Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kırım: “Tamgalı, Gök Bayrakta Gizli Sırrım”

0 15.231

Yrd. Doç. Dr. Oktay BERBER

Şair Erdoğan Kırmızıoğlu’nun şiirinde vatan toprağı Kırım’ın kısa bir tarihçesini bulmak mümkündür:

“Her yıl on sekiz mayısta Kırım’da
Hatırlanır sürgün yılı acıyla,
Gözyaşı dökülür, her bir mekânda,
Cuci hanın öz yurdu güzel Kırım,
Tamgalı, gök bayrakta gizli sırrım.

Kırım hanı, Cengiz hanın soyudur,
Mertlik, yiğitlik hep onun yoludur.
Yurda saldırı düşmanın sonudur,
Batu hanın öz yurdu güzel Kırım,
Tamgalı, gök bayrakta gizli sırrım.

Rus askeri, Yalta, Bahçesaray’da,
Akmescit, Aluşta, Sudak, Akyar’da
Bir gecede baskın yaptı, tüm Kırım’da
Bike hanın öz yurdu güzel Kırım,
Tamgalı, gök bayrakta gizli sırrım.

Sürgün yolculuğu zordu vagonda,
Binlerce Kırım Türkü öldü yolda,
Yurt hasreti çekildi Sibirya’da,
Giray hanın öz yurdu güzel Kırım,
Tamgalı, gök bayrakta gizli sırrım.

Kırım-Tatar Türkü dönse de yurda,
Tekrar özlemdir, devlet Altın Orda,
Özgürlük düştedir, her genç Tatar’da,
Kırımlıoğlu’nun yurdudur Kırım,
Tamgalı, gök bayrakta gizli sırrım.”

1783 yılında Rus işgali ile başlayan ve Kırım Türklerinin yaklaşık 150 yıl süren zorunlu göçü neticesinde boşaltılan vatan Kırım’a 2012 yılının Ağustos ayında gitmek nasip oldu. 1954 yılında Ukrayna’ya bağlanan bu yemyeşil yarımada, aslında pek çok insanın geçmişi, özlemi, dileği ve varlık nedeni olagelmiş.

18. yüzyıldan itibaren Çarlık Rusya, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya ve daha sonra da Sovyetler Birliği içerisinde kalan Kırım’a ayak basar basmaz ilk karşılaştığınız, çok uzun yıllar boyunca Kırım Türklerinin vatanı olagelen bu topraklarda kiril alfabesi kullanılmasıdır. Sayılara baktığımızda ise, neden Kırım’da bizi kiril alfabesinin karşıladığını daha rahat anlayabilmekteyiz. Bugün nüfusunun yarıdan fazlasının Rus, yaklaşık yüzde yirmibeşinin Ukraynalıların oluşturduğu Kırım’da, Kırım Tatarları’nın oranı sadece yüzde onikiler seviyesindedir. Hatta Rus etkisi ve kontrolü halen o kadar güçlüdür ki, bu vatan toprakları içerisindeki şehirler artık Rusça isimleri ile bizleri karşılar.

Kırım’ın bugünkü merkezi olan Simferopol’de (Türkçe adıyla Akmescit), havaalanından ayrıldıktan sonra ilk ziyaretgâhımız Kırım Hanı I. Mengli Giray döneminde 1508 yılında yaptırılan Kebir Camii idi. Kırım Tatarlarının sürgün yıllarında harabeye dönen bu mabet, iki kez restore ettirilerek bugünkü görüntüsüne kavuşturulmuş olup, ziyaretimiz sırasında yapı çevresinde çalışmalar devam etmekteydi.

Bugün Kırım Türklerinin bu öz vatanında ayakta olan cami sayısının sadece birkaç ile ifade edilmesinin üzerimizdeki etkisi ile Kebir Camii’nden ayrılırken, buranın çok yakınındaki Petropavlovskiy Kilisesi’ne geçtik. XIX. yy. başında inşa edilen kilisenin duvarlarındaki desenlerin canlılığı, orada bulunduğumuz süre içerisinde tanık olduğumuz iki bebeğin vaftiz töreni haricinde dikkat çeken en önemli nokta ise, Ortodoks halkın kilisenin daha bahçesinde başlayan saygı dolu davranışlarının, yalnızca yapı içerisindeki ritüelleri sırasında değil, kilisenin bahçesinden ayrılıncaya kadar devam etmesiydi.

