Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Komünizmin Ahmak Kardeşi: Sosyalizm

0 14.866

Hüseyin Nihâl ATSIZ

Sosyalizmin komünizme engel bir sistem olduğu her zaman ileri sürülmüştür. Tarihte bir iki defa sosyalistlerle komünistlerin kapışmış olması, bu iddiacıların tek kozudur. Bunlar madalyanın yalnız bir tarafına göre hüküm veren kişilerdir. Madalyanın öteki yüzünde ise sosyalistlerle komünistlerin birlikte kurdukları “Halk Cephesi” marifetleri ve bunun kanlı dramları bulunmaktadır. İspanya iç savaşında komünistle sosyalistler milliyetçilere karşı birlikte çarpıştılar. Fransa ve İtalya’yı birçok zaman buhranlar içinde yaşatan sebepler yine bu ikisinin kurduğu Halk Cepheleri idi. Sosyalizmle komünizmin kardeş olduğunu gösteren son örnek ise Fransa’da 5 Aralık 1965’te yapılan başkanlık seçiminde ortaya çıktı: Fransa’yı kalkındıran ve yine büyük bir devlet durumuna getiren milliyetçi General De Gaulle’e karşı çıkarılan François Mitterand, sosyalistlerle komünistlerin ortak adayı idi.

Bu sonuç, Türkiye’de kendilerinin sosyalist olduğunu ileri süren gafillerin gözlerini açacak nitelikte bir derstir. Sosyalizm, başına bir “milli” sıfatını takmadıkça her zaman komünizmin müttefiki, kardeşi, öncüsüdür. Türkiye’de sosyalistlerle komünistlerin daima aynı dergi, dernek veya partilerde kısaca aynı çatı altında birleşmeleri bu değişmez kaidenin bir görünüşüdür.

Fransa’daki başkanlık seçiminin verdiği daha büyük ders de şudur: General De-Gaulle’den önce Fransız seçimlerinde komünistler tek başlarına oyların üçte birini alacak kadar kuvvet gösterirken şimdi sosyalistler ve radikallerle birleştikleri halde de yine ancak o kadar oy sağlayabiliyorlar. Bunun sebebi milliyetçi De Gaulle idaresinin Fransa’da milli şuuru parlatması ve Fransız milletini eskiye göre daha şuurlu hale getirmesidir. Bir zamanlar 4.500.000 oy alan komünistler Hitler idaresinden sonra tamamen silinmiş, bugünkü Batı Almanya’da da, hemen hemen yok denecek bir duruma düşmüştür.

Demek ki milliyetçi idareler, milleti komünizmden kurtarmak için birebir ilaç yerine geçmektedir. Bu idareler komünizmi, komünistleri öldürerek değil, milli şuur ve heyecanı şahlandırarak komünistleri iş başından uzaklaştırarak kazımışlardır.

Bizde ise milliyetçilik, hükümetlerin yalnız programlarında, sözlerinde kalmakta; bir türlü uygulanamamaktadır. Komünizmin liselere kadar girdiği gazete haberleriyle açığa vurulduğu halde Milli Eğitim Bakanlığı hala işi dikkatle izleyerek görevini yaptığına inanmaktadır.

Liselerdeki komünist öğrenciler okuldan atılmış, iyi… Fakat onların kafasına bu budalalığı sokan öğretmenlere ne yapılmış? Hiç! Hâlbuki milli bir hükümet işi böyle savsaklamaz, bugünkü mevzuat yeterli değilse gerekli kanunları derhal Meclisten geçirerek öğrencileri zehirleyen bu satılmış öğretmenleri hem meslekten tardeder, hem de mahkemelere sevk ederek hapishaneye yollardı. Yıllardır serbest bırakıla bırakıla şımaran ve şüphesiz yukardan himaye gören solaklar öğretmen bırakılırken Türkçü öğretmenleri ırkçıdır diye öğretmenlikten çıkaran bir idareye milli ve milliyetçi denemez.

