Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kazakistan’da Ceditçilik

0 15.595

Doç. Dr. Svetlana KOVALSKAYA

19. ve 20. yüzyılların kesişim noktası Kazakistan’ın modern tarihinde çok ilginç bir döneme tekabül etmektedir. Kazakistan’daki aydınlar sınıfı 19. yüzyılın ortalarından beri süregelen politik ve manevi gelişmeler modeline göre birçok kısma ayrılmıştı. Rus ve Türk yanlısı olarak adlandırılan iki jeopolitik model de bu oluşumlar sırasında ortaya çıkmıştır. Elinizdeki makalede yukarıda işaret edilen modellerden İkincisinin yani Cedidizm olarak adlandırılan Türkçülüğün, Kazakistan’a nasıl ve ne şekilde girdiği tartışılacaktır. Sonuç olarak Cedidizm hareketinin Kazakistan’da doğuşu ve bütün Cedidcilerin Sovyet dönemi Rusyası’nda yok oluş hikayesi Mağcan Cumabay’ın kişiliği ve kaderi ile ilgili olarak verilecek bilgiler üzerinden anlatılacaktır.

19. yüzyılda Kazakistan’ın İslamlaşma süreci İslam geleneklerinin ve dini merasimlerin Kazakistan gelenekleri içinde yer alması, Arapça isimlerin ve kelimelerin Kazak dilinde yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanması şeklinde kendisini gösterdi. Bu gelişmeler daha sonraki yıllarda Kazakistan’da İslami partilerin kurulmasına ve İslam’ın politik bir hareket olarak yaygınlaşmasına bir temel oluşturdu.

Din, Kazak halkının manevi ihtiyaçlarına temel oluşturmanın yanı sıra zaman içerisinde ulusal kimliklerinin de ayrılmaz bir parçası haline geldi. Din alanındaki yazında bir genişleme oldu ve bu alanda eser veren yazarların sayısı arttı. Bunlardan bazıları Şeyhulislam-Ulu Yusuf Bek Şahmardan, Umançikov M., Şahkerim Kudayberdiyev gibi önemli isimlerdir.

İslam, Rusya İmparatorluğu altında yaşayan bütün Müslümanlar için ulusal bağımsızlık mücadelesi alanında bir vesile oldu. Kazakların hayat tarzı haline gelen din, ulusal kimliğin oluşmasında öncü rolünü üstlendi. Şimdi de dinin yitirilmesi aynı zamanda ulusal kimliğin yitirilmesi anlamına gelmektedir. İslam’ın bu bozkırlardaki var oluşu, Kazak aydınlarının uzun zamandır oluşturmaya çalıştıkları yeni bir kimliğin yani ulusal kimliğin oluşmasına neden oldu. İşin doğrusu aydın kesiminin en önemli işlevi de bu ulusal kimliğin oluşturulmasıydı. Entelektüel çevrede Kazakların ulusal değer yargılarının Avrupalılarınkilerle uyuşmadığı düşünülürdü ve aydınlar bu konuda umutsuzluğa kapılmışlardı. Gittikçe büyüyen politik canlanmalar göstermiştir ki, politik hakların ve özgürlüklerin daha iyi elde edilebilmeleri için politik gelişmelerde yeni yollar aramak gerekmektedir.

Kazakistanlı aydınlar 20. yüzyılın başlarında yeni bir politik gelişme modeli ile karşılaştılar. Pan- İslamcılık ve Pan-Türkçülük bu dönemde en etkili eğilim haline geldi. Ve birçok açıdan bu eğilimlerin kullandıkları kavramlar, dinin toplumdaki rolü ve etkisi ile örtüştü. Bu eğilimler Osmanlı İmparatorluğu’nun manevi önderliği altında şekillendiler ve uluslar üstü, dini, etnik kimlik gibi kavramlara dayanan bir ideolojik eğilimin temsilcisi oldular.

Türk milliyetçiliğinin kökenleri 1826 yılında Türkiye’de gerçekleşen anayasal reformlara dayanmaktadır. Bu reformlar “Genç Osmanlılar” devrimine giden olaylar zincirini başlatmış oldu. Bir grup genç Osmanlı özellikle 1867-1871 yılları arasında Avrupa’da özgürlük ve anayasa gibi fikirler yoluyla faal hale geldi.

Türkçülük fikri, Rusya’da yaşayan Müslüman azınlıkların düşünürleri arasına din ve eğitim problemleri ile sınırlanmış olarak girmesine rağmen 19. yüzyılın ortalarında yaygınlaşmaya başladı. Rusya İmparatorluğu içinde yaşayan Müslümanlar zaman içerisinde kendi liderlerini yetiştirdiler. Ulema, Seyfi, İşhanlar ve Cedidler Orta Asya’nın Müslüman elitleri oldular. Edip Halid, “cedid” olarak adlandırılan akımın ne olduğu ile ilgili “Müslüman toplumunu, modern iletişim araçlarını (…) ve sosyalleşmenin yeni formlarını kullanarak ıslah etme çabalarında yer alan bireylerin oluşturduğu akım” şeklinde bir tanımlama yapmıştır.[1]

Müslümanların var oluş meselesi Cedid hareketi ile vücut bulmuş ve günlük hayatın her yönünü ilgilendiren İslam ilâhiyatının modernleştirilmesi, kadın özgürlükleri, eğitim reformları, ortak bir dil oluşturulması gibi felsefi konular bu hareket ile gündeme gelmiştir. Rus İmparatorluğu’nun bütün Müslüman Türkleri kuşatan yeni bir kimlik oluşumunu Pan-Türk bir model içerisinde gerçekleştirme teşebbüsüne girişilmiştir.

