Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

II. Bayezid Dönemi

0 21.741

Doç. Dr. Kenan İNAN

Fatih, Mısır Seferi’ne çıktığı sırada Gebze’ye yakın Hünkar Çayırı’nda hastalanarak vefat edince (1481), Veziriazam Karamani Mehmed Paşa, diğer emir vezirlerin de rızasını aldıktan sonra, herhangi bir olaya meydan vermemek üzere, Fatih’in ölümünü askerden sakladı ve Amasya Valisi Bayezid Çelebi ile Karaman Valisi Cem Çelebi’ye[1] haberler gönderdi. Şehzade Bayezid’den önce taraftarı bulunduğu Şehzade Cem’i İstanbul’a getirerek bir emri-vaki yapmak isteyen Karamani Mehmed Paşa, Fatih’in cenazesini gizlice arabaya koyup İstanbul’a geçirdi ve iskeleye inerek nakil vasıtalarını İstanbul tarafına aldırdıktan sonra, yeniçeri ve içoğlanların İstanbul cihetine geçmelerine mani oldu. Bu arada Acemi oğlanlarını da hendek kazdırmak veya köprü tamir ettirmek bahanesiyle İstanbul’dan çıkartıp surların kapılarını da kapatarak tedbirlerini artırdı. Amaç, Cem’in Gelibolu yoluyla İstanbul’a emniyet içerisinde gelmesini sağlamaktı. Ancak, Karamani Mehmed Paşa’nın rakipleri Rumeli Beylerbeyi Hersekzade Ahmed Paşa ile Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa Cem’e gönderilen habercileri tevkif ettirmişler, padişahın öldüğü haberini de yayıp yeniçerileri tahrik ederek planı bozmuşlardı. Bunun üzerine galeyana gelen yeniçeriler iskelelere inerek cebren, İstanbul’a geçtiler ve kendilerine mani olmak isteyen Karamani Mehmed Paşa ile Fatih’in kâtibî Yahudi Yakup Paşa’yı öldürdüler.[2]

Bu anarşinin önünü almak için Bayezid gelene kadar Bayezid’in oğullarından İstanbul’da bulunan Korkut babasına vekaleten tahta geçirildi. Ancak Bayezid gelene kadar asayiş yerine gelmedi. İshak Paşa’dan davet mektubu alan Bayezid, önce tereddüt etmesine rağmen Paşa’nın gönderdiği son mektup üzerine acele ederek dokuz günde Üsküdar’a geldi ve İstanbul’a geçerek Mayıs 1481’de tahta geçti.[3]

Bayezid-Cem Mücadelesi

Fatih’in merkeziyetçi yönetimi güçlendirme çabaları, fetihlerde duyulan mali ihtiyaçları karşılamak için aldığı iktisadi tedbirler, ticarette devlet tekelinin yerleştirilmesi ve yeni vergilerin koyulması, sipahi sayısının artırılması için vakıf ve mülk toprakların devletleştirilmesi memnun olmayan bir zümrenin doğmasına sebep olmuştu. Bu tepki giderek tabanda artarken eski güçlerini kaybeden köklü aileler, iktidar mücadelesi içindeki devlet adamaları vasıtasıyla da üst tabakada gizli bir muhalefetin oluşmasına zemin hazırlamıştı. Fatih’in 1481’de ölümünden sonra Şehzadeler Bayezid ve Cem arasındaki iktidar mücadelesinde özellikle bu zümrelerin etkisi oldu. Daha Fatih’in sağlığında Amasya’da Bayezid’in çevresinde onun politikalarından memnun olmayan bir grup oluşmuştu. Buna mukabil Cem Fatih’in siyasetinin takipçisi olarak görünmekte bu da iktidar mücadelesine değişik bir boyut kazandırmaktaydı. Bu arada kul asıllı Gedik Ahmet Paşa ve İshak Paşalar da Fatih’in son yıllarında veziriazam olan Karamani Mehmet Paşa’nın siyasi ve iktisadi faaliyetlerine karşı muhalefet oluşturup yeniçeriler ve Bayezid nezdinde taraftar bulmuşlardı. Onların faaliyeti Bayezid’e iktidar yolunu açarken Cem’in İstanbul’a gelişi İshak Paşa tarafından engellendi.[4] Bayezid’in tahta oturması bu şekilde mümkün olurken, Cem, iktidar mücadelesinden vazgeçmedi ve bu mücadele uzun yıllar sürecek dramatik bir hadiseye dönüştü.

Cem, özellikle Karamanoğlu Kasım Bey’in telkinleri ile harekete geçmeye karar verdi. Gedik Nasuh Bey’i maiyetinde Karaman, Varsak ve Turgutlu boylarına mensup kuvvetler ile birlikte İnegöl üzerinden Bursa’ya gönderdi. Gedik Nasuh Bey, 28 Mayıs’ta Kaplıca civarında Ayaz Paşa kumandasındaki yeniçerileri mağlup etmeye muvaffak oldu. Savaştan üç gün sonra, ordugâha gelip Haziran’ın başında Bursa’ya giren Cem, saltanat alâmeti olarak nâmına hutbe okutmuş ve ismine sikke bastırmıştır.[5]

Cem, Bursa’dan Bayezid’e büyük halaları Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun’a devrin ulemasından Molla Ayas ve Şükrullah oğlu Ahmed Çelebi ile elçilik görevi vererek Bayezid’e gönderdi. Ancak, Selçuk Hatun, Rumeli ile yetinmesi teklifi hususunda Bayezid’i ikna edemedi. Teklif kabul edilmeyerek elçilik heyeti geri gönderildi. Bunun üzerine kuvvetlerini toplayan Cem, Gedik Nasuh Bey’i İznik’e sevk ederek, onun ardınca yola çıktı ve Aştinoğlu Yakup Bey’in teşvikiyle Yenişehir’e doğru ilerledi. Yenişehir’e gitmesini isteyenlerden biri de Fenarizade Hasan Çelebi idi. Bu arada Saruhan Sancak Beyi Şehzade Abdullah amcası Cem’in Bursa’ya girmesini engellemek için Saruhan askeriile yola çıkmıştı. Fakat yolda iken Ayas Paşa ve yanındaki yeniçerilerin yakalandığını öğrendiğinden yolunu değiştirerek Balıkesir yolundan Gelibolu’ya geldi. Oradan İstanbul’a gelen Şehzade babasının Anadolu tarafına geçtiğini öğrendi ve onu takiple İzmit’te Bayezid’in ordusuna katıldı. Bundan sonra Cem ve Bayezid taraftarları arasında yapılan küçük çarpışmaları müteakiben iki taraf ordusu Yenişehir ovasında karşı karşıya geldiler.[6]

Savaşın başlamasından evvel Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa’nın faaliyeti, Otranto Seferi’nden dönen Gedik Ahmed Paşa’nın Yenişehir ovasında Bayezid’e katılıp bağlılığını bildirmesi Bayezid’in durumu oldukça kuvvetlenmişti. Bayezid ordunun harp tertibatını Gedik Ahmet Paşa’ya bırakarak onu olağanüstü şekilde taltif etmişti. Bunlara karşın yakın dostu Afşinoğlu Yakup Bey’in ihanetine uğrayan Cem, 20 Haziran 1481’de Yenişehir ovasında yapılan savaşı kaybetti. Oldukça güç durumda Kapıcıbaşısı Sinan Bey’in desteği ile önce Eskişehir’e sonra da Konya’ya çekilmek zorunda kaldı. Kendisini burada da emniyette göremeyen Cem, annesi ile ailesini alıp Memlûk topraklarına doğru yola çıktı. Bulgar Dağı’nda Varsak Beyi Uyuz Bey’in yol kesmesi üzerine bunlara para ve armağanlar verilerek Tarsus’a ulaşan Cem, Tarsus beyi ve daha sonra Adana’da Ramazanoğlu tarafından iyi karşılandı. Buradan hareketle Halep, Şam, Kudüs ve Gazze yoluyla Kahire’ye ulaştı. 6 Ekim 1481’de Memluk yetkilileri tarafından büyük törenle karşılandı. Ertesi gün Sultan Kayıtbay Cem’le görüştü.[7]

Cem’in Kahire’ye gitmesi üzerine Karaman valiliği, Saruhan sancakbeyi olan Şehzade Abdullah’a verildi ve Gedik Ahmed Paşa ile birlikte gönderildi. Cem’in Mısır’a gittiğini öğrenen Gedik Ahmet, Şehzadeyi makamına oturtup yanına bir miktar asker koyduktan sonra İstanbul’a döndü.[8]

Bayezid tarafından veziriazamlığa getirilen Gedik Ahmet Paşa, kısa bir süre sonra yeniçeriler üzerindeki üstün otoritesi ve başarılarıyla başına buyruk bir halde hareket etmesi üzerine Bayezid tarafından hapsedildi. Ancak daha sonra Hersekzade Ahmet Paşa ve İshak Paşa’nın şefaatiyle serbest bırakıldı ve eski görevine tekrar iade edildi.[9]

Cem, bu sırada ağabeyine halinden bahsederek yardımını istemiş, Bayezid de onun saltanat emellerinden vazgeçmesi şartıyla, kendisine her sene bir milyon akçe vereceğini vaat etmiştir. Ancak, bu mektuplaşmalardan bir netice çıkmadı. Cem, Aralık 1481’de, Hacca gitti haccettikten sonra Mart 1482’de Kahire’ye döndü. Bu sırada, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumdan istifade ile Akkoyunlulara sığınmış olan Karamanoğlu Kasım Bey, Bayezid ve Cem arasındaki mücadeleden istifade ile tekrar Karaman’da hakim olabileceği düşüncesi ile harekete geçti. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Sultan Yakup’tan izin alarak Taşiline geldi.

