Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar

0 14.102

Doç. Dr. Orhan KILIÇ

Kıtlık, kelime manası olarak herhangi bir ihtiyaç maddesinin (yiyecek, içecek, yakacak, giyecek vb.) veya hizmetin (sağlık, eğitim, emniyet vb.) temininde yaşanılan güçlüktür. Ancak ıstılah olarak, daha çok yiyecek maddelerinin bazı nedenlerle piyasa ortamında veya stoklarda çok az bulunması olarak anlaşılmaktadır.

Kıtlıkların doğal şartlara bağlı olarak ne zaman, nerede ve hangi şartlarda ortaya çıkacağı önceden bilinemediği ve ölümcül neticeler verdiği için aynı zamanda bir afet olarak değerlendirilir. Kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep olan olaylar oldukça fazladır ve bu olaylar da çoğu kere bir doğal afettir. Zira, sel, yangın, kuraklık, deprem, salgın hastalık (insan, hayvan ve bitkilere bulaşan salgın hastalıklar) ve aşırı soğuk ve sıcakların da kıtlık olaylarına yol açtığı bilinmektedir. Kıtlıklar, siyasî ve sosyal olaylarla da yakından ilgilidir. Herhangi bir bölgenin büyük güçlerin çatışma alanı içerisinde kalması veya orduların güzergâhı üzerinde bulunan yerleşme yerlerinde, bir çatışma anında veya ordunun bölgeden geçişi sırasında kıtlık olayları yaşanabilir. Eşkıyalık faaliyetleri, iç isyanlar ve herhangi bir nedenle toplum içerisinde yaşanan iç huzursuzluk olayları sırasında da insanlar bir müddet ziraî üretim faaliyetlerini askıya alabilir, bölgeyi terk edebilir veya ekili alanlar tahrip edilebilirdi. Bu tür olayların arkasından da kıtlıklar yaşanmaktadır. Bu sebeple kıtlık olayları, bir doğal afetle (deprem, sel, salgın hastalık vb. ) bağlantılı olarak ortaya çıkmaları durumunda insanların iradesi dışında olduğu için doğal afet olarak kabul edilir. Ancak, siyasî ve sosyal olayların (savaş, muhasara, eşkıyalık faaliyeti vb. ) sonucunda ortaya çıkması durumunda insanların iradesi dahilinde olduğu için bir afettir, ancak doğal değildir.

Kıtlıklar, sadece kıtlık döneminde kendini hissettirmemekte ve etkisi sadece bu olayın meydana geldiği anda olup bitmemektedir. Bunların ortaya çıkardığı, sosyal ve iktisadî meseleler, toplumları ve devletleri uzun süre meşgul etmektedir. Zira büyük sıkıntılara yol açan bir kıtlıktan sonra bu olaydan etkilenen insanların yeniden düzenli hayata geçişleri uzun zaman almaktadır. Bu geçiş süresinde birtakım sosyal huzursuzlukların yaşanacağı da muhakkaktır. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı Devleti’nin sosyal ve iktisat tarihi açıklanırken, kıtlıkların bu tarihin şekillenmesine katkısının da ortaya koyulmasının gerekli olduğu kanaatindeyiz.

I. Osmanlı Devleti’nde Kıtlık Olayları

Aşağıdaki tabloda Osmanlı Devleti’nin hakim olduğu coğrafyada tespit edebildiğimiz kıtlık olayları kronolojik sıra içerisinde verilmiştir. Bu kıtlık olaylarından bir kısmının sebebi tam olarak kaynaklarda belirtilmemektedir. Sadece kıtlık olayının belli olduğu ancak sebebini tam olarak tespit edemediklerimiz konusunda bir yorum yapma yolunu tercih etmedik. Ancak sebebi tam olarak belli olan kıtlık olayları ayrı bir sütun halinde verilmiştir.

Osmanlı Devleti’nde kıtlık olayları verilirken kıtlığın ortaya çıkmasına sebep olan olaylar bir ayrıma tabi tutulmamıştır. Ancak ağırlıklı olarak bir doğal afetle birlikte ortaya çıkan kıtlık olayları değerlendirmeye alınmıştır. İnsanların iradesi dahilinde ve özellikle sosyal ve siyasi nedenlerle ortaya çıkan yani beşerî olanlardan ise önemli addedilenler de bu çalışmanın kapsamı içerisine dahil edilmiştir.

II. Kıtlık Olaylarının Değerlendirilmesi

Osmanlı Devleti’nde 1560-1845 yılları arasında meydana gelen kıtlık olaylarından tespit edebildiklerimiz yukarıda verilmiştir. Bu kısımda yukarıdaki bilgilere göre; kıtlık olaylarının sebepleri, alınan tedbirler ve kıtlık olayları sırasında karşılaşılan usulsüzlükler üzerinde genel bir değerlendirme yapılacaktır. Ancak İstanbul’da zahire ve diğer ihtiyaç maddeleri hususunda yaşanılan kıtlık olayları diğer olaylardan farklı bir hüviyet arz etmektedir. Bu sebeple, İstanbul’daki kıtlık olaylarının sebepleri ve mahiyeti üzerinde ayrı olarak durmamız gerekmektedir.

  1. İstanbul’daki Kıtlık Olaylarının Mahiyeti ve Sebepleri

Yukarıdaki olaylar incelendiğinde bir çoğunun İstanbul zahiresinin teminine yönelik olduğu görülecektir. Bu durum doğaldır. Zira devletin payitahtı olan İstanbul, devrin en kalabalık şehirlerinden biridir. XVI. yüzyılda şehrin nüfusu 400.000-500.000 kişi civarında idi.[1] Merkezî otoritenin burada bulunması sebebiyle asker ve bürokrat nüfus bakımından kalabalık, halkı ise daha çok ticaretle meşgul olmaktadır. Bundan dolayı, diğer taşra şehirleri gibi etrafında şehrin ihtiyacını karşılayacak ziraî faaliyetlerin gösterilmesi beklenemezdi. İstanbul’un coğrafî konumu da ekilebilir alanların genişliğine imkân vermemektedir.

Bütün bu sebepler yüzünden, devletin hemen hemen bütün bölgelerinden İstanbul’a zahire nakli yapılmıştır. İstanbul’daki kıtlık olayları iyice incelendiğinde, şehrin muhtemel bir sıkıntı içerisine girmesi yani daha henüz ortada bir kıtlık olayı yaşanmasa bile, İstanbul’un zahire husûsunun umûr-ı mühimmâtdan olduğu belirtilerek zahire toplama ve nakil işini gerçekleştirecek görevlilerin görevlerini layıkıyla yerine getirmeleri isteniyordu.