19. yüzyılda iki jeopolitik kuvvet ile örtüşen iki eğitim kavramı Kazak aydınları arasında yaygınlık kazanmıştır. Bunlardan biri N. I. İlminskiy (1822-1891) tarafından desteklenen ve Hıristiyanlık ile Ruslaştırmanın beraber rol aldığı eğitimdir. Bu eğitim sisteminde yerli dilde verilen eğitim aynı zamanda Ortodoks Hıristiyanlığının temel prensiplerinin verilmesini sağlıyordu. 18. yüzyılda general Skalon’un basmış olduğu Kazak dilinin ABC kitabı Rus alfabesine dayanıyordu. Yine N. I. İlminskiy “Kırgızlara Rusçayı kendin öğren” dizisini yayınlamıştı. İbrahim Altınsarı ise İlminskiy’nin takipçisi idi. İbrahim Altınsarı kıtlıktan kısa bir zaman önce devlet meclis üyesi olmuş bir bakanlık danışmanıydı 1879 yılında “Kirgizskaya Hrestomatiya”yı yayınlayan Altınsarı Kazak okullarının müfettişliğini de yapıyorken, 1888 yılında Turgay bölgesi danışmanı oldu. Kazak entelektüelleri arasında yaygın olan iki fikir vardı: Birincisi “Çocuklar Haydi Okula” (İbrahim Altınsarı tarafından 19. yüzyılın ortalarında yazılmış bir şiir), ikincisi de “Kazaklar Uyanın” (M. Cakıp Dulatov’un “Kazaklar Uyanın” adlı antolojisinden alınmış bir bölüm). İkinci eğitim sistemi Cedid Hareketi tarafından önerilen bir sistemdi. Evrensel bilim değerleri ve ulusal geleneklerin, İslam doktrin ile örtüştüğü bir eğitim sistemi modelini öneren Cedidciler bu alanda önemli bir etki yaratmışlardı. Cedidciler genelde zengin tüccarların ve sanayicilerin çocuklarıydılar ve hem laik hem de dini eğitim almışlar, dünyanın birçok ülkesini gezip görmüşlerdi.

Cedid liderleri arasında Rusya’daki İslam reformları üzerine büyük etkiye sahip Mercani’den söz etmek mümkündür. Ş. Mercanî Kazan Tatarlarının dinî lideriydi. Onun başarılı olmasına neden olan en büyük etkenlerden biri Kazan’ın Rusya İmparatorluğu’nda büyük bir kültürel merkez olması idi. Bu büyük kültürel merkezdeki Tatar tüccarları, doğudaki Başkurdistan, Orta ve Aşağı İdil, Kazakistan Stepleri ve Türkistan gibi birçok bölgeden geçerek sürekli seyahat ediyorlardı.

Cedid hareketi diğer İslam reformu eğilimlerinden birtakım farklılıklar arz ediyordu. Kazakistan için iki bölgenin büyük bir önemi vardı. Bunlar Kırım ve İdil boyudur. Buhara ve Hive de önemli sayılan bölgelerdendir. Gaspıralı İsmail Bey, Abdul Kayyum Nasıri, Hüseyin Feyzhani gibi isimler Rusya İmparatorluğu’ndaki Türkler arasında Cedidcilik hareketinin gelişmesine çok büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Bir Kırım Tatarı olan Gaspıralı (1851-1914) Türk-Tatar birliğinin ve Müslüman hayat tarzına uygun bir modernleşmenin önemli savunucularından biri oldu. Gaspıralı Rusya’daki Müslümanlar için bir “Başöğretmen” oldu. Müslüman okulları için miras bıraktığı önemli bir eğitim sistemi terimi olan usul-i cedid’ yani “yeni metot” Gaspıralı’nın bütün eğitim programlarında uygulanmaya başlandı ve sistemin takipçileri daha sonra “Cedidciler” olarak adlandırıldı. Gaspıralı’nın Bahçesaray’da kurulan model okulu Rusya’daki bütün Müslümanlar üzerinde önemli bir etkiye sahip oldu. Buna ek olarak Gaspıralı’nın gazetesi “Tercüman” Rusya ve Orta Asya’daki Müslümanlar arasında geniş oranda yaygınlaştı. 1885 yılı gibi erken bir zamanda “Tercüman” gazetesinin sadece Türkistan’da 200 okuyucusu vardı. Gaspıralı Orta Asya’yı iki defa ziyaret etti ve 1898 yılında bölgede onun etkisiyle “mektepler” açıldı. 1901 yılında Taşkent’te de bir okul açıldı. Rusya devrimi öncesindeki Rusya’da 5000’den fazla Cedid okulu bulunmaktaydı.

Abdul Kayyum Nasıri de (1824-1902) Gaspıralı benzeri bir role sahipti. “Tatar Ses Sözlüğü ve Gramer Kitabı” hazırlayan Nasıri, aynı zamanda Kazan Tatarları arasında yaygın olan edebi çalışmaları iki ansiklopedi içinde derleyerek yayınladı.

Hüseyin Feyzhani Avrupa eğitimi görmüş biriydi. Tatar kültürünün Batılılaştırılması ve okul sistemi ve programının modernleştirilmesi gerekliliğini savunan bir Doğu bilimciydi.

Cedid hareketi mensupları Sadayı Türkistan, Ayna, Semerkant, Buharayı Şerif, Terakki, Şöhret, Hurşid, Tuccar gibi birçok gazete ve dergi yayınladılar. Bu gazete ve dergiler aracılığıyla da aydın kesime nüfuz etmeyi başardılar.