Kısa zamanda etrafına kuvvet toplayan Kasım Bey, önce Larende’ye girdi daha sonra da Konya’da Şehzade Abdullah ve Hadım Ali Paşa’yı kuşattı. Bunun İstanbul’da duyulması üzerine Gedik Ahmet Paşa kumandan tayin olunarak Karaman’a gönderildi. Kasım Bey, Gedik Ahmet Paşa’nın Afyonkarahisarı’na geldiğini öğrenince Konya muhasarasını kaldırarak Taşiline çekildi. Gedik Ahmet Paşa’nın bizzat sıkıştırdığı Kasım Bey, tutunamayarak Memluk topraklarına çekildi. Gedik Ahmet Paşa, Kasım Bey’i kaçırdıktan sonra kışı Karaman’da geçirmek mecburiyetini İstanbul’a bildirdi. Cem Sultan Kahire’ye döndükten sonra Karamanoğlu Kasım Bey ve Ankara Sancak Beyi Trabzonlu Mehmed Bey’den davet mektupları alarak yeniden ümitlenmişti. Bu davetler üzerine Cem Sultan, Kahire’den hareketle Halep’e geldi (6 Mayıs 1482). Daha sonra kendisini destekleyenlerle birlikte Osmanlı topraklarına girdi.[10]

Cem Sultan, bu defaki mücadelesinde de başarıya ulaşamadı ve sonunda Rodos şövalyelerine sığınmak zorunda kaldı (29 Temmuz 1482). Bayezid kardeşinin serbest bırakılmaması için büyük çaba harcamak ve bazı tavizler vermek zorunda kaldı. Cem’i göz altında bulundurmaları için Rodos şövalyelerine her sene kırk bin duka ödenmesine ve ek olarak Osmanlı topraklarında serbestçe ticaret hakkı tanınmasına dair bir anlaşma yapıldı. Ayrıca Hıristiyanlarca kutsal sayılan, üzeri kıymetli taşlarla süslü altından bir muhafaza içerisinde saklanan Hz. Yahya’nın sağ eli şövalyelere armağan edildi.[11]

Cem Sultan’ın Rodos’a gitmekteki asıl gayesi buradan Rumeli’ne geçmek ve oradan mücadelesine devam etmekti. Başlangıçta Akkoyunluların yanına gitme fikrine sahip iken; Karamanoğlu Kasım Bey kendi menfaati için O’nun Rumeli’nde faaliyet göstermesinin uygun olacağını hesaplayarak Cem’i bu konuda ikna etmişti.

Rodos şövalyeleri Cem’in Rumeli’ne gitme isteğini geri çevirdikleri gibi onun üzerindeki kontrollerini daha da artırdılar ve kendisini gizlice Fransa’ya götürdüler. 15 Ekim 1482’de Savoia dukasına bağlı Villefranche’ye götürülen Cem, veba salgını nedeniyle buradan Nis şehrine götürüldü. 5 Şubat 1483’te Chambery’e götürüldü. Burada iken Macar kralına yolladığı adamlarının öldürüldüğü haberini aldı. Cem’in Avrupa’da bulunması ve Bayezid’in faaliyetleri Venedik, Macaristan, Papa, Napoli ve hatta Memluk Sultan’ının konu ile ilgilenmelerini sağlamaktaydı. Macar kralının Cem’i kaçırma teşebbüsünün ardından 1487’de Memluk sultanı yirmi bin florin karşılığında Cem’in kendilerine verilmesi teklifinde bulundu. Papa VIII. İnnocente bir Haçlı seferi için Cem’den faydalanmayı düşünüyordu. Pierre d’Aubusson ile anlaşarak Cem’i Roma’ya getirtti (4 Mart 1489). II. Bayezid bu durumdan haberdar olunca Cem’in muhafazası için şövalyelere vereceği parayı Papa’ya gönderdi. Roma’ya giden Osmanlı elçisi Mustafa Bey üç yıl için yüz yirmi bin altın verdi. Papa Innocente’nin ölümünden sonra Fransa Kralı VIII. Charles, Cem’in Napoli’ye götürülmesi için Papa VI. Alessandro ile anlaştı. Fransa Kralı, Cem’i siyasi emelleri için kullanmak istiyordu. 27 Ocak 1495’te Roma’dan ayrılan Cem, Castel Capuana’da 25 Şubat 1495 tarihinde vefat etti. Elindeki kıymetli rehineyi bırakmak zorunda kalan Papa’nın Cem’i zehirlettiği rivayet edilmektedir.[12]

Sultan Bayezid, Cem’in ölümünü duyunca, Osmanlı ülkesinde Cem için gaip cenaze namazı kıldırmış, üç gün matem tutturmuş ve yüz bin akçe sadaka dağıttırmıştır. Cem’in cenazesi 1499 yılı başlarına kadar Napoli’de kalmış, Bayezid’in talebi üzerine Napoli Kralı Frederik tarafından Türkiye’ye gönderilmiştir. Bursa Muradiye’de abisi Şehzade Mustafa’nın yanına gömülmüştür.[13]

Cem hadisesi dolayısıyla Avrupa’da İstanbul’u geri alma yolunda ortaya çıkan umutlar Sultan Bayezid’i oldukça dikkatli ve barışçı bir siyaset takip etmek zorunda bırakmıştır. İki kardeş arsındaki saltanat mücadelesinin ilk neticesi Otranto’nun 10 Eylül 1481’de kaybedilmesidir. Bu şekilde Osmanlıların İtalya’da elde ettikleri üs elden çıkmış daha sonra Napoli Krallığı ile esirlerin geri verilmesi ve tarafların serbest ticaret yapabilmeleri maddelerini ihtiva eden bir anlaşma yapılmıştır.[14]

II. Bayezid Dönemi Fetih Hareketleri

Boğdan Seferi, 1484

Fatih Sultan Mehmet zamanında Boğdan’a bir sefer yapılmış, çok çetin savaşan Boğdanlılar mağlubiyete uğratılmış ancak orduda çıkan hastalık sebebiyle tam olarak sonuç alınamadan geri dönülmüştü (1476). Karadeniz sahillerinin büyük bir kısmına sahip olan Osmanlılar, hem ticari hem de askeri açıdan Polonya yolu üzerinde bulunan ve büyük öneme haiz Kili ve Akkerman kalelerini almaları gerekiyordu. Bu şehirlerin alınması ise Boğdan’ı otomatik olarak Osmanlı nüfuzu altına sokacaktı. 1483 yılı itibarıyla Osmanlılar, Macarlar, Venedikliler ve Polonyalılarla anlaşmışlardı. Bu suretle Boğdan üzerine yapılacak bir seferde Osmanlılar Batı’dan emin bir durumdaydılar.[15] Yukarıda zikredilen duruma ek olarak Osmanlıların Boğdan üzerine sefer yapmasını zorunlu kılan gelişmeler de mevcuttu. Boğdan Voyvodası Stefan Çel Mare, Osmanlılara tâbi Eflak’a saldırmış onları yenilgiye uğrattıktan sonra Tuna’yı geçerek Osmanlı topraklarında yağma hareketinde bulunmuştu.[16] Ayrıca, Tuna ağzında üslenen korsanların Türk donanmasına zarar vermeleri Bayezid’i bizzat sefere çıkmak zorunda bırakmıştı.[17]

