıristiyan dünyası arasındaki sınır kabul etmekteydiler. Ancak her ikisi de Tuna nehrine sadece beş günlük bir mesafede bulunan Osmanlı ordusunun varlığına ve Mircea’nın Osmanlı hakimiyetini tanımasının olumsuz neticelerine karşı son derece dikkatliydiler. Burada unutulmaması gereken diğer bir nokta da, Timurlenk’in 28 Temmuz 1402 tarihli Ankara Savaşı’nda I. Bayezid’e karşı kazandığı zaferin XV. yüzyıl başlarında hem Anadolu, hem de Balkanlar’daki hükümdarların takip ettiği politikaların şekillenmesinde önemli rol oynadığıdır. 1402’den 1413’e kadar geçen onbir yıl içerisinde Yaşlı Mircea I. Bayezid’in halefleri arasındaki iktidar mücadelelerine müdahale etmiş; bu mücadeleler sırasında en büyük desteği de, 1409-1410 yıllarında Eflak’a da gelmiş olan Musa Çelebi’ye vermiştir.

1417: 1413 yılında I. Mehmed (Çelebi) kardeşlerine karşı üstünlük sağlayarak Osmanlı padişahı oldu. Ducas’ın kaydettiğine göre, bu vesile ile, diğer yabancı heyetlerle birlikte Eflak temsilcileri de I. Mehmed’in (Çelebi) cülus merasimlerine katıldılar. Hem Osmanlı hem de yabancı kaynaklar, bir barış döneminin ardından I. Mehmed’in Eflak’a sefere çıktığından ve Eflak prensi ile 1416 ve 1420 tarihlerinde barış anlaşmasına varıldığından bahsederler.

Ancak hadiselerin tam tarihleri ve bu süreçte ön plana çıkan şahsiyetler belirsizdir. Osmanlı kroniklerinin çoğu, Tuna’nın ötesine düzenlenen ve gaza olarak adlandırdıkları bu sefer sırasında kendilerine talimat verilen akıncıların Tuna’nın kuzeyine geçiş; Niğbolu ve İsakça ile birlikte Tuna üzerinde stratejik öneme haiz Yerköyü’nün (Giurgiu) ele geçiriliş; I. Mehmed ile Ulahlar arasında Osmanlı tarafına haraç ödenmesini ve bazı Eflak gençlerinin (boyar) rehin olarak Başkent’e götürülmesini öngören bir barış anlaşmasının yapılış tarihini 1416-1417 (H. 819) olarak verirler. Şükrullah, Aşıkpaşazade ve Mehmed Neşri’nin rivayetleri temelde aynıdır: “(Cenab-ı Hakkın) uğuruna nail olan padişah hareket etmiş ve Rumeli tarafına geçmiştir. Daha sonra Tuna’dan öte geçmiş ve Giurgiu’yu (Yerköyü) inşa etmiştir. Akabinde de, Eflak prensi bir heyetle haracını göndermiş, itaatini arzetmiş (Eflak’un beği dahı elçiyle harâcın göndürdü itâ‘at-i küllî etdi) ve oğullarını sarayın hizmetine vermiştir.

Chalcocondil’in rivayetleri de aynı bilgileri ihtiva eder: Bizans kronik tarihçileri tarafından Dacia olarak adlandırılan Eflak seferi; şartları I. Mehmed tarafından belirlenen barış anlaşması ve haraç ödeme yükümlülüğü. I. Mehmed’in Eflak’a düzenlemiş seferle ilgili diğer bir görüş de, bu seferin (gaza), iki taraf arasındaki barışın Eflak voyvodası tarafından bozulduğu düşüncesiyle ve Yaşlı Mircea’nın oğlu ve halefi I. Mihail (Ocak 1418-Ağustos 1420) zamanında düzenlenmiş olmasıdır. Gerçekten de, daha geç döneme ait bir Osmanlı kronik yazarı olan Koca Hüseyin, yukarıda bahsi geçen olaylar için 1420 (H. 823) tarihini vermiştir. Eflak soylularından olan Ienache Vacarescu da, I. Mihail’in (Mihai Voda sin Mircea Voda) I. Mehmed’e, dolayısıyla da Osmanlı sultanlarına biat eden ve haraçgüzar olan ilk Eflak voyvodası olduğunu teyid etmiş, ancak hadisenin gerçekleştiği yıl olarak 1418’i (H. 820) vermiştir. Komünist idaresi boyunca Romanya’daki tarihçilerin bir kısmı, Yaşlı Mircea gibi büyük bir prensin biatta bulunmak ve haraç ödemeyi kabul etmek gibi küçük düşürücü adımlarına haklı gerekçeler bulmak için bu ve benzer görüşlere sarılmışlardır. Esasen bu hususta tarih yazıcılığıyla ilgili yapılan bütün tartışmalar Richard Knolles’in 1603 yılına ait Turkish History adlı çalışmasının ilk baskısının yayınlanmasından sonra yersiz kalmıştır; çünkü Knolles Bizans ve Osmanlı kaynaklarına dayanarak, I. Mehmed’in (Çelebi) Mircea’ya karşı 1417 yılında düzenlemiş olduğu seferin ardından Mircea’nın padişahın bir haraçgüzarı olduğunu açıklığa kavuşturmuştur. Bu konuyla ilgili olarak, kenarındaki notla birlikte yapılan iktibas şöyledir: 1417 yılı. Eflak Türklere haraç ödüyor. Karaman’la yapılan savaş bu nedenle (Osmanlıların) lehine sonuçlandı ve (padişah) Avrupa’ya hareket etti. Tuna nehrini geçerek Eflak topraklarını yağmaladı ve buradan büyük ganimet topladı. (Eflak’ta) durumu düzeltmek için Eflak prensi gönderdiği elçilerle (padişahın) kendisinden talep ettiği haracı takdim etti ve oğlunu da sarayda padişahın hizmetine sundu. Bursa ve Anadolu’da büyük bir deprem meydana geldiği zaman .” 1417’den sonra Tuna ağzının güneyindeki diğer topraklar da (Dobruca) Osmanlılar tarafından kesin olarak ilhak edilmiş oldu.