Eğer bir gün Rusların geçmişte yada günümüzde hakim olduğu topraklara ayak basarsanız ve kiril alfabesi okuyabiliyorsanız, etrafta dolaşırken en başta dikkatinizi çekecek unsurlardan birinin Lenin adı olduğunu görürsünüz. Rusya’daki Ekim Devrimi’nin lideri olan bu kişinin ismini neredeyse şehrin her tarafında görmeniz mümkündür. Her ne kadar Ukrayna toprakları içerisinde olsa da Kırım’da da bizi aynı manzara karşıladı. Her sekiz, on caddeden birinin adı olan Lenin’in azametli heykeli, Akmescit’in (Simferopol) meydanında karşınıza çıkar. Ve buraya gelen ziyaretçiler her ne kadar Slav ırka mensup olmasalar da önünde fotoğraf çektirmekten kendilerini alamazlar.

Başta Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı olmak üzere çeşitli üniversitelerin katkılarıyla, Kırım Devlet Mühendislik-Pedagoji Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “10. Uluslararası Türk Dünyası Soyal Bilimler Kongresi”nde iki gün boyunca sunulan bildiriler ardından katılımcılar onuruna düzenlenen kapanış organizasyonunda, Kırım Türklerinin şarkılarını dinleyip, halk oyunlarını izledik. Bu kapanış töreninde kongre organizasyonunda yer alanlara sunulan teşekkürler bir yana, Kırım Türklerinin küçük ama dev adamı Mustafa Abdülmecil Kırımoğlu’nu görebilmek özel bir duyguydu. Ellerinden alınan haklarının iadesi için büyük mücadele veren, bu mücadeleyi zor, şiddet kullanmadan tamamen demokratik prensipler çerçevesinde yürüten biri Kırımoğlu. Kendisi yaşadıkları ülkelerin kanunlarına mutlak surette riayet ederek, sadece kendi milli ve insani haklarını değil, diğer toplumların milli, dini ve insan hakları zedelendiği zaman sessiz kalmamakta, onlara da destek vermektedir. Bu yönüyle örnek gösterilen Kırım Tatar Milli Hareketinin kazandığı saygınlıktaki yönlendirici etkisiyle pekçok kuruluş tarafından Nobel Barış Ödülüne aday gösterilen Mustafa A. Kırımoğlu’nun bütün faaliyetlerinin özeti aslında Gaspıralı’nın sözlerinde gizli: “Dilde, fikirde, işte birlik”. Bu sözün önemli savunucularından biri olan Kırım Devlet Mühendislik-Pedagoji Üniversitesi yetkilileri de üniversite bahçesine bir temsil yaptırmakla ve bu temsil üzerine düştükleri notla, kendi tarihlerine ve Kırım Tatar hareketine destek verenleri bir an olsun akıllarından çıkarmamak için ellerinden geleni yapmaktalar.

Kırım Devlet Mühendislik-Pedagoji Üniversitesi Rektörü Fevzi Aga Yakubov, temsili anlatırken, aslında tarihlerine, kültürlerine bağlılıklarını da bizlere hissettirmiş oldu. Ayrıca Tatar olmayıp da Kırım Tatar milli hareketine katkı yapan insanların isimlerinin yazılı olduğu plakaları bize tanıtırken, anıtın girişinde yazılı olan “minnettarlık temsili”nin sözden ibaret olmadığını da göstermiş oldular. Şu anda hayatta olmayan Andrey Saharov, Petro Prigorenko, Aleksey Kosterin, İlya Gabay, Grigoriy Aleksandrov, Viçeslav Çernovil, Aleksandr Nekriç’in isimlerinin yazılı olduğu bu plakalar sekiz adet olup, sonuncusu ise boş bırakılmıştır. Bunun nedeni, üniversite yönetimince bu son plakanın Kırım Tatar hareketine en çok emeği geçen kişi olan Abdülmecil Kırımoğlu’na ayrılmasıdır.