1484 baharında Edirne’ye doğru hareket eden Padişah, deniz yolu ile de Tuna’ya donama ve levazım göndermişti. Edirne’de bazı müesseselerin temel atma merasimine katılan Sultan, Dobruca yoluyla İsakçı’ya gelip buradan Tuna’yı geçti. Eflak Voyvodası Vlad komutasındaki 20.000’den fazla bir Eflak kuvveti de beraberinde olduğu halde orduya ilhak etti. Kili’ye gelen Osmanlı ordusu Kale’yi karadan ve donanma da denizden kuşattı. Dokuz günlük bir muhasaradan sonra kale teslim oldu (15 Temmuz 1484). Bundan sonra kuzeyde olan Kili’ye göre daha müstahkem ve mühimmatı bol olan Akkirman üzerine gidildi. Bu sırada Kırım Hanı Mengli Giray komutasındaki elli bin kişilik Kırım kuvvetleri de Osmanlı ordusuna katıldı. Kırım ve Eflaklıların iltihaklarıyla daha da kuvvetlenen Osmanlı ordusu, 12 günlük bir muhasaradan sonra sulh yoluyla Akkerman’a girdi (11 Ağustos 1484). Akkirman’ın alınmasıyla birlikte Osmanlı kuvvetleri Dubruca ile Tuna arasından geçerek Karadeniz’le Purut nehri arasından kuzeye doğru çıkma imkanını elde etmişlerdi. Bu şekilde Kırım Hanlığı ile karadan da temas kurulabilecekti.[18]

Kili ve Akkirman’ın alınması ile Osmanlıların Boğdan ile Karadeniz’in arasına girmeleri bu beyliği iktisaden oldukça zor durumda bıraktı. Boğdan Beyi Stefan Çel Mare bu iki Kale’nin geri alınmasını zaruri görmekteydi. Akkirman’ın fethinden sonra Kale’de bırakılan bir kısım Boğdanlılar Boğdan prensine haber göndererek gelmesi halinde Kale’nin alınması için kendisine yardımda bulunacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine harekete geçen prens, bu plandan Kale muhafızlarının haberdar olması üzerine başarılı olamadı. Boğdan Beyi’nin bu hareketi üzerine Rumeli Beylerbeyi Hadım Ali Paşa Boğdan seferine memur edildi. Paşa, Eflak kuvvetleriyle birlikte Boğdan içerisinde harekete bulundu. Stefan mukavemette bulunamadı yardım istemek üzere Lehistan Kralı Kazimir’in yanına gitti.

Hadım Ali Paşa’nın dönmesinden sonra, Stefan tekrar memleketine gelerek Kili ve Akkirman civarında faaliyete başladı. Bunun üzerine bu defa Malkoçoğlu Bali Bey Boğdan seferine yollandı. Bali Bey’in Boğdan’a girmesi üzerine Boğdan prensi Leh ve Macarlardan yardım istedi. Bali Bey baskına uğramasına rağmen şiddetli bir savaştan sonra Boğdan kuvvetlerini yendi. İlerleyen zamanlarda Türklerle baş edemeyeceğini anlayan Stefan anlaşma yoluna gitti. Türk hakimiyetini ve senelik dört bin altın vergi vermeyi kabul etti.[19]

Lehistan Seferi, 1498

Osmanlı Devleti Boğdan’ı nüfuzu altına aldıktan sonra bu topraklara komşu bulunan Lehistan’la da dostane ilişkiler geliştirmişti. Bu ilişkiler 1490 yılında Lehistan Kralı IV. Kazimir ve onu takiben oğlu Jan Albertle 1492 yılında yapılan anlaşmalarla daha da güçlenmişti. 1497 yılında Kral Jan Albert’in Osmanlı himayesindeki Boğdan üzerine sefer düzenlemesi iki ülke arasındaki ilişkileri bozdu. Evvela Boğdan Prensi Stefan Çel Mare’yi küçük bir kuvvetle destekleyen Osmanlılar, Macarların Lehistan üzerine yapılacak seferi engelleme çabalarına rağmen 1498’ye Silistre Sancak Beyi ve akıncı kumandanı Malkoçoğlu Bali Bey kırk bin kişilik bir kuvvetle Lehistan’a yollandı. Boğdan Prensi bu kuvvetlere rehberlik yaptı. Bali Bey, Dinyester nehrini geçerek Lehistan içerisinde geniş bir harekatta bulundu ve daha sonra akkirman yolu ile Osmanlı topraklarına geri döndü. Boğdan Voyvodası Stefan Çel Mare, sefer sırasındaki hizmet ve gösterdiği sadakatten dolayı ödüllendirildi.[20]

II. Bayezid Dönemi Osmanlı-Memluklu Münasebetleri

II. Bayezid Devri’nin en önemli hadiselerinden biri de Memluklularla girişilen ve altı yıl süren savaştır. Memluklu-Osmanlı ilişkileri, Fatih Sultan Mehmet’in saltanatının sonlarına doğru iyice gerginleşmiş ve Fatih 1481’de bu devlet üzerine açtığı sefer sırasında vefat etmişti. Osmanlılarla Memluklular arasında Çukurova’da hakimiyet kurma meselesi, Dulkadıroğlu Beyliği[21] üzerinde nüfuz temin etme çabaları ve nihayet Bayezid-Cem Sultan mücadelesi sırasında Cem Sultan’ın Kahire’ye giderek burada iyi karşılanması ve bilahare Bayezid’e rakip olarak Anadolu’ya tekrar gelmesine izin verilmesi iki devlet ilişkilerini iyice gerginleştirmişti. II. Bayezid’in cülusunu müteakip İstanbul’a Memluk elçisi gelmiş, Fatih’e gönderilen ve onun vefatı üzerine tutuklanan Hint elçisini ve müsadere edilen hediyelerini takdim edip özür dilemişti. Ancak hareketlerine mukabil Memlukluların elçisine sıcak davranılmamıştı.[22]

Bu hadiseyi takiben 1483 yılından itibaren Osmanlı-Memluk ilişkileri Dulkadiroğullarının Osmanlı destekli faaliyetleriyle bozulmaya başladı. Osmanlı Devleti himayesindeki Dulkadır Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey, 1483’te Malatya’yı muhasara etti ve sonra 1484’te Memluk kuvvetlerini iki defa bozguna uğrattı. Osmanlılarla karşı karşıya gelmek istemeyen Memluk Sultanı Kayıtbay ilişkilerin düzelmesi için Osmanlılara tekliflerde bulundu ve İstanbul’a elçi gönderdi. Ancak elçi geri dönmeden evvel bir kısım Memluk beylerinin de teşvikiyle Karaman Beylerbeyi ve Şehzade Abdullah’ın Lalası Karagöz Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri 1485 yılında hududu geçerek Gülek Kalesi’ni almaları üzerine iki devlet arasında savaş fiilen başlamış oldu.[23]

Osmanlı-Memluk Savaşı, 1485-1491

Osmanlılarla Memluklular arasındaki savaş beş sene sürmüş ve altı seferde bitmiştir.[24] Osmanlıların faaliyetlerini Adana ve haValisine kaydırıp Gülek Kalesi’ni almalarından sonra Memluklular Atabey Özbek kumandasında bir ordu sevk ederek Malatya civarında Osmanlı kuvvetlerini ve Alaüddevle Bozkurt’un birliklerini bozdu, daha sonra da Gülek Kalesi’ni geri aldı. Bunun üzerine Anadolu Beylerbeyi Hersekzade Ahmed Paşa’nın serdarlığındaki Osmanlı kuvvetleri elden çıkan yerleri ve Çukurova’yı almak için görevlendirildi. Ahmet Paşa, Adana sınırında Atabey Özbek kumandasındaki Memluk ordusu ile yaptığı savaşı Karagöz Paşa ve Hızır Beyzade’nin gereken yardımı yapmaması üzerine kaybetti ve yaralı olarak esir düştü (1486). 1487’de bölgeye veziriazam Davud Paşa gönderildi, hiçbir mukavemetle karşılaşmayan Davud Paşa, Adana ve Tarsus’u alıp geri döndü (1487). 1488 yılında Hadım Ali Paşa karadan ve Hersekzade Ahmed Paşa da donanma komutanı olarak denizden bölgeye gönderildiler. Ali Paşa, Adana ve Tarsus’u tahkim edip daha sonra Sis Kalesi’ni aldı bu sırada Ahmet Paşa bölgeye ilerleyen Emir Özbek’i şiddetli fırtına dolayısıyla durduramayınca Emir Özbek, İskenderun sahil geçidinden geçerek Adana’da Ağaçayırı mevkiinde Ali Paşa’nın karşısına ordusu ile yerleşti. Burada yapılan savaşta önce Osmanlı kuvvetleri galip geldiyse de Evrenuzoğlu İsa ve Süleyman Beylerin şehit düşmesi, Karaman askerinin kaçması, ve Karagöz Paşa’nın gayretsizliği gibi sebeplerle Osmanlı ordusu bozuldu. Emir Özbek, Adana’yı muhasara edip aldı (1489).[25]