Kazak steplerinde Rusya Devleti tarafından uygulanmak istenen ilk eğitim sistemi teşebbüslerinin tarihi 18. yüzyıla kadar uzanır. Örneğin 1789 yılında Omsk’ta Kazak elitlerinin çocukları için Asya Okulu açılmıştı. 1822 yılında, “Ustav o Sibirskih Kirgizah”da bölüm 6 “Ustanovleniya duhovnue i po çasti narodnogo prosveşeniya”, paragraf 249’da “Her Kırgız çocuğunu, genel kurallar ekseninde imparatorluk içerisinde yer almakta olan eğitim kurumlarından birine gönderme hakkına sahiptir.” ifadesi yer almaktadır. Daha ileride, paragraf 250’de ise “Kırgızların -din adamları tarafından açılacak olanlar hariçtir- okul açması yasaklanmamalıdır ve hatta mümkünse her şekilde desteklenmelidir.[2]

1841 yılında Cangir Han Bukeyevskaya Orda’da bir okul açmıştır. 1868 yılında da her Kazak yerleşim biriminde bir ilkokul açılması kararlaştırılmıştır. Rus-Kazak okulları, özel sınıflar, St.Petersburg, Omsk, Irkutsk, Kazan üniversitelerinde “yerliler” “inorodçeskoye” olarak adlandırılan Kazakların da dahil olduğu imparatorluk halkı için bölümler açılmıştır. Sonuç olarak toplumda yeni bir hayat tarzı benimsenmeye başlandı. Bilgiye olan merak, başarılı kariyer yapma isteği, hayattaki değişimler, birçok gencin bu eğitim kurumlarının değişik kademelerine gitmelerine neden oldu. Rusya’daki bu üniversitelerde laik bir eğitim alan bir genç grubu oluşmuş oldu. Mustafa Çokay, Bahtcan Karatay, Muhammedcan Tinişbay, Bahtgerey Kulmanov gibi isimler bu grubun klasik temsilcilerinden bazılarıdır ve bunlar Cedid hareketine paralel birtakım aktiviteler gerçekleştirmişlerdir. Bu laik düşünürler ile Cedidcilerin farklılaştıkları birtakım konular bulunmaktadır. Cedidciler Orta Asya’nın Müslüman geleneklerinin modernizasyonunu vurguluyorlarken, bu laik entelektüeller Batı düşüncesinden ve kültüründen etkilenmiş modeller öne sürüyorlardı. Cedidciler Müslüman toplumundaki kültürel değişimler konusunu ısrarla vurgularken, laik entelektüeller Rusya Devleti ve Rus toplumunun politik değişimler gerçekleştirmesi gerekliliğini vurguluyorlardı. Çokan Velihanov, İbrahim Altınsarı, İbrahim Abay (Kunanbay) Rus yanlısı eğilimleri savunan ilk Kazak aydınlanmacılarındandı.

Kazak aydınlanmasının en ilginç özelliği onun hem dünya çapındaki hem de kendi kökenlerindeki bütün gericiliklere bir tepki olarak ortaya çıkmasıydı.

İleride Cedidizm fikirleri, Orta Asya bozkırlarında Kazaklar arasında bir lider olarak beliren Çokan Velihanov ile tanışacaktı. Göçebe bir toplumda dünyaya gelmiş olan Velihanov, Rus liberalizminin ve Batı fikirlerinin rehberi olacaktı. “Eğitilmiş monarşi, eğitilmiş halk” sloganının destekleyicisi olan Velihanov, ağa-sultanın göreve gelmesi için seçim olmaması gerekliliği fikrinin temsilcisi olarak kişisel teşebbüslerde bulunmuştur. Ancak geniş gruplararası anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar bu idealin gerçekleşmesine engel olmuştur. Diğer yandan Velihanov, kendisinden önceki Nasıri gibi özel dersler vermiş ve edebiyat çalışmalarında bulunmuştur. Velihanov ünlü Kırgız destanı olan “Manas”ı Kırgızca olarak yayınlanmıştır. Ayrıca Kazakistan’ın tarihi ve kültürü üzerine makaleler yazmıştır.

Abay, ilk aydınlanmacılar arasında tartışılmaz bir otoritedir. Eğitimin ve kişisel gelişimin bir gerekliliği olarak Cedidcilerin fikirlerine büyük ölçüde katılmaktadır. Saygınlık ve entelektüel davranış biçimleri Abay tarafından onun “Slova Nadidaniya” (kelime 25, 32) çalışmasında “Diğer insanların eşit olmaktan ne anladıklarını bilmek ve kendi ulusun için bir destek ve koruyucu olmak gereklidir. Eğer çocuğunuzun değerli bir insan olmasını istiyorsanız onu mutlaka okula gönderin. Servetinizi boşa harcamayın!” demektedir.[3] Yine onun sözleriyle dile getirmek gerekirse bilimde ilerleyebilmek için Rusça çok önemlidir. “Rusça gözlerimizi dünyaya açmamızı sağlayacaktır. Rus bilimi ve kültürü dünya hazineleri için önemli anahtarlardır”.[4]

Kazak eğitimindeki “yeni metot”un takipçilerinden biri de Muhammed-Salim Kaşimov’dur. Makalesinde sadece öğretmenler ve okul çocuklarına rehber olabilecek pedagojik bilgiler vermek yerine aynı zamanda gündelik hayata dair de birtakım ipuçları vermeyi amaçlamıştır. Böylece “Propaganda” kitabında tıka basa yemek yemekten vazgeçmeyi önerirken, çocukların ilgilerini derslerine yoğunlaştırmalarını istemiştir. Kaşimov kadınların eğitilmesine özel bir önem vermiştir. Yusuf Kopeyev de eğitim konusunda aynı fikirleri savunmuştur. Ancak Kaşimov Kazak ailelerin çocuklarını Rus okullarına göndermelerine karşı çıkmış ve bu çocukların ulusal kimliklerini kaybedeceklerini iddia etmiştir.

Kaşimov’un “Vejlivost”, “Kniga Razuma”, “Nastavleniye kazaham” çalışmaları Kazak insanlarını uyanmaya davet eden çalışmalardır. Onun görüşüne göre Kazak insanlar “uyuşukluk” içerisindedirler. Uyanmak ve diğer insanlar gibi ilime sarılmak, bilime ve eğitime önem vermek zorundadırlar. Ona göre “Bilim asla tükenmeyen ve ne altınla ne de inci ile kıyaslanamayacak kadar değerli olan bir hazinedir. İnsanların bilime ihtiyaçları vardır. Servet gelir ve gider. Bir kimse bugün zengin olabilir, yarın ise tek bir kuruşsuz kalabilir. Ancak bilim, malın mülkün tersine asla azalmayan, aksine kullanıldıkça artan bir şeydir.[5] Kaşimov, ulusun geleceğinin birçok açıdan aile kurumundaki annenin eğitimine bağlı olduğunu söyleyerek, kadınların eğitiminin önemli olduğunu savunur.

