Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Devleti’nde Nakîbü’l-Eşrâflık Kurumu

0 23.831

Doç. Dr. Murat SARICIK

1. Seyyidlerle İlgili Ayetler, Hadisler ve Osmanlı Öncesi İslam Devletlerinde Nikabet

Hz. Peygamber soyundan olanlara genel anlamda “Seyyid” veya “Şerif” denilir.[1] Fakat özel anlamıyla Hz. Hasan soyundan olan erkeklerin adı önüne şerif, kadınların adı önüne şerife unvanı eklenirdi. Yine aynı şekilde, Hz. Hüseyin soyundan gelen erkekler Seyyid, kadınlar Seyyide unvanı alırlardı. “Sâdât” Seyyidin, “Şürefa” ve “Eşrâf” da şerifin çokluk şeklidir.[2] İslam öncesi şerif unvanı Kâbe’nin çok muteber on vazifesini yapan on kişi için kullanılıyordu. Abbasi sonrası devirde Seyyid veya şerif denince Hüseyni ve Hasani olanlar anlaşılırdı.[3] Ayrıca Elh-i Beyt, Âl-i Beyt ve Zi’l-Kurba terkipleri de genel manada Seyyidleri ifade eder. Hadis-i şeriflere binaen bilhassa İslam’ın ilk devirlerinde Alevilere (Hz. Ali Soyu) ve Talibilere (Ebu Talib Soyu) de Seyyid unvanı verilmişti. Biri Seyyid diğeri Şerif ana-babanın çocuğu “Seyyid-Şerif” unvanlarını alıyordu.[4] Başta Peygamberimizin birçok unvanlarından biri de bey, efendi, reis, malik ve mevlâ manalarına gelen Seyyiddir: Seyyidu’l- Halk, Seyyidu’s-Sekaleyn, Seyyid-i Nev-i Beşer ve Seyyid-i Kâinât gibi.[5]

Asr-ı Saadet’ten beri Seyyidlerle ilgili uygulamaların ve daha sonra Nikabet’in (Nakîbü’l-Eşrâflık) kurulmasında Seyyidlerle dolaylı veya doğrudan ilgisi bulunan ayet ve hadislerin önemli rolü vardır. Ahzab suresi 33. ayeti, Ehl-i Sünnet’in Ehl-i Beyt mefhumuna dayanak olan âyettir. Bu ayette Allah, Elh-i Beyt’i ricsten, yani günah kirinden temizlemeyi istediğini belirtir. Ehl-i Beyt’e zekatın haramlığı da, bu ayetin yorumuna dayandırılır.[6] Ayrıca Hz. Peygamber’e ve Âl-i Beyt’e salât ve selamla ilgili ayet de[7] Seyyidlere sevgi ve saygı tavrında olmak açısından onları ilgilendirir. Saffat suresi 130. ayeti ve orada geçen “Âl-i Yâsin”, Seyyidlerle ilgili görülür. Nakibü’l-Eşrâf unvanlarında “Mazhar-ı Âl-i Tâha ve Yâsin” ifadeleri bu görüşü destekler.[8] Ayrıca “Yâ Tahir= Ey Temiz İnsan” diye yorumlanan Taha suresi birinci âyeti de, Seyyidlerle ilgilidir. Âl-i Tâha; Âl-i Beyt demektir.[9]

Seyyidlerle ilgili belge ve evraklarda en çok karşılaşılan ve özellikle Seyyidliği sabit olanlara N. Eşraf mahkemeleri tarafından verilen siyadet (Seyyidlik) hüccetlerinde kendisine en çok rastlanan ayet, Şurâ suresi yirmi üçüncü ayetidir. Bu ayet Kurba’ya yani Ehl-i Beyt’e sevgi (meveddet) emreder.[10] Seyyidlere hürmet ve tazim delili kabul edilen âyetlerden biri de Ahzab suresi altıncı ayetidir.[11]

Âli-İmran suresinin “Mübahele/Lanetleşme” ayeti de Hz. Fatıma evladının; Rasulullah’ın oğulları yerine olduğunu gerektiren bir olayı sonuç verdiğinden, Seyyidleri ilgilendirir.[12] Ayrıca Enfal 33, Al-i İmran 39, Zuhruf 1, Haşîr 6 ve İbrahim suresi, 6, 24 ve 25. ayetlerini de aynı konuyla ilgili olarak zikredebiliriz.[13]

Nikabet’in Abbasilerde,[14] daha sonraki İslam devletleri Fatimiler, Zengiler, Eyyubiler, İlhanlılar, Memlûkler ve Selçuklularda kurulmasının ikinci önemli faktörü de, Ehl-i Beyt’le ilgili hadisler olarak değerlendirilebilir.[15]

Asr-ı Saadet’te Seyyidlerin geçimi konusunda, fey ve ganimetlerden kendilerine hisse/pay ayrılmıştır. Hisse dağıtımın Haşim ve Muttalib oğulları birlikte yer almışlardır.[16] Bu uygulamanın benzerleri Raşit Halifelerce de sürdürülmüştür.[17] Asabiyet ve Haşimi rekabetinden dolayı Emevi Hilafeti’nin Seyyidlere karşı tutumu genelde olumsuzdur.

Talibîlerin (Ebu Talib soyu) işleri ile ilgilenmek üzere ilk kez nakib unvanı ile göreve getirilen kimse, Abbasi Halifesi Mütevekkil döneminde 232-247/847-861 olmuştur.[18] Abbasilerde Genel Nakib’i (Nakîbü’n-Nükaba) bir ferman veya beratla tayin, onun Tefviz Veziri tarafından yapılıyordu.[19] Eyalet merkezlerine atanacak nakibleri, N. Nukaba veya eyalet valileri atıyordu. Nakiblerde fıkıh bilgisi, Seyyidlik, iyi neseb/soy bilgisine sahip olma gibi şartlar aranıyordu. Nakibler Talibi ve Abbasi soyundan olanların problemleriyle ilgileniyorlar, Abbasiler için kendi soylarından, Talibiler için de kendileri içinden birer N. Nukabâ tayin ediyordu. Nakiblerin görevleri içinde; Seyyidlerin doğum ve ölümlerini tutulan defterlere kayıt, soyları muhafaza, Ehl-i Beyt mensuplarını adi sanatlara girmekten ve kötü durumlardan ve günahlara düşmekten alıkoymak dikkat çeker. Yeşil Abbasi Halifesi Memun döneminde, 198-781/813-833 Hasani ve Hüseynilere ait ve onların simgesi bir renk haline geldi. Böylece Eşraf (Şürefa, Şerifler) yeşil elbise ve yeşil sarık giymeye başladılar.[20] Kaynaklar nakiblerin “ashab”ından söz ediyorsa da, onların maiyetinde ancak kâtiplerin çalıştığına dair kesin bilgiye sahip olabiliyoruz.[21]

Fatimiler, Abbasi soyu için N. Nukaba atamasını durdurdu. Artık başkent Kahire’de ancak Talibi (Haseni-Hüseyni) Nakibü’l-Eşrâf bulunuyordu.[22] Nakibler Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin soyundan, İslam hukukunu bilen, yerine göre Abbasilerde olduğu gibi elçilik görevi yapan, görevleri babadan oğula geçebilen kimselerdi. Fatimi halifelerinin cüluslarında, Bayram Namazı ve tebrikinde N. Eşrâf Fatimi Halifesi’yle birlikte olurdu.[23]

Zengilerde (M. 1127-1261) Seyyidler için Abbasileri taklidden Hz. Abbas ve Ebu Talib nesli için Nakibü’l-Eşrâflık vardı. O zamanlar N. Eşrâflar için hürmetle ayağa kalkılıyordu.[24] Mısır’da kurulan Eyyubiler zamanında, Abbasiler ve Zengiler döneminde olduğu gibi, Hasanî ve Hüseyni nesil için vakıflar tesis edilmişti.[25] Eyyubilerde Nakibü’l-Eşrâf’ın idare ettiği “Eşrâf Divanı” için devlet bütçesinden yıllık ödenek ayrılıyordu.[26] İlhanlılarda (M. 1256-1344) Gazan Mahmud Han, ülkesindeki Dâru’s-Siyâdeler için[27] vakıflar tesis etti ve Seyyidlerin işleriyle ilgilenmek üzere, Nakib-i Nukabây-ı Sâdât’ın yönetiminde Nikabet’i kurdu. Bunlar, Hasani ve Hüseynilerin problemleriyle ilgilenip Hz. Ali evladı vakıflarını yönetiyorlardı.[28] Ayrıca Gazan Han Hz. Ali neslini vergiden muaf kılmıştı.