Memlukluların üzerine yapılan altıcı ve son seferin sebebi Dulkadıroğlu Alaüddevle’nin Osmanlılardan yüz çevirip Memluk taraftarı olmasıdır. Alaüddevle Osmanlı-Memluk savaşları sonucunda Osmanlıların aldığı yenilgiler üzerine kendi menfaati için Memluk taraftarı olmayı uygun bulmuş, oğlunu Kahire’ye göndererek onlarla anlaşmış ve Osmanlılara karşı bir vaziyet almıştır. Osmanlılar bunun üzerine Alaüddevle’nin yerine Şah Budak’ı tayin ederek Mihaloğlu İskender Bey kumandasında yardımcı birlikler gönderdilerse de muvaffak olamadılar. Mihaloğlu esir edilerek Kahire’ye gönderildi. Ardından Mısır Sultanı Mamay Haseki’yi elçi olarak İstanbul’a gönderip barış istedi, ancak elçi tutuklandı. Bu sırada Hersekzade Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri bölgeye yaklaşmışlardı. Bunun üzerine Emir Özbek komutasındaki Memluk kuvvetleri Kayseri, Niğde, Karaman ve Ereğli civarında yağma ve tahripte bulundular ve Gülek’e çekildiler.

Bu sırada Memluk Devleti’nde baş gösteren mali sıkıntılar Osmanlılara karşı harbin devamını imkansız hale getirmişti. Memluk Sultanı yeni vergiler konmaması halinde askere verecek parası bulunmadığından sıkıntıya düşmüştü. Osmanlılar ise harbin devamından yana bir tutum içinde idiler. Her ne kadar Osmanlı tarafında Padişahın bizzat orduya kumanda etmemesi sebebi ile bir sıkıntı mevcut idiyse de[26] artık Sultan Bayezid de tepkiler dolayısıyla ordunun başına geçme eğiliminde idi. Bu sırada İstanbul’a gelen Tunus elçisinin gayretiyle iki taraf arasında bir barış anlaşması yapıldı. 1491 Nisan’ında Memluk elçisi serbest bırakılıp Osmanlı Devleti’nin heyeti ile birlikte Kahire’ye gitti. Kahire’de esir olan bir kısım yüksek Osmanlı zevatı serbest bırakıldı. Mekke ve Medine vakıflarına ait olan Adana, Tarsus ve diğer kaleler tekrar Memluklulara iade edildi.[27] Çukurova diyarı tekrar Şam’a ilhak edilirken Gülek Kalesi iki devlet arasında sınır olarak kabul edildi.[28] Her ne kadar Osmanlılar ile Memluklular arasında bir barış tesis edilmişse de bu barış Osmanlıları pek tatmin etmemişti.

II. Bayezid Dönemi Osmanlı-Memluk ilişkilerinin bir yönünü de Portekizlilere karşı Kızıl Deniz’de verilen mücadele oluşturmaktadır. Vasko dö Gama’nın Hindistan’a ulaşmasından sonra 1501 yılında ilk defa baharat taşıyan gemiler Lizbon’a ulaşmışlardı. Portekiz donanmasının Hint Okyanusundaki faaliyetleri bu tarihten sonra inanılmaz bir hızla gelişirken, dünya baharat ticaretinden faydalanan ve yüzlerce yıldır bu ticaret üzerinde tekelleri bulunan Mısır ve Venedik bu gelişme karşısında alarma geçmişlerdi. Daha 1502’de Venedik, Mısır’a bir elçi göndererek Portekiz başarısının tehlikeli sonuçları hakkında Memluk Sultan’ını uyarmıştı. 1503 yılından itibaren Portekiz gemileri Kızıldeniz’e girmişlerdi. Türkmen Emir Hüseyin, komutasındaki bin beş yüz Rumi (Türk) paralı askeriyle Portekizlileri şaşırtırken 1509’da Portekizliler tarafından yenilgiye uğratılmıştı. Bu yenilgiler Portekizlilere Hint Okyanusu hakimiyetini getirirken bir yandan da Memlukluların tarih sahnesinden silinmelerine zemin hazırlıyordu. Çünkü bu andan itibaren Memluklular da dahil olmak üzere İslam dünyası bu mücadeleyi yürütebilecek tek gücün Osmanlılar olduğunu anlamışlardı. Mekke ve Medine Portekiz istilası ile karşı karşıya kalmıştı.

1510 yılında Memluk Sultanı Kansu Gavri, II. Bayezid’den Süveyş’te bir donanma meydana getirmek için gerekli malzeme ve uzman isteğinde bulundu. Osmanlıların gönderdiği malzemeleri taşıyan 30 gemilik donanma Portekizlilerin haber vermeleri ile Rodos şövalyeleri tarafından yolu kesilerek imha edildi. Ancak Osmanlılar bu hareketle yılmayıp takip eden sene tekrar Mısır’a malzeme ve uzmanlar gönderdiler. Süveyş’te bulunan Osmanlı kaptanı Mehmed, “buraya Osmanlı Sultanı tarafından gemi inşası, Portekizlilerle savaşmak ve onları Kızıldeniz’den çıkarmak için gönderildiğini kendisinden önce de aynı gaye ile Sultan tarafından Hamit ve Hasan kaptanların geldiğini” bildiriyordu. Aslında Osmanlı askerleri ve denizcileri 1509 yılından itibaren Portekizlilere karşı verilen mücadelenin ön saflarında yer almaktaydılar. Osmanlı Devleti bölgeye gitmek isteyen gönüllülere ve denizcilere Portekizliler’e karşı Memluk Sultanı’na hizmet etmeleri için izin vermekteydi. Anadolu’dan giden ve Rumi olarak bilinen bu gönüllülerin bir kısmı ateşli silahlara sahip olup, bu tarihten itibaren bölgede verilen mücadelede önemli roller oynamışlardır. Ateşli silahları yapabilme ve kullanma bilgisine sahip bu Osmanlı askerleri daha sonra Yemen’den Hint Körfezine kadar geniş bir sahada Müslüman emirlerin hizmetine girerek savaşmışlar ve Portekizlilere karşı verilen mücadelede aranan yetenekli elemanlar olmuşlardır.[29]

Rumeli Seferi, 1492

Macar Kralı Matyas Korven’in 1490 yılında ölümü üzerine Macaristan’da taht mücadelesi başlamıştı. Osmanlı Devleti için bu bir fırsat sayılmıştı. Bu esnada Mihaloğlu Ali Bey, Sultan Bayezid’in emri ile Macaristan’a akına çıktı. On bin akıncı ile sefere çıkan Mihaloğlu Severin yakınlarında Pojon adlı hisar önünden Tuna’yı geçip Macaristan’a girdi. Mihaloğlu, Atlıoğlu Mustafa Bey’i iki bin atlı ile önden gönderdi. Mustafa Bey akın yaptıktan sonra dönüşte yolunu kesen Macarlarla şiddetli bir savaştan sonra Mihaloğlu’nun yanına gelebildi (1491). Mihaloğlu seferde elde edilen esirleri İstanbul’a gönderdi.[30]