Ebubekir Karderi Türk Devleti’nin ve onun eğitim modelinin savunucularındandır. Karderi, Türk halkları arasındaki karşılıklı güvensizliğin ve nefretin ortadan kaldırılması gerekliliğine işaret etmiştir. Ayrıca altı parça olan “Alaş” hareketine Türkiye’nin koruması altında birleşmelerini önermiştir.[6]

Kazak dili, yüzyılın ikinci yarısından sonra, Kazak din adamlarının İslam’ı Kazakça anlatmak ve Kuran’ı Kazak dilinde okuma isteklerinden dolayı edebi bir dil haline geldi. Şahkerim “O musulmanstve” (İslam Dini Hakkında) başlıklı çalışmasında bir din adamı gibi davrandı ve Kuran’da İslâm’ın temel esaslarını içeren bazı bölümleri Kazak diline tercüme etti. Bunun yanı sıra Şahkerim zorunlu birtakım davranış biçimlerinin gelişmesi için birçok zaman harcadı. Ona göre insan “eğitim almalı, bilgi ve becerilerini sınırsız doğal kaynaklardan yararlanmak için kullanmalıdır.”[7] Şahkerim daha sonra yazmış olduğu bir eserinde “dürüst çalışma ve vicdanın sesini dinleyerek akıl yürütme, bunlar bireyin güzel bir hayat sürmesi için temel unsurlar olmalıdır. Ve bu temel unsurlar olmadan hayatta huzurun hakim kılınması mümkün değildir” demiştir.[8]

Kazak steplerindeki ilk gazete 1888 yılında Dalay Vilayetinin Gazetesi (Stepnaya Gazeta) isminde çıkarılmıştır. İkinci gazete olan Kazak gazetesinin bir sayısı da 1907 yılının yazında Troitsk’te çıkarılmıştır. 1911 yılında Kazakistan gazetesinin 4 sayısı Urda’da ve 14 sayısı ise 1913 yılında Ural’sk’ta çıkarıldı. 1912 yılında Orenburg’da Kazak entelektüelleri tarafından hazırlanan ve Alihan Bükeyhan’ın editörlüğünü yaptığı Kazak gazetesi 1917 yılına kadar çıkarılmıştır. 1913 yılında Petropavlovsk’ta daha çok toprak meseleleri üzerine yoğunlaşmış olan işim dalası çıkarılmıştır. 1911 yılından 1915 yılına kadar, editörlüğünü M. Seralin’in yaptığı 88 sayılık Ay-Kap gazetesi Troitsk’te çıkarılmıştır.

İngiliz edebiyatındaki iki isim Cedidizmin Kazakistan’daki tanımı ile ilgili çalışmalar yapmışlardır: Ahmed Baytursun ve Mir Cakıp Dulat 20. yüzyılın erken döneminde edebiyat ve eğitim üzerine yoğunlaşmışlardır.[9] Aslında burada zikredilmesi gereken daha fazla isim vardır.

Ahmed Baytursun, Tatar mollalardan kendi köyünde özel ders almış ve Rus-Kazak okulunu bitirmiştir. 1895 yılında dört yıllık Kazak Öğretmenlik Enstitüsü’nü tamamlamıştır. Baytursun çalışmalarını bir şair ve bir dilbilimci olarak sürdürmüş ve daha sonraları da Kazak gazetesinin editörlüğünü yapmıştır. Bu çalışmaları sırasında etkisi en önemli Kazak merkezlerinde yayılmış ve Sovyet zamanında da en önemli politik şahsiyetlerden biri haline gelmiştir.

Mir Cakıp Dulat, öğretmen, ünlü bir şair ve aynı zamanda da politikacıdır. Eğitim reformlarını ve kadınların özgürlük haklarını savunmuştur. Birçok çalışmasında Bükeyhan’ı ve Baytursun’u örnek almıştır.

Sovyetler zamanında birçok Cedidci, insanlara düşman oldukları gerekçesiyle kamplarda ve hapishanelerde öldürüldü. Böylece Sovyet yöneticiler Cedidcileri insanların zihinlerinden kazımak istediler. Bunlardan en meşhuru 1938 yılında Moskova’daki Büyük Tasfiye Mahkemesi’nde gerçekleşti. Cedid kuşağı, Sovyet karşıtı ve karşı devrimci faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle ağır bedeller ödemek zorunda bırakıldılar. Ve Cedid kuşağı yerini, fikirleri ve dünya görüşü tamamıyla Sovyet etkisi altında şekillenmiş yeni bir nesle bıraktı. Bugün, yani Kazakistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ikinci on yılına girildiği bir tarihte, tarihin yeniden gözden geçirilmesi ve Cedid kuşağına karşı tarihi adaletin yerini bulması sadece hukuk uygulayan merciler için değil, aynı zamanda bütün bir ulus için hayati bir zorunluluk taşımaktadır. Tarihin dönüm noktasında insanların tarihi hafızaları daha keskin bir hale gelir ve bilinçli olarak geçmişe dönerler. Geçmişi, olaylarla ilgili var olan yargılardan arınmış bir şekilde görüp yeniden tanımlamaya ve bu şekilde anlamaya çalışırlar. Sovyet güçleri tarafından insanların zihninden silinmek istenen fakat Kazakistan tarihine capcanlı bir miras bırakmış olan insanlardan biri de Mağcan Cumabay (25.06.1893-19.03.1938)’dır.

