Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Kafkasya’nın Açık Hava Müzesi: Gemikaya

0 12.006

Prof. Dr. Seferali BABAYEV

Dr. Nazim BABABEYLİ

Dr. Elçin BABAYEV

Azerbaycan’ın tarihsel anıtlarıyla eşsiz bölgesi olan Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin Ordubad bölgesindeki Gemikaya petroglifleri – kaya üzerindeki resimler eşsiz evrensel tarihi eserlerden biridir. Bu kadim taş yazıtların sahibi eski Türk kabileleridir. Bu tür resimlerin kapsamlı araştırılması, tarih, etnografya, yaşam, gelenekler, paleograf, arkeoloji ve astronomi ile ilgili değerli materyalleri ortaya çıkarmak için imkân sağlamaktadır.

Alangez (Zengezur) sıradağının 3906 metrelik ve ulaşılmaz zirvesi ve aynı zamanda Küçük Kafkas­ların Azerbaycan kısmının en yüksek tepesi olan Gemikaya (haritalarda – “Kapıcık”), burada bulunan kaya üzerindeki resimler sayesinde son zamanlarda bi­lim adamlarının ve uzmanların gündemindedir.

Eski insanı sarp kayalıklar arasına yerleşmeye ve sert iklim koşullarında yaşamaya mecbur eden ne idi? Düş­manlardan korunma mı veya yabani hayvan avı için elverişli koşullar mı, yoksa av bolluğu mu? Ve ya iklim değişikliği mi? Ve genel olarak, Gemikaya’nın sakinleri kimlerdi – bizim eski atalarımız mı?

Gemikaya’nın zirvesi, dik ve çökmekte olan yamaç özelliğindeki Zengezur sıradağının Nival-tundra kuşa­ğında yer almaktadır. Burada genellikle geniş ve derin mahmuzlara, moren çöküntüleri ile büyük buz yalağına rastlanmaktadır. Aşırı parçalanmış üst yamaçlarda eğilim bazen 80-90 dereceye ulaşmaktadır. Burada sert karasal iklim hâkimdir. Yılın sıcak aylarında günlük termal rejim ve dağ boğazında hava kütlesinin oluşması nedeniyle Gemikaya’nın zirvesi sık-sık sis ve pusa bürünüyor. So­ğuk havalarda bir inversiyon oluşuyor, Aras ovalarına nispeten yüksek sıcaklık görülmektedir. Soğuk-yaz iklim şartlarında bitki örtüsü (başlıca olarak parçalar şeklinde; yaylalarda cılız ardıçlara rastlanıyor) kısa bir vejetasyon dönemi yaşıyor, daha yüksek kuşakta ise bu görülmemektedir. Buradaki mevcut olumsuz iklim koşulları top­rağın gelişimine imkân vermemektedir. Bu bölgeleri, Nahçıvan Özek Cumhuriyetindeki “Kız-Gelin” “Garanguş” (Kırlangıç) vb. geçilmez taş kitlelerince oluşan sert volka­nik gabro kayaçlarını çöl-kayalık adlandırmak mümkün­dür. Kendinde birçok kaya üstü resimler bulunduran “Ga­ranguş” yaylası (aynı zamanda Nuh efsanesi ile ilgili olan) Gemikaya zirvesinin eteğinde deniz seviyesinden 3200 metre yükseklikte bulunuyor. Aşınmaya maruz kalan bu kayaların araştırılması bu resimlerin çok eski olduğunu göstermektedir. Bu resimler, yüksek dayanıklı volkanik kayalar üzerine çizilmiştir. Yüksek radyasyon nedeniyle bu kayaçlar, parlak siyahımsı renk almıştır. Nispeten daha geç aşınmaya maruz kalan aynı türden olan kayaçlar açık gri renktedir ve üzerlerinde resim bulunmamaktadır.

Çok eski zamanlardan bu yana halk arasında Ge­mikaya ile ilgili bir efsane vardır. Bu efsaneye göre, sözde Nuh’un tufanı sırasında, içinde insanların ve hayvanların bulunduğu Nuh peygamberin gemisi (gemi, daha çok “Nuh’un Gemisi” olarak biliniyor) Orta Aras çukurunu çevreleyen Ağrıtaş, Kemkidağı, Gemikaya ve Yılandağ dağlarının zirvesine otur­muştur. Gemikaya’da onlar karaya çıkmış, suyun çekil­mesiyle dünyaya yayılmışlardır. Bugün bile, bölge halkı bu efsaneyi büyük bir saygıyla gerçek olarak kabul edi­yor ve “Gemikaya” adını Nuh’un Gemisi ile bağdaştırıyor.