1492 yılına gelindiğinde Macaristan’da Krallık meselesi ülkede iç mesele olarak devam etmekteydi. Kral olarak başa geçirilen Lehistan kralının oğlu Macar beyleri arasında fikir ayrılığı meydana getirmişti. İşte bu sırada Semendire Sancak Beyi Hadım Süleyman Paşa, Macar sınırında olması ve Belgrad Kalesi’ne yakınlığı sebebiyle Belgrad Kalesi muhafızı ile Kale’nin Osmanlılara teslimi hususunda görüşmeler yapmış, Kale muhafızı da eğer Sultan bu tarafa gelirse Belgrad’ı teslim edebileceğini bildirmişti. Süleyman Paşa, durumu Padişah’a arz edip Belgrad’ın fethi için tam zamanı olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Padişah sefere çıktı. Bu arada Kaptan Sinan Paşa’ya donanma ile Arnavutluk kıyılarından Avlonya’ya gitmesi emredildi. Osmanlı Padişahı ordusu ile Sofya’ya vardığında Süleyman Paşa tekrar haber göndererek Macarlar arasındaki ihtilafın kalktığını, Beldrad muhafızının davranışlarından şüphelenen Macarlar’ın onu başkente çağırıp yerine yeni bir muhafız atadıklarını haber verdi. Buna ek olarak yeni Macar kralının elçisi Sultan’a gelince Sultan seferi Arnavutluk yönüne çevirdi. Ordu Sofya’dan kalkıp Manastır yolundan Arnavutluğa yöneldi. Arnavutluk’ta Davud Paşa tarafından daha önceden alınmayan bir kısım yerler alındıktan sonra Bayezid Manastır’dan Pirlepe’ye giderken bir kalenderin saldırısına uğradı, ancak İskender Paşa’nın müdahalesi ile kurtuldu. Padişahı korumakla görevli solaklar cezalandırıldı. Bunu takiben diğer seferlerde divan kurulduğunda Padişah çadırını kollayan kapıcıların kılıç kuşanarak hazır bulunmaları emredildi.[31]

Osmanlı-Venedik Savaşı, 1499-1502

Osmanlı-Venedik Savaşı’nın sebeplerini şu şekilde izah etmek mümkündür. İlk önce İtalya’da meydana gelen bir kısım gelişmeler ve buradaki devletlerinin Osmanlı Devleti’ne müracaatı Osmanlı Devleti’ni Venedik aleyhtarlığına sevk etmiştir. Venedikliler, Osmanlıların kendi aleyhlerine harekete girişeceklerini haber almışlar ve bunu engellemek için İstanbul’a bir elçi göndermişlerse de Venedik üzerine gitmenin başka sebepleri de vardı. Arnavutluk’ta İskenderBey’in oğlu Jan Kastriyota’ya Venediklilerin yardım etmeleri ve yine Memluklularla yapılan savaş sırasında fırtına sebebiyle güç duruma düşen Hersekzade Ahmet Paşa kumandasındaki Osmanlı donanmasının Kıbrıs’a kabul edilmemesi, Venedik’le olan gerilimin başlıca sebeplerini teşkil etmekteydi. Venedik’le harbe girilmeden evvel Mora’daki Venedik kolonilerine yapılacak saldırıların kolaylaştırılması için Bosna Beyliği’ne tayin edilen İskender Paşa Kuzey Venedik’e akında bulundu (1499).

Venedik üzerine açılacak sefer sebebiyle Gelibolu’da büyük bir donanma hazırlandı. Küçük Davud Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması yaklaşık üç yüz gemi bulunmaktaydı. Ünlü denizcilerden Kemal[32] ve Burak Reisler de Osmanlı donanmasında bulunuyorlardı ve kendilerine yeni yaptırılmış iki adet oldukça büyük “göğe” tahsis edilmişti. Venedik tarafı da büyük bir donanma hazırlamış ve kumandasını Andre ve Antoniyo Grimani’ye vermişti.

Donanmanın gönderilmesinden sonra Sultan Bayezid 1 Haziran 1499’da İstanbul’dan Edirne’ye oradan da Mora’ya doğru hareket etti. Rumeli Beylerbeyi Koca Mustafa Paşa İnebahtı’yı kuşatmak üzere gönderildi. Osmanlı donanması ise İnebahtı kara tarafından kuşatıldıktan bir müddet sonra bölgeye ulaşabildi. Ancak bu yolda Osmanlı donanmasını oldukça ciddi bir imtihan bekliyordu. Bu bölgede Burak Reis (Bradano) adası civarında Osmanlı donanması ile Venedik donanması arasında meydana gelen büyük deniz savaşında meşhur denizci Burak Reis, Kara Hasan Reis, Yenişehir Sancak Beyi Kemal Bey kahramanca şehit olurlarken, Venedik kaptanları Loredano ve Armeniyo’da öldüler (28 Temmuz 1499). Diğer Venedik Amirali Antonio Grimani Osmanlı donanmasına saldırmaktan korkup İnebahtı yolunu Türk donanmasına açık bırakarak çekildi.[33] Venediklilerin daha sonra Osmanlı donanmasının İnebahtı’ya girmesini engelleme çabaları sonuçsuz kaldı. 25 Ağustos’ta donanma İnabahtı Limanı’na girdi. Ardından da İnebahtı muhafızı Kale’yi Osmanlılara teslim etti. Bu deniz Savaşı’nda Türk donanmasının Venedik donanması ile başa baş bir mücadele yapması ve onları çekilmek zorunda bırakması Türk denizcilerinin Akdeniz hakimiyetinde önemli bir adım teşkil etmiştir.[34]

İnebahtı’nın ele geçirilmesinden sonra Venedikliler Osmanlılarla anlaşma yollarını aramışlardır. Osmanlıların şartlarını kabul etmeyen Venediklilere karşı Osmanlıdonanması tekrar faaliyete başladı ve Yakup Paşa Mudon’u kuşatmaya gönderilirken Padişah da 7 Nisan 1500’de Edirne’den hareket etti. Venedik donanmasının yardım çabalarına rağmen Mudon 10 Ağustos 1500’de ele geçirildi. Mudon’dan sonra hedef olarak Koron Kale’si tayin edildi. Hadım Ali Paşa karadan ve Kaptan Paşa’da denizden gönderildiler. Koron’dan önce Navarin ve Zenşiyo Kaleleri alındı. Koron’da bunlardan sonra 16 Ağustos’ta teslim oldu.

Venedikliler 1499-1500 yıllarında iki sene Osmanlılara karşı aldıkları yenilgiler üzerine diğer Avrupa devletlerini kendilerine yardımcı olmaya çağırdılar. Papa da Türkler aleyhine yeni bir Haçlı seferi organizasyonu için devreye girdi. Evvela Venedik, Macaristan ve Papalık’tan oluşan üçlü bir ittifak oluşturuldu. Avrupa devletlerinin oluşturdukları müttefik donanma 1500 yılı sonbaharından itibaren önce Yunan denizinde daha sonra da Adalar Denizi’nde faaliyete başladı; bilahare Midilli adası kuşatıldı. Hersekzade Ahmet Paşa kumandasındaki üç yüz parçalık Türk donanması adanın imdadına koşarken Saruhan Sancak Beyi Şehzade Korkut da adaya yardım gönderdi. Fransız donanması, Türk donanmasının yaklaştığı haberi üzerine kuşatmayı kaldırarak çekildi. Midilli başarısızlığından sonra müttefikler Mora ve Arnavutluk kıyılarında faaliyette bulundular. Kefalonya ve Santamavra Venediklilere geçtiyse de Arnavutluk’ta Draç şehri Osmanlılar tarafından ele geçirildi (1502).

Osmanlılar, Venediklilerle daha çok denizde bu şekilde bir mücadele içerinde iken; Venediklilerin para vererek ikna etmeleri ile Macarlar Osmanlılarla aralarındaki barışı bozarak Venediklilere yardıma başlamışlardı. 1501’de Osmanlılar Kuzey Bosna’da bir kısım yerleri ele geçirmişler, buna karşılık Macarlar da Tuna’yı geçip Türk topraklarında yağma ve katliamda bulunmuşlardı. Ancak bu faaliyetler savaşın gidişatını Osmanlılar aleyhine çevirmekten uzaktı. Bu sebeple Venedikliler müttefiklerine baş vurarak savaştan çıkma isteklerini bildirdiler. OsmanlıDevleti de bu yıllar itibarıyla barışa taraftar bir tutum içerisinde idi. Çünkü Doğu Anadolu’da Osmanlıları doğrudan ilgilendiren ciddi değişiklikler meydana gelmişti. Akkoyunlu Devleti yıkılmış ve yerine kurulan Safevi Devleti[35] Osmanlılar için doğuda bir tehlike haline gelmişti.