Mağcan Cumabay sadece 45 yıl yaşamıştır. Şairin itibarı 1960 yılında iade edilmiştir. Türkistan Savaş Mahkemesi kayıtlarının yayınlanmış belgelerinde şöyle bir ifade yer almaktadır: “Tavsiye. 1893 yılında doğan Mağcan Bekonoviç Cumabay’ın itham edildiği suçun davası üzerine. 30 Aralık 1937 tarihinde tutuklanmadan önce yaptığı tanımlanmış bir işi yoktur. 8 Temmuz 1960 yılında mahkeme kayıtları yeniden incelenmiş, 11 Şubat 1938 yılında verilen mahkeme kararı iptal edilmiş ve dava sonuçlanmıştır. Böylece Mağcan Bekonoviç Cumabay’ın hakları öldükten sonra da olsa iade edilmiştir. İmza Türkistan Askeri Mahkemesi genel hukuk Başkanı/Primak”.[10]

30’lu yıllarda Cumabayların kaderi trajik bir durum arz etmektedir. Şairin erkek ve kız kardeşleri ve bütün akrabaları bu olaydan zarar görmüşlerdir. Şairin kendisinden büyük iki erkek kardeşi-Müslim ve Kaharman, ve genç olanı Muhammedcan 1937 yılının ortalarında “insanların düşmanı” oldukları gerekçesiyle tutuklanmışlardır. Şair de ilk kez 1929 yılında, ikinci kez de 30 Aralık 1937’de aynı nedenden dolayı tutuklanmıştı. Üç kardeşin hepsi de arkalarında bir iz bırakmadan ortadan kaybolmuşlardır. Bugün hâlâ nerede öldürüldükleri ve nerede gömülü oldukları konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Kardeşlerden Muhammedcan hapishane kamplarında yıllarca tutuklu kaldıktan sonra 82 yaşında kendi eceliyle ölmüştür. Salimcan ise “insanların düşmanı”nın kardeşi olduğu gerekçesiyle iki defa tutuklanmıştır. Mağcan’ın kardeşlerinden-Kalican ve Sabircan, Frunze’ye gitmişler ve 80’li yılların başında orada ölmüşlerdir. Bekana ve Gülsüm kardeşler ise 30’lu yıllarda ölmüşlerdir. Aile Petropavlovsk bölgesinde Akmolinskaya’da Poludinskaya Volost olarak adlandırılan bir sarayda yaşamışlardır. Çocuklar istekli, hareketli ve şaşırtıcı bir şekilde iyi görünümlüdürler. Mağcan genç iken Balkan savaşlarında hemşirelik yapmış olan Gülsüm Ankudinova’ya aşık olmuştu. Aynı okuldaydılar ve Gülsüm matematik öğretmenliği yapıyordu. Rusya’da patlak veren devrimci hareketlerden ve Kazak kültüründeki gözle görülür gelişmelerden sonra ulusal bir bilinç oluşmuştu. Politik görüşlerin çoğu birbirinden farklıydı ancak hepsinin üzerinde birleştikleri en önemli nokta Kazakların eğitimi konusuydu. Mağcan’ın dünya görüşü de günün tarihi gelişmelerinden etkilenerek şekilleniyordu. Öğretmen ve eğiticileri konusunda şanslıydı. Kendisi üzerinde emeği olanlardan biri, birçok Doğu dilini konuşabilen, aritmetik ve coğrafya dersleri veren Ahyetdin Ahanov isminde genç bir Başkurttu. Mağcan’ın babası oğlunun molla olmasını istiyordu ve bu nedenle de Mağcan 1905 yılında, kuruculuğunu ve öğretmenliğini Muhamedcan Begışev’in yaptığı Petropavlovsk okuluna gitti. Daha sonraları da İstanbul’da Darulfünun’da bazı dersler aldı. Sonraları, Mağcan’ın gittiği Petropavlovsk okulu Arap, Fars ve Türk dilleri ve Türk halklarının tarihi gibi alanlarda son derece gelişmiş önemli bir eğitim kurumu haline geldi.

1910 yılında onur derecesi ile mezun olmuş olan Mağcan, öğretmeni olan klasik Tatar yazarı Alimcan İbrahim’in desteğini aldı. “Galiya Medresesine” girmek için Selimgiray Canturin nezaretinde Ufa’ya gitti. Orada ünlü ulusal şarkıcı Ermek Serkabev’in babası Bekmuhambet Serkebayev ile arkadaşlık kurdu, belli başlı Başkurd şairlerinden olan Şahzade Babiç ile tanıştı.

Genç şair 1911 yılında Petropavlovsk’a döndü ve meşhur Kazak şairlerinden Mir Cakıp Dulat’dan Rusça öğrenmeye başladı. 1917 yılında Omsk Öğretmenlik Okulu’ndan altın madalya kazanarak mezun oldu. Mağcan, Kazak çocuklarının akademik başarılarını desteklemek için kurulan “Potanin Fonu” tarafından para ile ödüllendirildi. Mağcan’ın büyükbabası torununun dünyaya iletmek için mesaj taşıyan birisi olduğunu söyledi.[11] Daha sonraları Grigory Potanin yaptığı tahmin genç adamın ileride diğer bir “Çokan Velihanov” olacağı yönündeydi. Potanin bu tahmininde yanılmamıştı. Çünkü bugün Mağcan Cumabay sadece bir şair olarak değil, bir öğretmen, tarihçi, dilbilimci olarak da bilinmektedir.

Mağcan insanların sadece yeni bir hayata uyanmalarının yeterli olmayacağının farkındaydı. İnsanları yeni bir oluşum için yönlendirmenin gerekli olduğunu savunuyordu. Bundan dolayı çalışmalarında kullandığı yeni motifler Rusya’nın bir şair ile yüzleşmesi yönündeydi. “Özgürlük” şiirinde devrim, insanların öfkeleri ile aşağılanmış, bu nedenden dolayı da yeryüzünü terk etmek isteyen elmas kanatlı bir melek olarak temsil edilmişti. Ülke kanlar içerisindeydi ve şeytani tutkular arkada kalanları destekliyordu. Ve Ekim 1917’nin ardından mutlu günlerin gelmesi çok zordu.

Alaş liderleri Cumabay’ın farkına varmışlar ve onu bölgesel komitelerden birinde görevlendirmişlerdi. Daha sonra da Anayasa Kongresi’ne Kazak okullarına okul kitapları hazırlama komisyonunun üyesi ve bir delege adayı olarak atanmıştı.