Kırım’da varolan Ruslaştırma faaliyetlerinin belki de en az etkilendiği yerlerden biri, hiç şüphesiz Kırım Hanlığı’nın başkentliğini yapmış olan Bahçesaray’dır. Kırım’daki tüm yerleşim birimlerinin Tatarca isimlerinin yerini Rusça karşılıkları alırken, bu tarihi başkent, yine kiril alfabesiyle yazılmakla birlikte eski ismiyle varlığını sürdürmektedir. Bütün yer isimlerinin değiştirilmesine rağmen, buranın halen eski adıyla var oluşunun, ünlü Rus şair ve yazar Puşkin’e borçlu olduğumuzu öğrendiğimizde ise şaşkınlığımızı gizleyemedik. Çünkü 1822 yılında Bahçesaray’a sürgüne gönderilen ve o zaman Hansaray’ı gezen ünlü Rus şair ve yazar Aleksander Sergeyeviç Puşkin, Hansaray’daki Gözyaşı Çeşmesi’nin dramatik hikâyesini bir Tatar çocuğundan dinleyince çok etkilenir ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçisarayskiy Fontan) adlı şiirini kaleme alır. Rusların kalbinde ve hafızasında Puşkin’in dokunulmaz yeri olması, bu özel yerin adının aynen kalmasını sağlamıştır.

Bahçesaray’daki ilk ziyaretimizi Kırım Hanlarının oturduğu Hansaray’a yaptık. İçerisinde bulunan büyükçe bir Cuma Camii ile birlikte zengin kültürel dokusunu koruyan Hansaray’ın her yanı ince işlemelerin bulunduğu ahşaplar, hanlık döneminden kalma yazmalar, askeri aletler, ev eşyaları gibi materyalleri ile tam bir müze görevindedir.

Puşkin’in hikayesinden etkilenerek kaleme aldığı şiirine kaynaklık eden Gözyaşı Çeşmesi ise, Hansaray’ın en değer verilen unsurudur. Gözyaşı Çesmesi ile ilgili değişik anlatımlar mevcut.  Çeşmeyi yaptıranın I. Giray Han olduğu konusunda ittifak var; ancak âşık olduğu hatun ve çeşmeyi yapan sanatkâr konusunda rivayetler muhtelif. Giray Han, biricik gözdesi, belki de eşi, Dilâra Bikeç’in harem entrikalarına dayanamayarak müzmin ve dermansız bir hastalığa yakalanıp, günden güne eriyip bitmesine çok üzülüp “Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diyerek Bahçesaraylı bir mermer ustasına yaptırıyor bu çeşmeyi. Başka bir rivayet ise; hanlar hanı Giray Han, hareminde Leh asıllı Maria Potocka adında genç, güzel kızı görüyor ve gönlüne bir ateş düşüyor. Yaşlı hana genç güzel gönlünü açmıyor, bir gün olur da bu sevdama karşılık verir diye han bekliyor, Maria da sıkıntıdan amansız bir hastalığa tutuluyor. Gencecik yaşta ruhunu teslim ediyor. Çok üzülüp günlerce gizli gizli gözyaşı döken Giray Han, İranlı şair ve sanatkâr Ömer Ustaya bu karşılıksız aşkını unutulmaz yapan Gözyaşı Çeşmesi’ni yaptırtıyor. Usta, öyle bir şaheser yapıyor ki geceleri sessizlikte sarayı “hıçkırık” kaplıyor. Çeşme yapıldığı yerden kaldırılmadan önce, her bir damla ortam akustiğiyle “ağlama ve hıçkırık” gibi sesler çıkararak saray ahalisini derinden etkilermiş. Çariçe II. Katerina’nın isteğiyle bugünkü yerine konulduğu ve bu nedenle sesin bozulduğu söylenmektedir. Çeşmenin hikayesinden etkilenen Puşkin’in bir büstü de daha sonra buraya konulmuştur. Puşkin dinlediği bu hikayeden çok etkilenerek “Bahçesaray Çeşmesi” adlı şiirini yazmış, çeşmeye sarayın bahçesinden kopardığı kırmızı ve sarı iki gül koymuştur. O günden beri kırmızı aşkın, sarı da acının simgesi olarak Gözyaşı Çeşmesi’ni simgelemektedir.