Bu durum Osmanlı Devleti’nin temel ekonomik prensiplerinden biridir. Üretimin öncelikli hedefi ülke ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneliktir. Ürünler, önce ilgili bölgenin ihtiyaçlarına sarf ediliyor, daha sonra İstanbul’un zahire ihtiyaçlarına ayrılıyor, bir kısmı ise diğer ihtiyacı olan yerlere gönderilebiliyordu. Bunlardan artan fazla mal kalmış ise belli iç gümrük resimlerini ödemek kaydıyla tüccarlar tarafından götürülmesine veya ihraç edilmesine müsaade edilirdi.[2]

İstanbul zahiresinin akibeti dışarıdan gelecek zahirelerin düzenli olarak sevkine bağlı olduğu için bu sevkıyat işindeki en küçük bir aksama şehirde sıkıntı yaşanmasına sebep oluyordu. Bu gibi durumlarda hâlâ mahrûse-i İstanbul’da zahire husûsunda ziyâde muzâyaka olmağın şeklinde başlayan birçok hükmün ilgili bölgelere gönderilerek zahire toplama ve nakil işinin acilen yerine getirilmesi tenbih ediliyordu. Bu sebeple, İstanbul’da bu dışa bağımlılık yüzünden büyük çaplı bir kıtlık olmasa da kısa süreli sıkıntılar yaşanmıştır. Ancak 1574-1577 yıllarında İstanbul şehrinin ciddî sayılabilecek bir kıtlık yaşadığını söyleyebiliriz.

İstanbul zahiresinin toplanması ve sevkıyatı sırasında bazı usulsüzlükler yaşanmıyor da değildi. Bu usulsüzlükler hakkında aşağıdaki birkaç olay örnek olarak verilebilir.

Kili, Akkerman ve Silistre bölgesinde Dergâh-ı Mu’allâ çavuşlarından birisinin İstanbul zahiresi için o taraflara gelen gemicilerin parasını alıp İstanbul’a gitmelerini engellediği duyulmuş, bunun üzerine Kili, Akkerman ve Silistre sancakbeyi ve kadılarına yazılan 8 Kasım 1593 tarihli hükümlerle, bu konu ile ilgilenmeleri ve tahkik ederek merkeze bildirmeleri istenmiştir. Ayrıca kendi bölgelerinden serdar tarafına gönderilen zahirenin geri kalan kısmını da İstanbul’a göndermeleri emredilmiştir.[3]

İstanbul’a zahire getiren gemilerin zaman zaman eşkıyalar tarafından yağma edildiğine rastlanmaktadır. Mesela, eşkıya taifesi, Karadeniz’den buğday, arpa, bal, yağ vs. zahire yükü ile İstanbul’a gelen rençber gemilerini Beykoz taraflarında gece ateş yakarak karaya oturtmak suretiyle yağmalamışlardır. Bu konuda Üsküdar, Galata ve Hâsslar kadılarına gönderilen 8 Kasım 1593 tarihli hükümle, geceleri sahilde ateş yakılmaması için gerekli tedbirleri almaları istenmiştir.[4]

Zahire sevkiyatı yapan gemicilerin de bu sevkıyat sırasında bazı usulsüzlükler yaptıkları görülmektedir. Meselâ, İstanbul zahiresi için Mısır’dan pirinç, keten, fulful vs. zahire yükleyen Yarıca ve Karamürsel gemilerinin reisleri doğruca İstanbul’a gelmeleri gerekirken yol üzerindeki kazalara uğrayıp bu zahireleri burada sattıkları duyulmuştur. Bunun üzerine Gelibolu’ya kadar olan yalılardaki kadılara gönderilen 8 Temmuz 1594 tarihli bir hükümle, kazâlarına uğrayan gemilerin zahire satmalarına izin vermemeleri emredilmiştir.[5]

İstanbul’un ihtiyacı için gerekli olan zahireyi toplamakla görevlendirilen Dergâh-ı Ali çavuşlarının bazen halkı fazlasıyla sıkıntıya sokacak davranışlar içerisine girdiği de görülebiliyordu. Ancak zahire toplanması sırasında halkın elinde kendi geçimlerini sağlayacak miktarda zahire kalmasına merkezî otorite tarafından özellikle dikkat edildiği de gözlemlenmektedir. Nitekim, Çorlu tarafında zahire toplayan çavuşun halkın elindeki bütün zahireyi almak istemesi ve onlara baskı yaptığının Çorlu kadısı tarafından merkeze bildirilmesi üzerine, halkın kendi ihtiyaçlarına karşılayacak kadar zahireyi ellerinde bulundurmalarını sağlaması ve fazla zahireyi Rodosçuk iskelesine gelecek gemilere narh-ı rûzî üzere satmaları kendisine gönderilen 15 Ekim 1593 tarihli bir hüküm ile istenmiştir.[6]

Bütün bu değerlendirmelerin ardından İstanbul’daki kıtlık olaylarının sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür.

Coğrafî konumunun şehrin etrafında ziraî faaliyet yapılmasına çok uygun olmaması. İstanbul ve çevresi ziraat ve hayvancılık bakımından oldukça fakir bir konumdadır. Etrafında geniş ziraat alanları ile hayvancılığa elverişli geniş yaylak ve kışlaklar bulunmamaktadır. Hatta İstanbul su kaynakları itibarıyla da çok fakirdir. Zaman zaman İstanbul’un su sıkıntısının had safhada olduğu bilinmektedir.

Devrin dünyaca ünlü şehirlerinden biri ve 500. 000 civarında kalabalık bir nüfusa sahip olması. İstanbul, XVI. yüzyılda da bir metropoldür.

Köklü tarihî geçmişinde devamlı olarak merkezî hükümetleri bünyesinde bulundurması ve bu sebeple daha çok bir asker ve bürokrat şehri olması ve bu yüzden kendi kendine yetecek ziraî faaliyeti yapacak nüfusun bulunmaması.

Büyük şehirler, bir sosyal kural olarak tarihin her devrinde ve bugün, devamlı olarak taşradan gelecek zahire ile yiyecek ihtiyaçlarını temin etmişlerdir. Bu itibarla metropollerin etrafında âdeta o şehrin zahire deposu olarak kullanılan illerin ve yerleşim yerlerinin kurulduğu görülmektedir.

İstanbul’un zahire deposu Anadolu’da Bursa, İznik, Eskişehir (Sultanönü), Bolu, Rumeli’de ise Edirne, Filibe, Sofya, Eflak-Boğdan vs. illerdir.