1462: Mircea’nın ölümünü takip eden onyıllar boyunca, 1420-1456 yılları arasında, Eflak Mircea’nın oğulları ve tahtta hak iddia eden hasımları arasında baş gösteren ve Daneşti (I. Dan’ın halefleri) ve Draculeşti (Mircea’nın halefleri) arasındaki mücadele olarak da anılan ayrılıkçı kavgalarla sarsıldı. Bu dönemde Eflak prenslerinin statüleri ve takip ettikleri politikalar, Osmanlı Devleti ve Macaristan arasında gidip gelen jeo-politik konumdan fazlaca etkilendi. Bu dönemin temas edilmesi gereken diğer bir figürü de Şeytan Vlad’dı. Şeytan Vlad 1436 yılında Macarlar tarafından Osmanlılara karşı kullanılmak amacıyla tahta geçirilmiş, ancak Macar Kralı I. Sigismund’un 1437’de ölmesinin ardından Macaristan tarafından yeterli yardımı alamaması nedeniyle, tahta çıkışından kısa bir süre sonra, II. Murad’a biat etmişti. Bizans ve Osmanlı kroniklerinin çoğunda da kaydedildiği gibi Eflak voyvodasının Osmanlı hakimiyetini tanıması, (geçmişte ödenmeyen iki yıllık haraçla birlikte) haracını ödemesi, oğullarını (kendi oğulları Vlad ve Radu ile birlikte çok sayıda boyarın oğlunu saraya göndermişti) sarayın hizmetine sunması ve Osmanlıların Macaristan’a karşı düzenleyecekleri seferlerde Osmanlı birlikleri yanında yer alması anlamına geliyordu. Hadiseleri zikrederken İslamî- hukukî bir terminoloji kullanan İdris-i Bitlisi’ye göre bütün bu şartlar, Şeytan Vlad’in haraçgüzar olduğunu ve II. Murad’la bir andlaşma (‘ahd) yaptığını gösteriyordu. Şeytan Vlad Osmanlı idaresine boyun eğmesi karşılığında, selefi Alexandru I. Aldea’nın yaptığı gibi, daha önceden esarete düşmüş olan Eflak halkını esaretten kurtarmış ve ülke topraklarının Osmanlı birlikleri tarafından yağmalanmasını önlemiş oluyordu.

II. Mehmed’in 1456 yılında başarısızlıkla sonuçlanan Tuna nehri üzerindeki Belgrad kalesini fetih girişiminden kısa bir süre, kazıklı voyvoda lakabıyla anılan Vlad Eflak tahtına geçti. Kritovulos, II. Mehmed’in tahta geçer geçmez andlaşma ve ahidlerle Kazıklı Vlad’ın hareketlerini kısıtlayıp haraçgüzar statüsüne düşürdüğünü kaydeder. Ancak 1460 yılında eskiden beri ödemekte olduğu vergiyi ödemeyen Kazıklı Voyvoda, kendi bakış açısıyla “Türk boyunduruğundan kurtulmak amacıyla”, sultanın haracını ödemesi ve gelip kendisine biat etmesi isteğini geri çevirdi. Sonuç olarak Fatih Sultan Mehmed 1462 yılında, XV. ve XVI. yüzyıl kroniklerinin çoğunda nakledilen Kazıklı Voyvoda Vlad’a karşı bizzat kendisinin kumanda ettiği sefere çıktı. Bu yüzden, Osmanlı hanedanının tarihini yazan Mehmed Neşri, söz konusu seferi “Eflak’a yapılan kutlu sefer (Hikâyet-i Gaza’y-ı Eflâk)” olarak tanımlamıştır. Richard Knolles’a göre, II. Mehmed’in amacı esasen Eflak Prensi Vladus’u tuzağa düşürmekti. Çünkü padişah, 1462 yılı içerisinde haraçgüzarı olan Eflak Prensi Vladus Dracula’nın Osmanlı’ya olan itaatini geri çekmeye ve Osmanlıların baş düşmanı olan Macarların yanında yer almaya karar verdiği haberini almıştı. Bu yüzden büsbütün elinden kaçırmadan voyvodanın yolunu kesmek istiyordu.

Osmanlı tarafından benimsenen görüşe göre bu sefer sonucunda Eflak kafirleri gruplar halinde gelerek padişaha biat ettiler. Yakışıklı Radu da, sadakat yeminini ettikten sonra doğrudan doğruya padişah tarafından tahta geçirildi. 1462 yılında yapılan biat, Mehmed Neşri’nin biraz mübalağalı ifadeleriyle tanımlanacak olursa, daha önce kişisel olarak yapılanlarla karşılaştırıldığında kitleler halinde yapıldı: Padişah-ı Islâm. Tuna’yı geçüb Eflâk vilâyetine girüb cemi’ Eflâk’ın vilâyeti halkı gelüb tapdılar. Dimitrie Cantemir’e göre II. Mehmed, en yakın tehlikenin en önce savuşturulması gerektiğini düşünerek “kuvvetlerini bir anda Eflak tarafına yöneltti ve asi prensi sürgüne göndererek genç kardeşini eyaletin yeni idarecisi olarak atadı”.

Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus da, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yaygın olan yerel görüşe göre ilk kez biat eden Eflak voyvodasının, 1473-1476 yılları arasında Eflak tahtı için Yakışıklı Radu ile çarpışan ve Yakışıklı Radu’nun kardeşiyle karıştırılan Basarab Laiota (1473-1477, inkıtalara uğrayan bir iktidar) olduğuna inanılmasıdır. 1462 yılı, XX. yüzyıl Romen tarihçileri tarafından Eflak’ın Osmanlı idaresi altındaki siyasi statüsü için bir dönüm noktası olarak değerlendirilir.

1521-1529: 1530’lu ve 1540’lı yıllarda, yani Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Güneydoğu Avrupa ve Orta Avrupa’daki iktidar ilişkilerinde önemli değişiklikler meydana geldi. Türkler 1521 yılında bir Macar şehri olan Belgrad’ı aldılar; 1526 yılında yapılan Mohaç Savaşı’yla Macar ordusunu bozguna uğrattılar ve 1529 yılında da Macaristan’ın başkenti Budin’i işgal ettiler. Bütün bu olup bitenler, Macaristan’ın parçalanması anlamına geliyordu. Bundan da öte mevcut duruma Lehistan’ın Macaristan üzerindeki iddiaları ve 1530’lu yıllardaki Habsburg saldırıları eklenince, Kanuni Sultan Süleyman Tuna’nın kuzeyindeki Osmanlı hakimiyetini tam olarak temniyet altına almaya karar verdi. Bu amaçla 1538 yılında Boğdan voyvodası Petru Rareş üzerine düzenlenen sefer, Budin’in ikinci kez fethi ve Erdel’in 1541 yılında haraca bağlanan bir vilayete dönüştürülmesi, Eflak’ın siyasi durumunu da etkiledi.

Sonuç itibarıyla 1530’lu yıllara girildiğinde Eflak, başında bir Türk idareci olan ve doğrudan Osmanlı merkezi yönetimine bağlı bir eyalet statüsüne düşme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Böyle bir tehlikeli durumla karşı karşıya kalınca Eflak boyarları iç çekişmeleri bir kenara bıraktılar ve tıpkı 1462 yılında yaptıkları gibi toplu biat ederek, özerk satülerini kaybetmeye yol açacak tehlikeli bir gelişmeyi savuşturmayı başardılar. Bu döneme ait olayları nakleden Eflak kronik yazarı Radu Popescu Osmanlı yönetimi ile sürdürülen ilişkilerin, muhtemelen Afumatili Radu (1522-1529, inkıtalı olarak) ve Eflak boyarları tarafından 1524 yılından başlayarak denetim altına alınmaya çalışıldığını kaydeder. “Başbaşa veren Eflak boyarları ve Radu şu sonuca varmışlardır: küçük bir ülke olmaları nedeniyle onca geniş ülkeleri fetheden ve bu kadar çok ordusu bulunan bir imparatorla (padişahla) savaşmaları mümkün değildir. Hepsi voyvodanın Osmanlı sarayına gitmesine ve imparatorun (padişahın) eteğini öpmesine karar verdiler. Nitekim öyle de yapılmıştır. Radu, çok sayıda boyarla birlikte saraya gitmiştir.” Bu şartlar altında, Eflak voyvodasının Sibiu sakinlerine yazdığı 1 Şubat 1525 tarihli mektupta dile getirmiş olduğu şu tatminkarlık daha iyi anlaşılır: “Türklerin sarayına gittim ve padişahın ve Türk topraklarının ileri gelenlerinin huzuruna çıktım. Eflak’ın idaresi önce Tanrı tarafından, daha sonra da padişah tarafından tarafıma tevdi edildi; daha sonra diri ve sağlıklı olarak geri geldim ve Eflak tahtını ve idaresini ele aldım.”

Bazı voyvodaların Eflak bağımsızlığını yeniden ele geçirmek ve çevredeki Hıristiyan devletlerin himayesine girmek için bazı teşebbüslerine rağmen, bu bağlamda tek kayda değer olanı Cesur Michael’inkisidir (1593-1601). Eflak topraklarında 1714-1821 arasında Fener idaresi kurulmuş; 1774 yılındaki Küçük Kaynarca Anlaşması’ndan sonra Rus nüfuzu artmış 1829 yılındaki Edirne Anlaşması’ndan sonra Boğdan ile birlikte Rus himayesine girmiştir. Buna rağmen 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşları ve ardından imzalanan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Anlaşmasına kadar, varlığını Osmanlı idaresini benimsemiş bir bölge olarak sürdürmüştür. Ancak Berlin Anlaşması’yla birlikte, 1859 yılından beri Boğdan ile birleşmiş olan Eflak, Romanya çatısı altında, Avrupa devletleri tarafından da tanınan bağımsız bir ülke haline gelmiştir.

Boğdan

1455-1456: Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethini takip eden yıl Ceneviz kolonilerini önce haraç vermeye zorlayarak, daha sonra da her birini tek tek fethederek, Karadeniz’deki Osmanlı hakimiyetini genişletmek politikasını başarıyla uygulamaya devam etti. Bu şartlar altında Osmanlı hakimiyetini Rumeli topraklarında yaymak amacıyla 5 Ekim 1455 tarihinde Belgrad üzerine düzenlediği sefer sırasında ise, Boğdan’ın yıllık 2.000 düka vergi ödemeye mecbur tuttu.