Bu şartlar altında 14 Aralık 1502 tarihinde Osmanlılar ile Venedikliler arasında otuz bir maddeden oluşan bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre: 1) Venedik Cumhuriyeti İnebahtı, Mudon ve Koron ile diğer küçük kaleleri Osmanlılara terk ettiği gibi Arnavutluk’ta kaybettiği Draç’ın Osmanlılara ait olduğunu da kabul etmekteydi. 2) Kefalonya Venediklilerde kalırken Santamavra adası Osmanlılara geri verilecekti. 3) Savaş sırasında Türklerin müsadere ettiği şahıs eşyaları geri verilecekti. Venedikliler de her sene on bin duka altın vergi vermeye devam edeceklerdi. Bu anlaşmada da 1479’da Venedik’e tanınan İstanbul’da elçi bulundurma hakkı her üç senede bir değişmek üzere kabul edildi. 1502 Venedik anlaşmasını takiben 1503’de Macaristan’la da yedi senelik bir barış anlaşması yapıldı. Anlaşma, İki taraf için ticaret serbestisi, Osmanlıların Kuzey Bosna’da Macarlardan aldıkları kalelerin elde tutulması gibi hükümleri ihtiva etmekteydi.[36]

Orta ve Doğu Akdeniz’de gittikçe güçlenen, hem Avrupa hem de Akdeniz’de gazada bulunan tek devlet olan Osmanlılar, 1482 yılında İspanya’da güç durumda bulunan Endülüs Müslümanlarının yardım isteklerine sıcak bakmalarına rağmen devlet içindeki saltanat mücadelesi sebebiyle bölgeye doğrudan yardım gönderemediler. Güç durumdaki Müslümanlara yardım işi Batı Akdeniz’de faaliyette bulunan Türk korsanlarına bırakıldı. 1492 yılında Gırnata’yı ele geçiren İspanyolların Kuzey Afrika’yı tehdit etmeleri üzerine Batı Akdeniz’de faaliyet gösteren Türk denizcilerinden Kemal Reis Endülüs’e akınlar düzenleyerek İspanya’da güç durumda kalan Müslümanları Kuzey Afrika’ya taşıdı. Bu taşıma 16. yüzyıl boyunca sürdü. Sadece Müslümanlar değil İspanya’da baskı altındaki Yahudiler de Osmanlı topraklarına göç ettiler.[37]

Safevi Devletinin Kurulması ve Anadolu’ya Yönelik Faaliyetleri

Uzun Hasan’ın ölümünden sonra Akkoyunlu Devleti giderek zayıflamış ve 1500 yıllarına gelindiğinde Doğu Anadolu, Azerbaycan ve İran’da birbirleriyle iktidar mücadelesi içinde bulunan Akkoyunlu bakiyelerinden hiçbirisi tek başına otoriteyi sağlayacak durumda değildi. Doğu’da ortaya çıkan bu iktidar boşluğu, uzun zamandır mezhepleri doğrultusunda bir devlet kurmak isteyen ve bu amaçla oldukça uzun zaman mücadele vermiş, Safevi ailesinin temsilcisi Şah İsmail’e gereken fırsatı verdi (1501). Şah İsmail, 1502’den itibaren önce Azerbaycan’ı el geçirdi. Akkoyunlulardan olup Irak ve Fars’da hüküm süren Murad Bey’i 1503’de yenerek Hemedan ve Şiraz’ı daha sonra da Bağdat’ı ele geçirdi. Irak taraflarını tamamen ele geçiren Şah İsmail 1504’de II. Bayezid’e elçi ve hediyeler göndererek fetihlerini duyurmuş kendisi tebrik edilmişti. Şah İsmail bu başarılarından sonra yüzünü Doğu ve Orta Anadolu’ya doğru çevirdi. Öncelikle Dulkadir Beyliği’ni hedef alan Şah İsmail, 1507’de Diyarbakır’ı ve Harput’u bu beylikten aldı. Alaüddevle’nin buraları geri alma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı.

İran, Azerbaycan ve Irak’ı aldıktan sonra oldukça cesaretlenen Şah İsmail, Osmanlı topraklarındaki Alevi Türkmenleri kendi tarafına celbedip, Anadolu’da genel bir isyan çıkarma ve bu şekilde hakimiyetini batıya doğru genişletme çabasına girdi. Esasen Anadolu’dan giden birçok Türkmen boyu Safevi Devleti’nin kurulma aşamasında mühim roller oynamışlardı.[38] Bu şekilde Anadolu’da faaliyette bulunma daha da kolaylaşıyordu. Bunlara ek olarak Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum da Anadolu’da bu türden hareketlerin olmasına çanak tutmaktaydı. II. Bayezid Doğu’da meydana gelen bu hadiselere kayıtsız kalmaktaydı. Vezirleri hadiselere gereken ehemmiyeti vermiyorlardı.[39] Şehzadeler arasında hükümdar olmak için Bayezid’in sağlığında başlamış olan rekabet de Şah İsmail’in gönderdiği adamlarının rahat hareket etmelerini sağlıyordu.

Anadolu’da Şah İsmail’e bağlı olarak ortaya çıkan en önemli isyanlardan biri de Şahkulu İsyanı’dır. Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın halifelerinden Hasan Halife’nin oğlu olan Şahkulu Baba Tekeli, memleketi olan Tekeili’nde faaliyet göstermekte ve asıl amacını gizleyerek bölgede kendisine önemli miktarda taraftar sağlamıştı. Bunu takiben yine Şah İsmail’e biat etmeleri için Balkanlar’da halifeler vasıtasıyla geniş bir propaganda faaliyetine girişmişlerdi. 1511 yılında vaziyeti kendisi için müsait gören Şahkulu on bin kişilik bir kuvvet eşliğinde Şah İsmail’in halifesi olduğunu öne sürerek saldırılara başladı. Antalya, Burdur ve Kütahya çevresi yağma ve talan edildi. Üzerine gönderilen kuvvetleri yendi. Veziriazam Hadım Ali Paşa ve Şehzade Ahmet kuvvetleri Şah Kulu kuvvetleri ile Kütahya civarında savaştılar. Şehzade Ahmet çarpışmak yerine yeniçerilerden kendisine Padişah olarak biat etmelerini istedi. Yeniçerilerin bunu kabul etmemesi üzerine sancağına çekildi. Karaman sipahilerinin de dağılmaları üzerine güç durumda kalan Ali Paşa çarpışmaya devam etti. Şahkulu savaşta ölürken Ali Paşa’da ok isabetiyle öldü. Şahkulu kuvvetleri İran’a doğru çekilirken, Osmanlı kuvvetleri başsız kaldıkları için onları takip edemediler.[40]

II. Bayezid’in Son Seneleri ve Kardeşler Rekabeti

Sultan II. Bayezid’in sekiz oğlu olmuş ve bunlardan, büyükten küçüğe, Ahmed, Korkut ve Selim dışındakiler babalarının sağlığında vefat etmişlerdi. Şehzade Ahmet, Amasya’da, Şehzade Korkut Saruhan’da ve Şehzade Selim de Trabzon valiliklerinde idiler. Bu Şehzadelerin oğulları da küçük sancak beylikleri yapıyorlardı. Ancak bunların nerede sancak beyliği yapacakları mevzusu babaları arasında meselelere yol açmaktaydı.

Bu şehzadelerden Korkut evvela Manisa Sancağı’nda vazifelendirilmiş iken daha sonra abisi Ahmet’in müdahalesi ile İstanbul’a daha uzak olan Antalya’ya gönderilmişti. Korkut, babasının ve bazı devlet ricalinin Şehzade Ahmet lehinde olduklarını bilerek sancağının tekrar Manisa olmasını istediyse de bu kabul edilmedi. 1509 yılında maiyeti ile birlikte hacca gitme bahanesiyle Mısır’a geçti. Büyük Şehzade Ahmet, babasının ve veziriazam Hadım Ali Paşa gibi bir kısım ileri gelenlerin ve Rumeli akıncılarının desteklerini almış olmakla padişahlığını an meselesi olarak görmekteydi. Ancak Şahkulu ile savaşta Ali Paşa’nın ölmesi ve yine yeniçerilerin Padişah hayatta oldukça başkasına biat etmeyecekleri yolundaki açıklamaları Ahmet’in işini zorlaştırmıştı. Trabzon Valisi Şehzade Selim, memleket işlerinin iyi gitmemesi sebebiyle babasının saltanatı terk edeceğini haber almış ve buna göre hazırlıklarını yapmaktaydı. Sert tabiatı ve cesurluğu ile ön plana çıkan Selim, Trabzon’a yakın olan Erzincan’da Şah İsmail’e karşı harekete geçmiş ve onu bölgeden uzaklaştırmıştı. Yine Gürcüler üzerine sefer yapmıştı. Selim özellikle Şehzade Ahmet’le olan saltanat mücadelesinde Kırım hanının desteğini sağlamış ve en önemlisi Yeniçeri ocağını elde etmişti. Şehzade Selim Padişah olmak için İstanbul’a yakın bir mevkide bulunması gerektiğinden hareketle Rumeli’de bir sancak istedi ve akabinde Kırım-Kefe’ye ve oradan da Tuna’ya doğru yürüdü. Trabzon’a ilaveten kendisine Kefe verildi, ancak bunu kabul etmedi. Sonunda kendisine Semendire Sancağı verilerek durdurulabildi. Selim’in üzerine yürümek isteyen Şehzade Ahmet engellenirken Selim’e, Şehzade Ahmet’in kesinlikle veliaht yapılmayacağı sözü verildi.