Bütün bunların dışında doğal olayların arkasından gelen kısa süreli kıtlık olayları, diğer bütün yerlerde olduğu gibi İstanbul’da da yaşanıyordu. Meselâ, 1573 kışında İstanbul’a bir iki gün kar yağmış ve fırtına çıkmıştır. Bundan dolayı ekmekçiler, zahire yokdur diyerek narhı yükseltmeye çalışmışlar ve şehirde kısa süreli bir sıkıntının yaşanmasına sebep olmuşlardır. Bu sıkıntı, İstanbul dışındaki yerlerden un getirilmesi ile atlatılmış ve fırıncılara taviz verilmeyerek fiyatlar yükseltilmemiştir.[7] 1595 Ocak ayı içinde yaşanılan şiddetli soğuk ve fırtına sebebiyle İstanbul’a zahire ve hububat getiren gemiler gelemez olmuş, değirmenler çalışamamıştır ve şehirde yine ciddi bir ekmek sıkıntısı baş göstermiştir. Bu sıkıntıdan dolayı daha önce 2 akçeye satılan ekmek 3 akçeya satılır hale gelmiş ve hiç kimse narha uymayarak istediği malı istediği fiyata satmaya çalışmıştır.[8]

Bütün bunların yanı sıra, doğal sebeplere bağlı olarak çıkan kıtlıkların İstanbul’u fazlasıyla etkilemediği ve zahire sevkıyatının cok ciddî tedbirler alınarak yapıldığını söylemek mümkündür. Meselâ, 1585 yılında Rodos’ta kıtlık olması sebebiyle buraya giden zahire gemilerinin, Rodos’a gönderilmeyip İstanbul’da da zahire sıkıntısı çekildiği için İstanbul’a gönderilmesi istenmiştir.[9]

İstanbul zahiresinin diğer bölgelerden toplanması sırasında Dergâh-ı Mu’allâ çavuşlarından bir veya birkaçı görevli olarak zahire toplanması gereken yerlerde bulunmuşlardır. Bu çavuşlar, bulundukları bölgelerden halkın kendi ihtiyaçları dışındaki zahireyi topluyor ve bunların defterini tanzim ediyorlardı. Bu işte devletin birinci derecedeki muhatabı ise kadılardır. Zira kazâlarda görev yapan kadıların, nezil ve sürsat zahiresi toplama işinde de devamlı olarak ön planda olduğu bilinmektedir. Kadılar ve çavuşların topladıklar bu zahireler genellikle, ilgili kazâya en yakın iskeleye indirilerek orada bulunan gemilere yükleniyordu. Zahirelerin bedelleri ya gemi reisleri tarafından narh-ı cârî veya narh-ı rûzî yani günlük piyasa fiyatı üzerinden satın alınıyor veya zahire sahiplerinin vekilleri bizzat merkeze giderek zahire bedellerini teslim alabiliyorlardı.

İstanbul’un zahire ihtiyacının temini hususunda hiçbir ayırım yapılmadan her bölgeden zahire toplanabiliyordu. Ancak bu konuda en önemli yükü Eflak ve Boğdan’ın çektiği anlaşılmaktadır. Zira Eflak ve Boğdan, kanun gereği bu sevkıyatı yapmakla mükellef idi. Eflak ve Boğdan’da kıtlık olsa bile bu zahire sevkini eksiksiz olarak yerine getirmeye çalışıyorlardı. Nitekim 1560 yılında kuraklık sebebiyle Eflak ve Boğdan’da kıtlık yaşanmıştır. Buna rağmen eski üründen depolanmış zahire fermân-ı şerîf gereğince İstanbul’a sevkedilmiştir.[10] Şayet artan zahire olursa diğer bölgelere de gönderebiliyorlardı. Yağ ihtiyacının ise büyük ölçüde Kefe taraflarından sağlandığı anlaşılmaktadır.[11] Ancak zahire temini hususunda yukarıda da izah ettiğimiz üzere devletin bütün bölgelerinden yardım talep edilebiliyordu.

İstanbul’da yaşanılan kıtlık olaylarının sebeplerini bu şekilde izah ettikten sonra şimdi genel olarak kıtlık olaylarının sebepleri üzerinde durabiliriz.

  1. Kıtlıkların Ortaya Çıkmasına Sebep Olan Olaylar

Kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep olan olayları doğal ve beşerî olarak iki ana başlık altında incelemek mümkündür. Doğal sebepler, tabiatın iç dinamiklerinden ortaya çıkan kuraklık, çekirge ve tarla faresi istilası; ekilebilir alanların yetersizliği, iklim şartları ve coğrafî mekândır. Beşerî sebepler ise; kaçakçılık, karaborsacılık, muhasara altında kalma, savaş, göçler ve görevlilerin suistimali olarak sıralanabilir.

A. Kuraklık

Kıtlığa sebep olan doğal olayların başında yağmursuzluktan kaynaklanan kuraklık (kıllet-i bârân) gelmektedir. Yağmurların yeteri kadar yağmaması, istenilen verimin alınmamasına sebep olmuş ve kuraklığın ardından kıtlık olayları yaşanmıştır. Yeterli miktarda zahire stoklarının olmaması durumunda kurak geçen bir yılın ardından özellikle ziraî ürünler bakımından kıtlık olayının yaşanması kaçınılmazdır.

Kıtlık olaylarının çoğu, beşerî bir etken yok ise kuraklık olayından sonra yaşanmıştır. Birçok kıtlık hadisesinin kaht u galâ olarak anılması da bunu teyit etmektedir. Zira kaht, daha çok yağmursuzluktan kaynaklanan kıtlık olayı olarak kabul edilmektedir. Ancak kuraklık olayından kaynaklanmayan bazı kıtlık hadiselerinin de kaht u galâ olarak kaydedilebileceğini ayrıca belirtelim. Hububat ziraati ve elde edilecek mahsulün miktarı, toprağın verimliliği kadar ekimi yapılan ürünün ziraati için uygun iklim şartlarının oluşması ile ilgilidir. Coğrafi şartlar, değişmeyen unsur olduğu için şiddetli soğuk, don, şiddetli sıcak, yağmursuzluk, dolu gibi doğal olaylar, tarihin her devrinde ziraatı etkilemektedir. Ekimi yapılacak her ürünün değişik iklim ve hava şartları olabilir. Bu sebeple ekimi yapılacak ürüne göre hava şartlarının uygun olduğu senelerde mahsül fazla alınmış, bu şartların uygun olmadığı senelerde ise ya yetersiz ürün alınmış ya da bazı bölgelerde hiçbir ürün alınamayarak büyük kıtlık olayları yaşanmıştır.

B. Ekilebilir Alanların Yetersizliği ve Dışa Bağımlılık

Bazı bölgeler, coğrafî özelliklerinden dolayı, ekilebilir alan bakımından yetersizdir. Bunun en güzel örneği İstanbul’dur. Bu diğer büyük şehirler için de böyledir. Büyük şehirlerin zahire temini büyük ölçüde dışarıdan yapılacak sevkıyata bağlı olduğu için bu sevkıyattaki en küçük bir aksama kıtlık olayına yol açabiliyordu. Bunun dışında Osmanlı Devleti’nin üzerinde bulunduğu coğrafyanın bazı bölgelerinin de doğal olarak tarım, hayvancılık ve diğer zirai faaliyetlere gerek toprakların verimsizliği ve gerekse iklimin müsait olmaması yüzünden imkan tanımadığını söylemek mümkündür.