Bahçesaray’ın diğer önemli mekanları Hacı Giray Han Türbesi, Zincirli Medrese ve tarihi kabristanlıktır. Zincirli Medrese, adını girişinde asılı duran zincirden alır. Buraya her girenin ilmin önünde eğilmesi için bu zincir kapı medrese girişine asılıdır. Tarihi kabristanlıkta ise, İsmail Gaspıralı’nın mezarının yanı sıra sürgünde öldükten sonra buraya getirilen Ahmet Özenbaşlı ve Mustafa Edige Kırımal’ın mezarları da bulunmaktadır. TİKA tarafından yeniden düzenlenen tarihi yapılarda ve kabristanlıkta Mustafa Edige Kırımal’ın mezarı üzerinde Odunpazarı Belediyesi’nin adını gördüğümüzde, buranın restorasyonunda yer alan şehrimizin temsili ve insanlığa katkısı bizi gururlandırdı.

Tatarca adı Akyar olan Sivastopol, tarihteki stratejik önemini günümüzde de korumaktadır. Kırım’ın ikinci büyük şehri olan Sivastopol’ün, Rusya ve Ukrayna deniz kuvvetlerine ait savaş gemilerinin yan yana demirli olduğu bir deniz üssü rolü devam etmektedir. Şehrin bir başka önemi dünyanın en büyük panoramik müzesi olan Sivastopol Müzesi’ne ev sahipliği yapmasıdır. Haziran 1855 yılında Kırım Savaşı esnasında İngiliz, Fransız, Sardinya-Piemonte ve Osmanlı kuvvetlerinden oluşan birleşik ordu tarafından kuşatılan Sivastopol kenti ve çevresinde cereyan eden çatışmalar, savaşın sonucunu belirlemiştir. Kırım Savaşı sonucunda Ruslar mağlup olmalarına rağmen, bunu kendileri açısından tarihlerinde övünülecek büyük bir tarihi olay olarak kabul etmektedirler. Bunun sonucunda kurulan bu müze ile Kırım Savaşı’nı önemi bir propaganda merkezi haline getirmişlerdir. Panorama, Rus panoramik resim sanatının kurucusu sayılan, Petersburg Sanat Okulu profesörlerinden Odessalı ressam Franz Alekseyeviç Rubo (1856 – 1928) başkanlığında bir heyet tarafından yapılmıştır. Rubo, 6 Haziran 1855 günü itibariyle Sivastopol kuşatmasında en kanlı çatışmaların yaşandığı 4. Tabya üzerinden bütün savaş alanının panoramik görünüşünü film şeridinden izler gibi resmetmiştir. 20. yüzyılın hemen başında savaş alanı ile ilgili yapılan araştırmalar neticesinde çeşitli taslak resimler oluşturulmuş, Alman ressamlar ve öğrencilerin yardımıyla 14 metreye 115 metre ebatındaki dev bir yelken bezine savaş panoraması işlenmiştir. Savaşın 50. yılında Sivastopol’de sergilenmeye başlanan resimlerin bir kısmı, İkinci Dünya Savaşı sırasında tahribata uğramış, savaştan sonra Yakovlev başkanlığında toplam 17 ressamdan oluşan bir heyetin 3 yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından müze 16 Ekim 1954’te (Sivastopol kuşatmasının 100. yıldönümünde) büyük bir törenle tekrar ziyarete açılmıştır. Müzenin tamamen gün ışığıyla aydınlatılan seyir terasına yerleştirilen resimlerle ziyaretçiler arasında yer alan 12 metre mesafedeki boşluğa savaşı temsil eden gerçek boyutuna uygun maketler, mermi kovanları, çadır, cephe çukurları gibi unsurlar yerleştirilmiştir. Şu an ziyaret edildiğinde savaşı yaşıyormuşcasına bir his uyandıran müzenin bahçesinde de yine Kırım Savaşı’na ait malzemeler sergilenmektedir. Müze, Rusların bu savaşta yenilmesine rağmen, adeta kahramanlık destanları gibi algılanmakta ve bu yönüyle de önemli bir propaganda unsuru olmaktadır.

Sivastopol’deki bir başka ziyeret yerimiz 1853-56 arasındaki Kırım Savaşı’nda şehit düşen Türk askerlerinin anısına 2004 yılında Kırım Harbinin 150. yılı nedeniyle yaptırılan Türk şehitliği idi.