Ertesi yıl padişahın emrini geri çeviren Boğdan voyodası Petru Aron (1451-1456, inkıtalı olarak) yardımcısı Mihul ile, yapılacak görüşmelerden bir sonuç alınamaması ihtimaline karşılık, “barışın sağlanması ve topraklarının işgalden korunması amacıyla talep edilen miktar yerine 2.000 Macar zolotası” gönderdi. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed 9 Haziran 1456’da (5 Receb 860) taşradaki idarecilere (sancakbeyleri, beyler, subaşılar, kadılar vs.) hitaben voyvoda Petru Aron ile barışın sağlandığını (Boğdan ile beyi Pitri voyvoda ile barışıklık edüb aradan düşmanlığı götürdüm) ve başta Akkerman’dan Edirne, Bursa ve İstanbul gibi merkezlere gelip alışveriş yapan tüccarlar için olmak üzere Boğdan topraklarından Osmanlı topraklarına gelecek tüccarların emniyyetlerinin teminat altına alındığını teyit eden bir nişanı hümayun hükmü ibra etti. Yukarıda bahsi geçen ilk iki resmi Osmanlı kaydı hariç, Osmanlı kronikleri, en azından yayınlanmış olanları, 1455-1456 yıllarına ait olaylarla ilgili bilgi vermemektedirler. Boğdan kroniklerinde ise bu hadise bariz neticeleri olan siyasi bir hareketten çok, Osmanlı Devleti’ne ilk defa vergi (Romen dilinde bir veya dajde) ödenmeye başlanması şeklinde ele alınmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Grigore Ureche: “Haracı icad eden ve Türklere ilk olarak ödeyen bu voyvoda Petru’ydu” ifadesini kullanmıştır.

1480-1486: 1457’de Boğdan tahtına Ştefan cel Mare geçti ve ödenecek haraç miktarını 3.000 dükaya çıkardı. Aradan 15 yıl geçtikten sonra bu vergi miktarını ödemeyi reddetti. Biraz gecikmeli olarak, 1474 yılında II. Mehmed, Büyük Ştefan’ın vergisini bizzat İstanbul’a getirmesini ve kendisine biat etmesini emreden bir ültimatom yayınladı. Bu çağrıya kulak asılmaması üzerine (kâfir gelmedi), voyvodanın cezalandırılması maksadıyla Boğdan üzerine Rumeli Beylerbeyi Süleyman Bey’in kumanda ettiği bir sefer düzenlendi. Osmanlı kronikleri ağız birliği etmişçesine Osmanlı ordusunun 10 Ocak 1475’de Vaslui’daki savaş meydanında nasıl da alçakça bozguna uğratıldığını anlatırlar.  Ertesi yıl teslim olmaları için Boğdanlılara ikinci bir çağrı yapıldı ve (bu sefer Tatar desteği de alınıp) titizlikle sürdürülen hazırlıklardan sonra 26 Temmuz 1476 tarihinde Valea Alba’da yapılan savaşta Boğdanlılar bozguna uğratıldı. Bir gaza olarak nitelenen bu savaş XV. ve XVI. yüzyıl kroniklerinin hepsinde yer nakledilmektedir. Savaşın ardından başlanan barış görüşmeleri, Fatih Sultan Mehmed’in iktidarının son yılında, yani 1480-1481’de verilen ahidname ile son bulmuştur. Ancak tarihçilerin çoğu, sadır olan ahidnameye rağmen Boğdan’daki Osmanlı hakimiyetinin bu tarihte henüz tam olarak tesis edilemediği düşüncesini taşımaktadırlar. Üstelik Osmanlıların dış dünya ile münasebetlerinde benimsedikleri gaza mefkuresi hesaba katılacak olursa, bu geçici bir barıştı. Boğdan, hâlâ darülharp içerisinde yer almaktaydı.

II. Bayezid, XV. ve XVI. yüzyıl kroniklerinde de zikredildiği gibi, Karadeniz’in kuzeybatısındaki Osmanlı hakimiyetini güçlendirmek için bu bölgeye 1484 yılında bir sefer düzenlemiştir. Örneğin bu sefere iştirak eden kronik yazarlarından birisi olan Kıvamî, padişahın 1484 yılı Temmuz-Ağustos aylarında Tuna’nın kollarından biri üzerinde yer alan Kili kalesini ve Dinyester nehri ağzındaki Akkirman’ı nasıl fethettiğine eserinde yer vermiştir. Bu şartlar altında Büyük Stephen, II. Bayezid’le barış yapmanın bir zorunluluk olduğunu görmüştür. 1486-1487’de (H. 892) bir elçi Boğdan’ın Kara Çelebi tarafından cizye veya haraç olarak adlandırılan vergisini İstanbul’a getirerek padişahtan barış istedi. XVII. yüzyıl kronik yazarı Kara Çelebi Zade’ye (ö. 1658) bakılırsa, Boğdan voyvodaları bu barışla padişahın himayesini (aman) alarak tahtlarını muhafaza ettiler. Stephen 1504’te sona eren II. Bayezid iktidarının sonuna kadar padişahın bir haraçgüzarı olarak kaldı. Kendisine verilen himaye karşılığında da bazı askeri sorumluluklar üstlendi. Mesela 1497 yılında Boğdan voyvodası Jan Olbracht’ın saldırılarını püskürtebilmek için padişahın yardımına başvurdu ve Osmanlı yardımı sayesinde Lehleri 26 Ekim 1497 tarihinde Bukovina’nın Kozmin bölgesinde bozguna uğrattı. Lehlerin saldırılarının devam etmesi üzerine Boğdanlılar, bir yıl sonra, 1498 yılında II. Bayezid tarafından gönderilen Malkoçoğlu Bali Bey’in birlikleri ile kuvvetlerini takviye ettiler ve Lehistan’a karşı saldırı durumuna geçtiler.