Gemikaya anıtının (1, s.114) “Navasar” adı ile anıldığı “Sanatın küçük tarihi. İlkel ve geleneksel sanat” adlı kitap­ta Paleolitik, Neolitik ve Tunç devirlere ait kültürel anıt­ların bulunduğu yerlerin haritası gösterilmiştir. Görünüş ve resimlerle onlar Gemikaya kaya resimleri ile tamamen aynıdır.

Küçük Kafkasya’nın kaya üzerine çizilmiş resimlerini araştıran Ermeni araştırmacı S.B.Petrosyan (bu arada, o hidroloji mühendisidir), resimleri deşifre ederken gerçe­ği çok abartarak çarptırıyor. S.B.Petrosyan’a göre, onun “ataları” olan eski insanlar ay yüzeyini kayalar üzerine çizmiştir: biraz endişeli ve ciddiyetle araştırmacı şunu açıklamaktadır: “Burada kraterler, vadiler ve dağları gö­rüyorsunuz’. İ.Mosin ve N.Ordinyan yazıyor: “Bu taş ha­rita dört bin yıllıktır” (2). Burada bir soru ortaya çıkıyor: çıplak gözle ayın rölyefini bu kadar dakik görmek müm­kün müdür? Yazar, eski insanların obsidyenden (volkanik camı, halk arasında ona “deve gözü” denir) lensler yaptı­ğını ve bu lenslerin toplamından teleskop ürettiklerini, bu teleskopla ayın yüzeyini izleyerek kayalar üzerinde taş haritalar çizdiklerini tahmin etmektedir. Petrosyan’ın optik, lens ve teleskopun oluşum ve çalışma prensipleri ile ilgili en ilkel kavramlara sahip olmadığı izlenimi orta­ya çıkmaktadır…

Resimler volkanik kayaçlar üzerine çizilmiştir. Volkan püskürmesi sonrası lav yeryüzü üzerinde veya doğrudan yer kabuğunda soğur, böylece de, volkanik ve magmatik kayaçlar oluşuyor. Soğuma sırasında volkanik gazlar-kabacıklar lavlardan ayrılarak volkanik kayaçlar üzerinde girinti şeklinde dik izler bırakır. Lavın hareketi sırasında tortul kayaçlar lavla karışıyor, ancak onunla çözülmüyor (konglomera). Daha sonra, su ve diğer aşınım faktörlerin etkisiyle onlar kayaçlardan ayrılarak çeşitli izler bırakır. Ayıca, resimlerin, dağ buzullaşmanın karakteristik oldu­ğu Nival ve Subnival kuşaklarda bulunduğunu dikkate almak gerekiyor. Zaman-zaman buzultaşlar ve aşınan malzemeler hareket eden buzların etkisiyle aşağıdaki kayalar üzerinde çizikler oluşmuştur.

Sonuç olarak, derinleşmeler, çizikler (kireçlenmiş iz­ler) ve rölyef şekiller (veya S.B.Petrosyan’ın “adlandırdığı” gibi “ay kraterleri’, ve “vadiler, ay yolları”) iklim faktörleri­nin etkisiyle çizilmiştir ve doğası gereği, insanlar tarafın­dan yaratılmış kaya üstü resimlerden çok farklıdır.

Karşılaştırmalı analiz temelinde ele alınan kaya üstü resimlerin gerçek sahiplerini belirlemeye çalışalım.

İlgili haritaya göre, eski SSCB’de kaya üstü resim­ler Sibirya’nın güneyinde, Altay dağlarında, Baykal gölü, Karadeniz’in kuzey kıyısında, Kafkasya’nın yanı sıra, eski yerleşimlerin çoğunlukla İskitler ve Türk kabilelerin olduğu Hazar Denizi ve Araz boyu bölgelerde yoğunlaşmıştır (3). Onlar, Yenisey Irmağı’ndan Karadeniz’in kuzeyine kadar olan coğrafyaya yayıla­rak taşlar üzerinde kaya üstü resimler – petoglif şeklinde eşsiz izler bırakmışlar. Karşılaştırma için, karakteristik çiz­gileri ile Küçük Kafkasya petroglifleri ile aynı olan Dağlık Altay kaya üstü resimlerini seçtik. Adı geçen bölgelerde kaya üstü resimlerin hemen hemen hepsi konu ve içerik olarak aynıdır.

