Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Millî Bayramlar ve Karşıtları…

0 22.407

Prof. Dr. Ramazan DEMİR

Her milletin tarihten gelen milli kahramanları vardır; bunlar o milletin varoluşu ile ilgili olarak ortaya çıkıp, o milletin güçlenmesine rehberlik eden efsanevi değerlerdir. Bunlar o milletin “Mit”i / Mit’leri olarak bilinir.

Bir-iki örnek:

Romanın “Romus – Romulus”u, İngilizlerin “Kral Arthur”u, Türklerin de “Bozkurt”u verilebilir. Bu “Mit”ler aslında; varlığı ve oluşu somut olarak bilinmeyen ve görülmeyen, fakat o milletin bir “rehber” olarak algıladığı “gerçek” değer gibi algılanan, “somut” olamayan, ama tam anlamıyla “milli sembol” niteliğinde moral değer olarak bilinen, inanılan birer ideal…

Türk tarihinde milli sembol, milli efsane; “Bozkurt” bilinir. Dara düşen bir topluma yol göstererek kurtuluşa götüren Bozkurt’un, toplumda bıraktığı etki tarih boyunca devam etmiştir. Bozkurt’un Türk toplumuna yaptığı iyilik artık efsane olarak dilden dile, nesilden-nesle aktarılmış…

Yeni kuşakların hafızasına da “yol gösterici” efsane olarak girmiş, moral değer olarak algılanmış ve büyüleyici bir “gerçek” olarak inanılmıştır. Sonuçta bu milli semboller gerçek bir moral değer olarak toplumların bireyleri tarafından benimsenmiştir.

Bu moral değerlerden biri de “Ergenekon” olup tarihin efsaneleri arasında yerini almıştır. Türklerin Ergenekon’dan çıkışı hikâyesini ve dünyaya yayılışını hatırlayalım…

Milli Bayramlar…

Bu girişten sonra Türk milleti için “milli“ sıfatını taşıyan bayramlara karşı takınılan tavrın yanlışlığına gelelim. Siyasi irade, Türk milletinin kurtuluş destanı olan İstiklal Savaşı ve Ulus Devletin kuruluş felsefesiyle özdeşleşmiş milli bayramlara karşı “husumet“ kokan davranışlar içinde olduğu, önce hissettirildi şimdilerde ise uygulamaya konuldu…

Her yıl 29 Ekimde kutlanan Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı gibi bayramlar ulus devletin, yani Türkiye Cumhuriyetinin milli bayramlarıdır. Siyasi iradenin bu bayramlarla ilgili olarak aldığı kararlar, milli bilince yönelik pekiştirme amacını taşıyan milli günlerin sabote edilmesi anlamını taşıdığı artık kuşku götürmemektedir.

Meşhur hikâyedir; leyleğin kanat ve kuyruğunun kırpılıp ’kuşa benzetilmesi’ gibi, milli bayramlarımız kenarından köşesinden yontularak, yasaklar getirilerek milletin dimağındaki heyecanı, varlığı ve milli bilinci zayıflatmaya yönelik eylemlerin yapılmakta olması toplumu endişelendirmiştir…

Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyetin bayramları, bir milletin kurtuluşunu sembolize eder, var olma hikâyesini güçlendirmek ve dimağlarda canlı tutmak için kutlanır… İstiklal Savaşının nasıl yapıldığını, kazanıldığını, Türk milletinin dirilişini belli günlerde sembolleşmiş milli heyecan örneği bayramlarla anlatılır; bayramlar bu bağlamda önemlidir.

29 Ekim, milletin kendi kaderine el koyma hareketinin somut idari şeklidir. Cumhuriyet Bayramı top yekûn milletin kaynaşmasıdır. Sivil, asker, genç, ihtiyar, zengin, fakir ayırtmaksızın kaynaşarak hürriyetçi rejimi benimsediklerinin ilanıdır. Türk milletinin özgürlüğü tattığı gündür 29 Ekim… Bu nedenle Türk milletinin kaderi yine kendisi tarafından seçilen siyasi iradelere bırakılmıştır, bunun adı halkın kendi kendisini idare etme eylemidir; demokrasidir…

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı, halkın temsilcilerinin bir araya gelip yine halkın iradesini beyan ettikleri meclisin kuruluşu ve açılışı… Milli egemenliğin millete ait ve onu temsil eden TBMM çatısı altında alınan kararlarla olabileceğini göstermesi, milli bilincin oluşması ve gelişmesinde önemli bir faktördür. 23 Nisan sadece TBMM’nin açılış günü değildir aynı zamanda milli ruhun ve iradenin tecelli ettiği, milli mücadelenin karar altına alındığı gündür…