Büyük dağ silsilelerinden; Atlas Dağları, Lübnan Dağları, Toroslar, Anti Toroslar, Kuzey Anadolu Dağları, Kafkas dağları, Rodop Dağları, Balkan dağları ve Dinarik Alpleri tamamıyla Osmanlı coğrafyası içindeydi. Bu dağ silsilelerinin Osmanlı coğrafyası içinde bulunması ekilebilir alanları daraltıyordu. dağların yüksek ve kayalık olan kısımları, ormanlarla örtülü yamaçları ziraat ve hayvancılık faaliyetleri için uygun değildi. dağların fazla eğimli sırt ve yamaçları da hububat ziraatine elverişli olmayan, ancak hayvan sürülerinin beslenmesine uygun geniş meralar ve otlaklar halindedir. Akdeniz’in güneyinde uzanan Büyük Sahra’nın kuzey kısımları ve doğusundaki Suriye ve Arabistan Çölleri, Karadeniz’in kuzeyinde Orta Asya steplerinin devamı sayılan Rus steplerinin bir kısmı da Osmanlı coğrafyasının içinde idi. Bunlar da doğal olarak ekilebilir alanları daraltıyordu.[12]

İstanbul’un dışında Kudüs, Halep, Uzeyr ve Habeş’in de ekilebilir alan bakımından yetersiz oldukları anlaşılmaktadır. Bundan dolayı 1572 baharında zahire satan tüccarların Kudüs’e gidip zahire satmaları için gayret gösterilmiştir.[13] Habeş’te ise muhtaç olunan zahire 1574 yazında vilâyet asilerinden alınmış buna karşılık onlara bez verilmiştir.[14] Aynı şekilde 1579 yılında Halep ve Uzeyr’de yaşanan kıtlık olayı buradaki ekilebilir alanların ihtiyaca cevap verecek büyüklükte olmaması ve kuraklık yüzünden olmuştur.[15]

C. Çekirge ve Tarla Faresi İstilası

Kıtlıkların ortaya çıkmasına neden olan doğal olaylardan bir diğeri, çekirge ve tarla faresi istilalarıdır. Kır çekirgesi ya da tarla çekirgesi olarak adlandırlan çekirge cinsleri, daha çok yarı kurak bölgelerde yaşar ve büyük sürüler halinde göç ederek tarlaları yağmalar. Zararlı çekirge cinslerinin milyonlarcası bir araya toplanarak bir bulut halinde göç eder ve geçtikleri yerlerdeki bütün ekili alanları yağmalarlar. Çöl Çekirgesi veya Sudan çekirgesi olarak bilinen türünün Anadolu’ya gelerek sadece tahılları değil bütün bitki örtüsünü yok edecek derecede zarar verdiklerine rastlanmıştır. Bunun yanı sıra Afrika göçmen çekirgesi olarak bilinen türü de ekinlere zarar veren türdendir.

Çekirgeler, sonbahar gelince karın bölümlerindeki yumurta borularını toprağa sokarak yumurtalarını yerdeki bir deliğe bırakırlar. Bazı türleri yumurtanın dış etkenlerden zarar görmemesi için yumurta topraklarının üstünü zamk gibi bir madde ile kaplarlar. İlkbaharda topraktan çıkan larvalar yaz sonunda erişkin duruma gelirler. Çekirgeleri üremesi o kadar çabuk olur ki kısa sürede bir çekirge ordusu 200 katına kadar ulaşabilir. Ancak ölüm oranlarının yüksek olması sayılarının belli bir düzeyde kalması sonucunu doğurur.[16]

Çekirge ve tarla faresi istilasına uğrayan bölgelerdeki hububat büyük oranda telef olmuş ve kıtlıklar yaşanmıştır. Mevcut kaynaklarımıza göre 1571 yılında İznik, Yenişehir, Akhisar, Geyve[17] ve Peçin’de,[18] 1572-1576 yıllarında Kıbrıs’ta,[19] 1578 yılında ise Kefe’de,[20] 1586 yılında Çorum’da, 1756-1758 yıllarında Hüsrev Paşa ve Beyat Menzili,[21] 1802 yılında Bursa’da,[22] 1822 yılında Kırım’da[23] ve 1845 yılında Bağdat’ta[24] çekirge istilası sebebiyle büyük kıtlık hadiseleri yaşanmıştır.

1595 yazında Kudüs’te ve fare istilası sebebiyle ekin alınamamış ve ciddi sayılabilecek bir hububat sıkıntısı yaşanmıştır.[25]

Ç. Ziraî Hastalıklar

Kıtlıklara sebep olan bir diğer olay ekinlerin çürümesine sebep olan ziraî hastalıklardır. Meselâ, 1576 yılında Van’da yaşanan büyük kıtlık olayının sebeplerinden birisi de ekinlere vuran yerâk (sam) hastalığıdır. Van beylerbeyi merkeze mektup göndererek, vilâyet-i Van’a müte’allik yerâk bu sene de zira’atlerine akın irişüp Van’da etmek ve arpaya muzâyaka olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine kendisine gönderilen 1 Mart 1576 tarihli bir hüküm ile, depolanmış olan mîrî terekeden kul taifesine ve şehir ekmekçilerine ve diğer görevliler ile halka adaletli bir şekilde yeteri miktarda buğday dağıtması istenmiştir.[26]

D. Coğrafî Mekân

Bazı bölgelerde ziraî faaliyetler bulundukları coğrafî mekânla sıkı sıkıya ilgilidir. Meselâ, nehirlerin etrafındaki ziraî faaliyetler bu nehrin debisi ile doğru orantılı olarak artıp azalabilmektedir. Bunun yanı sıra, üzerinde yaşanılan toprakların iklimi de yine üretimi olumsuz yönde etkileyebilir.

Meselâ, 1572 yılından önce Nil nehrinin sularının fazla yükselmemesi sebebiyle su kanallarına su akmaması etrafındaki ziraî alanların yeteri kadar sulanmamasına sebep olmuş ve bu yüzden şiddetli bir kıtlık olayı yaşanmıştır. 1572 yılında nehrin sularını yükselmesi ile bu durum son bulmuştur.[27]

Bunun yanında, yukarıda da kısmen değindiğimiz üzere; iklim ve toprağın verimliliği de coğrafi mekana göre değiştiği için zirai faaliyetleri ve bu bağlamda ürünün miktarını da etkilemiştir.

E. Karaborsacılık (Muhtekîrlik)

Bütün toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da haksız kazanç sağlamak isteyen bazı kişilerin piyasadan yiyecek maddelerini biraz yüksek fiyat vererek toplayıp, bunları daha sonra çok daha yüksek fiyata satmak üzere depoladıkları görülmektedir. İşte piyasadan çok fazla yiyecek maddesinin bu yolla çekilmesi, arzın talepden az olmasına sebep olmuş tabiatiyla kıtlık olayları yaşanmıştır.