Kırım’ın önemli yerleşim yerlerinden biri de Tatarca adı Kezlev, Osmanlıca Gözleve olan ve bugün Yevpatorya olarak yarımadanın batısında Karadeniz kıyısında yer almaktadır. Bugün Kırım Tatarlarının yoğun olduğu bölgelerden biri olan Kezlev, Karadeniz kıyısında geniş kumsallara sahip olması bakımından tatil yerlerinden de biridir.Şehrin Tatarlar açısından en önemli mekanı Cuma Han Camii olup, Mimar Sinan bu güzel yapının mimarıdır. I. Devlet Giray tarafından 1552 yılında yaptırılan caminin en önemli özelliği İstanbul’daki Fatih Camii’nin küçük bir örneği olmasıdır.

Caminin haziresindeki mezarlık içerisinde dikkat çeken önemli şahsiyetlerden biri Numan Çelebi Cihan’dır. Bilindiği üzere Çelebi Cihan, 1885 yılında Kırım’ın Or bölgesindeki Sonak köyünde dünyaya gelmiş, Kırım Tatarlarının bağımsızlık hareketinde önemli roller üstlenmiştir. 1917 yılında Kırım Milli Parlementosu oluşturulduktan sonra hükümet başkanlığına getirilen Çelebi Cihan, verdiği mücadele ile Kırım Milli hareketinin liderlerinden sayılmaktadır. 1917 Bolşevik İhtilali sırasında Miller tarafından tutuklanmış, faaliyetleri dolayısıyla dava arkadaşları ile birlikte kurşuna dizilerek şehit edilmiştir. Naaşının bulunamaması için Karadeniz’e atılan Numan Çelebi Cihan’ın Cuma Han Camii avlusundaki temsili mezarlığının üzerindeki yazıyı okurken, Çelebi Cihan’ın yazarı olduğu Kırım Tatar Milli Marşı kulağımıza çalındı:

“…Ant etkenmen, söz bergenmen millet içün ölmege
Bilip, körüp, milletimniñ köz yaşını silmege.
Bilmey körmey, biñ yaşasam, qurultaylı han bolsam,
Kene bir kun mezarcılar kelir meni kömmege.”

“MİLLİ VE ANTLI ŞEHİDİMİZ NUMAN ÇELEBİ CİHAN 1918 AK YARDA KATLEDİLDİ KARA DENİZ MEZARIMDIR AK DALGALAR KEFİNİMDİR BAKIP GEÇME RİCAM BUDUR EY MUHAMMED ÜMMETİ MEVTANIN DİRİDEN BİR FATİHA UMUDU RUHUNA EL FATİHA”

Kezlev’de Cuma Han Camii’nden sonra iki katlı ve bazıları cumbalı olan restore edilmiş evlerin bulunduğu dar sokakları dolaştıktan sonra yemek için sahibi Tatar olan merkezdeki bir lokantaya ulaşıyoruz. Lokanta ve han ile birlikte işletilen bu yerin sahibi hanımefendi bizi, müze olarak tasarladığı han içerisine sokuyor. Hanın üst katına çıktığımızda ise, emek ürünü bir sergi ile karşılaşıyoruz. Burada gördüğümüz büyük maket, eski Kezlev yerleşiminin küçültülmüş hali. Bir anda söndürülen lambalar yerini ezan ve horoz sesi ile başlayan yapay ışıkla aydınlatılan Kezlev manzarasına bırakıyor. Daha sonra burada sergilenen eşyaları seyre dalarak tarih yolculuğumuzu sürdürüyoruz.

Kırım’da Yalta’nın kuzeydoğusunda bulunan Sudak, tarihi belgelerde sıkça karşımıza çıkan bir isim. Çünkü burası konumu ve oldukça sarp bir yerde bulunan kalesi nedeniyle bölge için oldukça stratejik öneme sahiptir. İÖ. 3. yüzyıla kadar bir geçmişe sahip olan kent, Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesi ardından Trabzon Rum İmparatorluğu bünyesinde kalmıştır. Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubat’ın emriyle 1224 yılında Kastamonu Emiri Hüsamettin Çoban tarafından ele geçirilmiştir. Türkistan’dan Avrupa’ya uzanan ticaret yolları için oldukça önemli bir yeri olan Sudak şehri, Türk dünyasını sarsan Moğol akınları sonrasında eski önemini kaybetmiştir. 14. yüzyıl ortalarında Cenevizlilerin eline geçtiği görülen şehir, Fatih Sultan Mehmed döneminde 1475 yılında fethedilerek doğrudan Osmanlı yönetimine başlanmıştır. II. Katerina döneminde 1783 yılında Rusların eline geçen Sudak’ta önemli bir kale yapısı bulunmaktadır. Cenevizliler tarafından sarp kayaların üzerine inşa ettirilen kale içerisinde gezerken, Sudak’a tepeden bakabilir, bu geniş alan içinde Osmanlı’dan kalma tek yapı olan mescidin içinde sergilenen arkeolojik buluntuları görebilirsiniz.

