Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Memlûkler Dönemi (1250-1517) İlmî Hareketine Genel Bir Bakış

0 14.040

Prof. Dr. İsmail YİĞİT

1. İlmî Hayatın Canlanması

bbasi Hilâfeti’nin Doğu İslâm dünyasını yerle bir eden Moğollar tarafından yıkılışından 6 yıl önce, 1250 yılında Mısır’da kurulan Memlükler, hakimiyetlerini 1517 yılında Osmanlılar tarafından yıkılmalarına kadar sürdürdüler. Memlük tarihçilerinin Türk Devleti adıyla zikrettiği bu büyük ve uzun ömürlü devletin tarihi, günümüzde genellikle sultanlarının mensup olduğu ırka göre ikiye ayrılarak incelenmekte, Türk asıllı sultanların hüküm sürdüğü birinci döneme (1250-1382) “Bahrî Memlükler veya Türk Memlükleri”, Çerkez asıllı sultanların hüküm sürdüğü ikinci döneme (1382-1517) ise “Burcî Memlükler veya Çerkez Memlükleri” isimleri verilmektedir

1260 yılında, kuruluşlarından sadece 10 yıl sonra, Doğu İslâm dünyasını kasıp-kavuran Moğolları Aynicâlut’ta hezimete uğratarak adeta tarihin akışını değiştiren Memlükler, kazandıkları bu mühim zafer sayesinde, başta ülkeleri Mısır ve Suriye olmak üzere İslâm dünyasının kalan kısmını, bütün insanlığı tehdit eden Moğol tehlikesinden kurtarmakla iyi bir başlangıç yapmışlardı. Onlar, bu üstün hizmetlerini, İlhanlı Moğollarına ve onlarla işbirliği yapan Orta Doğu Haçlı prensliklerine karşı yürüttükleri başarılı mücadeleyle sürdürdüler. Moğolları durduran ve söz konusu Haçlıları nihâî olarak bölgeden çıkaran Memlükler, Mısır Abbâsî Hilâfeti’nin merkezi olmak ve mukaddes Hicaz bölgesinin hakimiyetini üstlenmekle elde etmiş oldukları merkez ve en güçlü İslâm devleti olma özelliklerini, dengenin Osmanlılar lehine bozulmasına kadar iki asırdan fazla devam ettirdiler. Bu siyâsî ve askerî başarılar yanında, Memlükler devri, eşine az rastlanır parlak bir ilmî harekete sahne oldu.

Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilen İslâmî fetihlerden itibaren canlı bir ilmî hayata sahip olan Kahire ve Dımaşk, Memlüklerin kuruluş yıllarında, İslâm dünyasının en önemli iki kültür merkezi haline gelmişti. Çünkü İslam dünyasının doğuda Moğollar ve Haçlılar, Endülüs’te ise Muvahhidleri yıkarak Müslümanlara ait merkezlerin çoğunu istilâ eden Haçlılar yüzünden tarihinin en önemli krizini yaşadığı bu yıllarda, zamanın güvenlik içindeki yegane İslâm ülkesi olan Memlük Devleti’nin himayesine sığınan Müslüman mültecilerin arasında, bu ülkelerin en mümtaz alimleri de bulunuyordu. Bu alimlerin de katılmasıyla Memlük Devleti’nin başşehri Kahire, birkaç yıl önce Moğollar tarafından tahrip edilen İslam dünyasının en önemli kültür merkezi Bağdat’ın yerini aldı. Abbasi Hilafeti’nin Memlüklerin himayesinde Kahire’de yeniden kurulması da, Memlük başkentini aynı zamanda İslam dünyasının en önemli siyasî ve dînî merkezi haline getirmişti.[1] Bu gelişme, ülkeye gelen alimlerin sayısını daha da arttırdı. Salâhaddin-i Eyyûbî ve halefleri tarafından yaptırılmış olan çok sayıdaki medrese, zamanın en ünlü alimlerini bir araya getiren kurumlar oldu. Doğu ve Batı İslam dünyasının ilim yıldızlarını bünyesinde toplayan Kahire ve Dımaşk medreselerinde merkezileşen ilmî hareket, Memlük sultanlarının da desteğiyle büyük bir gelişme gösterdi. İlme ve ilim adamlarına büyük önem veren sultanlar ve diğer devlet adamları, adeta birbirleriyle yarışarak çok sayıda medrese inşa ettirdiler ve bu medreselerde görev yapan müderrisler, okuyan talebeler ve hizmetlilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak geniş vakıflar tahsis ettiler. Onların bilhassa Kahire ve Dımaşk’ta yaptırmış olduğu bu müesseselerden günümüze kadar ayakta kalanlar, Memlük ilmî hareketinin canlı şahitleri durumundadırlar.

Memlük sultanlarından bazıları, ilim ve ilim adamlarına büyük değer veriyor ve onları saraylarına çağırarak ilmî meclisler düzenliyorlardı. İbn Tağrîberdî’nin bildirdiğine göre, tarih dinlemenin tecrübeden daha önemli olduğunu söyleyen I. Baybars, tarihçilere büyük ilgi gösteriyor ve onları dinlemeyi seviyordu.[2] Yine onun alimlere ve şeyhlere hürmet ettiği, bilhassa Şeyh Hızır’ın bütün söylediklerini yerine getirdiği,[3] dînî meselelerdeki hataları yüzünden kendisini şiddetli bir dille uyaran büyük alim Nevevî’ye sonuna kadar tahammül gösterdiği bilinmektedir.[4] Önemli sultanlardan Muhammed b. Kalavun da alimlere büyük değer verir, sık sık onlarla toplantı yapardı. Ünlü tarihçi Ebü’l-Fidâ onun yakın dostuydu. O, meşhur alim İbn Teymiye’ye de hürmet eder; hatta onu ayakta karşılardı.[5] el-Melikü’n-Nasır Hasan ve Müeyyed Şeyh el-Mahmudî gibi ilimle bizzat meşgul olan sultanlar vardı. Siraceddin Bulkînî’den aldığı Sahih-i Buhârî icâzetnâmesini seferlerinde dahi yanında götüren Şeyh el-Müeyyed,[6] Aynî’nin anlattığına göre, haftada iki gün alim ve salihlerden bir grubu toplar, yapılan ilmî tartışmalara müeddep bir şekilde bizzat katılırdı. Çoğu Cuma akşamlarında da, fukahâ, kurrâ ve vaizlerin katıldığı mecliste, gece yarısına kadar Kur’an okunur, ilmî tartışmalar yapılırdı.[7] Kelam, fıkıh, tefsir, nahiv ve belâgat ilimlerinde geniş bilgisi olan ve siyer ve tarih kitaplarını okumaya ve güzel sanatlara düşkünlüğüyle bilinen Kansuh el-Gavrî’nin huzurunda toplanan ilim meclisleri de meşhurdu. Sultan ilmî tartışmalara alimlerden biri gibi katılırdı.[8] Sultanların bu şekilde ilme değer vermeleri ve alimlerle yakından ilgilenmeleri, şüphesiz ki, ilmî hayatın canlanmasına ve ilim müesseselerinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.