Memlûklerde de (M. 1250-1517) merkezde menşurlarla tayin edilen N. Eşrâflar ve bunlara bağlı nakibler bulunuyordu. Kalkaşandi, iki N. Eşrâf menşuru suretini Subhu’l-A’şâ’sında kaydeder.[29] Memluklu Sultanı Melik Eşref Şaban, 1471’de seyyidlerin yeşil sarık ve yeşil elbise giymeleri usulünü yeniden ihdas etti.[30] Anadolu Selçuklularında yine Nikabet’e ve N. Eşrâf’ın tayin yazısı olan Nikabet menşuruna ve Seyyidlerin problemlerine şahit olmaktayız.[31]

2. Osmanlılarda Sâdât Nezareti ve Nikâbet’in Kuruluşu

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde de Anadolu’ya gelen Seyyidlere hep saygı ve sevgi duyulmuştur. Selçuklu Sultanı III. Keykubat, Osman Gazi’ye Sögüt’ü temlik eden fermanında Seyyidlere iyi davranmasını öğütlemiş, bu konuda ilgili âyetlerle tavsiyesini desteklemiştir.[32] Osmanlılarda Seyyidleri ilgilendiren ilk önemli belge, I. Murat’ın (Hüdavendigâr) verdiği vergi muafiyeti beratıdır.[33]

Osmanlılarda Seyyidlerle ilgili ilk kurum, Bayezıt döneminde, H. 802 Ramazanı’nda (M. 1400) yılında “Sâdât Nezareti” (Seyyidler Bakanlığı) adıyla kurulmuş, başına “Sâdât Nazırı” adıyla aslen Bağdatlı, Hz. Hüseyin neslinden ve Emir Buhari’nin de talebesi olan Seyyid Ali Nattâ’ getirilmiştir. Sâdât Nazırlığı’na atanınca, kendisine ayrıca İshakiye Zaviyesi yönetimi de verilmiştir.[34] Sâdât Nezareti, Fetret Dönemi’nde başsız kalmış, bu sırada Osmanlı ülkelerinden ayrılan Seyyid Ali, İkinci Murat’ın oğlu Mehmet’in (Fatih) sünnet düğününde tekrar Bursa’ya gelip görevi başına geçmiştir.[35] Seyyid Ali Nattâ’ II. Murat devrinde ölünce yerine oğlu Seyyid Zeynelabidin Sâdât Nazırı olmuş bu görevini Fatih Dönemi’nin bir kısmında da sürdürmüştü. Onun ölümüyle “mansıb-ı mezbûr nice zaman hâli kaldı”[36]

II. Bayezıt, tahta geçince (1481-1512), saltanatının ilk yıllarında “karn-ı tâsi’ evâilinde”[37], Haseni ve Hüseyniler için yeniden Nikabet’i ihdas etti. Nikabet’e tayin ettiği Seyyid Mahmud Efendi’nin menşuruna “Nakîbü’l-Eşrâf” lakabını da yazdırmış ve kendisine günlük 25 akçe vazife (maaş) takdir etmişti. Sonraları bu 70 akçeye çıkarılmıştı. Teşkilata Sâdât Nezareti değil de Nikabet adı ve başındaki görevliye Nakîbu’l-Eşrâf unvanını verilmesi, bu adın İslam dünyasında yaygınlığından ve “Emir”[38] mahlaslı Seyyid Mahmud Hüseyni’nin bu durumu bilmesinden kaynaklanmıştı. Nikabet’in yeniden ihdasına sebep, “Seyyid namında bazı ahdâstan nâ sâyeste vaz’ sudur”[39] etmesiydi. Yani Seyyid bilinen birtakım gençler, toplumda hoş karşılanmayacak, yerilen bazı hareketlerde bulunmuşlar ve bunu üzerine devlet adamları ittifakla böyle bir müesseseye gerek duymuşlardır.[40]

Artık Osmanlı ülkesinde Sâdât’ın soy kütükleri (silsilenâme) Nakib Efendi Ceridesine[41] kaydediliyor, te’dibi gereken Şürefâ (Seyyidler, Haseni ve Hüseyniler) tutuklanıp Nikabet dairesinde hapsediliyordu. Onların halktan farklı olarak burada ceza çekmesi diğer insanlardan “temyiz” ve “tefrik” için yapılmaktaydı ve Hz. Peygamber’e sevgi ve saygı icabı görülmekteydi.[42] Böylece Osmanlılarda N. Eşrâf tayini için ilk menşur (tayin beratı) da yazılmış oluyordu. Özellikle ve büyük görevlere atanmada menşur yazıldığı hatırlanırsa[43] Nitabet’e o dönemde büyük önem verildiği ortaya çıkar.[44] Nitabet’in kuruluşunda, geçmiş İslam devletlerinin ve İslam dünyasında Seyyidlerle ilgili bu kurumun bilinmesinin de tesiri olmuştu.[45] Nakîbü’l-Eşrâfların ilmiye mensubu, İslam Hukuku’nu bilen, Sâdât’tan yani Haseni veya Hüseyni nesil olması gerekiyordu. Emir veya Emiri Mahlaslı ilk nakib, aynı zamanda II. Bayezıt’ın hocasını oğluydu.[46] Osmanlı Devleti’nde ilk şeyhülislamların günlüklerinin 30 akçe olduğu düşünülürse,[47] N. Eşrâf’a 25 akçelik gündelik (vazife) verilmesi onun önemli konumuna işaret eder.

3. Siyadet Hüccetleri

N. Eşraflar, soyu şahitler huzurunda sahih bulunan Seyyidler için “Siyadet Hücceti” veriyorlardı. Her ne konuda olursa olsun hüccet; hakim-kadı tarafından şer’i mahkemece hukuki bir olaya dair tanzim edilen vesikadır. Hüccetin üst tarafında kadının imzası bulunur.[48] Osmanlı N. Eşrâfları Farsça, Arapça ve Türkçe siyâdet (Seyyidlik) hüccetleri kaleme almışlardır. Bize intikal eden en eski siyadet hücceti, yaklaşık kırk yıl Nikabet’in başında kalıp vefat eden ilk N. Eşrâf Seyyid Mahmud b. Seyyid Abdullah el-Hüseynî, tarafından 4 Z. Hicce 913/6 Mart 1508’de, II. Bayezıt döneminde 886-918/1481- 1512’de verilmiştir. Farsça kaleme alınan ve baş tarafı kopuk olduğu için kimin adına verildiği tespit edilmeyen siyadet hücceti, II. Bayezıt’ın son yıllarına rastlar. Hüccet verilen kimse, Seyyidliğini ispat ettiğinden dolayı kendisine bu belge verilmiştir. Gerektiğinde onu kullanacaktır. Hüccette, Seyyidliği belgelenen bu kimseye izzet ve ikramda bulunmaları tavsiye edilir. Bize ulaşmış haliyle yedi satırdan müteşekkil hüccetin hepsi Seyyid olan altı Şuhûdu’l-hâli vardır.[49] Hüccetin Farsça kaleme alınışı, o dönem Osmanlı yazışmalarında, Anadolu Selçukluları ve İlhanlı tesirine işaret eder.

İlk N. Eşrâf Seyyid Mahmud Efendi’nin bize intikal eden ikinci Farsça siyadet hücceti, Yavuz Sultan Selim 918-926/1512-1520 devrinde 10 R. Âhir 925/13 Nisan 1514’te, şahitler huzurunda Seyyidliği sabit olan Seyyid Şerif Mustafa Çelebi’ye verilmiştir. N. Eşrâf Mahkemesi ihtiyaç anında delil olması için bu belgeyi kendisine vermiştir. Hüccetteki tavsiyeye göre; büyük devlet adamları (ekâbir-i izam) ve ileri gelenler (a’yân), hüccette adı yazılı Seyyid’e her gördükleri yerde Şûra sûresi 23. ayeti gereği ikram ve izzette bulunmalıdır.[50] Hüccet davanın şahitleri ve yedi şuhûdu’l-hâl huzurunda Edirne’de verilmiştir. Elimizdeki Farsça siyadet hüccetlerinden üçüncüsü yine aynı N. Eşrâfca 20 Şevval 936/18 Mayıs 1530 da Kanuni Dönemi’nde kaleme alınmıştır. Yazılış tarzı bir önceki hüccete benzer. Canikli Seyyid Mustafa’nın siyadetininin sübutu üzerine kendisine verilmiştir. Bu siyadet hüccetininin bir başka özelliği de ikinci Osmanlı N. Eyrâfı Seyyid Muhammed Muhterem tarafından Safer 980/Haziran 1571’de tasdik edilmiş olmasıdır.[51]

Arapça kaleme alınmış olup bize ulaşan en eski siyadet hücceti, üçüncü Osmanlı N. Eşrâfı Hasan b. Yusuf el-Hüseyni tarafından, İstanbul’da, 27 C. Ahire 982/16 Eylül 1574’te Seyyidliğini şahitler huzurunda ispat eden Seyyid Ahmed b. Seyid Ürküd’e verilmiştir.[52] Aynı N. Eşrâfca verilen ve bize ulaşan ikinci Arapça siyadet hücceti 25 C. Ahire 983/3 Eylül 1575 tarihlidir.[53] Bu iki hüccet; şahıs, yer ve şahit adları hariç, tamamen birbirine benzer.[54]