Kırım’daki son günümüzde Yalta tarafına seyahat ettik. Buraya giderken Mishor bölgesinde adına Kırlangıç Yuvası denilen ve denizden yaklaşık 40 metre yüksekte kayalıkların ucundaki yapı, masal ülkesinden bir görüntü içerisinde. Kırlangıç Yuvası, Petrol zengini Baron Shteingel için Amerikalı Mimar Sherwood tarafından 1912’de inşa edilmiştir.

Kırlangıç Yuvası’ndan ayrıldıktan sonra Dünya tarihi açısından son derece önemli bir başka mekana geçtik. Adını Livadiya adlı bulunduğu yerden alan Livadiya Sarayı yada diğer ismiyle Beyaz Saray, Rus Çarı II. Nikolay için 1911 yılında yaptırılmış, yazlık bir saraydır. Mimari açıdan Bizans, İngiliz, Gotik ve Arap izleri taşıyan saray, Mimar Nikolay Krasnov imzasını taşımakta, ayrıca İtalyan Rönesans tarzında inşa ettirilmiştir. Dünya siyasi tarihi için oldukça önemli bir yere sahip olan Yalta Konferansı 4 – 11 Şubat 1945 yılında burada toplanmıştır. Stalin, Churchill ve Roosevelt, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın nasıl şekilleneceğini bu sarayda görüşmüşlerdir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulması konusunda fikir birliği edilmiştir. Resimde saray bahçesinde görülen üç palmiye ağacı ise bu üç lider anısına toplantı sonrası dikilmiş ve halen onları simgelemektedir. Sarayın hemen yanından başlayıp, aşağıda deniz kıyısına kadar uzanan oldukça geniş bir alan içinde uzun ve sık ağaçlarla kaplı patika yürüyüş yolları mevcut olup, sarayı ziyarete gelenlerin dolaştığı sakin bir park bulunmaktadır.

Livadiya Sarayı’ndan ayrıldıktan sonra gezimizin son durağı olan Yalta sahiline gidiyoruz. İki burun ortasında ve yüksek dağların arasında bulunan Yalta, bugün turistik değeri yüksek olan Kırım şehirlerinden biridir. Buna ek olarak Ukrayna’nın en büyük uluslar arası tatil ve sağlık merkezi olduğunu söylememiz gerekir. Ayrıca Kırım Tatarlarının en az yoğunlukta bulunduğu yerlerden birisi olduğunu belirtmemiz gerekir. Turistik değeri nedeniyle Kırım’ın en pahalı bölgelerinden biri olup, yat marinası, eğlence mekanları gibi yerlere sahiptir. Tarihi açıdan da son derece önemli olan Yalta, İttihat Terakki’nin üç önemli şahsiyeti olan Talat, Enver ve Cemal Paşa’nın İstanbul’dan ayrıldıktan sonra geldikleri ilk yerdir. Yine burada tam sahilde bir Osmanlı yapısı dikkati çekmektedir.

Gezimizin son durağı olan Yalta’dan ayrıldıktan sonra tekrar Simferopol’e hareket ettik. Akşam uçağı ile alandan ayrılmadan önce kabin ekibi tarafından çekilen son karede, içimizde vatan toprağı ve Türk Dünyasının önemli bir merkezi olan Kırım’ı görebilmenin sevinci vardı. Vakit darlığı nedeniyle Kırım’da göremediğimiz daha nice yer ve ecdat yadigârını görebilmek dileğiyle ayrıldık Yeşil Kırım’dan…

Yrd. Doç. Dr. Oktay BERBER

Eskişehir Osmangazi Üniv. Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Elemanı. 

Not: Bu makale, Eskişehir Valiliği’nin yerel süreli yayını olan Eski-Yeni Dergisi’nin 53. sayısında (Güz 2013) yayımlanmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.