2. Eğitim ve Öğretim Müesseseleri

A. Mektepler/İlkokullar

Memlükler zamanında özel ve genel olmak üzere iki tip ilkokul/mektep bulunuyordu. Geçimini öğretmenlikten kazanmak isteyen şahıslar tarafından açılan özel ilkokullarda öğrenci velilerinden belirli bir ücret alınırdı. Genel mektepler ise, sultanlar, diğer devlet adamları ve büyük tüccarlar tarafından sırf Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla inşâ ettirilir, bütün ihtiyaçları devlet veya bu eserlerin sahiplerince yapılan vakıflar tarafından karşılanırdı.[9] Genellikle cami, medrese ve hastanelerin bünyesinde yer alan[10] ve asıl maksat yetim çocuklarını himaye olduğu için Mekâtibü’l- eytâm/yetim mektepleri adıyla bilinen bu mekteplere yetim çocuklar yanında fakir ve asker çocukları da devam ederdi. Mekteplerde okuma-yazma öğretimiyle birlikte, Kur’an-ı Kerim ve bazı hadis metinleri okutulur, hafızlık yaptırılır, ilmihal bilgileri, temel hesap bilgileri ve yazışma usulleri öğretilirdi. İlköğretimden hedeflenen, çocukların en uygun usulle iyi bir şekilde yetişmelerini sağlamak ve onları faydalı birer insan olmaya hazırlamaktı. Bu maksatla edep ve görgü kaideleri üzerinde hassasiyetle durulur, çocuklara anne-babalarına itaat etmeleri, iyi alışkanlıklar edinmeleri ve kötülüklerden uzak durmaları tavsiye edilirdi.[11]

İlkokul öğretmenlerinde güzel ahlak sahibi, ilim ve amel bakımından ehil kimseler olmaları şartları aranırdı. İbnü’l-Uhuvve bu şartlar hakkında şöyle demektedir:

“Muallimin ehl-i salah kişilerden, güvenilir, iffet sahibi, hafız-ı Kur’an, güzel yazı yazan ve hesabı iyi bilen biri olması şart koşulurdu. Onun evli olması tercih edilir, güzel ahlak ve dindarlığıyla tanınmış çok yaşlı olanları hariç bekarların çocukları okutmak için mektep açmasına izin verilmezdi. Bununla birlikte, muallimlik izni, ancak ehliyetinin kesin olarak bilinmesi ve güvenilir kimselerin tezkiyesi şartıyla verilirdi.”[12] Muallimlerde bulunması gereken bu şartlar, çoğu kere mektepler için hazırlanan vakfiyelerde yer alırdı.[13] Mekteplerde çalışan diğer görevliler için de güzel ahlak sahibi olma şartları aranırdı.[14]

Mekteplere başlama hususunda en makbul yaş 7 olmakla birlikte, ailelerin pek çoğu daha küçük yaşlardaki çocuklarını da gönderirlerdi. Öğretim süresi, çocuğun kabiliyetine göre değişmekle beraber, ergenlik yaşına ulaşanların ilişiği kesilirdi; ancak hafızlıklarını tamamlamak gibi özel bir durumları olanlara, bir süre daha devam izni verilirdi. Ayrıca her mektebe devam edecek öğrencilerin azami sayısı vakfiyelere yazılırdı.[15]

Mekteplerde günlük program güneşin doğmasından itibaren başlar ve ikindiye kadar devam ederdi. Cuma günleriyle dînî bayramlardan önce ve sonra birkaç gün resmî tatil olurdu. Mekteplerde hafızlığını tamamlayanlar için görkemli hatim merasimleri yapılır, güzel bir şekilde giydirilen hafızlar, en güzel şekilde süslenmiş atlara bindirilerek şehrin caddelerinde dolaştırılırdı. Bu mektepleri başarıyla tamamlayanların önemli bir kısmı, üst seviyedeki eğitim-öğretim kurumları olan medreselere devam ederdi.

B. Medreseler

Medreseler, İslâm dünyasında bir eğitim kurumu olarak ortaya çıkışından itibaren Ehl-i Sünnet kültürünü güçlendirmek gibi önemli bir misyon üslenmişti. 1055 yılında Bağdat’a girerek Abbâsî Hilâfeti’ni Şîî Büveyhîlerin hakimiyetinden kurtaran Selçuklu sultanları, bir asırdan fazla Bağdat’a hakim olan bu hanedan zamanında halk arasında yayılmış aşırı Şîî düşünce ve inançları ortadan kaldırarak Ehl-i Sünnet ilkelerini hakim kılmak için ilmî hareketi canlandırmaya büyük önem vermişlerdi. Bu maksatla dinin doğru öğretilmesini sağlayacak müesseseler olarak gördükleri medreseler inşâ ettirerek kısa sürede onların sayısını arttırdılar. Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan (1064-1072) ve veziri Nizamülmülk, inşa ettirdikleri Nizamiyye medreseleriyle bu konuda önemli bir çığır açarak kendilerinden sonrakilere öncülük etmişlerdi.

Başta fıkıh ilmi olmak üzere dînî ilimler ve Arap dili öğretimine dayanan medrese geleneği, Selçuklulardan sonra Zengiler ve Eyyubiler tarafından da devam ettirildi. Suriye’de ilk medreseler, Batınîlere karşı Ehl-i Sünnet düşüncesini yaymak ve ülkede siyasî birliği temin etmek için başlatmış olduğu çalışmada medreselere büyük önem veren Nureddin Zengi tarafından inşa ettirilmişti. Mısır’da ise, Eyyubilerin kurucusu büyük devlet adamı Salahaddin-i Eyyûbî tarafından yaptırıldı.[16] Devletini Şîî Fatımî Devleti’nin enkazı üzerine kuran Salahaddin, yönetimi ele geçirdikten hemen sonra, Kahire’de, dört Sünnî mezheb üzere medreseler açtı. Maksadı 962-1171 yılları arasında bir asırdan daha fazla Şîî Fatımî Devleti’nin merkezi olarak kalan ülkesinde Şîî düşüncenin izlerini silmek ve Sünnî mezhebleri güçlendirmekti. O, Suriye’yi hakimiyeti altına aldıktan sonra Dımaşk’ta da yeni medreseler yaptırdı. Onun halefleri ve diğer devlet ricali, bu faaliyetinde onu taklit ederek büyük şehirlerde çok sayıda medrese inşâ ettirdiler.

Dolayısıyla, Mısır ve Suriye tahtını Eyyubilerden devralan Memlüklerin kurulduğu yıllarda ülkede pekçok medrese bulunuyordu. Eyyûbî devlet adamlarını örnek alan Memluk sultanları ve büyük emirler, medrese, cami, hangâh ve zaviye gibi her biri önemli kültür merkezi olan müesseseler inşa ettirmek hususunda birbirleriyle yarıştılar. Medreselerin müderrislerini bizzat kendileri tayin eden Memluk sultanları, müderris ve talebelerin ihtiyaçlarını karşılamak hususunda çok cömert davranırlardı. İçlerinden bazıları, bu medreselere giderek, zamanın meşhur alimlerinin vermiş olduğu dersleri takip ederlerdi.

Fıkıhla birlikte diğer dînî ilimler ve dil ilimlerinin de okutulduğu bu medreselerin ekseriyyeti, dört mezhebten birine ait fıkıh medresesi hüviyetini taşıyordu. Bazı medreselerde ise iki, üç, ya da dört mezhebin fıkhı birlikte okutuluyordu. Bu fıkıh medreseleri yanında, Daru’l-Kur’an ve Daru’l-hadis adı verilen Kur’an ve Hadis ilimlerine mahsus ihtisas medreseleri mevcuttu. Bu şekilde dini ilimler ve Arap dilinin okutulduğu medreselerin sayısı, Memlükler zamanında büyük rakamlara ulaşmıştı. Başkent Kahire’de, bazıları faal olmamakla beraber, 74 medrese mevcuttu. Makrizî’nin Kahire topoğrafyasına dair “el-Hıtat” isimli eserinde tanıttığı bu medreselerin mezhepler ve okutulan ilimlere göre dağılımı şöyleydi:

Şafiî medreseleri                           14
Malikî medreseleri                         4
Hanefî medreseleri                        10
Şafiî-Malikî medreseleri                 3
Şafiî-Hanefî medreseleri               6
Malikî-Hanefî medreseleri             1
Dört Mezheb medreseleri              4
Daru’l-hadis                                   2
Mezheb belirtilmeyenler                25
İnşaat halindekiler                         5

Toplam                                         74

Memlükler devrinde Suriye’nin merkezi Dımaşk’ta (Şam) bulunan medreseler, sayı bakımından Kahire medreselerinin iki katından daha fazlaydı. Nuaymî, bu medreseleri ve oralarda görev yapan müderrisleri tanıttığı meşhur eserinde,[17] toplam olarak 159 medrese hakkında bilgi vermiştir. Onun tasnifine göre, fıkıh medreseleri Kahire’dekilerden farklı olarak tek mezhebe aittir, yine burada Kahire’de adı geçmeyen Dâru’l-Kur’anlar ve müstakil tıp medreseleri vardır. Şam medreselerinin ilimlere ve mezheblere göre dağılımı şöyledir:

Daru’l-Kur’an                                7
Daru’l-hadis                                  16
Daru’l-Kur’an ve’l-hadis                3
Şafiî medreseleri                          63
Hanefî medreseleri                       52
Malikî medreseleri                        4
Hanbelî medreseleri                     11
Tıp Medreseleri                            3

Toplam                                         159

Memlükler zamanında diğer şehirlerde de çok sayıda medrese bulunuyordu. Hatta ünlü seyyah İbn Battûta, Mısır medreselerinin sayılamayacak kadar çok olduğunu söylemiştir.[18] Önemli ilim merkezlerinden biri olan Kudüs’teki medreselerin sayısı ise 40 civarındaydı.[19]

Bu medreseler zengin kütüphanelere sahipti. Ayrıca pek çoğunun bünyesinde önce işaret ettiğimiz gibi yetim ve yoksul çocuklar için yapılmış mektepler mevcuttu. Bu medreselerde görev yapan müderrisler, okuyan talebeler ve orada görev yapacak hizmetlilerin her birinin ihtiyacı medreseye tahsis edilen gelirlerden karşılanırdı. Medrese yaptıran sultan veya emir, inşâatın başlaması safhasında veya açılış merasiminde, medreseye tahsis ettiği vakıfları açıklardı. Makrizî, Zâhiriyye medresesi hakkında verdiği şu bilgi, durumu açıklamaya yeterlidir:

“2 Rebiülahir 660 günü temeli atılan medresenin inşaatı 2 yılda tamamlandı. İnşaatın başladığı günlerde Şam’da bulunan Sultan (el-Melikü’z-Zâhir Rükneddin Baybars), bu medreseye tahsis ettiği vakıfların listesini emir Cemaleddin b. Yağmur’a göndererek, ona, bu inşaatta hiç bir şekilde ücretsiz usta ve işçi çalıştırılmamasını ve çalışanların ücretlerinin de eksiksiz olarak ödenmesini emretti… Medresede bir kütüphane yapılmıştı. Bu kütüphane, çeşitli ilim dallarında yazılmış başlıca eserleri ihtiva ediyordu. Ayrıca medresenin yanında Müslümanların yetim çocuklarının Allah’ın kitabını öğrenmelerini sağlamak için bir mektep inşa edilmişti. Bu çocuklara, elbise ve burslar dağıtıldı…”[20]

Makrizi’nin kayıtlarına göre, Karasungûriyye, Elbûbekriyye, Sâbıkiyye ve Cemâliyye medreselerinde de birer kütüphane ve birer yetim mektebi bulunuyordu.[21] Dımaşk tarihçisi Nuaymî de, Şam medreselerindeki yetim mektepleri hakkında malumat vermiştir.[22]

Kahire’deki Mansuriyye[23] ve Müeyyediyye medreselerinde tıp dersleri verildiğinin bildirilmesi[24] bu medreselerin bazılarında, tıp ve diğer müsbet ilimlerin de okutulduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Nuaymî’nin Dımaşk’taki 3 adet tıp medresesini tanıtması, az sayıda da olsa müstakil tıp okullarının bulunduğunu ortaya koymaktadır.[25]

Talebe mevcudu, medrese binalarının ve vakıf gelirlerinin kapasitesine göre değişiyordu. Muasır tarihçilerin, “dünyada benzeri yok”[26] diye tavsif ettikleri Sultan Hasan en-Nasır medresesesinin öğrenci sayısı 400.[27] Şeyh el-Müeyyed’in az önce adı geçen Müyyediyye’nin öğrenci sayısı ise 155 idi.[28] Memlükler zamanında görüldüğü şekilde sayıları oldukça artan medreseler, ilim ve te’lifle uğraşan yeni nesillerin yetişmesine ve yoğun bir ilmî faaliyete zemin hazırladı. İslâmî ilimlere yeni bir altın devir yaşatan dönem alimleri, sahalarında yerleri doldurulamayan kıymetli eserler kaleme aldılar.

Diğer taraftan, Osmanlı ilmî muhitinin teşekkülünde, Memlük medreselerinde yetişen alimlerin büyük katkıda bulundukları görülmektedir. Bu alimlerin başında, Orhan Bey zamanında açılan ve ilk Osmanlı medresesesi olan İznik medresesinin ilk başmüderrisi, Davud el-Kayserî (ö. 1350) gelmektedir. Tahsilini Mısır’da tamamlayan bu alim, başmüderrislik görevini 20 yıl sürdürmüş, ilmî şahsiyetiyle talebeleri üzerinde etkili olmuş ve tasavvufun Osmanlı ülkesinde kolaylıkla benimsenmesini sağlamıştır.[29] Onun gibi tasavvufun yayılmasında etkili olan meşhur Osmanlı alimi Şemseddin Fenâri de yüksek tasilini Mısır’da yapanlardandı.[30] Dımaşklı meşhur kırâat alimi İbnü’l- Cezerî, Bursa’da 4 yıl kalmış, bu sürede çok sayıda talebe yetiştirmişti. Osmanlı ilim yıldızlarından Molla Güranî de, tahsilini Memlük medreselerinde tamamlamıştı.

C. Câmiler

Asr-ı Saâdet’ten itibaren aynı zamanda bir ilim merkezi olan camiler, sadece eğitim ve öğretim faaliyetini yürüten medreselerin ortaya çıkmasından sonra da bu fonksiyonunu devam ettirdi. Medreselerin son derece yaygınlaştığı Memlükler döneminde de ülkenin büyük câmileri, dînî ilimlerin okutulduğu önemli medreseler durumundaydı. Câmi ve mescidlerde kurulan ders halkalarına, talebeler yanında normal cemâatten kimseler de katılabiliyordu. Bu bakımdan herkese açık birer öğretim kurumu özelliği taşıyor ve bütün halkın aydınlatılmasına katkıda bulunuyordu.

İslâmî fetihlerin ardından Mısır’da inşâ edilen ilk câmi olan Amr b. As Câmii’inde Memlükler zamanında fıkıh öğretimi yapılan 8 ders salonu bulunuyordu.[31] İbn Tulun Câmii’nde ise dört mezheb fıkhı yanında, tefsir, hadis ve tıp dersleri veriliyordu.[32] Sultan Baybars tarafından tamir ettirildikten sonra yeniden açılan Ezher Camii de, ilim meclisleriyle meşhurdu.[33] Hakim Camii’nde, dört mezheb fıkhı yanında hadis ve nahiv dersleri veriliyordu.[34] Büyük câmilerden olan ve dört mezheb fıkhı okutulan Müeyyediyye’yi inşa ettiren Sultan Şeyh el-Müeyyed (1412-1421), İbn Hacer gibi bazı müderrislerin derslerini zaman zaman bizzat dinlerdi.[35] Âmir câmii, Kur’an-ı Kerim, Kur’an ilimleri, fıkıh, hadis ve nahiv ilimlerinin okunduğu, vaaz ve zikir halkalarının kurulduğu önemli merkezlerden biri idi.[36] Şam şehrinde ise, 8 ders salonu ve zamanın meşhur alimlerine ait çok sayıda ders halkasının mevcut olduğu meşhur Ümeyye Camii, şehrin en önemli ilim merkezlerinden biri durumundaydı.