Bu sırada Anadolu’da Şahkulu’nun başlattığı isyan hareketi genişleme eğiliminde idi. Antalya’dan kendi isteği ile Manisa’ya geçmek isteyen Korkut, Şahkulu’nun baskınına uğramış, Şahkulu ile çarpışmaya giren ve Ahmet taraftarı olan Hadım Ali Paşa ölmüş, yeniçerilerin desteğini alamayan Şehzade Ahmet ise sancağına çekilmişti. Bunlara ek olarak Karaman Valisi Şehzade Şehinşah’ın ölümü II. Bayezid’i fazlasıyla müteessir ettiğinden İstanbul’a hareket edip, saltanattan çekilme arzusunda olduğunu bildirdi ve ekseriyet Şehzade Ahmet’in hükümdar olmasını istedi. Yeni Veziriazam Hersekzade Ahmet Paşa’nın muhalefetine rağmen Şehzade Ahmet’e haber gönderilerek İstanbul’a davet edildi. Bayezid, Selim’e verdiği sözü tutmamaktaydı. Semendire’ye gitmeyerek Filibe civarında dolaşan Selim, vaziyetten haberdar olarak kırk bin kişilik kuvveti ile Çorlu’da Karışdıran ovasında babasının olduğu yere geldi. İki taraf arasında Ağustos 1512’de meydana gelen savaşta Selim yenildi ve Kefe’ye gittiği haberi alındı. Savaştan sonra Bayezid İstanbul’a geldi. Şehzade Ahmet Padişah olmak üzere İstanbul’a davet edildi. Hersekzade’nin verilen sözlere sadık kalınması yolundaki uyarılarına rağmen sözü dinlenmedi. Ahmet, Maltepe’ye geldi ve İstanbul’a girmek için izin istedi. Daha evvelde Bayezid’in sağlığında başka birisine biat etmeyeceklerini söylemiş olup Şehzade Selim taraftarı bulunan yeniçeriler söz birliği yaparak Şehzade Ahmet’i istemediklerini Şehzade Selim’i hükümdar olarak görmek istediklerini bildirip ileri gelen zevatın evlerini yağma ettiler.[41]

Şehzade Ahmet bu gelişmeler üzerine Anadolu’ya döndü ve Konya’yı ele geçirdi. Şehzade Ahmet’in başarılı olamaması üzerine daha önceden babasına vekalette bulunan Şehzade Korkut Selim aleyhtarları tarafından İstanbul’a davet edilip geldiyse de yeniçeriler ona da muhalefet ettiklerinden başarılı olamadı. Bunun üzerine yeniçeriler padişahın iradesiz bulunduğunu öne sürerek Selim’in kendilerine serdar tayin edilmesini istediler. Sultan Bayezid için Şehzade Selim’i İstanbul’a davet etmekten başka yol kalmamıştı. O da Selim’i hükümdar olmak üzere İstanbul’a davet etti. Olaylar sırasında Bayezid’in hizmetinde bulunan Cenevizli Antonio Menovino’nun naklettiğine göre 19 Nisan’da İstanbul’a gelen Selim, Yenibahçe’de karargahını kurduktan sonra saraya gidip babasının elini öptü. Bayezid onun Anadolu’ya geçmesini isteyince eğer tahtın sahibi olursa bunu yapıp gönül rahatlığı ile savaşabileceğini bildirdi. Bunun üzerine Bayezid saltanatı ona devretti. Böylece yeniçerilerin desteğiyle tahta çıkan Bayezid yaklaşık otuz bir yıllık saltanatının sonunda yine yeniçerilerin devreye girmesiyle 24 Nisan 1512’de tahtan çekildi. II. Bayezid saltanatı oğluna terk ettikten sonra bazı adamlarıyla Dimetoka’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. Selim babasını şehir dışına kadar uğurladı. Bayezid, Çorlu civarında Abalar köyüne varıldığında fenalaştı ve vefat etti. Ölüm sebebi hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Bir kısım yerli ve yabancı kaynaklardaki kayıtlarda zehirlenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.[42] Cenazesi İstanbul’a getirilen Bayezid, bugün kendi adıyla anılan Bayezid Meydanı’nda yaptırtmış olduğu caminin yanında gömülmüş, daha sonra üzerine bir türbe yapılmıştır.[43]

II. Bayezid’in Şahsiyeti ve Yönetiminde Osmanlı Devleti

Sultan II. Bayezid, gençliğinde serbest bir hayat sürmüş ancak padişahlığında ibadete ve hayır işlerine yönelmişti. Bu nedenle Beyazıd-ı Veli ismi ile de bilinmektedir. Mecbur olmadıkça savaştan uzak kalmayı tercih etmiştir. Ancak bu tercihi onun daha sağlığında tenkit edilmesi sonucunu getirmiştir.[44] Şehzadeliğinden itibaren etrafına ilim adamlarını toplamış, onları himaye etmiştir. Kendisi de şair olan Bayezid “Adli” mahlasıyla şiirler yazmıştır.[45] Osmanlı tarihçiliği onun zamanında büyük eserlerini vermiştir. Bayezid şahsen Osmanlı tarihinin yazılmasını teşvik etmiş, bu teşviklerin yanı sıra bu ortamdan cesaret alan tarihçiler Osmanlı tarihlerini yazmışlardır. II. Bayezid İdris-i Bitlisi’ye bir Farsça tarih, İbn-i Kemal’e de bir Türkçe Osmanlı tarihi yazdırtmıştır.[46] Bunlara ek olarak bilinen önemli Osmanlı tarihlerinden bir kısmı da onun zamanında tamamlanmıştır. Neşri tarihi[47] onun zamanında tamamlanırken, Tursun Bey, eseri Tarih-i Ebü’l-Feth’i ona ithaf etmiştir.[48]

II. Bayezid’in saltanatında (1481-1512), Fatih Sultan Mehmet’in izlediği iktisadi politikalar ve bunlara karşı oluşan büyük muhalefet sonucu uzlaşmacı bir siyasetin izlendiği dönem olmuştur. Buna misal olarak II. Mehmet tarafından el koyulup tımar olarak dağıtılan vakıf ve mülk arazilerin tekrar eski sahiplerine iadesi gösterilebilir. Genel olarak barış içinde geçtiğini söyleyebileceğimiz Bayezid Devri’nde dikkati çeken bir iç gelişme yaşanmıştır. Bunun sonucu olarak İstanbul şehri ekonomik müesseseler açısından oldukça ilerleme göstermiştir. Merkezi hazinenin büyümesi devletin ordu ve donanmayı kuvvetlendirmesini sağlamış, ateşli silahlara sahip yeniçeri sayısı artırılırken Cenevizli mühendislerin eşliğinde Akdeniz’de daha önce görülmemiş büyüklükte gemiler inşa edilmiştir. Osmanlı tarihçisi İbn Kemal Osmanlı Devleti’nin güç açısından kendisinden önce gelen diğer bütün İslam devletlerini geçtiğini söylerken bunun en önemli sebeplerinden biri olarak devletlerini korkulur bir deniz gücü haline getirmelerinden önemle bahsetmektedir. Akdeniz’de Osmanlı deniz gücünün yükselişi Osmanlı yönetiminin Arap toprakları, Suriye, Mısır ve Fas’a kadar ulaşmasından Portekizlilerin Kızıl Deniz’den atılmalarına kadar çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sebeple bilinenin aksine Yavuz Sultan Selim ve Sultan Süleyman zamanında ki dünya gücü haline gelişin temelleri II. Bayezid zamanında atılmıştır.[49]

II. Bayezid Dönemi büyük felaketlerin yaşandığı bir dönem olarak da kayıtlara geçmiştir. 1492 ve 1502 yıllarındaki veba salgınları pek çok ölümle sonuçlanırken, yine altı yıl süren kıtlık büyük sıkıntılara yol açmıştır. İstanbul’da 11 Eylül 1509’da başlayıp kırk beş gün süren deprem beş binden fazla can kaybına yol açarken binden fazla ev ve yüzden fazla mescit yıkılmış büyük camilerde de hatırı sayılır hasar meydana gelmiştir. Bu hadise halk arasında “küçük kıyamet” olarak adlandırılmıştır.