1538: Dimitrie Cantemir ve Boğdan kronik yazarları tarafından dikkat çekilen ve Osmanlı idaresine 1511-1513 yılları arasında voyvoda Kör III. Boğdan ve 1529 yılında Petru Rareş tarafından biat edildiğini öngören XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait yaygın kanaate rağmen, Boğdan’ın Osmanlı Devleti karşısındaki siyasi ve hukuki statüsünün ancak 1538 yılından sonra köklü değişiklere uğradığını söylemek mümkündür.

Nasuh Matrakçı 1538 yılı Moldavyası’nı “düşman bir toprak” olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla Kanuni Sultan Süleyman’ın düşman voyvoda Petru Rareş üzerine düzenlediği sefer de, bu düşman toprağını fethedip Osmanlı hakimiyeti altına almayı amaçlamaktadır. Türklerin 1538 yılında Boğdan üzerine yaptıkları akın Venedik’teki İngiliz elçisi Edmund Harvel’in 25 Ekim 1538’de Cromwell’e hitaben kaleme aldığı mektupta da yer almıştır. Harvel bu mektubunu yazarken Türk ordusu Boğdan’a girmiş ve kahramanca savunulan üç müstahkem kaleyi kuşatmıştır. Harvel’in mektubundan Caraboldan (Türkçe Karaboğdan’dan bozma) olarak adlandırdığı Petru Rareş’in bu çarpışmalar sırasında 30.000 atlısı, iyi savaşçıları ve Erdel Kralı Janos Zapolya tarafından gönderilen 40.000 süvari desteği vardı. Ancak Boğdan’ın başkenti Suceava’nın teslim olması savaşta belirleyici olmuş ve bu gelişme üzerine Kanuni Sultan Süleyman ordusuyla birlikte tekrar Tuna’nın güneyine geri çekilmiştir. “Genç prensler ve Boğdan vilayetinin boyarları Nişancı Küçük Mehmed Paşa’nın (ö. 1571) aktardığı şekliyle türlü türlü boyun eğip yeri öptüler ve topraklarının idaresine yeni bir hakim atanması için padişaha yalvardılar. Hicri 945 yılının Rebiulahiri’nde (16 Eylül 1538) kendi soylarından gelen en genç prensin idareci olarak atanmasından sonra da, yıllık haraçlarını ödeyeceklerine söz verdiler.”

Aslında seferin hemen akabinde, Ekim 1538’de, Polonya Kralı I. Sigismund’a gönderdiği mektupta Kanuni Sultan Süleyman, eski bir rehin ve Osmanlı Devleti’ne sadık biri olarak bilinen Ştefan Lacusta’yı “Boğdan vilayetine voyvoda olarak” tayin ettiğini dile getirmişti. Nasuh Matrakçı ve İbrahim Peçevi, Ştefan Lacusta’nın Suceava’daki memuriyetine nasıl tayin edildiğini; diğer Osmanlı vilayetlerindeki idareciler için eskiden beri yapılmakta olduğu gibi nasıl berât-ı hümâyûn ve ‘alem verilip hil‘at, (genellikle Yeniçeri ağalarının giydiği) üsküf ve bürk giydirildiğini eserlerinde anlatmışlardır. Osmanlı kronikleri daha ziyade Kanuni Sultan Süleyman’ın bu seferinin siyasi sonuçları üzerinde durmuşlar ve 1538 yılındaki gelişmeleri, haraca bağlanan Boğdan eyaletiyle sürdürülen ilişkilerde bir dönüm noktası olarak değerlendirmişlerdir. 1538 yılında, tıpkı 1462 yılında Eflaklıların yaptığı gibi, önemi ve sonuçları bakımında 1456, 1480-81 ve 1486 yıllarındaki barış anlaşmalarını gölgede bırakan toplu bir biat hadisesi yaşanmıştır. Bu hususla ilgili olarak Muhiddin el- Cemali Eflak eyaletinin ve bütün Eflak halkının 1538 yılında “padişaha biat ettiklerini” ifade etmekte; İbrahim Peçevi de “O gün Boğdan’ın Osmanlı hakimiyetine girdiğini” nakletmektedir. Bu gelişmeden sonra, Osmanlıların hukuki yaklaşımları daha fazla ön plana çıkmaya başlayacaktır. Nitekim artık Osmanlı belgelerinin çoğunda Boğdan eyaleti Memâlik-i mahrûsanin bir parçası, Boğdanlılar da zımmi reaya olarak zikredilir.

Mahalli görüşe göre, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1538 (H. 945) yılında Petru Rareş üzerine düzenlediği sefer, Boğdan’ın hukuki statüsünde bir dönüm noktası değildir; zira bu sefer sonucunda yapılan biatın benzerini Kör III. Boğdan daha 1512 yılında yapmıştır. Bu noktada Dimitrie Cantemir’in ifadeleri daha tarafsızdır: (Kanuni) Süleyman’ın kumandanları Yemen’i zaptetmiş, Boğdan’ı yerle bir etmiştir. Bütün bunları kumandanları yaparken, (Kanuni) Süleyman maiyetindeki kalabalık askerî birliklerle Boğdan’a bir dost gibi girmiş, ancak Boğdan ahalisinin beklentilerinin aksine, Tuna’dan Soczava’ya kadar olan yerleri, daha sonra da Soczava’yı ateşe verip halkını kılıçtan geçirmiştir. Üstelik karargahını şehrin yakınında kurup yıllık haraç ödenmesini istemektedir. Boğdanlılar bu muazzam güç karşısında duramayacaklarını anlayıp, çaresizlik içerisinde kendisinden barış isterler ve kendilerinden talep edilen haracı ödeyeceklerine söz verirler. Talepte bulunabilecekleri tek şey, bu kişi padişahın otoritesini temsil edecek olsa bile kendi içlerinden bir idarecinin tayini kalmıştır. (Kanuni) Süleyman Boğdanlıların isteklerini geri çevirmez; Boğdanlıların kendi aralarından seçtikleri prensin tayinini onaylar ve esirleri serbest bırakır. Ertesi gün Boğdan’ın ileri gelenlerini bir araya toplar ve Müslüman hükümdarlardan gördükleri iyi muameleyi dikkate almayıp böylesine güçlü bir imparatorluğa karşı kılıca sarıldıkları, Kili’yi ateşe verdikleri ve çok sayıda Müslümanı katlettikleri için kendilerini azarlar.