Müeyyediyye’de olduğu gibi, bazı camilerde zengin kütüphaneler mevcuttu. Kal’atülcebel’deki pek çok kitabın nakledildiği bu kütüphane, Katibu’s-sır Nasırüddin el-Barizî’nin 500 cilt kitap bağışıyla daha da zenginleşti. Zamanın sultanı, bağış sahibini, cami hatipliği ve kütüphane müdürlüğü yanında bu görevin evlâdında kalmasıyla taltif etmişti.[37]

D. Hangâh, Ribat ve Zâviyeler

İslam tasavvufunun altın çağını yaşadığı Memlükler zamanında, tarikatlara ait müesseselerin sayısı da son derece artmıştı. Sultanlar, emirler ve büyük tüccarlar, tekke ve zâviye inşaatında sanki birbirleriyle yarışmışlardı.[38] Sûfilerin barındığı ve tarikat âdâbını yerine getirdiği bu müesseseler, bir ibâdet ve zikir yeri olmanın yanında, zengin kütüphaneleri ihtiva eden birer eğitim-öğretim kurumu özelliğini taşıyordu. Buralarda tasavvufla birlikte diğer dini ilimler de okutulurdu. Meselâ, Şeyhû Hangahı’nda dört mezheb fıkhı, hadis, kırâat ve tasavvuf,[39] 400 sûfî ve l00 askerin barındığı Baybars el-Çaşngir Hangâhı’nda ise hadis dersleri veriliyordu.[40] Kadınlara mahsus ribatlarda da, tasavvufi eğitim yanında, kadın öğretim üyeleri tarafından vaaz veriliyor ve fıkıh okutuluyordu. Bu ribatlardan biri olan Bağdâdiyye Ribatı, eşleri tarafından boşanan veya eşlerinden ayrılan kadınlara tahsis edilmişti. Bu kadınlar kocalarına dönene veya başka bir erkekle evlenene kadar burada korunuyorlardı.[41]

Önemli birer öğretim yuvası olan bu müesseselerin sayısı oldukça fazlaydı. Makrizî, Kahire’de mevcut, 22 hangâh, 11 ribat ve 25 zâviye hakkında bilgi vermiş,[42] Şam tarihçisi Nuaymi ise, Dımaşk’taki 29 hangâh, 21 ribat ve 25 zâviyeyi tanıtmıştır.[43] Memlükler dönemi fikrî hareketine damgasını vuran meşhur alimlerden bazıları, bu müesselerde görev yapmışlardır. Bu alimlerden İbn Haldun, Baybars Hangâhı şeyhliği yapmış, aynı vazifeyi yürüten İbn Hacer ise orada hadis imlâ ettirmiş; Şeyhûniyye Hangâhı’nda da fıkıh ve hadis dersi vermiştir. Şeyhûniyye şeyliği görevinde bulunan Muhyiddin el-Kâfiyeci de çok sayıda talebe okutmuştur. Suyûtî ve Bedreddin Aynî Berkûkiyye; Abdülbâsıt el-Hanefî ise Şeyhûniyye Hangâhı sûfilerindendir.[44] Uzun bir süre müderrislik ve hangâh şeyhliğinden sonra Kahire dışında yaptırdığı zaviyesine çekilip bütün ihtiyaçlarını bizzat karşıladığı talebeleriyle meşgul olan Burhaneddin İbnâsî de bunlardan biridir.[45]

E. Hastaneler

Memlük sultanları ve diğer devlet ricali tarafından yaptırılan ve zamanına göre son derece gelişmiş olan hastanelerin, eğitim-öğretim kurumları arasında önemli bir yeri vardı. Hastanelerin ilgili bölümlerinde tıp öğretimi yapılıyor, bu müesseselerde teori ve pratik bir arada yürütülüyordu. Tıp öğretiminin yapıldığı bu birimler, tıp alanında yazılmış kitaplar ve tıbbî aletlerle teçhiz edilmişti. Buralarda yetişen doktorlar, branşlarına göre farklı kitaplardan imtihana alınır, kazananlara hekimlik icazeti verilirdi.[46] Medreselerle ilgili kısımda geçtiği gibi, ayrıca tıp okutulan özel medreseler de mevcuttu. Nuaymî’nin bildirdiğine göre, dönemin meşhur doktorlarının vakfı olarak kurulan Dımaşk’taki üç tıp okulundan ilki, Eyyûbîler döneminde meşhur tabip Mühezzebüddin Abdürrahim b. Ali ed-Dıhvâr tarafından yaptırılan “ed-Dıhvâriyye Medresesi” idi. Küçük kan dolaşımını keşfeden Memlük doktoru İbnü’n-Nefis, burada öğrenim görenlerdendi. Diğer iki tıp okulu Düneysiriyye ve Lebbûdiyye de bânilerinin adını taşıyordu.[47] Yine medreseler bölümünde geçtiği gibi, dînî ilimlerin okutulduğu bazı medreselerde de tıp dersi verilirdi.

3. İlmî Çalışmalar ve Meşhur Alimler

A. Dini İlimler

Memlüklerin hükümran olduğu iki buçuk asırlık uzun zaman dilimi içinde, dînî ilimlerin her branşında pek çok büyük alim yetişmiştir. Tek bir ilimde ihtisaslaşmak yerine pek çok ilimde birden derinleşmenin söz konusu olduğu bu dönemde, yeri geldikçe isimlerini vereceğimiz alimlerin büyük kısmı, bir ilim dalında daha meşhur olmakla birlikte, bütün ilimlerde yetişmiş komple ilim adamları durumundadırlar. Bu yüzden, pek çoğunun ismi, zarûrî olarak birkaç defa zikredilecektir.

a) Kırâat: Memlükler dönemi ilmî hareketi, Kur’an ilimlerinde büyük isimler yetiştirmiştir. Kırâat ilmi sahasında yeri doldurulamayacak eserlerin sahibi İbnü’l-Cezerî bunlardan biridir. 1395 yılından Ankara Savaşı’na kadar Bursa’da kalan ve orada kırâat müderrisliği yapan bu büyük alim, Osmanlı ilmî hareketine de önemli katkıda bulunmuştur.[48] Cerâidî, İbnü’s-Serrac el-Ca’berî ve İbrahim b. Musa el-Kerekî bu sahada eserler yazan diğer kırâat üstadları olmuştur.[49]

b) Tefsir: Memlükler dönemi müfessirleri, diğer sahalardaki muasırları gibi, mufassal eserler yazarak, tefsir tarihinin en geniş örneklerini ilim alemine sunmuşlardır. Bütün tefsirleri tek bir kitapta toplama faaliyetine de rastlanan bu dönemde, rivâyet, dirâyet ve ahkâm tefsirlerinin en güzel örnekleri yazılmıştır. İhtisar, hâşiye ve sûre tefsiri geleneği de oldukça yaygın olmuştur. Tefsir tarihinin mühim isimleri arasında yer alan pek çok müfessir bu dönemde yaşamıştır. Endülüs’te yetiştikten sonra Mısır’a gelen ve ömrünün son safhasını Memlüklerin merkezi Kahire’de geçiren Kurtubî, ahkâm tefsiri özelliğini taşıyan ve dirayet tefsir metoduna göre yazılmış tefsirlerin en güzel örneklerinden sayılan eserini yazmıştır. Rivâyet tefsirinin en sağlam ve en güzel örneklerinden birini kaleme alan İbn Kesir, Gırnata şehrinde doğan ve tahsilini Endülüs’te tamamladıktan sonra Kahire’ye gelerek muhtelif medreselerde müderrislik yapan ve tefsirinde nahiv, kırâat ve i’rap konularına geniş yer veren Ebu Hayyan el-Endelûsî, en muteber kısa tefsirlerin başında gelen Celâleyn tefsirinin yazarları Celâleddin Mahallî ve Suyûtî döneme damgalarını vuran diğer müfessirlerdir. Suyûtî’nin ed-Dürrü’l-mensûr isimli tefsiri de rivayet tefsir metoduna göre yazılan meşhur eserlerden biridir. İbnü’l-Münîr, Dîrînî, İbnü’n- Nakîb el-Makdisî, İbnü’l-Bârizî ve Burhaneddin Bikâî, Memlükler döneminin diğer meşhur müfessirleridir.[50]

Müfessirlerin hal tercümelerine tahsis edilen ilk kitaplar da bu dönemde yazılmıştır. Bu türün ilk örneği Suyûtî’ye aittir. Bu geleneği onun talebesi tefsir tarihi sahibi Dâvûdî devam ettirmiştir.

c) Hadis: Memlükler zamanı, hadis ilmi için de çok verimli bir dönem olmuştur. Hadis ilminin altın devirlerinden biri kabul edilen[51] bu dönemin alimleri tarafından yazılan hadis şerhleri ve rical kitapları, bu sahanın en güvenilir eserleri arasında önemli bir yere sahiptir. Zamanın muhaddisleri, başlıca hadis kaynaklarının cem ve telfikini yapmak, onlara istidrak, zevaid ve şerh mahiyetinde eserler yazmak, ya da onlardaki belirli konulara dair hadisleri toplayan kitaplar hazırlamakla meşgul olmuşlardır. Bu dönem hadis çalışmaları, başlıca hadis kaynaklarına yazılan mufassal ve mükemmel şerhleriyle temayüz etmektedir. Bu şerhlerin başında da İbn Hacer, Aynî ve Kastallânî’nin Sahih-i Buhari şerhleri, Nevevî’nin Sahih-i Müslim şerhi gelmektedir.