Mesela, 1596 yılında Tire ve çevresinde bazı muhtekirlerin 1-2 akçe fazla fiyatla zahire toplayıp depolamalarının kıtlığa yol açtığı görülmektedir.[28]

1596 yazında İstanbul ve çevresindeki kuraklık sebebiyle, sular çekilmiş ve çeşmeler kurumuştur. Bundan dolayı yiyecek sıkıntısı çekilmeye başlanmış ve durumu fırsat bilen karaborsacılar (mutekîrler) zahire ve her türlü yiyecek maddesini saklayarak fazla fiyatla satmaya başlamışlar ve kıtlığın etkisinin daha şiddetli bir şekilde hissedilmesine sebep olmuşlardır.[29]

1600 mart-nisan aylarında muhtekirlerin her türlü zahireyi depolayıp fazla fiyata satmaları narh-ı cari ve bu konudaki hükümlere uymamaları halkın büyük bir kıtlık çekmesine sebep olmuştur.[30]

1757 yılında bütün Kuzeybatı Anadolu şehirlerinde hissedilen kıtlık olaylarının sebebi olarak da yine karaborsacılık faaliyeti olduğu ifade edilmektedir.[31]

F. Kaçak Zahire Alım-Satımı

Osmanlı Devleti’nde halkın elinde bulunan zahirenin alımı ve bunların satışı belli kurallara bağlı idi. Özellikle sınır bölgelerinde bu işe çok daha fazla önem verilerek düşman tarafına zahire ve özellikle harp malzemesi veya harp malzemesi ile ilgili ham madde vs. satılmasına izin verilmiyordu. Ancak kaçak zahire satımı sıkça görülmekteydi. Bu itibarla kaçak zahire toplanan bölgelerde kısa süreli kıtlık olayları yaşanıyordu. Meselâ, 1579 yılında İskenderiyye ve Podgariçe’de yasağa aykırı olarak düşman tarafına zahire gönderilmesi veya satılması sebebiyle zahire sıkıntısının yaşandığı belirtilmektedir.[32]

1596 yılında Sakarya Nehri yoluyla Mihaliç’e gelen bazı gemilerin İstanbul’a zahire aluruz diyerek halktan zahire satın aldıkları ve bu zahireyi düşman gemilerine sattıkları, bundan dolayı bölgede zahire kıtlığı çekildiği görülmektedir.[33]

G. Siyasî ve Sosyal Sebepler

Sınırlarda bulunan kalelerin veya şehirlerin etrafındaki ziraî alanlarda üretimin çok düzenli olarak yapılmadığı bilinmektedir. Devamlı olarak bir muhasara tehlikesi yaşayan veya fiili olarak muhasarada kalan bölgelerde zahire sıkıntısının çekilmesi doğaldır. 1578-1590 yılları arasında yapılan Osmanlı- İran savaşlarında özellikle Gürcistan, Şirvan, Dağıstan ve Gence bölgesinde siyasî nedenlerle kıtlıkların yaşandığı bilinmektedir. Zira bölgeye zahire ve hazine yardımı götüren kervanların yollarda yağmalanmaları ve yardımların mahalline ulaşmaması da kıtlıklara yol açabilmiştir.

Bütün bunların yanı sıra eşkıyalık faaliyetlerinin veya iç isyan gibi sosyal olayların da kıtlıklara yol açtığı bir gerçektir. Zira eşkıyalık faaliyetlerinden korkan halkın özellikle celâlî isyanları sırasında çiftini çubuğunu terk ederek büyük şehirlere gitmesi iki yönlü kıtlık olaylarının yaşanmasına sebep olmuştur. Bu göçler neticesi hem terk edilen bölge harap olmuş, hem de gidilen bölgede nüfus artışı olduğu için kıtlıklar yaşanmıştır.[34]

1700 Martı’nda Basra’da yaşanılan zahire sıkıntısının en önemli sebebi Eşkıyalık ve isyan sebebiyle bölgedeki insanların zirai faaliyetlerini bir müddet askıya almasıdır. Bundan dolayı yeterli ürün alınamamış ve kıtlık yaşanmıştır.[35]

1819-1823 yılları arsında Girit adasında çıkan isyan ve eşkıyanın 1819 yılında ekinleri yakması sebebiyle[36] ada halkı tedirgin olmuş ve 1823 yılında Kandiye Kalesi askerlerine buğday olarak ödenmesi gereken mevacipleri ekim yapılamaması sebebiyle ödenememiştir.[37] Bu yıllarda Girit adasında büyük bir kıtlık yaşandığı anlaşılmaktadır.

1830 yılında Girit eşkıyasından iyice bunalan Müslüman köy halkı Kandiye kaleasine sığınmak zorunda kalmışlar ve bir kısmı açlıktan ölmüştür.[38] Aynı şekilde 1821-1828 yılları arasında etkisini şiddetli olarak hissettiren Mora isyanları sırasında da gerek bölgeye giden kuvvetlerin gerekse bölge halkının had safhada bir zahire sıkıntısı yaşadıkları tespit edilmektedir.[39]

H. Diğer Sebepler

Yukarıda saydığımız sebeplerin dışındaki bazı olaylar da kıtlık olaylarına yol açabilmektedir. Meselâ, şiddetli soğuk veya sıcaklar, salgın hastalıklar, yaşanılan büyük bir zelzele, yangın veya sel felaketinin bölgedeki zahire stoklarına zarar vermesi veya ziraî alanları tahrip etmesi de kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep olabiliyordu.

  1. Kıtlıkların Önlenmesi İçin Alınan Tedbirler

Kıtlıkların ortaya çıkmasını önlemek için alınacak tedbirler, kıtlığın ortaya çıkmasına sebep olan olayları ortadan kaldırmaktır. Ancak kıtlıklara sebep olan olaylar doğal olduğu zaman bunun önüne geçilmesi bazen imkânsız, bazen de yetersizdir. Meselâ, yağmursuzluktan ve şiddetli sıcak veya soğuktan dolayı ürün alınmasının önüne geçilmesi imkânsızdır. Salgın ziraî hastalık ve çekirge istilası yeterli teknolojiye sahip olunursa bertaraf edilebilir. Ancak XVI. yüzyılda ziraî ilaçlama teknolojisi ve bilgisinin yeterli olmadığı da bir gerçektir. İnsanlardan kaynaklanan yani beşerî sebeplerden dolayı ortaya çıkan kıtlık olayları ise bu davranışların terk edilmesi ile ortadan kaldırılabilir.

Kıtlıkların önlenmesi için alınan tedbirleri ise şöyle sıralayabiliriz:.