II. Bayezid, İstanbul, Amasya, Edirne, Osmancık, Geyve ve Saruhan’da birçok hayır eserleri inşa ettirmiştir. Amasya’daki külliyesi 1481-1486 yılları arasında yapılmıştır. İstanbul’daki külliyesi 1505, Edirne’deki imareti de 1486 yılında tamamlanmıştır.[50]

Doç. Dr. Kenan İNAN

Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 383-392


Dipnotlar :
[1] Cem Sultan hakkında geniş bilgi için bakınız H. İnalcık, “Djem”, El2, II/1963, s. 529-531.
[2] İ. Miroğlu, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Cilt 10, İstanbul, s. 253. Fatih’in ölümünü takiben meydana gelen karışıklıklar hakkında ayrıca bakınız Ğihânnümâ, Die Altosmanische Chronik Des Mevlânâ Mehemmed Neschrî, Theodor Menzel-Franz Taeschner, Cilt I, Leipzig 1951, s. 219-220; Ş. Tekindağ, “Bayezid II’nin Tahta Çıkışı Sırasında İstanbul’da Vukua Gelen Hadiseler Üzerine Notlar”, TD, X/14, 1959, s. 85-96.
[3] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 162-163.
[4] Emecen, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, I. Cilt, s. 26.
[5] Miroğlu, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, s. 255.
[6] Hoca Saadettin, 3, s. 195-198.
[7] Hoca Saadettin, 3, s. 198-201.
[8] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 165.
[9] Hoca Saadettin, 3, s. 203-204.
[10] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 165-167.
[11] Ş. Turan, “Bayezid II”, DİA, 5, İstanbul 1992, s. 235.
[12] M. H. Şakiroğlu, “Cem Sultan”, DİA, 7, İstanbul 1993, s. 284.
[13] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 174.
[14] Ş. Turan, “Bayezid II”, s. 235. Ayrıca bakınız İbn Kemal, VII. Defter, s. 517-520.
[15] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 181.
[16] S. Tansel, Sultan II. Bayezid’in Siyasi Hayatı, İstanbul 1966, s. 70.
[17] Ş. Turan, “Bayezid II”, s. 235. Tursun Bey, (s. 199) Boğdan seferine sebep olarak Boğdan voyvodasının hizmette kusur ettiğini ve cizyesini vermede ihmal gösterdiğini bu nedenle sefer açıldığını belirtmektedir.
[18] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 181-182. Kili ve Akkirman’ın fetihleri hakkında ayrıca bakınız Hoca Saadettin, 3, s. 236-239; Tursun Bey, s. 198-204; İbn Kemal, s. 61-76.
[19] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 183-184.
[20] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 184-186.
[21] Dulkadiroğlu Beyliği hakkında genel bilgi için bakınız R. Yınanç, Dulkadir Beyliği, Ankara 1989.
[22] Tursun Bey, s. 196.
[23] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 190-191.
[24] Konu hakkında tafsilatlı bilgi için bakınız Ş. Tekindağ, “II. Bayezid Devri’nde Çukurova’da Nüfuz Mücadelesi ve İlk Osmanlı Memluk Savaşları”, Belleten, XXXI/123, 1967, s. 345-373.
[25] Hoca Saadettin, 3, (s. 261) Bu savaşta ihmali görünen veya kaçan ileri gelen şahsiyetler Padişah’ın emri ile Hadım Ali Paşa tarafından İstanbul’a gönderilmişler, suçu tekrar eden ve sabit görülen Karagöz Paşa ise öldürülmüş, diğerleri görevlerinden atılmışlardır. Tursun Bey, (s. 211-212) savaştan önce Osmanlı ordusu ümerası arasında Memluklulara karşı savaşıp savaşmama konusunda fikir ayrılığı olduğunu, bir kısım emirlerin savaşmayıp çekilme fikrini kaçmakla eş gören Ali Paşa’nın savaşma kararı aldığını bildirmektedir. Tursun Bey bunlara ek olarak Kale tamiri, bölge havasının uygunsuzluğu sebebiyle Osmanlı askerlerinin yorgun olduğunu, Memlukluların Osmanlı ordusu kanatlarına yaptıkları saldırıda başarılı olduklarını ve son olarak Varsaklar’ın Osmanlı ordusu erzaklarını yağma etmesinin de Osmanlı ordusunun çekilmesinde önemli rol oynadığını belirtmektedir.
[26] Tursun Bey, (s. 209) Memluklularla devam eden savaşın bizzat Padişahın Arap (Mısır) memleketi üzerine gitmesini gerektirdiğini, Padişahın bir kere gitmesi ile Mısır’ın fethedilmesinin mümkün olduğunu, ancak Padişahın kul olan Memluklularla şahsen savaşa girmeden imtina edip “kula kul mukabele ettiğini” belirtmektedir.
[27] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 191-195.
[28] İbn Kemâl, Tevârih-i Âl-i Osmân VIII. Defter, Hazırlayan Ahmet Uğur, Ankara 1997, s. 123.
[29] H. İnalcık, “The Ottoman State: Economy and Society, 1300-1600”, An Economic And Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914, Editörler H. İnalcık-D. Quataert, Cambridge 1994, s. 319-321.
[30] İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osmân VIII. Defter, s. 123-125.
[31] Hoca Saadettin, 3, s. 271-275.
[32] Kemal Reis’in hayatı hakkında bilgi için bakınız İ. Parmaksızoğlu, “Kemal Reis”, İA, VI, s. 567-568.
[33] Venedik’in tanınmış Grimani ailesinden gelen Kaptan Antonio Grimani, korkaklığından dolayı Türk donanmasına saldırmadığı iddiası ile Venedik’te Büyük Konsey önünde mahkeme edilmiştir. Bakınız Venice A Documentary History 1450-1630, Editörler David Chambers & Brian Pullan, Oxford 1992, s. 93-94. Ayrıca bakınız J. V. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi 2, Emir, İstanbul, s. 348-350.
[34] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 214-218.
[35] Safevi Devleti hakkında genel bilgi için bakınız F. Sümer, Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1976; D. Morgan, Medieval Persia 1040-1797, London 1990; R. M. Savory, “Safavid Persia”, The Cambridge History of Islam, Cilt 1A, Editörler P. M. Holt-Ann K. S. Lambton and B. Lewis, s. 394-429.
[36] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 224.
[37] F. Emecen, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, s. 28.
[38] Bu konu hakkında tafsilatlı bilgi için bakınız F. Sümer, Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri’nin Rolü.
[39] Hoca Saadettin, Tacü’t-Tevarih, 4, Sadeleştiren İ. Parmaksızoğlu, İstanbul 1979, s. 47-48.
[40] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 228-231.
[41] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, s. 234-.
[42] II. Bayezid’in zehirletilerek öldürüldüğü yolundaki kaynaklar hakkında bakınız M. Akman, Osmanlı Devletinde Kardeş Katli, s. 72-76.
[43][43] Ş. Turan, “Bayezid II”, s. 237.
[44] Tursun Bey, s. 206.
[45] Ş. Turan, “Bayezid II”, s. 237.
[46] Başlıca Osmanlı tarihlerinin II. Bayezid Dönemi’nde yazılma sebepleri ve bu eserler hakkında bilgi için bakınız H. İnalcık, “The Rise of Ottoman Historiography”, Historians of The Middle East, Editörler B. Lewis and P. M. Holt, London 1962, s. 164-167; V. L. Menage, “The Beginnings of Ottoman Historiography”, Historians of The Middle East, s. 174-179.
[47] Neşri Tarihi hakkında tafsilatlı bilgi için bakınız V. L. Menage, Neshri’s History of The Ottomans The Sources and Development of The Text, London 1964.
[48] Ayasofya Kütüphanesi, 3032 nolu Tursun Bey’in Tarih-i Ebü’l-Feth’i II. Bayezid’in damgasını taşıdığından Bayezid’e sunulmak üzere yapıldığında bir şüphe yoktur. H. İnalcık & R. Murphey, The History of Mehmed The Conqueror by Tursun Bey, Chicago 1978, s. 27-29. Keza Tursun Bey eserini Sultan II. Bayezid için yazdığını açıkça ilan etmektedir. Tursun Bey, s. 7-8.
[49] H. İnalcık, “The Ottoman State: Economy and Society, 1300-1600”, An Economic And Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914, s. 19-20.
[50] Ş. Turan. “Bayezid II”, s. 237. Hoca Saadettin, 4, s. 3-5.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.