Tabakat ve tercüme-i hal eserleri için parlak bir sayfa olan Memlükler devri ilmî hareketinde, bu çalışmalardan en büyük payı, hadis ilmi almıştır. Çünkü hadis râvileri hakkında yazılmış en muteber ricâl kitaplarının çoğu bu dönemde yazılmıştır. Mizzî, İbn Hacer, Zehebî ve Sehâvî gibi cerh ve ta’dil alimlerinin eserlerini hatırlatmak yeterli olacaktır. Diğer taraftan, hadis tarihinin en başarılı zevâid kitapları ve ahkâm hadislerini toplayan eserlerin en güzel örnekleri yine bu devirde te’lif edilmiştir. Heysemî, İbn Hacer, İbn Dakîk bu nevi çalışmaların başarılı isimleri olmuşlardır. Yine Nevevî’nin meşhur eseri başta olmak üzere kırk hadis geleneğinde başarılı eserler yazılmıştır. Dimyâtî, İbnü’t- Türkmânî, Moğoltay b. Kılıç, İbn Receb, Hafız el-Irâkî, Suyûtî ve Zekeriyya el-Ensârî de zamanın meşhur muhaddislerindendir.

Daru’l-hadisleriyle şöhret kazanan Memlükler zamanı hadis çalışmalarında dikkat çeken önemli bir husus da, çok sayıda kadın hadisçinin yetişmiş olmasıdır. İbnü’l-Cezerî’nin hocalarından Sittü’l- Arab, İbn Hacer’in hocalarından Âişe bint Muhammed ve Sehâvî’nin, “ölümüyle Mısır, hadis rivâyeti bakımından bir derece kaybetti.”[52] diye övdüğü Sâra bint Cemâa bunlara örnektir.

d) Fıkıh: Medreselerden bahsettiğimiz yerde geçtiği gibi, birkaç ihtisas medresesi hariç, onların tamamı fıkıh medresesi olup bu okullarda ağırlıklı olarak fıkıh ilmi okutuluyordu. Medreselere devam eden öğrencilerin sayısı büyük rakamlara ulaşıyordu. İlmi faaliyetin büyük bir yoğunluk kazandığı, alim ve talebe sayısının son derece arttığı bu dönemde, fıkıh çalışmalarının mezheb taassubu ve taklid damgası taşıdığı ve çalışmalarda nakilcilik ve ezberciliğin ağır bastığı görülmektedir. Dolayısıyla Hicri VI-VIII. asırların ilmî faaliyetler açısından şöhreti, Ebu Zehra’nın belirttiği gibi, düşüncenin gelişmesi değil, alim sayısının çoğalması ve ilmin büyük bir yaygınlık kazanması olmuştur.[53] İlmî harekete damgasını vuran bu özelliğin en önemli sebebi, yaygın kanaate göre, dindarlıklarıyla temayüz eden Memlük sultanlarının, Ehl-i Sünnet düşüncesinin dışına çıkan fikrî ve felsefî akımlara karşı müsamahasız davranmalarıdır. Bu çerçevenin dışına çıkanların siyasi baskılara maruz kalıp çeşitli cezalara çarptırılması, hukukçuları şerh, ihtisar ve haşiye yazmaya yöneltmiştir.[54] Herşeye rağmen, dirayetli fıkıh alimlerinin çokluğu bakımından Memlükler zamanı büyük bir zenginlik arz etmektedir. İbn Kesir’in Kahire’nin en büyük medreselerinden Nâsriyye’deki müderrislerin sayısı hakkında verdiği rakamlar, bu alimlerin sayısının ne kadar yüksek olduğunu açıkça göstermektedir. Bu alimin bildirdiğine göre, Hicrî 724 yılında bu medresede görev yapan dört mezhebden her birine ait 30 fakih sayısı 54’e çıkarılmış ve toplam sayı 216 olmuştur.[55]

Şafii fakihlerden İzzeddin b. Abdüsselam, İbn Dakîki’l-îd, Sadreddin b. Vekil, Bedreddin b. Cemâa, Takiyyeddin es-Sübkî, Taceddin es-Sübkî ve Bulkînî; Hanefi fakihlerden Zeyleî, Kâkî, İbn Ebi’l-Vefâ, Ekmelüddin el-Babertî, İbnü’z-Ziya; İbnü’l-Hümam, İbn Kutluboğa ve İbn Arabşah; Hanbelî fakihlerden Tûfî, İbn Teymiye, İbn Kudâme ve İbn Kayyim el-Cevziyye; Malikî fakihlerden Karafî ve İbn Ferhun, bu döneme damgasını vuran fıkıh alimlerinin en meşhurlarıdır.[56]

e) Kelâm: Önceden yapılan kelâmî çalışmaların yeterli bulunduğu anlayışının yaygın olduğu bu dönemde, kelâm ilmi, diğer dînî ilimlerin gördüğü alâkayı görmemiştir. Dönemin büyük alimi İbn Haldun’un bu ilim hakkındaki şu sözleri, bunun sebebini açıklamaktadır:

“Özetleyecek olursak, bilinmesi gereken şudur ki, kelâm ilmi, bu devirde talebeler için zarûrî olmayan bir ilimdir. Zira inkarcılar ve bid’at ehli artık ortadan silinmişlerdir. Ehl-i sünnet imamları, yazdıkları kitaplarla, bizi onlardan kurtarmışlar, onlara karşı zafer kazanarak bizi onlarla uğraşmaktan müstağnî kılmışlardır.”[57] Aynı asırlarda Doğu İslâm dünyasında Sadeddin et-Taftazânî (ö. 1390), Adûdiddin el-Îcî (ö. 1355), Seyyid Şerif el-Cürcânî (ö. 1413) ve Devvânî (ö. 1502) gibi büyük kelam alimlerinin yetişmesine karşılık, Memlük ülkesinde onların seviyesinde kelâmcılar yetişmemiştir. Memlük sultanlarının, hem fıkhî hem de itikâdî mezhepler bakımından gösterdiği taassub bunda etkili olmalıdır. Çünkü bu alanın dışına çıkan alimler, İbn Teymiye gibi, çeşitli cezalara çarptırılıyordu. Her şeye rağmen, Memlük ilmî hareketi, az sayıda da olsa, bu sahada önemli eserler yazan kelamcılar yetiştirmiştir. Bu alimlerin başında İbn Teymiye ve talebesi İbn Kayyim gelmektedir. Hanefî fakihleri İbnü’l-Hümam ve İbn Kutluboğa da, Matürîdî kelâmı sahasında eser vermişlerdir.

f) Tasavvuf: Memlükler zamanında tarihinin altın çağını yaşayan tasavvuf hareketi, son derece güçlenmiş ve sosyal hayata damgasını vurmuştu.[58] Tarikat şeyhlerine büyük hürmet gösteren ve bazıları birer mürid olan sultanların ve diğer devlet ricalinin yakın ilgi ve desteğiyle, önce geçtiği gibi, ülkede tarikatlara ait tekke, hangah, ribat ve zaviyelerin sayısı çok artmıştı. Sultanın tayin ettiği görevlilerin yönetimindeki bu müesseselerin sayısı sadece Kahire’de 58, Dımaşk’ta ise 78 civarında idi. Sufilere mahsus bu müesseseler, aynı zamanda dini ilimlerin okutulduğu birer medrese ve yine sınırlarda cihada hazırlanan askerler için birer karargâh durumundaydı. Nitekim önce geçtiği gibi Baybars el-Çaşngîr Hangâhı’nda 400 sûfi, bitişiğindeki ribatta ise 100 asker bulunuyor; hadis dersinin de verildiği bu müesesesede, kurrâya ait bölümde gece-gündüz Kur’an-ı Kerim okunuyordu.[59]