Bir takım öğretmenler, komünizmden hüküm giymiş vatan hainlerinin eserlerini över, bunların piyeslerine öğrencilerini götürürken yahut hiçbir değeri olmayan şişirme solcular için edebiyat günü tertiplerken hiçbir şey olmuyormuş gibi susan bir Milli Eğitim Bakanlığı görevini yapmıyor demektir. Bu bakanlığın adının başında bir “Milli” kelimesi vardır. “Milli” demek dünyaya milliyetçi gözle bakan, olayları bu açıdan değerlendiren demektir, Milli demek, gayrı milliyi düşman sayıp onunla mücadele eden, onu yok etmeye çalışan demektir. Bizim Milli Eğitim Bakanlığında bu ruhtan eser yoktur. Yeni müsteşar, liselerdeki solculuk hakkındaki soruya göreve yeni başladığı gerekçesiyle cevap vermekten kaçınmıştır. Maarifte, liselerde komünizm propagandası yapıldığını bilmek için müsteşarlık makamında yıllanmaya lüzum yoktur. Müsteşar, makamına oturmadan önce bunu bilecek, bilerek oraya gelecektir. Herkesin bildiği şeyi bu müsteşar gerçekten bilmeyerek oraya geldiyse Milli Eğitim yandı demektir. Bilen, tuttuğunu koparan, solakları topyekûn tasfiye eden, köşe başlarına milliyetçileri getiren bir idare, bir bakan, bir müsteşar lazımdır. Gününü gün eden, ben iş başında iken sızıntı çıkmasın diyen uyuşuk idareciler memlekete kötülük ediyorlar demektir. Aynı zamanda bu idareciler devlet parasıyla yetiştirildikleri halde solcu, hatta komünist olan öğrencileri de kaldırıp atmakla görevlidirler. Böyle öğrenciler vardır ve yarın öğretmen olarak görev alacaklardır. En basit insanların bile gördüğü bu tehlikeyi umursamamak. Türkiye de hainlerin üremesine meydan bırakmak vatan ihaneti değil midir? Vatana ihanet mutlaka Genelkurmay Harekât Dairesinin kasasına anahtar uydurmakla mı yapılır?

Türkiye’nin yarınını kurtarmak için gerekirse binlerce öğretmen, on binlerce öğrenci atılır, gerekirse daha sert tedbirler de alınır. Çünkü tehlikede olan koca Türkiye’dir. Fakat tedbir, “her türlü tedbir alınmıştır” demekle alınmış olmaz.

Memleketi soysuz münevverden kurtarmak için alınacak tedbir Türkçü öğretmenlerle uygulanacak bir milli eğitim programıdır. Edebiyat, tarih, felsefe gibi milliyetçiliği aşılamak, milli ruhu yükseltmek için kullanılacak dersleri milli şuur açısından bir düzene bağlamak; solcu, dalgacı ve değersiz öğretmenleri merhametsizce tasfiye etmektir. Geçinsinler diye hiçbir işe yaramaz acezeyi maarife doldurmak millet yapısının temelini baltalamaktır. Milli Eğitim Darülaceze değildir.

Gerçek anlamda öğretmen önemli bir şahsiyettir. Bugünü ve yarını sağlandıktan sonra kendisinden ciddiyetle iş istenmelidir. Okuldan dün çıkmış çocuk yaştaki ilkokul öğretmenlerini binasız, araçsız, ilkel köylere gönderip beş sınıfın dersini birden okutmaya zorlamakla maarifçilik yapılmaz. Önce sağlam ve sıhhi bir okul, okulun bütün araç ve gereçleri sağlandıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı “okul açtım” demek yetkisini kazanacaktır.

Çabuk kalkınacağız, yüzde yüz okuryazar olacağız diye bu aşağılık seviyede okullar, liseler ve üniversiteler kurmakla kimse kandırılmaz. Bu, güldürücü bir trajedidir. Bu trajediden sonra, gördüğümüz gibi, lise mezunları hiçbir şey bilmedikleri için bin üzerinden 150–200 puan gibi sefilâne bir numara ile sokaklara dökülüp Buda rahipleri gibi kendilerini yakmak numarasına başvururlar. Bu sebeplerdir ki üniversitelerin Mevlevi dervişlerinden farkı yoktur. Uzun söze ne hacet? Senin profesörlerin arasında kaç tane adam var? Kaç eser vermişler, ilme ne katmışlardır? Klik kurmak, fesat dedikodusu yapmaktan başka ne işe yararlar? Nazım Hikmetof’un affı için el kaldıran bu heriflere muhtariyet verir de şımartırsan senin üniversiten işte böylece lise seviyesine düşer. Öğrenciler için en küçük fedakârlığa katlanmayan, yalnız hayvanî bir kazanç hırsıyla yanıp tutuşan çıkarcıların yetiştireceği talebe bu kadar olur.

Milli Eğitim Bakanlığı “sosyalizm” adı ve perdesi altındaki beynelmilel vatansızlığın kökünü kazımak için milliyetçi bir ruhla hamle yapıp milliyetçi unsurları iş başına getirmezse Türkiye kanlı ihtilâllere, iş savaşlara gebedir. Eshab-ı Kehf uykusu artık yeter.

ÖTÜKEN, 16 Aralık 1965, Sayı: 24

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.