Ortaya çıkarılan Gemikaya kaya üstü resimleri, eski insanların genellikle hayvancılık, avcılıkla uğraştığını kanıtlamaktadır, bir dizi resimlerde ise, Güneş de dahil olmak üzere gök cisimleri gösterilmiştir. Yelankaş, Kolpak-Taş (Dağlık Altay), Gobustan (Abşeron) ve Gemika­ya (Ordubad) kaya resimlerinde sıkça dans sahnelerine rastlanmaktadır. İnsan biçimli tasvirler incelendiğinde, şematik olarak gösterilen figürlerin geniş grubunu ayır­mak gerekiyor. Genellikle onlar farklı çizgilere, cinsiyet belirtisine sahiptir. Tasvir edilen insanlar arasında okçu figürleri dikkat çekmektedir. Çoğu zaman onlar keçi avı sırasında gösterilmiştir. Keçi tasvirleri sadece” Dağlık Altay ve Küçük Kafkaslar’da (Gemikaya) değil, aynı zaman­da Kara göl ve Zalha göl (Küçük Kafkaslar, Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesi, deniz seviyesinden 3000-3200 m yük­seklikte) kayalarında da hakimdir” (4). “Onlar hayvan ot­lama sırasındaki av sahnelerinde de yer almaktadır. Bazı kompozisyonlarda keçiler hakim konumdadır – bunlar tipik “keçi taşları” veya “teke taşlardır” (Altayca – dağ ke­çisi taşı)” (5).

Gemikaya’da aynı zamanda, “teke taşı” (Azerb. – dağ keçisi taşı) adlanan taşlara rastlanmaktadır. Yelankaş’taki büyük çok figürlü kompozisyonlarda yuvalak yapıların içinde keçi figürleri korunmuştur. Etrafı duvarla çevrili ağıllara, genel olarak, Tuva ve Zabaykalskiy Krayi’daki kaya üstü resimlerde rastlanmaktadır (6).

Altay grubu kaya üstü resimleri arasında, aynı za­manda Gemikaya resimlerinde boğalar bulunuyor. Altay kaya sanatı için tipik olan geyik tasviridir. Gemikaya’da geyik resimlerinin bulunması da dikkat çekicidir. Boy­nuzlu geyik birçok Türk kabilelerinde kutsal hayvan olarak kabul edilmekteydi. Yelenkaş taşlarındaki resimler uzun bir zaman içinde yaratılmıştı: Tunç Çağı’na savaş arabaları, öküz (M.Ö. III-II yy.), İskitler dönemi – Gemikaya ve Karagöl kayalarında da bulunan sembolik figürler, okçu resimleri aittir.

Gemikaya resimlerinin çoğu karmaşık konu ve çizgi­lere sahiptir. Av, topluluk ve aile üyelerinin av etrafında dans sahneleri (büyüklerin ve çocukların katıldığı), aynı zamanda hayvan figürleri (keçi, muflon), boğa arabaları tasvirlerinin yanı sıra Ay, yıldız, Güneş gibi gök cisimleri de tasvir edilmiştir. Bu, kavramanın gelişmesiyle insanın sadece yeryüzü ile değil, aynı zamanda onun çevreleyen gökyüzü ile de ilgilenmesinden kaynaklanıyor.

Ufuk boyunca uzanan Büyükayı takımyıldızı ve ya Ejderha takımyıldızı resimlerinin, takımyıldızla­rın ayı-ayrı parlak yıldızlarının konumunun araştırıl­ması (koordinatlar) ve onların mevcut bilgilerle kar­şılaştırılması gözlemsel astronomi ve arkeo-astronomi alanlarında yararlı bilimsel veriler sağlayabilir.

S.B.Petrosyan’ın “antik gökbilim gözlemevi” adlandır­dığı spirale benzer resim, bize göre ise bu, eski insanların (özellikle göçebeler) günün saatlerini ve coğrafi konum koordinatlarını belirlemek için kullandığı basit bir gnomondur (güneş saati kadranı -terc.).