Ülkede en çok Bedeviyye, Rifâiyye, Şâzeliyye ve Düskiyye tarikatları yayılmıştı. Bu tarikatlardan Bedeviyye’nin kurucusu, Mısır’ın en büyük velisi Seyyid Ahmed Bedevî (ö. 1276) ile Düsûkiyye’nin pîri Burhanüddin Düsûkî (ö. 1272), Memlükler döneminde yaşamıştı. Şâzeliyye tarikatının Mısır’daki temsilcileri, İbn Ataullah el-İskenderî, Muhammed Vefa Şâzelî ve İbn Vefâ, zamanın diğer büyük mutasavvıfları idiler.

B. Arap Dili ve Edebiyatı

Memlükler zamanı ilmî hareketinde Arap dili alanındaki çalışmalar da önemli bir yer tutmaktadır. Arap dili gramerinin en mühim temsilcilerinden sayılan pek çok alim, bu dönemde yetişmiştir. Onların yazdığı eserler, bu sahanın klasikleri arasında yer almaktadır. Arap dilinde yazılan en geniş lügatın sahibi İbn Manzur da bu dönem dilcilerindendir. Memlükler zamanında yetişerek Arap dili sahasında elden düşmeyen eserler kaleme alan bu nahivcilerin en meşhurları şunlardır: İbn Mâlik, İbnü’n- Nehhâs, İbn Manzur, Ebu Hayyan el-Endelûsî, İbn Hişam el-Ensârî, İbn Nübâte, İbn Akîl ve İbn Ammâr.[60]

Bu dilcilerden Ebu Hayyan el-Endelüsî (ö. 1344), Türk, Fars ve Habeş dillerine dair eserler de yazmıştır. Onun Türk diline duyduğu ilgi, tabîî olarak hayatının son dönemini geçirdiği Mısır’da başlamıştır. Türk Memlükleri Devleti’nde Türkçeye verilen ehemmiyetten kaynaklanan bu ilgi, bir taraftan bazı eserlerin Türkçe yazılmasına zemin hazırlamış, diğer taraftan da, Ebu Hayyan gibi bazı alimleri Araplara Türkçe öğretmek maksadıyla Türk dili üzerinde eserler hazırlamaya sevketmiştir. Onun bu konuda yazdığı dört eserden zamanımıza ulaşan ve Türk dilinin en eski gramer kitaplarından olup daha sonra Doğu’da yazılan eserlere kaynaklık eden “Kitâbü’l-idrâk li-lisâni’l-Etrâk” adını taşıyan ve 2200 kelimelik bir lügat ile sarf ve nahiv bölümlerinden meydana gelen eser İstanbul’da 1892’te Mustafa Bey, daha sonra 1931’de yeniden tahkik ve tercüme edilerek Ahmet Caferoğlu tarafından yayımlanmıştır.[61]

Arap nesir ve şiiri de, Memlükler döneminde parlak bir safha yaşamıştır. Edebî bir ekol özelliğini taşıyan Dîvân-ı inşâ, sanatkârâne nesirde Kâdî el-Fâzıl ekolünü devam ettiren İbn Abdüzzâhir, nesir ve şiirleriyle büyük bir miras bırakan Şihâb Mahmud b. Süleyman ve resmî yazışmalar sahasındaki kıymetli eserlerin sahipleri Nüveyrî, Ömerî ve Kalkaşandî’yi yetiştirmiştir. Anonim Antere ve Baybars hikayeleri son şekline o dönemde ulaşmıştır. Orta Çağ İslâm dünyasından günümüze ulaşan gölge oyunuyla ilgili tek dramatik nazım örneği de o dönemde yetişen İbn Danyal el-Huzâî’ye aittir.

Bu devirde yetişen şairlerin başında, Hz. Peygamber hakkında yazdığı kasidesiyle şöhret kazanan Bûsirî gelir. Şerefeddin el-Ensârî, İbn Hicce. Şihâb Mahmud b. Süleyman, İbn Nübâte, İbn Ebî Hacele ve Aişe el-Bâuniyye de meşhur şairlerdendir

C. Tarih ve Coğrafya

Memlükler dönemi, İslam tarihçiliği açısından da parlak bir dönem olmuş, siyâsî tarih, tarihî coğrafya, mahallî tarih, şehir tarihi, müesseseler tarihi, siyer, biyografi ve ilimler tarihi alanlarında kıymetli eserler kaleme alan çok sayıda büyük tarihçi bu dönemde yetişmiştir. İslam tarihinin hiç bir safhasının, yetiştirdiği önemli tarihçilerinin çokluğu ve yazdıkları eserlerinin zenginliği bakımından Memlükler zamanıyla mukayese edilemeyeceğini söylemek mübâlağa olmayacaktır.

İslam ilimler tarihinde “ansiklopediler çağı” olarak meşhur olan bu dönemde, umumi tarih çalışmalarına devam edilmiş, yine bir sultanın zamanını anlatan tarihler de yazılmıştır.[62] Bu dönemde önceden yazılmış tarih kitaplarına zeyl yazma geleneğinin yaygın olduğu; yine tarihte iz bırakan meşhur şahıslar için yazılan biyoğrafi çalışmalarının önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Biyografi sahasının yıldızı kabul edilen İbn Hallikan, hayatının son safhasını bu dönemde geçirmiştir. Kütübî, Safedî, İbn Hacer, Zehebî ve Sehâvî’nin eserleri de bu türün en güzel örneklerinden sayılır. Mahalli tarih çalışmalarında ise, Makrizi’nin öncülük ettiği Mısır tarihçilik ekolü, İbn Tağriberdî, Sehâvî ve İbn İyas tarafından devam ettirilmiş, bu tarihçiler eserlerinde, Mısır’ın siyasi, içtimai ve iktisadi durumunu geniş bir şekilde anlatmışlardır. Mekke tarihçileri Necmeddin b. Fehd ve oğlu İzzeddin, Medine tarihçisi Semhûdî, Kudüs tarihçisi Uleymî, şehir tarihçiliği geleneğini sürdürmüşlerdir.

Ansiklopedi çığırının ilk temsilcisi Nüveyri’yi, Ömeri ve Kalkaşandî takip etmiştir. Bu alimler ve yine İbn Şahin ez-Zahirî ve Makrizî, devlet teşkilatını ele alan eserler te’lif etmişlerdir. Diğer taraftan dönemin büyük tarihçisi İbn Haldun, tarih felsefesi ve sosyoloji ilminin temellerini atmıştır. Kâfiyecî, Suyûtî ve Sehâvi de tarih tenkidine dair eserler kaleme almışlardır. İbn Abdüzzahir, Baybars ed- Devâdâr el-Mansûrî, İbn Seyyidinnas, İbnü’l-Verdî, İbnu’l-Furat, İbn Habib el-Halebî, Mufaddal b. Ebü’l-Fezâil, Yûnûnî, İbn Dokmak, İbn Kesir, İbn Arabşah ve Aynî dönemin diğer önemli tarihçileridir.