Şimdilik belgesi bize ulaşan en eski Türkçe siyadet hücceti, ikinci Osmanlı N. Eşrâfı Muhammed Muhterem nikabetinde, 18 Muharrem 949’da Kanuni Dönemi’nde 926-974/1520-1566 verilenidir. Baş tarafından yarısı kapuk olan hüccet, Seyyid Halil’in başvurusuyla Seyyidliğini şahitler huzurunda belgelemiştir. Baş taraftaki imza yeri kapuk olduğu için hücceti kimin tanzim ettiği belli değildir.[55] Elimizde olan Türkçe siyadet hüccetlerinden ikincisi, Z. Ka’de 976 ortalarında (Nisan başı 1569) kaleme alınmıştır. II. Selim Dönemi’nde 974-982/1566-1574, ikinci Osmanlı N. Eşrâfı Muhammed Muhterem zamanına rastlar. Bursa’nın iki Nasibu’l-Eşraf kaymakamı tarafından, Seyyid Ahmed’in Seyyidliği sabit olduğu için verilmiştir.[56] Baş Nakib tarafından farklı yerleşim birimlerinde Seyyidlerle ilgili problemlerle ilgilenmek üzere görevlendirilen “N. Eşraf Kaymakamları” da siyadet hücceti verebiliyorlardı. Muhammed Muhterem zamanında Dimetoka Kadısı Molla Mustafa tarafından kaleme alınan Seyyid Ahmed ve Seyyid Receb’in Hane-i Avârız sayılmak istenmesi sebebiyle tanzim edilen siyadet hücceti de önemlidir. Hüccette adı geçenler, diğer Seyyidler gibi, Avarız-ı Divaniye ve Tekâlif-i Örfiyye’den muaf tutulmuşlardır.[57] Şu halde gerekirse kadılar da Seyyidlere siyadet hücceti verebilmektedir.

20 Muharrem 991/5 Ocak 1583, Kırkkilise kadısı Hamza b. Veli tarafından tanzim edilen siyadet hücceti ise, Seyyidliği sabit olmadığından Hacı Muharrem’in başına alamet (yeşil sarık) koymamasını karara bağlar. Kadı şahitler huzurunda “Meclis-i Şer’i şerifde” bu hükme varmıştır.[58] Bu karar N. Eşraf Malulzâde’nin nikabeti döneminde 984-993/1576-1585 verilmiştir. Karar, N. Eşraf müfettişlerinden, Seyyidlerin alamet olarak yeşil sarıklı olmalarından müteseyyidlerden söz etmesinden ve uydurma bahru’l-ensablardan söz etmesinden dolayı önemlidir. Yukarıda örneği görüldüğü gibi, kadılar da zaman zaman Seyyidlerle ilgili davalara bakabilmektedir.[59]

Özellikle ikinci N. Eşraf Taşkentli Muhammed Muhterem el-Hüseyni zamanında Nikabet’e çeki düzen verilmiş, Bahr-i Ensaba[60] nizam verilip, Seyyid olmayanların bu soya girmesi (dühûl) ünlenmiş, siyadet hüccetleri tarzına bir standart getirilmiş ve hüccetlerin hamdele ve salvele kısmı Arapça, gerisi Farsça kaleme alınmıştır.[61]

4. Seyyidlere Vergi Muafiyeti

d’Ohsson’un da belirttiği gibi, Osmanlı ülkesinde, hemen her Seyyid’in elinde secere veya silsilename denilen bir nesep imtiyaz belgesi vardı. Seyyidlerin imtiyazı denince önce kendileriyle ilgili vergi muafiyeti akla gelir. Muafiyetin kökleri Anadolu Selçukluları ve Osman Gazi dönemlerine kadar dayanır. Anadolu Selçukluları Seyyidlere nesilden nesile devam eden iddialar (sürekli gelirler) ve vergi muafiyetleri sağlamışlardır.[62] Osman Gazi Dönemi’nde Söğüt’ün temliki konusunda gelen fermanda, Seyyidlere geçim sebepleri (istidrâr-ı erzak) ve geçim gelirleri (vücûh-ı inti’âş) temininden söz ediliyordu.[63] Murat Hüdavendigar, 787/1385’te bir problem üzerine, şikayetçi olan Seyyidlere, kendilerinden devletin öşür ve Koyun Hakkı (Resm-i Ağnâm) alınmamasını hükme bağlayan bir berat vermişti.[64] Seyyidlerin vergi muafiyeti siyadet hüccetlerinde de yerini almaya başladı. Muhammed Muhterem el-Hüseyni tarafından Kanuni Devri’nde verilen 949/1542 tarihli Farsça siyadet hüccetinde “…ve der rusûm-ı örfiyye be mûceb-i defter-i hâkânî ‘âmel nümâyend” yani “Örfi Rüsum hususunda defter-i hakani (tapu tahrir defteri) gereğince amel görmeleri gerekir” ifadeleri yer alır.[65] Tapu tahrir defterlerinin başında vergiden muaf olanlar, askeriler yer almaktadır. 980 saferi ilk günlerinde yani 1571 Mayısı’nda ikinci Selim Devri’nde kaleme alınan hüccette, konuyla ilgili iki Seyyidden “…Avârız-ı Divâniyye ve Tekâlif-i Örfiyye taleb olunmayub”[66] diğer Seyyidler gibi vergiden muaf ve müsellem oldukları belirtilir. Avârız ve Tekâlif içinde birçok vergi türü bulunmaktadır.[67]

Seyyidlerin vergi muafiyetleri tapu tahrir defterleri başındaki kanunnâmelerde de yer almıştır.[68] 137 no’lu tapu tahrir defterinin başında yer alan Hama Kanunnamesi’nde, “Sâdât dahi cemi’ avârızdan muaf olunmaları emrolunmuştur” hükmü yer alır.[69] Osmanlı kanunnamelerinde Seyyidlerin Örfi Tekâlif’e giren kimi vergilerden muaf oldukları belirtilir. Örfi tekâlifin en önemlisi olan Resm-i Bennak[70] muafiyeti ile ilgili Ebussûd Efendi tarafından kaleme alınan bir kanunname, nesebi sahih Seyyidden Resm-i Bennâk alınmayacağını karara bağlar.[71] Bir başka kanunnâmede: “… Sahîhu’n-neseb sâdâtdan Resm-i Bennâk alınmaz” hükmü vardır.[72] 1236/1820 tarihli II. Mahmud Dönemi’ne 1808-1838 ait bir kanunnamede yine “Şürefa (Seyyidler) onlardan dahi Resm-i Bennâk ve Mücerred alınmaz” hükmü yer alır.[73] Ayrıca tapu tahrir defterlerinde Seyyidler yazılırken ve defterlerde vergi hesaplamaları yapılırken, Seyyidlerin vergi muafiyetleri yer alır.[74]

Seyyidler için vergi muafiyeti söz konusu olunca, onların “Askeri” sayıldıklarını da belirtmek gerekir. Bu husus Osmanlı belgelerinde yer almaktadır.[75] Askeri sınıf içine Seyyidler, Hatipler, İmamlar, Kitabet, Tevliyet, Cibayet, Nazaret ve Meşihat görevi yapanlar, Müselsem, Canbaz, Voynuk ve daha birçok kimse girer.[76]

Abbasilerden beri Haseni ve Hüseynilerin rengi olan yeşil, Osmanlılarda yine aynı özelliğini sürdürdü. Osmanlı ülkesinde kendilerine Emirler de denilen Seyyidler “Yeşil Sarık” sarınırlardı. Bu onların alametiydi. Seyyide kadınlar da giyimlerinde yeşil işareti taşıyarak, diğer şahısların saygısını celbederdi. Devletin en yüksek memurları da dahil, “tüm Emirler rütbe ve mansıpları ne olursa olsun asla yeşil sarığı çıkarmazlar. Sadece bundan Şeyhulislamlar istisna edilir”di.[77] d’Ohssan’a göre Türklerin en sevdiği renk yeşil ve beyazdır.[78] Osmanlılarda yeşil elbise giymek herkes için mümkün iken, yeşil sarık daima Seyyidlik işareti sayılmıştır.