A. Zahire Depolama

Coğrafî şartlardan kaynaklanan kıtlıklar insanların bu konuda tecrübe kazanmalarına da sebep olmuş ve kıtlık zamanlarında kullanılmak üzere zahire depolarında bir miktar zahire bulundurulmuştur. Meselâ, 27 Kasım 1565 tarihinde Mısır beylerbeyine yazılan hükümde, tahıl anbarlarında kıtlık zamanları için bulundurulması lâzım gelen tahılın bulunup bulunmadığını kontrol etmesi isteniyordu.[40]

B. Yağmur Duasına Çıkma

Kıtlığın sebeplerinden birisi olan yağmursuzluğun (kıllet-i bârân) giderilmesi için bazen yağmur duasına (istiskâ) çıkıldığına da rastlanmaktadır. Yağmur duası, sadece yağmursuzluk halinde olmuyordu. Daha yağmur mevsimi gelmeden de yeterli miktarda yağmur yağması için yağmur duasına çıkılıyordu. Meselâ, 28 Mart 1574 tarihinde Edirne kadısına yazılan hükümde, bu yıl ve özellikle Nisan ayında yağmura ihtiyaç duyulması sebebiyle Edirne’nin bütün ulemâ, sulehâ ve sâir cema’ati ile istiskâya çıkması emredilmektedir.[41]

Mayıs sonları 1596’da İstanbul Sultan Mehmed Han Camii’nde yağmur yağması için ulema-i izam ve cümle ayan-ı devlet toplanarak dua etmişlerdir.[42]

C. Kaçakçılığı ve Karaborsayı Önleme

Yukarıda kıtlık olaylarının sebepleri arasında saydığımız kaçakçılık ve karaborsacılığın önlenmesi yolunda alınan tedbirler aynı zamanda kıtlıkların önlenmesine yöneliktir.

Devlet zahire sıkıntısı çekilmemesi için zahire toplama işi için çoğu kere emr-i şerîf ibrâz edilmesi şartı getirmiştir. Bu konuda kadılara gönderilen hükümlerle, özellikle kaçakçılık ve karaborsacılık faaliyetlerinin görüldüğü yerlerden zahire toplayanların bu zahireleri toplama işi için kendilerine izin verildiğini belirten bir emr-i şerîfi mutlaka ibrâz etmeleri gerektiği bildirilmiştir. Bu emr-i şerîflerin bir daha kullanılmaması için zahire tesliminden sonra ellerinden alınıyordu.

Karaborsacılığı önlemek için de halkın kendi geçimini sağlamasına yetecek miktardan fazla zahireyi depolamaması emrediliyordu.

Meselâ, 1596 yılında Mihaliç’ten kaçak zahire alan bazı gemilerin olduğunun duyulması üzerine, ellerinde emr-i şerîf bulunmayan gemilere zahire verilmemesi için Mihaliç kadısına hüküm gönderilmiştir.[43]

Aynı şekilde 1596 yılında Tire’de muhtekirlerin türemesi üzerine halktan hiç kimsenin ihtiyacından fazla zahireyi depolamaması emredilmiştir.[44]

Ç. Çekirge İmhası

Kıtlığa sebep olan çekirgelerin imhası da kıtlığı önlemeye yönelik bir tedbir olarak gözükmektedir. Nitekim 1570 yılında İznik, Yenişehir, Akhisar ve Geyve’de çekirge salgını yaşanmış ve bunların yumurtalarını toprağa gömmeleri sebebiyle bir sonraki yıl da çıkabilecekleri ihtimali göz önünde bulundurularak, ilgili yerlerin kadılarına gönderilen 13 Mayıs 1571 tarihli hükümlerle, çekirgeler yumurtalarından çıkıp uçmağa başlamadan ayaklarıyla çiğneyerek öldürmeleri tavsiye edilmiştir.[45]

Çekirge imhası için başvurulan bir diğer metot, sığırcık kuşu davetidir. Çekirge yiyen sığırcık kuşlarını çekirge istilasına uğrayan bölgeye çekmek için bazı tekke şeyhlerinden sığırcık kuşu daveti suyu almak gerekiyordu. Bu suyun, tekke şeyhlerinden alınması merkezden alınacak izinle olabiliyordu. 1822 yılında memleketlerine musallat olan çekirgeleri defetmek için Yabanabad’daki tekke şeyhi Yusuf’a müracaat eden üç Kırımlı’ya Şeyh Yusuf tarafından izinsiz oldukları gerekçesiyle sığırcık kuşu suyu verilmemiş[46] ve bunun üzerine Kırım’dan gelen kişiler sığırcık kuşu suyu almak için merkeze arz yazmak zorunda kalmışlardır.[47]

D. Kıtlık Çekilen Yerlere Zahire Nakli ve Mîrî Anbarlardan Tohumluk Buğday Verilmesi

Devletin kıtlık yaşayan bölgelere zahire nakli belki kıtlığın önlenmesine yönelik bir tedbir değildir. Ancak kıtlık çekilen bölgelere, ihtiyacı olmayan bölgelerden zahire nakli yapıldığına sıkça rastlanmaktadır. Ayrıca çiftçilerin ihtiyacı olan tohumluk buğday, bir sonraki senenin buğdayından tahsil edilmek şartıyla kendilerine verilebiliyordu. Meselâ 1575-1577 yılları arasında Van’da yaşanan kıtlık olayı sırasında Diyarbekir’den buraya zahire nakli yapılmıştır.[48] Van’ın kıtlık çektiği yıllarda mîrî anbardan halka bir miktar tohumluk buğday da verilmiştir.[49]

  1. Kıtlık Olaylarının Doğurduğu Sonuçlar

Kıtlıklar bazı sosyal ve iktisadî meseleleri de beraberinde getirmektedir.[50] Kıtlıkların doğurduğu sonuçlar ise ana hatları ile şunlardır:

A. Fiyatların Yükselmesi

Kıtlıkların beraberinde getirdiği veya doğurduğu en önemli sonuç fiyatların yükselmesidir. Arzın talepten fazla olması, bir kural olarak her zaman fiyatların yükselmesine sebep olur.[51] İncelediğimiz hükümlerde de bu tür fiyat artışı olaylarına rastlamak mümkündür.

Meselâ, 1565 tarihinde Urla’da[52] ve 1571 tarihinde Mısır’da[53] kıtlık yüzünden hububat fiyatları yükselmiştir.

1596 yılında İstanbul’daki kıtlık sırasında, otluk ve arpa fiyatları aşırı bir şekilde yükselmiş etin 1 kıyyesi ise 15 akçeye bulunamaz olmuştur.[54] 1600 Mart ve Nisan aylarında karaborsacılık nedeniyle İstanbul’da yaşanılan kıtlık sırasında arpanın kilesi 60, etin 1 kıyyesi 20, yenilebilir nitelikteki 100 dirhem ekmek 5, pabuç 100, çizme 200, altmış çile çuka 400 akçeye çıkmıştır. Piyasada akçe geçersiz bir hale gelmiş bütün alışveriş altın ve guruş olarak yapılmaya başlanmıştır. Bu sebeple, altının fiyatı da yükselmiştir. Bu yılda altının devletçe belirlenmiş fiyatı 118 akçe olmasına rağmen halk arasında 190 akçeye alınıp satılmıştır.[55]

B. Göçler, Toplum Düzeninin Bozulması ve Ölüm

Bir bölgede özellikle coğrafî mekândan dolayı bir kıtlık olayı yaşanıyorsa ve bu olaylar düzenli olarak her yıl devam etmekte ise, o bölge insanlarının bölgeyi terk ederek (celây-ı vatan) başka taraflara gitmesi doğaldır. Ancak açlık sebebiyle yerini terk eden insanların XVI. yüzyıl dünyasında bir başka yere giderek rahatlıkla yeni bir düzen kurması da çok kolay değildi. Bu durumun en açık örneği 1578 yılında Kırım’da yaşanılan kıtlık olayının ardından yaşanılanlardır.