Ancak (Kanuni) Süleyman, İslam şeriatine göre işlemiş oldukları cürmlerin karşılığı ölüm cezası olmasına rağmen, merhametinin bir nişanesi olarak ve eski voyvodanın hazinesini teslim etmeleri kaydıyla canlarını bağışlamaya hazırdır. Çaresizlik içerisindeki Boğdanlıların itiraz edebilecekleri hiç bir şey yoktur. Defterdar, beraberindeki yeniçerilerle şehre girer ve hem devlet hazinesi, hem de içinde asalar, haçlar ve kıymetli taşlarla süslenmiş kutsal nesnelerin bulunduğu voyvodanın şahsi hazinesine el koyar. Bu uygulamalara müdahale etmeyen ve bilakis daha memnun olan (Kanuni) Süleyman, birlikleriyle İstanbul’a geri döner. Boğdan’la ilgili olarak, Eflak için söylenen şeylerin benzeri söylenebilir.

Boğdan, bazı voyvodaların bağımsızlıklarını kazanmak için verdikleri mücadelelere; topraklarında 1714-1821 arasında Fener idaresi kurulmasına; 1774 yılındaki Küçük Kaynarca Anlaşması’ndan sonra Rus nüfuzunun artmasına ve Eflak ile birlikte 1829 yılındaki Edirne Anlaşması’ndan sonra Rus himayesine girmesine rağmen, 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşları ve ardından imzalanan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Anlaşması’na kadar, varlığını Osmanlı idaresini benimsemiş bir bölge olarak muhafaza etmiştir. Berlin Anlaşması’yla birlikte, 1859 yılından beri birleşik olan Boğdan ve Eflak “Romanya” adıyla ayrı bir devlet halini almış ve bu devletin bağımsızlığı Avrupa devletleri tarafından da tanınmıştır.

Prof. Dr. Viorel PANAITE

Bükreş Üniversitesi Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Enstitüsü / Romanya