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı ile Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi bir bütünlüğü ifade eder. Bu bayram dolayısıyla; “Benim doğum günüm 19 Mayıstır“ diyerek ulusunun kurtuluşu için çıktığı Samsun’dan Ankara’ya kadar geçen süreci temsil eden bir sembol eylemdir…
Bu sembolü da gençlere rehber yapıyor.
Bu sembol eylem; gençlerin Samsun’dan alıp getirdikleri Türk Bayrağı ve Vatan Toprağı Türk gençliğinin bilincini taze tutmak, emperyalizme karşı verilen milli mücadelenin ruhunu canlı tutmak içindir…

**

Türk’ün Dirilişi…

19 Mayıs tarihi; bir milletin dirilişinin, varoluşunun, kurtuluşunun yıl dönümüdür… Her yıl dönümünde milletin varoluş bayramı olarak kutlanmıştır bugüne kadar, 93 yıldır böyle oldu…

Bu egemenlik kolay kazanılmadı; çetin mücadeleler sonucunda kazanılan istiklalin lideri büyük deha, akıl sembolü, milliyetçi, vatansever benlikle tezahür etmiş mükemmel bir lider Mustafa Kemal Atatürk’ü her an onu rahmet ve dualarla anmak her Türk vatandaşının asli görevidir.

19 Mayıs Kurtuluşun Başlangıcı…

Çanakkale’de Türk milletinin dirilişi ve şahlanışı ne kadar gerçek ise, Mustafa Kemal’in kahramanlaşması, devleşmesi de o kadar gerçektir… 19 Mayıs 1919 tarihi de o kadar gerçektir ve o kadar bir diriliştir ki tam karşılığı olmasa bile mucizedir… Var olmanın ve yok olmanın karar verildiği bir başlangıçtır…

Samsun’a çıkış, işgalcilerin, emperyalizmin yenileceği haberidir…
Tarihe Mustafa Kemal’in imzasının kazınmasıdır…
“19 Mayıs 1919 Samsuna Çıktım”
ile başlayan Büyük Nutuk ülkemin, devletimin tapusudur, bu deyişi kullanmasıyla bunu göstermiştir…

Tarihin gidişatını değiştiren Kahramana minnet duyulması gerekirken O’nun sayesinde var olanlar, şimdilerde onun eserlerine, kurduğu cumhuriyetin milli bayramlarına karşı hamleler içindeler… O’nu anlamayan ve takdir etmeyenler-edemeyenler sadece ve yalnız hainler ve gafillerdir…

Mustafa Kemal’in eserlerine ve fikir manevi mirasına sahip çıkmak ve onları yaşayarak, yaşatarak, korumak ve ileri götürmek için durmadan çalışacağız, yılmayacağız, bıkmayacağız…
Ümitsizlik, pes etmek asla olmayacak…
Daha güçlü ayakta durmak için, direnmek için çalışacağız…
Vatan için, bayrak için, Türk milleti için…
Başka seçeneğimiz yoktur…

19 Mayıs Bayramına ve diğer milli bayramlara karşı yapılan her türlü siyasi “kırpma” hareketi, cumhuriyetin milli egemenlik felsefesine, düşüncesine karşı yapılmış birer eylem olarak algılanmalı mutlaka karşı durulmalıdır. Bu şartlar karşısında bayramlarımıza karşı yapılan her türlü siyasi hamle ve engellemelere net bir tavırla karşı durulmalı, aksine daha diri kutlamalar yapılarak bayramlara sahip çıkılmalıdır.

Bayramlarımız kutlu olsun…

Çelikten İrade…

Bayram günleri olarak seçilen bu günlerin bir amacı vardır şüphesiz. Gazi Paşa bu günleri kendisi için değil, Türk gençliğinin, Türk milletinin geleceğine güvenle bakması ve ona sahip çıkması için özgün bir dikkatin ve ölçünün gereği olarak seçtiği belli. Milli heyecanın yaşaması için kendisi de aynı heyecanla bu günleri seçmiştir.