1578 yılında Kırım’da büyük bir coğrafî alanda şiddetli bir kıtlık yaşanmıştır. Bundan dolayı bölgedeki bir kısım halk Silistre, Niğbolu ve Vidin taraflarına giderek orada kendileri ve aile bireylerini esir olarak satmışlardır. Bu örnek, kıtlık olaylarının doğurduğu belki de en hazin sonuçtur. Bu durum merkezî otorite tarafından da rahatsızlıkla karşılanmış olmalı ki, Silistre, Vidin ve Niğbolu sancaklarındaki kadılara gönderilen hükümlerle, esir diye satılanlardan Tatar oldukları tespit edilenleri, Kırım Hanı’nın bölgeye gönderdiği adamına teslim etmeleri istenmiştir.[56]

Kıtlıklar toplum düzenini bozacak bazı sonuçlar da doğurabilir. Kıtlık yaşanılan bölgede hırsızlık, cürüm ve cinayet, kaçakçılık, karaborsa, tefecilik vb. olayların yaşanması da kaçınılmazdır. Nitekim yağmursuzluk dolayısıyla Arap ve Türkmenlerin Selemiyye ve Balis taraflarına gelip ekinliklere zarar verme ihtimali olduğundan 12 Mayıs 1571 tarihinde Selemiyye ve Balis beylerine gönderilen hükümle, memûr oldukları Kıbrıs seferine gitmeyip sancaklarının muhafazasında olmaları istenmiştir.[57]

Bütün bunların yanı sıra, bir afet olarak addedilen kıtlıkların en önemli sonucu ise insanların açlıktan ölmesine sebebiyet verebilmesidir. Kıtlık olayları sırasında insanlar belki doğrudan açlıktan ölmemektedirler. Ancak dengeli beslenemedikleri ve insan vücudu gerekli olan bazı mineralleri ve vitaminleri alamadıkları için hastalık kapma riskleri artmaktadır. Yetersiz beslenme sebebiyle dirençsiz kalan insanlar, en basit bir hastalığa bile karşı koyamayarak hayatlarını kaybedebilirdi.

Sonuç

İnsanlar, dünya üzerinde farklı coğrafyalar üzerinde yaşamaktadırlar. Bu coğrafî mekânlar, her yerde aynı özellikleri göstermemekte ve her yerde aynı cömertlik veya cimrilik içinde de olmamaktadır. Verimli alanlar üzerinde yaşayan insanlar ile kurak verimsiz topraklara sahip bir bölgede yaşayan insanların hayat tarzları, doğal olarak birbirinden farklıdır. Verimli topraklar ve ılıman iklim kuşağında olan bölgelerde herhangi bir dış etken yok ise kıtlık olayları yaşanmaz. Ancak verimli topraklara sahip olmayan veya çok şiddetli sıcak veya soğuk iklim kuşağında olan bölgeler ziraî ürünler bakımından dışa bağımlı olacağı için buralara yapılacak nakliyatın her hangi bir sebeple durması veya aksaması durumunda kıtlıkların yaşanması kaçınılmazdır.

İncelediğimiz dönemde, kuzey bölgelerindeki birçok yerin coğrafî mekânlarının özelliğinden kaynaklanan sebeplerle kuraklık yaşadıkları anlaşılmaktadır. Mısır ise Nil nehrinin debisi ile doğru orantılı olarak ziraî ürünlerine artırmakta veya sıkıntı çekmektedir.

Devlet’in merkezi olan İstanbul, hem metropol olması hem de coğrafî mekân olarak da ekilebilir alanlara sahip olamaması sebebiyle zahire bakımından tamamıyla dışa bağlıdır. Bundan dolayı buraya yapılacak zahire sevkıyatındaki kesintiler veya aksamalar İstanbul’da sıkıntıların yaşanmasına sebep olmuştur. Ancak araştırma dönemimizde devletin temel iktisadî prensipleri çerçevesinde, İstanbul zahiresinin temini hususunda büyük bir gayret sarf edildiğini ve devletin her tarafından, İstanbul’da ihtiyacı duyulan maddelerin getirtildiğini görüyoruz.

Doğal afetler, ırk, dil, din ve cins ayrımı gözetmeden bütün insanları etkilemektedir. Bu sebeple bütün milletlere mensup insanlar veya devletlerin, doğal afetlerin önceden yaşanılacağı belli olan konularda birtakım tedbirler aldığı görülmektedir. Kıtlıkların yaşanmaması, bugünkü teknolojik şartlar çerçevesinde hiç sanayileşmemiş veya az gelişmiş bölgeler hariç, artık yaşanmamaktadır. Zira gıda maddeleri, uzun süre saklanabilecek özellikte üretildikleri veya büyük oranda depolanabilinecek teknolojiye sahip olunduğu için kıtlık çekilmemektedir. Yeniçağ dünyasında bu tür teknolojileri sahip olunamadığı için alınan tedbirler çoğu kere yetersiz kalıyordu. Meselâ, mîrî ambarlarda depolanmış zahire mutlak surette bulundurulmaya çalışılıyordu. Ancak bu depolar zahirenin bozulmadan uzun süre saklanabileceği bir koşulda olmadığı için istenilen netice alınamıyor, kurak geçen veya herhangi bir ziraî hastalığın ekinlere bulaşmasından sonraki yıllarda kıtlık olayları yaşanıyordu. Kuraklık yaşanmaması için dinî-örfî bir tedbir olarak devlet tarafından organize edilen yağmur duasına çıkıldığına da rastlanmaktadır.

Doğal afetler birtakım sorunları da beraberinde getiriyordu. Bunların en önemli olanları; göçler, fiyat yükselmeleri ve sosyal bozukluklardır.

Bir doğal afete maruz kalan insanların, bu doğal afetin sık sık tekrarlanması veya bu afeti bir daha yaşamaktan çekinerek yerlerini değiştirip başka yerler gittiklerine rastlanmaktadır. Bu insanların gittikleri yerlere tam olarak uyum sağlamaları, uzun bir süreyi alacağından çeşitli sosyal huzursuzlukların yaşanması kaçınılmazdır.