Tarih çalışmalarıyla birlikte seyreden tarihi-coğrafya alanında da İzzeddin b. Şeddad, Ebu’l-Fidâ, Ömerî, Kalkaşandî ve Makrizî ilim alemine önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu arada ünlü Arap denizcisi İbn Mâcid, Hint okyanusunda seyredecek gemiler için rehber kitaplar hazırlamış ve Hindistan yolculuğunda Vasco de Gama’ya rehberlik yapmıştır.[63]

D. Felsefe, Riyâzî ve Tabîî İlimler

Müslümanlar, aklî ilimler sahasında VIII. yüzyılda ele geçirmiş oldukları üstünlüğü, XIII. yüzyılın başlarından itibaren kaybetmeye başlamışlardı. Ancak, Doğu İslam dünyasında astronomi ve matematik, Mısır ve Suriye’de ise özellikle göz hastalıklarında olmak üzere tıp ilmindeki üstünlüklerini bundan sonra da devam ettirdiler. Tıp alanındaki bu üstünlük, Memlük hastaneleri ve onların bünyesindeki tıp külliyelerinde görev yapan tabipler tarafından geliştirilen buluşlarla sürdürüldü. XIII. yüzyılda göz hastalıklarının tedavisinde en önemli gelişme Mısır ve Suriye’de yaşandı. Halepli Halife b. Ebi’l-Mehasin, katarakt ameliyatını başarırken, Suriye-Mısır tıp akımının önemli temsilcisi İbnü’n- Nefis, Portekizli Servetus’tan üç asır önce, küçük kan dolaşımını keşfederek önemli bir tıbbî buluş gerçekleştirdi. Bu iki büyük tabip dışında, sahalarında kıymetli eserler yazmış pek çok doktorun yetiştiği Memlükler döneminde, aynı zamanda bir göz hekimi olan İbn Ebî Usaybia, tabiplerin haltercümelerini ihtiva eden meşhur eserini yazdı.[64]

Tıp öğrenimi, büyük ölçüde hastanelerin bünyesindeki tıp külliyelerinde yürütülüyordu. Bu birimler, tıp alanında yazılmış kitaplar ve tıbbî aletlerle donatılmıştı; ayrıca üç tanesi Dımaşk’ta olmak üzere tıp öğreniminin verildiği medreseler vardı. Memlük ülkesinde, Kahire ve Dımaşk şehirlerinde çok sayıda hastane bulunuyordu. Bazıları Eyyûbîler zamanından kalma bu hastaneler, zamanına göre son derece gelişmişti. Dönemin her bakımdan en mükemmel hastanesi olan Sultan Kalavun Hastanesi, dahiliye, cerrahiye, göz hastalıkları ve ortopedi kısımlarına ayrılmıştı. Hastalar arasında zengin-fakir ayırımı yapılmayan bu hastanede, yatmak süresine sınır konulmamıştı.

Memlükler devrinde baytarlık alanında Bedreddin Bektût ve İbnü’l-Münzir el-Baytar kıymetli eserleriyle döneme damgalarını vurdular. Sultan Muhammed b. Kalavun’un mîrâhur ve başbaytarı İbnü’l-Münzir’in atlar hakkında yazılan kitapların en muteberi sayılan Batılı ilim adamlarını birkaç yüzyıl geride bıraktığı Kâmilü’s-sınâateyn fi’l-baytara ve’z-zerdeka adını taşıyan ünlü kitabı daha sonraki eserlerin önemli kaynaklarından biri olmuştur.[65] İlmü’l-hayevân sahasındaki meşhur ansiklopedinin sahibi Demîrî’de bu dönem alimlerindendir.

Tıp dışındaki aklî ilimlerin genellikle özel derslerde okunduğu bu dönemde yetişen fizik alimi Ebu’l-Abbas Ahmed Şihabeddin, gök kuşağından bahsettiği risalesiyle meşhur olmuştur. Dönemin sonlarında Mısır’da yetişen Ebu’l-Feth es-Sûfî ve oğlu Şemseddin Muhammed, matematikçi-astronom Uluğ Bey’in zîcini ıslah için kaleme aldıkları eserlerinde, astonomik-geometri hakkında kıymetli bilgiler vermişlerdir. Yine ezan saatleri ve kıble tayini tablolarıyla ilgili çalışmalar, XIV. yüzyılda Dımaşk’ta en yüksek seviyesine ulaşmış, çok sayıda mîkâtî (astronom) yetişmişti. Matematik, geometri, felsefe, mantık ve eski kimya ilimlerinde yetişen alimlerden bazıları da şunlardı: Huveyyî, usturlâb sahipleri Şemseddin el-Mizzî, İbnü’ş-Şâtır, Musa b. Muhammed el-Halîlî, ünlü matematikçi İbnü’l-Hâim, İbnü’l- Lebbûdî ve Sıbtü’l-Mardînî.

Diğer taraftan, barut kelimesini, ilk olarak ünlü botanikçi İbnü’l-Baytar’ın (ö. 1248) ve ardından XIII. yüzyılın ikinci yarısında Memlükler zamanında yaşayan Mısırlı alim Hasan er-Rammâh’ın kullandıkları tesbit edilmiştir. er-Rammah, günümüze ulaşan meşhur eserinde barutun yapılışını da izah etmiştir. Onun ve Ebu Şâme ve Ömerî gibi tarihçilerin verdiği bilgilerden, Memlüklerin barutu diğer milletlerden asırlarca önce kullanmaya başladıkları sonucu çıkarılmıştır.[66] Memlükler, ateşli silahların ve özellikle topun kullanılmasında da öncü durumundadırlar; ancak onlar bu sahada gereken ilerlemeyi gösteremeyip, kendilerini geride bırakan Osmanlılar ve Portekizlilerle boy ölçüşememişlerdir.

4. Sonuç

İslam ilimler tarihinde parlak bir sayfa olan Memlükler devri, İslâmî ilimlerin bütün şubeleri, lügat ilimleri ve tarih sahasında yetiştirdiği alimleri ve bu alimler tarafından yazılmış eserlerinin çokluğu bakımından, son derece zengindir. İslâm tarihinin başka bir döneminde, bu kadar alimin yetişmediğini ve yine bu dönemde yazılanlar ölçüsünde çok ve hacimli eser yazılmadığını söylemek mümkündür. Suyûtî’nin sadece hadis hocalarının 150 civarında olduğunu ve aynı alimin 600 civarında eser yazdığını hatırlatmak dahi, ilim adamı ve eser sayısı hakkında bir kanaat edinmeye yetecektir. İslâm kültürünün en kıymetli ürünleri arasında yer alan biyografi kitapları ve mufassal ansiklopedik eserlerin pek çoğu bu dönemde yazılmış ve bu dönem, bilhassa büyük şarihleri ve ansiklopedistleri ile temayüz etmiştir.[67] Günümüz ilim adamlarının, İslâmî ilimler, tarih ve edebiyat alanında, bu dönem alimlerinin sayısız eserlerinden müstağnî kalması mümkün değildir.[68]

Memlükler dönemi alimleri arasında Türk asıllıların sayısı oldukça fazladır. İlmî hareketin yıldızlarından olan Zehebî, Safedî, Aynî, İbnü’l-Hümam, Muhyiddin el-Kâfiyecî, İbn Kutluboğa, İbn Tağrîberdî ve İbn İyas bu alimlerin en meşhurlarıdır. Dikkat çeken diğer önemli bir husus da, geçtiği gibi çok sayıda kadın hadis aliminin yetişmiş olmasıdır.

Askerî bir iktâ devleti olan Memlüklerde, sultanın temsil ettiği Türk ve Çerkez asıllı emir ve Memlüklerin teşkil ettiği hâkim askerî sınıf ile çoğunluğu Arap olan halk tabakası arasında bir vasıta rolünü oynayan Memlük dönemi alimleri, ilmî ve medenî cesaretleriyle de temayüz etmişlerdir. Onlardan bazıları, sultanların haksız icraatlarına cesaretle karşı çıkmışlar, bu hususta bildiklerini söylemek ve her ne pahasına olursa olsun, sultanları uyarmaktan çekinmemişlerdir. Hakkı tebliğ hususunda sembolleşen bu alimlerin başında, İzzeddin b. Abdüsselâm, Baybars’a yazdığı meşhur mektuplarıyla alim olmanın sorumluluğunu en güzel şekilde yerine getiren Nevevî ve Suriye’ye yönelen bir Moğol saldırısı esnasında, sultana giderek, onu, savaş için Suriye’ye çağıran ve gitmediği takdirde, başlarına başka bir sultan seçmekle tehdit eden İbn Teymiye[69] gelmektedir.