Bu aşamaya gelininceye kadar öylesine zahmetli bir yaşam sürmüş ki Gazi Paşa, her yaptığı iş planlı ve belli hedeflere yönelik olduğu gerçeği, ’çelik gibi irade’ ifadesinin hafif kalacağı bir olağanüstülükle bulunduğu düzeye gelmiş bir kahraman, deha… Ömrünün 40 yılını cepheden cepheye koşarak vatan için, bayrak için, hürriyet için savaşan bir Mustafa Kemal’in milli bayramlar için seçeceği günlerin de mutlaka milli heyecan duymaya yönelik olması gerektiği kaçınılmaz olur…

Çelik gibi irade olmalı ki karşılaştığı tüm zorlukları adeta granit taşını hamurlaştırmayı bilebilmiştir… Bütün bunlar tesadüf değil elbette; her şeyden önce mükemmele yakın bir derecede “iyi yetişmek“ için tüm zorluklara göğüs germiş, kısa süren ömür çizgisine çok şey sığdırmış, temel hedeflerinden sapmamış mükemmel bir kişilik örneği olmuş… Bunun için emek gerek alın teri gerek…

**

Okumak ve Donanımlı Olmak…

Çocukluğundan beri okumayı ilke edinmiş bir kişilikle yetişmiş, okul harçlıklarıyla şeker alıp yemek yerine kitap alıp okumuş… Bunun somut örneğini Çanakkale Savaşı sırasında bile devam ettirmiş… Can pazarının yaşandığı bir savaşta, Çanakkale Savaşlarında, her fırsatta kitap okumayı başarabilmiş ender bir komutan…

İşte size somut bir belge; Gelibolu Yarımadasının “Aydos“ tepesinden, Fransız Madam Corin’e yazdığı mektup da yine kitaplar üzerinedir.
İşte Gazi Paşa’nın mektubu;

Aziz Corin çarpışmalar bütün şiddetiyle devam ediyor. Gece ve gündüz durmak bilmeyen bir bomba ve ateş selinin içindeyim. Başımın üstünden insan kolları, ayakları ve gövdeleri uçuyor. Burada hâkim olan tek düşünce; ölmek veya öldürmek. Sizden ricam bu mektubu size getiren arkadaşıma bana insanlığımı hatırlatacak bir roman listesi veriniz. Arkadaşım onları satın alacak ve bana getirecek. Burada ateş yağmuru altında, siperde onları okuyarak kaybettiğim insani güzellikleri hatırlayacağım.”

Gelen kitapları gaz lambası ışığında okumaya devam eden 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, içinde bulunduğu kan ve ölüm denizi bile onu bu alışkanlıktan vaz geçirtmemiştir.
Merak edenlere önerimdir; Anıtkabir’i ziyaret ettiğinizde Gazi Paşa’nın okuduğu kitapların sergilendiği kütüphaneyi mutlaka görmelidirler. Her kitabın nasıl didik-didik okunduğunu, cümlelerin altlarının nasıl çizilip yanlarına notların alındığını… Kitapların ve okumanın ürünü olarak Gazi Paşa’nın kullandığı mükemmel Türkçesiyle kaleme aldığı “Büyük Nutuk” işte bu kültür zenginliğinin bir abidesi olarak elimizde bulunmaktadır…

**

Eğitimli İnsan Kıtlığı…

O Gazi Paşa ki, Sakarya Meydan Muharebesi’nin devam ettiği günlerde bile Ankara’da Maarif Şurasını toplamış ve öğretmenlere: “Savaşı en erken zamanda zaferle bitireceğiz, amacımız budur. Vatanın yeniden ümranı bizim insanımızın gayretiyle olacaktır. İşte, o insanı siz yetiştireceksiniz” diyerek onlara insan eğitmenin ve yetiştirmenin bu ülkenin en fukara yanı olduğunu hatırlatıyordu.

Çünkü biliyordu ki en büyük düşman cehalettir. Donanımlı, bilgili insan eksikliği her alanda sefaletin bir sonucuydu… Başarılı ve yetenekli gençlere özel ilgi göstermesi cumhuriyetin ilk yıllarında yurt dışına göndermesi hep bu anlamda değerlendirilmelidir.

**

Mülksüz Kahramanlar

İstiklal Savaşında başarı sağlayan kadronun seçiminde olmazsa olmazlardan biri, komuta kadrosunun çok iyi yetişmiş, harp sanatını çok iyi bilen kişilerden olması idi… Bu da asla tesadüf değildir… Osmanlının son asrında yetişen ordu mensupları sadece teorik değil, cepheden cepheye koşarak harp sanatını bizzat uygulayan kadrolardı. Kurtuluş Savaşını yapan ve yöneten kadroya bakıldığında; 1880-1881 doğumlu asker ve sivil nesillerden oluştuğu görülür.