Ekim devriminin zaferi Cumabay’ı habersiz olarak yakalamış ve kafasını karıştırmıştı. Alaşlara olan tutumunu değiştirerek Rusya’nın tarafına geçen ve Monarşiyi savunan Kolçak’ı kabul etmedi. Mağcan daha sonraları Bolşevik gazetesinde editörlük yaptı ve “Ak-Göl” gazetesine katkılarda bulundu. İlk defa 1918 yılında tutuklandı. Bir mucize eseri olarak Omsk Hapishanesi’ndeki günlerini ölmeden doldurdu. Devrim bilinmeyen nedenlerden dolayı onu cezalandırdı ve açıklanamaz bir şekilde de bağışladı.

Büyük bir şanstır ki, Cumabay şairane bilincini hiçbir zaman yitirmemiş ve hiçbir politik partinin propagandasına kapılmadan eğitim çalışmalarını sürdürmüştür. Dahiler Stalin rejiminin dehşet verici taraflarını önceden görmüştür. 1925 yılında, peri masallarını anlattığı “Enbekşi Kazak” adlı çalışmadaki “Yusup-Han” şiirinde Cumabay, ardında bir araba dolusu insan cesedi bırakan bir hanlık rejiminin 10 gününü anlatmıştır.[12]

Şiirlerinde sosyal temalar işleyen Mağcan Cumabay’ın şiirleri ulusal renk ile boyanmıştır. “Kırmızı Bayrak” adlı şiirinde;

“Ey Asyalı Kazak bu bayrak senindir, senin.
Kanlarıyla boyanmıştır rengi.
Sadece tek bir kaderin farkında olanların,
Bir kölenin,
Acıyı ve korkuyu bilenlerin.
Ey Kazak bu bayrak senindir, senin!”.[13]

Devrimden sonra Mağcan’ın politik ve mesleki kariyeri yeterince başarılı bir durumdaydı. 1918 yılında Omsk’ta Kazak öğretmenler için kurslar açtı. Hünerli şair meşhur olduktan sonra, “Birlik” dergisinde halk meseleleri ile ilgilendi. Özgürlükler ve politik olgunluk meselelerini Kazakların iyi bir duruma gelebilmesi için kaçınılmaz unsurlar olarak gördü.

Caumabay, 1919 yılında Omsk’ta çıkarılan Kazak-Sovyet gazetesi “Bastandık-tug”un (Özgürlük Sancağı) baş editörlüğünü yaptı. 1922 yılında ise Taşkent’teki Kazak-Kırgız Eğitim Enstitüsü’ne kıdemli öğretmen olarak çağırıldı. Taşkent’te çıkarılan “Sana” ve “Çolpan” dergilerine önemli katkıda bulundu.

Şair 1923 yılında “Doğu’nun İşçileri Komünist Üniversitesi”nde Doğu dilleri dersleri vermek üzere Moskova’ya gitti. Mağcan “Vostok” yayınevinde Kazak okullarına okul kitabı hazırlamak için çalışırken aynı zamanda Vishi Edebiyat Akademisi’nde Valeriy Brusov’dan akşam dersleri aldı. Mağcan daha sonraları Sovyetlere karşı-devrim çalışmalarında bulunmakla suçlanacak olan “Alka” isminde bir edebiyat komitesi kurdu.

1922 yılında Mağcan’ın “Pedagoji İlmi” adlı çalışması yayınlandı. Kitabında ailedeki psikolojik atmosferin önemine vurgu yaparak, çocuk eğitiminin daha beşikten başlaması gerektiğine dikkat çekti. Mağcan insanda güzel hisler uyandıran, onu daha nazik kılan ve etrafındakilere sevgi ve merhamet ile yaklaşmasına neden olan din duygusunun çocuklara aşılanması gerekliliğinin öneminden bahsetmiştir.[14] Okul çağındaki bir çocuk kendisini evrenin bir parçası olarak görmeli ve etrafını kuşatan her bir güzelliğin farkında olmalıdır. Öğrenmek çocuklar için zevkli bir uğraş olmalıdır. Cumabay fiziksel cezalandırmaya ve insanın onurunu rencide edici her türlü hakarete karşıdır. Kişinin ana dilinde eğitim görmesini savunan Mağcan, ana dilin çocuk dünyaya geldiği andan itibaren büyük bir önemle çocuğa aktarılması gerektiğini iddia eder.

Mağcan’ın “Pedogoji İlmi” çalışmasında birçok atasözü, deyimler, Kazak ulusal hikayeleri, destanlar, edebiyat çalışmaları ve hatta Kuran’dan bazı ayetler bile mevcuttur. Taşıdığı değer itibariyle Mağcan’ın “Pedogoji İlmi” çalışması Slova Nazidaniya’nın Gakliya’sı ya da Abay’ın “Düşünce Gelişimi Sözcükleri” çalışmaları ile eş değer niteliktedir.

Abay’ın ilk şiir çalışmaları 1909 yılında Petersburg’da ve bundan üç yıl sonra da Mağcan’ın “Çolpan” adlı çalışması Kazan’da yayınlandılar. Bu olay birçok Türk insanında heyecan uyandırdı.

Modern dünyada manevî hayatın sınırlarını gören Mağcan Cumabay, Türk mirasının unsurlarına vurgular yaparak bu ruhu yeniden canlandırmak istemiş ve tek bir devlet altında /Kağanlık/ birleşme arzusunu dile getirmiştir. Korkut-Ata’nın, Asan-Kaygı’nın, Ablay-Han’ın ve Kazak kahramanların karakterlerini öne çıkaran Mağcan’ın şiirlerinde özgürlük mücadelesi veren Türk halklarına yardım etme duygusunun ön planda olduğu gözlemlenmektedir.

Mağcan gençliğinden beri sadece Kazakları değil, bütün bir Orta Asya’yı ve İdil bölgesini temsil etmiştir. Alimcan İbrahim’in yazdığı Kazashka isimli romanda Mağcan’ın 1907 yılında henüz 14 yaşındayken yazmış olduğu bir şiire gönderme vardır. Cumabay ünlü birçok edebiyat eserini Kazakçaya çevirmiştir. (M. Gorki’nin “Rüzgar Kuşu”, Mamin-Siberiak’ın “Beyaz At” ve V. İvonov’un birçok hikayesi M. Lermontov, A. Fet, Bairon, Goethe ve daha nice yazarın önemli eserlerini de Kazak diline tercüme etmiştir).