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 206-218

Kaynaklar:
♦ M. Alexandrescu-Dersca Bulgaru, “Les relations du prince de Valachie Mircea l’Ancien avec les émirs seldjoukides d’Anatolie et leur candidat Musa au tróne Ottoman.” Tarih Araştırmaları Dergisi, VI, 1968, 10-11 (1972), 113-225.Aşıkpaşazade, Tevarih = Fr. Giese, Die altosmanische Chronik des Aşıkpaşazade, Leipzig, 1929 (Cronici turc. I’den yapılan iktibaslar, 81-105; Crestomatie Turca, 77-101). Aynı şekilde Çiftcioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri, I, Istanbul, 1949, 77-319 içinde.Bratianu, Marea Neagra = Gh. I. Bratianu, Marea Neagra de la origini pâna la cucerirea otomana, I-II, yay. Victor Spinei, Bucureşti, 1988.Calatori straini = Cälatori straini despre Tärile Române, yay. M. Holban, Bucureşti, I, 1968.Cantemir, Othman History = Demetrius Cantemir, The
♦ History of the Growth and Decay of the Othman Empire. çev. N. Tindal, London, 1734-5. Chalcocondil, Expuneri = Laonic Chalcocondil, Expuneri istorice, yay. V. Grecu, Bucureşti, 1958 (FHDR, IV, 450-517 içinde)
♦ Concert of Europe = The Concert of Europe, yay. R.Albrecht-Carrié, New York, 1968.Corfus, Documente XVI = I.Corfus, Documente privitoare la istoria României culese din arhivele polone. Secolul al XVI-lea, Bucuresti, 1979.Critobul, Mehmed II = Critobul of Imbros, Din domnia lui Mehmed al II-lea. Anii 1451-1467, yay. V.Grecu, Bucuresti, 1963; History of Mehmed the Conqueror by Critovoulos, çev. Ch. T. Riggs, Westport, Connecticut, 1954.
♦ Cronici turc. I = Cronici turcesti privind Tarile române. Extrase. Vol. I. Sec. XV-mijlocul sec. XVII, yay. Mihail Guboglu and Mustafa Mehmet, Bucuresti, 1966.
♦ CSR = Cronicile slavo-române din sec. XV-XVI, publicate de Ioan Bogdan. yay. P. P. Panaitescu, Bucureşti, 1959.
♦ Decei, “Doua doc”/”Deux documents” = Aurel Decei, “Doua documente turceşti privitoare la expeditiile sultanilor Baiazid I şi Murad al II-lea în Tarile Române.” Decei, RRO, 209-222 içinde) (Fransızca baskısı Revue Roumaine d’Histoire (Bucarest), XIII, 3, 1974, 395-413 içinde).
♦ Decei, “Mircea” = A. Decei, “Expeditia lui Mircea cel Batrân împotriva acîngiilor de la Karinovasi (1393).” Decei, RRO, 140-155 içinde (Fransızca baskısı Revue des Études Roumaines (Paris), I, 1953, 130-51 içinde).
♦ Decei, “Sulhname” = A.Decei, “Tratatul de pace-sulhname-încheiat între sultanul Mehmed al II- lea şi Ştefan cel Mare la 1479.” Revista Istorica Romana, XV, 1945, fasc. IV, 465-94 (aynı şekilde Decei, RRO, 118-39 içinde).
♦ Decei, Imp. otoman = A. Decei, Istoria Imperiului otoman pâna la 1656, Bucureşti, 1978.
♦ Decei, RRO = A.Decei, Relatii româno-orientale. Culegere de studii, Bucureşti, 1978.
♦ DRH, A = Documenta Romaniae Historica. A. Moldova, c. II (1449-86), Bucureşti, 1974.
♦ DRH, D = Documenta Romaniae Historica. D. Relatiile între Tarile Române, c. I, Bucureşti, 1977.
♦ Ducas, Istoria = Ducas, Istoria turco-bizantina (1341-1462), yay. V.Grecu, Bucureşti, 1958.
♦ FHDR = Fontes Historiae Daco-Romanae, c. IV: Scriitori şi acte bizantine. Secolele IV-XV, Bucureşti, 1982.
♦ Filstich, Istorie = Johann Filstich, Încercare de Istorie Româneasca, yay. Adolf Ambruster, Bucureşti, 1979.
♦ Gemil, Documente turc. = Tahsin Gemil, Relatiile Tarilor române cu Poarta otomana în documente turceşti. 1601-1712, Bucureşti, 1984.
♦ Gemil, “Mircea” = T. Gemil, “Raporturile româno-otomane în vremea lui Mircea cel Mare”, in Mircea, 330-64;
♦ Gemil, Românii şi otomanii = Tahsin Gemil, Românii şi otomanii în secolele XIV-XVI, Bucureşti, 1991.
♦ Genealogia Cantacuzinilor = Mihail Cantacuzino banul, Genealogia Cantacuzinilor, yay. N. Iorga, Bucureşti, 1902.
♦ Ghiata, “Dobrogea” = A.Ghiata, “Conditiile instaurarii dominatiei otomane în Dobrogea.” Studii istorice sud-est europene, I, Bucureşti, 1974, 43-126.
♦ Giurescu, Istoria românilor = C. C. Giurescu, Dinu C. Giurescu, Istoria românilor. c. 2: De la mijlocul secolului al XIV-lea pâna la începutul secolului al XVII-lea, Bucureşti, 1976.
♦ Gorovei, “1486” = Şt. S. Gorovei, “Pacea moldo-otomana din 1486.” Revista de Istorie, 7, 1982, 807-21 (Fransızca baskısı RRH, 3-4, 1982, 405-21 içinde).
♦ Gorovei, “Casa Pacii” = Şt. S. Gorovei, “Moldova în “Casa Pacii”. Pe marginea izvoarelor privind primul secol de relatii moldo-otomane.” Anuarul Institutului de Istorie şi Arheologie «A.D.Xenopol» (Iaşi), XVII, 1980, 629-67.
♦ Guboglu, “Le tribut” = M. Guboglu, “Le tribut payé par les Principautés Roumaines ‘a la Porte jusqu’au début du XVIe siècle d’après les sources turques.” Revue des Études Islamiques (Paris), 37, 1, 1969, 49-80 (yeni basımı Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan’a Armağan, İstanbul, 1985, 59-144 içinde).
♦ Guboglu, Paleografia = M. Guboglu, Paleografia şi diplomatica turco-osmana. Studiu şi album, Bucureşti, 1958.
♦ Hammer, Empire Ottoman = Joseph von Hammer-Purgstall, Geschichte des Osmanischen Reiches, I-X, Pest, 1827-1835; J. de Hammer, Histoire de l’Empire Ottoman depuis son origine jusqu’’a nos jours, c. I-XVIII, çev. J. J. Hellert, Paris, 1837-41.
♦ Hurmuzaki, Documente = Documente privitoare la istoria românilor culese de Eudoxiu de Hurmuzaki, Bucureşti.
♦ Imber, Ottoman Empire = C. İmber, The Ottoman Empire. 1300-1481, İstanbul, 1990.
♦ İnalcık, “Document” = H. İnalcık, “An Ottoman Document on Bayezid I expedition into Hungary and Wallachia.” Actes du X Congrès International d’Etudes Byzantines, İstanbul, 1957, 220-2.