Seyyid olan Mekke Şeriflerine ve Fas hükümdarına giden Name-i Hümayun da, Yeşil atlas keseye konurdu.[79] N. Eşrâflar Örf denilen ulema kavuğu üzerine yeşil sarık sararlar, buna “Emir Sarık” adı verilirdi. Osmanlı kaynakları ve kanunnamelerinde de yeşil sarığın Seyyidlerin alameti olduğu kaydedilir.[80] Hicri dokuzuncu asrın sonlarından itibaren, yeşilin Seyyidlerin alâmeti oluşu, siyadet hüccetlerinde de yer almaya başlamıştır.[81]

Yeşil alamet, Seyyidlerin, Peygamber Nesli oluşlarını gösteriyor, onlara saygı telkin ediyor ve uygunsuz duruma düşmelerini engelliyordu.[82] Emirleri bu alameti ile gören halk, onlara hürmette kusur etmiyordu. İbn-i Arabi, Enfal suresi 28. ayetini yorumlarken, Allah ve Rasulüne ihanetin, aynı zamanda Ehl-i Beyt’i kerih görmek olduğunu vurgular.[83]

Seyyid olmadığı halde başına yeşil sarık saran şikayet edilir yahut teftişle durumu açıklığa kavuşursa, yeşil sarık başından alınırdı. Cezalandırılması gereken Seyyidin de öncelikle yeşil sarık başından hürmetle alınarak te’dibi yapılırdı.[84] Âl-i Beyt’ten gerekli görünenlere maaş da bağlanıyor, onların zillete düşmesi engelleniyordu.[85]

5. Nikabet Kurumunun İşleyişi

Nikabet Müessesesinin işleyişinden de söz etmek gerekir. Yıldırım Bayezıt Dönemi’nde Sâdât Nazırı olarak bu göreve gelen Seyyid Ali Nattâ’ ve Oğlu Zeynelabidin Efendi’nin tayinlerinde ellerine berat verilip verilmediğini bilmiyoruz. II. Beyazıt Dönemi’nde Nikabet kurulunca, N. Eşraf tayin edilen Seyyid Mahmud Efendi bir menşurla bu göreve getirilmişti.[86] Büyük ihtimalle ikinci N. Eşraf Seyyid Muhammed Muhterem de aynı tarzda tayin edilmiş ve buna ek olarak, mücevveze[87] ve saf dıraz astinle (yünlü kumaştan bol yenli hilat) şereflendirilmiş atının haşesine saçaklı abayi konulmuştu.[88]

On yedinci yy. ortalarında N. Eşraflar Tarih-i İzzi’de belirtildiğine göre “Hattı Humayun”la tayin ediliyordu. İzzi Süleyman Efendi’nin açıklamalarına göre, 1159/1746’da Nikabet başına getirilen Bolavizade “Seyyid Muhammed Emin el-Hüseyni Hazretlerine (Nikabet) bâ hattı-ı Humayûn inayet ve ı’ta” kılınmış, sonra sadrazam huzurunda Ferve-i Beyza[89] denilen ve şeyhülislamların resmi elbisesi sayılan kaplamalı beyaz kürk giydirilmişti.[90] Yine 1165/1752 yılında Nitabete getirilen Seyyid Muhammed Rıza Efendi de Hatt-ı Humayun’la aynı makama getirilip, Mutad üzere kendisine sadrazam katında samur kürk giydirilmişti.[91] Nikabete getirilenlere samur erkan, samur veya ferace samur kürk giydirilebiliyordu.[92]

N. Eşrafların tayinleri üzerine Bab-ı Asafi’ye gelişleri Teşrifatçı delaletiyle olur, Sadrazam kendilerine ayakta karşılardı. Etek öptükten sonra yer gösterilen misafire sırasıyla ve merasimine göre kahve, gülsuyu ve buhur ikram edildikten sonra, kürkü giydirilip N. Eşraflık menşuru eline verilirdi. İrade Devri’ne (1248/1832) gelinceye kadar genel uygulama buydu.[93] İrade Devri’nde bürokrasinin değişmesiyle padişahın Başkâtibi olan Serkâtib-i Şehriyâri’ye telhis ve arzlar sunulur, padişah katına çıkan bu görevli telhis veya arzları ona okur, padişahın onayını aldıktan sonra, onun şifahi mütalaasını derkenar suretinde vezire hitaben evrağın alt yanına yazardı. Artık tayinler böyle yapılıyordu. İrade Devri’yle Hatt-ı Humayunlar, ancak büyük memurların tayinlerinde telhislerin üst yanına, padişahın el yazısı ile yazılırdı. İrade Devri’nde de buna Hatt-ı Humayun denmişti. İrade devrinde Hatt-ı Humayun’la Nikabet’e tayin edilmenin bir örneği 1278/? yılı 4 R. Evvel tarihli Hatt-ı Humayunudur. Yasincizade Mehmed Alemi Efendi’yi, Ş. İslam’ın arzı üzerine Sadrazam, bir telhisle Serkâtib-i Şehriyârî ile padişaha sunmuş, padişah telhisin üst yanına kendi el yazısı ile (Hatt-ı Humayun) atama kararını şöyle bildirmişti: “Vezir-i Meâlîsemîrim, iş bu takrir ve Efendi-i Müşârun ileyhin işareti üzerine hıdmet-i Şerife-i Mezkûrenin, müşârun ileyh Mehmed ‘Alemî Efendi’ye tevcihi Zımnında, iktizasının icrasına ibtidar olunsun, sene 1278 fi ra (R. Evvel) 4”[94]

N. Eşrafların Nikabet Menşuru suretlerinin örneklerinden bazıları da zamanımıza ulaşmıştır.[95] Nikabete tayin edilen N. Eşraflarda Seyyidlik ve ilmiyye mensubiyet şartı aranıyordu.[96] N. Eşraflar, ölüm, hastalık, azil ve sürgün, başkası lehine görevinden feragat ve Meşihat’e tayin gibi sebeplerle görevlerinden ayrılırlardı.

1826’ya kadar, Şeyhülislamların Rumeli ve Anadolu Kazaskerlerinin muayyen bir daireleri olmadığı gibi, bir hakim hüviyetinde olan ve Seyyidlerin hukuki problemleri ile ilgilenen N. Eşrafların da hususi bir dairesi yoktu.[97] 1826’ya kadar geçerli olan uygulamada, büyük görevlere getirilenler, önceden yoksa bir konak alırlar, bunu hem resmi daire hem de mesken olarak kullanırlardı. Bu uygulama yöntemi, alışık olmadığımız bir tercih türü ve özelleşme ile ilgili bulunabilir. II. Abdulhamid Dönemi’nde (1876-1909) Nikabet dairesi olarak Yıldız Sarayı civarında bir konak tahsis edilmişti.[98]

Nikabet dairesinde suçlu Seyyidlerin hapsi için bir yer bulunur, burada gerektiğinde suçlular ve borçlular hapsedilirdi. Bu hapishaneye Nakibü’l-Eşrâf Başçavuşu denilen görevli nezaret ederdi.[99]

N. Eşraf’ın öne çıkan en önemli iki görevi, siyadet hücceti verme ve teseyyüdle (sahte Seyyidlik) mücadeleydi.[100] Bu konuda çok hassas N. Eşraflar olduğu gibi[101] böyle olmayanlar da vardı. N. Eşraf’ın görevlerinden biri de Nakib Ceridesi, Şecere-i Tayyibe veya Şecere-i Mutayyibe adı verilen “Sâdât Defteri” tutmaktı. Bu uygulama düzenli olarak ikinci Osmanlı N. Eşrafı Muhammed Muhterem döneminde yapılmaya başlanmıştı.[102] Bu defterlerde Osmanlı sınırları içinde tespit edilen Seyidlerin adları, hüviyetleri, Seyyidlik veya şeriflik silsilesi (zinciri), çocukları ve ahlâkı kaydediliyordu.

N. Eşrafın kadılar/hakimler gibi cezalandırma yetkisi vardı. Suçlu Seyyidlere İslam hukuku emri ve gereği olan cezalar, diğer insanlar gibi uygulanırdı.[103] Eyaletlerde cezalandırma yetkisi N. Eşraf Kaymakamlarına verilmişti. N. Eşrafın görevlerinden biri de N. Eşraf kaymakamlarını tayindi.

N. Eşrafların, maiyetindeki en önemli memur alemdardı. Bir sefere çıkılacağında, Eşraf alayı, Yeniçeri alayı, Cebeci ve Topçu alayı düzenlenir, en son Sancak-ı Şerif şerif alayı Alay köşkü altından geçerdi. Topkapı Sarayı’ndan merasimle çıkarılan Sancak-ı Şerif’i bu alayda alemdâr taşır, onun yanında kırk elli kadar Şürefa/Seyyidler de yürürdü. Sancak-ı Şerif’in her İstanbul’dan (Topkapı’dan) gidişi ve dönüşünde alemdar onu taşıyordu.[104] Her seferde Sancak-ı Şerif’le birlikte, Seyyidlerden bir grup ve yine Seyyid olan Sancak-ı Şerif Şeyhi onlarla birlikte savaşa giderdi.[105]