Prof. Dr. İsmail YİĞİT

Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 748-756


Dipnotlar :
[1] Saîd Abdülfettâh Âşûr, el-Müctemeu’l-Mısrî fî asri selâtîni’l-Memâlîk, Kahire 1992, s. 158.
[2] İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, Kahire 1956, VII, 182.
[3] Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât (İhsan Abbas neşri), I, 404.
[4] Nevevî’nin şiddetli tenkidleri hakkında bkz. Suyûtî, Husnü’l-muhâdara fî ahbâri Mısr ve’l-Kahire, Kahire 1321,.
[5] İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-nihâye, Kahire 1932, XIV, 53.
[6] Suyûtî, Husnü’l-muhâdara, II, 121.
[7] Aynî, es-Seyfü’l-Mühenned fî sîreti’l-Melik’l-Müeyyed (nşr. F. Muhammed Şeltut), Kahire 1967, s. 274.
[8] Kemaleddin İzzeddin, el-Hareketü’l-ilmiyye fî Mısr fî Devleti’l-Memâlîki’l-Çerâkise, Beyrut 1990, s. 81.
[9] M. Kemâleddin İzzeddin, a.g.e., 30.
[10] Bk. Makrîzî, el-Hıtat, Mısır 1324, II, 368, 382, 388, 390, 400.
[11] İbnü’l-Uhuvve, Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Kuraşî, Meâlimü’l-gurbe fî ahkâmi’l-hisbe (nşr. Reuben Lewy), Cambridge 1937, s. 171.
[12] İbnü’l-Uhuvve, a.g.e., 170.
[13] Bazı örnekler için bkz. Kemaleddin İzzeddin, a.g.e., 34.
[14] İbnü’l-Uhuvve, a.g.e., 171.
[15] Birkaç örnek için bkz. Kemaleddin İzzeddin, a.g.e., 35, Dn. 4.
[16] Abdüllâtif Hamza, el-Hareketü’l-fikriyye fî Mısr, Kahire 1947; s. 82.
[17] Nuaymî, ed-Dâris fî târîhi’l-medâris (nşr. Cafer el-Hasenî), Beyrut 1988.
[18] İbn Battûta, Tuhfetü’n-nüzzâr (nşr Ali el-Muntasır el-Kettânî), Beyrut 1405, I, 54.
[19] Kudüs medreseleri hakkında bkz. Abdülcelil Hasan Abdülmehdî, el-Medâris fî Beytilmakdis, fi’l-asri’l-Eyyûbî ve’l-Memlûkî, Amman 1981.
[20] Makrîzî, a.g.e., II, 378 vd.
[21] Makrizî, a.g.e., II, II, 383-406.
[22] Nuaymî, Sâbûniyye Dâru’l-Kur’an’ı (I, 15), Sâlihiyye (I, 316) ve Çakmakiyye (I, 489) medreseleri, Bedriyye (II, 234) ve Kevkabâiyye türbelerinde (II, 274) birer yetim mektebi bulunduğunu zikreder.
[23] Hıtat, II, 382.
[24] Sayrafî, Nüzhetü’n-nüfûs ve’l-ebdân (nşr. Hasan Habeşî), Kahire 1971, II, 366.
[25] Bu üç medrese için bkz. ed-Dâris, II, 127-138.
[26] Makrîzî, a.g.e., II, 316-320; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, X, 306; Süyûtî, Husnü’l- muhâdara fî ahbâri Mısr ve’l-Kahire, Kahire 1321, II, 269-270.
[27] Kemaleddin İzzeddin, 56 (Sultan Hasan’ın vakfiyesinden naklen).
[28] Sayrafî, a.g.e., II, 366.
[29] A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1982, s. 16.
[30] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, Ankara 1984, s. 229.
[31] Makrizî, a.g.e., II, 255-56.
[32] Makrizî, a.g.e., II, 268.
[33] İbn Haldun, el-İber, Beyrut 1966, V, 835.
[34] Suyûtî, Târîhü’l-hülefâ, Kahire 1952, s. 484.
[35] Makrîzî, a.g.e., II, 330.
[36] Makrizî, a.g.e., II, 276-77.
[37] Makrîzî, a.g.e., II, 329.
[38] İbn Battûta, a.g.e., I, 54.
[39] Makrîzî, a.g.e., II, 421.
[40] Makrîzî, a.g.e., II, 416.
[41] Makrîzî, a.g.e., II, 428.
[42] Makrîzî, a.g.e., II, 414-36.
[43] Nuaymî, a.g.e., II, 139-221.
[44] Kemaleddin İzzeddin, a.g.e., 71.
[45] Sehavi, ed-Dav’u’l-lâmi’, Beyrut (Mektebetü’l-hayât), I, 173; İbn Tağrîberdî, el-Menhelü’s- sâfî (nşr. M. Muhammed Emin-Saîd Abdülfettâh Âşûr), Kahire 1984-85, I, 178.
[46] Ö. Rıza Kehhâle, el-Ulûmu’l-ameliyye, Dımaşk 1972, s. 110.
[47] Bu üç tıp medresesi hakkında bkz. Nuaymî, a.g.e., II, 127-135.
[48] İbnü’l-Cezerî ve eserleri hakkında bkz. İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’nihâye (nşr. Bergstraesser), Mısır 1933, II, 247-251; Nuaymî, a.g.e., I, 8-9; Ali Osman Yüksel, İbnü’l-Cezerî ve Tayyibetü’neşr, İstanbul 1996.
[49] Bu alimler ve eserleri hakkında kbz. İsmail Yiğit, Siyâsî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi: Memlükler, İstanbul 1991, VII, 257-260.
[50] Bu müfessirler hakkında bkz. Yiğit, a.g.e., VII. 262-272.
[51] Salih Yusuf, Bedrüddin Aynî ve eseruhu fî ilmi’l-hadîs, Beyrut 1987, s. 37.
[52] Sehâvî, Ed-Dav’u’l-lâmi, XII, 52.
[53] Muhammed Ebu Zehra, İbn Teymiye (trc. Nusrettin Bolelli ve   dğr.), İstanbul 1988, s. 55.
[54] Hayreddin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, İstanbul 1989, s. 272; Salih Yusuf, a.g.e., 28.
[55] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, Kahire 1932, XIV, 113.
[56] Memlükler dönemi fıkıh alimleri ve eserleri hakkında bkz. Yiğit, a.g.e., 284-301.
[57] İbn Haldun, Mukaddime, Kahire ts. (Dâru’ş-şa’b), s. 431.
[58] Adil Zeytun, Târîhü’l-Memâlîk, Dımaşk 1982, s. 164; Saîd Abdülfettâh Âşûr, a.g.e., 179.
[59] Makrizî, a.g.e., II, 416.
[60] Memlükler dönemi nahivcileri hakkında bkz. Yiğit, a.g.e., 308-314.
[61] Ebu Hayyan ve eserleri için bkz. Mahmut Kafes, “Ebu Hayyan el-Endelüsî”, DİA, X, 152-53.
[62] Memlük tarihçileri hakkında bkz. Samira Kortantamer, “Memlük Tarihçiliğine Genel Bir Bakış”, Tarih İncelemeleri Dergisi, I (İzmir 1983), s. 33-35; Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih- Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 176-232, Yiğit, a.g.e., 326-359.
[63] İbn Mâcid ve eserleri hakkında bkz. Sayyıd Maqbul Ahmad, “İbn Mâcid”, DİA, XX, 162-163.
[64] Memlükler dönemi doktorları hakkında bkz. Yiğit, a.g.e., 315-322;.
[65] Kasım Kırbıyık, “Baytarlık”, DİA, V, 279.
[66] Abdülmun’im Mâcid, Tûmanbây, Kahire 1978; s. 131.
[67] Salih Yusuf, a.g.e., 15.
[68] Kemaleddin İzzeddin, a.g.e., 102.
[69] İbn Kesir, a.g.e., XIV, 15.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.