Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Ortaçağdan İki Musikî Öncümüz: İlk Bilinen Halk Ozanımız Dede Korkut Ve En Eski Musikî Âlimimiz Türkistanlı Türk Fârâbi

0 10.427

Kültür unsurlarından biri de “güzel sanatlar”dır. Güzel sanatların en önde geleni ise hiç şüphesiz “musiki”dir. Bugün “Batı musikisi” diye adlandırdığımız dünya musikisi yanında “Türk musikisi” olarak adlandırılan bizim musikimiz çok değişik bir karakter arz etmektedir. Musikimizdeki duygu unsuru da sistemi gibi bize has ve övünebileceğimiz unsurlarla doludur.

Türk musikisi sisteminin Arap, Acem, Yunan, Bizans vs. musikilerinden alınmış olduğu iddiası, mesnetsiz ve yersiz söylentiden ibaret kalmakta olup yabancı bir kaynağa bağlı olduğuna dair hiçbir ilmi inceleme eserine rastlanmamaktadır. Aksine bu mesnetsiz iddia musiki âlimi H. Sadettin Arel’in son derece değerli ilmi bir incelemesi olan Türk Musikisi Kimindir (1939) eserinin yayımlanması ile bütün fonksiyonunu kaybetmiştir.

Türk musikisi sisteminin tamamen tabiattan elde edilmiş olmasından doğan orijinal duygu unsuru ve estetik güzelliğini bu sistemin fizik esasları ile Ord. Prof. Dr. Salih Murat Uzdilek Türk Musikisi Üzerine Etüdler (1944) adlı eserinde ortaya koymuştur.

Bütün musikilerden en önemli rolü oynayan ritm unsuru “usuller” bizim musikimizde yine orijinal karakterli ve zengindir. Bu cazibesi ile bugün modern batı bestekârları tarafından bile kullanılmaktadır. Musikimizin diğer önemli bir unsuru olan “çalgılarımız” ise dünyanın çalgı zenginliğine sahip birkaç ülkesinden biri oluşumuzla dünya musiki âlemince müsellemdir.

Musikimizdeki, Sanat Musikisi-Halk Musikisi ayırımı da tamamen isabetsiz ve yersizdir. Zira, biri kültürlü şehirlinin diğeri köylünün musikisidir. Her ikisi de sistem ve şekiller bakımından birbirinin aynıdır. Yalnız işleniş bakımından meydana gelen özellikler her milletin musikilerinde olduğu gibi tabiidir. Bütün dünya musikilerinde daima kültürlü sınıfın musikisi sanat musikisi olarak köylü musikisine tercih edilmiştir. Dolayısıyla Türk sanat musikisi bir sanat hazinesi olarak değerlendirilmeye, işlenmeye lâyıktır. Gerek mükemmel sistemi, diğer çok değerli unsurlarıyla zenginleşen ve bizler için bir kültür hazinesi olan musikimize lâyık olduğu ilgiyi maalesef tarih boyunca gösteremediğimiz bir hakikattır. Bugün elimizde kalan pek az belgelerden, çok eski zamanlardan beri Türklerin hayatında musikinin pek önemli bir yer işgal ettiğini öğrenmekteyiz. Türkler, günlük özel hayatın dışında dahi musikiyi resmî ve askerî teşkilatın içine o kadar kıymetli bir unsur olarak sokmuşlardır ki musiki takımı, tıpkı sancak gibi, taç ve taht gibi hükümdarlık levazımından sayılmak mertebesine yükselmiştir. Musikinin bu derece kıymetlendirildiği ve resmen asâlet pâyesine çıkarıldığı, başka milletlerde görülmüyor. Buna rağmen biz Türkler binlerce yıllık tarihimiz boyunca yaptığımızın belki yüzde biri, hatta binde biri kadar bile yazmamışızdır. Yazabildiklerimizin çoğunu da, zamanla bir kısmını dışarıya kaptırmak suretiyle kaybetmişizdir. Tarihte çok yapan, az yazan fakat yazdığını da muhafaza edemeyen tek millet oluşumuz hakikatini idrak ederek hatamızın çarelerini araştırmaya koyulmalıyız. Bugün çoğu elimizde tesadüfen kalmış bulunan her çeşitten musiki eserlerinin mukadderatı ise bizim bugünkü tutumumuza bağlı kalmaktadır.

Kuvvetini mazisinden alan milletler gibi biz de tarihimize ve kültürümüze dört elle sarılarak bir yandan belge ve delillerinin kaybını önlemeye çalışırken diğer yandan da eldekileri bilimsel metotlarla tasnif ederek incelemeliyiz.

Musikimizin yeni binası ancak bugün dağınık vaziyette bulunan eski temelinin üzerine inşa edilebilecektir. Bu inşaatı kuracak çağdaş bestekârlarımıza eski eserlerimizin doğru ve mümkün olduğu kadar zengin bir koleksiyonunu miras bırakmamızın ne kadar esaslı bir borç olduğunu eğer takdir ediyorsak bu borcu pek çabuk edâya başlamalıyız.

Geleceğin bestekârına karşı ifaya mecbur olduğumuz vazifelerden biri de milli musikimizin nazariyatını, tarihini, repertuarını, bibliyografyasını tedvin etmektir. Bütün bunlara ait bilgiler yerli ve bilhassa yabancı bir çok kütüphanelere dağılmış eserler içindedir. Bu kitapların çoğu da vaktiyle pek azı Türkçe olmak üzere, o zamanki ilim lisanı olan Arapça, Farsçadır. Geleceğin bestekârından, diyar diyar, kütüphane kütüphane gezip de o kitapların içeriğini elde etmeyi ve Arapça, Farsça öğrenerek onlardan yararlanmayı beklememeliyiz. Tabiidir ki gelecekteki çağdaş bestekârlarımızın vakti böyle zor yoldan öğrenmekle heba etmek yerine beste hazırlamakla geçecektir.

Etem Ruhi ÜNGÖR

Müzikolog / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.