Mertebece alemdardan sonra gelen N. Eşrâf çavuşlarının Seyyidlerin soyu ve hareketleriyle ilgili kontrol yetkileri vardı. 1059/1649 yılına ait bir Rüsum Defteri’ndeki kayıtta N. Eşraf’ın altı N. Eşraf Çavuşu olduğunu görmekteyiz.[106] N. Eşraf Çavuşlarının tayini, N. Eşrafın Divana arzıyla, tayini uygun bulunan kimseye berat verilmek suretiyle oluyordu. Bunun bir örneği IV. Mehmet Dönemi’nde (1058-1099/1639-1648) yapılan atamadır.[107] N. Eşrafların maaşları, bulundukları ilmi rütbeye göre değişmekteydi. Onlar en azından mevleviyet derecesindeki büyük kadılar gibi telakki ediliyordu. İlk N. Eşraf neredeyse şeyhülislam kadar maaş almaktaydı. Konuyla ilgili tarihi kayıtları ve belgeleri bulmak zor değildir.[108] Başkentteki N. Eşraf, gerektiğinde diğer yerleşim birimlerine, “Nakibü’l-Eşrâf Vekili” veya “Nakibü’l-Eşrâf Kaymakamı” unvanıyla memurlar tayin ediyordu. Bunlar tayin edildikleri yerlerdeki Sâdât’ın soy silsilesini muhafazayla görevliydiler. Uygunsuz davranışta bulunanları ve müteseyyidleri takip edip İstanbul Nakibi’ne durumu bildirirlerdi. d’Ohsson’a göre bu görevliler, İmparatorluğun paşaları ile muhtelif eyaletlerde tasarruf etmesi gibi, N. Eşraf’a bağlı subaylardı.[109] Gerektiğinde N. Eşrâf Kaymakamlarının görevini yerleşim birimindeki kadı da yapabiliyordu.[110] N. Eşraf kaymakamları, N. Eşraf’ın sadrazamı arzı üzerine, buyrultusuyla yapılıyordu. Bunların görevleri devam ettirilecekse, diğer memuriyetlerdeki gibi, her yıl İbka Fermanı yazılır. Bu durum N. Eşraflarca kaymakamlara bildirilirdi.[111] İlmiye mensubu ve Seyyid olan kaymakamların görev karşılığı maaşları da vardı.[112] N. Eşrâf Kaymakamlarının adlarıyla tayin tarihleri ile, atamanın ibka veya tevcih yoluyla olduğunu gösteren ve tayin edildiği vilayeti ve sancağı gösteren defterler tutuluyordu.[113]

6. Nakibü’l-Eşrâfların Katıldığı Törenler

Osmanlı Devleti bünyesinde gerçekleştirilen Kılıç Kuşatma/Taklid-i seyf töreninde N. Eşrâfların bulunması gerekiyordu. Seyyidlerin büyüklerinin ve N. Eşrâfların bu gibi merasimlerde bulunmasını Yıldırım Beyazıt Dönemi’nden (791-804/1381-141) başlatabiliriz. O zamanlar kendisine pek hürmet gösterilen, aynı zamanda Seyyid, alim ve şeyh olan Emir Buharî, “her muharebeye gittikçe padişaha kılıç kuşatma imtiyazına malikti. Şu râsim (protokol) muahharan cülüslarda taklid-i şeyfe (kılıç kuşatma) tebeddül ederek” devam etmiştir.[114] II. Murad’a Emir Buhari tarafından kılış kuşatılmış,[115] sonra III. Ahmed’e, I. Mahmud’a, III. Mustafa’ya, I. Abdulhamid’e ve II. Mahmud’a N. Eşraflar kılıç kuşatmışlardır. III. Selim’in ve IV. Mustafa’nın cülusunda, N. Eşraf dua etmiş, Şeyhülislam kılıç kuşatmıştır.[116] Bu durum; Seyyid ve alimler eliyle tahta geçişi simgeleyen kılıç kuşatmanın önemine ve onların duasını almanın bereketine inanıldığını göstermekle birlikte, Hz. Peygamber Soyunu temsil etmekle N. Eşrâflara verilen değere de işaret eder.

N. Eşraflar Cülus Tebriki ve Osmanlı Padişahlarına Biatta da bulunurlardı. Biat merasiminde taht, Topkapı Sarayı’nda Bâbu’s-Saâde önüne konur, kanun üzere yeni padişaha önce N. Eşrâf biat edip dua ederdi.[117] Sonra diğerleri sırayla biata başlardı. N. Eşrâf, biat merasiminde ve iki bayram (Ramazan, Kurban) tebriğinde devletin büyük memurları arasında yer alır, biatını ilk olarak o takdim eder, Şeyhülislam gibi Padişah’ın yakasından öptükten sonra, onunla musafaha eder ve ellerini kaldırıp duaya başlardı.[118] Seyyidlerin duasının makbul olacağı inancından dolayı N. Eşrafların duası önemli sayılmış olmalıdır. Cülus Merasimi ve muayedede (bayramlaşma) N. Eşrâflara öncelik veriliyor, padişahlar, onlar biat ve tebrikte bulunurken, kendilerine hürmeten ayağa kalkıyorlardı. Bu yüzden N. Eşrâf padişaha yaklaşırken, Divan Çavuşları: “Hareket-i Humâyûn Padişahım, devletinle bin yaşa” diye kendisini uyarıyorlardı.[119] Padişahların N. Eşraf’a ayağa kalkması daha çok Seyyidlerine hürmettendi. Muayedede N. Eşrâf’ın ikinci ve üçüncü sırada yer aldığı da olurdu.[120] N. Eşrâf bu tür merasimlere resmi kıyafetiyle gelirdi. Bu kıyafet XVIII. yüzyıldan itibaren, Kazasker elbisesinin aynısıydı. Yalnız başa örf yerine Küçük Tepeli denilen kavuk giyerler, üzerine de yeşil sarık sararlardı.[121] N. Eşrâf’ın biat ve bayram tebrikleri, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında da sürmüştür.[122]

N. Eşrâflar, genellikle her yıl Ramazan’ın on beşinde yapılan Hırka-ı Şerife Ziyareti’nde de yer alırlardı. Bu merasimde Vezir-i Azam, Şeyhülislam, Sadreyn ve N. Eşrâf saraya davet olunurlar ve kurallara göre ziyaret gerçekleştirilirdi.[123]

Osmanlı şehzadelerinin beş altı yaşına gelip eğitim öğretime başlaması bir törenle olur, buna “Bed-i Besmele Merasimi” denirdi.[124] Bu merasime devlet büyükleri ile birlikte N. Eşrâf da çağrılıyordu. Şeyhülislam teberrüken şehzadeye Elif’ten başlayıp Ya’ya kadar okutur, sonra dua eder ve merasim son bulurdu.

N. Eşrâfların katıldığı devlet törenlerinden biri de her yıl Rebiülevvel ayında Rasulullah’ın (SAV) doğum gününü kutlamak için, Sultan Ahmed Camii’nde okunması gelenek haline gelen Mevlitti.[125] Sadrazam kendisini mektupla buraya davet eder. N. Eşrâf Mahfil-i Humayun’un altında veya sağında yeşil perdelerle kapatılan yerinde tek başına oturup mevlidi dinlerdi. Bu mahfil “Nakibü’l-Eşraf Efendiye hürmet-i mahsusa” işaretiydi.[126] Özellikle Mevlit, cedleri olan Peygamberimizin doğumundan dolayı olduğu için “böyle bir günde N. Eşraf bulunanlara fevkalâde hürmet buyrulmak” lüzumu vardı.[127]

Saltanatın ilgasıyla ortadan kalkmış olan Nikabet Kurumu genelde bütün İslam devletlerinde olduğu gibi, Seyyid ve Şeriflere gösterilen müsbet tavrın en dikkate değer göstergesidir.

Doç. Dr. Murat SARICIK

Süleyman Demirel Ünivesitesi İlahiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 385-393


Kaynaklar:

♦ Ahmed Ata, Tarih-i Atâ, I-IV, Ġstanbul, 1293.
♦ Ahmed Nazif Efendi, Riyâzu’n-Nukabâ, Süleymaniye Kütb. Hacı Mahmud, no. 4590.
♦ Ahmed Rıfat, Devhatü’n-Nükaba, İstanbul, 1283.
♦ Âlûsi, Seyyid Mahmud, Rûhu’l-Meâni, I-XXX, Beyrut, ty.
♦ Arendonk, C. Von Şerif Mad. İA., XI, 435.
♦ Asım Efendi, Kâmus Tercümesi, I-IV, İstanbul, ty.
♦ Aşıkpaşazade, Tavârih-i Âl-i Osman, Haz. Nihal Atsız.
♦ Atayi, Zeyl-i Sakâyık, İstanbul, 1268.
♦ Barkan, Ö. Lütfi, 15. ve 16. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, Ankara, 1943.
♦ BOA, Ali Emiri, no. 462.
♦ BOA, Ali Emiri, no. 4976.
♦ BOA, Cevdet Dahiliyye, no. 5593.
♦ BOA, Hatt-ı Humâyun, no. 6846.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 3.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 5.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 7.
♦ BOA, İbnu’l-Emin Ensab, no. 8.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 9.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 11.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 12.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 14.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 15.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 18.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 19.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 20.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 21.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 24.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 26.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb no. 253.
♦ BOA, İbnu’l-Emin, Tevcihat, no. 2514.
♦ BOA, İrade, Dahiliye, no. 3249.
♦ BOA, İrade, Dahiliye, no. 33936.
♦ BOA, Kepeci, Defter-i Yevmiye-i Oday-ı Teşrifat, no. 676.
♦ BOA, Kepeci, Ruûs, Genel Defter, no. 236.
♦ BOA, Kepeci, Ruûs, no. 260.
♦ BOA, Mad. no. 2349.
♦ BOA, Şikayet Defteri, no. 25.
♦ BOA, Tapu Tahrir, no. 137.
♦ BOA, Tapu Tahrir, no. 49.
♦ BOA, Tapu Tahrir, no. 69.
♦ Buhari, Muhammed b. İsmail, Sahihu’l-Buhari, I-VIII, İstanbul, ty.
♦ Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1986. d’Ohsson, Tableau General de L’Empire Ottoman, I-VII, Paris, 1791.
♦ Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, neşr. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, I-VI, Beyrut, ty.
♦ Ebu Şâme Şihabuddin el-Makdisi, Kitâbu’r-Ravdateyn, I-II, Kahire, 1288.
♦ Feridun Bey, Münşeâtû’s-Selâtîn, I-II, İstanbul, 1264.
♦ el-Ferra, Muhammed b. Hüseyin, el-Ahkâmu’s-Sultâniye, Kahire, 1966.
♦ el-Hamevi, Yakut b. Abdullah, Mu’cemu’l-Udebâ, I-XX, Beyrut, 1938.
♦ Hammer Jozef Von, Devlet-i Osmaniye Tarihi, I-XI, terc. Muhammed Atâ, İstanbul, 1984-1986. el-Heytemi, Ahmed b. Hacer, es-Savaiku’l-Muhrika, neşr. Abdullvahhâb, Kahire, 1375.
♦ Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-Beyân, Li Kavâîn-i Âl-i Osmân, BOA. No. 220.
♦ Hırzu’l-Mülûk, (Müellifi belli değil) Topkapı Sarayı Müzesi, Revan, no. 1612.
♦ İbnu’l-Arabi, Muhammed b. Ali, el-Fütuhâtu’l-Mekkiyye, I-IV, Beyrut, ty.
♦ İbn Batuta, Seyahatnâme-i ibn-i Batuta, terc. Mehmed Şerif, I-II, İstanbul, 1333.
♦ İbnü’l-Esîr, Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târih, I-XIII, Beyrut, 1965.
♦ İbn-i Kesîr, Tefsiru’l-Kurâni’l-Azim, I-IV, Mısır ty.
♦ İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi, İstanbul, 1993.
♦ İstanbul Müftülüğü, Şeriyye Sicilleri, Salon 1, Dolap no, 9, Defter no. 53.
♦ İybyer, Albert Have, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi, terc. Seçkin Cılızoğlu, İstanbul, 2000. İzzi Süleyman Efendi, Tarih-i İzzi, İstanbul, 1199.
♦ El-Kalkaşandi, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A’şâ fi Ma’rifeti’l-İnşâ, I-XIV, Kahire, ty.
♦ Kanun Fetva Mecmuası, İst. Üni. Kütb. TY. no. 4107.
♦ Kanunname-i Cedid, İst. Üniv. Kütb. TY. no. 5845.
♦ Kanunnâme-i Divâniye, İst. Üniv. Kütb. TY. no. 5846.
♦ Kanunnâme, İst. Üniv. Kütb. TY. no. 1087.
♦ Kanunnâme, İst. Üniv. Kütb. TY. no. 5828.
♦ Kanunname, Süleymaniye Kütb. Esad Ef. no. 3762/5.
♦ Kanunnâme, Süleymaniye Kütb. Esad Ef. no. 3762/5.
♦ Kanunnâme, Süleymaniyye Kütüb. Ayasofya, no, 2894/2.
♦ Kâtib Çelebi, Takvîmu’t-Tevârih, İstanbul, 1146.
♦ Kavânîn-i Kadîme-i Osmaniyye, İstanbul, Üniv. Kütb. TY. no. 1807.
♦ Körlitz, Fredrich Von, “İlk Osmanlı Padişahlarının İsdar Etmiş Oldukları Bazı Beratları”, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, İstanbul, Sene beş, 1332.
♦ el-Makrizi, Ahmed b. Ali, el-Hıtatu’l-Makriziyye, I-II, Beyrut, ty.
♦ el-Makrizi, Ahmed, b. Ali, İtti’âzu’l-Hunafa, I-II, Kahire, 1991.
♦ el-Mâverdi, Ali b. Muhammed, el-Ahkâmu’s-Sultâniye, Kahire, 1996.
♦ Mecdi Efendi, Terceme-i Sâkâyık li Mecdi, İstanbul, 1269.
♦ Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihannuma, I-II, Yay; Faik Reşit Unat-Mehmet Altay Köymen, Ankara, 1987.
♦ Muhammed b. Abdusselam, Kanunnâme, Süleymaniye Kütüb. Lâleli, no. 735/3.
♦ Mustafa Nuri Paşa, Netâicu’l-Vukuât, I-IV, İstanbul, 1294.
♦ Münif Mustafa, Mecmû-ı Merâsim-i Devlet-i Aliyye, İst. Üniv. Kütb., TY. Defter no, 8892. Müstakimzâde Süleyman Saadetdin, Devhatu’l-Meşayıh, İstanbul, ty.
♦ Raşid Mehmed, Târih-i Râşid, I-VI, İstanbul, 1282.
♦ Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları, Haz. Reşat Uzmen, İstanbul, ty.
♦ Sarıcık, Murat, “Hz. Peygamber Sevgisi ve Dâru’s-Siyâdeler”, SDÜ. İlahiyat Fak. II. Kutlu Doğum Sempozyumu, (Tebliğler), Isparta, 1999.
♦ Sarıcık, Murat, Kavram ve Misyon Olarak Ehl-i Beyt, İstanbul, 1997.
♦ Sarıcık, Murat, Osmanlı İmparatorluğunda Nakibü’l-Eşrâflık Müessesesi, (Doktora Tezi), Erzurum, 1989.
♦ Sertoğlu, Midhat, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul, 1986.
♦ Seyyid Şablanci, Nûru’l-Ebsâr, Kahire, 1375.
♦ Spuler Bertold, İran Moğolları, terc. Cemal Köprülü, Ankara, 1957.
♦ Şamdanizade, Müri’t-Tevârih, neşr. M. Münir Aktepe, II-A, İstanbul, 1978.
♦ Şevkâni, Muhammed b. Ali, Fethu’l-Kadir, I-IV, Mısır, 1944.
♦ et-Taberî, Muhammed b. Cerîr, Târihu’r-Rusül ve’l-Mülûk, neşr. Lugduni, Batavarum, E. J. Brill, I-XVI, 1879-1965.
♦ Tahsin Paşa, Abdulhamit ve Yıldız Hatıraları, İstanbul, 1931.
♦ Tirmizi, Muhammed b. İsa, Sünen, neşr, İbrahim Atve Avz, I, V, Beyrut, ty.
♦ Turan, Osman Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1958.
♦ Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara, 1984.
♦ Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, Ankara, 1941.
♦ Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, 1984.
♦ Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, I-IX, İstanbul, 1979.
♦ Yücel, Yaşar, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Kaynaklar, Ankara, 1988.
Dipnotlar :
[1] d’Ohsson, Tableau General de L’Empire Ottoman, I-VII, Paris, 1791, IV, 556; Lybyer, Albert Have, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi, terc. Seçkin Cılızoğlu, İstanbul, 2000, s. 113, 118, 198.
[2] Asım Efendi, Kâmus Tercümesi, I-IV, İst., ty., I, 626; Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türki, I-II, İst., 1318, I, 548; II, 755; Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1986, s. 1136; Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları, Haz. Reşat Uzmen, İst. ty. s. 175-176.
[3] d’Ohsson, IV, 554; Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ank., 1984,s. 161; Sarıcık, Murat, Osmanlı İmparatorluğu’nda Nakibü’l-Eşrâflık Müessesesi, Erzurum, 1989, (Doktora Tezi), s. 4.
[4] Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara, 1984, s. 56-6; Buhari, Muhammed b. İsmail, Sahihu’l-Buhari, I-VIII, İstanbul, ty. V, 209.
[5] Devellioğlu, s. 1136; Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, I-IX, İstanbul, 1979, IX, 6319.
[6] Ahzab, 33/33; el-Heytemi, Ahmed b. Hacer, es-Savaiku’l-Muhrika, nşr. Abdullvahhâb, Kahire, 1375, s. 141; Yazır, VI, 3893; Âlûsi, Seyyid Mahmud, Rûhu’l-Meâni, Beyrut, ty., I-XXX, XXII, 180.
[7] Ahzab 33/56: “Allah ve Melekleri Peygambere Salât ederler. Ey İnananlar, Siz de ona salât ve selâm ediniz”.