Gemikaya’da gnomonlara farklı yerlerde rastlanmaktadır. Üzerinde gnomonlar tasvir edilen taşlar, her bir gnomon spiral ve tarama çizgilerinden oluşturulmuştur. Ufkun üzerinde Güneşin yüksekliğine bağlı olarak, spira­lin ortasına yerleştirilen dikey çubuk, tarama çizgilerine uygun olarak yılın ve günün zaman dilimlerini gösteren gölgeyi oluşturuyor; Güneş zirvede olduğu zaman çu­buğun gölgesi spiralin uzun halkasına, aşağıda olduğu zaman ise kısa halkasına uygun olmaktadır. Gnomon sa­yesinde ekliptikin ekvatora eğilimini ve bölgenin coğrafi genişliğini tespit etmek mümkündür.

Tüm bu resimler büyük bilimsel ve tarihi öneme sa­hiptir. Ortaçağ büyük düşünür, astronom ve matematik­çisi Muhammed Nasirüddin Tusi’nin, bazı araştırmacılara göre, yakındaki Nasirvaz köyünden olduğunu belirtmek gerekiyor. Tusi’ye karşı bir saygı olarak, dönemin İran şahının emri ile Ordubad nüfusu o dönem vergilerden muaf tutuldu.

Gizemli resimler grubu büyük ilgi çekmektedir. Bu resimlerin bazılarında (20 civarında) daireler ve spiral şeklinde dizilmiş yarım daireler, dörtgen unsurlu nesne­ler tasvir edilmiştir. Onlardan “uçan dairelere” benzeyen bazılarında farklı biçimlerde “antenler” ve alt kısımlarda direkler, dik yan delikler bulunuyor. Bunlardan birinin ya­nında, tasvir edilen nesneden üç-dört kez daha küçük insan silueti var. Belki de tüm bu resimler insanın gelecek veya muhteşem uçan nesnelerle ilgili düşüncelerin soyut hayal gücünün sonuçlarıdır? Ya belki de bu taş ga­leriler dünya dışı uygarlıklarla teması canlandırmaktadır? Gezegenin ünlü sırlarını hatırlamaya değer: Güney Ame­rika’daki Dogon kabileleri, Peru’nun Andes dağlarındaki Naska poligonu, İngiltere’de Stonehenge taş gözlemevi vs. Ancak gözle görülür bir durum var: eski insanlar göksel ve dünya gözlemlerini kayalarda canlandır­maya çalışmıştır, bunun da kanıtı, gezegenimizin farklı yerlerinde bulunan kaya üstü resimlerin konu ve şekil, kimi zaman da kimlik benzerliğidir. Gemikaya’daki benzer resimlere Tasma’da (Cezayir) rastlanmaktadır.

Böylece, Dağlık Altay kaya üstü sanatı ile Gemikaya petrogliflerinin karşılaştırılması onların arasında bir bağ­lantı olduğunu tahmin etmek, aynı zamanda, bu resim­lerin eski Türk kabilelerine ait olduğu sonucuna varmak için imkân veriyor.

Bizim tahminleri doğrulamak için tarihi ve bilimsel kaynaklara göz atalım. V. yüzyıl Ermeni tarihçisi Pavstos Buzand (Bizanslı Faust) yazıyor: “Hazar Denizi kıyısında bilinen Masku kabilesinin kralı – “çok sayıda Hun askerle­rinin efendisi”, onun ülkesine gelen Hıristiyan vaiz Grigoris’i ağır idam cezasına mahkum etti…” (7).

Moisey Kalankatlı de Maskular Ülkesinden ve gelişi ile Hunlar arasında Hıristiyanlığı yaymaya çalışan görevli Grigoris’in ölümünden bahseder. Grigoris’in mezarının Haçmaz’da (“haç”- “maz” inkar eki; örneğin: “ol” – “olmaz”) olduğuna dair versiyon vardır. VII. yüzyıl Ermeni coğraf­yası “Maskular Ülkesini” Aşağı Samur nehri ile Derbent’in güneyine kadar olan bölge ile sınırlandırıyor (8). Farklı dönemlere ait çok sayıda kaynaklara göre, Hunlar, İskitler ve Maskular Türk kabileleri idi, bazı yazarlar da aynı düşüncedeydi. Örneğin, M.İ.Artamonov Ermeni ve diğer tarihçilere değinerek yazıyor: “Onların hepsine Hun veya İskitler deniliyordu…” (9). “Birçok Arap tarihçileri, onlara göre, Derbent’in güneyinde yerleşen “Maskular Ülkesini” biliyor, ve bu yeri şimdiki Sovyet Azerbaycan’ı olarak tanımlamak gerekiyor” (10), A.Bakıhanov da, “Maskular Tabasaran’ın alt kısmında ve dağlık Kumuk’talar” (11) diye iddia ediyor.