Özellikle nehir kenarında yaşayan bazı insanların mutad hale gelen su baskınlarından muzdarip olup yerlerini terk ettikleri bazen de salgın hastalıklardan kaçarak göç ettiklerine rastlanmaktadır. Meselâ, 1568 yılında Karaferya civarındaki İncekara Nehri’nin taşması, Kadı Çayırı ve Ovalar köyü insanlarının bölgeyi terk etmelerine sebep olmuştur. Bu insanlar, Üsküdar İmareti’nden Podrum köyü arazisine gelerek izinsiz olarak ormanlık bir araziyi açarak ziraat yapmaya başlamışlar ve çevreye zarar vermişlerdir.[58]

1578 yılında Kırım’da yaşanan kıtlık sırasında buradaki Tatarların bir kısmının Silistre, Niğbolu ve Vidin taraflarına giderek orada kendileri ve aile bireylerini esir olarak satmaları[59] göç olaylarına ve doğal afetlerin toplum ve aile hayatına yaptığı tahribatın en çarpıcı örneğidir.

Kıtlık yaşanılan bölgede hırsızlık, cürüm ve cinayet, kaçakçılık, karaborsa, tefecilik vb. olayların yaşanması da kaçınılmazdır. Nitekim yağmursuzluk dolayısıyla Arap ve Türkmenlerin Selemiyye ve Balis taraflarına gelip ekinliklere zarar verme ihtimali[60] hiçbir zaman göz ardı edilmemektedir.

İnsanların herhangi bir sebeple ihtiyacını duyduğu bir mal ve hizmetin temininde yaşanılan güçlük olarak nitelendirebileceğimiz kıtlık olayları, tarihin her devrinde olmuş ve özellikle doğal sebeplerden kaynaklanan kıtlıklar, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Kuraklık, sel, deprem, şiddetli soğuk veya şiddetli sıcak insanların her zaman yaşayabileceği değişmez tabiat olaylarıdır. Bu olayların etkisinin en az zararla atlatılması ise teknolojinin konusu olmalıdır.

Doç. Dr. Orhan KILIÇ

Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 718- 730


Dipnotlar :
[1] Robert Mantran, 17. yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, C. I, (Çevirenler: Mehmet Ali Kılıçbay, Enver Özcan), İstanbul 1990, s. 45-46.
[2] Mehmet Genç, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi-Tebliğler, (İstanbul 21-25 Ağustos 1989), Ankara 1990, s. 20.
[3] BA., Mühimme 71, 133/264.
[4] BA., Mühimme 71, 153/306.
[5] BA., Mühimme 73, 457/1010.
[6] BA., Mühimme 71, 82/169.
[7] BA., Mühimme 23, 193/408.
[8] Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, (Hazırlayan: Mehmet İpşirli), C. 2, İstanbul 1989, s. 444.
[9] BA., Mühimme 61, 4/9.
[10] BA., Mühimme 3, 445/1333.
[11] Kefe beylerbeyine gönderilen 7 Eylül 1593 tarihli hükümle; İstanbul’da sâde yağa ihtiyaç olduğu belirtilerek, denizin müsait mevsimi geçmeden ve kış mevsimi erişmeden taahhüd ettikleri üzere 500 tulum yağı İstanbul’a göndermeleri emredilmiştir. Bkz. BA., Mühimme 71, 33/64.
[12] Osmanlı coğrafyasındaki ekilebilir sahaların yetersizliği ve toprakların verimsizliği hakkında geniş bilgi için bkz. Lütfü Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 3-7.
[13] BA., Mühimme 12, 606/1162.
[14] BA., Mühimme 26, 12/35.
[15] BA., Mühimme 32, 336/614; BA.,
[16] Temel Britannica, “Çekirge”, Ana Yayıncılık, İstanbul 1992, s. 272; Gelişim Hachette, “Çekirge”, Interpres Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 764.
[17] BA., Mühimme 12, 301/618.
[18] BA., Mühimme 12, 513/983.
[19] BA., Mühimme 28, 42/104.
[20] BA., Mühimme32, 213/401.
[21] BA., Cevdet Nafia 1807, 1836.
[22] BA., Cevdet Belediye, 2594.
[23] BA., Hatt-ı Hümayun 34768 B, C.
[24] BA., Cevdet Askeriye 38331.
[25] BA., Mühimme 73, 263/602.
[26] BA., Mühimme 27, 307/734.
[27] BA., Mühimme 12, 574/1093.
[28] BA., Mühimme 74, 15/38.
[29] Selânikî II, s. 624.
[30] Selaniki II, s. 853.
[31] BA., Cevdet Belediye 3396
[32] BA., Mühimme 36, 93/271.
[33] BA., Mühimme 74, 2/6.
[34] Celalî İsyanları hakkında geniş bilgi için bkz. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası “Celalî İsyanları”, Ankara 1975.
[35] Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), (Yayına Hazırlayan: Abdulkadir Özcan), Ankara 2000, s. 156.
[36] BA., Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No: 31948.
[37] BA., Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No: 37888.
[38] BA., Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No: 38586.
[39] Bu konudaki bazı örnekler için bkz. BA., Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No: 39717, 39539, 38366, 38870, 39477, 39706, 39714, 39473, 40511 E.
[40] BA., Mühimme 5, 233/601.
[41] BA., Mühimme 24, 71/197.
[42] Selaniki I, s. 600.
[43] BA., Mühimme 74, 2/6.
[44] BA., Mühimme 74, 15/38.
[45] BA., Mühimme 12, 301/618.
[46] BA., Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No: 34768 B.
[47] BA., Hatt-ı Hümayun Tasnifi, No: 34768 C.
[48] Bu konuda Van ve Diyarbekir beylerbeyine yazılan hükümler için bkz. BA., Mühimme 27, 307/734; BA., Mühimme 28, 316/797; BA., Mühimme 29, 13/30; BA., Mühimme 30, 19/47, 19/48, 29/71, 84/200; BA., Mühimme 28, 5/10.
[49] BA., Mühimme 27, 307/734.
[50] Kıtlıkların doğurduğu sonuçlar hakkında bkz. Sabri F. Ülgener, Darlık Buhranları ve İslâm İktisat Siyaseti, Ankara 1984.
[51] Kıtlıkların fiyatlar üzerindeki etkisi ve fiyatları etkileyen diğer faktörler hakkında geniş bilgi için bkz. Mustafa Öztürk, “Osmanlı İktisadında Fiyatları Etkileyen Unsurlar”, Prof. Dr. Şerafettin Turan Armağanı, Antakya, 1996, s. 213-219.
[52] BA., Mühimme 6, 422/896.
[53] BA., Mühimme 14, 764/1101.
[54] Selaniki II, s. 624.
[55] Selaniki II, s. 853.
[56] BA., Mühimme 39, 121/291; BA., Mühimme 40, 223/500
[57] BA., Mühimme 12, 241/507.
[58] BA., Mühimme 7, 466/1844.
[59] BA., Mühimme 39, 121/291; BA., Mühimme 40, 223/500
[60] BA., Mühimme 12, 241/507.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.