[8] Saffat 37/39; Uzunçarşılı, Mek. Mükerreme Emirleri, s. 31; Heytemi, s. 147; Taberi, XXV, 25; Âlusi, XXV, 31; Tirmizi, Muhammed b. İsa, Sünen, neşr, İbrahim Atve Avz, I, V, Beyrut, ty., 622, Menakıb, 32.
[9] Taha, 20/1
[10] Şûrâ, 26/23; Sarıcık, Murat, Kavram ve Misyon Olarak Ehl-i Beyt, İstanbul, 1997, s. 21-63; Feridun Bey, Münşeâtû’s-Selâtin, I-II, İstanbul, 1264, I, 58; Heytemi, s. 148.
[11] Ahzab 33/6; Yazır, VI, 2872; İbn-i Kesîr, Tefsiru’l-Kurâni’l-Azim, I-IV, Mısır ty.; III, 467; Âlusi, XXI, 551.
[12] Âl-i İmrân 3/65; Taberi, III, 298; Yazır, II, 130; Heytemi, s. 153.
[13] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 10; Geniş bilgi için bkz.
[14] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 26.
[15] Burada konuya girip ele almak, makalemizin sınırlarını aşacaktır. Kaynaklar ve konu hakkında bilgi için bkz. Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 11-15; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 65-145.
[16] el-Hamevi, Yakut b. Abdullah, Mu’cemu’l-Udebâ, I-XX, Beyrut, 1938, XII, 312; Yazır, VIII, 4826; Ebu     Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, neşr. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, I-VI, Beyrut, ty., III, 146, Harac, 20.
[17] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 17-22; Yazır, VII, 4831; Şevkâni, Muhammed b. Ali, Fethu’l-Kadir, I- IV, Mısır, 1944, II, 309-311; V, 198.
[18] Et-Taberî, Muhammed b. Cerîr, Târihu’r-Rusül ve’l-Mülûk, neşr. Lugduni, Batavarum, E. J. Brill, I-XVI, 1879-1965, XII, 1316; Arendonk, C. Von Şerif Mad. İA., XI, 435.
[19] İbnü’l-Esîr, Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târih, I-XIII, Beyrut, 1965, IX, 25; el-Mâverdi, Ali b. Muhammed, el-Ahkâmu’s-Sultâniye, Kahire, 1996 s. 96; el-Ferra, Muhammed b. Hüseyin, el- ahkâmu’s-Sultâniye, Kahire, 1966, s. 90; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 30-32.
[20] Eyyub Sabri Paşa, Mirât-ı Mekke, I-II, İstanbul, 1329; II, 843; Vefayât, I, 120.
[21] El-Hamevi, XV. 97; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 39.
[22] El-Makrizi, Ahmed, b. Ali, İtti’âzu’l-Hunafa, I-II, Kahire, 1991, II, 3, 88.
[23] El-Markizi, Ahmed b. Ali, el-Hıtatu’l-Makriziyye, I-II, Beyrut, ty., I, 385, 431.
[24] Ebu Şâme Şihabuddin el-Makdisi, Kitâbu’r-Ravdateyn, I-II, Kahire, 1288, II, 16-17; el- Hamevi, XIV, 65.
[25] Makrizi, Hıtat, II, 52; Seyyid Şablanci, Nûru’l-Ebsâr, Kahire, 1375, s. 183; Sarıcık, Elh-i Beyt, s. 205; Sarıcık, Eşrâflık, s. 43-44.
[26] Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, Ankara, 1941, s. 192.
[27] Dâru’s-Siyâdeler için bkz. “Hz. Peygamber Sevgisi ve Dâru’s-Siyâdeler”, SDÜ. İlahiyat Fak. II. Kutlu Doğum Sempozyumu, (Tebliğler), Isparta, 1999, s. 139-153.
[28] Spuler Bertold, İran Moğolları, terc. Cemal Köprülü, Ankara, 1957; İbn Batuta, Seyahatnâme-i İbn-i Batuta, terc. Mehmed Şerif, I-II, İstanbul, 1333-1335, I, 326; Aşıkpaşazade, Tavârih-i Âl-i Osman, Haz. Nihal Atsız, s. 198; Sarıcık, N. Eşrâflık, 45.
[29] El-Kalkaşandi, Ahmed b. Ali, Subhu’l-A’şâ fi Ma’rifeti’l-inşâ, I-XIV, Kahire, ty., VI, 143; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 207.
[30] Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 163; Eyyub Sabri Paşa, II, 246; Seyyid Şablanci, s. 183; Heytemi, s. 183.
[31] Turan, Osman Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1958, Giriş, s. XII; Murat Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 213-218; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 49-51.
[32] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 52 vd. Geniş bilgi için bkz. Turan, Türkiye Selçukluları, s. 56; Ahmed Rıfat, Devhatü’n-Nakûbâ, İstanbul, 1283, s. 7; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 221 vd.
[33] Körlitz, Fredrich Von, “İlk Osmanlı Padişahlarının İsdar Etmiş Oldukları Bazı Beratları”, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, İstanbul, 1332, Sene beş, s. 244-246; Sarıcık, N. Eşrâflık, 56-59.
[34] Atayi, Zeyl-i Sakâyık, İstanbul, 1268, s. 176; Kâtib Çelebi, Takvîmu’t-Tevârih, İstanbul, 1146, s. 206-207; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 60 vd.; Sarıcak, Ehl-i Beyt, s. 225; d’Ohsson, IV, 561.
[35] Atayi, s. 161; Uzunçarşılı, İlmiye Teşk. s. 165.
[36] Ahmet Rıfat, s. 8; Atayi, s. 162; Kâtib Çelebi, Takyîmu’t-Tevarih, s. 206; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-Beyân, Li Kavâîn-i Âl-i Osmân, BOA, no. 220, 132/a; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 60-71; d’Ohson, IV, 562.
[37] Hicrî 900 için onuncu hicri asrın başları demek gerekirken, burada yukarıda geçtiği şekilde söylenilmiştir. Bk. Hazerfen Hüseyin Efendi, Vr. 132/a-b.
[38] Emir, Seyyid manasına kullanılır. Mahlası “Emirî” olarak da geçer; Ricaut, s. 175; İybyer, s. 113, 189.
[39] Hezarfen Hüseyin Efendi, Vr. 132/a-b; Krş. Kâtib Çelebi, Takvimu’t-Tevârih, s. 206; Atayi, s. 176; Mustafa Nuri Paşa, Netâicu’l-Vukuât, I-IV, İstanbul, 1294, I, 137; Ahmet Rıfat, s. 176; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 72 vd.
[40] Ahmet Rıfat, s. 8; “lttifâk-ı â’yân ve Cumhurla Sâdât-ı Kirâma nazır” açıklamasını karşılaştırınız. Atayi, s. 176; Ahmed Nazif Efendi, Riyâzu’n-Nukabâ, Süleymaniye Kütb. Hacı Mahmud, no. 4590, s. 16; İybyer, s. 198; Ricaut, s. 175.
[41] Bu defterlere Secere-i Tayyibe veya Şerecere-i Mutayyibe denir. Bkz. Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 74.
[42] Mustafa Nuri Paşa, I, 137; d’Ohsson, IV, 609; Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihannuma, I-II, Yay., Faik Reşit Unat-Mehmet Altay Köymen, Ankara, 1987, II, 843; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 72-79; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 231-235.
[43] Sertoğlu, Midhat, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul, 1986, s. 45.
[44] Tayinde “Menşur” yazılması ile ilgili bkz. Hezarfen Hüseyin Ef. Vr. 132/b; Ahmed Rıfat, s. 8; Atayî, s. 176; Kâtib Çelebi, Takvîmu’t-Tevârih, s. 206.
[45] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 78 vd.
[46] Mecdi Efendi, Terceme-i Sâkâyık li Mecdi, İstanbul, 1269, s. 246.
[47] d’Ohsson, IV, 609.
[48] Pakalın, I, 805; Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 108.
[49] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 5.
[50] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 3; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 85-91; Ayrıca bkz. Belge: VI.
[51] BOA, Ali Emiri, no. 195; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 86-90, Hüccetlerin tahlili için bkz.
[52] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 21.
[53] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 20.
[54] Her iki hüccetin tahlili için bkz. Sarıcık, İmp. N. Eşrâflık, s. 92-96.
[55] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 8.
[56] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 18; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 97-99.
[57] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 19; Hüccet, evâl-i Safer 980 tarihlidir.
[58] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 14; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 100 vd.; Ricut, s. 175; Thevenot, s. 83; İybyer, 189.
[59] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 12.
[60] Soylar Denizi demektir. Hepsinin Soyu Rasulullah’a ulaşan Seyyidlerin çoğalması ve Rasulullah soyunun büyüklüğü denize benzetilmiştir.
[61] İbnu’l-emin, Ensâb, no. 7, 8, 9, 11; Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 171; Sarıcık, N. Eşrâflık., s. 237 vd.
[62] Turan, Türkiye Selçukluları, s. 57; İybyer, s. 198; Ricat, s. 175.
[63] Turan, Türkiye Selçukluları, s. 57; Pakalın, II, 36.
[64] Körlitz, TOEM, Sene beş, s. 244-246.
[65] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 9, str. 13; ayrıca bkz. İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 7.
[66] BOA, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 19, str. 4-5.