Tarihin babası Herodot, Maskuların, başka değişle Maskatlar veya Massagetler Hazar Denizi kıyısında, aynı zamanda Aras nehri bölgesinde yaşamış olduğunu gös­teriyor. Herodot Massagetlerle ilgili şunları yazıyor: “Mas­sagetler buğday ekmez, ancak hayvancılık ve balıkçılıkla geçiniyorlar, Aras nehrinde olağanüstü balık bolluğu vardır, onlar aynı zamanda süt içiyor. Kutsal saydıkla­rı tek Tanrı – Güneştir,. İskitlerin gelenekleri daha çok Massagetlere aittir. Massagetler İskitlerinkine benzer kı­yafetler giyiyor, benzeri yaşam tarzı sürüyor. Onların yay, mızrak, savaş baltaları da var.”. (12).

Böylece, yukarıda belirtilenlere dayanarak bir kez daha, eski taş kitabelerin yazarlarının Türk kabi­leleri olduğunu söylemek mümkündür.

Gemikaya resimlerinin bir özelliğini de kaydetmek gerekiyor. Burada tasvirlerine rastlanan Türklerin totem­leri- kurt, boğa, keçi, köpek, özellikle benekli geyikle ilgili çok sayıda yer adları, efsane ve etimolojiler mevcuttur.

Bu bölgede hiçbir zaman “benekli geyiklerin” yaşama­ması, bu yerlerin ebedi sakinlerinin, kayalar üzerinde tas­virleri bulunmayan kartallar ve yılanların olması ilginçtir. Bu bir kez daha resimlerin eski Türk kabilelerine ait ol­duğunu kanıtlamaktadır. Bu gerçeklerle ilgili araştırmacı-etnograflar, tarihçiler ve diğerleri de kendi görüşlerini bildirmelidir.

Ayrıca, Garanguş “yaylasındaki” mezar taşlarının var­lığı dikkat çekmektedir. Onların sayısı, bu yerlerin eski insanlar için sığınacak yeri olduğunu kanıtlıyor. Bu me­zarların farklı yönlerde yerleşmesi ve mezar taşlarında hakim dinin herhangi bir unsurlarına rastlanmaması da ilginçtir. Eski tarihin tanıkları olan bu taşların yüzeyleri aşınmaya maruz kalmıştır. Bu mezarların açılması ve in­celenmesi arkeoloji, etnografya alanlarındaki uzmanlar ve araştırmacılar tarafından yapılması, Gemikaya’nın yer­leşim yaşını ve tarihini değerlendirmelerinin gerektiğini düşünüyoruz. Gemikaya’nın Paleocoğrafyasını ve yer adlarının oluşturulması da gerekmektedir.

Bu nedenle, Gemikaya tarihi-etnografik anıtının kapsamlı bir şekilde araştırılması için farklı profillerden bilim adamları ve uzmanlardan (tarihçiler, et­nograflar, coğrafyacılar, jeologlar, astronomlar, vb) olu­şan yetkili bir komisyon oluşturmak gerekmektedir. Aynı zamanda, incelenmeyi bekleyen eski Türk yerleşim­lerinin anıtlarının, mezarlarının bulunduğu Ordubad’ın Göy-Göl, Nebi Yurdu, Garanguş, Kazan Göl bölgelerinde­ki kaya üstü resimlerinin korunması için acilen koruma oluş­turulması da gerekmektedir. Ne yazık ki, Gemikaya’da ve diğer yerlerdeki bazı anıtlar cahil insanlar ve küstah koleksiyoncular tarafından tahrip edilmiştir ki, bu da tüm insanlığın kültür tarihine bir darbedir. Yakın köylerin sa­kinlerini bu işe celp ederek onları korumak gerekir.

Gemikaya ve Azerbaycan’ın diğer eşsiz tarihsel anıtları bilim sahtekârlarından korunmalıdır.

Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Yüksek Meclisinin “Ordubad bölgesindeki Gemikaya anıtının araştırılmasına” dair 26 Nisan 2001 yılı kararnamesi bu yönde zamanın­da atılmış adım olarak kabul edilebilir. Şimdi ise iş bilim adamları ve araştırmacılara kalmıştır.

Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi Üyesi
Coğrafyacı
Fizikçi-Matematik Bilimci

Kaynak: www.irs-az.com

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.