Mağcan Cumabay Kazak, Özbek ve Tacik ulusal edebiyatının birçok örneğinin derlenmesine yardım etmiş ve bunların -ne yazık ki hepsini değil- bir kısmını Rusçaya tercüme etmiştir.

Cumabay M. Gorki, S. Esenin ve A. Lunacharsky ile yakın ilişkiler içerisine girmiştir. V. Brusov birçok şiirlerinde Mağcan’dan etkilendiği ve Mağcan’ı Kazakların Puşkin’i olarak adlandırdığı bilinmektedir. Çünkü Puşkin gibi, Cumabay da halkının ulusal onurunu, tarihini ve doğasını tüm insanlığa göstermek istemiştir.

1927 yılında Mağcan Petropavlovsk’e geri dönmüş ve Kazak Pedogojik Teknik Okulu’nda ve Sovpart-Okulu’nda öğretmenlik yapmıştır. Cumabay 1929 yılında “aşırı milliyetçi” olduğu iddiası ile tutuklanmış ve Moskova’daki Buturki Hapishanesi’ne gönderilmiştir. Mağcan’a yöneltilen suçlama dönemin klasik suçlamalarındandı: Taşkent’te karşı devrim çalışmalarının yürütüldüğü bir yer altı örgütü kurmak ve burjuva-milliyetçi taraftarı yazılar yazmak.

Mağcan, 04.04.1930 tarihinde OGPU’nun emriyle 58-11 ve 58-10 UK RSFSR maddeleri gereğince 10 yıl hapse mahkum olmuştur. 11 Şubat 1938 tarihinde ikinci kez tutuklanan Mağcan bu sefer de 58-6 (Casusluk) ve 58-11 (Hainlik ve Sovyet Karşıtı Eylemler) suçlamaları ile suçlanmıştır. NKVD dosyalarında yazılı olduğu kadarıyla Cumabay 1917 yılından beri Omsk’ta “Birlik” adı verilen milliyetçi bir örgütün üyesi idi. Daha sonraları da “Alaş-Orda”nın bir üyesi olan Cumabay Sovyet güçlerine karşı olan mücadeleleri örgütlemiştir. 1922 yılında ise Kazak milliyetçilerinin karşı-devrim faaliyetlerine katılmıştır. Ve 1929 yılında karşı-devrim suçlaması ile tutuklanmış, 10 yıl hapse mahkum edilmiştir. 1936 yılında tahliye olmasından sonra, karşı-devrim faaliyetlerine aralık vermeden devam etmiştir.[15]

Cumabay’ın davası dosyalanmamıştı. 4 gün süren sorgulaması kısaca şöyle idi:

“Kazakistan’da örgütlenmiş Sovyet-karşıtı milliyetçi bir hareketin üyesi olarak eylemlerde bulunduğun için tutuklandın.

– Suçunu kabul ediyor musun?

– Hayır etmiyorum”[16]

Tutanakta Mağcan Cumabay’ın sadece imzası yer almaktadır. Daha sonra 6 Ocak 1937’de Cumabay’ın başvurusu Kazakistan NKDV Halk Komiserliği’ne gönderildi ve oradaki dosyada “İtham edildiğim suçumu kabul ediyorum. Yabancı devletler lehine casusluk faaliyetlerinde bulundum. 1919-1929 yılları arasında Japon Devleti için çalıştığımı kabul ediyorum. Yukarıda adı geçen devlet ve başka yabancı devletler için çalıştığımı ve 1919 yılında Bükeyhan tarafından Omsk’ta kayıt edildiğim milliyetçi kuruluşları desteklediğimi tekrar kabul ediyorum.[17] Bu suç davasının uydurma olduğuna dair hiçbir şüphe yoktu. Alihan Bükeykhan da herhangi bir suçtan dolayı yargılanmadı. Cumabay cezasını Karaliya’da (Maykop, Severomorsk) tamamladı. 1935 yılında kendisinin serbest bırakılmasına yardımcı olan Maksim Gorki’ye mektup yazdı. Karısı Züleyha da Maksim Gorki’nin şahsında Moskova Yazarlar Birliği’ne mektup yazdı. Tutukluluk süresi 10 yıldan 7 yıla düşürüldü.[18]

Mağcan 1922 yılında Züleyha ile evlendi. Birbirlerine karşı duydukları sevgi onları bu dünyanın vahşiliğinden ve acımasızlığından korudu. Züleyha kocasının çalışmalarını derlemiş ancak onların yayınlandıklarını görmeden, 1981 yılında 90 yaşında iken hayata gözlerini yummuştur.

Mağcan 1936 yılında serbest bırakıldıktan sonra bile ona karşı yöneltilen “politik yalanlayıcı” suçlamalar bitmemiştir. Durmaksızın devam eden bu karalama kampanyalarından bıkan Mağcan intihara teşebbüs etmiştir.

Üçüncü tutuklanması 30 Aralık 1937 tarihindedir. 19 Mart 1938’de OGPU üyelerinden Garkovich’in kaydettiği tutanakta Mağcan’ın idamı kararlaştırılmış ve Mağcan Cumabay öldürülmüştür.[19] 1960 yılı 7 Temmuzu’nda ölümünden yıllar sonra hakları kendisine iade edilmiştir.

İlk defa 1959 yılında Mağcan’ın karısı Züleyha, SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı Nikita Huruşçev’e yazdığı mektupta “Hakların İadesi” konusunu gündeme getirdi. Bu istek üzerine Türkistan Askeri Mahkemesi dava kayıtları yeniden gözden geçirildi.