Onlara varlığımızı borçlu olduğumuzu asla unutmamak gerekir… Şu hususu da hatırlatmalıyım ki bu neslin en az yirmi yıl sırtları yatak görmemiştir… Bakın tarihe; toplam 16 yıl süren Trablus, Balkan harpleri ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı… İşgal edilen yurdu kurtarmak için yokluk içinde başlayan İstiklal Savaşı boyunca bu mülksüz kahramanların ne evi, ne apartmanı, ne çocukları, ne gemileri ne de lüks arabaları, villaları oldu… Bu yiğitler “yamçı“ üstüne iki büklüm kıvrılarak toprakta yattılar…

Vatan toprağının işgalden kurtulması için kan verdiler, can verdiler… Onların tek gayesi vardı; vatan, bayrak, hürriyet ve namus… İmanları ve inançları, Türk milletinin bağımsız devletiyle sonsuza kadar yaşatılmasıydı… Bu ruh milli bayramlarla diri tutulsun diye özenle milli günler seçilmiş ve bayram olarak kutlanmıştır…

**

Kıvılcımın Aleve Dönüşümü…

Ulus Devlet kurulup Cumhuriyet ilan edildikten sonra yokluk içinde olan Anadolu’nun önce cehaletten kurtulması ve ekonomik olarak kalkınması gerekiyordu. Bunun için de yetişmiş, kalifiye, eğitimli kadrolara ihtiyaç vardı. Çekirdek kadrolar yetişmeliydi. Çare bulundu, seçkin gençleri Avrupa’ya yollayıp onların eğitilip alanlarında uzmanlaşıp yurda dönmelerini sağlamak ve yurdun ekonomik kurumların başına gelip geliştirmek ve ülkeyi kalkındırmak… Cumhuriyetin ilk yıllarında yurtdışına devlet kurumları (Sümerbank, Etibank, MTA gibi kuruluşların) adına burslu olarak öğrenci gönderildi.

Yurtdışında öğrenim gören bu gençler Türkiye’ye döndüler, büyük sorumluluklar yüklendiler. Türkiye’nin kalkınmasında çok önemli roller üstlendiler. Temel ilke şuydu; “üretim yoksa çöküş kaçınılmaz“… Ürettiler, öğrettiler, anlattılar…

Bu çekirdek kadrolar şan şöhret peşinde koşmadan Cumhuriyetin benimsenmesi, fukaralığın yenilmesi için kendilerini feda ettiler, çalıştılar ve yine çalıştılar… Gece-gündüz demeden… Tüm imkânsızlıklara rağmen Cumhuriyetin her tuğlasında onların beyin gücü ve alın terleri vardır, emekleri vardır… Bunu yaparken de hiç görünmediler; şayet vefakâr birileri çıkıp onların ’isimsiz kahramanlar’ grubundan sayıp ismini andılarsa ne âlâ, gerisi hep sessiz sedasız göçtüler fani hayattan… Ruhları ışıklar içinde parlasın…

Şu hatıranın tekrar-tekrar okunmasında yarar vardır (Hatıralar: Prof. Dr. İlknur Güntürkün Kalıpçı). Cumhuriyetin ilk yıllarında Yurtdışına gönderilen öğrencilerden biri de Mahmut Sadi idi. Kamuoyunda tanınan ismiyle; Prof. Dr. Sadi Irmak… 1970’li yıllarda kısa bir dönem için Başbakanlık yapan zat…

Onu dinleyelim; “Yıl 1923, İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci olduğum sıralar okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa’ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük, yıl 1923. Avrupa’ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey ama şansımı denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk ’Berlin Üniversitesi’ne gitsin’ diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci Garı’ndayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi, kalsam mı? Orada beni unutur mu bunlar? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm o sırada posta müvezzi ismimi çağırdı. ’Mahmut Sadi, Mahmut Sadi! Bir telgrafın var’. Telgrafı açtım, Atatürk’ten geliyordu ve aynen şunlar yazılıydı:Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum. Alevler olarak geri dönmelisiniz“

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti işte bu ruhla kuruldu ve geliştirildi.
Mustafa Kemal Atatürk milli bayramların gerekliliğini bu milli bilincin diri tutulması için mutlak şart olduğunu bildiği için bu günleri seçmiştir.
29 Ekimler, 23 Nisanlar, 19 Mayıslar, 30 Ağustoslar
milli bilinci sürekli kılmak ve kuşaktan kuşağa aktarmasını sağlamak için özenle seçilmiş özel günlerdir.

Milli Bayramlar, Türk milletinin ruhunda var olan milli volkanın faaliyete geçmesini sağlamak için gereklidir. Gazi Paşa her bir gencin ruhundaki milli kıvılcımı aleve çevirmek için olağanüstü öngörülü planlarla sağlamıştır.
Milli bayramlarımıza dokunmak, milli bilincin giderek sönmesine ortam hazırlamaktır.
Bunun bilincinde olalım ve izin vermeyelim…

25.5.2012 (www.r-demir.com)

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.