[67] Sertoğlu, s. 286; Akdağ, II, 271-273; İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi, İstanbul, 1993, s. 49-52 (Osmanlılarda Râiyyet Rüsûmu adlı makale “Sâdât, Hutabâ, Eimme (imamlar) ve Müezzinân” ve daha başkalarının hane-i avarız sayılmadığı ve Rüsumâtı Örfiyyeden muaflıkları; bkz. Barkan, Ö. Lütfi, 15. ve 16. asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, Ankara, 1943, s. 32; Seyyidlerin raiyyet Rüsumu’ndan Muaf Olmasıyla ilgili olarak bkz. BOA, Cevdet Dahiliyye, no. 5593; İnalcık, s. 49-52.
[68] Kanunname, Süleymaniye Kütb. Esad Ef. No. 3762/5 vr. 62/b; Kanun ve Fetva Mecmuası, ist. Üni. Kütüb. TY. no. 41, 07, vr. 43/b-45/a (sene H. 1044); Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 114; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 252 vd. Pakalın, I, 112, 114.
[69] BOA, Tapu Tahrir, Defter no. 137, vr. 2/b-3/a (Hama Kanunnâmesi).
[70] Akdağ, II, 123; İnalcık, s. 39-41, 44-46; bennak için bkz.
[71] Kanunnâme, Süleymaniye Kütüb. Esad Ef. No. 3762/5, vr. 62/a, (Matlab-ı Ahvâl-i Sâdât).
[72] Kanunnâme, Süleymaniyye Kütb. Ayasofya, no, 2894/2, vr. 70/b; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 254 vd; Muhammed b. Abdusselam, kanunnâme, Süleymaniye Kütüb. Lâleli, no. 735/3, vr. 23/b.
[73] Kanunname-i Cedid, İst. Üniv. Kütb. TY. no. 5845, vr. 230a; Sarıcık, N. Eşrâflık., s. 118-125 (Bu konuda daha başka örnekler ve geniş bilgi için bkz.
[74] Örnek için bkz. BOA, Tapu Tahrir, no. 69, s. 33, 184; BOA, Tapu Tahrir, no, 49, s. 80; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 125-128 kaynaklar ve geniş bilgi için bkz.
[75] Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 125-126; Kânun Fetva Mecmuası, İst. Üniv. Kütb. TY. no. 4017, vr. 43/b: (Tarih H. 1004); Kanunnâme, İst. Üniv., TY. no. 5828, vr. 54/b Kanunnâme-i Divâniye, İst. Üniv. Kütb., TY. no. 5846 56/a; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 254.
[76] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 128-131; geniş bilgi için bkz.
[77] d’Ohsson, IV, 560; Uzunçarşılı, Mek. Mük. Emirleri, s. 11; Ricaut, s. 175, 191, 235; Thevenot, s. 83, 194.
[78] d’Ohssan, IV, 162; Thevenot, s. 84.
[79] Uzunçarşılı, Saray Teşk., s. 294-195; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 131-138; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 249; Yeşil Sarığın saygı Celbetmesi konusu. Thevenot, s. 194.
[80] Hammer Jozef Von, Devlet-i Osmaniye Tarihi, I-XI, trc. Muhammed Atâ, İstanbul, 1329, VIII, 156-157; Kavânîn-i Kadîme-i Osmaniyye, İstaanbul, Üniv. Kütb. TY. no. 1807, vr. 34/a; Uzunçarşılı, Mek. Mük. Emirleri, s. 11.
[81] BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 14, 15, 20, 21.
[82] d’Ohsson, IV, 558.
[83] İbnu’l-Arabi, Muhammed b. Ali, el-Fütuhâtu’l-Mekkiyye, I-IV, Beyrut, ty. IV, 139; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 250.
[84] BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 14; Thevent, s. 83; Ricaut, s. 175-176; İybyer, s. 189.
[85] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 139-151; Turan, Türkiye Selçukluları, s. 57; Ahmed Rıfat, s. 7; Feridun Bey, I, 51; Aşık Paşazâde, s. 196; Heytemi, s. 143; Buhari, II, 135, Vücûbu Zekat, 10; Yücel, Yaşar, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Kaynaklar, Ankara, 1988, s. 52; BOA, Şikayet Defteri, no, 25, s. 264; BOA, Mad. (Maliyeden Müdevver Defter), no. 2349, s. 69; BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 26.
[86] Ahmed Rıfat, s. 8; Kâtib Çelebi, Takvimu’t-Tevârih, s. 206; Atâyi, s. 176.
[87] Bir kavuk türüdür.
[88] Müstakimzâde Süleyman Saadetdin, Devhatu’l-Meşayıh, İstanbul, ty. s. 30
[89] Sertoğlu, s. 11.
[90] İzzi Süleyman Efendi, Tarih-i İzzi, İstanbul, 1199, s. 71/b.
[91] İzzi, s. 282/b.
[92] İzzi, s. 20/a, 65/a, 206/b, 282/b; BOA, Kepeci, Defter-i Yevmiye-i Oday-ı Teşrifat, no. 676, s. 45; Ahmed Rıfat, s. 51.
[93] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 152 vd.
[94] BOA, İrade Dahiliye, no. 3249.
[95] İstanbul Müftülüğü, Şeriyye Sicilleri, Salon 1, Dolap no, 9, Defter no. 53, Bkz. Son sahife ve sondan bir önceki sahife; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 157-158 geniş bilgi için bkz.
[96] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 159; Atayi, s. 161, İbnu’l-Emin, Ensab, no. 5; Ahmed Rıfat, s. 34, 50, 55, 59; Süleyman Saadeddin, s. 75; Hammer, II, 522; d’Ohsson, IV, 609.
[97] Ahmed Nazif Ef. Vr. 26/b, Seyyid Ataullah Ef. ‘nin nikabetine bkz.; Sertoğlu, s. 329.
[98] Pakalın, II, 648.
[99] Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 168; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 172; Atayi, s. 176; BOA, İbnu’l- Emin, no. 24; BOA, Hatt-ı Humâyun, no. 6846.
[100] Mecdi, s. 246; d’Ohsson, IV, 557; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 231, 232, 239; Atayi, s. 582; Ahmed Nazif Efendi, vr. 4/a; Ahmed Rıfat, s. 12; Katib çelebi, Fezleke, I, 380; Hırzu’l-Mülük, (Müellifi belli değil) Topkapı Sarayı Müzesi, Revan, no. 1612, vr. 59/ab, 62/a-b; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 174-179.
[101] Ahmed Rıfat, s. 23-24
[102] BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no, 15; Uzunçarşılı, İlmiye Teşk. s. 167.
[103] d’Ohsson, IV, 557; Şablancî, s. 117; Heytemi, s. 184; Kalkaşandi, XI, 48; Kanunnâme, İst. Üniv. Kütb., TY. no. 1087; Atayi, s. 582; İybyer, s. 198; Ricaut, s. 175.
[104] Şamdanizade, Müri’t-Tevârih, neşr. M. Münir Aktepe, II-A, İstanbul, 1978, I, 221; İybyer, s.189.
[105] Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 185.
[106] BOA, Kepeci, Ruûs, no. 260, s 137.
[107] BOA, Ali Emiri, no, 4976.
[108] Ahmed Rıfat, s. 23; Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 97; Atayi, s. 247; Katib Çelebi, Fezleke, I, 254; BOA, Ali Emiri, no, 462; Hırzu’l-Mülûk, vr. 63/b.
[109] d’Ohsson, IV, 565; İbnu’l-Emin, Ensab, no. 12; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 197; İybyer, s. 183.
[110] İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 8.
[111] BOA, İbnu’l-Emin, Ensâb, no. 253; H. 1090 ‘daki tayin için bkz. Ahmed Rıfat, s. 26-27; BOA, İbnu’l-Emin Tevcihat, no, 2514; Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 168.
[112] BOA, Kepeci, Ruûs, Genel Defter, no. 236; BOA, İrade Dahiliye, no. 33936; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 201.
[113] İst. Müftülüğü, Şeriyye Sicilleri Arşivi, Salon no. 1, dolap no. 9, defter no. 53, s. 2 vd.
[114] Ahmed Ata, Tarih-i Atâ, I-IV, İstanbul, 1293, I, 244-245; Uzunçarşılı, Saray Teşk., s. 189; Sertoğlu, s. 185.
[115] d’Ohsson, IV, 503; Ahmed Rıfat, s. 23, 36; Ahmed Nazif Efendi, vr. 18/a; Uzunçarşılı, Saray Teşk., s. 190; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 205 vd.
[116] d’Ohsson, IV, 503; Ahmed Rıfat, s. 23, 36; Ahmed Nazif Efendi, vr. 18/a; Uzunçarşılı, Saray Teşk., s. 190; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 205 vd.
[117] Münif Mustafa, Mecmû-ı Merâsim-i Devlet-i Aliyye, İst. Üniv. Kütb., TY. Defter no, 8892, vr. 189/b.
[118] d’Ohsson, IV, 564; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 207-208; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 263 vd.
[119] Uzunçarşılı, İlmiye Teşk., s. 169; Uzunçarşılı, Saray Teşk., s. 213; Sarıcık, Ehl-i Beyt, 263-264; İybyer, s. 189.
[120] Uzunçarşılı, Saray Teşk., s. 30; Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 209 vd.
[121] Uzunçarşılı, İlmiye Teşk, s 210.
[122] Tahsin Paşa, Abdulhamit ve Yıldız Hatıraları, İstanbul, 1931, s. 128-129.
[123] Geniş bilgi ve kaynaklar için bkz. Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 211/213; Sarıcık, Ehl-i Beyt, s. 264 vd.
[124] Bed-i besmele, besmeleye başlama demektir.
[125] Raşid Mehmed, Târih-i Râşid, I-VI, İstanbul, 1282, I, 356.
[126] Mecmua-ı Merasim-i Devlet-i Aliyye, vr. 25, Atâ, I, 236-238, 243.
[127] Atâ, I, 238; Geniş bilgi için bkz. Sarıcık, N. Eşrâflık, s. 215 vd.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.