Okuyucuların Cumabay’ın çalışmalarına ulaşabilmeleri ne yazık ki uzun bir süre mümkün olmadı. Çalışmalarından birini bile bulmak mümkün değildi. Yazarın ismi ile özdeşleştirilen her şey büyük bir dikkatle tarandı ve sansüre tâbi oldu. Ancak şiirleri bir nesilden diğerine ulusal bir şarkı olarak aktarıldı: “Sen Slu”/Sen güzelsin.

Rusyalı okuyucular Mağcan Cumabay’ın şiirleri ile ilk defa Mağcan’ın “Drujba narodov” şiirinden sonra tanıştı. Ancak ulusal şair Başkurt Seyfi Kuydaş’ın yazdığı mektupta dile getirdiği rakiplik, kıskançlık duygusu ve kabilesel kalıntılar, şairin okurları tarafından yeterince anlaşılmasına mani oldu. L. Stepanova, V. Shesterikov, M. Kangozhin, A. Shiriaev, A. Kodar, V. Akimov, A. Partchikov, Cumabay’ın şiirlerini Rusçaya en iyi tercüme eden isimlerdendir.

Devrim Orta Asya Cedid Hareketi için bir dönüm noktası olmuştur. Hareket toplum içerisinde ayrı bir grup oluşturmuş ve 1917 Devrimi’nden sonra liderlik misyonu üstlenmiştir. Hareket mensubu bazı kişiler Müslüman Komünistler olmuşlar, diğerleri de Bolşevik Partisi’ne katılmışlardır ve kültürel hayatta önemli bir rol oynamışlardır. Cedidciler Müslüman, Türk ve Sovyet değerlerini bir potada eriterek yeni bir toplum inşa etme teşebbüsünde bulunmuşlardır. Ancak Sovyet döneminde Cedid hareketinin ömrü pek uzun sürmedi ve 1920’lerin sonu geldiğinde durum değişti. Cedid hareketinin ve Cedidcilerin sonu kelimenin tam anlamıyla bir hüsrandı.

Pan-Türkçülük hareketi başlangıcından beri savunmacı bir kimliğe sahipti ve kültürel değerlere politik unsurlardan daha fazla önem veriyorlardı. Kültürel ve eğitimsel alandaki popülaritesinin nedeni Kazakistan’daki ulusal bağımsızlık hareketinin yeni bir aşamaya girmiş olmasıydı. Mücadelenin askeri yollarla yapılma şekli politik birtakım araçların elde edilmesine neden oldu. Ulusal bağımsızlık için girişilen mücadele, ulusal kültürün korunması ve etnik bilincin uyandırılmasına neden oldu. Sovyet sosyal bilimi Pan-Türkçülük hareketini milliyetçi-burjuva ve reaksiyoner-gerici bir eğilim olarak tanımladı. Bütün Türk halklarının etnik, dini ve kültürel birliğinin sağlanması fikri SSCB’nin Slav halklarının koruması altında “bir ulus olma” resmi ideolojisi ile çelişti. Bütün bu farklılıklar sadece fikirlerin değil, benzer fikirleri taşıyanların da yok olmasına neden oldular. Ve Cedid hareketi 20- 30’larda tamamen ortadan kalktı. Mağcan Cumabay da bunlardan biri idi.

Makaleyi Mağcan Cumabay’dan bir alıntı ile tamamlamak istiyorum: “Hayat bir saniye bile durmadan işleyen devasa bir makine gibidir. Yorulmak bilmeden, aralıksız devam eder yoluna, ardında bıraktıkları ise yitirilmiş umutlar, kırılmış kalpler ve sönmüş hayatlardan başka bir şey değildir.”[20]

Doç. Dr. Svetlana KOVALSKAYA

Astana Avrasya Üniversitesi Tarih Bölümü / Kazakistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 644-651


Dipnotlar :
[1] Adeeb Khalid: The Politics of Muslim Cultural Reform: Jadidism in Tsarist Central Asia, Ph. D. Madison, 1993; s. 137.
[2] Levshin A. I. Opisanie Kirgiz-Kazachih ili Kirgiz-Kaisatskikh ord i stepei.-Almata, 1996.-s. 420.
[3] Abai Slova Nazidaniia.-Alma-Ata: El, 1993.-s. 40.
[4] Abai Slova.-s. 39-40.
[5] Kashimov M. S. Nasikhat Kazakhiia.-Kazan, 1908, s. 156.
[6] Labriary NAN RK. Otdel redkikh phondov i rukopisei. s. 1175, s. 38.
[7] Shakarim Zapiski zabutogo.-Alma-Ata: El, 1993.-s. 110.
[8] Shakarim Zapiski s. 110.
[9] Edward Allworth, Central Asia. 120 Years of Russian Rule.-Durham ve Londra, 1989, s. 363-365.; Richard A. Pierce Russian Central Asia 1867-1917. A study in Colonial rule.-Berkeley ve Los-Angeles, 1960.-s. 260 vb.
[10] Abdullin H. Svecha v uragannoy nochi//Niva.-1991.- No.: 1.- s. 33-36.
[11] Akmolinskaya pravda, 12 Ağustos, 1993.
[12] Akmolinskaya pravda, 12 Ağustos, 1993.
[13] Zakluchenie komissii TZK KPK o M. Jhumabaev, A. Baitursunov, Jh. Aimautov//Kazakhstanskaya pravda, 28 Aralık, 1988.
[14] Jhumabaev M Pedagogika.-Almata, 1996.
[15] Abaturova R. Koster v nochi//Sovety Kazakhstana.-1993.-Ağustos 16.
[16] Abaturova R. Koster v nochi//Sovety Kazakhstana.-1993.-Ağustos 16.
[17] Abaturova R. Koster v nochi//Sovety Kazakhstana.-1993.-Ağustos 16.
[18] Jhumabaeva U. Sputnitza v radosti i pechali//Kazakhstanskaya Pravda, 1993, Ağustos 10.
[19] Koshenov R. Svecha dogoraet//Sovety Kazakhstana, 1993, Ağustos 12.
[20] Jhumabaev M. Greh Sholpan//Prostor, 1992, No.:12, s. 37-45.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.