♦ İnalcık, “Rise” = H. İnalcık, “The Rise of the Ottoman Empire.” A History of the Ottoman Empire to 1730., Cambridge, London, New York, Melbourne, 1976, 10-53 içinde.
♦ Iorga, Istoria Românilor = N. İorga, Istoria Românilor, III-VI, Bucureşti, 1936-39.
♦ Kıvâmî, Fetihnâme = F.Babinger, Fetihnâme-i Sultan Mehmed, müellifi: Kıvâmî, İstanbul, 1955.
♦ Knolles, Turkish History = Richard Knolles, The Turkish History, from the Original of that Nation, to the Growth of the Ottoman Empire. 6. Baskı, c. I, London, 1687.
♦ Koca Hüseyin, Beda’i ül-veka‘i = Koca Hüseyin, Beda’i ül-veka‘i, yay. A. S. Tveretinova, I-II, Moscova, 1961 (iktibaslar Cronici turc. I, 437-68 içinde).
♦ Letopisetul cantacuzinesc = Istoria Tarii Româneşti. 1290-1690. Letopisetul cantacuzinesc, yay. C. Grecescu, D. Simonescu, Bucureşti, 1960.
♦ Maxim, “Mircea” = M.Maxim, “Cu privire la întelegerile de pace româno-otomane din timpul domniei lui Mircea cel Batrân”, Mircea, 365-396 içinde.
♦ Maxim, TRÎP = Mihai Maxim, Tarile Române şi Înalta Poarta, Bucureşti, 1993.
♦ Minea, Principatele române = I. Minea, Principatele române şi politica orientala a împaratului Sigismund, Bucureşti, 1919.
♦ Mircea = Marele Mircea Voievod, Coord. I. Patroiu, Bucureşti, 1987.
♦ Neşri, Tarih = Fr. Taeschner, Gihannüma. Die altosmanische Chronik des Mevlâna Mehemmed Neschrî, c. I-II, Leipzig, 1951-5; Mehmed Neşri, Kitâb-ı Cihan-nüma. Neşri Tarihi, yay. F. R. Unat, M. A. Köymen, I-II, Ankara, 1987 (1.baskı 1947) (iktibaslar Cronici turc. I, 110-34, ve Crestomatie turca, 243-70 içinde).
♦ Nicolae Costin, Letopiset = Nicolae Costin, Letopisetul Tarii Moldovei de la zidirea lumii pâna la 1601, yay. C. Stoide and I. Lazarescu, Iaşi, 1971.
♦ Osmanlı Tarihleri = Çiftcioğlu N.Atsız, Osmanlı Tarihleri, I, İstanbul, 1949.
♦ Pall, “Hunedoara” = F. Pall, “La condizioni e gli achi internationali della lotta antiottoman del 1442-1443 condotta da Giovanni di Hunedoara.” Revue des Études Sud-Est Européennes (Bucarest) III, 1965, 433-63.
♦ Panaite, Limbaj = Viorel Panaite, Limbajul politico-juridic în Islamul otoman. Dictionar de termeni si expresii. I. Razboiul, pacea, comertul (The Political-Legal Language in the Ottoman Islam. Dictionary of Terms and Expressions. I. War, Peace, Trade), Tipografia Universitatii din Bucureşti, 1998, 359 s.
♦ Panaite, Ottoman Law = Viorel Panaite, The Ottoman Law of War and Peace. The Ottoman Empire and Tribute Payers, East European Monographs, No. DLXII, Boulder, Columbia University Press, New York, 2000, 561 s.
♦ Panaite, Pace, razboi si comert în Islam = Viorel Panaite, Pace, razboi si comert în Islam. Tarile române si dreptul otoman al popoarelor. Secolele XV-XVII (Peace, War and Trade in Islam. The Romanian Principalities and the Ottoman Law of Nations. 15th-17th Century), yay. All, Bucuresti, 1997, 560 s./16 renk illustrasyonlar.
♦ Panaitescu, Mircea = P .P .Panaitescu, Mircea cel Batrân, Bucureşti, 1944.
♦ Papacostea, “1455-1456” = Ş. Papacostea, “La Moldavie tributaire de l’empire ottoman au XVe siècle: le cadre international des rapports établis en 1455-1456.” Revue Roumaine d’Histoire (Bucarest), XIII, 3, 1974, 445-61.
♦ Parry, “Bayezid II-Selim I” = V. J. Parry, “The Reigns of Bâyezîd I and Selim I, 1481-1520.” A History of the Ottoman Empire to 1730., Cambridge, London, New York, Melbourne, 1976, 54-78 içinde.
♦ Petru Rareş = Petru Rareş, coord. L. Şimanschi, Bucureşti, 1978.
♦ Popescu, Istoriile = Istoriile domnilor Tarîi Româneşti de Radu Popescu, Cronicari munteni, yay. M.Gregorian, I, Bucureşti, 1961, 225-578 içinde.
♦ Redhouse = Redhouse yeni Türkçe-Ingilizce Sözlük/New Redhouse Turkish-English Dictionary, 12. Baskı, Istanbul, 1991.
♦ Seton-Watson, Roumanians = R. W. Seton-Watson, A History of the Roumanians. From Roman Times to the Completion of Unity, Archon Books, 1963 (1. Baskı, 1934, Cambridge University Press).
♦ Tappe, Documents = E. D. Tappe, Documents concerning Romanian History (1427-1601) collected from British Archives, The Hague, 1964.
♦ Thornton, Turkey = Th.Thornton, The Present State of Turkey. together with the Geographical, Political, and Civil, State of the Principalities of Moldavia and Wallachia, c. I-II, 2. Baskı, London, 1809.
♦ Tocilescu, 534 documente = Gr. G. Tocilescu, 534 documente istorice slavo-române din Tara Româneasca şi Moldova privitoare la legaturile cu Ardealul. 1346-1603, Bucureşti, 1931.
♦ Tursun, Tarih = Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l Feth Sultan Mehmed Han, Hazırlayan: A. Mertol Tulum, İstanbul, 1972; The History of Mehmed the Conqueror by Tursun Beg, yay. H. İnalcık and R. Murphey, Minneapolis & Chicago, 1978 (iktibaslar Cronici turc., I, 65-80 içinde).
♦ Ureche, Letopiset = Grigore Ureche, Letopisetul Tarii Moldovei, der. P. P. Panaitescu, Bucureşti, 1987 (1. Baskı, 1955).
♦ Vacarescu, Istoria = Ianache Vacarescu, Istorie a prea puternicilor înparati othomani, Poetii Vacareşti, Opere, yay. C.Cîrstoiu, Bucureşti, 1982, 181-312 içinde.
♦ Veinstein, “Oceakov” = Gilles Veinstein, “L’occupation ottomane d’Oceakov et le problème de la frontière lituano-tatars. 1538-1544.” Passé turco-tatar. Présent soviétique., Louvain-Paris, 1986, 123-55.
♦ Veliman, “Mircea” = V. Veliman, “Domnia lui Mircea cel Mare în viziunea istoriografiei otomane (sec. XV-XVII)”, 0Marele Mircea Voievod, Bucureşti, 1986, 397-429.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.